- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber-Yorum
İran, Filistin Davasının Ticaretini Yapan Rejimlerin Sonuncusu mu Olacak?
Haber:
İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan CNN’e verdiği bir röportajda şunları söyledi: “Lübnan’ın “İsrail’in” elinde bir başka Gazze olmasına izin vermemeliyiz.” Ve şöyle ekledi: “Hizbullah”, Batılı ülkeler, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından savunulan, desteklenen ve tedarik edilen bir ülkeye karşı tek başına duramaz.”
Yorum:
1948 yılında Filistin topraklarının büyük bir kısmının Yahudi işgali altına girmesinden bu yana Filistin davası, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların gönlünde taht kurmuş, gözler ve kalpler ona çevrilmiş ve özellikle komşu ülkeler şekli de olsa bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Filistin elden ele Siyonist harekete teslim edilirken binlerce insan onu Yahudilerin elinden kurtarmak için seferber olmuştur.
Böyle bir atmosferin ortasında ve özellikle Filistin'i çevreleyen Şam, Hicaz, Mısır ülkeleri ve diğerleri olmak üzere tüm dünyadaki Müslümanları saran öfke hali karşısında, Filistin halkından yerinden edilmiş ve evlerinden sürülmüş kişilerin umut bağladığı yedi Arap ordusu başta olmak üzere ajan yöneticilerin Filistin meselesiyle ilgili yanlış bilgilendirme ve ticaret yapma süreci başlamıştır. Zira bu ordular, işgali yenilgiye uğratma kararlılıklarını ve Filistin’i denizden nehre kadar özgürleştirme konusundaki ısrarlarını defalarca ve ikiyüzlü bir şekilde ilan ettikleri Arap Devletleri Ligi konferansları aracılığıyla Yahudilerin ayaklarının işgal altındaki topraklarda pekişmesine yardımcı oldular. Daha sonra Filistin Kurtuluş Örgütü kuruldu, bu örgüt Filistin halkının meşru ve tek temsilcisi olarak ilan edildi ve böylece zararlı ve ajan yöneticiler, işgal altındaki toprakların kurtarılmasının vacibiyeti konusundaki şerî sorumluluklarından sıyrılmış oldular. Bunun üzerine Arap rejimler, Filistin davası üzerinden ticaret yapmak ve halklarını fedailere yardım ettikleri konusunda aldatmak için çeşitli Filistinli grupları para, silah ve siyasi kılıfla destekleme yarışına girdiler ve bu durum Filistin Kurtuluş Örgütü’nün sözde işgal devletini tanımasına ve Ramallah’ta sözde bir Filistin otoritesi kurulmasına kadar ulaştı.
Bu acı on yıllar boyunca çoğu Arap ülkesindeki birbirini izleyen rejimlerin işlediği en büyük suçlardan biri de, Filistin davasını, ülkenin ve halkının başına musallat olmak ve her türlü muhalif sesi bastırmak için bir araç olarak kullanmaları oldu. Bunu da sömürgeciliğe karşı koymak ve Siyonist projeye karşı durmak için kurulmuş devrimci rejimler oldukları gerekçesiyle ve Filistin’i özgürleştirmek için harekete geçtikleri, dolayısıyla buna karşı çıkan herkesin Siyonistlerin ve sömürgeciliğin ajanı olduğu yalanını söyleyerek yaptılar. Abdünnâsır dönemindeki Mısır rejiminin, Kaddafi dönemindeki Libya rejiminin, Esad ailesinin iktidara ulaşması için birbirini takip eden darbeci Suriye rejimlerinin ve Baasçıların iktidarı dönemindeki Irak rejiminin yaptıkları işte budur. Körfez ülkeleri ise onları kutuplaştırmak, absorbe etmek ve şantaj yapmak için Filistinli rakip örgütlere fon sağlamakla görevlendirildi. İşgal altındaki Filistin topraklarından Ürdün Nehri'nin doğu yakasına kadar uzanan mültecilerin büyük bir kısmının bastırılması da Ürdün’de iktidarda olan Haşimi ailesinin omuzlarına düştü.
Geçen yüzyılın doksanlı yıllarında Katar ve Türk rejimlerinin rolü de, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Yahudi devletiyle birlikte yaşamasının ardından İslamcı bir karaktere bürünen gerilla gruplarını kontrol altına almak oldu.
En büyük, son ve belki de en tehlikeli rol ise Tahran rejimine aittir; zira Filistin davasının ticaretini yapma konusunda en mahir olan İran’dır. Çünkü İran dini bir karaktere sahip olan bir rejim olup her yıl Kudüs günü düzenlemekle birlikte Devrim Muhafızları içinde Kudüs Gücü adı verilen bir birim oluşturmuş, Lübnan’da işgal altındaki Filistin’in kuzey sınırı boyunca “Hizbullah” adında silahlı bir milis kurmuş, 2000 yılında İşgalci sınırların ötesine çekilmek zorunda kalana kadar Güney Lübnan’da işgalle savaşmış ve bu durum Filistin’in özgürleşmesini arzulayan dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların ve devrimcilerin dikkatini çekmiştir. Nitekim Tahran rejimi direniş gruplarını para, silah, eğitim ve askeri uzmanlık konularında desteklemeye ikna etmiş ve bu da bu grupları onun kucağına atlamaya ve ona güvenmeye sevk etmiştir; ta ki Yahudi varlığını sarsan ve onun liderlerinin kalbine korku salan Aksa Tufanı operasyonu gerçekleşinceye kadar. Zira mücahitler bu operasyonun Tahran rejimini ve milislerini Filistin’in kurtuluşu için kesin bir savaş ilan etmeye motive edeceğini düşünmüştü. Ancak şok edici olan onun kılını dahi kıpırdatmaması ve milislerine destek operasyonları adını verdikleri sınırlı atış operasyonları gerçekleştirmeleri talimatını vermesi olmuştur. Zira bu operasyonlar, beslemeyen ve işgalcinin suçundan hiçbir şey gidermeyen operasyonlardır. Böylece Gazze, bir yıl boyunca tek başına katliam, yıkım, yerinden edilme ve dehşete maruz kalmaya devam etmiştir; ta ki İran’ın partisi "stratejik sabır" tuzağına düşene kadar. Zira Gazze’deki yıkım had safhaya ulaştıktan sonra Gazze halkının yaşadığı katliamları ve yerinden edilmeleri tatma sırası ona (Hizbullah) gelmiş ve onun liderleri, helak olmalarının stratejik sabırlarında ve İran’ın angajman kurallarına uyma emirlerine itaat etmelerinde olduğuna ikna olmuştur. İşte tüm bunlar, direnişçileri, mücahitleri ve diğer Müslümanları ikna edebilmek içindi. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” [Hud 113]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Kasas