Pazartesi, 04 Rebiu’s Sânî 1446 | 2024/10/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Ümmetin Hizb-ut Tahrir Liderliğinde Değişim Zamanı

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Vai Dergisi

Ümmetin Hizb-ut Tahrir Liderliğinde Değişim Zamanı

Müh. Abdullah Es-Salâhî / Yemen Vilayeti

Müslümanların zillet ve aşağılanma içinde yaşadıkları, düşmanların tuzaklarının ve onların Müslüman ülkelerin başına musallat olmalarının yanı sıra; Müslümanların içinde bulundukları şartların temsil ettiği zor koşullar ve acı durumlarla çevrili oldukları ve İslam’ın öğretilerinden uzaklaşmak, Allah Subhanehu’nun şeriatının dışlanması, şeriatla hükmetmenin ve onunla muhakeme olmanın reddedilmesi gibi Müslüman toplumlarının çoğunun başına gelenler bugün artık insanlardan hiç kimse için bir sır değildir.

Bugün Müslümanlar tarihlerindeki en karanlık dönemlerden birini yaşıyorlar; zira onlar, güçlülükten zayıflığa, liderlik ve öncülükten bağımlılık ve aşağılanmaya doğru kaymışlardır. Bugün Müslümanların durumunu tasavvur eden biri, Müslümanların toplumlarında ve yaşamın farklı yönlerinden her birinde zayıflığın ve İslam dininin hakikatinden uzaklığın tezahürlerini çok açık bir şekilde görebilir.

Ey Müslümanlar: İslam ümmetinin tarihini takip eden ve onun altın sayfalarla dolu sicilini inceleyen biri hayrete düşer ve onun, İslam’ı, Kur’an ahlakını, ahirete bağlanmayı, dünyadan kaçınmayı, Allah yolunda cihat etmeyi, Allah’ın dinini yaymayı, tüm insanların hidayet üzere olmasına ve Allah’ın kendilerini şereflendirdiği bu dinin genişlemesine hırs göstermeyi temsil eden bu parlak sayfalardaki tutumlarını zenginleştiren görkemli yüceliklerini okuyan biri de tamamen hayretler içerisinde kalır.

Ey Müslümanlar: Dünyanın her yerinde Müslümanların öldürüldüğü, yerlerinden edildiği, onurlarının çiğnendiği ve servetlerinin yağmalandığı bu kötü durumda olsak bile nefislerimize mağlubiyet duygusu yerleşmemelidir; çünkü bizler, Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini açıkça bilen bir ümmetiz: وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ   “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyorduk.” [Kasas 5]

Ümmet olarak bizler, Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini yakinen biliyoruz: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinin anlamını da biliyoruz: إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُومُ ٱلۡأَشۡهَٰدُŞüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Ğafir 51]

Allah’ın kulları: Müslümanların düşmanları, güç ve kuvvet içerisinde Müslümanların başına musallat olmuş ve gurur ve kibir içesinde batıl ve küfür üzeredir; ama İslam ümmeti olarak bizler, zillet, zayıflık ve aşağılanma içinde olsak da hak ve hidayet üzere bir ümmet olduğumuz gibi bizler, güzel akıbetin muttakiler için olmasından ve yardımın da müminler için olmasından dolayı güce, kuvvete, yardıma ve yakîne daha layık olan bir ümmetiz. Ayrıca liberallerin, laiklerin, dinsizlerin ve alemlerin Rabbinin şeriatının uygulanmasından nefret edenlerin iktidarlarının tadını çıkaramayacakları kesindir; çünkü Allahu Teala bunu söylediği gibi Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bunu haber vermiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يُرِيدُونَ أَن يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَه بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ   “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 32-33]

İslam, bir yönde batarken diğer yönden doğan ve doğmaya da devam edecek olan bir güneş gibidir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَ   “Muhakkak ki bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.

Zafer gecikebilir; çünkü iman eden ümmet henüz Allah’a ve davetine yönelik çabasını somutlaştırmamıştır. Zafer gecikebilir; çünkü çevre henüz hakkı, hayrı ve adaleti kabul etmeye uygun değildir; yani zafer, nefisler onu kabul etmeye ve korumaya hazır oluncaya kadar gecikebilir ancak o mutlaka gelecektir:وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُون “(Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.” [Rum 6]

Allah bize, saflarımızı birleştirmemizi ve köklü bir değişim ve Allah’ın şeriatının uygulanması için gayretle çalışmamızı emretmiştir; zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ    “Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfal 46]

Bu ayeti kerimede Allah bizi, çekişmekten ve bölünmekten nehyetmiştir: çünkü bu zayıflığımızın sebebi olup düşmana karşı muzaffer olmamızın sebebi ise birlik ve uyum içinde olmamızdır. Bugün İslam ümmetinin saflarını birleştirmeye ve yöneticilerini değiştirmek için çaba göstermeye şiddetle ihtiyacı vardır; çünkü bu yöneticiler olmasaydı ne Yahudiler ne de diğerleri ümmetin başına musallat olamazlardı; yine İslam ümmetinin, ümmetin yeniden birleşmesi için çalışmaya da şiddetle ihtiyacı vardır… Zira birlik, zaferin müttefikidir; bu değişim ise ancak ümmeti bilinçlendirmeye ve ona tek bir devlet olduğu zamanki büyük ihtişamını hatırlatmaya davet edip çalışmakla olacaktır; zira zafer, tüm enerjilerini ümmeti köleleştirmek ve onu alemlerin Rabbinin yarattığı fıtratından saptırmak için kullanmaya adayan yöneticilerinden, tiranlarından, kötü âlimlerinden ve aynı şekilde bu alimlerin, bu yöneticilerin kaprislerini, halklarının başına musallat olmalarını ve ümmetin onuru ve izzeti pahasına Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmelerini sağlayan fetvalarından dolayı ümmetin büyük acılar çektiği gerçeklikte köklü bir değişimin olmasıyla bağlantılıdır… Ayrıca bu alimler, ümmetin kalkınmasına, onun uykusundan uyanmasına, Hilafet hakkındaki meşru ve vacip olan hakkını tanımasına ve evlatlarını, sınırlarını ayırmayan ve Arabı, Acemi, siyahı ve beyazı, küçüğü ve büyüğü, yöneticileri ve yönetilenleri şeriatın şemsiyesi ve gölgesi altında birleştirecek tek bir ümmet ve devlet olmasına karşı savaşan yöneticilerin yanında yer almaktadırlar.

Müslümanlar olarak bizim umutsuzluğa kapılmamamız, aksine üzücü ve acı verici gerçekliğimizi değiştirmek için çok çalışmamız gerekmektedir; bu değişimin, akidemizden, ilkelerimizden ve Allah'ın müminlere olan vaadine ve yardımına olan samimi imanımızdan kaynaklanması gerekir. Bu yüzden ümmetin, ajanlarının ve münafıklarının yükünden kurtulması için değişime şiddetle ihtiyaç duyması zaruri ve kaçınılmazdır; zira Gazze halkı kararlılıkları ve sabırlarıyla, zafere ulaşmak için bir umudun olduğuna dair açık bir delil oluşturmuşlardır. Dolayısıyla gerçekliğimizi değiştirip toplumumuzu, İslam şeriatına dayalı köklü bir değişimle değiştirip ıslah etmedikçe bu değişim gerçekleşmeyecektir.

Ümmet için köklü değişim, Batı’nın aşağılık demokrasisi ile teşvik ettiği gibi bir değişim değil, aksine İslam şeriatına ve zalim ve ajan hükümetlerin devrilmesine dayalı bir değişim anlamına gelmektedir… işte bu, dünyanın dört bir tarafındaki mustazaf Müslümanlara yardım edilecek olan bir değişimdir. Çünkü bizler, kıyamet gününde onlardan dolayı sorguya çekileceğiz. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙOnları tutuklayın, çünkü onlar sorguya çekilecekler.” [Saffat 24] Peki Gazze’deki kardeşlerimizin başına gelen bu acı gerçeklik ve Yahudilerin onların üzerine üşüşmeleri, değişimi ve zalimlerin tahtlarını alt üst etmeyi gerektirmiyor mu?! Nitekim Gazze’ye yönelik saldırı maskeleri düşürüp gerçekleri ortaya çıkarmış olup -yöneten ya da yönetilen olsun- hiç kimsenin, dünyadaki, özellikle de Müslüman ülkelerdeki durumun ciddiyetini ve değişimin kaçınılmazlığını idrak etmemek, sorumluluk almamak ve katkıda bulunmamak, dahası herkesin işbirliği yaparak köklü bir değişimi gerçekleştirmek için acele etmemek gibi bir mazereti kalmamıştır… Zira bu, kötüleşmenin devam etmesini durduracak ve Müslüman ülkeleri tehlikeli çıkmazdan ve sadece batıla saygı duymayı dayatanlara saygı duyan bu dünyadaki karanlık gelecekten kurtaracak olan bir değişimdir.

Dolayısıyla gerekli olan köklü değişim, dinini ve kutsallarını kıskanan her Müslümanın arzuladığı bir gerçeklik mesabesinde olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin geri dönüşü için ana faktör ve temel bir başlangıç noktasıdır.

Ümmetin tüm gençlerinin projesi ve tek kaygılarının, Hilafetin yeniden tesis edilmesinin ve Hilafetin geri dönüşünün, İslam’ın ve İslam ümmetinin akıbetinden dolayı kıskançlık duyan ve korkan, kâfirler hoşlanmasalar bile İslam’ın tüm dinlere üstün gelmesini arzulayan herkesin zihnini meşgul etmesi gereken bir talep olmasıdır… İşte bu, bu dinin düşmanlarının uykusunu kaçıracak ve ellerini Müslümanlara tuzak kurmaktan çekecektir.

Bu bağlamda El Cezire Net internet sitesinden bir metin aktaralım; (-Kaldırılan Hilafetin yeniden tesis edilmesi- meselesi, günümüz İslami hareketleri en çok meşgul eden konulardan biri haline gelmiştir; aksine Osmanlı Devleti’nin -veya Osmanlı Hilafeti’nin- kaldırılması, büyük küresel İslami hareketlerin ortaya çıkmasına sevk eden güçlü ve doğrudan nedenler arasında yer almaktadır. Örneğin: Mısır'da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler, Hindistan’da ortaya çıkan Tebliğ Cemaati ve Cemaat-i İslami ve Türkiye'de ortaya çıkan Nur Cemaati, sonra bunların ardından ortaya çıkan ve Hilafet meselesinde uzmanlaşan ve bunu ana kaygısı ve sürekli çabası haline getiren İslami Hizb-ut Tahrir gibi.) (El Cezire Net İnternet Sitesi)

Hizb-ut Tahrir fikri, metodu ve akidesiyle benzersiz olup Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kaçınılmaz olarak geleceğine kesin olarak iman etmiştir; zira bu, Allah’ın bize vaat ettiği gibi kesin olan bir emirdir; nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ    “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisinde şöyle buyurmuştur:تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» ثُمَّ سَكَتَ... “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Sonra sükût etti.” [İmam Ahmed rivayet etti.]

İslam ümmeti bu dine yardım etmek için fedakârlıklarda bulunmuş ve bulunmakta olup birçok Müslüman ülkede İslam’ın geri dönüşü yolunda ölüm kalım mücadelesi vermektedir. Zira Filistin, Irak, Şam, Cezayir, Mısır, Keşmir ve diğer bölgelerdeki sahneler, ümmetin, İslam’ı üstün kılma ve Allah Subhanehu ve Teala’nın kelimesini yüceltme yolunda ölüm kalım mücadelesini girmeye hazır olduğuna tanıklık etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, projesini sunmuş, fedakârlıklarda bulunmuş ve aynı şekilde gençleri, İslam ümmeti için bir kalkınma projesi olarak Hilafet Devleti’nin kurmak yoluyla İslam’ın yönetime taşınmasını ölüm kalım meselesi olarak benimsemiştir… Bu yüzden partinin birçok genci, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet projesine davet etme yolunda yerinden edilmiş, hapsedilmiş, işkence görmüş ve öldürülmüştür… Dolayısıyla onların çabaları, fedakârlıkları ve sabırları sayesinde bu proje, kendi ehlinin, hatta başkalarının şehadetiyle neredeyse sonuna ulaşmak üzeredir…

Geriye sizin ölüm kalım meselesini benimseniz ve dininize yardım etmeniz kalmıştır ey nusret ehli! Burada sizlere, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Ensar Rıdvanullahi Aleyhim arasında gerçekleşen İkinci Akabe biatıyla ilgili hadisi hatırlatalım; zira Ensar şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü, seninle biatlaşıyoruz. Vallahi bizler harb ehliyiz ve silah sahipleriyiz. Bunlar ecdadımızdan bize miras kalmıştır.” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara şöyle demiştir: بَلْ الدَّمَ الدَّمَ وَالْهَدْمَ الْهَدْمَ، أَنَا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مِنِّي أُحَارِبُ مَنْ حَارَبْتُمْ وَأُسَالِمُ مَنْ سَالَمْتُمْBilakis kana kan ve dişe diş var. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Sizin savaştığınız kimselerle savaşır, barış yaptığınız kimselerle de barış yaparım.” 

Ey güç ve kuvvet ehli: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِYaratıcıya isyanda kula itaat yoktur.Ey komutanlar ve ey özgür ordular; vicdanınızı harekete geçiren imanınız ve İslam'a ve halkına yönelik kıskançlığınız hani nerede?Kardeşlerinizin Gazze'de ve başka yerlerde öldürüldüğünü ve namuslarının çiğnendiğini görmüyor musunuz?! İçinizde Mu’tasım gibi bir yiğit yok mu? Ümmete karşı komplo kuranların, onu satanların ve onu ideolojisinden ve akidesinden koparanların emirlerini yerine getirirken içine düştüğünüz utanç verici gerçekliğinizi görmüyor musunuz?!

Ey komutan, ey askerim: Kendisine, Kitabı’na, Rasulü’ne ve O’na indirdiğine iman ettiğiniz Allah için soruyorum; İslam halkı ve Gazze'deki kardeşleriniz katledilirken, öldürülürken, açlık ve susuzluktan ölürken siz nasıl uyuyabiliyor, yiyebiliyor, içebiliyor ve oynayabiliyorsunuz?

Ey güç ve kuvvet ehli: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmadı mı: مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى    “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Sayıları iki milyara yaklaşan Müslümanlar, insanlığın neredeyse dörtte birini temsil etmekte, elli yedi devlete yayılmış durumdalar ve Müslüman azınlıklar dünyanın dört bir yanına yayılmışlar ancak onlar selin üzerindeki çer çöp gibidirler. Dinimize ve akidemize dönmediğimiz sürece çokluğumuzun ve silahlarımızın çokluğunun hiçbir değeri yoktur. Şayet Allah’a dua edip O’nun şeriatını aramızda tatbik etmek ve korumasıyla korunacağımız ve hayırlarıyla nimetleneceğimiz Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin olduğu tek bir devleti kurmak için çaba göstermezsek bizde de bir hayır yoktur; zira Allah’ın vaadi kesinlikle haktır. Çünkü ümmet, dinine karşı ilgili ve sorumludur; bu yüzden din, onun kutsalları ve metodu savunulmalı ve ümmetin bireyleri, İslam’ın ihtişamını yeniden tesis etmek ve onu, düşmanının entrikasından, onların aç kurtlar gibi üşüşmelerinden ve tuzaklarından kurtarmak için sahip oldukları mümkün ve mevcut olan yolları layıkıyla kullanmalıdırlar.

Bizim vacibimiz Allah’a karşı hüsnü zan beslemektir; bu da kulun, durumu ne olursa olsun ve ne kadar zayıflık, zulüm ve aşağılanmış duruma ulaşmış olursa olsun Allah’ın ümmete bir çıkış yolu ve imkan vereceğine inanmasının vacip olduğu anlamına gelmektedir; çünkü bu, asla cayılmayacak olan Allah’ın vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Zira önünden de ardından da batılın gelmediği Kur’an’ın açıkça aramızda olduğu sabit olup Kur’an, Hakîm ve Hamîd olanın katından inmiştir; masum olan Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olan sahih sünnette açıkça aramızdadır. Ayrıca güç ve kuvvet ehline, dinlerine ve ümmetlerine karşı sorumluluğun imanın bir parçası ve bunun gerçek bir delil olduğunu da hatırlatırız; çünkü İslam’ın merkezini savunmak, tüm Müslümanların üzerine vacip olan bir emirdir.

Kaynak: El-Vai Dergisi - 457. Sayı - 20/08/2024

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER