Bir kez daha Müslümanların konut kurumlarına aktif katılımı hakkında şiddetli tartışmalar yürütülüyor. Ama bu sefer histeri ve umutsuzluk, tavan yaptı. Müslümanların topluma etkin katılımı nedeniyle yerel politikacılar ve konut kurumlarının sinirleri iyice gerildi. Öyle ki çoğunluk tarafından seçilen yönetim kurulunu bile feshettiler. Bu gergin atmosfer Şehircilik ve Konut Bakanlığı'na kadar uzandı. Bakanlık, çeşitli konut firmalarını acil kriz toplantısına çağırdı. Ardından Şehircilik ve Konut Bakanı Sosyal Demokrat Parti üyesi Carsten Hansen yaptığı açıklamada "Hizb-ut Tahrir demokrasi düşmanı bir örgüttür. Daha önce de göçmen kökenli parlamento adaylarını tehdit etmişti. Bu nedenle endişem odur ki konut yönetimlerinde güç elde etmek için demokrasiyi istismar ediyor." dedi. Konut yönetimlerine etkin olarak katılmak isteyen Müslümanlara karşı konut kurumlarını uyarmak için acil toplantıya çağıran bakan, özellikle "Hizb-ut Tahrir'in demokrasiyi istismar etmesine" karşılık konut kurumlarını uyardı. Ayrıca Hizbin parlamento adaylarını tehdit ettiği iddiasında da bulundu. Böylece bakan, İslam'a ve Müslümanlara karşı mesnetsiz rastgele suçlamalar yönelten yalancı popülist politikacılar listesini katılmış oldu. Cinsel tacizci olarak bilinen bakanın ahlak pusulasını kaybetmiş olması bundan dolayı hiç de şaşırtıcı değildir.

Hizb-ut Tahrir'in konut yönetimini ele geçirmek için demokrasiyi istismar ettiğini iddia etmek, bugüne kadar bu ülkedeki politikacıların dile getirdikleri iddiaların belki de en saçma olanıdır. İslam, kamusal hayata etkin olarak katılımı, idari konuların muhafazasını ve insanların kendi temsilcilerini seçmelerini yasaklamaz. Aksine buna teşvik eder. Ancak temsil, demokrasi ile sınırlı değildir. Zaten demokrasinin tanımı böyle de değildir. Zira demokrasi, insanlar tarafından kanun koymak demektir.  

Müslümanlar, daha Danimarka küçük otoriter feodallerden oluştuğu dönemlerde bile siyasette kendi temsilcilerini seçiyorlardı. Görünürde demokrasi, siyasilerin sözde insanlar adına kanun yapması anlamına gelir. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Çünkü politikacılar, büyük şirketler yararına kanun yaparlar.

İslam'ın hayata bakış açısı, kamusal hayata katılmaya ve aktif olarak katkıda bulunmaya teşvik eder. Bu da hem bizim üyelerimizi hem de diğer Müslümanları, toplumu kalkındırmak için bu tür işlerde kafa yormaya sevk eder. İşte bu büyük yaygara ve fırtınaların arkasındaki neden budur. Böylece fiilen sabit oluyor ki Müslümanlar, laik parlamenter yönetim kuralları dışında topluma karışabiliyor ve İslam'ın etkili gücü olabiliyorlar.  

Açıktır ki politikacılar, Müslümanları sadece demokrasiyi benimsemeye zorlamakla yetinmiyor, aksine parlamenter sistem dışında faaliyet yürüttüklerinde onları cezalandırıyorlar. 3B [Konut Genel Kurumu] şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Bent Frederiksen, çoğunluk tarafından seçilen Egedalsvænge [konutları] yönetim kurulunun feshedilmesi ile ilgili olarak "Biz bugün, yönetim kurulu seçimleri yapmak istesek, korkarım ki feshedilen yönetim kurulu yeniden seçilecektir." dedi. Konut ve Şehircilik Bakanı bunu "acil durum önlemi" olarak nitelediğinde, bu girişim, hükümet tarafından övgü ve alkış ile karşılandı.

Bu faşist önlemler, demokrasi ve sözde liberal özgürlüklerin başarısız olduğunun kesin kanıtıdır. Yönetim kurulunun bazı üyeleri, toplumun fikirlerinin aksine İslami siyasi görüşlere sahip oldukları için çoğunluk tarafından seçilen yönetim kurulunu feshettiniz.

Hizb-ut Tahrir olarak biz, Hizb-ut Tahrir üyeleri de dâhil bütün Müslümanları, İslam'ın hükümlerine uygun olarak topluma aktif şekilde katılmaya davet ediyoruz. Uzun yıllardır Hizb tarafından yürütülen faaliyet ve girişimler bir gerçeği gözler önüne serdi ki Müslüman, İslami hükümlere bağlanarak laik parlamenter sistem dışında çalıştığında da çok daha etkili olabiliyor ve fark yaratabiliyor.