Cuma, 25 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Eğitim Ve Hilafetin Yıkılmasındaki Rolü

بسم الله الرحمن الرحيم

Eğitim Ve Hilafetin Yıkılmasındaki Rolü

Küfür devletleri İslâm'ı yok edip Müslümanların topraklarını da paylaşma hususunda aralarında anlaştıktan sonra Avrupa devletleri özellikle de; İngiltere, Fransa sonra da Amerika Osmanlı Hilâfet Devletine karşı yıkıcı bir darbe vurmakta başarılı oldular. Bu hususta çeşitli yollara başvurdular. İlim adı altında misyoner saldırıları çerçevesinde uzun yıllar boyunca bu hususta meşgul oldukları kapılardan birisi de eğitim oldu. Bunun için büyük bütçeler, oryantalistlerden, misyonerlerden, eğitimcilerden ve rahiplerden meydana gelen büyük ordular meydana getirdiler. İstanbul ve Beyrut’u kedileri için başlıca iki üs edindiler. Ardından da Kahire ve Kuzey Afrika’yı da buna ilhak ettiler. Devletlerarası çıkarları itibariyle Amerika ve Avrupa siyasetlerindeki metot farklılıklarına rağmen gayeleri itibariyle ittifak ettiler. Onların gayeleri;  doğuda batı kültürünü ortaya çıkartmak, Müslümanları dinleri hakkında şüpheye düşürmek, dinlerine saldırmak için bunu fırsat olarak kullanmak ve tarihlerini küçümser hale getirmektir.

Özellikle 1820 yılında Beyrut’ta misyonerlik merkezinin inşa edilmesinden sonra misyonerlik faaliyetlerindeki hareketlilik daha da arttı. Amerikalı misyoner “Eli Smith” belirgin bir faaliyet gösterdi. Zira misyonerlikte gönüllü olarak çalışmakta ve Malta’daki el-İrsaliyat Matbaasının yöneticiliğini yapmaktaydı. Smith ve karısı Beyrut’ta kız çocukların için bir okul açtı ve hayatını Beyrut’ta ve genel bir şekilde de Şam beldelerinde çalışmaya adadı. İşte bu esnada eğitim hareketi içinde misyonerlik hareketlerinin katılımı belirgin bir hal aldı. Arap dilinin Kur’ân’dan kopartılması üzerinde odaklaştılar. Bu durum, insanların batıya ve fikirlerine dönüştürülmesinde büyük bir rolü olan batı müelliflerine ait kitapların ve eski edebi eserlerin çıkartılmasıyla Arap dilinin birinci sıfatından dönmesi için geniş geniş bir giriş oldu. Bu amacı gerçekleştirmek için Hristiyan “Nâsîf Yazıcı” ve “Baba Louis Shehu”, Beyrut’ta İslâm akidesini ve fikirlerini hedef alan bir merkezin yürütülmesini işini üstlendiler. Öyle ki bunlar İslâm'ın ilişkilerden, muamelattan, hayat tarzından uzaklaştırılmasında ve İslâm devletinin yıkılmasında korkunç neticeler aldılar. Cizvitler (İsa Tarikatı), Yusuf es-Suyûiyye adıyla bilinen kendileri için okullar ve fakülteler açtılar. 1866 yılında günümüzde Beyrut Amerikan Üniversitesi olarak bilinen Amerikan Protestan fakültesini açtılar. Bunlar İslâm'a ve Müslümanların tarihine karşı saptırma saldırılarının en çirkin olanlarını yaptılar. Öyle ki iş, içinde Suriye ve Filistin’in de yer aldığı Şam topraklarında, Fransa'nın etkisi ve öğütlemesi ile İbrahim Paşa’nın teşvikine kadar ulaştı. İbrahim Paşa, misyonerlere kapıları sonuna kadar açtı. Fransızlar, İngilizler ve Amerikalılar, hükümetler tarafından sevinçle karşılandılar ve buna bağlı olarak da Müslümanların topraklarında istedikleri gibi dolaştılar, okullar açtılar, kitaplar bastılar. İlim ve kültür adı altında da bunları Arapçaya tercüme ettiler.

İstanbul merkezine gelince: Osmanlı Evkaf Bakanlığının emri altında bulunmayan dolayısıyla da devletin denetim ve kontrolünden uzak eğitim hareketinden İslâm kültürü büyük zarar gördü. Bu şartlara göre okullar, enstitüler kuruldu. El-İrsaliyat baskılı misyonerlik eserleri takip edildi. Böylelikle İslâm hükümleri ve fikirleri hakkında şüpheler meydana getirildi. Diğer yandan ise Avrupa’daki bilimsel gelişmeye ayak uydurmak gerekçesiyle Osmanlı eğitim sisteminde reform kanunun çıkarttılar. Buna bağlı olarak da Müslüman öğrencileri Fransa ve İngiltere'ye eğitime gönderdiler. Onlar da batının yaşam tarzından ve maddi gelişiminden etkilendiler. Bu durum ise onları devletin tüm vilayetlerindeki eğitimde reformlar yapılması için harekete geçirdi.

1876 yılında ise devlet içerisinde her çocuk için ilköğretimin zorunlu ve bedava olduğuna dair kanun çıkartıldı. 1879 yılından itibaren de âlimler tarafından idare edilen dini okulların yanında laik okullar ortaya çıktı. Osmanlı Devleti, gayri Müslim vatandaşlarının eğitim haklarına kefil oldu ve muhtelif milletler için okullar açıldı. Bu okullar devlete boyun eğmeyen ve İslâm dışı dini gruplar tarafından kurulan okullardır.

Osmanlı vilayetlerindeki büyük şehirlerin birçoğunda; Amerika, Avusturya, Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan Hristiyan temsilcilikler için misyoner okullar açıldı. Bu durum ise Osmanlı Devleti’nin bu okulların birçoğu üzerindeki hâkimiyetinin kalkmasına ve Buna bağlı olarak da bu okulların hilafetin yıkılmasında rol oynamalarına neden oldu. Müslüman Kudüs’te yapılan Misyoner konferansında meslektaşlarına hitap eden Misyoner Zwemer şöyle diyordu: “Ey kardeşler. On dokuzuncu yüzyılın bu üçüncü diliminden günümüze kadar geçen süre içerisinde İslâm memleketlerindeki eğitim programlarının tümünü ele geçirdik… Burada üstünlük size aittir ey dostlar. Sizler, Allah ile bağ kurmayı bilmeyen ve kurmak da istemeyen bir nesil hazırladınız ve Müslümanı İslâm'dan çıkarttınız.”

Türkiye’de yönetimi ele geçirmesinin ardından Mustafa Kemal, İslâm şeriatı ve Arap diliyle bağlı olan eğitim programlarına karşı sert bir savaş açtı. Dini eğitimi ilga etti, Müslüman âlimlerle savaştı, Arap harflerini Latin harfleriyle değiştirdi. Devlette, kanunlarda ve eğitimde laik siyaseti ateş ve demir gücüyle zorunlu hale getirdi.

Mısır’da ise Muhammed Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nden çıkıp 1805-1842 yılları arasında yönetimi elinde bulundurduğu süre içerisinde dini eğitime karşı bir saldırı başlattı. Bu hususta Fransa açıktan açığa siyasi ve küresel olarak ona destek verdi. Filistin, Lübnan ve Suriye’yi işgal etti ve Anadolu’ya doğru yürüdü. Bu yolda Ezher’deki eğitimi ve kayıtları kaldırdı. Zira bu eğitim onun önemsediği hususlar dışındaydı. Çünkü onun önemsediği ilk husus, Osmanlı Devletiyle güçlü bir şekilde savaşacak bir ordu meydana getirmek için modern eğitim sistemiydi.

Eğitim işlerini doğrudan kontrol etmeleri ve yürütmeleri için Mısır okullarına İngiliz ve Fransız yabancılar okul müdürleri olarak atadı. Harici heyetler çerçevesinde yerel yeterlilikler oluşturdu ve bunları eğitim reformunun öncüleri saydılar. Öyle ki onun zamanında Avrupa'ya gönderdikleri öğrenci sayısı 319 kişiye ulaştı. (Fransa’dan döndükten sonra “Paris’i aydınlatmada altını arıtmak” isimli kitabı yazan; eğitim, düşünme ve bireyler arasındaki ilişkiler bakımından Fransa’yı öven kitabın yazarı Rıfaa et-Tahtâvî bunun örneklerindendir.) Avrupa'ya gönderilen bu topluluklardaki fikri bozulma hakkında Lord Cromer’in yapmış olduğu tasvir son derece dakiktir. Şöyle diyor: “Belli bir dinin gençleri ilimlerini İngiltere ve Fransa’da öğreniyorlar, vatanlarıyla olan ruhi ve kültürel bağlarını kaybediyorlar. Onlara kültürlerini kazandıran ülkeye katılamıyorlar ve ortalıkta parçalanmış bir halde oradan buraya savruluyorlar.”

Muhammed Ali Paşa ve ailesi medeni eğitimi önemseyip Ezherî eğitimi bir kenara itip uzaklaştırmayı esas aldılar. Böylelikle Mısır’ı Avrupa’dan bir parça haline getirme siyasetini uygulamak istediler. Oğlu İsmail, eğitim batılılaşmadıkça değişimin kesinlikle gerçekleşmeyeceğini söyledi.

Onun ardından gelen nesiller de onun meşalesini taşıdılar. Gelişme, bilim ve çağa ayak uydurma adı altında İslâm kültürüne ve İslâm'a düşmanlık etmek için laiklik savaşına liderlik ettiler. Özellikle de karma eğitimde, dilde, tarihte, edebiyatta ve teknikte batı hadâratından etkilenen eğitim metotlarında tümüyle batıyı esas aldılar.

İş Cromer ve Dunlop’un müfredatı ile sınırlı kalmadı. Mısır’ı ve İslâm dünyasını dinsiz batının boyasıyla boyama arzusundan olan batı kültürünün kuyrukları da onlardan geri kalmadılar. Özel olarak İngiliz ve Fransız kültüründen etkilendiklerini beyan eden Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un Mısır içindeki eğitim ve öğretimde önemli etkisi ve rolü oldu. Avrupa'ya gönderilenler arasında yer alan ve Montpellier üniversitesinde eğitim gören “Kasım Emin”, batı kültürü ile doymuş bir şekilde 1885 yılında Mısır’a dönmek için Muhammed Abduh’un desteğiyle “Kadının özgürlüğü” isimli kitabı yazdı. Bu kitabında, gazetelerdeki yazılarında ve eserlerinde; başörtüsünü, çok kadınla evliliği, talakı ve mirası eleştirdi. Batı kültürünü ve mutlak özgürlükler düşüncesini taşıyıp durdu. Onun ardından gelen Taha Hüseyin ve Lütfi Seyyid, laik düşüncenin naklinde, görüntülenmesinde ve yayılmasında büyük bir pay sahibi oldular. Aynı şekilde Hüda Şaravi’nin kocası ve onlar dışında daha birçokları.

İbrahim Paşa da Muhammed Ali Paşa’nın tecrübesinden etkilendi. Mısır’da Fransız müfredatından alınmış eğitim programlarının da teşviki ile Suriye ve Lübnan bölgesinde eğitim müfredatını değiştirmek istedi. Bu durum ise Şam topraklarındaki eğitim hareketine etkin bir şekilde katılmak için misyonerlerin elinde altın bir fırsat olarak değerlendirildi.

Bütün bunlar, şer’î ilimlerin, Kur’an kurslarının, Ezher ve Zeytuniye gibi köklü İslâmi üniversitelerin ihmal edilmesi ve görevlerinin sadece dini eğitimle sınırlandırılması yoluyla Osmanlı Devleti içinde dini eğitimin donukluğunun karşılaştırmasıyla medeni eğitimin gelişmesi arasındaki büyük bir farkın var olduğunu göstermektedir. İdare etmede ve gelişim mecralarında bilgi birikimine sahip olmaları nedeniyle yurt dışına gönderilen heyetler devlet kurumlarını doldurdular. Hidivi İsmail zamanında 1872 yılında Ezher’in tanzimi ve ıslahı hakkında kanun çıkartıldı. Bu kanunun “b” bendinden şu ifadelere yer verildi: “Ezher’de verilmekte olan dersler on bir dersle sınırlandırılmıştır. Bunları; fıkıh, din usulu, tevhid, hadis, tefsir, nahv, sarf, beyan, meani, bedî ve mantık.”

Aynı zaman diliminde İslâm topraklarına yönelik birbirini takip eden laik saldırılar başladı. Bu süreç içinde eğitim, ümmetin kalesinin içeriden yıkılması için kültürel bir silah olarak kullanıldı. Bu nedenle eğitim programlarında, oryantalizm, misyonerlik ve batılılaşma çağrılarına yer verildi. Bununla birlikte İslâm akidesiyle çelişmekte olan dinin hayattan ayrılması inancı bilim kelimesiyle irtibatlandırılmak suretiyle pazarlandı. Kendi sözlüklerinde ilimle herhangi bir irtibatı bulunmamasına rağmen İngilizcedeki “sekülarizm” kelimesinin Arap diline tercümesinde olduğu gibi laiklik kelimesinin de bilim müfredatından türemiş bir kelime olarak sunulması gibi çok ileri boyutta saptırma yapıldı. Oysa batılılara göre laiklik; insan, hayat ve kâinat hakkında kapsamlı bir düşüncedir.

Hilafetin düşmesinin ardından İslâm topraklarında birçok şeyde intikal meydana geldi. Batı, ümmet içinde kendisini yalnız buldu. İçlerinde İslâm'a karşı var olan düşmanlık ve kalplerini yiyip bitiren kin ve nefret, ümmet içinde güçlü darbeler meydana getirdi ve kültürel sömürgecilik çeşitli şekillerde kendisini gösterdi. 1915 yılında Edinburg’da yapılan Misyonerlik Konferansındaki üçüncü oturumda misyonerlerin gerçekleşmiş oldukları eğitim çalışmaları hakkında çalışma yapıldı. Büyük devletlerin elçileri Osmanlı Sultanlığının başkentinde Avrupalılar tarafından kurulmuş olan orta eğitim kuruluşlarının doğu meselesinin çözümündeki etkisinin tüm batılı devletleri tarafından yürütülen ortak çalışma üzerindeki etkisine tercih edilmesinde ittifak ettiler.

Fransızcanın ve Fransız kültürünün ekilmesi için verimli bir toprak olduğu için Fransız sömürgeciliği Fas’ta doğrudan eğitime yöneldi. Fransızcanın Arap dilinin yerine alması için savaşa başladı. Böylelikle Fas halkını, İslâm ile bağlantılı olan tarihi ve hadari köklerinden söküp kopartmayı, uzaklaştırmayı gerçekleştirdi.

Fransa’nın Fas’ta yerleşmeye başladığı yılın dönümünde General Alliouti 1921 yılında şöyle diyor: “Arapça İslâm'ın yayılmasındaki önemli faktörlerdendir. Çünkü bu dil aracılığıyla Kur’ân öğrenilir. Bu arada ise bizim maslahatımız Berberileri İslâm çemberinin dışına çıkarmayı gerektirmektedir.”

İslâm kültürünün ve Arap dilinin yok edilmesi penceresinden bakıldığında pedagojik anlamıyla Fransızcanın daha fazla eğitim dili haline gelmesi, ideolojik olarak Müslümanların Fransa ile irtibatlandırılmaları, kimliklerinin yok edilmesi ve kendilerine katılmaları için kültürel ve dil yönünden giriş yapıldı. Sömürgecilik döneminde Fas’taki eğitim müdürü George Hardy’nin söylediği şu ifadeler de bunu teyid etmektedir: “Bu tatbiki eğitimin yerini alacak olan genel maddeler bakımından Fransız dili aracılığıyla öğrencilerimizin Fransa ile irtibatını kurmamız mümkün olacaktır. Tarihi olarak da Fransa’nın büyüklüğü hakkında bir fikir vermemiz gerekir.”

Cezayir hakkında Fransa’da (1847 yılı İstisnai Borçlar Komisyonunun) raporunda şöyle denilmektedir: “Okulları düşmüş bir şekilde bıraktık ve paramparça ettik. Etrafımızdaki ışıklar söndü. Yani Müslüman toplumu daha fazla cahiller topluluğu ve berberiler haline getirdik.”

Fransız işgali öncesinde Cezayir’de egemen olan eğitimin seviyesini Cezayir’deki Genel Eğitim sorumlusu “Deyşi” şu şekilde açıklamaktadır: “Cezayir’in iç kısmındaki şehirlerde hatta kabileler arasında dahi çok sayıda ve iyi donanımlı okullar vardı ve el yazma eserlerle doluydu. Cezayir şehrindeki her mescitte okul vardı ve orada eğitim bedavaydı. Hocalar ücretlerini mescit gelirlerinden alırlardı. Hocaları arasında Arap kabilelerini derslerine çekecek kadar cazibesi olanlar vardı.”

Bu nedenle işgalciler, okulların birçoğunu kapattı, hocaları kovdu ve Arap diliyle savaştı. Kültürlü İslâmî ortamı, cahil, okuma yazma bilmeyen bir çevreye dönüştürdü. Yine karma siyaset ve laiklik çerçevesinde Arapça okulların açılmasını ve Kur’an okulları üzerinde baskı yapılmasını gerektiren kanun çıkartıldı. Sömürgeci siyaseti için sömürgeci her türlü imkânı kullandı. Öyle ki Said el-Fasi, Rabî ez-Zenati ve Ferhat Abbas gibi Fransız babalığına iman eden Cezayirlilerden bir topluluğu dahi oluşturabildiler. Bu kimseler, batı kültürünü yaydılar, milletlerini inkâr ettiler eğitim siyaseti yoluyla batı kültürü ile bütünleştiler.

Tunus’ta ise Batı hadâratının meziyetlerini bariz hale getirmek ve yeni nesillerin Batılıları örnek alarak Batı medeniyetine yönlendirmek için Fransız öğretmen bu alanda bir liderlik rolü üstlenmiştir. Onların bakışlarına göre tutucu bir ümmettin mirasından soyutlanmalarını istediler. Fransızcanın kuyruklarının atanmalarıyla sömürgeci projenin devamlılığını sağlamak için Avrupalı bunu yapmaya imkân buldu. Fransız şarkiyatçı Jod Forry çok açık ve net olarak bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Arapça ve İslâm'la savaşmak için otoritemiz altında bulunan her türlü yolu kullanmalıyız.”

Göstermelik bağımsızlık sonrası Tunus devlet başkanı Burgiba, çıkartmış olduğu şahsi haller dergisinde yer aldığı üzere açık bir şekilde laik eğitimi uygulamak istedi ve İslâmî kimliğe saldırmayı hedef edindi. Mustafa Kemal’i kendisi için örnek aldı. İslâm, İslâm tarihi ve hadâratı ile ilgili olarak karalamalarla dolu olan devlete ait okullardaki ders programları bunu en net bir şekilde ortaya koymaktadır. Öyle ki onların Batıya, tarihine ve hadaratına verdikleri değer ve büyük görmeleri takdis etme derecesine dahi ulaşmıştır. İslâmî tarihle perçinlenmiş olan Zeytuniye Üniversitesi Burgiba’nın doğrudan hedef edindiği ilk İslâm Üniversitesi olmuş, bu üniversiteyi kapatması ve mülklerini müsadere etmesi yaptığı ilk icraat olmuştur. Buraya ait vakıflara el koymuş, buradan mezun olanları sürmüş, eğitimde birlik gerekçesiyle tedrisi ve eğitimi ilga etmiştir. 1965 yılında yapmış olduğu “nihai fiili” ise Zeytuniye minaresinin ışığını ve ilmi ateşini söndürmek olmuştur.

İşte böylece. Müslümanların devletlerinin kaybolmasından, İslâm akidesiyle olan bağlarının kopartılmasından, fikir ve hadârat olarak ümmetin sürecinin saptırılmasından sonra Müslüman nesilleri üzerinde hâkimiyet kurmakta ve Osmanlı Hilafetinin yıkılmasında Batının eğitim programlarını hedef almasının önemli etkisi olmuştur. Hindistan’daki Müslüman şairlerden birisinin söylemiş olduğu şu şahitlikten daha doğru bir söz yoktur: “Sömürgecilik, çocukları öldüren firavun siyasetinden daha zekidir. Sömürgecilerin yaptığı gibi farkında olmadan onları öldürecek olan okullar ve üniversiteler açmadı.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nesrin Buzâfirî

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER