- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber-Yorum
Kalapani’den Guantanamo Körfezi’ne; İngiliz Sömürgeciliğinden Amerikan Köleliğine!
Haber:
Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre iki Pakistanlı kardeş hiçbir suçlama olmaksızın 20 yıl tutuklu kaldıktan sonra Guantanamo Körfezi askeri hapishanesinden Perşembe günü serbest bırakıldı ve Pakistanlı yetkililer kardeşleri 2002 yılında memleketleri Karaçi’de tutuklamalarının ardından ABD’ye teslim etmişti. Kendileri yaklaşık bir buçuk yıl CIA tarafından gözaltında tutulduktan sonra 2004 yılında gözaltı merkezine nakledilmişlerdi. (BBC)
Yorum:
Guantanamo Körfezi, türünün ilk hapishanesi değildir. Zira o, Hint Yarımadası’ndaki halk için inşa edilmiş olup özgürlük savaşçılarının gönderildiği ve asla geri dönmediği tarihteki meşhur Kabus Hapishanesi’ne benzemektedir. Ayrıca Port Blair Andaman Adası, İngilizlerin özgürlük savaşçılarını cezalandırması için uygun bir yer haline geldi, bu hapishane daha da genişletildi ve ona hücrelerin hücresi adını kazandıran tecrit zindanları eklendi. Burada mahkûmlar bir tokmağa bağlanıyor, tohumlardan yağ çıkarmak için hayvanlar gibi daireler çizdiriliyor ve bu da saatlerce sürebiliyordu.
Şayet mahkumlar açlık grevine girerlerse tüple zorla besleme uygulanıyor ve bu da onlardan birçoğunun ölümüne yol açıyordu. Dolayısıyla vahşetin iki bileşeni vardı; birincisi mahkumiyetinizden dolayı duyduğunuz şiddetli korku, ikincisi ise sorumluluk korkusunun olmamasıdır. Dolayısıyla da İslam’ı, kişisel hayattan sosyal, yargı ve askeri meselelere kadar uygulanan diğer tüm sistemlerden ayıran şey işte budur. Zira her şey, şerî hükümler tarafından desteklenmektedir. Nitekim liderin emirleri, sömürgeci yönetimde ve şimdi de kapitalist sistemin altında gördüğünüz gibi haram olanı helal kılamaz. Dolayısıyla körü körüne emirlere itaat etmek, otoritenin kötüye kullanılmasına ilişkin yeni bir dehşet düzeyine kapı aralar. Örneğin 11 Eylül’den sonra Amerika, İngiliz sömürgecilerinin uyguladığı terörün aynısını özgürlük savaşçılarına karşı uyguladı ve onların terörlerini uzaklaştırmak ve sadece varlıkları, isimleri ya da inançlarıyla onları korkutanları hapsedip işkence etmek için aynı çözümü tercih etti.
İslam'a karşı savaşın bir sonucu olarak, 2002’den bu yana yaklaşık 780 tutuklu, Küba’nın Guantanamo Körfezi’ndeki ABD askeri hapishanesinde tutulmaktadır. Şimdi ise geriye 32 kişi kaldı. Nitekim 11 Eylül saldırılarına bir yanıt olarak ABD tarafından gözaltı merkezleri açıldı ve bunun amacı ise el-Kaide veya Taliban ile bağlantılı olduğundan şüphelenilen mahkumları tutmaktı. Daha sonra Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, bu adamları “kötünün de kötüsü” olarak nitelendirdi ve esasında bu mahkumlardan duyduğu derin korkusuna işaret ediyordu. Bu yüzden oradaki mahkumlar, fiziksel olarak tokatlanıp baskına uğratılması, uzun süreliğine uykudan mahrum bırakılması ve mahkumların “stres pozisyonlarına” sokulması da dahil olmak üzere CIA’nın gelişmiş sorgulama teknikleri dediği şeylere maruz kalmışlardır. Zira uzun bir süre boyunca bir veya iki kas üzerine büyük miktarda ağırlık konuluyor ve mahkumları baş aşağı asmak ve ağızlarına ve burunlarına su dökmek yoluyla boğulmayı simüle etmek için tasarlanmış bir teknik olan su işkencesi (waterboarding) yapılıyordu. Dolayısıyla diğerleri gibi Rabbani kardeşler de, Devlet Başkan Pervez Müşerref’in, kendisine açık bir şekilde “ya bizimlesin ya da ötekilerle”, şayet bize karşıysan “o zaman taş devrine geri dönmeye hazır ol” denilmesinin ardından Amerika’yı müttefik olarak seçmesinin üzerine Pakistanlı yetkililer tarafından ABD’ye teslim edilmiştir.
Pervez Müşerref’in bu kararıyla Pakistan, sadece Amerikan savaşına dalmakla kalmamış, aksine Pakistan ordusunun politikalarına olan inancını yitirmiş halklar için de geri sayımı başlatmıştır. Nitekim Müşerref, “Ateş Hattında” adlı anılarında para alarak insanları başka ülkelere teslim ettiğini itiraf etmiştir. Rastgele seçtikleri, sorguya çektikleri ve onları asla kendilerine ait görmedikleri insanlara teslim ettikleri işte bu kişilerdir.
Burada ABD hükümetinin bu hapishaneyi herhangi bir ahlaki caydırıcılık nedeniyle değil de ABD’nin ekonomisine yüklediği yük nedeniyle kapatmaya çalıştığını anlamamız gerekiyor. Bu nedenle Rabbani kardeşler gibi hiç, bir araya gelmemiş ve kaçırıldıktan sonra dünyaya gelen çocuklarını hiç görmemiş bu insanları yavaş yavaş serbest bırakıyorlar.
Mevcut yöneticiler, halkın beğenisini kazanmak için üzerinde hiçbir kontrolleri olmayan bu tahliyeyi sahiplenmeye çalışabilirler. Oysa bu yöneticilerin, önce kendilerini kölelik zincirlerinden kurtarmadıkça herhangi bir yardımda bulunmaları imkansızdır. Dolayısıyla onlarla, yağı hem işleyen hem de çıkaran adam arasında hiçbir fark yoktur. Oysa mahkum kişiler, Allah Subhanehu ve Teala nazarında, akidesine sahip çıkar ve onu benimseyen en hayırlı kişilerken görünmez iplerin üzerinde dönüp duran o yöneticiler, kendileri için topladıkları onca paranın içinde boğulacaklar ve işlemiş oldukları cürümlerden dolayı en ağır bir şekilde cezalandırılacaklardır.
Davet taşıyıcısının bu koşullardaki rolü, şeytanla yapılan bu anlaşmanın verdiği zarara karşı uyanık olmak ve hain yöneticilerden kurtulmadığımız taktirde hapishanelerin isimlerinin değişebileceği ancak düşünen tüm beyin ve bedenlerin hedef alınarak bu hapishanelere götürüleceği noktasında bir bilinç oluşturmaktır.
Hilafet Devleti sadece tebaasını korumakla kalmayacak, aynı zamanda dünyayı bu tür vahşi eylemlerden kurtarmaya hırs gösterecek ve bu da Allah Subhanehu ve Teala’nın dininin yayılması için bir neden olabilir. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala Müslümanların yöneticilerine, halkını korumak gibi ağır bir sorumluluk yüklemiş olup onları ise dünya ve ahiret zararlarından ancak sadık bir mümin koruyacaktır. İroni olan şu ki; Japonlar, 1942 yılında II. Dünya Savaşı sırasında Kalapani Adası’nı işgal ettiğinde, İngiliz yöneticilerini Hint Yarımadası halkı için kullandıkları aynı zindanlara hapsetmişti.
وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَٰاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْۗ وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ “Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Şüphesiz Allah sabredenleri sever.” [Al-i İmran 146]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan