حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilâyeti
Medya Bürosu
No: SD-BA-2009-RS-TR-0012 |
H. 4 Şa'bân 1430 M. Pazar, 26 Temmuz 2009 |
-Basın Açıklaması- Meşru Olan Şey Nedir? Ümmetin Akidesi ile Şeriatına Dayanan Şey mi, Yoksa Beşerin Koyduğuna Dayanan Şey Mi?
Kerim Kardeş el-Ahbar Gazetesi Editörü,
es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,
Konu: el-Ahbar gazetenizde geçenlere reddiye,
H. 04 Şaban 1430 el-muvafık M. 26 Temmuz 2009 tarihli, 283 sayılı gazeteniz el-Ahbar'daki Üstaz Adil Hasun'un kaleme aldığı "Meşru Olmayan Bir Hizb Olan Hizb-ut Tahrir'in, Kararın Batıllığı ve Meşru Olmadığı Gerekçesiyle Lahey Mahkemesi'nin Kararını Reddetmesi, Bir Paradokstur" başlıklı makaleyi mütalaa ettik. Yazar, Hizb'i meşru olmamakla nitelendirmiş ve Nifaşa'nın batıl olduğu, ona dayanan anayasanın yanı sıra Lahey'e muhakeme olmanın da meşru olmadığı şeklindeki sözlerine karşı çıkmıştır.
Kimin meşru olup kimin olmadığını açıklamadan önce Müslüman olmamız vasfıyla meşru ve meşruiyet kelimelerinin üzerinde durmamız kaçınılmazdır. Şimdi sorarız: İstediğimiz meşru ve meşruiyet hangisidir? Beşerin yaratıcısı, kainatın müdebbiri, siyasi, iktisadi, içtimai hayatı ve benzerlerini düzenlemesi için resulleri şeriatla gönderen Allah'ın meşruiyeti mi, yoksa yarın ne olacağını bilmeyen, çevreden etkilenen beşerin çelişkili ve eksik meşruiyeti mi?!
Kesinlikle ve kuşkusuz cevap bizler, iğnesinden ipliğine kadar siyasi hayatımızın her işinde ve diğerlerinde muhayyerliğin olmadığı bir bağlılıkla Allah'ın şeriatına muhakeme olmaya ve hidayetin Nebisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e tabi olmaya mecburuz. Nitekim Mevla Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhakeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]
Ve şöyle buyurmaktadır:
فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resulüne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]
İşte bu iki ayet, hiçbir kimsenin Allah'ın kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnet ile hükmettiğini söyleyemeyeceği Lahey Mahkemesi'ne muhakeme olmanın batıllığına dair delil olarak yeterlidir. Onun öncesinde kafir Batı'nın direktiflerine dayanan Nifaşa; Müslümanlar aleyhine kafire otorite vermiş, Güney Sudan'ı Kuzeyinden ayırmış, Sudan'ın diğer bölgelerinin parçalanması zeminini hazırlamış -ki Darfur bize uzak değildir- ve silah çekerek ekini, nesli, ağcı ve taşı helak eden mücrimlere meşruiyet kazandırmış Nifaşa'dır. Bu, Nifaşa'nın ifraz ettiği vakıa açısından olup gizledikleri ise daha beterdir.
Meşruiyet açısından olana gelince; Nifaşa, Allah'ın kitabına ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmadığı gibi Nifaşa üzerine bina edilen geçici anayasa da aynıdır ki batıl üzerine bina edilen de batıldır. Dolayısıyla Nifaşa'yı, geçici anayasayı ve Lahey Mahkemesi'ni reddetmemiz hevaya dayalı bir reddiye olmayıp ancak hayatımızı [لا إله إلا الله محمد رسول الله] esası ve ondan kaynaklanan tüm hayat nizamlarının dışında başka bir şeye bina etmemizi kabul etmeyen azim İslam ideolojisi esasına dayanmaktadır.
Hizb-ut Tahrir'in meşruiyetine gelince; beyan ettiğimiz esasın -ki o, Allah'ın kitabı ile resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetidir- kendisinden alınmıştır. O halde onun, yani Hizb-ut Tahrir'in, kendisini tanısın yada tanımasın meşruiyetini yitirmiş bir kimsenin meşruiyetine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla onların tanıması da tanımaması da bizler nezdinde aynıdır. Zira Hizb-ut Tahrir, şöyle buyuran Allahuteala'nın emrine icabet ederek kurulmuştur:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra [İslam'a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!"
O, ideolojisi İslam ve işi siyaset olan siyasi bir Hizb'dir. İslam'da hayat ile din ve din ile devlet arasında bir ayrım yoktur. Dolayısıyla siyaset, İslami akideden kaynaklanan veya onun üzerine bina edilmiş şeri hükümlerdir. Dolayısıyla dini siyasete karıştırmak sözü, İslam'dan ve siyasetten anlamayan bir kimsenin sözüdür.
Hizb-ut Tahrir, çalışmak için hiç kimsenin kendisine izni vermesini beklememektedir. Sudan'daki siyasi saha, Hizb-ut Tahrir'i gayet iyi bilir. Zira Nifaşa'yı meşru gören partiler, Batı'nın ve Doğu'nun otellerinde birbirleriyle mücadele ederlerken Hizb-ut Tahrir'in şebabı, ümmetin ortasında onun derdiyle dertleniyor, İslam esası üzerine onun kalkınması için çalışıyor, tutuklanıyor ve hapsediliyordu. Faaliyeti hiçbir gün durmamış ve inşallah uğrunda kurulduğu gayesini gerçekleştirene kadar da durmayacaktır. O gaye ki, Habib-ul Mustafa [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği inşallah son günlerini yaşadığımız diktatörlük döneminden sonra gelecek olan Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Râşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:
... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet üzere Hilafet olacaktır."
Ve de inşallah bu gayeyi gerçekleştirmek için İslami ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte çalışmaya devam edecektir. Allah'a hamdolsun ki bugün artık Hizb-ut Tahrir, Doğu'da Cakarta'dan başlayıp Batı'da Tanga'ya kadar ümmetin kalkınmasının ve diğer ümmetlerin başındaki liderlik ve egemenlik mekanına oturmak üzere geçmişte olduğu gibi ümmetlerin lideri olarak dönmesinin ümidi haline geldi.
Son olarak makalenin yazarı saygıdeğer kardeşimize deriz ki: Meşru olan kimdir? İslam akidesi esasına dayanıp bu esas üzere ümmetin kalkınması için çalışan kimse mi, yoksa kafir Batı'ya boyun büken, Allah'tan korkmayıp ondan korkan, anayasasını ve kanunlarını batıl kapitalizm nizamı ideolojisine bina eden kimse mi?!
أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." [et-Tevbe 109]
İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Sudan Vilâyeti Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi 21 October Street, Imarat al-Vaqf, Ground Floor, East Khartum / Sudan Telefon: +(249) 0912 24 01 43 – 0912 37 77 07 http://www.hizb-sudan.org/ |
E-Mail: spokman_sd@dbzmail.com |