- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçemeyenler “İstanbul”u Yeniden “Kostantiniye” Yapmak İçin Çabalamaktalar
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in hicretinden 857 yıl sonra Kostantiniye fethedildi. Onu, İslam’a hakkıyla iman etmiş, hakkıyla teslim olmuş, İslam’ın ve Müslümanların değerlerinden başka hiçbir değeri yüceltmeyen, insanlığı sadece İslam’ın değerlerinin kurtaracağına iman etmiş Müslümanlar fethetti. Onlara bu konuda zerre taviz verdirmeyen, hedefinden zerre şüphe etmeyen ve ettirmeyen, Allah’a kulluk etmekten başka bir gaye tanımayan bir liderin öncülüğünde başardılar bu fethi... Ve gerçekten de Kostantiniye “İslambol” ve nihayet “İstanbul” oldu... İstanbul, dünyanın doğusunu batısını aydınlatan, insanlığa hayat enerjisi dağıtan güç merkezi oldu. Küffar bu güç merkezinden gelen enerjiye yüzyıllarca karşı koyamadı, önünde titredi, diz çöktü... Bugün İstanbul küffarı titreten bir güç merkezi değil artık... Fatih Sultan Mehmet’in “İslambol”u olmaktan çok uzak... Aksine “İstanbul” adı, küffarın kendi sapık, aşağılık, kirli fikir ve yaşam tarzının hegemonyasını sembolleştiren terimlerden bir tanesi olarak kullanılmaktadır. – Tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” “İstanbul Sözleşmesi”! Batı için Türkiye’ye bu sözleşmeyi imzalatmak ve sayesinde Müslüman toplum üzerinde kültürel hâkimiyetini kurmak hiç de zor olmadı çünkü artık İstanbul’u, tüm Türkiye’yi ve tüm İslam beldelerini takvalı, Allah’tan başkasına kulluğu reddeden yöneticiler değil, Batı’ya kul olmayı erdem ve yegâne gaye sayan kukla yöneticiler idare ediyordu. Üstelik bu gaye o kadar yüce bir gaye ki Türkiye’deki tüm partiler ittifak ettiler. Hatta Cumhuriyetle birlikte kurulan ve o günden beri Müslümanları temsil ettiğini iddia eden Diyanet İşleri Başkanlığı da itiraz etmek şöyle dursun, Milli Eğitim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve YÖK gibi kurumlarla birlikte bu sözleşmeye desteğini ilan etti.
Yıllardır Müslümanlar; CEDAW’a, İstanbul Sözleşmesi’ne ve bunlara binaen uygulamaya geçirilen Yeni Türk Medeni Kanunu’na, 6284 Sayılı Kanun’a, Eğitim Sisteminde ETCEP projesine ve hükumetin nice yeniliklerine karşı olduklarını her platformda dile getiriyorlar. Bu uygulamaların Türkiye’deki aile ve toplum yapısını yakıp yıktığını, eşcinselliğin ve cinsiyetsizliğin önünü açtığını örnekleriyle ve istatistiklerle ortaya koyuyorlar. Ancak hükumet Müslümanların sesini duymazdan geliyor. Arada Cumhurbaşkanı Erdoğan ortaya çıkıyor “İstanbul Sözleşmesi nas değildir” diyor, “gençlerin geç evlenmesinden, medya aracılığı ile evlilik dışı hayatın meşrulaştırılıp özendirilmesinden, aile kurumunu kökünden kurutmayı amaçlayan sembollerin önünün bilinçli bir şekilde açılmasından ve ailenin önündeki büyük tehlikelere karşı hep birlikte karşı koymaktan” bahsediyor. Sanki bunlarda hiç kendisinin ve hükumetinin payı yokmuş gibi davranıyor, Müslümanları dikkatsiz olmakla suçluyor, Müslüman fertlerin şahsiyetlerinde bozukluk olduğunu ima ediyor. Oysa madalyonun bir de öbür yüzü var: Kendi öz kızının başkanlık ettiği feminist KADEM derneğini, feminizmi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmek için, İstanbul Sözleşmesi’nin 10. Maddesi gereği Ak Parti iktidarı bizzat kurmuştur. Kendi eşi Emine Erdoğan 2011’de “Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Buluşması”nda, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi konusunda verdikleri “mücadeleyi” bir “hak mücadelesinden çok ölüm kalım mücadelesi” olarak tanımlamıştır ve yıllardır üniversitelerde, okullarda, çalışma hayatında kadın erkek eşitliğine “cinsiyet eşitliği değil cinsiyet adaleti” gibi mugalatalarla öncülük etmektedir. ETCEP projesini anaokulundan itibaren tüm eğitim süreçlerinde uygulamaya geçiren de yine kendi hükumetinin milli eğitim bakanıdır.
Hakikatte, bugün İslam toplumunu ve ailesini bozan yasaları yapan kendisinin liderlik ettiği İslami değerlere sahip çıktığını iddia eden hükumettir. Gençlerin geç evlenmemesinden dert yanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi hükumetinin imzaladığı bu sözleşme ve ona binaen yapılan Medeni Kanun ve ceza kanunları sayesinde 18 yaş altı gençlerin evlenmesini yasakladığını ve cezalandırdığını görmemiş gibi yapıyor. Görmemiş gibi yapıyor çünkü daha geçen ay “genç evlilik mağduru kadınlar bizzat kendisiyle görüştü ve bu sorunun giderilmesine dair söz aldılar”. Ama daha kapıdan çıkar çıkmaz Cumhurbaşkanı ve yanındaki bakan ve yetkililer vermiş oldukları sözleri inkâr ettiler. Resmi nikâhla evlenemeyen Müslüman gençler, dini nikâhla evlenince hem kendileri, hatta babaları dahi, “cinsel istismar” suçlamasıyla 15 yıla kadar ağır hapis cezaları ile cezalandırılıyor, hatta bu cezaların 25 yıla çıkartılması tartışılıyor. Şu ana kadar 15 bin aile bu kanun sebebiyle perişan, çocuklar babasız, kadınlar kocasız bırakılmıştır.
İstanbul Sözleşmesine dayandırılarak 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 Sayılı “Aileyi Koruma ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, kadına yönelik şiddeti azaltmadığı gibi kadın ölümlerini arttırdı. Resmi verilere göre 2012 yılında 201 kadın öldürülürken, 2018 yılında bu sayı 440’a çıktı. 2011’de “kadına şiddet gerekçesi ile açılan dava sayısı yaklaşık 58 binken, 2018’de ise neredeyse 359 bin dava dosyası açılmış. Son iki buçuk yılda evden uzaklaştırılan koca sayısı resmî rakamlara göre 756 bin’i bulmuş.
İstanbul Sözleşmesi sayesinde, karısı tarafından aldatılan erkek, delilleri ortaya koyarak hakkını aradığında, kadının özgürlüğüne müdahale gerekçesiyle cezalandırılıyor, boşandıktan sonra kendisini aldatan kadına ömür boyu nafaka ödemeye mecbur tutuluyor. Bunun en son örneğini geçen günlerde Mehmet Kara adında vatandaş başına gelenleri sosyal medyadan duyurunca gördük. Bu sözleşmelerin, yürürlükteki kanunların ve mahkemelerin amacı ayan beyan ortadadır: maksat toplumdan namus ve ahlak kavramlarını söküp almak, aileyi çökertmek ve nesli bozmaktır!
İşte böylece Batıya boyun bükmüş yöneticilerin gayesinin “İslambol” olan “İstanbul”u yeniden “Kostantiniye” yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki İslami bir toplumun olmadığı yerde İslam olmaz, İslam’ın hâkimiyeti kolay kolay yeniden kurulmaz zanneden kâfir Batı ve ajanları, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vaadine ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine karşı çabaladıklarını göremiyorlar. Zannediyorlar ki yalanları ayaklarına dolanmayacak, tuzakları başlarına çevrilmeyecek... Onlar yüzyıllar çabalayarak, hile ve tuzaklarla İslam’ın hükmünü, Hilafeti kaldırabildiler. Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ bu devleti ilk vahyin inmesinden sadece 13 yıl sonra gerçekleştirdi ve İslam’ın ilkelerine bağlı kaldıkları sürece Müslümanların eliyle, 1300 yıldan uzun bir süre, yeryüzüne adalet, huzur ve kalkınma sağladı. Bu esnada Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selle‘in müjdeleri bir bir gerçekleşti. Fakat Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve SellemHilafetin kaldırılacağını da ardından Nübüvvet Metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’in yeniden kurulacağını da müjdeledi: «ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» “...Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." [Ahmed b. Hanbel]
Bu müjdenin ardından Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in Roma’nın fethi müjdesi ve işgalci yahudilerin mübarek Filistin topraklarından silinip süpürüleceği müjdesi de hiç şüphesiz gerçekleşecektir. Biz buna iman ettik. Bizim imanımız vehim, kurgu, yalan ve bencil menfaatler üzerine kurulu değil, akli ve nakli deliller üzerine kuruludur...
#İstanbulunFethi
#İstanbul
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zehra Malik