İslam ve Siyaset - İktidarı Denetleyici Kurumlar-1 - Sivil İnisiyatifler
- Kategori Seçkiler
- |
Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, 18 Kasım 2024 Pazartesi günü, Büyük Port Sudan Pazarı’nda İbn Mesud Camii’nin kuzeyinde yoğun ve geniş bir katılımın olduğu bir ortamda “İslam: Tüm Hayatı Kuşatan Kapsamlı Bir Sistem” başlıklı coşkulu bir hitap gerçekleştirdi.
Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcü Yardımcısı Muhammed Cami (Ebu Eymen), yaptığı konuşmada, İslam’ın, insanların siyasi, ekonomik ve içtimai tüm meselelerini çözmek için gelen eşsiz kapsamlı bir sistem olduğunu ifade etti. Bu görüşünü Kur’an ve Sünnet’ten ayet ve hadislerle destekledi. Bugün ümmetin en önemli sorununun iki temel noktada özetlenebileceğini açıkladı:
Birincisi: Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet sistemini kurarak İslam şeriatının hükümlerini uygulamak.
İkincisi: Dünyayı karanlıktan aydınlığa çıkarmak için İslam’ı dünyaya taşımak.
Ebu Eymen, demokrasi, sekülerizm ve sivil veya askeri devlet gibi kavramların tehlikelerine dikkat çekerek, bunların tümünün sömürgecilerin dayattığı fikirler olduğunu ifade etti.
Ebu Eymen, dinleyicilere şu soruları yöneltti: ‘Neden ümmet bugün Allah’ın hükümlerini hayata geçirmiyor? Neden sorunlarımızı çözmek için Amerika’dan biri geliyor? İslam hayatın her alanında çözüm sunan kapsamlı bir sistem değil mi?’ Dinleyiciler tekbir getirerek karşılık verdiler.
Konuşmasının sonunda Ebu Eymen, ümmete Allah’ın Hilafeti kurma, dinini hâkim kılma ve korkuyu güvene çevirme vaadini müjdeledi. Dinleyicilerden, bu vaadin gerçekleşmesi için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaları talebinde bulundu.
Etkileşim bölümüyle devam eden etkinlikte, dinleyicilerden pek çok kişi sorular sorup görüşlerini paylaştılar. Ebu Eymen, yöneltilen sorulara cevap verdi. Konuşma, katılımcıların tekbirleri, gözyaşları ve sevgi dolu kucaklaşmaları eşliğinde, konuşulanlara desteklerini ifade ettikleri bir atmosferle son buldu.
İtalya’nın Vicenza kenti, Tunuslu Albay Macit Makdiş ve ABD Ordusu Güney Avrupa Görev Gücü, Afrika (SETAF-AF) Tatbikatlar Direktörü (G7) Albay Drew Conover arasında 2025 yılında Tunus’ta yapılması planlanan ‘Afrika Aslanı’ tatbikatının nihai protokolünün imza törenine tanıklık etti.
Bilindiği üzere, Afrika Aslanı (African Lion) tatbikatı, ABD Afrika Komutanlığının Afrika’da düzenlediği en büyük, birinci sınıf, ortak, yıllık askeri tatbikattır. Bu yılki tatbikata Tunus, Fas, Senegal ve Gana ev sahipliği yapacak olup, 28 ülkeden 7500 asker katılacaktır.
Afrika Aslanı tatbikatının planlayıcısı Amerikalı Komutan Jay Jackson, tatbikatın bölgesel güvenlik için büyük önem taşıdığını söyledi. Jackson, “Tunuslu ortaklarımızla yaptığımız planlama, kolektif hazırlığımızı ve bölgesel güvenliğimizi artırma açısından eşsiz bir değere sahiptir. Bu tatbikatlar sayesinde, operasyonel stratejilerimizi geliştirip Kuzey Afrika’daki tehditlere karşı iş birliğimizi güçlendirebiliriz.” ifadelerini kullandı.
Amerikalı komutanın belirttiği üzere, bu tatbikatın nihai hedefi, “En güçlü çok uluslu gücü oluşturmak”tır. Bu ifade, Amerika’nın İslam dünyasının batı bölgesini kontrol altına alarak, İslam ülkelerinin orduları kendi çıkarlarını korumak ve Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak için kullanmak istediği anlamına geliyor. Böylelikle Yahudi varlığı insanları katledip yok ederken, bölgedeki ordular Amerika’nın gözetiminde ve emirleri doğrultusunda hareket edeceklerdir.
Amerika’nın şu anki hedefi, Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkelerin ordularını ve komutanlarını kendi kontrolü altına almaktır.
Bu durum, Amerika’nın “Afrika Aslanı” askeri tatbikatlarının amacının, Müslüman ülkelerinin batı coğrafyasına ve Sahra kıyılarına sızmak olduğunu kanıtlıyor.
Ayrıca bu tatbikatlar, sömürgeci Amerikan askerlerine saha deneyimi kazandıran pratik eğitimlerdir.
Amerika’nın Müslüman ülkelerdeki ordulara ajanlarını yerleştirerek, subayları kendi tarafına çekmesi ve onları bölgedeki çıkarlarını korumak için kullanması, emperyalist bir yaklaşımın en çarpıcı örneğidir.
Daha da tehlikeli ve iğrenç olan, Amerika’nın Müslüman ordularını ele geçirerek subaylarının sadakatini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmesi ve bu subayları sömürgeci planlarının bir parçası haline getirmesidir.
Tunuslu albay, “silahlı kuvvetler başkomutanı”nın talimatıyla Amerikalı albayla protokoller imzalarken, başka bir cephede Amerikan ordusu, Gazze ve tüm Filistin halkımızın yok edilişini koordine etmekte, silah ve para sağladığı Yahudi çeteler aracılığıyla Lübnan’ı yıkıma sürüklemektedir. Bu tatbikatların, Donald Trump’ın göreve başlamasından sonra ve yeni Savunma Bakanı Pete Hegseth’in liderliğinde gerçekleşeceğini, Hegseth’in açıkça Haçlı bir şahsiyet olduğunu ve göğsüne Kudüs Haçı dövmesi yaptırdığını, dövmenin yanına da “Allah dilerse” yazdırdığını biliyoruz. Bu ifade, Haçlıların İslam Hilafeti döneminde Kudüs’ü işgal ederken kullandıkları bir söz ve slogandır. Bu durum, askerlerimiz ve subaylarımızın farkında olmadan Amerikan’ın Kudüs ve tüm İslam topraklarına karşı yürüttüğü Haçlı savaşının bir parçası haline getirildiklerini ortaya koyuyor.
Ey Zeytune ülkesinin Müslümanları, subayları, askerleri ve mücahit kahramanların torunları!
Bu askeri tatbikatlara katılmak, Filistin ve Lübnan’daki Müslümanların doğrudan yok edilmesine katkı sunmak ve İslam topraklarının Haçlı kâfirlerin hâkimiyetine geçmesini sağlamaktır. Savaş zamanında güçlerinizi düşmanınıza teslim eden bu sözde yöneticilere sessiz mi kalacaksınız?
Ordularınızın düşmanınızın kontrolü ve komutası altında olmasına nasıl izin verebilirsiniz? Yurdunuzu işgal eden, çocuklarınızı öldüren, zenginliklerinizi yağmalayan, ardından Afrika’yı talan eden ve mazlum halklarını katleden sömürgeci Amerika’ya hizmet etmeyi nasıl kabul edebiliyorsunuz? Adaletsiz uluslararası sistemini korumaya, zalim sömürge düzenini ve onun iş birlikçilerini savunmaya nasıl razı olabilirsiniz?
أَفَلَا يَعْقِلُونَ“Akıl etmiyor musunuz?” [Saffat 138]
Onur ve şeref nerede? Yiğitlik nerede? Gazze’deki çocuklarımız ve kadınlarımız sizden yardım istiyorlar; peki onların yardım çağrılarına katillerine destek vererek mi yanıt vereceksiniz? Ne oluyor size ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle?
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez.” [Maide 51]
El-Raye Gazetesi
Türkiye'nin Libya’daki Rolünün Boyutu!
Üstad Ahmed El-Mühezzeb’in Kaleminden
Türkiye'nin, ülkenin doğusuna egemen olan otoritelerle ilişki kurmaya yönelik “ilan edilmiş” eğilimi, yaklaşık altı ay önce Hafter ve oğullarının emriyle hareket eden otoritelerin Libya’nın doğusundaki Bingazi’de bir konsolosluk açılacağını duyurmasıyla başladı. Türkiye’nin Libya’ya yönelik askeri müdahalesinin 2019 yılında Serrac hükümeti döneminde gerçekleştiği ve Hafter güçleriyle Trablus yakınlarında çatışmaların devam ettiği bir sırada Serrac’ın Türkiye'ye giderek askeri işbirliği anlaşması imzaladığı bilinmektedir. Herkes bu anlaşmanın ve Trablus yetkililerini savunmak için Türk askeri girişinin Amerika'nın izniyle ve Hafter'in Libya'nın batısını ve Trablus'u halkın haberi olmadan hızlı bir şekilde ele geçirmedeki başarısızlığının ardından onu Trablus ve batı bölgelerinden geri püskürtme çabasıyla olduğunu biliyor.
Dolayısıyla ülkeyi batı ile doğu arasında birbiriyle çatışan iki otoriteye tabi kılmak başlı başına bir hedef haline gelmiştir. Nitekim her ne kadar Merkez Bankası devletin maliyesini kontrol etmeye ve iki otoriteye para ödemeye devam etse de, para petrol parası hesaplarının bulunduğu dış bankadan transfer edilmekte ve Amerika’nın uygun gördüğü yöndeki koşullar olgunlaşana kadar iki tarafa ödeme yapmakta -ki bunu daha önceki bir makalede ele almıştım– olup Türkiye’nin son zamanlardaki hamlesi ise Bingazi’de bir konsolosluk açarak orada ortaya çıkan çıkarlarını gözetmek ve Türk şirketlerinin yeniden doğu sahasına girmesi için gelmiştir. Zira sonra Hafter’in oğulları, aralarında Muhammed Savan ve Halid el-Mişri grubu da dahil olmak üzere ülkenin batı bölgesindeki taraflarla işbirliği yaparak İstanbul'a “hurda demir” ihraç etmeye çalışmış ve Türkiye’de Hafter'in oğullarından hurda demiri teslim alan kişi Halid el-Mişri’nin kardeşi olmuştur. Bu da sponsor Amerika’nın, ülkeyi ne birleşik ne de iki ayrı varlığa bölünmüş halde tutmaya devam ettiğinin açık bir göstergesidir. Amerika’nın aracı “Türkiye” de bu doğrultuda hareket etmekte olup Trablus’ta bulunan İtalya’nın varlığı dışında genel olarak Fransız ve Avrupa’nın nüfuzunun geri dönüşünü engellemektedir. Zira Trablus’ta Kaddafi döneminden beri var olan ve yükümlülükleri bulunan INO gaz ve petrol şirketinin başını çektiği bazı İtalyan şirketlerinin varlığı söz konusu olup bunlar çölde sahaları ve denizde büyük bir gaz sahasına sahip olup daha önceki rejim bunlar için gaz ve petrol gelirlerine ortak olan devlete ait bir şirket (Mellitah) kurmuştur.
Tüm bunlar, Hafter ve güçlerini on yıldır destekleyen ve doğu bölgelerindeki hareketinin başlangıcından ve Mısır destekli güçler tarafından kontrol edilmesinden bu yana ona silah ve personel sağlayan Türkiye rejimi ile Mısır rejimi arasındaki ilişkilerin yeniden kurulmasından önce gerçekleşmiştir. Türkiye’deki rejim, Mısır rejiminin Türkiye topraklarında bulunan Mısır muhalefetini sınır dışı etme veya susturma şartlarına cevap verdikten sonra, onların Türkiye’de bulunan tüm televizyon ve radyo istasyonlarını susturmuştur.
Ülkenin batı bölgelerindeki kamuoyu, Hafter’in Trablus’taki otoritenin başında olmasını, hatta onun ortağı olmasını bile kabul etmiyor. Bu atmosfer, batı bölgesinde çalışanların, sadakat kazanma aracı olarak paraya dayanan ve tek kaygıları sahnede kalmak olan ve Hafter’i kendileri için bir tehdit olarak gören onlarca milis arasında sallantılı bir ittifaka dayanan yıpranmış mizaçlı bir otorite aracılığıyla para elde etmeye yönelik “hasis çabalarına” yardımcı olmaktadır.
Şu anda ABD hegemonyasının arenayı kontrol edebilmesi için batı bölgesindeki büyük milislerle ilişki kurması, bir yandan da kendi türettiği Hafter ve güçlerini elinde tutması gerekmektedir. İşte Amerika’nın bu amaç için Türkiye’yi kullandığını ve Türkiye’nin de bunda çıkarı olduğunu görüyoruz.
Hafter'in oğlu -Saddam- kısa süre önce Türkiye'de, Türkiye'deki uluslararası bir fuarda, yani “Türk Silah ve Güvenlik Araçları Sanayileri” fuarının oturum aralarında -Libya’nın batısındaki- Dibeybe hükümetinin İçişleri Bakanı İmad el-Trablusi ile bir araya gelmiş ve aralarında ülkenin doğusundaki ve batısındaki güçler arasında meydana gelen sorunların aşılması hakkında konuşmuşlardır. Büyük olasılıkta bu görüşme, bazı borazanların göstermeye çalıştığı gibi tesadüfen değil, ülkenin batısındaki askeri ve güvenlik liderleri ile ülkenin doğusundaki Hafter güçlerini temsil edenlerin arasını yakınlaştırmak için Türkiye’nin çabasıyla gerçekleşmiştir. Zira İmad et-Trablusi, Trablus hükümetinde İçişleri Bakanı olup "genel güvenlik" adında kendisine bağlı bir milis gücü vardır. Ancak Halife Hafter, batı bölgesindeki otoritenin paylaşılacağına ya da otorite ekibiyle ilişkiye girileceğine inanmıyor ve bu yüzden “ya ben ya hiç kimse” diyor.
Ancak Halife Hafter şu anda seksenli yaşlarında olup Amerikalı efendileri için gelecekteki bir liderlik figürü olarak uygun değildir; dolayısıyla Hafter bu gerçeğin farkında olup otorite ve liderlik bağlamına kendi çocuklarını yerleştirmektedir. Bu aynı zamanda Amerikalıların istediği herhangi bir zamanda bombalama olasılığından korunmasına yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak bu yaklaşım, Amerikan çıkarlarının yanı sıra Türkiye’nin çıkarlarını korumak için gereklidir. Tüm bunlara, 5+5 komitesinin Libya Uluslararası İzleme Komitesi ile Sirte’deki genel merkezde toplanması eşlik etmiştir. Nitekim Birleşmiş Milletler misyonu başkanı Amerikalı Stephanie Khoury, toplantıyla ilgili olarak “devlet kurumlarını (askeri ve güvenlik) birleştirmek amacıyla siyasi çıkmaza son verilmesi için acil bir ihtiyaç olduğunu” söylemiştir. Böylece Amerika, petrol, güvenlik veya siyasi sadakat konusunda Amerikan çıkarlarına zarar verilmemesi ve ülkenin, ülkedeki tüm siyasi, askeri ve ekonomik yollar egemen olan bu ahtapotun rehinesi olarak kalması şartıyla Türkiye ve İtalya'nın da memnun olduğu şeylerle Amerika'nın çıkarlarının ülkede kök salması için daha fazla zaman alan (aldatıcı) siyasi bir süreç başlatabilir. Bu yüzden Amerika, Tobruk parlamentosu, ülkenin her iki tarafı için hükümetler, Birleşmiş Milletler misyonu ve Yüksek Konsey gibi semboller, yapılar ve kurumlar ortaya çıkarmıştır!! 5+5 Askeri Komite ise traktörün halatıdır...
Bütün bunlar, Amerika’nın ülkedeki durumlar üzerindeki nüfuzunun egemen olarak kalmasını sağlamak, ülkede nifak, anlaşmazlık ve çatışma tohumları ekebilmek, istediği zaman ülkeyi karıştırmak, istediği zaman sakinleştirmek içindir; bu ise Allah’ın şeriatından yüz çevirmenin, şerî çözümleri terk etmenin ve bunlardan tamamen uzaklaşmanın doğal bir sonucudur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى “Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim dar bir hayat vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.” [Taha 124]
Haber-Yorum
‘Fazileti Yüceltme ve Günahı Önleme Komisyonu’ndan ‘Eğlence Komisyonu’na!
Haber:
Türki eş-Şeyh ve onun etrafını saranların zihinlerinin türettiği kutsallar da dahil Riyad 2024 Sezonu.
Yorum:
Şeyh Abdülvahhab’ın oğullarının bir uzantısı olan Âli Şeyhe, Harameyn beldesinde, fetva ehli, dinin koruyucuları, İslam’ın uygulanmasının vasileri ve yaklaşık sekiz bin müntesibi olan sözde “Fazileti Yüceltme ve Günahı Önleme Komisyonu”nun sahipleri olmaları için yetkiler verdiler. Zira onlar, insanları izlemek, onları muhasebe etmek ve onları cezalandırmak için sahip oldukları araçlar ve kanunlar da dahil olmak üzere geniş bir otorite ve yetkilere sahiptiler.
Selman bin Abdülaziz 2015 yılında oğlu Muhammed ile birlikte iktidara geldiğinde, selefinin tam tersi bir vizyonla karşımıza çıktı; dikkat edin bu, içerisinde felaketleri barındıran “2030 Vizyonu” ve danışman Türki eş-Şeyh’in başkanlık ettiği eğlence kurumunun oluşturulmasıdır. Nitekim Türki eş-Şeyh, daha önceki durumla çelişen bir gerçekliğe ulaşana kadar Krallıktaki değişim sürecine öncülük etmiş ve onun adı, gerek Krallığı bir tiyatroya dönüştürme gerekse İslam Devleti’nin doğduğu, onun merkezinin, gücünün ve fetihlerin başlangıç noktası olan ve Rasul Aleyhissalatu ve’s Selam’ın hayatının son anlarında buraya hiçbir kafirin girmemesini tavsiye ettiği Harameyn eş-Şerifeyn beldesine girmeyi hayal eden herkes için bir varış noktasına dönüştürme sürecinde parlamıştır.
Nitekim onların ataları ülkeden kovulduktan sonra, sülaleleri ülkeye geri dönmek için tüm üsluplar ve araçlarla ve uzun soluklu bir şekilde çalışmaya devam ettiler. Bakın işte onlar burayı düşük erkek ve kadınların kıblesine dönüştürdükten sonra onların buraya girmelerine imkan sağlarlarken hac farzını yerine getirmek için buraya giren birçok Müslüman kovulup engellendiği gibi bu azim farzı yerine getirme umuduyla buraya girmeye çalışan herkes engelleme ve kovulma ile karşı karşıya kalmıştır. Hatta buraya gelenlerden bazıları Arafat Dağı'nın eteklerine kadar ulaştıkları halde sanki suçlularmış gibi, bu tertemiz beldeyi kafir ülkelerden gelen düşük insanları kabul eden tiyatrolara dönüştürenler ve onların yolundan gidenler tarafından tutuklandılar ve Beytullahil Haram’dan ülkelerine geri dönmeye zorlandılar!
Bakın işte burada, kendi zihinlerinin türettiği araçlar ve üsluplarla kafir ülkelerin hayal bile edemeyeceği müzik ve sanat konserleri sunmak da dahil olmak üzere tiyatro ve eğlence mekanları vardır. İşte orada, onu gören bir Müslümanın sadece hasbunallahu ve ni'mel vekil diyeceği etrafında kadın ve erkek dansçıların döndüğü Kabe-i Şerif’in bir maketi vardır. Dolayısıyla onların lisanı hali şöyle demektedir; Necid için bereket duası etmeyi reddettiğinde ne kadar da doğru söylemişsin ey Habibi ve ey Allah’ın Rasulü. Nitekim Sahih-i Buhari’de, Abdullah İbn Ömer Radıyallahu Anhuma’dan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: اللَّهُمَّ بارِكْ لنَا في شامِنَا، وفي يَمَنِنَا “Allah'ım, bizim Şam'ımızı ve Yemen'imizi bizim için bereketli kıl!” Orada bulunanlar: "Necid’imizi de..." deyince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: اللَّهُمَّ بارِكْ لنَا في شامِنَا، وفي يَمَنِنَا “Allah'ım, bizim Şam'ımızı ve Yemen'imizi bizim için bereketli kıl!” Orada bulunanlar: "Necid’imizi de..." deyince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: هُنَاكَ الزَّلَازِلُ والفِتَنُ، وبِهَا يَطْلُعُ قَرْنُ الشَّيْطَانِ “Orada depremler olacak ve fitneler çıkacak. Ayrıca Şeytan'ın taraftarları da orada ortaya çıkacaktır.”
Allah'ım onların İslam'a ve Müslümanlara karşı tuzaklarını def et ve bu dünyadaki çemberi onların aleyhine çevir; şüphesiz kıyamet günü onların hesabını soracak olan Sensin.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Raziye Abdullah
Haber-Yorum
Yeter Artık Yalan Söylediğin Ey Erdoğan!
Haber:
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yahudi varlığını “devlet terörü uygulamakla” suçladı ve ülkesinin mazlumların yanında olmaya devam edeceğini vurguladı.
Erdoğan, Brezilya'daki G20 zirvesine katıldığı sırada düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi: “Batılı güçlerin desteğiyle "İsrail'in" bölgemizde estirdiği devlet terörünün insani maliyeti her geçen gün artıyor.”
Ve şöyle ekledi: “İsrail’in” zulmüne karşı dünya beklediğimiz tavrı henüz koymuş değil.” Bizler Türkiye olarak dostlarımızla el ele vererek bu mücadelemizi aynen sürdürüyoruz vurgusunda bulunduğu gibi Türkiye olarak tek başımıza da kalsak biz mazlumların yanında olmaya devam edeceğiz vurgusunda bulundu. (El Cezire Net, 19/11/2024)
Yorum:
Aradan 400 günden fazla zaman geçti ve Gazze'deki kardeşlerimiz mutant Yahudi varlığı tarafından öldürüldüler, yerlerinden edildiler ve evleri yıkıldı ama Erdoğan ona karşı tek bir kurşun dahi sıkmadı!Wikipedia'ya göre Türkiye, 670.000 personeli ile küresel düzeyde bir askeri güç olarak kabul edilmekte olup ordusu, ABD ordusundan sonra NATO’daki en büyük ikinci ordudur ve ordunun bütçesinin yaklaşık 18 milyar Dolar olduğu tahmin edilmektedir ve askeri harcamalarda da dünyada 15. sırada yer almaktadır.
Yani Erdoğan, mazlumlara destek olmak için yarışmaya sevk edecek İslam akidesini taşıyan yüce maneviyatları sahip böylesine devasa imkanları olan orduyu harekete geçirmedi; ancak o, öfkelenmekle, kınamakla ve tehdit etmekle yetindi!
Peki Erdoğan neden yalan söylüyor?Hala birilerinin kendisini, gerçekten İslam'ın ve Müslümanların koruyucusu olarak gördüğüne inanıyor mu?Süslü sözlerle imajını parlatabileceğini mi sanıyor? Hayır, Vallahi.
Güç ve kuvvet ehlinin, Erdoğan'dan veya diğer hain yöneticilerden bir şey beklememesi, aksine onların Filistin'deki halkımıza yardım etmek için ciddi bir şekilde hareket geçmeleri ve gaspçı Yahudi varlığını ortadan kaldırmak için çalışmaları gerekir. وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir.” [Rum 4-5]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nezir İbn-i Salih – Tunus