Pazartesi, 21 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

بسم الله الرحمن الرحيم

İslâm'ın Suçlanması ve Müslümanların Haksızca Hapsedilmesi Ancak, Müslümanların Dînleri Üzerindeki Sebatlarını Artırır

Bugünlerde Hizb-ut Tahrir'in Danimarka'daki Temsilcisi Fâdî AbdulLatîf, 17.11.2007'de İstinaf Mahkemesi'nin kendisini çarptırdığı 60 günlük haksız mahkûmiyet nedeniyle hapishanede ceza çekmektedir. Bu ve diğer haksız mahkûmiyetlerin hakîkatini, arka plânını ve boyutlarını açıklamak üzere aşağıdaki hakîkatleri vurguluyoruz:

  • Dalavere ve yalan üzerine kurulu Danimarka Hükümeti, 2003 yılı Mart ayından bu yana, Müslümanların beldelerinde bulunan işgâl güçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla Danimarkalı askerler, Irak'ta ve Afganistan'da sivillerin katledilmesine ve işkence edilmesine ortaktır. Yoksa Danimarka Hükümeti'nin maktullerin ailelerine ödediği diyetler neyin nesidir? Yine bir Danimarka televizyonunun ifşâ ettiği gibi, işkence eylemlerine katılan ve Afgan esirleri Amerikan işkence hapishanelerine teslim eden Danimarka askerlerin yargılanması da ancak bu cürümlere bir delildir.
  • Danimarka Hükümeti, Yahudi varlığının Müslümanlara yönelik katliamlarına büyük oranda bulaşmıştır. Bu da Yahudi varlığına silahlar ve savaş uçaklarının yedek parçalarını göndererek ve Yahudi varlığının Filistin'de çocuklara ve sivillere karşı işlediği katliamlara verdiği dâimî siyâsî desteği çerçevesinde onlara mazeretler sunarak olmuştur. Danimarka Başbakanı Rasmussen, 2005 yılı Şubat ayında Århus Üniversitesi'nde şöyle diyordu: "İsrail'in bütüncül bir şekilde Birleşmiş Milletler kararlarına bağlı kalmadığını kabul ediyorum, ancak İsrail diktatör bir devlet değildir. Açık fark budur. Benzer şekilde İsrail, kendisini denize dökmek isteyen düşmanlar ile çevrilidir. Dolayısıyla İsrail'i nefs-i müdâfaaya mecbur hale getiren özel bir târih bulunduğunu nazar-ı itibara almak zaruridir." Yine Yahudi varlığının Lübnan'da işlediği katliamlara bulaşmıştır. Çünkü Danimarka Dışişleri Bakanlığı, sürekli olarak Yahudi varlığının nefs-i müdâfaa hakkı bulunduğunu açıklayagelmiştir. Yine Danimarka Hükümeti, 12.07.2006 tarihinde Güvenlik Konseyi'nde, Lübnan'a yönelik savaşın durdurulmasına ilişkin karar tasarısı için çekimser oy kullanmıştır. Yine Danimarka, Müslümanlar ile Yahudi varlığı arasındaki çatışma meselesini, "anti-semitizm" olarak değerlendirmektedir.
  • Danimarka Hükümeti, İslâm'a karşı bir savaşın başını çekmektedir. Nitekim Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen, İslâm'a ve Kur'ân-il Kerîm'e dil uzatmasına ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i en çirkin vasıflar ile tanımlamasına bir mükâfat olarak "Özgürlük Ödülü"nü 21.11.2004'te Hollandalı politikacı Ayan Hırsî'ye vermiştir. Yine Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakâret eden karikatürler ancak, Danimarka Kültür Bakanı Brian Mikkelsen'in 25.09.2005'te aydınları ve sanatçıları Kur'ân ile ve Rasul-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile istihzâya teşvik etmesinden sonra meydana gelmiştir. Ardından Danimarka Başbakanı'nın, karikatürleri yayınlayan Jyllands-Posten Gazetesi'ni epik savunması ve buna uyumlu olarak başsavcının, mezkur gazete aleyhinde Şubat 2006'da açılan dâvâyı reddi, sonra da başsavcının, Mart 2006'da gazetenin kovuşturulmasını reddettiğini teyidi gelmiştir.

Bu esnada Hizb-ut Tahrir / Danimarka, Danimarka Hükümeti'nin İslâm'a karşı savaşını ve Müslümanların beldelerini işgâllerindeki skandalları deşifre etmeye başladı. Bunları da gösteriler, konferanslar ve oturumlar gibi bazı aktiviteleri ile gözler önüne serdi. Bunun üzerine Danimarka Devleti, Hizb-ut Tahrir'i Danimarka'da yasaklamaya yönelik bazı girişimlerde bulundu. Lakin bu girişimler, Danimarka Anayasası'na göre Hizb'i yasaklama imkânı bulunmadığını teyit eden başsavcı raporu ile başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Hizb'in durumu Danimarka Parlamentosu'nda ele alındı. Tartışma, sorunun çözümü için Hükümet'in sunduğu öneri ekseninde döndü ve bu öneri, Hizb'in şebâbının yargılanması ve açılan dâvâların artırılması yoluyla Hizb'in yasaklanmasına zemin hazırlanmasına dayanıyordu.

Böylece Danimarka Hükümeti, hakkında soruşturma açılan ve kapanmasının üzerinden sekiz ay geçen, Amerika'nın el-Fellûce'deki katliamına dâir Hizb'in 8 Kasım 2004 tarihinde yayınladığı ve başsavcının Danimarka Hükümeti'ne yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği beyân hakkındaki dosyayı 2005 yılı Temmuz ayında yeniden işleme koydu. Bu dosyaya bir de Yahudi'nin Filistin'de işlediği katliama dâir Hizb-ut Tahrir'in 2001 yılı Mart ve Mayıs aylarında yayınladığı ve başsavcının Danimarka'daki Yahudiler için tehdit içerikli olarak değerlendirdiği iki beyân eklendi.

Tüm bunlara binâen, İstinaf Mahkemesi'nin 17 Ağustos 2006 tarihinde Hizb'in temsilcisini hapis cezâsına çarptırması gâyet doğal idi. Zîra yargıcın ve başsavcının, işgâl kuvvetlerini temsil ettikleri açıktı. Üstelik Medya Temsilcimiz aleyhindeki iddialara yönelik hiçbir delîl sunulamamıştı. Dolayısıyla bu dâvâ, siyâsî bir dâvâ idi. Bunun delili, 5 Ağustos 2005'te Adalet Bakanlığı'ndan Kopenhag Polisi'ne bu konu hakkında gönderilen fakstır ki bu, Müslümanların beldelerinde kullanılan yöntemin aynısıdır. Oralarda siyâsî yöneticiler bir karar verirler ve uygun gördükleri bu kararın alınması için mahkemeye emir verirler.

Gerçek şu ki Cihâd âyetlerinin suç kabul edilmesi, hukukî bir emsâl teşkil etmektedir ve Müslümanların evlatları bu esâsa binâen, Kur'ân-il Kerîm âyetlerinin yargılanmasına binâen yargılanmaktadırlar. Zîra başsavcı, Cihâd'a ilişkin Kur'ânî âyetlerin delil gösterilmesini hukuken suç olarak değerlendirmektedir ki bu, Müslümanların İslâm'a dâveti ve Şeriat'ı tatbîki durdurmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Oysa İslâm buna, hayatî mesele olarak itibar etmektedir. Bunun bir benzerini, "Glostrup ve Odense" dâvâlarında da görmekteyiz. Bunlarda açıkça görülmektedir ki mesele, İslâmî görüşleri benimsemekle alâkalıdır. Bunun delîli, Glostrup mahkemesi yargıcının, üç sanığın serbest bırakılmasının, üzerlerine atılı suçun kanıtlanamamasına binâen olduğuna ilişkin açıklaması ve savunma avukatının Politiken Gazetesi'ne yaptığı şu açıklamadır: "Müvekkilimin tek suçu, Müslüman olması ve İslâmî hükümleri öğrenmekle suçlanmasıdır." el-Aksâ Hayır Cemiyeti hakkındaki dâvânın da bundan geri kalır yanı yoktur. Orada da, yargıcın cemiyet yöneticilerini üzerlerine atılı suçlamalardan aklamasına rağmen Hükümet dâvâyı yeniden başlatmaya uğraşmıştır. Son olarak görüşlerine terör suçlaması atfedilerek haksızlıkla mahkûm edilen Kardeş Sa'îd Mansûr'un dâvâsı da pek farklı değildir. İşte Hizb-ut Tahrir Medya Temsilcisi hakkında açılan dâvâ da, bu dâvâlardan biridir ve İslâm'a ve dâvetinin taşınmasına yönelik savaştan bir parçadır.

Şu halde Hizb-ut Tahrir / Danimarka aşağıdaki hususları vurgular:

-     Muhakkak ki İslâm; İslâmî Ümmet'e, Müslümanların beldelerinin işgâline karşı Cihâd'ı farz kılar, ister Filistin'de, ister Irak'ta, ister Afganistan'da, isterse diğerlerinde olsun, fark etmez!

-     Müslümanların Yahudi düşmanlığı; Yahudi inancına sahip olanlara karşı değil, Müslümanların topraklarını gasp eden, yurtlarından çıkaran ve kendilerine karşı harp ilan eden Yahudi varlığına karşıdır.

-     Dâveti taşıyanların hapsedilmesi; dînleri üzerindeki sebâtlarından ve çağrıda bulundukları görüşlere sarılmaktan başka bir şeyi artırmayacaktır. Yine İslâm'a karşı savaş ve bu cümleden açılan bu zâlimâne dâvâlar, ancak Batılı Hadârat düşüncesinin iflâsına delildir.

-     Allah'ın Şeriatı'nı ikâme etme ve Müslümanların beldelerinde İslâmî hayatı yeniden başlatma çalışması, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bizlere emrettiği bir farzdır. Bunu terk etmek de, bunda gevşeklik göstermek de câiz değildir. Bu, aynen salâhın ve siyâmın farziyeti gibi farzdır.

Bizler, İslâmî Ümmet'in bu ülkede bulunan ayrılmaz bir parçasıyız ve üzerimizdeki yükümlülüğü asla unutmuyoruz. Bizim bu ülkedeki yükümlülüğümüz, zayıf taraf olmamak için, birbirimizle dayanışma içerisinde olmamız ve omuz omuza durmamızdır. Aksi takdirde bu zaaf, Akîdemize ve dînimizin hükümlerine bağlılığımızı sarsmak için istismar edilir. O halde dâveti taşımamızda önümüzü aydınlatan kandil, Rasulümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli olmalıdır:

والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

Allahu Te'alâ'dan, bizi ve tüm Müslümanları, dînleri ve dünyaları hakkında Müslümanları emin kılacak Hilâfet Devleti ile en kısa zamanda nimetlendirmesini niyâz ediyoruz.

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا في الأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ "Biz istiyorduk ki mustaz'aflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları liderler yapalım ve (ülkelere) vâris kılalım." [el-Kasas 5]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Danimarka


H. 23 Zilhicce 1428
M.  Salı, 01 Ocak 2008

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER