NATO Zirvesi Gerçekleşti... Zirvede Alınan Kararlar Nasıl Okunmalı?
- Kategori Seçkiler
- |
Haber-Yorum
“Gazze'yi Hilafet Kurtarır” Etiketiyle Türkiye'deki Sosyal Medyada Geniş Etkileşim!
Haber:
“ #GazzeyiHilafetKurtarır etiketi, Türkiye'de X platformunda 251 binden fazla tweet ile en çok paylaşılanlar arasında yer aldı. Tweetlerde, kullanıcılar İslami Hilafetin, Gazze savaşını sona erdirmek ve Filistin halkına destek olmak için tek yol olduğu görüşünü ifade ettiler.” Bu, el-Cezire Türkiye'nin resmi Facebook sayfasında yayımlanan haberin veya paylaşımın başlığı ve içeriğiydi.
Yorum:
El Cezire Türkiye'nin yayınladığı bu habere ilişkin insanların yorumlarını takip etmek dikkat çekicidir; bu yorumlar, ümmetin büyük çoğunluğunun bu haberin içeriğinden uzaklaşmadığını göstermektedir; hatta bu haberi şu şekilde yeniden formüle edebilirsiniz: tüm ümmet veya onun büyük çoğunluğunu Hilafeti arzulamaktadır; dolayısıyla bunun, ümmetin tarihine, kültürüne, günümüzle etkileşimine ve aynı şekilde geleceğe yönelik bakışına kadar uzanan derin anlamları vardır.
Ümmetin tarihi ve kültürüyle ilgili boyuta gelince; tarih açısından; eğer ümmetin ilmi ihtişamını veya milletlere karşı ilerlemesini ya da dünya egemenliği alanındaki liderliğini bir araştırırsanız, sistemi ve değerleriyle tüm yaşam alanlarında somutlaşıp hakim olan İslam'ın dışında Arabı, Acemi, Kürdü, Türkü ve tüm ırklarıyla bir milletin üzerinde birleştiği ve bakış seviyesinin yükseldiği övünçler ve başarılar bulamayacaksınız. Ümmetin kültürüne gelince; Ümmetin aldığı her nefesin ve zafer, adalet, birlik, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak, yoksullarla zenginler arasındaki uçurumu kapatmak gibi ifade etmek istediği her anlamın, sadece açık bir şekilde Allah Subhanehu’nun Kitabı’na ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine ve aynı şekilde ümmetin bayramları, oruçları, iftarları ve haclarındaki birliğine uzandığını göreceksiniz; dolayısıyla tüm bu anlamlar, ümmetin vatan ve millet sınırında kalmayıp mefhumlarıyla daha büyük bir ümmet olduğunu söylemektedir.
Ümmetin mevcut durumuna gelince; ümmet için sonu gelmeyen sloganlar atılıp süslendi ama bunların hepsi, İslam'dan uzak, dahası onunla doğrudan ve yüz yüze çatışmaktadır. Nitekim ümmet, Gazze'deki kardeşlerinin bombalandığını gördü, ümmetin vicdanında bildiği sınırların, kan şelalesini durdurmak için geri durmayı haklı çıkarmak amacıyla kullanılan hayali sınırlar olduğunu gördü ve çıkar, güç dengesi, vatan ve millet gerekçesiyle oturmanın korkakları, ülke üstüne ülkeyi kırıp geçiren ve kan üzerine kan döken Yahudilerin savaşında Müslümanların yanında durmayan kimselere dönüştüğünü gördü; zira rejimler, ülkelerini teslim ettiler, kasabın kapılarının eşiğinde durmasını beklediler ama kasap, daha önce kendisi çatışmadan ve akide ve din kardeşine yardım edilmesini söylemekten kaçınan, dolayısıyla güvenlik gerekçesiyle kendisini teslim etmeyen ama kardeşine de destek vermeyen bir ülkeye bıçağıyla gelip girmek için izin istemedi.
Aynı zamanda ümmet, eğer tam bir ümmet duruşuyla durur ve hep birlikte Allah'ın ipine sarılıp bölünmezse, -silah ve asker olarak- ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir gücün onun karşısında duramayacağını görecektir.
