Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” [Şuara 214]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ

(Önce) en yakın akrabanı uyar.” [Şuara 214]

Zamanımızdaki birçok davet taşıyıcısının on yıllar içinde tembelleşmesi ve çoğu durumda da aile baskısı ve çocuklarından dolayı tamamen durma noktasına gelmeleri üzücü bir durumdur. İnançlarına sımsıkı sarılmalarına ve daveti taşımaya devam etmelerine rağmen ancak çoğu zaman, hatta birçok durumda, aileleri ve çocukları tarafından sürekli muhalefetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Kadınlar ile genç erkek ve kızlar, toplumsal normlara uymaları konusunda akranları tarafından büyük bir baskı görürken, davet taşıyıcıları ise topluma yabancı gelen görüş ve tutumları benimsemektedirler. Gençler, okullar, kolejler ve üniversitelerde laik eğitim sistemine ve liberal ortama maruz kalmaktadırlar.

Bu tür dahili muhalefetten kaçış yoktur; çünkü bu muhalefet, rahatlık, huzur ve destek aradığımız ailelerden gelmektedir. Ailenin muhalefeti, yıllar ve on yıllar boyunca davet taşıyıcısını yıpratmış ve davet taşıyıcısı çoğu zaman kendisini, taşımış olduğu davet ile çocuklarının topluma entegre olmaları yönündeki talepleri arasında çatışma içinde bulmuştur. Bu mesele, namaz, başörtüsü, cilbab, faizli öğrenci kredisi almak ve cinsiyetlerin ihtilat (kız-erkek karışık olması) halinde olması gibi konulara da uzanmaktadır; işte bu çelişki, saf bir kalbin tahammül edebileceği bir şey değildir, hatta bunaltıcı ve acı verici bir hale de gelebilmektedir.

Öte yandan, daveti taşıyan birçok çocuğa sahip olan mübarek aileler, bir destek ve motivasyon kaynağı oluşturmaktadır. Bu tür ailelerdeki davet taşıyıcıları, evlilik ve ebeveynlikten sonra, hatta büyükanne ve büyükbaba olduktan sonra bile istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. Her zaman olduğu gibi, hayatımızdaki iyilik, sünnete tutunmaktan, kötülükler ise onu terk etmekten kaynaklanmaktadır. Gelin Peygamberimizin mümin ailelere yönelik yaklaşımının nasıl olduğuna daha yakından bir bakalım.

Müslüman ailenin rol modeli, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek ailesi olan Ehl-i Beyt'tir. Nitekim daveti taşıyan ve zor zamanlarda babasının yanında duran kızı Fatıma Radıyallahu Anha ile birlikte mübarek bir aileydi. Gençliğini Allah Celle Celaluhu'ya itaat ederek ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in destekleyerek geçiren bir genç olan amcasının oğlu Ali Radıyallahu Anh ile birlikte mübarek bir aileydi. Zalimlere karşı kararlı duruşları ve şehit olmalarıyla İslam ümmetinde derin bir etki bırakan iki şerefli torunları Hasan ve Hüseyin Radıyallahu Anhum ile birlikte mübarek bir aileydi. Nitekim Ehl-i Beyt’ten birçok genç erkek ve kadın, İslam ümmeti için bir temel haline gelmişti ve yüzyıllar boyunca Müslümanlar, onların siretlerini inceleyerek onlardan ilham ve hidayet almaya devam etmişlerdir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ(Önce) en yakın akrabanı uyar.” [Şuara 214] İbn Kesir bu ayeti şöyle yorumlamıştır: “Sonra Allahu Teala, Rasulü Salavatullahi ve Selemuhu Aleyh'e, en yakın akrabalarını, yani kendisine en yakın olanları uyarmasını emretmiş ve onların hiçbirinin Rabbi olan Azze ve Celle'ye iman etmedikçe kurtulamayacağını bildirmiş ve Allah'ın mümin kullarından kendisine tabi olmak için yanında duranlara yumuşak davranmasını emretmiştir.” Vaki bize, Hişam'ın babasından o da Aişe'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الأَقْرَبِينَ(Önce) en yakın akrabanı uyar.” [Şuara 214] ayeti nazil olunca, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalktı ve şöyle dedi: يَا فَاطِمَةُ ابْنَةَ مُحَمَّدٍ، يَا صَفِيَّةُ ابْنَةَ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، يَا بَنِي عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، لَا أَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئاً سَلُونِي مِنْ مَالِي مَا شِئْتُمْEy Muhammed'in kızı Fatıma, Ey Abdulmuttalib'in kızı Safiye, Ey Abdulmuttalib oğulları Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmaz. Malımdan istediğinizi benden isteyebilirsiniz.” [Müslim bunu, hadisinde rivayet etmiştir]

İmam Nevevi, Müslim’in şerhinin, “Allahu Teala’nın, (önce) en yakın akrabanı uyar” babında, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini zikretmiştir: يَا فَاطِمَةُ أَنْقِذِي نَفْسَكِ مِنَ النَّارِ فَإِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيئاً غَيْرَ أَنَّ لَكُمْ رَحِماً سَأَبُولُّهَا بِبَلَالِهَاEy Fatıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.” Yani, kendini cehennemden kurtar, benim Allah katında hiçbir gücüm yok ancak seninle, sayesinde tevessül edebileceğim akrabalık bağım var demektir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızına söylediği sözle ilgili olarak: سَلُونِي مِنْ مَالِي مَا شِئْتُمْMalımdan istediğinizi benden isteyebilirsiniz.” Hanefi alimlerinden biri olan İmam Türbaştî, burada kastedilenin, bizzat bilinen mal olmadığı, aksine tasarrufta bulunup kullanmak için sahip olduğu her şey olduğunu ifade ettiği şeklinde tefsir etmiştir. Bu yüzden Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızına, iman etmediği takdirde Allah katında kendisine bir faydasının olmayacağını, ancak malından, harcamasına yetecek kadarını verebileceğini vurgulamıştır.

Böylece Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızı Fatıma Radıyallahu Anhaya, samimiyet ve şefkatle öğrettiğini görmekteyiz. Yani ilişkilerinde babacan olan bir öğretmek gibiydi ve onun ilk öğrencileri, kendi evindeki gençler olmuştu. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ بِمَنْزِلَةِ الْوَالِدِ أُعَلِّمُكُمْBen sizin babanız yerindeyim. Sizlere öğretiyorum.” [Sünen-i Ebu Davud.] Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kızına karşı nazik, saygılı ve gözeticiydi ve kızının şahsiyeti, onun yetiştirmesinin etkileriyle şekillenmişti; dolayısıyla kızının davranışları ve ahlakı, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı şekilde tezahür etmekteydi. Nitekim Aişe Radıyallahu Anha şöyle demiştir:  مَا رَأَيْتُ أَحَداً مِنَ النَّاسِ كَانَ أَشْبَهَ بِالنَّبِيِّ ﷺ كَلَاماً وَلَا حَدِيثاً وَلَا جِلْسَةً مِنْ فَاطِمَةَ قَالَتْ: وَكَانَ النَّبِيُّ ﷺ إِذَا رَآهَا قَدْ أَقْبَلَتْ رَحَّبَ بِهَا ثُمَّ قَامَ إِلَيْهَا فَقَبَّلَهَا ثُمَّ أَخَذَ بِيَدِهَا فَجَاءَ بِهَا حَتَّى يُجْلِسَهَا فِي مَكَانِهِ. وَكَانَتْ إِذَا أَتَاهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَحَّبَتْ بِهِ ثُمَّ قَامَتْ إِلَيْهِ فَقَبَّلَتْهُBen, insanlardan Fatıma kadar konuşmasında, sohbetinde ve oturmasında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e benzeyen birisini görmedim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızı Fatıma’yı gördüğünde, onu karşılayarak ona hoş geldin der, (sonra) yerinden kalkıp Fatıma'ya doğru gider; elinden tutup öper ve kendi yerine oturturdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Fatıma’ya geldiğinde, o da Peygamberimize hoş geldin der, sonra ayağa kalkar ve onu öperdi.” [El-Edebül Müfred.]

Hz. Fatıma Radıyallahu Anha, samimi bir iman ve İslam'a tam bir bağlılıkla dinini öğrenmiş, hak üzerinde sebat etmiş ve davetin sıkıntılı döneminde babasına destek olmuştur. Ukbe bin Ebi Muayt, Sallallahu Aleyhi ve Sellem secde halinde iken üzerine zararlı bir şey atınca, hemen gelip onu yıkayan Fatıma olmuştur. Mücadele ve fedakarlıklarla dolu uzun bir davetin ardından, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah'a dönüşünün yakın olduğunu anlamıştı. Fatıma'ya, cennetteki yerinin babasıyla beraber olduğu bildirilmiştir. Aişe’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Fatıma yürüyerek geldi. Yürüyüşü sanki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yürüyüşü gibiydi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: مَرْحَباً بِابْنَتِيHoş geldin kızım!” dedi ve onu sağına veya soluna oturttu. Sonra kulağına eğilerek bir sır verdi. Hemen ağlamaya başladı. Bunun üzerine Fatıma’ya; neden ağlıyorsun? dedim. Sonra tekrar bir sır verdi. Hemen gülmeye başladı. Aişe, Fatıma’ya dedi ki: “Böyle ağlamaya yakın bir gülme görmedim. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, ne dediğini sordum: Fatıma, onun sırrını ifşa edemem” dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat edince ona sordum. Fatıma da şöyle dedi: (Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana dedi ki); “her yıl Cibril bir kez gelir ve benimle Kur’ân’ı tekrar ederdi. Bu yıl iki kez gelip tekrar etti zannedersem ecelim geldi. Senin için en iyi selef benim. Ailemden bana, ilk kavuşacak sensin” dedi. Bunun üzerine ağladım. Sonra, أَمَا تَرْضَيْنَ أَنْ تَكُونِي سَيِّدَةَ نِسَاءِ أَهْلِ الْجَنَّةِ أَوْ نِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ؟Cennet ehlinin kadınlarının veya mümin kadınların efendisi olmak istemez misin?” dedi. Bunun üzerine güldüm.” dedi. Aman Allah’ım, bir baba ve kızı için ne mutlu bir son!

Ey kardeşler ve bacılar! Ey amcalar, teyzeler, babalar, anneler ve dedeler:

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, yüzyıllar boyunca İslam ümmeti için güzel bir örnek olan dört mübarek kızını nasıl yetiştirdiğine bir bakın! Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, amcasının oğlu Ali ibn Abi Talib Radıyallahu Anh'ı nasıl yetiştirdiğine bir bakın. Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, asil torunları Hasan ve Hüseyin Radıyallahu Anhumu nasıl yetiştirdiğine bir bakın! Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin'i takdir edin! Her ailede gençlerden oluşan bir hazine vardır: Onlar, kızlarımız ve erkek çocuklarımız, dayılarımızın ve amcalarımızın çocukları ve torunlarımız arasındaki gençlerdir. O halde asrın tağutlarını muhasebe etmeyi ihmal etmeden, onların her birine değer verelim ve onları takdir edelim. Değişim için Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu takip edenler olarak bizler, bir şey için vaktimiz var ama diğer bir şeyi terk ediyoruz demeyelim! Hayır, ikisini de ihmal etmeyin. Genç erkek ve kızlara dikkat edelim ki onlar bize destek versinler ve biz de onlara destek verelim; onlara önem verelim ki hepimiz, ebedi hayatta cennetin nimetlerine nail olalım. Allah’ım, bunun gerçekleşmesini nasip et. Amin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Musab Umeyr - Pakistan

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 11/11/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 11/11/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️ 10 Kasım Törenleri
◾️Ahmed Şara'nın ABD Ziyareti

H. 20 Cumade'l Ula 1447 - M. 11 Kasım 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

◾️"Söz Değil, İcraat Bekliyoruz!" Dedik
◾️Sumud, 57 Ülkenin Acziyetini Göstermiştir
◾️Trump'ın Gazze Planı

Sudan'da Sömürgecilik Savaşı ◾️ İSEDAK Toplantısı ◾️ Ekim Ayı Enflasyon Rakamları

 
◾️10 Kasım Törenleri
◾️Ahmed Şara'nın ABD Ziyareti
Devamını oku...

Darfur’u Parçalamaya Uğraşan Amerika, Şimdi de Abyei Tezgahını Sahneleyip Tehditler Savuruyor!

Güney Sudan’ın 2011 yılında kuzeyinden ayrılmasından sonra, Abyei bölgesi tartışmalı bölge olarak bırakılıp, Kuzey ya da Güney’e olan aidiyeti netleştirilmedi. Bölgenin kuzeye veya güneye bağlanmasını kararlaştırmak üzere 2011 yılında yapılması planlanan referandum, seçmen kütüklerinin kimlerden oluşacağı konusunda iki devlet arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle gerçekleştirilemedi. Çünkü bu fitne bölgesi, güneye mensup Dinka Ngok kabilesi ile kuzeye mensup Misseriya kabilesinin yaşadığı bir yerdir. Elbette Dinka kabilesi, bu cahiliye asabiyetiyle, kuzey devletinde ezileceklerini bildiklerinden kabile bağlarından kopmayı kabul etmeyecektir. Aynı şekilde Misseriya kabilesi de, güney devletinde ezileceklerini bildiklerinden kabile bağlarından kopmayı kabul etmeyecektir. Her iki taraf da azınlıkta ve güçsüz kalmaktan korkuyor.

Bu kilitlenmiş durumun doğal bir sonucu olarak 2012’de bölgede kısa süreli bir çatışma yaşandı. Bu çatışma, çözümü değil, sorunun devamını ve dış müdahaleyi meşrulaştırmayı amaçlayan BM Geçici Güvenlik Gücü’nün (UNISFA) kurulmasıyla ancak yatıştırıldı. Kasım 2020’de ise BM Güvenlik Konseyi, Sudan ve Güney Sudan arasındaki çözülmemiş sorunları ve Güney Kordofan ile Mavi Nil eyaletlerindeki durumu ele alan 2046 sayılı kararını görüşmek üzere toplandı, ancak toplantıdan Abyei ile ilgili net bir karar çıkmadı.

Son olarak dün, 5 Kasım 2025 Çarşamba günü yapılan toplantıda ABD Büyükelçisi Michael Waltz, Sudan ve Güney Sudan’ı açıkça uyardı. Waltz, tarafların Güney Sudan’ın ayrılmasına yol açan barış anlaşmasındaki yükümlülüklerine uymamaları halinde, ABD’nin 15 Kasım’da görev süresi dolacak olan Birleşmiş Milletler barış gücü misyonunun (UNISFA) görev süresinin uzatılmasını veto edeceğini söyledi.

Biz, Hizb-ut Tahrir Sudan olarak, 21 Mayıs 2011’de yaptığımız basın açıklamasında Naivasha Anlaşması’nın tehlikelerine dikkat çekmiş ve Abyei bölgesinin ‘Sudan’ın Keşmir’i’ olacağını, yani çözülemeyen bir sınır sorununa dönüşeceğini vurgulamıştık. Nitekim öyle de oldu! Aradan 14 yıl geçti ve Abyei sorunu bir arpa boyu yol gidemedi. Elbette bu, sömürgeci Batı’nın karakterini bilenler için şaşırtıcı değil. Onlar, İslam coğrafyasını, özellikle de 1916’daki o lanetli Sykes-Picot paçavrasıyla böldükleri Arap dünyasını, bilerek ihtilaflı bölgelerle doldurdular. Bu sorunlar asla çözülmedi, çünkü zaten çözülsün diye değil, sürekli kanasın diye oraya koyuldular! Tıpkı Mısır ve Sudan arasına attıkları Halaib ve Şelatin nifak tohumu gibi.

Kökeni Müslüman topraklarının sınırları içinde olan bu meseleler, ancak Hilafet Devletinin kurulmasıyla çözülecektir. Hilafet, Müslüman beldelerini birleştirecektir. Çünkü tüm topraklar İslam hukukuna göre tek bir statüde kabul edilecektir. İslam’a göre arazi ya öşür ya da haraç arazisidir. Bu yüzden ümmet, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet’i kurmak için derhal ayağa kalkmalıdır! Hilafet İslam beldeleriyle oynayan sömürgeci kâfirin elini kesecek, kökünü kazıyacaktır.

Devamını oku...

Müslümanlara Bir Hatırlatma: Müslüman Dokunulmazlığa Sahiptir, Kanı, Malı ve Irzı Haramdır

Sömürgeci kâfirlerin ektiği fitne tohumlarının bir sonucu olarak Sudan’ın El Faşir şehrinde işlenen katliam, tecavüz ve binlerce ailenin yerinden edilmesine sebep olan vahşi suçlar medyada yer aldı. Bu noktada akıllara şu soru geliyor: Allah’a ve elçisi Muhammed’e inandığını söyleyen, ahiret gününe iman eden bir Müslüman, nasıl olur da din kardeşinin canına, malına ve onuruna bu kadar kolayca kıyabiliyor?! Onu korkutmayı nasıl göze alabiliyor? Oysa Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

لَا يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أَنْ يُرَوِّعَ مُسْلِمًا“Bir Müslümanın bir Müslümanı korkutması helal değildir!”

Ne yazık ki benzer trajediler daha önce Suriye, Mısır, Yemen, Libya ve Irak gibi birçok Müslüman ülkede yaşandı. Yoksa Müslümanlar, birbirlerinin canının ne kadar kutsal olduğunu unuttular mı?

Bir Müslümanı kasten öldürmenin haram olduğu, Kur’an’ın kesin bir ayetiyle sabit olan ve dinen bilinmesi zorunlu bir gerçektir.

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içerisinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder ve lanet eder. Onun için büyük bir azap da hazırlamıştır.” [Nisa 93] Kasten cana kıyan bir katil için, bundan daha ağır bir ceza olabilir mi? Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ؛ دَمُهُ وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ“Her Müslümanın bir başka Müslümana kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır.” Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Vedâ Hutbesi’nde, Müslümanın canını, malının ve namusunun diğer Müslümana haram olduğunu bildirmiştir. Şeri naslar, Müslümanın dokunulmazlığının korunması gerektiği konusunda son derece açıktır ve dinimiz, bu sınırları çiğneyenler için çok ağır yaptırımlar öngörmüştür.

Ey Müslümanlar! Ne oluyor size? Bir Müslümanın, elindeki soğuk demire güvenerek, kardeşinin sımsıcak canına, onuruna kastetmesini aklınız alıyor mu? Sömürgeci kafirler, içimizden birkaç kişiye güç ve silah verip onları kardeşlerinin üstüne salacak kadar kolay mı yönetiyor bizi? Askerin, polisin görevi halkını korumak değil mi? Nasıl olur da silahını kendi insanına doğrultur? O asker, yarın Allah’ın karşısına çıkınca, “Komutanım emretti, ben de yaptım” deyince kurtulacağını mı sanıyor?

Ey Müslümanlar! Bu işin vahametini ve Yüce Allah nezdindeki ağırlığını idrak etmelisiniz. Bir Müslümanı öldüren, Allah’ın gazabına, lanetine ve rahmetinden uzaklaştırılmaya ve ebediyen cehennem ateşine müstahak olacaktır; zira Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَزَالُ الْعَبْدُ فِي فَسْحَةٍ مِنْ دِينِهِ مَا لَمْ يُصِبْ دَماً حَرَاماً“Mümin, haram bir kana bulaşmadıkça dininde ferahlık üzere devam eder.” Bir kişi, adam öldürmediği sürece, işlediği diğer günahlar için dinimizde her zaman bir kolaylık, bir tövbe kapısı mevcuttur. Ama ne zaman ki bile isteye bir cana kıyarsa, işte o zaman o kapıyı kapatmış olur ve Allah’ın gazabına maruz kalır. Kardeşi ona silah çekmiş olsa bile, hiçbir mazeret ona fayda etmeyecek.

إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ. قِيلَ: هَذَا الْقَاتِلُ فَمَا بَالُ الْمَقْتُولِ؟ قَالَ: إِنَّهُ كَانَ حَرِيصًا عَلَى قَتْلِ صَاحِبِهِİki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşırsa ölen de öldüren de Cehennemdedir.” Denildi ki: Ya Rasûlullah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” buyurdu.” Şayet biri ‘Bu durumda ne yapmalıyım?’ diye sorarsa, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tam da bu soruyu, özellikle kargaşa (fitne) zamanlarına atıfta bulunarak cevaplamıştır. Ebu Musa el-Eş’arî’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ بَيْنَ يَدَيْ السَّاعَةِ فِتَنًا كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ، يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا، وَيُمْسِي مُؤْمِنًا وَيُصْبِحُ كَافِرًا، الْقَاعِدُ فِيهَا خَيْرٌ مِنْ الْقَائِمِ، وَالْمَاشِي فِيهَا خَيْرٌ مِنْ السَّاعِي، فَكَسِّرُوا قِسِيَّكُمْ، وَقَطِّعُوا أَوْتَارَكُمْ، وَاضْرِبُوا سُيُوفَكُمْ بِالْحِجَارَةِ، فَإِنْ دُخِلَ - يَعْنِي عَلَى أَحَدٍ مِنْكُمْ - فَلْيَكُنْ كَخَيْرِ ابْنَيْ آدَمَ“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mümin olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse, Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil)”

Her Müslümanın kalbine, her subayın, askerin, polisin ve elinde bir silah tutan herkesin vicdanına bir sesleniştir bu:

Yaradan, bize düşünelim diye bir akıl ışığı bahşetti ve o ışığı doğru yolda kullanmamızı bir görev kıldı. Bu yüzden insan, atacağı bir adımın, söyleyeceği bir sözün şeri hükmünü bilmeden ne yürümeli ne de konuşmalıdır. Hükmü bilmek ise, şeri hükmün indiği amacı anlamaktan geçer. Bu nedenle Müslümanın, olayların ardındaki hakikati gören bir siyasi basirete sahip olması gerekir. Bize ve inancımıza dair zerre kadar hayır beslemeyen, bizi lime lime etmek, topraklarımıza hükmetmek ve ruhumuzun zenginliklerini dahi yağmalamak için tüm gücüyle, şeytani bir dehayla çalışan sömürgecilerin karanlık senaryolarına kapılıp gitmemelidir. Öyleyse bir Müslüman, nasıl olur da o zalim sömürgecilerin elinde bir maşa, onların piyonlarının emirlerini uygulayan bir kukla olmayı kabul eder? Bu fani dünyanın gelip geçici parıltısına aldanıp da ebedi geleceğini ateşe atmayı, cehennemin yoldaşı, lanetlenmiş ve ilahi rahmetten sürgün edilmiş olmayı ister mi? Bir Müslüman, fani ve aciz bir kulu hoşnut etmek uğruna, dünya ve ahiretin mutlak sahibi olan Allah’ın gazabını üzerine çekmeyi kabul eder mi? Allah’ın şu kelamını okuyun ve nerede durduğunuza karar verin:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَّا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَّا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَّا يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” [Araf 179] Siyasi basiretten yoksun bir halde, hayvanlar gibi, hatta onlardan daha şuursuzca güdülmeyi ve aklınızı, kulaklarınızı ve gözlerinizi kullanmayarak cehennem ehlinden olmayı mı yeğliyorsunuz?!

Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir, her Müslümanı, bir başka Müslümanın canına, malına veya onuruna en ufak bir zarar vermekten kesinlikle sakındırmaktadır. Sizi Allah’ın gazabına ve O’nun şiddetli azabına karşı uyarmaktadır. Yemin olsun ki, bu mesele son derece ciddi bir meseledir, şaka değildir. Sakın ha son pişmanlığın fayda etmeyeceği ölüm anında uyanan gafillerden olmayın. O gün geldiğinde, daha önce inanmamış veya inancıyla bir iyilik yapmamış kimseye imanı asla fayda etmeyecektir. Dünyanın aldatıcı ve geçici zevklerine kanmayın; çünkü onlar mutlaka yok olacaklardır. Unutmayın, ölüm bir nefes kadar, ayakkabınızın bağı kadar yakındır size. O yüzden kimse kardeşine haksızlık yapmaya kalkışmasın. Hizb-ut Tahrir sizi siyasi bilince sahip olmaya, Allah’ın hükümlerine uymaya ve bu hükümleri hayata geçirmek için kendisiyle birlikte çalışmaya çağırıyor. Ancak bu şekilde, sömürgeci güçlerin ve yerel uzantılarının bölgemizdeki planları boşa çıkarılabilir ve hegemonyaları sonlandırılabilir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ * وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız. Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” [Enfal 24-25]

Devamını oku...

Amerika’nın Kendi Halkını Küçük Görmesinin Bedelini, Kadınlar ve Çocuklar Ödüyor

Ek Gıda Yardım Programı, geçim sıkıntısı çeken veya engeli bulunan kişi ve ailelere devletin sunduğu bir destek programıdır. Bu program sayesinde insanlar, kendilerine verilen elektronik bir kartla alkol dışında yiyecek, içecek ve ekip biçmek için tohum veya fide gibi şeyler alabilirler. Yapılan araştırmalar tam 42 milyon Amerikalının, sofralarına bir tabak yemek koyabilmek için SNAP yardımlarına muhtaç olduğunu ortaya koyuyor. Bu yardım eliyle hayata tutunan yetişkinlerin yarısından fazlası, çoğu tek başına çocuk büyüten fedakâr annelerdir. Daha da dokunaklısı, bu sistemden destek alanların %39’u çocuklardır. Yani her beş çocuktan biri, karnının doyması için bu yardıma umut bağlıyor. Federal hükümetin kepenk kapatması, eyaletleri de vurdu. Bazı eyaletler, kendi bölgelerindeki ücretsiz veya indirimli okul yemeklerini sürdürebilmek için alternatif finans kaynakları aramak zorunda kaldı. Zira Amerika’da birçok çocuk, gün boyu yalnızca okulda verilen yemek sayesinde açlıktan kurtulmaktadır. Bunun bir neticesi olarak, ülke çapındaki gıda depoları (gıda bankaları) boş rafların görüntülerini paylaştılar ve artan gıda talebini karşılamak üzere insanlardan gıda ve market hediye kartları bağışlamalarını talep ettiler.

İnsan sormadan edemiyor, nasıl olur da dünyanın en zengin ülkesi, yardıma muhtaç milyonlarca insanın aç kalacağı gerçeğine bigâne kalabiliyor? Hükümet kapalıyken bile Amerika’nın parasını nereye harcadığını merak ediyor olabilirsiniz. Hükümet, kendi aç halkının iaşesini güvence altına almak yerine, milyarlarca doları Müslüman Filistinlileri katletmesi için işgalci Yahudi varlığına peşkeş çekmektedir. Biz, şatafatlı bir balo salonu inşa etmeyi bile her şeyden daha mühim gören bir zihniyetle karşı karşıyayız. Diğer bazı vekiller ise temsil etmekle yükümlü oldukları halkın refahından önce kendi kişisel yatırımlarının peşine düşmektedirler! Gördüğünüz gibi, kapitalist Amerika hiçbir zaman kendi vatandaşının işlerini gütmekle ilgilenmemiştir. Onun stratejik önceliği daima, dünya çocuklarını temel ihtiyaçları olan güvenlik, gıda, barınma ve eğitimden mahrum edenlere askeri ve mali imkânlar sunmak olmuştur. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Amerika, kendi sınırları içindeki çocukları bile gıda ve güvenlik açığıyla baş başa bırakmakta, onlara nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti sunamamaktadır.

Evet, dünyanın sözde en zengin ülkelerinde yaşayanlar bile, halkını aç bırakıp yöneticilerin ceplerini doldurmasını izleyen bir sisteme değil; Liderinin, Halife Ömer misali, bir tek çocuk bile aç kalmasın diye, kendinden önce onları doyurmak için ülkeyi adım adım dolaştığı bir sisteme muhtaçtır. Bu sistem, insanların tüm işlerini Allah’ın indirdiklerine göre yürütecektir. İşte bu adaleti ve daha fazlasını getirebilecek tek bir siyasi sistem vardır: O da Hilafettir!

Devamını oku...

Avustralya İstihbarat Şefinden Soykırımcı Varlığa Alçakça Bir Savunma

ASIO Genel Direktörü Mike Burgess, dün Lowy Enstitüsü’ndeki konuşmasında, Avustralya rejiminin soykırımcı Yahudi varlığına sağladığı desteği bir kez daha gözler önüne serdi. Burgess, sömürgeci hükümetlerin ve soykırım destekçilerinin ağzından düşürmediği bayat nakaratları tekrarladı: “toplumsal uyum” tehdidi, sahte “Yahudi düşmanlığı” yaygarası ve “siyasi şiddet” korkusu... Hatta işi, ülkede siyasi suikastlar olabileceği iftirasını atmaya kadar vardırdı.

Zalimi mazlum, mazlumu zalim göstermeye yönelik bu aciz çabasında Burgess, Gazze’deki ümmetin derdini sahiplenen Hizb-ut Tahrir’i örnek göstererek Gazze konusundaki hassasiyetleri istismar etmeye çalıştığını söyledi. Burgess konuşmasında, Hizb-ut Tahrir gibi bir oluşum dini motivasyonlu olsa da, kışkırtıcı davranışları, saldırgan söylemi ve sinsi stratejisi, Nasyonal Sosyalist Ağ’ın (bir neo-Nazi grubu) taktiklerine çok benziyor. Örgütün [İsrail]’i ve Yahudileri kınaması medyanın ilgisini çekmekte ve üye toplamaya yardımcı olmaktadır. Ancak ülke içinde şiddet eylemlerini veya siyasi amaçlı şiddet eylemlerini teşvik etmekten kasten geri durmaktadır. Hizb-ut Tahrir, yasallığın sınırlarını kırmadan test etmek ve esnetmek istemektedir. Neo-Nazilerde olduğu gibi, bu durum onların davranışlarını kabul edilebilir kılmaz. “İsrail” karşıtı söylemlerinin, daha geniş antisemitik anlatıları körüklemesinden ve normalleştirmesinden korkuyorum” dedi.

Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Avustralya, aşağıdaki hususları açıklığa kavuşturmak istiyor:

1- Bu dersin, bu konferansın ateşli bir Siyonist ve soykırımın yılmaz bir savunucusu olan Frank Lowy’nin kurduğu o meşhur Lowy Enstitüsü’nde verilmesi ne kadar da manidar. Hükümetin “toplumsal uyum” dediği o büyülü sözcüğün ardında neyin yattığını anlamak için bundan daha iyi bir sahne olamazdı. Burgess, çocuk katliamını ve cinsel şiddeti meşrulaştıran, şehirlerin topyekûn imhasını ve hayatta kalanların aç bırakılmasını rasyonelleştiren bir dinleyici kitlesine hitap etti. Anlaşılan o ki bunların “huzur” dediği şey, suçluların istediklerini yapması, kurbanların ise sesini çıkarmadan acı çekmesidir.

2- Avustralya, tarihsel olarak her zaman soykırımın yılmaz bir savunucusu olmuştur. İngilizler 1788’de gelip burayı işgal ettiğinde de soykırım normaldi. 1947’de Filistin’de ilk soykırım olduğunda da, 2023’ten beri devam eden bu son vahşette de soykırımı hep normal karşıladılar. Bütün bu suçlar kendi kanunlarına göre ‘yasal’ sayılırken, Burgess’in çıkıp “aman yasaları çiğnemeyin” diye endişelenmesi gerçekten ne kadar da aşağılık bir komedidir.

3- İslam’a karşı açılan yirmi yıllık ‘teröre karşı savaş’ haçlı seferi, Batılı sömürgeci devletlerin, işledikleri cürümlerin hesabını vermemek için ne denli alçalabileceklerini bize gösterdi. Geçmişteki suçlarının sorumluluğunu almak yerine, bütün beldeleri yerle bir ederek, milyonlarca masum Müslümanı katlederek ve bu vahşete karşı en ufak bir ses çıkaranı bile “terörist” diye damgalayarak suçlarına bir yenilerini eklediler. Şimdi aynı şeytani senaryo, soykırımcı Yahudi varlığını aklamak için sahneleniyor.

4- “İsrail” düşmanlığı, tüm inançlardan ve dünyanın dört bir yanından insanların ortak hissiyatıdır; bu düşmanlık, yalnızca ve yalnızca o işgalci varlığın işlediği cürümlere karşı fıtri bir tepkidir. İşte bu yüzden dünya, artık o bayatlamış ve ahmakça “Yahudi düşmanlığı” iftiralarını bir esnemeyle geçiştirmeyi öğrenmiştir.

5- Hizb-ut Tahrir’in Gazze meselesinde ümmeti istismar ettiği iftirası, sömürgeci kâfirlerin Müslümanlara duyduğu aşağılık kompleksinin bir yansımasıdır; zira bu iddia ümmeti çocuk yerine koymaktır. Güya Müslümanlar kendi başlarına siyasi tefekkürden acizmiş, bütün dünyanın gördüğü soykırımı göremeyecek kadar körlermiş de, kötü niyetli birilerinin sinsi oyunlarına kolayca kanacaklarmış... Elbette bu çocuklaştırma politikası, Batılı rejimlerin ümmeti topluca “terbiye etme” ve kontrol altında tutma stratejilerinin temel direğidir.

6- Burgess’in Hizb-ut Tahrir saldırısı, asıl hedefi ümmet olan bir gözdağı verme kampanyasıdır. Çünkü Hizb-ut Tahrir, ümmetin içinde Filistin’in işgaline karşı taviz vermeyen, ilkeli ve sarsılmaz bir sestir. Batılı rejim ve soykırım yardakçıları, sırf bu amaçla yeni zulüm yasaları icat etmek zorunda kalsalar bile, devlet terörü tehdidiyle ümmeti sindirmeyi ve susturmayı ummaktadırlar.

7- Hizb-ut Tahrir’in daveti, sadece Mübarek Toprak Filistin’i Siyonist işgalcilerin pisliğinden temizlemek değildir. Bu dava, aynı zamanda, halklarını sömüren, fakirleştiren ve açgözlü kapitalist efendilerin kölesi haline getiren laik tağuti rejimler altında inleyen tüm dünya mazlumlarını -Müslüman olsun kâfir olsun- kurtarma davasıdır. Hizb-ut Tahrir’in projesi, Batı’nın %1’lik kesimine hizmet eden sömürücü kapitalist sisteme karşı kapsamlı bir uygarlık alternatifi sunmaktadır. Bu alternatif, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafettir. Hilafet, Allah’ın indirdikleriyle yönetecek, sadece Müslüman topraklarına değil, tüm dünyaya adalet ve istikrar getirecektir.

8- Burgess’in Hizb-ut Tahrir’e yönelik saldırısı, Batı medyasının yürüttüğü daha geniş İslamofobi kampanyasının bir enstrümanıdır. Bu kampanyanın stratejik amacı, Batı’nın iflas etmiş medeniyetine bir alternatif olarak İslam’ın yükselişini engellemek için, İslam’ın gerçek doğası hakkında küresel bir dezenformasyon yaratmaktır. Burgess’in rolü, bu bağlamda, İslam’ın mesajını itibarsızlaştırmak için Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iftira atan Kureyşli müşriklerin propagandist rolüne benzemektedir. Ancak tarihsel tecrübe göstermiştir ki, bu tür karalama kampanyaları başarısız olmaya mahkûmdur. Hakikatin batıldan ayırt edilmesi sadece bir zaman meselesidir.

9- Burgess’in kasıtlı muğlaklığına ve zaman zaman apaçık dezenformasyonuna karşı, tüm dünyadaki Müslümanlarca benimsenen, Filistin meselesine dair İslam’ın görüşünü yeniden teyit etmek istiyoruz:

A- Filistin İslam toprağıdır ve onun geleceğine yalnızca Müslümanlar karar verecektir.

B- Tarih boyunca İslam yönetimi altında Filistin’de Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar barış içinde bir arada yaşamışlardır.

C- Filistin’in İngiliz mandası döneminde sömürgeci çıkarlar doğrultusunda Siyonistlere devredilmesi meşru kabul edilemez. Müslümanlar, işgalin varlığını normalleştirme yönündeki her türlü girişimi daima reddedeceklerdir.

D- Filistin, askeri işgal yoluyla ele geçirilmiştir ve askeri saldırganlığa verilecek tek kabul edilebilir cevap, askeri operasyondur.

E- Siyonist işgalin zalim ellerini kırmak ve Mübarek Toprak Filistin’i tamamen özgürlüğüne kavuşturmak, bu toprakların öz evlatları olan Müslüman ordularının boynunun borcudur.

Devamını oku...

El Faşir’in Ele Geçirilmesi Yolun Sonu Mu, Yoksa Daha Hala Oynanacak Tehlikeli Oyunlar Var Mı?!

Sudan, iki yılı aşkın bir süredir devam eden savaşında büyük bir dönüm noktasına tanıklık etti. Zira Hızlı Destek Güçleri’nin (HDG), Sudan ordusunun ülkenin batısındaki Darfur bölgesindeki son kalesi olan El Faşir kentini ele geçirerek bölgedeki hâkimiyetini pekiştirdi. Çatışmalar şu anda komşu Kordofan bölgesinde yoğunlaşmaktadır.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, geçtiğimiz Pazar gününden bu yana El Faşir’de yaşanan çatışmalar nedeniyle çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 36 binden fazla sivil yerinden edildi. Bu insanlar, kimliğe dayalı cinayetler, kundaklama, kız çocukları ve kadınları hedef alan tecavüz eylemlerinin yanı sıra yağma, talan ve fidye için adam kaçırma gibi çok sayıda ihlale maruz kaldı. Yerinden edilenlerin büyük bir kısmı, hâlihazırda yaklaşık 650 bin yerinden edilmiş kişiyi barındıran ve 70 kilometre uzaklıktaki Tavile kasabasına yöneldi. Bu durum, Kuzey Darfur genelinde halk için son güvenli sığınak haline gelen bu kasabadaki insani durumu daha da kötüleştirdi.

BM, El Burhan’ın ordunun çekildiğini kabul etmesinin ardından El Faşir’de bir insanlık felaketi yaşanabileceği uyarısında bulundu. Açıklamada, Hızlı Destek Güçleri’nin burada yeni ve korkunç suçlar işlediği, video kayıtlarının HDG unsurlarının sivillere, esir alınmış askerlere ve müttefik gruplara karşı toplu infazlar gerçekleştirdiğini belgelediği belirtildi. İnsani alanda faaliyet gösteren Sudan Doktorlar Ağı da Hızlı Destek Güçleri’ni El Faşir’de faaliyet gösteren tek hastanedeki hastaları ve refakatçilerini katletmekle suçladı. Başkent Hartum yerine ülkenin en doğusundaki Port Sudan şehrini geçici başkent olarak kullanan Sudan hükümeti, Hızlı Destek Güçleri’nin ihlallerinin soykırım suçu düzeyine ulaştığını, El Faşir’i kontrol altına aldıklarından bu yana yaklaşık iki bin sivili öldürdüklerini ve şehirden kaçmaya çalışanların da tecavüz, yağma ve fidye için kaçırılma gibi ihlallere maruz kaldığını açıkladı.

UNICEF İcra Direktörü ise yaptığı açıklamada, 500 günden fazla bir süredir kuşatma altında olan Faşir’deki yaklaşık 130 bin çocuğun öldürülme, sakat bırakılma, kaçırılma ve cinsel şiddet gibi ağır ihlallere maruz kaldığını belirtmiş, gıda, su ve ilaç kıtlığı nedeniyle orada hiçbir çocuğun güvende olmadığını ve kötüleşen insani koşullarla karşı karşıya olduklarını vurguladı.

Güvenlik Konseyi ise her zamanki gibi, Hızlı Destek Güçleri tarafından sivil halka karşı işlendiği bildirilen vahşet olaylarından duyduğu endişeyi dile getirdi ve çatışmanın tüm taraflarını derhal ateşkese uymaya çağırdı. Oysaki bu Konsey, savaş boyunca kınama ve eleştiriden bile uzak durmuştur, çünkü içerisindeki büyük veya etkili devletler Sudan’daki çatışmayı körükleyenlerin ta kendileridir.

Ey Sudan halkı! Ne zamana kadar Sudan’daki ve diğer yerlerdeki çatışmalar, uluslararası güçlerin sömürü hırslarına ve onların şeytani planlarına, müdahalelerine ve çatışan taraflara silah sağlayarak tam bir kontrol sağlama mücadelelerine yakıt olmaya devam edecek?! Kadınlarınız ve çocuklarınız, iki yılı aşkın bir süredir Batı ve işbirlikçilerinin Sudan’ın kaderini kontrol etme çıkarlarından başka bir şeye hizmet etmeyen bu kanlı çatışmadan dolayı acı çekmektedir. Stratejik konumu ve zenginlikleri nedeniyle her zaman tamah ettikleri Sudan’ı parçalamak ve bölmek onların çıkarınadır. Hızlı Destek Güçleri’nin El Faşir’i ele geçirmesi de bu komploların bir başka halkasıdır. Zira Amerika bununla Darfur bölgesini koparmak, Sudan’daki nüfuzunu pekiştirmek ve oradaki İngiliz nüfuzunu ortadan kaldırmak istemektedir.

Çözüm ne demokratik bir hükümette ne de askeri bir hükümettedir. Çözüm, sömürgeci kâfir Batı’nın tüm renkleri, şekilleri ve takipçileriyle birlikte nüfuzundan kurtulmaktır. Çözüm, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet’in gölgesinde İslam’ı yönetim makamına taşımaktır.

إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ  “Eğer Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” [Âli İmran 160]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER