Cumartesi, 11 Şevval 1445 | 2024/04/20
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Halkın Gücü ve Ümmetin Otoritesi

بسم الله الرحمن الرحيم

Halkın Gücü ve Ümmetin Otoritesi

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 günü ve ertesi günlerde darbecilerin karşısında halkın hareket etmesi bir kere daha halkın gücü ve halkçı tabanı tesis etmenin ehemmiyetini vurguladı, zira otoritenin gerçek sahibi halktır. Halk razı olduğu kişileri seçip yönetici yapar ve korur. Aynı anda yöneticiler zulüm yaparlarsa veya halkın fikrinden saparlarsa düzeltme gücüne sahip olduğu gibi onları düşürme gücüne de sahiptir. Başka bir ifadeyle otorite ümmete aittir.

İşte Türkiye’deki Müslüman halk İslami duygularıyla ortaya çıkıp laiklik sloganıyla hareket eden darbecilerin karşısına durdu. Bu olay halkın derinliğinde İslam’ın ne kadar kökleştiğini gösterdi. Allah’ın izniyle Hilafet kurulduğu zaman bu halk ona sahip çıkacak ve onu koruyacaktır.

Sömürgeci güçler ve ajanları bu halkı kendi kimliğinden uzaklaştırmaya ve laikliği yerleştirmeye 90 seneden fazla çalıştılar. Buna rağmen hükmen düşmüş olan laikliği korumak için tanklarıyla ve uçaklarıyla darbeciler hareket edince bu halk onların karşısına çıktı.

Şu var ki 1960, 1971, 1980 ve 1997 deki darbeciler halkın iradesine karşı harekete geçip laikliği korumak için darbelerini yaptılar. Bunun manası memlekette laiklik yerleşmedi, halk nezdinde tabanı yoktur ve ümmet bunu hiç benimsemedi, daha doğrusu onun çirkinliğinden, akla ve fıtrata aykırı olduğundan dolayı onu çöpe attı. Ancak 90 sene boyunca şiddetle, demir yumrukla ve ateşle bir avuç laik grup anormal kişiler tarafından uygulanmaya çalışıldı. Özellikle bu insanlar Hilafeti yıkan, Cumhuriyeti kuran ve İslam’la savaş ilan eden Mustafa Kemal’in kurduğu orduda odaklaşmışlardır. Nitekim laikliği reddeden Türkiye’nin Müslüman ahalisinden, laikliği ve cumhuriyeti koruma görevi orduya verildi.

Tunus’tan başlayarak Mısır, Libya ve Yemenden geçerek Suriye’ye varıp 2011 senesinde Arap dünyasında patlayan devrimler, ümmetin kendi memleketlerinde izzetli halklarının sahip olduğu sahih İslam akidesine ters düşen ve sömürgeci kafir güçler tarafından tesis edilen fasit olan laik rejimleri düşürme gücüne sahip olduğunu ispatladı. Bu zalim, laikliği benimseyen yöneticileri düşürme gücüne sahip olduğunu gösterdi. Bu yöneticiler laikliğe dayanarak halklara zulmetmeye, onların servetlerini çalmaya, fesadı ve bozgunculuğu yaymaya başladılar ve düşmanları olan sömürgecilere imkân tanıdılar. İşte onların ve benimsedikleri laikliğin sayesinde fasit, müfsit ve bozguncu oldular.

Yönetimde asıl olan insanların işlerini gütmektir, insanların kendi işlerini yürütmek, isteklerine ve fikirlerine binaen onları idare etmektir.  Daha doğrusu insanların benimsedikleri mefhum, ölçü ve kanaatlerini uygulamak için kurulan yürütücü organdır. Buna yönetim veya devlet adı verilir. Eğer yönetim insanların mefhum, ölçü ve kanatlarına göre olmaz ise gaspçı yönetim sayılır ve gerçek devlet sayılmaz. Bu hal istisnasız bütün İslam memleketlerinde mevcuttur.

Bu memleketlerde halkların inanmadıkları, daha doğrusu reddettikleri ve kendilerine yabancı gelen laiklik, demokrasi, insan halkları, kadın hakları ve genel hürriyetler gibi batılı fikirlerden kaynaklanan mefhum, ölçü ve kanaatler zorla ve kerhen uygulanıyor. Daha doğrusu darbelerle, demir yumrukla, yakmakla ve her türlü şiddetle uygulanıyor. Böylece ümmetin dosdoğru dini olan İslam’a ters gelen yönetim, ekonomi, öğretim, içtimai nizam uygulanıyor, iç ve dış siyaset yürütülüyor. Ancak bunlar İslam’a ters değildir veya uygundur gibi yalan iddialarla ve değişik hilelerle uygulanmaya çalışılıyor, ayrıca İslam kisvesini giyen kişiler yönetici yapılıyor. Böylece halktan destek bulmaya çalışıyorlar.

İşte asıl olan halktır buna binaen halkı kazanmak ve halkçı tabanı oluşturmaya önem verilmelidir. Başka ifadeyle devleti kurabilmek için ümmeti kazanmaya ve bu tabanı tesis etmeye ihtimam ve özen gösterilmelidir. Ayrıca devleti korumak için ümmetin gücüne ihtiyaç vardır. Bu nedenle Hizbi Kitleleşme kitabında şöyle dedik: “Üçüncü merhale; yönetime ulaşma merhalesidir. Hizb yönetime ümmet yoluyla ve nusret talepleri ile ulaşır”. Bu ifadeden önce bu kitapta şunu söyledik: “Bundan ötürü hizbin adamları için ümmetin sıradan fertleri gibi olmaları ve kendilerini ümmetin hizmetçileri olmaktan ve hizbi vazifelerini de ümmete hizmet olmaktan başka şekilde hissetmemeleri elzemdir. Zira bu, hem onlarda bağışıklık oluşturur, hem de onlara cumhurun güvenini sağlar, dahası ideolojiyi infaz etmek üzere yönetimi üstlendikleri üçüncü merhalede de avantaj sağlar. Böylece onlar yöneticiler olduklarında da ümmete hizmet etmeye devam ederler ta ki ideolojinin infazı kendilerine kolaylaşır”. İşte insanların güveni elde edilince ideoloji, devlet ve hizbi korumaya başlarlar, iç ve dış düşmanların karşısına çıkarlar ve böylece hizb onlar için lider olur.

Halkçı tabanı tesis etmek hizbin fikirlerini ümmete vermeyi gerektirir. Nitekim bu fikirler İslam’dan benimsendi. Yanı sıra hizbin gençleri insanlar nezdinde güvenilir ve tanınmış olmalıdır. Ümmet onların sözünü dinler, görüşlerini kabul eder onların arkasında tam uyanıklıkla ve idrakle yürür.

Bu tabanı tesis etmek; hizbin gençlerini ümmetle ve hatta fertleriyle direk ve canlı temas yapmaları, normal yaşamaları, onların sorunlarını çözmeye ve çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmalarını gerektirir.

Bu da zalim siyasetlere karşı çıkmak, zalim yöneticilerle ve efendileri olan kafir sömürgecilerle çekişmek, onların planlarını keşfedip ifşa etmek ve entrikalarını ortaya çıkartıp bozmak ve İslam’a aykırı her fikre ve işe karşı gelmek, sahte ve aldatıcı liderleri ve yöneticileri düşürmeye çalışmak ve yalnız İslam fikirlerinin egemen olmasını sağlamak için mücadele etmeyi gerektirir.

Bu durum uyanıklık sahibi kamuoyunu oluşturmayı gerektirir, aktiflik ve canlılıkla beraber bir takım üslup ve vesileyi kullanmayı gerektirir. İnsanlara hitap etmek, açık, genel konuşma, panel, konferans ve yürüyüş düzenlemek, sosyal medyayı kullanmak, basın ve diğer enformasyon araçlarıyla vesaire kuruluşlarıyla temas edip onlara tesir etmeye çalışmayı da gerektirir.

İnsanlara, enformasyon araçlarıyla hitap etmek için ehil olan dava adamların bulunması da gereklidir. Bunlar; fikirleri açıklarken güzel ifadeleri kullanmaya çalışırlar, dikkatli şekilde konuşurlar,  çelişkiye düşmezler, karşı tarafın kurdukları tuzağa da düşmezler, köşeye sıkıştırılmazlar, tahriklere kapılmazlar, fevri ve sinirli hareket etmezler, düşünmeden ve meseleyi değerlendirmeden cevap vermekten uzak kalırlar, sakin ve dengeli durumu korumaya çalışırlar, kuvvetli, hikmetli ve sadık kimseler olurlar.

Halkçı tabanı tesis etmek; destekleyici, yardımcı, sempati duyan kimseleri kazanmayı, çalıştırmayı ve örgütlemeyi gerektirir. Bunlar Hizbin işini kolaylaştırırlar, Hizble beraber Mebde-il İslam‘ı (İslam İdeolojisini) ve kurulduktan sonra devletini korumaya fedakârlık göstermeye hazır olurlar.

Halkçı taban halkçı güce dönüşüp Hilafeti kurmak ve kurulduktan sonra düşmeden himaye etmek için pek gereklidir. Ayrıca devletin içini karıştıracak, ajanlardan ve derdi iktidara geçmek olanlardan korur. Nitekim iç ve dış bütün şerli güçler hilafeti yıkmak ve ümmeti parçalamak için değişik şekillerle çalışacaklar.

Olabilir ki bir grup kişiler güç elde edip halkın isteği dışında otoriteyi ellerine geçirmek için kalkışırlar. Onlar, karşısında tesis edilen bu halkçı tabanı bulacaklar. Oysa bu tip insanlar genellikle yabancı güçlerin teşvik ve yardımıyla hareket ederler. Zira bunlar kendilerine destek verecek güç olmadan sebatlılık göstermezler. Eğer halktan destek almasalar dışarıdan destek almaya çalışırlar. İslam dünyasındaki askeri darbelerin tarihinde bunu gördük. Bu darbeler hep sömürgeci güçlerden desteklendi. Hem de sistem değişmiyordu yalnız ajan olan kişiler değişiyordu. Darbelere rağmen demokratik ve diktatör iki şekliyle bilinen laik sistem değişmiyor. Bu darbelerin çatışan ve yarışan sömürgeci güçler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlıyor. Çünkü bu güçler kendilerine ait laik sistemlerini korumaya çalışırlar, onu düşürmeye çalışmazlar. Ancak iktidarda bunu uygulamak için tayin edilen kimseler başka sömürgeci devlet hesabına çalıştıkları için, bununla çekişen diğer sömürgeci devletler o kimseleri düşürmeye çalışırlar. Kısaca bu darbeler sömürgecilerin çatışması nedeniyle ve onların çıkarlarını gerçekleştirmek üzere meydana geliyor. Böylece bu darbeler nüfuz ve avı elde etmek üzerinde yarışıp çatışırlar,  özellikle İngiltere, Fransa ve Amerika arasında bu çatışmalar meydana geliyor.

Dini, devletten ayıran laik düzen batıdan geldiği gibi onun tarafından desteklenmektedir. Zira batı, bu düzene inandı, bunu uyguluyor, insanlara götürmeye ve kabul ettirmeye çalışıyor. Daha doğrusu bu sistemi bütün dünyada hakim kılmak için savaşıyorlar. Sömürgeci batılı devletler ancak bu sistemlerin vasıtasıyla diğer halkları sömürebiliyor ve servetlerini çalabiliyorlar. Bir memlekette sistem laik olunca rejim ve bunu yöneten kişiler otomatikman sömürgeci batının fikri müessesine bağlı olur ve onun dairesinde dönerler, ondan yardım ve destek beklerler, ondan ilham alırlar ve fikir alırlar, zira kendileri için fikir kaynağı odur yani batıdır, ona yakınlık gösterirler ve onun yanında durmaktan hoşlanırlar. Duyguları onunla beraber, ona saygı ve sevgi beslerler ona dostluk bağlılıkları gösterirler. Böylece sömürgecilerin ajanları olurlar. Ona kapıları açarlar ve ona her türlü kolaylıkları sağlarlar. Bu durum bütün İslam memleketlerinin yöneticileri ve onlarla beraber olan, onların yolunda giden, laiklik, demokrasi ve liberallik gibi batılı fikirleri taşıyan, batılı sistem ve kanunları uygulamaya çağıran kimseleri de kapsar. Hepsi batıya bağlılık ve yakınlık gösterirler, kapıları ona açıp yanında durmaktan hoşlanırlar, onun gelişini ve görüşünü hoşça karşılarlar, aralarında ve arkalarında durmasından memnun kalırlar.

İşte; hayatın, toplumun ve devletin esası olarak İslam’ı kabul etmeyen yönetim, iç ve dış siyaset, iktisadi ve içtimai nizamlar ve öğrenim nizamı için İslam’ı kaynak olarak kılmayanlar; muhasebe, sorgulamak, şikayet etmek, muhakeme olunmak ve yargılanma, görüş belirlemek ve parti kurmak için İslam’ı temel saymayanlar; devletle toplumla ve hayatla ilgili en ufak meseleden en büyük meseleye kadar bütün problemlerin çözümünü İslam’da aramayanlar ve her şey için yalnız İslam akidesinden fışkıran fikir ve hükümleri kabul etmeyenlerin durumu böyledir. Bu temelleri kabul edenler de kesinlikle sömürgeci Batının varlığını veya onun herhangi bir izinin bulunmasını kabul etmezler. Bunu Müslümanlarda yerleştirmek için çok çaba sarf etmeliyiz ki aldatıcılara karşı direniş gücü onlarda oluşsun. Böylece uyanık olurlar. Devrimlerini yapmaya kalkışınca değişik hareketlerle ve sözlerle aldatıcı kimseler kendilerini aldatmasınlar. Ancak gösterdiğimiz temelleri sözde ve pratikte uygulayan kimseleri kabul ederler. İslam kisvesini giyerek değişik bahaneleri öne sürerek laik ve demokratik sisteme çağıracak kimselere aldanmazlar ve onların arkasında gitmezler.

Bu tablonun tersine baktığımız zaman Batının demokrasi, laiklik, genel hürriyetler, diğer fikir ve sistemleri dışında bir şey kabul etmediğini, bunlar için şiddetle savaştığını, yönetimde, hayatta ve siyasette İslam’ın herhangi bir izinin varlığını kabul etmediğini, hatta hayatın ve toplumun genelinde İslam’ın izini görmek istemediğine şahit oluyoruz. Müslüman kadının şer‘i elbiseyi giymesini ve gençlerin camilere gitmesini çekemez, memleketlerinde ezanın okunacağını hayal bile edemezler, zira buna hiç tahammül edemezler. Bu nedenle İslam’ın her görüşünü yasaklamaya çalışıyor ve İslam memleketlerinde ajanları ve dostlarıyla aynı şey teşvik ediyorlar. Müsamahakârlığı hiç tanımazlar.

İslam’a dayalı veya şeriatın hâkimiyetine davet eden siyasi partilerin kurulmasına asla müsaade etmezler, İslam’a karşı amansız bir savaş yürütüyorlar, herhangi bir yumuşaklık ve müsamahakârlık göstermezler. Maskeleri düşmesin ve İslam’a karşı gösterdikleri düşmanlık gözükmesin diye bazı batılı devletler ferdî dindarlığa müsaade edebilir, ama yönetimde, siyasette ve devlet işlerinde İslam’ın bulunmasına asla müsaade etmezler. Bu nedenle Batı, İslam dünyasındaki ajanlarına bu şekilde hareket etmelerini emreder. Bu yüzden Türkiye‘de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den ve Tunus’ta Habib Burgibe’den itibaren batının bu istekleri yerine getirilmeye başlandı.

Batı İslam dünyasında kurduğu sistemlerin düşürülmesine müsaade etmez. Bu nedenle Arap dünyasında bu sistemleri düşürmek için halklar başkaldırıp devrimlerini başlatınca batılı devletler bu devrimleri düşürmek için hareket edip değişik entrika çevirmeye başladı Suriye’de olduğu gibi. Bu rejimlerin halklarını ezmeleri için ellerini serbest bıraktı. Başında Amerika bulunan Batılı devletler bu güne kadar bu devrimi düşüremediler. Oysa bütün hile ve tuzaklarına, zorbalıklarına rağmen. Bunun sebebi ise Allah’ın yardımıyla bu devrimin uyanık halkçı tabanının var olmasıdır.

Suriye dahil olmak üzere Şam memleketlerinde Hizb-ut Tahrir çalışmaya başladığında, buralardaki kamuoyu laik, demokratik, sosyalist ve milliyetçi fikirlerden oluşuyordu ve bu fikirlerle Arap halklarını aldatabilen Abdunnasır popüler olduğundan dolayı Nasırcılığın sesi pek yüksekti.  Hizb-ut Tahrir dışında bölgedeki bütün partiler bu fikirlerin dalgaları üzerine binip yürüdüler. Bunlardan biri Baas partisidir. 1960’ların başlangıcında Mısır – Suriye birliği bozulunca Nasır’ın popülerliği düştü. Bu laik parti 1963’te sömürgeci güçlerden destek alarak bir askeri darbeyle iktidara geçince o günden bu güne kadar laikliği demir yumrukla, yakmakla ve her muhalifi yok etmekle memleketi yürüttü. Buna rağmen Hizb-ut Tahrir Allah’ın yardımıyla bütün bu fikirleri vurabildi ve Hilafet fikrini yayabildi ve bunun için de kamuoyu oluşturabildi. Böylece Suriye halkı bunu kurmak için devrimini başlattı.

İşte Nasırcılık ve Baasçılık güçlerine ve diktatörlüklerine rağmen fikrinden taviz göstermeyen ve yolundan sapmayan Hizb-ut Tahrir’in başarılı tecrübesi budur. Bu nedenle Allah’ın izni ile bu Hizib doğru yoldadır. Allah’ın yardımıyla gayesini gerçekleştirmek için yolunda devam etsin ve bu güne kadar gösterdiği fedakârlığını sürdürsün. Niçin öyle olmasın! Oysa bu yol Allah’ın, Resulüne vahyettiği yoldur ve kendi dinini yükseltmek ve nübüvvet minhacı üzere Hilafet devletinin varlığı ile indirdiğiyle hükmetmek için bu yegâne doğru metottur. Allah Subhanehu ve Teala buna söz verdi, Allah'tan kim daha doğru söyler. Nitekim Allah şöyle buyurdu:

"وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات ليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم، وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم، وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا، يعبدونني لا يشركون بي شيئا، ومن كفر بعد ذلك فأولئك هم الفاسقون".

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur: 55)

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Esad Mansur

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER