Hizb-ut Tahrir'in en son yaptığı basın açıklamasının ardından pek çok medya, özellikle de pankartlardan birinin çok fazla dikkat çekmesinden sonra devletin, Müslüman ailelerin zihinlerini kontrol etme girişimine karşı başlattığımız kampanyaya yoğun ilgi gösterdi. Ancak Bakanın "Radikalleşme" şüphesi durumunda Müslüman çocukların zorla ailelerinden alınmasına teşviki dikkatlerden kaçmamış olmalı ki Sosyal ve Entegrasyon Bakanı Manu Sareen'i eleştiren sadece biz değiliz.

Çeşitli Müslüman kuruluşları ortak bir bildiri yayınladılar. Bildiri de bu tür önlemleri şiddetle kınadılar. Ayrıca hemen harekete geçen adli yargıdaki uzmanlar da Bakana sert eleştiriler yönelttiler. Öyle görünüyor ki uzmanların ve İslami kuruluşların eleştirileri Bakan üzerinde ağır baskılar oluşturmuş. Çünkü Bakan ansızın sorumluluk üstlenmekten kaçındı ve ironi bir şekilde diğerlerini "hendek kazmakla" suçladı.

Yaptığı sayısız röportajlardan görülüyor ki Manu Sareen, Hizb-ut Tahrir'in eleştirilerini "hiç anlamamış". Bakan "... Onlar, gerçekten benim için bir muammadır." dedi. Ya onun bu açıklaması, ağır baskılar sonucunda geri adım atmak için çok kötü bir girişimdir, ya da Bakan, ani bir hafıza kaybı yaşıyor. Nedeni ne olursa olsun biz, ona söylediklerini hatırlatmaktan zevk duyarız. Ki böylece doğru yola geri gelsin. "Radikalleşme şüphesi" nedeniyle zorla bir çocuğun ailesinden alındığı haberleri sonrasında Manu Sareen, "Ortada radikalleşme korkusu varsa, çocukların zorla evlerinden alınmaları, almamız gereken önlemin yeni bir parçasıdır" dedi. Ayrıca konuşmasında, "Eğer önlem almazsak, radikalleşmeyi ortadan kaldıramayız. Zorla almak, bu önlemin bir parçasıdır... Ben bunun makul olduğunu düşünüyorum." ifadelerini kullandı.

Kişi, açıklamalar ile tanımlamalar arasında bir karşılaştırma yaptığında, sadece gençlere veya başkalarına gelebilecek zarar korkusu durumlarında değil, bu tür müdahaleleri sık sık yapmak gerektiğine dair İl ve Sosyal Danışmanlara yönelik açık bir teşvik olarak anlayabilir. Dolayısıyla müdahale, Müslüman ailelerin zihinlerini kontrol altına almanın farklı bir biçimidir. En otoriter devletlerde bile bu görülmez.

Danimarka Sosyal Danışmanlar Federasyonu Başkanı Majbrit Berlau yaptığı açıklamada, Müslümanların korkmalarına gerek yok. Çünkü "...Bir çocuk zorla alındığında, pek çok yasa ve düzenlemeler ile koruma altına alınmış oluyor." dedi. Ancak tüm önlemlerin doğrudan il çocuk ve gençlik müşavirliğindeki "Başkanın kararları" ile atıldığını belirtmeyi unuttu. Daha da ötesi hükümetin, dini radikalleşme formu olarak kabul etmediğini iddia etti.

Açıktır ki İslam ve din algısı Berlau'nun uzmanlık alanı değil. Danimarka Gizli Servisinin Sosyal Danışmanlara öğrettiği sözde "endişe bulguları" çok geniştir ve genellikle tamamen İslami yükümlülükleri ve pozisyonları kapsamaktadır. Son zamanlarda Güney ve Güney Jutland bölgesinden 300 sosyal danışman "hazır ol kursuna" katıldılar. Bu bağlamda bir katılımcı, öğretilen anksiyete [kaygı] belirtilerinden birinin, İslami eğilimleri olan anti-demokratik hareketlere mensup olmak olduğunu söyledi. Yani şiddet yanlısı olmayan ve şiddeti bir araç olarak benimsemeyen hareketler demektir.

Manu Sareen'in açıklamaları ve eylemleri açıkça tutarsızdır. Daha da önemlisi, boş söylemler, popülizm ve sorumluluktan kaçınma karışımı gibi görünüyor. Ancak yine de ciddiye alınmalıdır. Çünkü Bakanın kendisi eleştirilerimizi şu sözleriyle yorumladı: "Sözler, gerçeği yansıtır."

Hizb-ut Tahrir olarak biz, İslami nesli koruyacağız. İslami değer ve Müslümanların, çocuklarını inançlarına göre yetiştirme hakkının bekçisi olacağız. Danimarka hükümeti, Manu Sareen ve Danimarka İllerine temin ederiz ki en küçük adımlarının bile takipçisi olacağız. İslam'a ve Müslümanlara karşı yöneltilen her saldırıyı bertaraf edeceğiz.