بسم الله الرحمن الرحيم
Mevcut İnsan Yapımı Yargı Sistemine Göre Güçlü Haklıdır, Adalet Geri Planda Kalır
İnsanlık tarihinin en derin ve ayrıntılı hukuku, İslam hukukudur. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanından beri İslam, hızlılık ve adalet ile ön plana çıkmıştır.
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem pazarları bizzat teftiş eder, dolandırıcılık ve hileleri ortaya çıkarırdı. İslam, şüphe durumunda cezayı uygulamaz, sadece kesin Şeri deliller hâsıl olduğunda cezayı uygular, çünkü Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
ادْرَءُوا الحُدُودَ عَنِ المُسْلِمِينَ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإِنْ كَانَ لَهُ مَخْرَجٌ فَخَلُّوا سَبِيلَهُ، فَإِنَّ الإِمَامَ أَنْ يُخْطِئَ فِي العَفْوِ خَيْرٌ مِنْ أَنْ يُخْطِئَ فِي العُقُوبَةِ “Gücünüz yettiği ölçüde, Müslümanlardan hadleri (cezaları) kaldırın. Şayet Müslüman için bir çıkış yolu bulursanız onu tatbik edin. Zira imamın (hakimin) afv etmekte hata etmesi, ceza vermekte hata etmesinden daha hayırlıdır.”[Tirmizi] Açlığı hafifletmek için kıtlık yıllarında hırsızın eli kesilmedi. Serahsi “El Mebsut” adlı eserinde Mekhul’dan rivayet ettiğine göre, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
لَا قَطْعَ فِي مَجَاعَةِ مُضْطَرٍّ“Zorlayıcı kıtlıkta el kesmek yoktur” Ömer, kıtlık sırasında hırsızın elini kesmedi. Hâkim, Halifenin oğlunun şahitliğini kabul etmediği için Yahudi, Halife Ali (ra)’ya karşı açtığı kalkan davasını kazandı. Bu ve benzeri örnekler, Müslümanların kalplerine ve zihinlerine işlemiştir.
Dolayısıyla İslam yargısının temel taşı adalet ve hızlılıktır. Dahası, Şeriat on üç yüzyıl boyunca dünya uygarlığı için bir standart olmuş, yasal ve idari çerçevelerini gözden geçirmeleri için Batılı uluslara ilham vermiştir. Örneğin İslam Şeriatı, Fransa’nın Napolyon Yasası, İngiltere’nin Magna Carta’sı ve ABD Anayasası üzerinde etkili olmuştur.
Şeriatın kaldırılmasından bu yana Müslüman dünyasında ihtilafların halli, yöneticilerin muhasebesi ve halkın haklarının güvence altına alınması korkunç bir hal almıştır. Şeriat, on sekizinci yüzyılda Batı işgaliyle, daha sonra da 1924’te Hilafetin ilgasıyla yürürlükten kaldırıldı. O zamandan beri suç, mahkumiyet ve cezanın tanımlanmasında ölçüt insan aklı olmuştur.
Şuanda Müslüman Dünyası, küfür yasalarını uyguluyor. Bu, mezhepleri, cinsiyetleri, dinleri ve ırkları ne olursa olsun vatandaşlar üzerinde baskıya yol açmıştır. Pakistan’da suçu, yargılamayı ve cezayı İngiliz hukuku tanımlamaktadır, 1898’deki Ceza Muhakemesi Kanunu (CrPC) bile İngiliz hukukuna dayanmaktadır. İnsanlar, ayrıcalıklı insanlara ceza verilmediğini, zayıfların davalara yanlış bir şekilde karıştığını, mahkeme davalarının bazen onlarca yıl sürdüğünü düşünüyor. Dolayısıyla bugünkü yargıya göre güçlü haklı, adalet diye bir şey yok. İnsanlar mümkün olduğunca yargıdan kaçınıyor.
