Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Devlet Tavır Koyarsa Ne Sözleşme Kalır Ne de Sapkın Örgütler

بسم الله الرحمن الرحيم

Haber ve Yorum

Devlet Tavır Koyarsa Ne Sözleşme Kalır Ne de Sapkın Örgütler

Haber:

03 Mayıs 2020 tarihli Haber-Yorum analizini “Ali Erbaş’a Sahip Çıkan AKP, İstanbul Sözleşmesine de Sahip Çıkıyor!” başlığı ile kaleme almış ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan ayının ilk cuma hutbesinde dile getirdiği eşcinsellik ve lutiliği bu yazıda konu edinmiştim. Ali ERBAŞ hutbede "İslam’ın zinayı en büyük haramlardan kabul ettiğini, lutiliği, eşcinselliği lanetlediğini, bu haramların hastalıklara sebep olduğunu ve bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele etmek gerektiğini” söylemişti. Ama ne iktidar ve Cumhurbaşkanı ne de diğer yöneticiler bu konuda, yani bu sapkınlıklara karşı, somut hiçbir adım atmadılar, bu kötülükler ile mücadele için harekete geçmediler.

Yorum:

Nitekim 29 Haziran 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası halka sesleniş konuşmasında sapkınlara ve eşcinsel örgütlere karşı tavır alınması gerektiğini söyledi ama burada sorumluluğu halka yükledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Birileri sinsice milli ve manevi değerlerimize saldırıyor. Genç dimağları zehirlemek gayretindeler. Bu tür marjinal akımları destekleyenler bizim gözümüzde aynı sapkınlığın ortaklarıdır. Buradan halkımızı Rabbimizin yasakladığı her türlü sapkınlığı destekleyenlere dikkatli tavır almaya davet ediyorum" dedi. Peşinden Ak Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş 02 Temmuz 2020 tarihinde katıldığı bir TV programında gazetecilerin sorularına yönelik şu cevabı verdi: "İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanması gerçekten yanlıştı. 2011 yılında İstanbul'da imzalandı ve Türkiye 2012'nin Kasım ayında bunu Parlamentodan geçirerek yasalaştırdı. Yani İstanbul Sözleşmesi olmazsa Türkiye'de kadına karşı şiddet artar tezi de bir şehir efsanesidir. Yalan, bir yanlış propagandadır.”

Burada birkaç hususun altını özellikle çizmekte fayda görüyorum.

Birincisi: Müslümanların ve kitlelerin bu meseledeki sorumluluğudur. Eğer ki Müslümanlar ve cemaatler-kitleler küfür ile hükmeden yöneticilerine hakkı söylemezlerse, toplum içinde haramları yaygınlaştıran kanun ve yasalar çıkaran partileri ve iktidarları muhasebe etmezlerse Allah katında sorumludurlar. Ve unutulmamalıdır ki bu ümmet içerisinde Müslümanlardan bir grup hep marufu emretmeye, münkerden nehyetmeye ve hak üzerinde kalmaya devam edecektir, çünkü bu ümmette hayır vardır. Allah Rasül’ü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لا تزال طائفة من امتي ظاهرين على الحق لا يضرهم من خذلهم حتى يأتي امر الله وهم كذلك

"Ümmetimden bir taife hak üzerinde devam edip kalacaktır. Kendilerini terk eden kimseler onlara zarar veremezler. Allah’ın emri gerçekleşinceye kadar bu durum üzerinde kalacaklar"(Buhari ve Müslim)

İşte bu sebeple “İstanbul Sözleşmesi” denilen bu şer anlaşmasına karşı en başından tavır aldık, Müslümanlara da bu sözleşmeye karşı tavır almaları gerektiğini söyledik. Bu çerçevede Aileyi, Nesli ve Toplumu bu beşeri kanun ve nizamların ürettiği sapkınlıklar ve kötülüklerden koruyacağız dedik. Yöneticileri muhasebe ettik ve hak üzere kalmaya çaba gösterdik. Yani toplumdan belirgin bir kesim bu sözleşmenin ürettiği fesadı, sapkınlığı ortaya koydu ve sorumluluğunu yerine getirdi.

İkincisi: Yöneticilerin sorumluluğudur ki bu sorumluluk Müslüman bireylerin ve cemaatlerin sorumluluğundan daha önemlidir. Çünkü yöneticiler, yasa ve kanun gücünü, devlet gücünü kullanarak münkeri ortadan tümüyle kaldırma konusunda otorite sahibidirler. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: من رأى منكم منكرا فليغيره بيده، فان لم يستطع فبلسانه، فان لم يستطع فبقلبه وذلك أضعف الايمان

“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, buna güç yetiremezse diliyle, buna da güç yetiremezse kalbiyle. İmanın en zayıf derecesi budur.” (Müslim)

Bu çerçevede yöneticiler münkeri ortadan kaldırmak için ellerindeki gücü kullanırlar, bunu yapmakla mükelleftirler. Bugünkü yöneticiler ne yapıyor peki? Kendileri sorumluluktan kaçıp sorumluluğu Müslümanlara, halka yüklemeye çalışıyorlar. Halkın bu tür kötülük ve sapkınlıklara tavır koymalarını bekliyorlar. Kendileri ayak sürtüp kamuoyunun nabzını, diğer partilerin görüşlerini ve halkın beklentilerini dikkate alıyorlar, en önemlisi de efendilerinin ağzına bakıyorlar.

Allah’ın lanetlediği, yasakladığı bir işte diğer partilerin görüşünün ne önemi olabilir, halkın taleplerinin ne önemi olabilir? Eğer halk bu sözleşmenin kalmasından yana tavır alırsa, yani halkın belirgin bir kesimi şer üzerinden ittifak ederse bu lanetli sözleşme uygulamada kalmaya devam mı edecek? Devleti temsilen önce yöneticiler tavır koyacak ve bu sözleşmeden tek taraflı imza geri çekilecek. Devletin yöneticilerinin böyle bir meselede ayak sürtmeleri kabul edilemez.

Son olarak özellikle iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorumluluğunun altını çizmek istiyorum. Çünkü bunlar 18 yıldır iktidar oldukları halde, güç ve imkân ellerinde olduğu halde “İstanbul Sözleşmesi” ile bu toplumun aile yapısını bozan uygulamalara imza attılar. Ailelerin yıkılmasına sebep oldular. Sapkınlıkların sokaklarda yayılmasına vesile oldular. Şimdi bu yaptıklarından geri adım atarlarsa geçmiş günahlarını temizleyemeyecekler. Çünkü bu kişiler bu sapkınlığın lanetlenmiş bir haram olduğunu bildikleri halde sırf siyasi menfaat için şerre, kötülüğe, sapkınlığa ortak oldular. Şimdi bugün bile hala araştırılsın bakılsın, gerekirse imzayı çekeriz diyorlar. Yani bu yöneticiler daha hala Allah’ın emrini yerine getirme gayesi ile adım atmıyorlar, başka bir siyasi menfaat gözetiyorlar.

مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

“Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” (Saffat 154)

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Mahmut Kar

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER