26 Kasım 2008'de Hindistan'ın Bombay şehrinde sürpriz bir kriz patlak verdi. Zîra hafif çaplı silahlar ve el bombaları ile donanmış silahlı bir grup insan, beş yıldızlı iki otele, tren istasyonuna ve diğer önemli noktalara saldırdı. Bazı raporlarda ise polisin, saldırganlara ateş açmayı reddettiği geçti. Bu kriz, Hindistan Özel Kuvvetleri "Siyah Kedileri'nin" krizi sona erdirmesine kadar yaklaşık altmış saat devam etti.
Krizin sona ermesinden bir gün sonra Hindistan Başbakanı, bir basın açıklaması düzenleyerek herhangi bir delil sunmaksızın Pakistan'ı krizin arkasında olmakla suçladı. Saldırı ise, yaklaşık iki yüz kişinin ölmesi ve yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı. Açıktır ki Pakistan'a yönelik Hindistan'ın bu tür suçlamaları, vatandaşlarının işlerini adil ve eşit bir şekilde gözetmedeki Hint yönetiminin başarısızlığı üzerindeki dikkatleri başka yöne çekmekten öte bir şey değildir. Zîra Hindistan, farklı dîni ve etnik gruplardan oluşmaktadır ki bu da onu, parçalanmaya ve bölgelerini birbirinden kopmaya aday bir ülke haline getirmektedir.
Nitekim belli başlı birçok Keşmirli hareketlerin yanı sıra Assam Eyaleti'ndeki Assam Birleşik Kurtuluş Cephesi, Poodland'daki Ulusal Demokratik Cephesi, Tripura Ulusal Kurtuluş Cephesi, Pro-Ulusal Kurtuluş Cephesi, Arnjal Drgon Gücü, Kahilstina Kurtuluş Gücü ve benzeri pek çok Hindistanlı ayrılıkçı hareketler bulunmaktadır. Bu hareketlere ilâveten seçim maksatlarına dönük Müslümanlara karşı direniş sloganını kullanagelen "Baharatiya Canata" Partisi gibi Müslümanları ve Hıristiyanları hedef alan birçok hareketler bulunmaktadır. Bunun da ötesinde "Gucarat'ta" yaptığı gibi Müslümanları diri diri yakmak, geçen altmış yıl boyunca Keşmir'deki Müslümanları ezmeye ve katletmeye devam etmek gibi vahşî eylemlerde bulunmayı bırakmayan Hindistan Devleti'nin bizzat kendisi vardır.
Hindistan demokrasisine veya "dünyadaki demokrasilerin en büyüğü" denilen şeye gelince; yönetiminde nüfuz sahipleri ile elit zümresinin çıkarlarını gözeten, onların taleplerini gerçekleştiren ve azınlıkları bir kenara atan diğer demokrasilerden bir farkı yoktur. Dolayısıyla azınlık grupları, onların kafilesine katılmak için koşuşturdukları halde, haklarının ve maslahatlarının peşinde soluk soluğa kalmaya devam etmektedir. Böylece Hint safsatalarına, bir de demokrasi tradjedisi eklenince, bu ikisinden Hindistan demokrasisi oluşmuştur. Aslında katı Hindu kast sistemi, yoksul Hindu tabakası ile bu tabakanın içerisindeki nüfuzlu kimseler arasında bile ayrım yapmaktadır. O halde Müslümanlara karşı ırkçılık yaptığını nasıl düşünmek bile istemezsiniz!
Amerika'ya gelince; Hint çıkarlarını önemseyen ve soruşturmada işbirliği yapması için Pakistan'a baskı yapan bir görüntü ile ortaya çıkmıştır. Zîra 01 Kasım 2008'de Amerika Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice söyle demiştir: "Nerede olursa olsun kanıtların araştırılmasına, bunun da kusursuz bir sorumluluk ve etkinlik içerisinde yapılmasına gerek duyulduğunu Pakistan Hükümeti'ne vurgularız." Seçilmiş Başkan Barack Obama ise yine aynı tarihte şöyle demiştir: "Geçmişte eksiksiz bir şekilde soruşturmalar hakkında işbirliği yapacağını ifade eden Pakistan Devlet Başkanı Zerdârî'den beklentim odur ki fiilen bunu yapsın." İşte tüm bunlar, küfrün tek millet olduğunu teyit etmektedir. Dolayısıyla Pakistan'ın Amerika'ya boyun eğmesine ve bükmesine rağmen o, her zamanki gibi Sömürgecinin durumunda olduğu üzere Müslümanlara karşı Hinduların saffında yer almıştır. Aynen vakti zamanında İngiltere'nin Hint Yarımadası'nı işgal ettiği günlerde olduğu gibi.
Pakistan yöneticilerine gelince; güçlü, kararlı ve izzetli bir tavır takınmak yerine Amerikan baskıları ile Hint suçlamaları karşısında zelîl bir şekilde boyun eğdiler. Zîra 01 Ekim 2008'de, Devlet Başkanı Âsıf Zerdârî, saldırıların arkasında devlet dışındaki odakların olduğunu ve kendi ifadesine göre "silahlı grupların takip edilmesi için yapabileceği her şeyi" yapmayı söz verdi. Başbakan Rızâ Gilânî ise, Hindistan'ın isteğini yerine getirmek üzere alelacele bir şekilde Pakistan Gizli Servisi'ni [ISI] Hindistan'a göndermeye muvafakat ettiyse de bu zelîl muvafakatinden dolayı halkın eleştirilerine maruz kalınca, bu hazırlıktan vazgeçerek Hindistan'dan Pakistan'ın saldırılara karıştığını kanıtlayan deliller sunmasını talep etti! O halde daha fazla saldırmaları için saldırganlara cesaret veren ödlek ve korkak yöneticilere yazıklar olsun!
Ey Pakistan'daki Müslümanlar!
Gerek Bombay saldırılarında Pakistan'a yönelik Hint tehditleri ve suçlamaları, gerekse Pakistan'daki mevcut kaotik ve anlaşmazlık durumundaki Hindistan'ın rolü, bir gün olsun Hinduların Müslümanların dostu olmayacağını, dahası Müslümanlara kötülük yapmak için hiçbir fırsatı heder etmeyeceklerini teyit etmektedir. Bu da onlar ile Müslümanlar arasında güven ve normalizasyon inşâ edilmesi fikrinin ahmakça bir hareket olduğunu göstermektedir.
Müslümanlar ile Hindular arasında dağlar kadar fark vardır; Müslümanlar yaklaşık bin sene Hindulara hükmettiklerinde, güvenlik, istikrar ve adalet içerisinde yaşamışlardır. Bu da bir asrı geçkindir süren İngiliz işgalinden önce olmuştur. Ancak Hindistan'a, bir asrı geçkin süredir Hindistan Hükümeti hükmedince, o zaman Pakistan'daki, Bangladeş'teki, Keşmir'deki ve bizzat Hindistan'daki Müslümanlara yönelik zulümlerinde kılını dahi kıpırdatmamıştır. Dolayısıyla Azîm olan Allah, şöyle buyurarak bizleri düşmanlarımız kâfirlerden sakındırırken ne kadar da doğru söylemiştir:
إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar. Zaten onlar sizin küfre sapmanızı arzu ederler. " [el-Mumtehine 2]
Ey Pakistan'daki Müslümanlar!
Sizin kuvvetiniz, en ufak bir şiddet eyleminde bile, sizleri hemen yüzüstü bırakan ne Hindu saldırganlardan, ne de kendinizi Amerika'ya teslim etmekten kaynaklanmaktadır. Bilakis gücünüz, İslâmî Hilâfet Devleti'ni kurarak azîm dîninizin ikâmesinde yatmaktadır. Zîra Hindu saldırılarına karşı koymak ve bölgede İslâm ile yönetimi tesis etmek için Muhammed ibn-ul Kâsım ve ordusunu gönderenin Hilâfet olduğunu hatırlayınız. Bugün de güçlü ordulara, muazzam nüfusa, engin arazilere ve enerji kaynaklarına sahip olan Ümmeti, dünyada en güçlü ve en azîm devletin râyesi altında birleştirecek olan ancak Hilâfet'tir. Dolayısıyla bir kez daha bölgeyi Hinduların zulmünden kurtaracak olan sadece Hilâfet'tir.
Şunu da unutmamalıyız ki Hindular, ister İngiltere olsun, isterse Amerika olsun yabancı güçler tarafından desteklenmedikçe Müslümanlara karşı bir adım dahi atamayacak kadar ödlektirler ve Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla, bu yabancı güçler sökülüp atılacak ve Hinduların kalplerine korku salınacaktır.
Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar! Ey Muhammed İbn-ul Kâsım'ın Torunları!
Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bizleri Hindistan'ın fethi ile müjdelemiş, onu fethedene azîm bir ecir vaadetmiş ve bu müjde, pek çok hadiste vârit olmuştur. Nitekim Ebû Hurayra [Radıyallahu Anh]'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bize Hint gazvesini vaadetti. Eğer ona yetişirsem, canımı ve malımı infâk edeceğim. Eğer öldürülürsem, şehitlerin en üstünü olurum. Yok eğer (şehit olmadan) geri dönersem, ben Muharrer (kurtulmuş) Ebû Hurayra olurum" [en-Nesâî Ebû Hureyra kanalıyla rivâyet etmiştir.]
Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:
عِصَابَتَانِ مِنْ أُمَّتِي أَحْرَزَهُمَا اللَّهُ مِنْ النَّارِ، عِصَابَةٌ تَغْزُو الْهِنْدَ وَعِصَابَةٌ تَكُونُ مَعَ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّلام "Ümmetimden iki grup vardır ki Allah, onları ateşten korumuştur. (Birisi) Hindistan gazvesine (katılacak) grup, ikincisi de İsâ İbn-i Meryem Aleyhi's Selâm ile birlikte olan gruptur." [Tabrânî, Mu'cem-il Avsat'ta Rasulullah'ın kölesi Sevbân kanalıyla tahriç etmiştir.]
O halde sizler ölüm ve yaşam arasında kalmışken hem Hindistan'a komşu olmanız, hem de İslâmî beldeler arasında en güçlü belde olan "Pakistan'daki" durumu değiştirmeye muktedir olmanız sayesinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesini gerçekleştirmek ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]nın Hindistan'ı fethedecek kimseye vaadettiği sevaba nail olmak için altın bir fırsata sahipsiniz. Ancak bunun gerçekleşmesi, hârici siyâseti tüm dünyaya İslâm risâletini taşımaya dayanan Hilâfet Devleti kurulmadıkça imkansızdır. O halde niçin Hilâfet Devleti'nin kurulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermezsiniz? Ensârdan olan kerîm sahâbe gibi olmak istemez misiniz? İslâm Devleti'nin kurulması için nusret vermez misiniz? Yeryüzündeki en güzel kokuyla nimetlenmeyi arzulamaz mısınız? Zîra Hâkim'in, Mustadrik-il Sahiheyn'de tahriç edip Muslim'in şartına göre sahîh dediği ve İbn-u Abbâs [Radıyallhu Anhuma]'nın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Alî İbn-u Ebî Tâlib [Radıyallhu Anh], şöyle demiştir: "Yeryüzünün en güzel kokusu, Hindistan'dır."