Yargı Elitlerin Çıkarlarını Güvence Altına Alır
Askeri ve siyasi liderlik içindeki seçkinler, yargı yoluyla kendilerinin ve sömürgeci efendilerinin çıkarlarını güvence altına alırlar. Demokrasi, neyin yasallaştırılması ve neyin suç olarak ilan edilmesi gerektiğine karar vermelerini sağlar ve kanun uygulayıcı olarak yargı, sadece seçkin grubun iradesini uygular. Oysa İslam’da Allah ve Rasûl’ünün suç saydıkları suçtur. Yani bir hadis veya ayette haram sayılan şey suç sayılır ve cezalandırılır. Dolayısıyla İslam, Genel Satış Vergisi ve Gelir Vergisini suç sayarken demokrasi, bu tür vergiler ile insanların mallarını gasp eder, faizler ile sömürgecilere, mali yolsuzluk ile yönetici elite çıkar sağlar. İslam’da enerji kamu malıdır, toplumun enerji kaynaklarından yararlanma hakkını gasp ettiği için özelleştirmeye izin verilmez.
Oysa demokraside özelleştirme yasaldır, egemen sınıf ve çevresine fayda sağlamak için özelleştirme teşvik edilir. İslam’da yöneticiyi muhasebe etmek ve düşmanla herhangi bir işbirliğini ifşa etmek bir yükümlülüktür, oysa bugün Pakistan’da devlet karşıtı faaliyetler, kamu düzenini bozmak veya terörizm olarak kabul edilmektedir. Böylece, demokraside küfür yasaları, yönetici seçkinlerin ve onların çevrelerinin çıkarlarını güvence altına alır, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın indirdiği emir ve yasaklardan bağımsız olarak kanun yaparlar. Dahası, bu seçkin grup, yargı dokunulmazlığı ve Ulusal Uzlaşma gibi düzenlemeler yoluyla kovuşturmadan muaf tutulur. Dolayısıyla Müşerref-Aziz rejimi Amerika’nın emirlerini özgürce yerine getirdi. Daha sonra sadece Müşerref yargılandı. Keyani-Şerif rejimi, Pakistan’a ihanetini sürdürdü. Yargıdan korkmadı veya tehdidine maruz kalmadı.
Uyuşmazlıkların Çözümü, Hakların Güvence Altına Alınması ve Yöneticilerin Muhasebesi
Demokrasiden farklı olarak, İslam’da Allah Subhânehu ve Teâlâ, suçu, Beyyine delillerini ve cezayı belirledi. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.”[Mülk 14] Hilafette yargının sarsılmaz temeli İslam’dır. Cehalet (Jahl), İslam’dan başkadır. İngiliz hukuku, Fransız ceza kanunları ve diğer tüm küfür biçimleri cehalettir. İster erkek ister kadın, ister Hanefi ister Caferi olsun İslam’da yargıç müçtehit olmalıdır, çünkü insanları yargılayacaktır. İslam’dan başkasıyla hüküm veren kişi, cehennemdedir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
الْقُضَاةُ ثَلَاثَةٌ وَاحِدٌ فِي الْجَنَّةِ، وَاثْنَانِ فِي النَّارِ، فَأَمَّا الَّذِي فِي الْجَنَّةِ فَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَقَضَى بِهِ، وَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَجَارَ فِي الْحُكْمِ، فَهُوَ فِي النَّارِ، وَرَجُلٌ قَضَى لِلنَّاسِ عَلَى جَهْلٍ فَهُوَ فِي النَّارِ “Yargıçlar üçtür: Birisi cennette, diğer ikisi ateştedir. Cennette olanı, hakkı bilip onunla hüküm verendir. İnsanlar arasında bilgisizce hüküm veren ile hakkı bilip hükümde haksızlık yapan ise ateştedir.” [Ebu Davud]
Dolayısıyla yargı, Allah’ın iradesini uyguladığından İslam’da güç, statü veya başka herhangi bir konuda kayırmacılık veya ayrıcalık yoktur. Irklarına, statülerine, cinsiyetlerine, mezheplerine veya dinlerine bakılmaksızın zayıflara hakları iade edilir. Ebu Bekir es-Sıddık (ra) Halife olduktan sonra yaptığı konuşmada şöyle dedi:
وَالضّعِيفُ فِيكُمْ قَوِيّ عِنْدِي حَتّى أُرِيحَ عَلَيْهِ حَقّهُ إنْ شَاءَ اللهُ, وَالقَوِيّ فِيكُمْ ضَعِيفٌ عِنْدِي حَتّى آخُذَ الحَقّ مِنْهُ إنْ شَاءَ اللهُ“Güçsüz olanınız (haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanının (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim katımda güçsüzdür”
Soylu bir aileden geldiği için hırsızlık yapan bir kadın affedilmek istendiğinde, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları şöyle uyardı:
إِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ قَبْلَكُمْ أَنَّهُمْ كَانُوا إِذَا سَرَقَ فِيهِمْ الشَّرِيفُ تَرَكُوهُ وَإِذَا سَرَقَ فِيهِمْ الضَّعِيفُ أَقَامُوا عَلَيْهِ الْحَدَّ وَايْمُ اللَّهِ لَوْ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا “Sizden öncekilerin helak olmalarının sebebi şu idi. Aralarında nüfuz sahibi ve soylu biri hırsızlık yaptığında onu serbest bırakırlardı. Hırsızlığı yapan kimsesiz ve zayıf ise gereken cezayı tatbik ederlerdi. Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma çalsaydı onunda cezasını verirdim.” [Buhari]
İslam’da Yöneticilerin Dokunulmazlığı Yok
İslam’da yöneticilerin dokunulmazlığı yok. Halife veya Vali, IMF’den, ISAF’tan, BM’den veya ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yardım dilenirse hemen yargılanır. Kaldı ki, davası devam ederken Halife, hâkimi görevden alamaz. Navaz Şerif ve Müşerref ise davaları devam ederken yargıcı görevden almışlardır.
Hizb-ut Tahrir’in Anayasa Mukaddimesinin 13.maddesine göre, “Taberani’nin Mu’cem-il Avsat’ta ise şu lafızla varit olmuştur:
فمَنْ كنتُ جلدتُ لهُ ظهراً فهذا ظهري فليَسْتَقِدْ منه، ومَنْ كنتُ شتمتُ لهُ عِرضاً فهذا عِرضي فليَسْتَقِدْ منه، ومن كنتُ أخذتُ لهُ مالاً، فهذا مالي فلْيَسْتَقِدْ منه “Kimin sırtına bir kamçı vurmuşsam işte sırtım, gelsin o da bana vursun! Kimin kalbini kıracak bir söz söylemişsem işte kalbim, gelsin o da bana aynı sözü söylesin! Kimin hakkını almışsam işte malım gelsin o da benden hakkını alsın!” 87. Maddeye göre, “Mezalim Kadısı; devlet tebaasından olsun ya da olmasın, devlet otoritesi altında yaşayan herhangi bir kimseye karşı devletten kaynaklanan her tür zulmü -ki bu zulüm ister bizzat Halife tarafından isterse Halife’nin emri altındaki yöneticiler ve memurlar tarafından yapılsın- kaldırmak için naspedilen kadıdır.”88.Maddeye göre, “Mezâlim Kâdîsi, Halife veya Kâdî’l Kudâ tarafından tayin edilir. Ancak Halife veya tefviz muavini veya Kâdı’l Kudâ aleyhine bir mezalim davasına bakarken azledilmesi sahih değildir. Böyle durumlarda onu azletme salahiyeti Mezalim Mahkemesi’nindir.”
İslam Hızlı Hüküm Verir
İslam’a göre güçlü haklı değildir, haklı olan güçlüdür, İslam hızlılığı sağlar. Benzersiz şekilde İslam’da temyiz sistemi yoktur, temyiz sistemi çeşitli seviyelerdeki mahkemelerde sonsuz döngü demektir. Zira bir davada Allah’ın hükmü kesinleştikten sonra iş biter. Hüküm, sadece Allah’ın vahyettiği ile veya dava gerçekliğiyle çelişmesi durumunda iptal edilir.
Hizb-ut Tahrir’in Anayasaya Mukaddimesi’nin 83. Maddesine göre, “İstinaf ve temyiz mahkemeleri yoktur. Dolayısıyla kesinlik bakımından kadâ, davada tek derecedir. Böylece kadı bir hüküm verdiğinde o hükmü uygulanır ve bağlayıcı olur. Verdiği hükmün, İslâm dışı olması veya Kitap’ta, Sünnette ya da Sahabenin icmâsı’ndaki katî bir nassa aykırı hüküm olması veya vakıanın hakikatine ters hüküm verdiğinin açığa çıkması haricinde hüküm başka bir kâdının hükmü ile kesinlikle bozulmaz.”
Mezalim ve genel kadılara ek olarak İslam’da Hisbe kadısı var. Bu kadı, İslam’ın bahşettiği hakkın gasp edildiğini gören bir davacı olmasa bile toplumun haklarını güvence altına alır.
Hizb-ut Tahrir’in Anayasa Mukaddimesinin 84.maddesine göre, “Muhtesip, hadler ve cinayetler dâhil olmamak şartıyla, haklarında davacı bulunmayan kamu hukukuna ait bütün davalara bakan kadıdır.” 85. Maddeye göre, “Muhtesip, herhangi bir yerde öğrendiği suç hak-kında, Kadâ Meclisi gerekmeksizin derhâl hüküm verme salahiyetine sahiptir. Emirlerini infaz etmek üzere emrine belirli bir miktar polis verilir ve hükmü hemen yerine getirilir.”
İslam, Suçun Tespitine Yönelik Sıkı Prosedürleriyle Kesin Adaleti Sağlar
İslam sadece hızlı adaleti gerçekleştirmekle kalmaz, aynı zamanda titiz prosedürleriyle adaleti güvence altına alır. İspat kanıtları ile ilgili olarak İslam, mahkûmiyet için kesinliği veya hiçbir şüphenin olmamasını şart koşarken, Batı mahkûmiyet için ikinci derecede kanıtların kullanılmasına izin verir. Böylece Pakistan’da İslam ve küfrün karışımı yargı sistemi, on binlerce insanı yanlış yere mahkûm etmiştir. Dünya çapında küfür yönetiminde yüzbinlerce haksız mahkûmiyet söz konusu. İslam’a göre cezalar için Şeri deliller şarttır. Bunlar, şahit, yemin, ikrar, resmi belgeler ve imzalı belgeler gibi kati delillerdir. Bunların hepsinin şeri delili vardır. Batı hukukunda kullanılan ikinci derecedeki kanıtlar, İslam’da kesin tanıklık yerine değil, yalnızca tanıma amacıyla kullanılır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ölmekte olan cariyeye seni kim öldürdü diye sorduğunda, bir Yahudi’yi işaret etti. Ancak Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, cariyenin ifadesini şahitlik olarak kabul etmedi. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kadının ifadesini ikna olmak için değil, tanımak için kullandı ve Yahudi cinayeti itiraf ettikten sonra ancak öldürüldü. İslam, rahmet dinidir, şüphe durumunda cezayı kaldırır, çünkü kesin Şeri tanıklık olmadan cezayı infaz etmez. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
ادْرَءُوا الحُدُودَ عَنِ المُسْلِمِينَ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإِنْ كَانَ لَهُ مَخْرَجٌ فَخَلُّوا سَبِيلَهُ، فَإِنَّ الإِمَامَ أَنْ يُخْطِئَ فِي العَفْوِ خَيْرٌ مِنْ أَنْ يُخْطِئَ فِي العُقُوبَةِ “Gücünüz yettiği ölçüde, Müslümanlardan hadleri (cezaları) kaldırın. Şayet Müslüman için bir çıkış yolu bulursanız onu tatbik edin. Zira imamın (hakimin) afv etmekte hata etmesi, ceza vermekte hata etmesinden daha hayırlıdır.”[Tirmizi] Tazir cezasına gelince, suçu tespit etmek için adli deliller kullanılabilir. Örneğin, tecavüz edene had cezası vermek için şeri tanıklar yoksa, on beş yıl tazir cezası vermek, halka açık yerde kırbaçlamak ve sürgün etmek için bir doktor ve ebenin muayenesine başvurulabilir.
İslam, Caydırıcı Cezalar Belirlemiştir
Cezalandırma konusunda İslam, suçun gerçekleştiğini kesin olarak belirledikten sonra başkalarını suç işlemekten caydırmak için ibretlik cezalar koymuştur. Oysa Batının cezaları, sürekli artan suçların yanı sıra hapishanelerdeki nüfusun artmasına yol açmıştır. Küfür sisteminde Pakistan hapishaneleri, suçlulara gelecekte nasıl yakalanmayacaklarını öğreten birer okul haline gelmiştir. Dahası, cezaları toplum tarafından bilinmemektedir, çünkü cezaevinin duvarlarının arkasındadırlar, caydırıcı olmaktan uzaktır, mevcut cezalar suçun teşvik edilmesini sağlar. Bu, İslam’ın öngördüğünden uzaktır. İslam’da ceza ancak şeri tanıklığın ardından uygulanır. Suçu tespit edildiğinde, başkalarını caydırmak ve önlemek için suçlu halka açık yerlerde cezalandırılır. Örneğin hırsızın elinin kesilmesi halka açık yerde yapılır. Öyle ki bütün toplum bu cezaya şahit olur. Bu nedenle 1300 yıllık uygulamada Hilafetin hırsızın elini kestiğine dair sadece birkaç vaka var, oysa mevcut yasalarda günlük sayısız hırsızlık olayları yaşanıyor! Böylece Hilafette suç oranı o kadar düşüktü ki, halk barış ve huzurlu bir yaşam sürmüştür
Dahası, cezalar başkalarını suç işlemekten caydırmak ve önlemekle kalmaz, aynı zamanda Hilafet devletinin cezalandırdığı kişiyi daha ağır ceza olan ahiret cezasından da korur. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
بَايَعُونِي عَلَى أَنْ لَا تُشْرِكُوا بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا تَسْرِقُوا وَلَا تَزْنُوا وَلَا تَقْتُلُوا أَوْلَادَكُمْ وَلَا تَأْتُوا بِبُهْتَانٍ تَفْتَرُونَهُ بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَأَرْجُلِكُمْ وَلَا تَعْصُوا فِي مَعْرُوفٍ فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَعُوقِبَ بِهِ فِي الدُّنْيَا فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا ثُمَّ سَتَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا فَهُوَ إِلَى اللَّهِ: إِنْ شَاءَ عَفَا عَنْهُ وَإِنْ شَاءَ عَاقَبَهُ “Allah’a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla bühtan ve iftirada bulunmamak, doğru işte isyan etmemek üzere bana biat ediniz. İçinizden sözünde duran olursa ecri Allah’a aittir. Kim de bu dediklerimden birini yapıp ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa bu ceza ona kefarettir. Kim de bunlardan birini yapar, ancak Allah Teâlâ (dünyada günahını) örterse onun işi Allah’a kalır: dilerse onu affeder, dilerse cezalandırır.”[Buhari]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Pakistan Vilâyeti
H. 29 Ramazan 1443
M. Cumartesi, 30 Nisan 2022