حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Türkiye Vilâyeti
Medya Bürosu
No: |
H. 23 Zilhicce 1429 M. Salı, 01 Ocak 2008 |
Milletin Vekillerini, Sorumluluklarını Yerine Getirip Sayın Yılmaz Çelik ve Diğer Hizb-ut Tahrir Şebâbının Serbest Bırakılması İçin Çaba Harcamaya Çağırıyoruz
Sayın Milletvekilleri,
es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,
Bildiğiniz gibi, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik yaklaşık bir ay önce Adana'da, beraberindeki mü'minler ile birlikte tutuklanarak cezaevine gönderildi. Böylece hukuk dışı bir biçimde aynı suçlamadan hakkında açılan dava sayısı beşe yükseldi.
Hizb-ut Tahrir, ideolojik siyâsî bir partidir ve ideoloji olarak İslam'ı benimsemiştir. Siyâsî bir parti olması itibariyle yaptığı tüm çalışmaları da siyâsî çalışmalardır. Siyâset, aynı kaynaktan beslenen fikirler ile insanların hayata ilişkin işlerini yürütmek ve hayatta karşılaştıkları sorunları çözmektir. Dolayısıyla insanların işleri kapitalist fikirler ile yürütülür, sorunları da kapitalist çözümler ile çözülürse, kapitalist bir siyâset yapılmış olur. Hizb-ut Tahrir ise insanların işlerinin İslâmî fikirler ile yürütülmesi, sorunlarının da İslâmî çözümler ile çözülmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu bakımdan Hizb-ut Tahrir'in tüm işleri siyâsî işlerdir. Anahtar konu, insanların işlerinin yürütülmesi ve sorunlarının çözülmesi olduğuna göre, bu bağlamda şiddetin hiçbir rolü olamaz. Çünkü siyâsî işler şiddet ile yürütülmez. Sadece fikirler ve çözümler ile yürütülür. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir esaslarında, hedefinde ve metodunda fikrî, siyâsî, aklî ve şer'î açıdan kesinlikle şiddeti benimsemez. Bu nedenle "terörist örgüt" ve "terör ile ilişkili" olmak gibi ithamlar ile hiçbir şekilde suçlanamaz. Nitekim kurulduğu 1953 yılından beri hiçbir şiddet eylemine başvurmamış ve masum insanlara yönelik hiçbir terör eylemini tasvip etmemiştir.
Dolayısıyla Sayın Yılmaz Çelik ile beraberindekilerin, terör suçlaması ile yargılanması ve hakkında bunca dâvâ açılarak zindanlara atılması, keyfî ve hukuksuz bir uygulamadır. Bu yalnızca kendisine has bir uygulama da değildir. Şu anda Hizb'in çok sayıda şebâbı; sırf [ربنا الله] "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri, İslâmî Dâvet'i taşıdıkları, fikrî ve siyâsî bir çalışma yürüttükleri, Allah'ın indirdikleri ile yönetecek bir İslâmî Devlet kurmak için uğraştıkları gerekçesiyle, emniyet birimlerinin, istihbârat teşkilâtlarının ve yargı organlarının keyfî, hukuksuz, insafsız ve mesnetsiz uygulamalarına mâruz kalmaktadırlar. Örneğin, emniyet birimleri, diledikleri zaman Hizb'in şebâbından yolda gördükleri birini hiçbir yasal, resmî ve hukukî prosedür olmadan alıp götürebilmektedir, yasalara aykırı biçimde evlerini basıp mahremiyetlerini çiğneyebilmektedir. Benzer şekilde bazı istihbarat birimleri, ıssız yerlere götürüp tehdit edebilmektedir. Savcılar, düzmece istihbârat raporlarına dayanarak hiçbir delil göstermeden suçlamalar yağdırabilmekte, aynı "suç" sebebiyle birden fazla dâvâ açabilmektedir. Yargıçlar, avukatların savunmalarından, sanıkların ifadelerinden ve adâlet ölçülerinden ziyâde, önceden hazırlanmış raporlara itibar ederek ve siyâsî kesimlerin beklentilerini karşılamaya yeltenerek hükümler vermekte, hatta kendi verdikleri önceki kararları dahi unutabilmektedir. Yargıtay, hukuk dışı bir biçimde aynı suçlamadan dolayı açılmış dâvâları keyfî olarak birleştirmemekte, her dâvânın hükmünü ayrı ayrı kabul edebilmekte, 2003 yılında çıkan Avrupa Birliği Uyum Paketi ile değişen terör tanımına göre verilen beraat kararlarına rağmen, yine de Hizb-ut Tahrir hakkındaki dâvâları terör kapsamında değerlendirip onaylayabilmektedir.
Açıkçası Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Dışişleri Bakanı iken söylediği ve Cumhurbaşkanı olduktan sonra da yinelediği "Türkiye'de hiçbir düşünce suçlusu yoktur" sözü artık geçerliliğini yitirmiştir. Gerçi bu sözler söylenirken de Hizb'in şebâbı cezaevlerinde idi. Fakat şu anda azalmak yerine artmaktadır. Hizb'i gayet yakından tanıyan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'e, hiçbir zamanda, mekanda ve biçimde şiddete bulaşmamış Hizb-ut Tahrir şebâbının, düşünce suçluları olarak cezaevlerinde bulunup bulunmadıklarını sormanız halinde ve Yargıtay'dan bu dâvâ süreçlerinin nasıl işlediğini öğrenmeniz halinde, bu çıplak hakikati kendi gözleriniz ile görebileceksiniz. Yine 2 Eylül 2005 günü, Sayın Yılmaz Çelik'in Müslümanların geneline ve özel olarak Hilâfet'i kurmaya muktedir güç sahiplerine hitap ettiği Fatih Camii'nde Hizb-ut Tahrir tarafından düzenlenen organizasyon sonrasında siyâsî, askerî, güvenlik ve hukuk otoritelerinin neler yaptıklarını hatırlamanız halinde, Hizb-ut Tahrir'e karşı yürütülen bilinçli, kasıtlı ve programlı saldırı kampanyasını daha yakından anlayabileceksiniz.
Üstelik Hizb-ut Tahrir, küresel bir siyâsî partidir. Belirli bir ülkenin, bölgenin yada ırkın partisi değildir. Onun için Hizb-ut Tahrir hakkındaki değerlendirmeler, küresel açıdan yapılmalıdır. Her ne kadar muteber bir ölçü olmasa da, dünya çapında kabul gören kimi devletler tarafından hazırlanan terörist örgütler listelerinin hiçbirinde Hizb-ut Tahrir'in bulunmadığı görülebilir. Yine dünya çapında muteber araştırma kuruluşlarının raporlarında, Hizb-ut Tahrir'in şiddet ile hiçbir alâkası bulunmadığının ve kesinlikle bir terör örgütü olarak nitelendirilemeyeceğinin teyit edildiği de görülebilir. Örnek olarak, Yargıtay 9. Ceza Dâiresinin 2003 tarihli, 2003/2291 sayılı kararını hatırlatıyoruz: "Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bilgi yazılarından, mahkememize intikal eden olaylardan ve dosya içeriğinden Hizb-ut Tahrir adındaki yapılanmanın cebir ve şiddet eylemlerinde bulunduğu, bu yönteme başvurduğu hususu tespit edilememiştir. Yapılanmanın bu haliyle terör örgütü olarak kabul edilmesi yeni yasal düzenleme karşısında mümkün görülmemektedir..."
Sayın Milletvekilleri, Seçilme biçiminizi, varlık nedeninizi ve parti mensubiyetinizi bir yana koyarak, yalnızca milletin vekilleri olmanız ve dolayısıyla milletin işlerini yürütmekten, sorunlarını çözmekten, zulümleri engellemekten sorumlu olmanız itibariyle size bu hitapta bulunmak istedik. İstedik ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kavline icâbet ederek Allah için hakkı ve adâleti titizlikle ayakta tutan şahitler olasınız, bu zulmü, haksızlığı ve keyfî uygulamaları kaldırmak için derhal harekete geçesiniz: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا "Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan ve -kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa- Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) ister zengin olsunlar ister fakir olsunlar, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın! Eğer (şâhitliği) bükerseniz (doğru şahitlik etmezseniz) yahut şâhitlik etmekten kaçınırsanız, (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır." [en-Nîsâ' 135] Eğer böyle yapmaz, sorumluluğunuzu yerine getirmez, bu zulmü ortadan kaldırmak için çaba harcamazsınız, sorarız: هَاأَنتُمْ هَؤُلاَء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً "Haydi siz bu dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya Kıyamet Günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?" [en-Nîsa 109]
Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasına ve hiçbir zâlimin zulmüne aldırmadan, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emrettiği, Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ilerlediği ve ardından gelen sâlih mü'minlerin izleyegeldiği yol üzerindeki seyrini, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli ile örnek gösterdiği gibi kararlı, azimli ve tavizsizce sürdürecektir: والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."
Yine Allah'ın vaadi ve Rasulü'nün müjdesi olan Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Devleti, Allah'ın izni ve yardımı ile kuruluncaya dek, genel olarak İslâmî Ümmet'i, özel olarak Ümmet içerisindeki güç sahiplerini çağırmayı sürdürecektir: فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُؤُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيبًا "Bunun üzerine onlar Sana alaylı bir tarzda başlarını sallayacaklar ve diyecekler ki: "Ne zamanmış o?" De ki: "Umulur ki çok yakındır." [el-İsrâ' 51]
Ve's Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilâyeti Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi Telefon: www.hizb-turkiye.com |
E-Mail: bilgi [@] hizb-turkiye.com |