Tüm söylemlerin başarısız olduğu acı dolu mevcut durumuyla ümmetin geleceği hakkında gördüğü şey ise, şu an yaşamış olduğundan farklı bir gelecek yaşamak için kültüründen ve tarihinden ilham aldığı şeydir; zira Rabbinin Kitabı’nın ve Peygamberinin sünnetinin gölgesi altında tek bir ümmet olarak bir araya geleceği gelecek, Allah’ın izniyle yakın bir gelecektir; işte o zaman ümmet, Yahudilerin elini Filistin halkının üzerinden kaldıracak, dahası Filistin’i kurtaracak ve ilk kez girdiği gibi mescide girecektir. Böylece dünya, ümmetin yeryüzünün mevcut resmini katlayıp ona İslam’ın örtüsünü giydirdiğini ve onu bu dinin ışığıyla aydınlattığını görecektir.
Allah'ın Kitabı'nın ve Rasulü'nün sünnetinin gölgesi altında birleşen ve Allah yolunda cihad eden tek ümmet, “Hilafet” kelimesinin ayrıntılı bir şerhinden başka bir şey değildir; her ne kadar ümmet Hilafet hakkında ifade etmek istediğini bir anda açıkça söyleyemese de ancak bu onun düşüncelerinde ve duygularında mevcuttur. Bakın işte bugün ümmet, o kadar açık konuşuyor ve o kadar iyi anlıyor ki, bu fikrin nefislerde kök saldığını ve kalplerde yerleştiğini net bir şekilde ifade eder bir düzeye ulaşmıştır.
Belki de ümmetin, bu “Hilafet” projesi için ortaya çıkmasını ve onun için en değerli şeylerini satmasını engelleyen tek şey, onu gözünde ulaşılması zor hale getiren zorluklardan biri olarak görmesidir; bu da umudun anlamlarını, daha da önemlisi Allah'a güvenmenin, O'na bağlanmanın ve sadece O'na tevekkül etmenin anlamlarını aşılamayı gerektirmektedir ki böylece ümmet projesi için çalışabilsin ve iman ettiği şeyleri ciddiye alabilsin; zira Allah bir çocuğun doğmasını tak ederse, bu gün ümmet çocuğunu kucağına almaya ve onu canı ve malıyla korumaya hazırdır. Bu, Allah’ın izniyle kurtuluşun müjdelerinden biridir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Abdulmunim El-Caberi
Haber-Yorum
Yahudi Varlığı İle Suriye Yöneticileri Arasında Normalleşmeye Yönelik Doğrudan Ve Sürekli Temaslar!
Haber:
Suriye televizyonu sayfası 28/6/2025 günü, İbrani medya organlarından, Yahudi varlığının dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik konseyi başkanının açıklamalarını aktardı; bilgi sahibi Suriyeli kaynaklara göre, Suriye ve Yahudi varlığı, Beşar Esad'ın devrilmesinin ve Suriye rejiminin Golan'ı Yahudi varlığının bir parçası olarak kabul etmesinin ardından, varlığın işgal ettiği bölgelerden çekilmesi şartıyla bir barış anlaşması imzalamak için doğrudan temaslar yürütmektedirler.
Yorum:
Yahudi Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar, ülkesinin “prensip olarak Suriye ile müzakere sürecine girmeye karşı olmadığını belirtti.Ancak gelecekteki herhangi bir barış veya normalleşme anlaşması, Golan Tepeleri bizim elimizdeyken yapılması gerekir.Ben şu noktayı vurgulamak istiyorum; bu meselede taviz vermeyin.Eğer Suriye, "İsrail'in" Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanırsa bu, kabul edilebilir bir anlaşmanın temeli olacaktır. Ancak biz, henüz bu aşamada değiliz ve gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz."
Bu kanal, Suriye'den bilgi sahibi kaynaklara dayanarak, Suriye ve Yahudi varlığının, 2025 yılı sonuna kadar bir barış anlaşması imzalamaya yöneldiğini aktardı.Anlaşma uyarınca, Yahudi varlığının, geçen yıl 8 Aralık'ta tampon bölgeyi işgal ettikten sonra, Cebel-i Şeyh dağı da de dahil olmak üzere kontrol altına aldığı tüm Suriye topraklarından kademeli olarak çekilmesi bekleniyor. Nitekim tarihi anlaşma, iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesini sağlayacak ve Golan Tepeleri de bir barış bahçesi haline gelecektir. Suriye, Trump'ın görev süresi bitmeden önce Yahudi varlığıyla barış yapma olasılığını dışlamıyor ve son günlerde Yahudi varlığıyla her gün doğrudan diyalog yürütülüyor.
Yahudi varlığının sözde ulusal güvenlik konseyi başkanı Tzachi Hanegbi, varlığı ile Suriye hükümeti arasında doğrudan ve sürekli temasların olduğunu, iki tarafın normalleşme olasılığını ele aldığını ve Suriye ile diyaloğun artık arka kanallar veya arabulucularla sınırlı kalmayıp, aksine çeşitli hükümet düzeylerini de kapsayan doğrudan ve günlük temaslara dönüştüğünü açıklamıştır.Nitekim Suriye ve Lübnan, varlığın diğer Arap ülkeleriyle imzaladığı İbrahim Anlaşmalarına benzer şekilde Yahudi varlığıyla normalleşme anlaşmaları imzalamaya aday ülkeler olarak değerlendiriliyor.
Bu açıklamalar, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın 7/5/2025 günü yaptığı açıklamalarla örtüşmektedir;zira eş-Şara, Fransa'da Macron ile düzenlediği ortak basın toplantısında, ülkesi ile Yahudi varlığı arasında durumu yatıştırmak ve kontrolü kaybetmemek için dolaylı müzakereler yürütüldüğünü söylemişti.Trump, Ahmed eş-Şara'yı Riyad'da kabul etmiş ve 13/5/2025 günü onunla 33 dakika süren bir toplantı yapmıştı; nitekim Trump, “Ahmed eş-Şara'ya, durum istikrara kavuşur kavuşmaz İbrahim Anlaşması'na katılmasını umduğunu söyledim, o da evet dedi. Ancak önlerinde çok iş var” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Bu açıklamalar, Amerika'nın çıkarları için Türk istihbaratının mutfağında pişirilip hazırlanan Ahmed eş-Şara başkanlığındaki Suriye rejiminin, Yahudi varlığını tanıyarak Türkiye rejimi ve Filistin'in Müslümanların elinden kayıp kafirlerin eline geçmesine ortak olmak için barış ve normalleşme anlaşmaları imzalayan diğer Arap rejimleri gibi normalleşme yoluna girerek büyük bir ihanet işlemenin eşiğinde olduğunu göstermektedir.
Aynı zamanda Beşar Esad'ın 8/12/2024 günü firar etmesinden bu yana Yahudi varlığı Suriye'deki saldırılarına devam etmekte olup Suriye'nin askeri kapasitesinin yaklaşık %70 ila %80'ini tahrip etmiş, Şam'a yaklaşık 25 kilometre kadar yaklaşarak yeni Suriye topraklarını işgal etmiştir.Yeni Suriye rejimi ise, tek bir kez bile cevap verme zahmetine girmemiştir!Dolayısıyla cihad ve fedakarlığı bir kenara bırakıp aşağılanmayı ve zilleti tercih etmiş, teslim olmaktan başka bir yol izlememiş ve Amerika'dan, bölgedeki Amerikan nüfuzuna karşı çıkabilecek ve Filistin'i Yahudi varlığının pençesinden kurtarılmasını talep edebilecek her türlü gücü vurmak için kullandığı bir araç olan Yahudi varlığının saldırılarını durdurmasını istemiştir.
Suriye'nin yeni yöneticileri, Filistin otoritesinin izlediği ve onu daha da aşağılayıp küçük düşüren ve Yahudi varlığının bekçisi haline getiren bu yaklaşımı izleyerek, özellikle Golan olmak üzere topraklarını kurtaracaklarını sanıyorlar; ancak Beşar Esad'ın kaçmasından sonra Golan'dan vazgeçtikleri ve Yahudi varlığının işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmesiyle yetindikleri sürece bu mümkün değildir!
Aynı şekilde onların elinde, Filistin'in kurtuluşu ve halkının desteklenmesi konusunda da hiçbir düşünceleri olmadığı ortaya çıkmıştır; oysa özellikle Gazze olmak üzere Filistin halkı, diğer Müslümanlar gibi kendilerine uygulanan toplu katliama maruz kalıyorlar.Onlar (Suriye’nin yeni yöneticileri) ise bakış açılarını, sömürgecilerin Sykes-Picot Anlaşması ile sınırlarını çizdiği Suriye sınırları içindeki dar bir vatancılıkla sınırlı hale getirmişler ve Suriye devriminin talebi olan, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet ile somutlaşan İslami yönetimi ikame etmeyi unutmuşlardır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur
Haber-Yorum
Milletlerin Kalkınması Altın ve Gümüşle Değil, Fikirle Olur!
Haber:
Hicri yılın ilk gecesinde, dünyanın en değerli örtüsü olan kutsal Kâbe'nin örtüsü değiştirilir. Nitekim bu örtü için yaklaşık 1000 kilogram ham ipek, 120 kilogram altın tel ve 100 kilogram da gümüş tel kullanılmıştır.Kutsal Kâbe'nin örtüsünün parçaları 16 adet olup kemerin altında 6 parça, 12 adet kandil, Kâbe'nin köşelerine yerleştirilen 4 adet sütun ve 68 ayetle işlenmiş 47 adet ipek parçadan oluşmaktadır ve bunların üretimi bir ay sürmüştür.Bu örtünün ağırlığı 1416 kilogramdır.
Yorum:
Kâbe'nin örtüsü, hatta Kâbe'nin kendisi, Allah katında Müslümanların kanı ve ırzından daha değerli ve daha üstün değildir ki Müslümanlar yerlerinden edilmiş, kuşatılmış, yiyecek, içecek ve ilaçtan mahrum bırakılmışlarken altın, gümüş ve ipekle süslenip tüm bu paralar ona harcansın!Nitekim bizler, Müslümanların paralarının dünyanın en pahalı kıyafetlerinin ve Guinness Rekorlar Kitabı'na girmek için en büyük pilav tabağının üretiminde heder edildiği Rüveybida yöneticilerin döneminde yaşıyoruz!Böylece İslam ümmeti, güçsüz ve cihat etmeyen orduları, heder edilen paraları, geleceği olmayan gençleri, yağmalanan ve bizleri öldürecek ve ülkemizi yok edecek silahlar yapsınlar diye kâfirlerin eline teslim edilen zenginlikleri olan bir ümmet haline geldi. Sonra da yöneticiler karşımıza çıkmış kınayıp ağıtlar yakıyorlar. Oysa Müslümanların başına gelen belanın ve hastalığın kaynağı bizzat onlardır.Nitekim Ömer ibn Hattab Radıyallahu Anh'a, “Kabe'yi ipekle örtmeyecek misin?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Müslümanların karınları, Kabe'yi ipekle örtmekten daha evladır.”
Mekke-i Mükerreme, içinde Buytullahil Haram'ın olduğu, dünyanın çeşitli yerlerinden Müslümanların bir araya geldiği ve dünyayı ve sahip oldukları her şeyi Allah yolunda terk ettikleri bir yerdir. Bu yüzden bir Müslümanın, Allah'ın evini ziyaret etmeyi büyük bir arzu ve sabırsızlıkla beklediğini görürsünüz ancak hac ve umre artık para biriktirmek için bir ticaret ve fırsat haline gelmiştir.Yani her şeyin bir karşılığı vardır; zira maddiyat her şeyi gölgede bırakmış olup şeytanı taşlamak için kullanılan taşlar bile satılır hale gelmiştir!!Oysa Allah'ın şiarları, Allah Azze ve Celle için kalmaya devam edecektir.Yaşadığımız ve Müslümanları öfkelendiren çelişki ise, Allah'ın şeriatını terk etmenin doğal bir sonucudur; zira böylece artık, Yahudiler ve Hıristiyanlar kendisinden razı olsun diye dinini değersiz bir metaya satan bir ajanın, hainin ve normalleşenin Harameyn eş-Şerefeyn'in hizmetkârları olarak adlandırıldığı bir dönemde yaşıyoruz.Böylece mafsallarımız kesilmiş olup Müslümanlar, fesadın ve çıplak ve ahlaksız festivallerin içinde boğulmuştur. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ne kadar da doğru söylemiştir: سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ“İnsanlara öyle aldatıcı seneler gelecek ki, o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlü olanlar da yalanlanacaklardır. O zaman hainlere itimat edilecek, emin olanlar da ihanetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruvaybida konuşacaktır.” Denildi ki Ruveybida da nedir? Buyurdu ki: “Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) müptezel adamdır.”
Üzerimizden İslam Devleti kaybolunca, İslam renksiz ve kokusuz bir hale geldi; dolayısıyla bizleri çarpık insan yapımı bir sistemle yönettiler; böylece milletlerin kuyrukları haline gelip herkesin göz diktiği bir hedef haline geldik.İşte biz bu hale geldik ve bu yöneticiler Müslüman ülkelerde otlamaya devam ettikleri sürece de bu felaket devam edecektir.İslam bir ideoloji olup kendisinden nizamın fışkırdığı bir akideye sahiptir; bu nizam ise, ibadetleri, muamelatı, ekonomik ve içtimai nizamı, dış ilişkileri ve yönetim sistemini kapsayan ayrıntılı ve kapsamlı bir nizamdır...مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْء “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” [En’am 38] Dolayısıyla İslam sayesinde kullar ve ülkeler yükselir ve onları, köhnemiş geleneklerden ve yanlış inançlardan kurtarır.Bu yüzden İslam, bir din ve devlet olup ibadethaneler ve bazı muamelatlarla sınırlı olan bir ruhbanlık dini değildir.
Bu ajan yöneticilerin ortadan kalkması kaçınılmaz bir durumdur; nitekim ümmet, bilinci ve iradesiyle onları kaldırıp atacak ve onların ortadan kalkmasıyla birlikte Allah'ın izniyle hayır yayılacak ve adalet hakim olacaktır; zira sadece İslam nizamı sayesinde zararlı yönetimi ortadan kaldırıp yeryüzünde Allah'ın hükmünün yeniden tesis edebiliriz. Çünkü bu, hile yapanların hilesine ve tuzak kuranların tuzağına rağmen Azze ve Celle'nin bir vaadidir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zeyneb Benrahuma
El-Raye Gazetesi
Lahey'deki NATO Zirvesi... Tarihinde Bir Dönüm Noktası!
Üstad Esad Mansur’un Kaleminden
25 Haziran 2025 tarihinde Hollanda'nın Lahey kentinde düzenlenen NATO zirvesi sona erdi ve savunma harcamalarının 2035 yılına kadar gayri safi yurtiçi hasılanın %5'ine çıkarılması üzerinde anlaşmaya varıldı.İspanya hariç 32 müttefik ülke, yıllık gayri safi yurtiçi hasılalarının %3,5'ini askeri harcamalara, %1,5'ini ise siber güvenlik ve askeri ulaşım gibi daha geniş güvenlik alanlarına ayırmayı kabul etti.
Kapanış bildirgesinde, “Washington Antlaşması’nın 5'inci Maddesi’nde yer aldığı şekilde, kolektif savunmaya olan sarsılmaz taahhüdümüzü yineliyoruz, birimize yapılan saldırı hepimize yapılmış sayılır” şeklinde geçmiştir.Bu, “ABD Başkanı Trump'ın bu ilkeye bağlılığı konusunda şüphelerin” ardından geldi. “Zira NATO üyelerinden bu oranı talep etmiş ve şayet bağlı kalmazlarsa Amerika'nın onları savunmaktan vazgeçeceğini ve NATO'dan çekileceğini, çünkü Avrupalıların kendilerini savunmak için çok az para harcadığını” söylemiştir. Nitekim onlar kabul ettikten sonra şöyle dedi: “Yıllardır harcamaları %5'e çıkarmalarını istiyorum ve bunu yapacaklar... Bu çok önemli bir haber olacak... Onların yanında duruyoruz.” Uzlaşmacı bir tonla da “Bu herkes için büyük bir zaferdir” dedi.
Bu yüzden NATO'yu neredeyse dağıtıp paramparça edecek kadar gergin bir ortam vardı; nitekim Avrupalılar, Trump'ın tehditleri altında boyun eğdiler ve aşırı zayıflıkları ve Amerika'ya güvenme arzuları nedeniyle onunla doğrudan çatışmaya girmekten kaçındılar.Zira Avrupalılar, egemenlik çatışmaları nedeniyle on milyonlarca insanın hayatına mal olan ve ülkelerini yerle bir eden bir felaketi yaşatan İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana ülkelerinde egemen olan barış ve refah ortamına alışmışlar ve savaşı sevmemişlerdir.Milliyetçilik, aralarında sık sık savaşların alevlenmesine neden olmuş ve İslam'ın milliyetçiliği köklü bir şekilde tedavi etmek için Müslümanları tek bir potada erittiği gibi batıl kapitalist ideolojileriyle milliyetçiliğe çözüm bulamamışlar ve Avrupalıları tek bir potada eritememişlerdir.Dolayısıyla doğudan kendilerini tehdit eden ve Avrupa'nın büyük bir bölümünü kontrol eden Sovyetler Birliği'ne karşı kendilerini savunması için öncelikli olarak Amerika'ya yönelmişlerdir.
Bu nedenle 1949 yılında NATO kurulmuş, ama 1991'de Sovyetler Birliği'nin, onun "Varşova Paktı'nın" ve komünizmin çökmesiyle bu tehdit ortadan kalkınca artık NATO'ya ihtiyaç kalmamış ve bunun üzerine onun feshedilmesi ve ona yönelik harcamaların durdurulması çağrısında bulunan sesler yükselmişti. Dolayısıyla NATO’nun finansmanının büyük kısmı Amerika yüklenmişti ancak Avrupa üzerindeki hakimiyetini sürdürmek ve 2001 yılında Afganistan'a yönelik savaşında sürüklediği gibi onu başka bölgelerde de kullanmak için NATO'nun devam etmesini istiyordu.Bu yüzden onlardan daha fazla askeri harcama talebinde bulunmaya başladı; nitekim 2014 yılında her bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasının %2'sini taahhüt etmesi üzerinde anlaştılar ancak çoğu bu taahhüdünü yerine getirmedi.
Amerika'nın diğer üyelerden askeri harcamalarını artırmalarını talep etmesinin nedeni, 2008 yılında New York'ta küresel mali krizin patlak vermesinin ardından içinden çıkılmaz bir mali krizin yaşanmaya başlaması ve 3/3/2025 tarihinde açıklandığı gibi o yıldan itibaren kamu borcunun katlanarak 9,2 trilyon Dolardan 36,2 trilyon Dolara çıkmış olmasıdır.Borç faiz oranı %3,2'ye yükselmiştir.Bu, devlet borcunun rekor seviyesi olup artık sadece Amerika'yı değil, küresel finansal istikrarı da tehdit eder hale gelmiştir.Bu nedenle Trump, bu seviyenin yükselmesi ve askeri harcamalar da dahil harcamaların azaltılmasını engellemek için tüm ciddiyetiyle çalışmaya ve Körfez ülkeleri gibi diğer ülkelerden şantajla para toplamaya başlamıştır;zira iki saat içinde 5,1 trilyon Doların bir kısmını topladığını açıklamıştır. Nitekim bu parayla devletin Federal Rezerv üyesi bankalara olan taksitlerini ödeme imkanı bulabilecektir. Aksi takdirde devlet iflasını ve ödeme yapamayacağını ilan edecek, bu durum bu büyük bankaları da vuracak, dolayısıyla tüm Amerikan ekonomisini ve Amerika ile, onun para birimi ve krizleriyle bağlantılı olan tüm dünyayı etkileyecekti.
Bu nedenle Amerika, Cumhuriyetçi meslektaşlarına göre daha diplomatik bir üslup kullanan Obama ve Biden yönetimindeki Demokratlar döneminde, kulislerde baskı ve tehditler uygulayarak Avrupalılara askeri harcamaları artırmaları için tehditler savurmaya başlamıştır.
Trump'ın ilk döneminde, %2'lik orana bağlı kalmaları için onlara açıkça baskı yapmaya başlamış ve 19 ülke bu orana uymayı taahhüt etmişti.İkinci döneminde ise Trump, talep tavanını %5'e yükseltmiştir.Nitekim NATO'nun son zirvesi öncesinde, üyelere kendi istediği şeyleri dayatmak için Amerika'nın büyüklüğünü ortaya koymaya hırs göstermiş, dolayısıyla İran'ın nükleer santrallerini vurarak Yahudi varlığı ile İran arasındaki savaşı durdurduğunu ilan etmiştir. Bunun üzerine kibirli bir şekilde, “Dünyada bunu yapabilecek Amerikan ordusu dışında başka bir ordunun olmadığını” söylemiştir.İran'ın nükleer yeteneklerini yok etmenin Avrupalıların çıkarlarına olduğu bilinmelidir; zira 2003 yılından beri bu konuyu gündeme getiren ve İran'a nükleer faaliyetleri konusunda uyarıda bulunan bizzat Avrupalılar olup onları da, 2012 yılından itibaren Avrupalıların teşvikiyle İran'ı ve nükleer santrallerini vurmakla tehdit etmeye başlayan Yahudi varlığı izlemiştir.Bakın işte Amerika, onların yapmayı başaramadıklarını gerçekleştirmiş olup onlar olmadan yeni bir Ortadoğu inşa etmeye çalışmaktadır; dolayısıyla onların yapabilecekleri tek şey boyun eğmek olup aksi takdirde buradaki geriye kalan varlıklarını da kaybedeceklerdir.
Avrupalıların boyun eğmesi; İngiltere Başbakanı Starmer şöyle demiştir: “Vatandaşların güvenliğini sağlamak için esnek, hızlı ve net bir ulusal vizyona sahip olmamız gerekiyor.”Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Şansölyesi Merz, 23/06/2025 günü Financial Times gazetesinde yayınlanan ortak makalelerinde, itibarlarını korumak için şunları söylemişlerdir: “Avrupa’nın yeniden silahlanmaya ihtiyacı vardır ve bunu kimse bize dayatmıyor; çünkü bizler vatandaşlarımıza karşı sorumluluğumuzun bilincindeyiz.”Ayrıca Trump'a hitaben, “Avrupa'daki istikrarsızlığın kaynağı Rusya'dır” diyerek, “Ukrayna'da ateşkesin sağlanması için yaptırımları artırarak Rusya'ya baskı yapılması” çağrısında bulunmuşlardır. Böylece acziyetlerini ortaya koydular; zira onlar bunu, Amerika olmadan yapamazlar. Yine Belçika Başbakanı De Wever, “Kıtanın, çok zor bir dönemde güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyor” dedi.
Avrupalılar, Ukrayna'da savaşın patlak vermesiyle Rusya tarafından gerçek tehdit altındadırlar; eğer Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kabul ederlerse, o zaman Kaliningrad'da Rusya topraklarını çevreleyen Baltık ülkeleri ve Polonya'ya göz dikecektir.Bu nedenle Putin, “Batı, Amerika'nın başkanlığında Berlin Duvarı'nın yıkılmasını, yani Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından Doğu Avrupa'dan çekilmeyi kabul ederek bizi aldatmıştır” dedi.Eğer Amerika onları savunmazsa, kendilerini savunamazlar; bu yüzden onların Amerika'ya çok ihtiyaçları vardır; nitekim Almanya Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer'in 2/3/2024 tarihinde ifade ettiği gibi Avrupa'nın en önemli ülkesi olan Almanya'nın Rusya ile yüzleşmeye hazır hale gelmesi için 5 ila 8 yıla ihtiyacı vardır.
Amerika, iki tarafı da dahil ettikten sonra Rusya ile savaşın maliyetinin çoğunu Avrupalılara yüklemek istiyor; böylece her iki tarafı birbirinden uzaklaştıracak, Amerika'ya karşı güçlerini ve etkilerini zayıflatacak ve Çin'i Rusya'dan uzaklaştırarak onun uluslararası alanda tek başına kalmasını sağlayacaktır.
NATO, Müslümanları da tehdit eden sömürgeci bir haçlı ittifakıdır;bu yüzden Türkiye'nin onun içinde üye olarak kalması caiz olmadığı gibi ona karşı hazırlıklı olmaları gerekir.Bu da ancak İkinci Raşidi Hilafeti kurup ülkelerini birleştirmeleriyle mümkün olacaktır; böylece hem Allah'ın düşmanlarını, hem kendi düşmanlarını, hem de haçlı sömürgecilerin ajanları ve dostlarından aralarına sızmış kendileri dışındaki diğer düşmanları korkutacaklardır.
Haber-Yorum
Şam, Yahudi Varlığıyla Sessizce Görüşmeler Yürütüyor!
Haber:
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, El Cezire'ye verdiği röportajda şunları söyledi: Suriye'nin mevcut yönetimi, Yahudi varlığıyla tüm meseleler hakkında sessiz görüşmeler yürütüyor. Bu arada Barrack, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara hükümetinin Yahudi varlığıyla savaş istemediğini belirtirken, El Cezire'ye verdiği demeçte Suriye'nin yeni yönetimine bir şans verilmesi çağrısında bulundu.Kayda değerdir ki Amerikan yönetiminin, özellikle 13 Mayıs'ta Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da Başkan Donald Trump ve Ahmed eş-Şara'nın bir araya geldiği toplantının ardından Şam'a karşı daha açık bir tutum sergilemiştir. (El Cezire, 27/06/2025)
Yorum:
Nitekim Ahmed eş-Şara hükümeti ile İsra ve Mirac topraklarını gasp eden Yahudi varlığı arasında görüşmelerin yapıldığına dair haberler yayılmıştır; ayrıca ABD'nin özel temsilcisi bu görüşmeleri “sessiz görüşmeler” olarak nitelendirmiş olup eş-Şara hükümeti ise bu haberlere yönelik herhangi bir yalanlama yayınlamamıştır. Aksine daha önce Ahmed eş-Şara, iki taraf arasındaki görüşmeler hakkında medya organlarının ele aldığı haberlerin doğruluğunu teyit eden açıklamalar yapmıştı;zira Arabi21 sitesinin aktardığına göre 31/05/2025 tarihinde yaptığı açıklamada, ülkesinin ve Yahudi varlığının “ortak düşmanları olduğunu, bombalama, saldırı ve gereksiz intikamın sona ermesi gerektiğini ve bölgesel güvenlikte önemli bir rol oynayabileceğini” belirtmiştir. Ayrıca Yahudi kanalı I24, bilgi sahibi Suriyeli bir kaynaktan, Yahudi varlığı ile Suriye'nin 2025 yılı sonuna kadar iki ülke arasındaki ilişkileri tamamen normalleştirecek bir barış anlaşması imzalayacağını aktarmıştır.
Yahudilerle herhangi bir barış anlaşması imzalamak, gerekçeleri ve koşulları ne olursa olsun, büyük bir ihanettir; ayrıca Yahudiler yaklaşık iki yıldır Gazze'de soykırım savaşı yürütürken, daha yakın zamana kadar onların uçakları Lübnan'ı bombalayıp güneyini tahrip ederken ve İran'a karşı savaşıp bilim adamlarına ve askeri liderlere suikastlar düzenleyerek binaları insanların başlarına yıkıp nükleer tesisler ve diğer tesisler gibi ümmetin yeteneklerini yok ederlerken Yahudilerle anlaşma imzalamak ise çok büyük bir suç ve ihanettir.Dahası Suriye bile Yahudilerin saldırılarından kurtulamamıştır; zira savaş uçaklarını ve silah depolarını yok ettiler ve yeni rejime hiçbir şey bırakmadılar.O halde eş-Şara, kötülüklerinden insanların, hayvanların, ağaçların ve taşların bile kutulamadığı bu suçlularla nasıl olur da görüşmeler yapmayı düşünebilir?!Sonra her zaman olduğu gibi Yahudiler, hiçbir şeyden vazgeçmeden sürekli barış istiyorlar, dahası karşı tarafın kendilerine taviz vermesini talep ediyorlar!Bakın işte onlar, Suriye ile barış anlaşması imzalamanın bedeli olarak Golan'ın kendi kontrolünde kalmasını şart koşuyorlar; peki eş-Şara bu suçu kabul edecek mi?Peygamberlerin katilleriyle herhangi bir anlaşma yapmak şer'an haramdır; hatta Golan Tepeleri sahiplerine geri dönse bile onlar, İsra ve Miraç topraklarını işgal etmişlerdir; bu yüzden onlara karşı alınması gereken tek önlem, onlara karşı genel seferberlik ilan etmek ve Filistin'in tamamını kurtarmak ve onu, onların fesatlarından ve ifsatlarından temizlemek için onlara karşı her yönden cepheler açmaktır.
Bir zamanlar şeriatın uygulanması için çağrıda bulunanların durumunun, barışçıl bir çözüme ulaşmak hedefiyle ümmetin düşmanları olan Amerikalılar ve Yahudilerle toplantılar ve görüşmeler yapma noktasına ulaşmaları gerçekten utanç vericidir; oysa Amerikalılar ve Yahudiler daha dün, Beşar'ın suç rejimini savunuyorlar ve Suriye'yi yok etmek ve halkının kanını dökmek için ona kimyasal ve kimyasal olmayan silahlar temin ediyorlardı.Peki Ahmed eş-Şara, nasıl olur da tüm bunları unutup bugün onların elinde bir oyuncak olmaya razı olabilir?!Ayrıca Yahudiler barış istemiyorlar, aksine kendileri için sınırları koruyacak muhafızlar ve onlar için kendi halklarını öldürecek köleler istiyorlar!Eğer bu gerçekleşirse, o zaman Ahmed eş-Şara ile Esad arasındaki ne fark kalır ki?
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Ebu Hişam