Cuma, 27 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sudan: Darfur’un Ayrılması Planını Akamete Uğratmak Amacıyla Port Sudan Mitingi!

  • Kategori Sudan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti:
Darfur’un Ayrılması Planını Akamete Uğratmak Amacıyla Port Sudan Mitingi!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Amerika’nın Darfur’u Sudan’dan koparma planına karşı yürüttüğü kampanya çerçevesinde, Sudan’ın birçok şehrinde protesto eylemleri düzenledi. Parti, 12 Eylül 2025 Cuma namazının ardından Port Sudan'daki Büyük Camiide tekbir ve tehliller eşliğinde, medya ve siyasi seferberlik destekli bir miting düzenledi. 

Miting sırasında, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sancakları gökyüzünü süsledi. Ayrıca, Darfur planının engellenmesi, ümmetin birleştirilmesi, Allah'ın indirdikleri ile yönetecek Nübüvvet minhacı üzere Raşidi Hilafet'in kurulmasıyla O'nun şeriatının uygulanması çağrısı yapıldı.

İdari başkent Port Sudan’da Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü kalabalığa bir konuşma yaptı. Sözcü konuşmasında, milletlerin ‘uğrunda ya yaşanacak ya da ölünecek’ ölüm-kalım meseleleri olduğunu belirtti. İslam akidesinin bu meseleleri belirlediğini ve ‘devletin ve ümmetin birliğinin’ de bunlardan biri olduğunu vurguladı. Bu meseleye gereken önemi vermediğimiz için Amerika’nın Güney Sudan’ı koparmayı başardığını söyleyen sözcü, şimdi de Amerika’nın kanlı sınırlar çizerek yeni devletler kurmaya çalıştığını ve Darfur’u ayırmak için Güney Sudan’daki senaryonun aynısını hazırladığını ifade etti. Buhari ve Muslim, Ebu Hureyre'den (ra) rivayetle, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu aktarmıştır: لَا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ "Bir mümin, aynı delikten iki kez ısırılmaz."

Yapılan çağrıda Sudan halkından, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itaat ederek Amerikan planını boşa çıkarmak için ayağa kalkmaları istendi.

Birçok haber sitesi, protestoyu fotoğraflarla birlikte haberleştirdi. Ayrıca, siyasi ve medya grupları arasında önemli bir etkileşimi oluşturarak, Darfur meselesinin ülkenin gündemine taşınmasına yol açtı. Belki de bu, ülkenin samimi âlimlerini, siyasetçilerini, medya çalışanlarını ve ordu subaylarını bu suç planını engellemeye teşvik edecektir.

Sudan’ın çeşitli şehirlerinde düzenlenen tüm bu eylemlerde halk, tekbir ve tehlillerle büyük bir coşku gösterdi. Katılımcılar, Hizb-ut Tahrir’in bu önemli konulara sahip çıkmasını ve ümmeti kuşatan tehlikelere karşı daima uyarıda bulunmasını takdirle karşıladıklarını ifade ettiler.

Cumartesi, 20 Rabi'ul Evvel 1447 - 12 Eylül 2025

Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayetindeki Merkezi Medya Ofisi Delegesi 

sudan vilayeti

sudan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

Devamını oku...

Yahudiler Adeta Kendi Mezarlarını Kendi Elleriyle Kazıyorlar, Ancak Arap ve Müslüman Ülkelerin Yöneticileri İslam Ümmetinin Onları Mezara Gömmesine Engel Oluyorlar

Gazze’de Yahudi varlığının bombardımanı altında siviller can verirken, apartmanlar, üniversiteler, okullar, hastaneler ve mescitler hedef alınırken, hatta çadırlar dahi yıkılırken, Arap ve Arap olmayan Ruveybida yöneticiler Doha’da “utanç ve rezalet zirvesi”nde bir araya geldi ve bir karara varamadan dağıldı. Katar’ın Doha şehrinde düzenlenen sözde Arap-İslam Acil Zirvesi, o Ruveybida sürüsünden beklendiği gibi, göstermelik kınamalardan ve timsah gözyaşlarından başka bir sonuç doğurmadı. İşin en alçakça yanı ise, bu göstermelik kınamaların bile Gazze ve Doha’da can veren şehitler için değil, kendi kurdukları o ‘Doha İmparatorluğu’nun sahte egemenliği tehlikeye girdi diye yapılmış olmasıdır! Gazze’de on binlerce kardeşimiz şehit edilirken, bu soykırım için tek bir kelime etmeye bile tenezzül etmediler. Zirveden cılız bir kınama açıklaması dahi çıkmadı. Ama bunun yerine o Ruveybida sürüsü, ‘İsrail’in Doha’ya saldırısını’ kınayan bir bildiri yayınlayarak bunu ‘apaçık, haince ve korkakça’ bir eylem olarak nitelendirdi. Zirvenin sonuç bildirgesi ise, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetin başına musallat edildikleri günden bu yana tüm İslam Dünyası’nda sürdürdükleri o korkak politikanın dışına zerre kadar çıkmadı.

Bu maskaralığa katılan Amerikan uşakları, zirve marjında bir araya gelerek asıl gündemleri ve dertlerinin İslam ve Müslümanlarla savaşmak olduğunu vurguladılar. İslam ve Müslümanlarla mücadele kararlılıklarını dile getirdiler. İşte bu kapsamda Mısır Cumhurbaşkanı Abdul Fettah es-Sisi, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ile zirve marjında bir araya geldi. Mısır Cumhurbaşkanlığı Resmi Sözcüsü Büyükelçi Muhammed eş-Şinnavi, es Sisi’nin görüşmeye, Pakistan’da yaşanan son sel felaketi ve 13 Eylül’deki terör saldırısında hayatını kaybedenler için Pakistan hükümetine ve halkına en içten taziyelerini sunarak başladığını belirtti. Şennâvî ayrıca, Mısır rejiminin terör ve aşırılığın her türünü kınadığını ve güvenliği ile istikrarı tehdit eden bu olguları kesin bir dille reddettiğini söyledi. Pakistan Başbakanı ise Mısır’ın bölgesel gerilimi düşürmedeki aktif rolünü överek, Kahire’nin Gazze’de ateşkes sağlanması yönündeki arabuluculuk çabalarını ve sivillerin acılarını hafifletme girişimlerini takdirle karşıladığını ifade etti. Başbakan ayrıca, İran ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı arasındaki işbirliğinin yeniden başlamasına yönelik anlaşmanın sağlanmasındaki kolaylaştırıcı rolü nedeniyle de Mısır’ı tebrik etti.

Tüm bu tiyatro, Mübarek Toprak Filistin’de olanlar yüzünden ümmetin kanının kaynadığı, kanının beynine sıçradığı, Gazze ve Filistin’deki çaresiz bırakılmış kardeşleri için ciğerleri ve yüreklerinin yandığı bir zamanda yaşanmıştır. İslam ümmetinin, Yahudilerle savaşmak için harekete geçtiği bir zamanda gazaba uğrayanlar, iki milyarlık ümmeti pervasızca kışkırtmaya ve provoke etmeye devam etmiştir. Sanki tüm bu yaptıklarıyla, ‘Kendi ellerimizle kazdığımız bu mezarlara bizi neden gelip gömmüyorsunuz?’ diye adeta meydan okuyorlar. İşte böylesi bir zamanda o Ruveybida sürüsü Doha’da bir araya geliyor, oysa yönettikleri ümmet, eğer isterse dağları yerinden sökebilecek potansiyele sahiptir! Hal böyleyken, o toplantıya katılan ülkelerin en küçüğünün bile karşısında duramayacak olan işgalci Yahudi varlığını, İslam Ümmeti nasıl olur da ezip geçemez?!

Artık bu bilmecenin cevabı, yakın uzak herkes için gün gibi aşikardır. Bu yöneticiler, İslam ümmetinin sadık ve samimi liderleri değildir. Onlar, Batılı sömürgeci güçlerin birer ajanı ve Siyonist işgalin vefalı bekçileridir. Hatta birçoğu, Yahudilerle aynı saftadır. Onların yegâne işlevi, İslam beldelerindeki Batılı çıkarlara bekçilik etmek ve İslam dünyasının kalbine yerleştirilmiş bir kanser uru ve Batı’nın ileri askeri üssü olan Yahudi varlığını korumaktır. Bunun yanı sıra, İslam ümmetinin birlik ve bütünlüğüne engel olmak ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’in kurulmasını engellemek için çalışmaktadırlar.

O halde bu yöneticileri ortadan kaldırmak ve böylece Batı’nın İslam toprakları üzerindeki etkisini silip atmak, eskisinden çok daha acil ve zorunlu bir hale gelmiştir. Bu görev, özellikle Müslüman topraklardaki güç ve kuvvet ehline, yani Müslüman ordulara ve en başta da mücahit Pakistan Ordusu’na düşmektedir. Pakistan silahlı kuvvetleri içindeki samimi subayların, Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeleri şeri bir yükümlülüktür. Bu eylem, vicdanlarını aklayacak, yeniden izzete kavuşmalarını sağlayacak ve o Ruveybida liderlerin lekelediği Şer’i sorumluluklarını yerine getirmelerine imkân verecektir. Aksi takdirde, ahirette hüsrana uğramadan önce bu dünyada rezil ve rüsva olacaklardır. O samimi subaylar, ne zaman Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etmek üzere Hizb-ut Tahrir’e nusret verecekler? Hizb-ut Tahrir Hilafet’i kuracak, Allah’ın indirdikleriyle hükmedecek, orduları hazırlayıp Mübarek Toprak Filistin’i özgürlüğüne kavuşturacak, evladını yitirmiş annelerin, çocukların ve yaşlıların intikamını alacak ve Siyonist işgali kendi elleriyle kazdığı mezara gömecektir?

Bu onur yalnızca hak edenlere layıktır. Öyleyse güç ve kudret ehli arasından kim, ahiret azabından kurtulup cennetin ebedi saadetine ermek için Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yardım etme şerefine layık olduğunu ispatlayacaktır? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah muttakiler ile beraberdir.” [Tevbe 123]

Devamını oku...

Basın Toplantısına Davet

kardeşlerimizi, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsü’nün düzenleyeceği basın toplantısına davet etmekten memnuniyet duyarız. Toplantının başlığı:

“Dörtlü’nün Bildirisi ve Yitirilen Egemenlik”

Saat: 28 Rabiu’l Evvel 1447 / 20 Eylül 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Batıl, Sultanın Elbisesine Büründüğünde!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Batıl, Sultanın Elbisesine Büründüğünde!

Dengelerin altüst olduğu ve batılın sesinin yükseldiği zamanlarda, bazıları batılın gerçeğe dönüştüğünü, zulmün adalet elbisesine büründüğünü, baskının siyaset, tuğyanın hikmet ve despotizmin bir sistem haline geldiğini sanabilir. Ancak gece ne kadar uzun olursa olsun hakikat silinemez ve otoritenin tahtıyla güçlendirilse bile batıl da fazilete dönüştürülemez.

Zaman batıla bir rol verebilir, kör olan güçler batıl için bir devlet ve otorite kurabilir, onun için vehimden bir saray inşa edebilir ve adına sahte bir tarih yazabilir; ancak medya onu nasıl tasvir ederse etsin ve kitleler korku veya dalkavukluktan dolayı ona ne kadar oy verirlerse versinler, batıl batıl olarak kalmaya devam edecektir.

Gelin şöyle diyen Firavun hakkında bir düşünelim: أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى “Sizin en yüce Rabbiniz benim!” [Naziat-24] Peki onun despotluğu onun hakikatini değiştirdi mi? Onun gücü, hikmete dönüştü mü? Kesinlikle hayır; zira tarih ona lanet etmeye devam ettiği gibi insanlık da onu adaletin değil tuğyanın bir simgesi olarak hatırlamaya devam etmiştir. Aynı şekilde batılın ridasını giyen bir kimse, otoritesi ne kadar güçlü olursa olsun yakında tarihin adaleti önünde ifşa olacaktır.

Gerçek, tabi olanların çokluğuyla ölçülemez; nitekim gerçek, güpegündüz suikasta uğrayabilir, doğruyu söyleyenler yalanlanabilir, ağızları kapatılabilir ve gerçekler gizlenebilir ancak gerçek, karanlıkla kuşatılmış olsa bile gerçek olarak kalmaya devam eder.

Bizler, gerçeklerin yanlı medyanın etkisi, gücün saldırısı veya halkın sessizliği ile altüst edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ancak hiçbir şey batıla kalıcı bir meşruiyet kazandıramadığı gibi zulmün üzerine tesis edilen şey de bir süre sonra da olsa yıkılacaktır.

Bugün Batı medeniyetinin yaptığı şey, kendi işi üzerinde hiçbir şeye sahip olmayan ve aşırı yoksulluk içinde yaşayan ezilen halkları köleleştirmek olup bundan dolayı medeniyeti, insanı yiyip bitiren ve onun kanını petrol karşılığında, onurunu ise hisse senetleri karşılığında satan bir makineye dönüşmüştür.

Her yerde yüksek gökdelenlerin sahipleri daha çok refah içerisinde yaşasınlar diye acı çeken halklar vardır. Peki zulüm ve kölelik üzerine kurulu bir medeniyet ayakta kalabilir mi?Nitekim tarih bize, zulmün bir süresi olduğunu ve batılın da ne kadar süslendirilirse süslendirilsin kendi yok oluşunun tohumlarını içinde barındırdığını öğretmiştir.

İmparatorlukların yıkılıp altın putların parçalandığı gibi bu habis medeniyet de yıkılacak ve onun yıkıntılarının arasından, kıymeti ceplerde olan şeyle değil, Allah'ın onlara bahşettiği nimetlerle ölçülen yeni bir insan doğacaktır. İşte o zaman karaborsalarının enkazı üzerinde onur sancakları dalgalanacak ve İslam nizamı egemen olacaktır; böylece insanlık, ceberrut iğrenç kapitalizmin azabından kurtulacak ve dünyanın dört bir tarafına adalet ve hayır yayılacaktır.

Bu sistem, zekatı bir iyilik olarak değil, alınması gereken bir hak, faizi bir suç ve adaleti de bir temel haline getiren bir sistemdir... İnşaAllah bu sistem, adaleti tesis etmek, mazlumları kurtarmak, tüm insanlığa mutluluk getirmek ve insanı insanlara ibadet etmekten kurtarıp insanların Rabbine ibadet etmeye yöneltmek için kendi metoduyla geri dönecektir. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir: الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِOnlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac 41]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Dünün Liderleri İle Bugünün Yöneticileri Arasında Ne Büyük Bir Fark Var!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Dünün Liderleri İle Bugünün Yöneticileri Arasında Ne Büyük Bir Fark Var!

Haber:

Mısır'ın Güvenlik Konseyi Temsilcisi: Bölgedeki krizleri çözmek için diplomasiye bağlılığımızı teyit ediyor ve Orta Doğu'da barış ve istikrarın ancak 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören adil ve kapsamlı bir çözümle sağlanabileceğini vurguluyoruz.

Yorum:

Alışkın olduğumuz bu açıklamalar, kınama ve eleştiriden öteye geçmezken yöneticilerin şakşakçılığını yapanların çoğu, bunları Yahudi varlığına yönelik acı verici tokatlar olarak nitelendirmiştir! Peki boyun eğme ve teslimiyet diplomasisinin acısı ne olacak?Katar'ın güvenliğinin kırmızı çizgi olduğunu söylemenin acısı nerede?!Her şeyden önce kırmızı çizgiler çoktan aşılmış olup özellikle de kınama ve suçlamalar tehdit ve korkutmanın ötesine geçmemiştir!

Güvenlik Konseyi'ndeki Arap ülkelerinin temsilcilerinin, özellikle de katledilen ve açlık çeken Gazze'deki halkımızın komşuları olan Mısır ve Ürdün'ün temsilcilerinin “tokatlarını” işittiğimizde hemen aklımıza, ajan yöneticilerin ve boş lakırtıların hakim olduğu bu günümüz ile büyük liderlerin ve şanlı zaferlerin yaşandığı dünkü zaman arasındaki büyük fark geliyor.

Bu temsilciler, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan ve İslam beldelerinin geri kalanını korumayı başaran ve büyük komutan Kutuz'un komutanlığındaki Müslümanların, Hülâgû'nun komutasındaki Tatar ordusunu yenilgiye uğrattığı Ayn Calut Savaşı'nı işitmediler mi?

Bu büyük zafer, 270 yıldan fazla bir süre boyunca İslam beldelerini Memlükler'in yönetimi altında birleştirmede ve Müslümanların, Irak'ta Abbasi Devleti'nin çöküşüne ve Şam'ın işgaline kadar ulaşan bir dizi büyük yenilgilerinin ardından Tatarların oluşturduğu tehlikeyi azaltmada önemli bir rol oynamıştır.

Ey Batı'nın ajanları!' Şunu çok iyi biliniz ki, Müslümanların zaferi için cesur bir komutana ve hikmetli bir lidere ihtiyaç vardır ki sizin kaybettiğiniz şey işte budur. Nitekim Kutuz “Va İslamah!” diye haykırdığında onun haykırışı, bozguna uğrayıp yenilen Tatarların ayaklarının altındaki yeri sarsarken bugün ise sizler uluslararası sisteme haykırıyorsunuz; oysa bu uluslararası sistem güvenilirliğini yitirmiş ve onun kusurları açığa çıkmış olup Yahudi varlığının İslami beldelerimizde çıkardığı arbede için zayıf argümanlar ve aldatıcı gerekçeler sunmaktadır.

Dünün liderleri ile bugünün yöneticileri arasında ne kadar da büyük bir fark var!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER