Pazar, 22 Muharrem 1446 | 2024/07/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilâyeti
Medya Bürosu

No: SDu2013BAu20132014u2013RSu2013TRu201340 H. 27 Zilka’de 1435
M. Pazartesi, 22 Eylül 2014

Gazeteciye Reddiye Hizb-ut Tahrir ve İslami Hilafet Makalesi Yazarına Yeni Bir Yanıt

Sayın Babiker Faysal Babiker, "Hizb-ut Tahrir ve İslam Hilafet 2" başlığı altında Hizb-ut Tahrir hakkında yeni bir makale yayınladı. H. 23 Zilka'de 1435, M. 18 Eylül 2014 tarihinde Sudan el-Ğira gazetesinin 3135 sayılı baskısında, bilgi ve belgeye dayanmadan, hiç bir yazarı da referans göstermeden ikinci bir makale daha yayınlandı. Hâlbuki biz, o makaleye gerekli cevap ve reddiyeyi vermiş ve bu reddiye de H. 17 Zilka'de 1435, M. 12 Eylül 2014 tarihli gazetenizde yayınlanmıştı. Ancak yazar, bu yanıtı okumamış olmalı ki Hizb-ut Tahrir'e yönelik saldırı üslup ve saçmalığını sürdürdü.

Bu nedenle makalede geçenlere yönelik şu reddiyenin yayınlanmasını umut ederek şimdiden teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Birincisi: Yazar, bu makalesinde bizim, Hilafetin kuruluş keyfiyeti ile ilgili belirli bir vizyonu sahip olmadığımız düşüncesini tekrarladı. Bu kez bununla da yetinmeyip tarihi tersten okuduğumuzu ve bu okumanın Hilafet Devletinde gerçekleşen uygulamaların gerçek doğasını yansıtmadığını iddia etti. Yazarın makalesinde bizim Hilafetin kuruluş keyfiyeti ile ilgili belirli bir vizyonu sahip olmadığımız düşüncesine gelince, daha önceki reddiyemizde bunu açık ve net olarak beyan etmiştik. Hatta Hizbin devlet, politika, ekonomi ve diğer hususlara yönelik mükemmel bir vizyona ve devlete ait bir anayasa tasarısına sahip olduğunu da açıkça ortaya koymuştuk. Ümmetle birlikte ve ümmet içinde devleti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalıştığını izah etmiştik. O reddiye de gerekli cevap verildi. Burada biz onu yeniden tekrarlamak istemiyoruz.

Tarihi ters yüz ettiğimiz konusuna gelince, bunu nereden çıkardığını bilmiyoruz? Yazara İslami ümmetin tarihine hangi gözle ve nasıl bakıyorsun diye soruyoruz. Düşünce biçiminden de açığa çıktığı gibi sen, İslam ve Müslümanlardan nefret eden kâfir Batının objektifinden ümmetin tarihine ve Hilafete bakıyorsun. Allah'a hamdolsun ki ümmet, Hilafet ve Halifelerin adaletini, Hilafet Devleti altında ümmetin izzet ve gururunu kuşaktan kuşağa aktara gelmiştir. Hilafet akıllara geldiğinde, insanlar Ömer el-Faruk ve Ömer bin Abdülaziz'in adaletini, Mutasım'ın kahramanlığını, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethini hatırlıyorlar.

İkincisi: Nusret talep etmek, alınsa da olur, alınmasa da olur türünden mubah bir üslup değildir. Aksine metot hükümlerindendir. Uyulması ve bağlanılması farz olan şeri bir hükümdür. İslam Devletinin kurulması için şeri bir metottur. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem, nusret talebi konusunda karşılaştığı o zorluklara rağmen, değiştirmeyerek ve alternatif yollara başvurmayarak bu konuda ısrar edip sebat etti. Ki bu, nusret talebinin uyulması gerekli farz şeri bir hüküm olduğunu pekiştirir.

فقد سألته صلى الله عليه وسلم أم المؤمنين عائشة رضي الله عنها ذات يوم عن أصعب يوم في حياته، وهي تظن أنه يوم أحد، قالت هل أتى عليك يوم كان أشد عليك من يوم أحد؟، فقال لها: لَقَدْ لَقِيتُ مِنْ قَوْمِكِ مَا لَقِيتُ وَكَانَ أَشَدَّ مَا لَقِيتُ مِنْهُمْ يَوْمَ الْعَقَبَةِ إِذْ عَرَضْتُ نَفْسِي عَلَى ابْنِ عَبْدِ يَالِيلَ بْنِ عَبْدِ كُلالٍ فَلَمْ يُجِبْنِي إِلَى مَا أَرَدْتُ فَانْطَلَقْتُ وَأَنَا مَهْمُومٌ عَلَى وَجْهِي فَلَمْ أَسْتَفِقْ إِلا وَأَنَا بِقَرْنِ الثَّعَالِبِ فَرَفَعْتُ رَأْسِي فَإِذَا أَنَا بِسَحَابَةٍ قَدْ أَظَلَّتْنِي فَنَظَرْتُ فَإِذَا فِيهَا جِبْرِيلُ فَنَادَانِي فَقَالَ إِنَّ اللَّهَ قَدْ سَمِعَ قَوْلَ قَوْمِكَ لَكَ وَمَا رَدُّوا عَلَيْكَ وَقَدْ بَعَثَ إِلَيْكَ مَلَكَ الْجِبَالِ لِتَأْمُرَهُ بِمَا شِئْتَ فِيهِمْ فَنَادَانِي مَلَكُ الْجِبَالِ فَسَلَّمَ عَلَيَّ ثُمَّ قَالَ يَا مُحَمَّدُ فَقَالَ ذَلِكَ فِيمَا شِئْتَ إِنْ شِئْتَ أَنْ أُطْبِقَ عَلَيْهِمْ الْأَخْشَبَيْنِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلابِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لا يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا "Günün birinde Müminlerin annesi Âişe RadiyAllahu Anha Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e hayatının en zor günü hakkında -ki o günün Uhud günü olduğunu düşünüyordu- "Sana Uhud gününden daha şiddetli olan bir gün erişti mi? diye sordu. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona "Kavminden gelen, birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım müşkül vaziyet hepsinden zorlu idi: Ben hayatımın korunmasını, Abdi Külâl'ın oğlu İbn abd'i Ya'lil'e teklif ettiğim zaman dileğime cevap vermemişti. Ben de kederli ve mütehayyir bir halde yüzümün doğrusuna dönmüştüm. Bu hayretim, "Karn-i Seâlib" [Karn, büyük dağdan ayrılmış küçük dağ demektir] mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp baktığımda bir bulut, beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Buluta baktığımda bunun içinde Cebrail bulunduğunu gördüm. O anda Cebrail bana: "Allah, kavminin senin hakkındaki dediklerini kesinkes işitti. Seni himaye etmeyi esirgediklerine de vakıf oldu. Allah sana şu dağlar Meleğini gönderdi, kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin! dedi. Bunun üzerine de, dağlar Meleği seslenip selam vererek dedi ki: "Ya Muhammed! Cebrail'in söylediği bir hakikattir: sen ne dilersen emrine hazırım; eğer şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine (çökerek) birbirine kavuşmasını istersen (onu da emret) dedi. Nebi de: "Ben isterim ki, Allah, bu müşriklerin sulbundan, sadece Allah'a ibadet eden ve Allah'a hiç bir şeyi şirk koşmayan bir nesil meydana çıkarsın!" dedi" [Buhari]

Yazarın "Ordu ve kabile üzerine bahis oynamak yanlış bir bahistir, siyasi saflıktır. Arap ve Müslüman ülkelerin orduları güç sarhoşudur. Kabileler ise çocuklarının çıkarları için savaşıyor..." sözlerine gelince, bu ifade, yazarın yüzeysel düşünme biçimine sahip olduğunu gösterir. Çünkü bu nitelikler, vakanın nitelikleridir. Hizb, nusret talep ettiği zaman, gelişigüzel talep etmez. Fikre kimlerin nusret verebileceğine ikna olduktan sonra ancak nusret talep eder. Fikre ikna olanlar ise onun cinsinden olurlar. Bu konuda daha fazla sözü uzatmak istemiyoruz. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ondan önce savaş içinde olmalarına rağmen ona nusret verenlerin sireti, İslam akidesi temeline dayalı İslami fikrin nasıl insanların fikirlerini ve mefhumlarını değiştirdiğini açıkça ortaya koyar. Medine'de devletin kurulması için nusret veren Evs ve Hazreç kabileleri, yönetimde Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e ortak olmadılar. Kendileri için bir şey de istemediler. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e söyledikleri şu sözlerde bu açıkça görülebilir. "Ölürsek bize ne var? "Cennet var" dedi. Bunun üzerine onlar da "Elini uzat, sana biat edelim" dediler. Hatta Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in siretinde nusret talep ettiği kişilerin kendinden sonra yönetimi şart koştukları için nusretlerini kabul etmediği rivayet edilir.

Üçüncüsü: Yazar, "Davetin durumu maruftur. Davet, Hilafet olsa da olmasa da kıyamet gününe kadar devam edecektir. Anlaşılmayan şey ise cihattır..." dedi. Biz, yazarın İslam'ın yayılmasının yegâne şeri metodunun davet ve cihat olduğunu bilip bilmediğini bilmiyoruz. Cizye konusuna gelince, o da bir şeri hükümdür. Hizb-ut Tahrir veya Ebu Halil'in sözü değildir. Hilafet kurulduğunda bu şeri farz da var olacaktır. Çünkü İslam Devletinin asli işi, savaşı gerektirse de davet ve cihat yoluyla İslam'ı taşımaktır. Ey kerim kardeşim! Cihat, İslam'ın zirvesidir. Cihat ile ümmet izzet bulur. Nitekim bugün olduğu gibi terk edildiğinde de zillete düşer.

لا يدع قوم الجهاد فى سبيل الله إلا ضربهم الله بالذل "Bir millet, Allah yolunda cihadı terk edecek olursa, Allah, o kavmi zillete düşürür." Neden savaştan korkuyorsun. Amerika veya demokratik ülkeler, bilinçli ya da bilinçsiz kapitalist ideolojisini savunan ve ona davet eden Müslümanların çocukları arasında yayılan ideolojilerini yaymak için bugün dünyanın çeşitli yerlerinde savaşmıyorlar mı? Ey Babiker! Sen demokrasiyi insanlığın tanıdığı en iyi sistem olarak kabul ettin. Sana göre demokrasi, Allah'ın indirdiği ile hükmeden Hilafetten çok daha iyidir. Sana göre kâfirlerin sistemi demokrasi, dini koruyan ve insanları Âlemlerin Rabbinin hükümleriyle güden Hilafetten çok daha iyidir! Hizb-ut Tahrir, demokrasi küfür sistemidir, onu almak, uygulamak ya da ona davet etmek haramdır dediğinde, bunu heva ve hevesinden söylemedi. Demokrasinin vakasını aydın ve derin bir etüdün ardından bilerek söyledi. Tafsili delilleri inceledikten sonra da demokrasi üzerine Allah'ın hükmünü indirdi. Adı geçen "Demokrasi küfür sistemidir, onu almak, uygulamak ya da ona davet etmek haramdır" kitapçığını bilinçli samimi mümin düşüncesiyle okuduğunu sanmıyorum. Aksi takdirde İslam'ın bakış açısına göre bu kitapta neyin yanlış olduğunu açıklamalıydın. Ortaya konulan deliller, demokrasinin vakası üzerine uygun düşmüyorlar mı? Yoksa biz vakayı olduğu gibi niteleyemedik mi?

Açıklama yapmadan öylece söz söylemek, büyük bir hatadır. Sanki biz, kötü ve çirkin bir söz söyledik de bütün Müslümanlar, senin yanında yer aldılar. Bu, heva ve dezenformasyonun ta kendisidir. Bu kitapçığa yanıt vermen için sana yeterli zaman vereceğiz. Sonra sen, şeri delille destekleyerek demokrasinin İslam'dan olduğunu ve İslam ile çelişmediğini söylüyorsun. Biz, hiçbir dayanağı olmayan bir sözü ve ümmetin akidesine dayanmayan bir görüşü asla kabul etmeyiz.

Dördüncüsü: Vaka ve çağa yabancı kalmak sözüne gelince, yazarın kendisi bu saçma söze daha layıktır. Yabancı kaldıklarını söylediği kimselerden daha yabancıdır. Fikri garabet içinde yaşıyor. Fikirlerini ve sistemini başka bir akideden alıyor. Dahası inandığı ideolojinin fikirlerine, mefhumlarına ve sistemlerine düşmanca kin besleyerek zehir kusuyor. İslam'a ve dünyanın incisi ve Müslümanların izzeti Hilafete kin besleyen oryantalistler tarafından yazılmış sahte tarihe inanıyor. Biz ise, vakaya Fransız değiliz. Biz bu vakanın içinde yaşıyoruz. Seninle bizim aramızdaki fark, sen bu vakayı düşüncenin kaynağı kılıyor ve çözümlerini de o vakadan alıyorsun. Biz ise, vakayı her zaman ve mekâna uygun olan yüce İslam ideolojiyle değiştirerek düşüncenin konusu yapıyoruz. Burada hakkında İslam'ın hükmü olmayan hiçbir vaka veya sorun yoktur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ "Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." [Nahl 89] Yine Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm'dan razı oldum." [Maide 3]

Beşincisi: Biz, Hilafet için pembe veya mor bir tablo çizmiyoruz. Biz, sadece onun hükümlerini, ilkelerini, sistemlerini ve organlarını açıklıyoruz. Neticede onu uygulayanlar insandır hata ve isabet edebilir. İnsan yapımı sistemler onunla karşılaştırıldığında beş para etmezler. Ümmet, yöneticileri muhasebe eder, denetler ve düzeltir. Samimi âlimler de hakkı açıklar, yöneticilere ve halka doğruyu gösterirler. Kâfir Batı ve onun uşaklarına rağmen Hilafet kurulacaktır. Çünkü o, Allah'ın vaadidir:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا "Allah, içinizden, iman edip de Salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur." [Nur 55] Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesidir:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Hanedanlık olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra onu kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." Sonra sustu."

Sonuç olarak Allah Subhânehu ve Teâlâ, bizleri, yazarı ve tüm Müslümanları hidayetten ayırmasın. Bizlere doğruyu göstersin ve yolumuzu aydınlatsın. Şüphesiz O, bunu yapabilir, O buna muktedirdir.

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilâyeti
Medya Bürosu
Adres Bilgileri ve Web Sitesi
21 October Street, Imarat al-Vaqf, Ground Floor, East Khartum / Sudan
Telefon: +(249) 0912 24 01 43 – 0912 37 77 07
http://www.hizb-sudan.org/
E-Mail: [email protected]

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER