- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
El-Raye Gazetesi
El-Aksa Davası... Bütün Müslümanların Davasıdır!
Üstad Ahmed el-Hutvânî’nin Kaleminden
Mescid-i Aksa, ümmetin ölüm kalım davalarından biridir. Dolayısıyla İsra ayeti ve Şedd-i Rihâl (üç kutsal mescide yolculuk) hadisinin teşrî yönlerini, Mescid-i Aksa ile ilgili fikhî çözümleri gösteren net bir siyasi anlayışla berraklaştırabiliriz. Bu da aşağıdaki şekildedir:
1- Allah Subhanehu ve Teala, İsra suresinde şöyle buyurmuştur: سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [İsra 1] Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa arasındaki bağlantı ele alındığında, burada sorulması gereken ilk soru şu olmalıdır: Bu iki mescid arasındaki ilişkiden anlaşılan şerî hüküm nedir?
Cevap şudur; bu bağlantıdan anlaşılan, her iki mescidi de savunmanın vacip olmasıdır. Çünkü kutsal bir mekânı savunmak, onun korunmasını vacip kılmakta ve bu ayete göre de Mescid-i Aksa’nın savunulması ile Mescid-i Haram’ın savunulması eşit konumdadır. Çünkü her ikisinin kutsallığı da birdir. Dolayısıyla ikisini savunmak da birdir ve işte bütün Müslümanların üzerine farz olan şerî hüküm de budur.
2- Subhanehu ve Teala’nın şu kavlinin delaletine gelince: الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ “Çevresini bereketlendirdiğimiz.” Ayet ile kastedilen yerin alanı anlamına gelmektedir. Nitekim bu yerin menatı tahkik edildiğinde, müfessirlerin çoğunun, Allah Subhanehu’nun Mescid-i Aksa'nın çevresi hakkında bereketli kıldığı arazinin Şam ülkesinin tamamı anlamına geldiğini, yani bu günümüzde güneyde Ariş ve Tebük’ten kuzeyde Halep ve Adana’ya, batıda Akdeniz’den doğuda Fırat Nehri’ne kadar uzanması şeklinde bilinen Şam ülkesinin doğal sınırları olduğunu söylediklerini görmekteyiz.
Bu sınırlar içinde yer alan tüm ülkeler Mescid-i Aksa’nın etrafındaki mübarek ülkelerdir ve الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ “Çevresini bereketlendirdiğimiz” şeklindeki nitelendirme bu ülkelere uygun düşmektedir. Dolayısıyla buraları savunmanın hükmü, Mescid-i Aksa’yı ve Mescid-i Haram’ı savunmanın hükmü gibidir. Yine Kudüs’ü savunmak Yafa ve Hayfa’yı savunmak gibidir ve Şam’daki herhangi bir ülkeyi savunmak da bizzat Mekke’yi savunmak gibidir.
3- Sorulması gereken ikinci soruya gelince; Bu mübarek topraklar nasıl savunulur? Bunlardan öncelikli savunulması gereken hangisidir?
Buna cevap şöyledir; bu toprakların savunması, savunma imkanlarına sahip olan orduların elleriyle olmalıdır. Çünkü bunu yapabilecek gücün olduğuna dair bir şüphe vardır. Bunu yapmaya yetkili olan kimseye gelince; o, İslam Devleti’nin başkanıdır, yani tebaasından sorumlu çoban olan imamdır.
Şayet imam mevcut değilse, öncelikle bu mübarek ülkelerin savunulması olmak üzere tebaanın işlerinin gözetimini sağlamak amacıyla onu ikame etmek için çalışmak vaciptir.
Bir imamın yokluğunda gözetim, savaşma ve savunma imkanlarına sahip olmayan sıradan insanlara intikal eder denilmez. Böyle denilmez, aksine bu görevi yerine getirmesi için bir imamı ikame etmek ve ona biat etmek için çalışmak gerekir denilir.
İmam ise, basitçe ordusuyla, istihbaratıyla ve yönetim organları ile İslam Devleti demektir ve imamı ikame etmek başlı başına bir vacip olduğu gibi aynı zamanda bu mübarek toprakları kurtarmak için de vaciptir.
Mübarek toprakların kurtarılması Müslümanların üzerine vacip olsa da bir imamı ikame etmeden bu vacip yerine getirilemez. Bu yüzden bir vacibi yerine getirmek için gerekli olanlarda vaciptir kaidesinden dolayı bir imamı ikame etmek vacip olmaktadır.
4- Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in meşhur hadisi: لَا تُشَدُّ الرِّحَالُ إِلَّا إِلَى ثَلَاثَةِ مَسَاجِدَ: الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَسْجِدِي هَذَا وَالْمَسْجِدِ الْأَقْصَى “Şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: el-Mescidu’l Haram, bu benim mescidim (Mescidu’r Rasul) ve Mescidu’l Aksa’dır.” Bu hadis, Müslümanların Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Nebevi’ye yolculuk yaptıkları gibi Mescid-i Aksa’ya da yolculuk yapabilme imkanları olmasının vacip olduğu hükmünü içermektedir. Bu yüzden işgalcinin varlığı gibi Müslümanların Mescid-i Aksa’ya yolculuk yapmasını engelleyen birtakım engeller varsa, o zaman bu engelleri ortadan kaldırmak için çalışmak vacip olur. Şayet bu engeller savaşmadan ve orduları harekete geçirmeden ortadan kalkmıyorsa, o zaman devletin ve ordunun önderliğinde bu işgale son vermek için çalışacak olan imamı ikame etmek vacip olur. Bu da şu şerî hükmü uygulamak içindir: Müslümanların Mescid-i Aksa’ya yolculuk yapabilme imkanları olmasının vacip olması, “bir vacibi yerine getirmek için gerekli olanlarda vaciptir” kaidesinden dolayıdır.
Mescid-i Aksa konusu, özetle İsra ayeti ve Şedd-i Rihâl hadisinin konusudur. Ayetin ve hadisin delalet etmiş olduğu şerî hüküm ise, Hilafeti ikame etmek anlamına gelen bir imamı ikame etmek için çalışmanın vacip olmasıdır. Zira Hilafetin ordusu tüm İslam topraklarını savunacağı gibi aynı zamanda el-Aksa’ya yolculuk yapılmasını engelleyecek olan engelleri de ortadan kaldıracaktır.
Bu azim amelleri yerine getirmek amacıyla bir Halifeyi nasbetmenin vacip olduğuna delalet eden ayet ve hadisin şerî yönleri işte budur. Bu da, bu açık anlamları ihmal eden ve insanları eyleme geçmeden tahminler, beklentiler ve değişim umutları hakkında konuşmakla meşgul eden zayıf anlayışa sahip olanlar tarafından teşvik edilenlerle çelişmektedir. Zira bu şekilde insanlar uyuşturulmakta ve sadece beklemekle ve vehimlere sarılmakla yetinen gaybi kadericiler haline getirilmektedir!