Cuma, 20 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sömürgeci Sistem Kökünden Sökülüp Atılarak Raşidi Hilafet Kurulmadıkça Belucistan’da Kalıcı Güvenliğin Sağlanması İmkânsızdır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Sömürgeci Sistem Kökünden Sökülüp Atılarak Raşidi Hilafet Kurulmadıkça Belucistan’da Kalıcı Güvenliğin Sağlanması İmkânsızdır

Haber:

14 Kasım 2024 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı “9 Kasım’da Belucistan Kurtuluş Ordusu’na bağlı Mecid Tugayı’nın bir tren istasyonuna düzenlediği bombalı saldırıyı şiddetle kınıyoruz” açıklamasında bulundu. (Ajanslar)

Yorum:

Belucistan’daki huzursuzluklar yeni bir olgu değildir; zira Pakistan’ın İngiliz sömürgeciliğinden bağımsızlığını kazanmasından bu yana devam etmektedir.Belucistan halkı, sömürgeci İngilizlerin, ardından da sömürgeci Batılıların ajan yöneticileri tarafından çektikleri acılar da dahil olmak üzere derin ve köklü mezalimlere maruz kalmıştır.Sömürge sistemi, Müslümanların işlerini gözetmek yerine Müslümanlara boyun eğdirmek, onları haklarından mahrum bırakmak ve askeri güç yoluyla kontrolünü korumak üzere tasarlanmıştır.

Son yıllarda Belucistan, sivilleri, güvenlik güçlerini ve Çinlileri hedef alan intihar saldırıları da dahil olmak üzere bir dizi şiddet olaylarına sahne olmuştur.Bu saldırılar dalgası Ağustos 2018'de Çinli mühendislerin öldürülmesiyle başlamış, bunu ise Kasım 2018’de Çin konsolosluğuna yapılan saldırı ve Mayıs 2019’da da Gwadar otelinin bombalanması izlemiştir.Nisan 2022’de de Belucistan Kurtuluş Ordusu’na bağlı Mecid Tugayı, Karaçi Üniversitesi’ndeki bir Çin enstitüsüne intihar saldırısı düzenlemiştir.

Saldırılar, 26 Mart'ta Belucistan’da bir konvoyun pusuya düşürülmesi ve 13 Ağustos'ta Gwadar limanı yakınlarında Çinli mühendislere yapılan ve her ikisi de Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunu baltalamayı amaçlayan saldırı gibi olaylarla birlikte 2024 yılına kadar devam etmiştir.26 Ağustos 2024 tarihinde Belucistan Kurtuluş Ordusu son yılların en büyük saldırılarını gerçekleştirerek yaklaşık 73 kişiyi öldürmüş olup polis karakollarını, demiryolu hatlarını ve araçları hedef almıştır.

Bu saldırılar, ABD ve Hindistan’ın Çin’e karşı bir ittifak kurmasından bu yana yoğunlaşmıştır. Nitekim her iki ülke de Belucistan’daki ayrılıkçı hareketleri desteklemektedir.Görünen o ki bu destek, Pakistan ordusunu iç çatışmalarla meşgul etmeyi ve özellikle Cammu ve Keşmir’de olmak üzere Hindistan sınırına odaklanmasını sınırlandırmayı hedeflemektedir.Amerika, Çin’in yükselişine karşı koyma stratejisinde Belucistan’daki milliyetçi hareketleri istismar etmektedir.Çin ile olan sınır anlaşmazlıklarının ortasında Hindistan, ABD'nin hedefleri doğrultusunda Çin’in çıkarlarını baltalamaya çalışmaktadır.Sonuç olarak Pakistan, özellikle Belucistan’da ayrılıkçı gruplarla mücadele etmek üzere konuşlandırılan 80.000'den fazla askerle iç çatışmaya sürüklenmektedir.

Pakistan’daki iktidar rejiminin, topraklarının bir parçası olan Belucistan meselesini şerî bir gözetim, adalet ve ihsanla ele alması ve Belucistan topraklarındaki kamu mülkiyetini Beluciler de dahil olmak üzere devletin tüm tebaası için kullanılmasını sağlaması gerekir. Ancak o bunun yerine, İslam'ın farz kıldığı gibi iyi bir gözetimle değil, sorunu öldürerek ve tutuklayarak güvenlik meselesi olarak ele almaktadır. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِİmam da bir çobandır ve güttüklerinden sorumludur.” [Buhari]

Aynı şekilde Belucistan’daki silahlı örgütlerin de İslam düşmanlarının (Amerika ve Hindistan) kendilerini Müslümanlara karşı kullanmasına imkân vermemeleri ve devletin bölünmesi ve parçalanması için çalışmamaları gerekir. Zira bu İslam’da büyük bir suç olup bunun faili de büyük bir günah işlemiş olur. Çünkü Müslümanlar tek bir ümmet olup bölünemez.

Pakistan halklarının gerçek kaynaşmalarının yeniden tesis edilmesi ancak İslam’ın hükümlerinin uygulanması, gerçek İslam kardeşliği fikrinin yayılması ve Müslüman Belucistan halkı ve diğer Müslüman halklar arasındaki zulüm, yoksulluk ve ötekileştirmenin ortadan kaldırılabilmesi için gaz, maden ve benzeri kamu mülkiyetinin gelirlerinden faydalanma konusunda tüm Müslümanlar arasında eşitlik fikrinin uygulanmasıyla gerçekleşecektir;zira İslam, milliyetçilik naralarını kesin olarak haram kılmış ve Müslümanlar arasında kardeşliği tesis etmiştir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَMüminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.” [Hucurat 10]

Aynı zamanda bu İslam kardeşliği Müslümanları, vahdetlerinin ve izzetlerinin kaynağı ve kardeşliklerinin hakikati olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu tek devletlerini kurmak için çalışanlarla birlikte çalışmaya sevk etmelidir; işte büyük kurtuluş budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zekeriya İmran – Pakistan

Devamını oku...

Dünle Bugün Arasında Meşum Balfour Deklarasyonu!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Dünle Bugün Arasında Meşum Balfour Deklarasyonu!

Şeyh Said Rıdvan Ebu Avad’ın (Ebu İmad) Kaleminden

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üzerine قْرَأْOku.” [Alak 1] veيَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ * قُمْ فَأَنذِرْEy örtüsüne bürünen (Rasulüm). Kalk ve uyar.” [Müddessir 1-2] ayetleri vahiy olarak inince, iman edenler ve O’na düşman olan kafirler olmak üzere dünya iki gruba ayrıldı.

Aynı şekilde Medine'de İslam Devleti kurulduğunda da dünya Daru'l-İslam ve Daru’l Harb olmak üzere iki dâra bölünmüş ve iki dâr (belde) arasındaki ilişki düşmanlık ve savaş ilişkisi olmuştur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120] Dolayısıyla savaş devam edecek olup asla durmayacaktır. وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” [Bakara 217]

Bu İslam ile diğer dinler arasındaki mevcut çatışmanın hakikati, bunun bir medeniyet (hadarî) ve akidevi çatışma olmasıdır.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ(Ey iman edenler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105] Ve şöyle buyurmuştur: لَا يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلّاً وَلَا ذِمَّةً وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَBir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların ta kendileridir.” [Tevbe 10] Bunu da Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu kavliyle teyit etmiştir: الْكُفْرُ مِلَّةٌ وَاحِدَةٌKüfür tek millettir.” Bu kaide, İslam Devleti'nin dünyanın diğer ülkeleriyle olan ilişkisini düzenleyen bir kaidedir;İslam'daki tüm antlaşma ve dış ilişkiler fıkhının temeli, dünyayı Daru'l-İslam ve Daru'l-Harb olarak ikiye ayıran “Vela ve Bera (müminleri sevmek, onları dost edinmektir. Kâfirlere buğzetmek, onlara düşmanlık beslemek ve onlardan beri/uzak durmaktır)” kaidesine dayanmaktadır; çünkü çatışma, bir medeniyet (hadari) ve akidevi çatışmadır.

İslam tarihini incelediğimizde, çatışmaların hiç kesilmediğini ve savaşların kıyamete kadar sona ermeyeceğini görürüz; zira bir kadının örtüsüyle savaşan Batı, Müslümanlara asla merhamet etmeyecektir ve Haçlı Seferleri sırasında Endülüs'te, İslami Levant'ta (Bilâdü'ş-Şâm), Balkanlar'da ve her bir yerde işlediği katliamlar ve soykırımlar, onun nefretine ve suçlarına tanıklık etmektedir. İslam Devleti’nin tarihi boyunca halklarla çatışmayı değil, aksine onun misyonunun, insanları karanlıklardan aydınlığa, yöneticilerin zulüm ve adaletsizliğinden İslam'ın adalet ve merhametine çıkarmak olduğu bilinmektedir; İslam medeniyeti (hadaratı) bunun şahididir.

Sömürgeci Batı'nın Müslümanlara karşı en tehlikeli, en iğrenç, en cani ve Müslümanlar üzerinde en büyük etkisi olan savaşı, Osmanlı Hilafetinin yıkılması, parçalanması ve tüm beldelerinin sömürgeleştirilmesiyle sonuçlanan savaştır.

Hristiyan ülkeler, kötü niyetli sömürgeci zihniyet tarafından tasarlanan en tehlikeli planları ve uygulamaları takip etmiş olup bu da aşağıdaki hususları temsil etmektedir:

* İslam beldelerinin, bir devletin tüm unsurlarından yoksun, karar alma gücünü kaybetmiş ve servetleri yağmalanmış kırılgan ve zayıf devletçiklere bölünmesi.

* Bu ülkelerin, sömürgeci ülkeler tarafından sömürgecilere dağıtılması.

* Ülkeler arasındaki sınırların, Müslümanları birleştiren İslam bağının, İslam akidesine aykırı olan ve Müslümanların vahdetini ve kalkınmalarını engelleyen iğrenç vatancı, milliyetçi ve mezhepçi bağlar ile değiştirilerek çizilmesi.

* Yaşamın tüm yönlerine yönelik ayrıntılı anayasa ve kanunların, Batı’nın nüfuzuna hizmet edecek şekilde hazırlanması.

* Sömürgeciye hizmet etmekten, tahtlarını korumaktan ve hesaplarında malvarlıkları toplamaktan başka bir şey bilmeyen Batı yanlısı ve halklarına düşman olan yöneticilerin atanması.

* Orduların inşa edilmesi ve çarpık bir askeri doktrin taşır hale gelinceye kadar onların eğitimlerinin ve silahlanmalarının denetlenmesidir ki böylece orduların görevi, tahtları ve düşmanı korumak ve ticaret ve geçim konusunda halklarıyla rekabet etmek olsun.

Sonra en tehlikeli proje gelmiştir: dikkat edin o, sömürgecinin uzun vadeli hedeflerini gerçekleştirmek için Filistin'de Yahudiler için ulusal yurt kurmaktır ki bu hedeflerden bazıları şunlardır:

* İslam beldelerinin parçalanmasına odaklanmak için İslam beldelerinin Asya kanadını Afrika kanadından ayırmak.

* Batı’nın gelişmiş askeri üssü olsun diye Yahudi varlığının İslam beldelerinin kalbine dikilmesi.

* Bölge ülkelerine karşı caydırıcı ve üstün bir güç olması, Arap ülkelerinin zayıflatılması ve nükleer olanlar da dahil olmak üzere onların her türlü sivil ve askeri sanayiye sahip olmalarının engellenmesi için mutant varlığa tüm askeri ve nükleer güç nedenlerinin temin edilmesi.

* Yatırım projeleri ve ticaret anlaşmaları yoluyla devşirme varlığın bölge ekonomilerine egemen olmasının sağlanması ve bölgenin faizli kredilerle boğulması.

* Bu varlığın bilimsel, teknik ve sanayi olarak üstünlüğünün sağlanması.

* Uluslararası ticaret yollarının kontrol edilmesi.

* Petrol de dahil olmak üzere bölgedeki doğal kaynaklara egemen olunması.

* Su kaynakları üzerinde hegemonya kurulması ve belde halkının bunlardan mahrum bırakılması.

* Yahudi varlığını ilk tanıyanlardan biri olan Arap Birliği gibi bölgesel örgütlerin kurulması ve aynı şekilde bölgeye odaklanmak ve birliğini önlemek için Körfez Birliği'nin kurulması.

* Filistin halkının sürülmesinin ardından silahlı suç çeteleri olarak Filistin’e getirilen Yahudilerin yerleştirilmesi; bu çetelerin en meşhurları İngiliz mandası tarafından silahlandırılan ve desteklenen Haganah, Stern, İrgun, Betar ve Palmah’tır. Nitekim 1948 yılında Yahudi varlığının kuruluşunun ilan edilmesinden 12 gün sonra bir ordu kurarak birleşen bu çeteler, Kafr Kasim, Deir Yasin ve diğer köylerde silahsız sivillere yönelik en iğrenç katliamlar işlediler.

1917 yılının kasım ayında, Filistin’i var olmayan bir halka vermeyi öngören meşum Balfour Deklarasyonu, sahibi olmayan sömürgecinin, layık olmayanlara verdiği bir vaatti.

Filistin halkı, sonuncusunu Gazze ve Batı Şeria'da bir yıldan uzun bir süredir gördüğümüz ve yüz binlerce şehit ve yaralı ve 10.000'den fazla kayıpla sonuçlanan, onlarca çocuk ve yaşlının ölümüne neden olan büyük bir yıkımın ve kıtlığın ortasında, hâlâ vahşet, baskı, öldürme, yerinden edilme ve soykırım savaşının acısını çekmeye devam etmektedir.

Tüm bunlar İngiltere'nin meşum (Balfour Deklarasyonu’nun) bir sonucu olup bu da Filistin halkının hâlâ acısını çektiği trajedi ve felaketlerle sonuçlanmıştır.

Tarih, Yahudi varlığının kuruluşu gibi bir devletin kuruluşuna tanık olmamıştır. Katiller çeşitli ülkelerden getirilerek uluslararası gözetim altında suç çeteleri oluşturdular ve bunları silahlandırdılar; öte yandan meşru müdafaa hakkı olduğunu iddia ettikleri çocuk, yaşlı ve kadınlara yönelik en iğrenç katliamları işlemelerine yeşil ışık yakılan çetelere karşı Filistin halkının kendilerini savunmak için bir bıçak sahibi dahi olmalarını engellediler.

Bu varlık şeytani bir bitkiydi ve çeteler bir ordu oluşturdu; sonra bir devlet türetmek için bir halk getirildi, böylece ordu halkın ve devletin varlığından önce oluşturuldu ve böylece de Batı, projesini hayata geçirmek için tüm planlarında başarılı oldu.

Müslümanların düşmanlığını, hâlâ ona sponsorluk yapmaya devam eden, ona her türlü güç nedenlerini tedarik eden, ona siyasi ve uluslararası örtü sağlayan ve onun tüm suçlarını meşrulaştıran gerçek düşmandan saptırmak için bu varlığı türeten de işte bu Balfour Deklarasyonu’dur.

Bizim katledilmemize ortak olan kurucu İngiltere’ye ve kuluçka makinesi Amerika'ya, bize adalet sağlaması için çağrıda bulunmak içler acısıdır; onlardan gelen cevap ise, işlediği tüm suçlara rağmen bu cani varlıkla normalleşmeyi ve ülkeye nüfuz etmesi ve nefislerimizdeki cihat ve kurtuluş ruhunu öldürmesi için ona ülkenin ardına kadar açılmasını dayatarak bizi daha da aşağılamak oldu.

Nitekim çatışmanın gerçeğini ortaya çıkarmak, Batı’nın nefretini ve değerlerinin sahteliğini ifşa etmek, varlığın ve ortaklarının gerçekliklerini su yüzüne çıkarmak için Aksa Tufanı operasyonu geldi; zira Yahudi varlığı ve ortakları, dünyanın gözü ve kulağı önünde soykırım gerçekleştirdiler, evleri, camileri, hastaneleri ve okulları yıktılar, işkence ettiler, kuşatma altına aldılar, aç bıraktılar ve Allah katında Kâbe’nin yok olmasından daha kutsal olan kanları ve namusları ihlal ettiler.

Meşum Balfour Deklarasyonu’nun yıldönümü, bizlere gerçek düşmanı öğretmek için gelmiştir; dolayısıyla çatışmanın ve araçlarının gerçeğinin yanı sıra tedavinin gerçeğini bilelim ve delili de getirelim ki böylece özür sahibi için hiçbir mazeret kalmasın.

Yüz yılı aşkın bir süredir ümmetin kanayan yarası olan Filistin meselesi, bu kanserli tümörü söküp atmak için bunun askeri bir mesele olduğunu söylüyor; bu da ancak orduları doğru yönde harekete geçirmekle ve yöneticileri orduları harekete geçirmeye zorlamakla olur. Bu ise sömürgecinin türettiklerinin ve araçlarının yıkılıp kararlarının kaldırılmasını ve Rahman'ın kendileri için arşı salladığı şerefli Sahabelerle birlikte isimlerini yazdırmak amacıyla dinleri ve ümmetleri içinde eriyen şerefli insanlar için savaş ve onur tugaylarının düzenlenmesini gerektirmektedir.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 521. Sayı - 13/11/2024

Devamını oku...

Mozambik Seçimlerinin Ardından Yaşanan Şiddete Bir Bakış!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Mozambik Seçimlerinin Ardından Yaşanan Şiddete Bir Bakış!

Haber:

Mozambik Demokrasi ve İnsan Hakları Merkezi ve Reuters’e göre, 8/11/2024 tarihi itibariyle, iktidardaki Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO) adayı Daniel Chapo’nun, muhalefetin sonuçların hileli olduğunu iddia ettiği 24 Ekim cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi ilan edilmesinin ardından yaşanan seçim sonrası şiddet olayları sonucunda toplam 34 kişinin öldüğü bildirilirken, diğer kaynaklar ise ölü sayısının 50’nin üzerinde olduğunu bildirdiler.

Yorum:

Seçim şiddeti, dünyanın dört bir tarafındaki demokratik seçimlerin bir parçası olup gelişmekte olan ülkelerde yaygın olan bir olgudur.Küresel raporlar Afrika’daki seçimlerin %19 ila %58’inde şiddet olaylarının yaşandığını tahmin etmektedir. Bu oran 1990’ların başlarında %86’ya ulaşmıştı.

Bazı Afrika ülkelerindeki seçim şiddetine ilişkin bazı örnekler:

Tanzanya’da 1995 yılında yapılan ilk çok partili başkanlık seçiminden bu yana, her beş yılda bir seçim sonrası şiddet, art arda ve sürekli olarak yenilenmektedir.

Daha da rahatsız edici olan ise 2000 yılında yapılan seçim sonrası yaşananlardır; zira -yarı özerk bir ada olan- Zengibar’da devlet kurumlarının seçim sonuçlarını protesto eden kalabalığa ateş açması sonucu 40'tan fazla muhalefet destekçisi vurularak öldürülmüş, 600’den fazla kişi yaralanmış ve tahminen 2,000 kişi de komşu Kenya'ya kaçmıştı.

Aralık 2007’den Şubat 2008’e kadar olan dönemde Kenya’da 1.200'den fazla kişi öldürülmüş ve 350.000'e yakın kişi yerinden edilmiştir; 2010 yılında Fildişi Sahili'nde tahminen 3.000 kişi, 2012 yılında Senegal’de tahminen 15 kişi ve 2024 yılında da Mozambik’te devam eden şiddet eylemlerinde 50’den fazla kişi öldürülmüştür. Tüm bunlar sadece birkaç örnektir.

Mozambik, Afrika ve dünya genelindeki seçim şiddetinin temel nedeni, hiç kuşkusuz demokratik siyasi sistemin de kendisinden çıktığı kapitalist akidenin temel doğasıdır. Zira laik kapitalizmin temeli, insanları ruhi değerler duygusundan mahrum bırakan ve bunun yerine onları maddi kazanç için büyük bir açgözlülüğe iten din ile yönetim arasını ayıran şerir ve mantıksız bir bakış açısını savunmaktadır.

Buna ek olarak Batılı ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfuzlarını ve siyasi ve ekonomik çıkarlarını yeni-sömürgecilik yoluyla uygulamak amacıyla gelişmekte olan ülkelerdeki siyasi partileri kontrol etmektedirler.Dolayısıyla tüm durumlarda siyasi partiler arasındaki rekabet ve şiddet, gerçek anlamda masum insanlar pahasına kapitalist sömürgeci devletler arasındadır.

Siyasette ya da diğer alanlardaki kapitalist ilişkilerde ise, hangi araç ya da yöntem kullanılırsa kullanılsın, istenen hedef ve amaca ulaşmak için çatışmada Makyavelist bir yaklaşımın kullanıldığından bahsetmiyorum bile.

Bu durumda demokratik siyasetçiler, çoğu durumlarda siyasi kazanımlarını elde etmek için son derece vahşi araçlar kullanmaktadırlar.Örneğin 1992 yılında dönemin Kenya Devlet Başkanı Moi’nin 1.500 kişiyi öldürdüğüne ve Rift Vadisi’nde yaşayan yaklaşık 250.000 kişiyi zorla yerinden ettiğine ve muhalefete oy vermelerini engellediğine inanılmaktadır.

Mozambik’te aralarında iki önemli muhalif ismin de bulunduğu çok sayıda insanın hayatına mal olan bu tehlikeli aşamadaki mevcut acı verici durum, kapitalist sömürgeci devletlerin zenginliklerinin ve devasa miktardaki doğal kaynaklarının sömürülmesini meşrulaştırmak için işledikleri çok sayıdaki şiddet eyleminden sadece biridir.

Ne yazık ki Mozambik bir zamanlar, İslam’ın gölgesinde yaşarken ve şimdi zengin olan Cabo Delgado Bölgesi’nin kuzey kısmı 1505’te büyük Doğu Afrika yarı İslam devleti Kilwa'nın bir parçasıyken, 1700 yılında sömürgecinin işgaline kadar huzurlu bir hayatın tadını çıkarmıştı. Nitekim Portekiz işgali ve ardından gelen sömürgecilik, halkına sürekli şiddet, cinayet, sömürü ve her türlü kötülükten başka bir şey getirmemiştir.

Mozambik halkının, artık barış ve refahı getirecek, tüm İslam beldelerini birleştirecek ve sömürgeci kapitalizmin sömürüsünün ve şiddetin tüm şekillerini ortadan kaldıracak (Hilafet) Devleti'nin kurmak için çalışmak yoluyla kendilerine en başta huzur veren şeye, yani İslam’a geri dönmesinin zamanı gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Bitumva - Tanzanya

Devamını oku...

Sömürgeci Politikalar, Sudan’da Ekini ve Nesli Yok Etmektedir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Sömürgeci Politikalar, Sudan’da Ekini ve Nesli Yok Etmektedir!

Haber:

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, Sudan'daki savaşta ölenlerin sayısının daha önce bildirilenden çok daha yüksek olabileceğini ortaya koymaktadır. Sadece Hartum eyaleti için verilen rakamlar, ülke genelindeki ölümlerin mevcut tahminlerin ötesinde olduğunu göstermektedir. (Monte Carlo, 16/11/2024)

Yorum:

Son raporlara göre, savaşın ilk 14 ay içinde Hartum Eyaletinde 61.000'den fazla insan öldürülmüş olup bunların yaklaşık 26.000’i ağır yaralandıktan sonra hayatını kaybetmiştir; nitekim raporda, Sudan’da kalan yaklaşık 25 milyon insanın yarısından fazlasının insani yardımlara muhtaç olduğu ve kendi iradesi dışında izole edilmiş bu ülkedeki açlık ve hastalığın başlıca ölüm nedenleri haline geldiği vurgulanmıştır.

Amerika’nın Sudan’da İngiliz ve Avrupalı ajanların etkisini ortadan kaldırmak ya da zayıflatmak için yürüttüğü bu saçma savaş, binlerce kişinin öldürülmesine ve güvenli sivillerin yerlerinden edilmesine ve aç kalmalarına yol açmıştır.

Sömürgeci politikalar, zenginliği ve verimliliği ile öne çıkan Sudan’da ekini ve nesli yok etmektedir; bakın işte bugün, şimdiye kadarki en büyük açlık kriziyle karşı karşıya kalırlarken toprakları toplu mezarlara dönüşmüştür. Nitekim açlık, hastalık ve ölüm çatışan tarafların sivillere karşı uyguladıkları tek yok etme yöntemlerinden değildir; zira İşkence, yıldırma ve fiziksel saldırıların yanı sıra insanlar, yaşamın tüm unsurlarından yoksun sınır bölgelerine sürülmeye zorlanmaktadır.

Doğudan batıya ve kuzeyden güneye Müslüman ülkeler, nüfuzlarını genişletmek ve maddi çıkarlarını elde etmek için üzerlerine üşüşen sömürgecilerin zulüm ve baskılarından dolayı inim inim inlemektedir. Zira burada bir katliamı, şurada şiddetli savaşları, gözeticilerinin ve koruyucularının yokluğunda düşmanları tarafından dökülen Müslümanların ucuz kanlarını işitmediğimiz neredeyse tek bir gün, hatta günün birkaç saati bile geçmiyor.

Allah Azze ve Celle’den Müslüman ülkelerin üzerinden bu kara bulutları kaldırmasını ve mümin topluluğun göğsüne şifa olsun diye çıkış yolunu hızlandırmasını niyaz ediyoruz; Allah’ım Senden, bu ümmetin izzetinin ve onurunu yeniden geri vermeni niyaz ediyoruz; zira derhal kurulması için çalışmanın hepimizin üzerine farz olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet olmadıkça bu saçma savaş durmayacağı gibi bu saçmalığı yapanların elleri de koparılmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...

Pakistan: Ey Müslümanlar... Yahudiler savaş ehli değillerdir!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Ey Müslümanlar... Yahudiler savaş ehli değillerdir!

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

Salı, 26 Rebiülahir 1446 H - 29 Ekim 2024 M

pakistan vilayeti

طوفان_الأقصى#

الجيوش_إلى_الأقصى#غرد النص عبر تويتر

الأقصى_يستصرخ_الجيوش#

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Pakistan: Yahudileri cesaretlendiren şey, komşu ülkelerin caydırıcı bir etkisinin olmamasıdır!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Yahudileri cesaretlendiren şey, komşu ülkelerin caydırıcı bir etkisinin olmamasıdır!

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

Pazar, 24 Rebiülahir 1446 H - 27 Ekim 2024 M

pakistan vilayeti

طوفان_الأقصى#

الجيوش_إلى_الأقصى#غرد النص عبر تويتر

الأقصى_يستصرخ_الجيوش#

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Riyad Zirvesi Müslümanların Yöneticilerinin Gazze ve Lübnan’a İhanetlerinin Bir Kanıtıdır

400 günü aşkın bir süredir gaspçı Yahudi varlığı, Gazze halkımıza karşı İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana benzeri görülmemiş bir soykırım savaşı yürütmektedir. Gazze’den sonra Lübnan’da da katliamlar ve yıkımlar gerçekleştirmektedir. İşte tüm bu olayların ardından Müslümanların yöneticileri, Riyad’da “olağanüstü” olarak adlandırdıkları bir zirvede bir araya geldiler. Ancak bu zirvede aldıkları zayıf kararlar, ihanetle eşdeğerdir.

Zirvede Filistin halkına her türlü siyasi ve diplomatik desteğin yanı sıra uluslararası koruma sağlanmasını talep ettiler. BM Güvenlik Konseyi’ne Gazze’de ateşkesin sağlanması için bağlayıcı bir karar alınması ve Yahudi varlığına silah ihracatının veya transferinin yasaklanması çağrısında bulundular. Ancak bu talepler ve çağrıların yazıldıkları kağıttan bile değersizdir. Nasıl değersiz olmasın ki? Zira yetersiz taleplerini hayata geçirmek için hiçbir plan ve eylem ortaya koymamışlardır. Bu talepler, sıradan bir halk protestosunda dillendirilen taleplerle aynıdır hatta etki açısından daha düşük düzeydedir. Çünkü gösterilerde atılan sloganlar, sokakları ve meydanları inletmekte, sömürgeci ülkelerin bazı karar alıcılarını rahatsız edebilmektedir. Buna karşın zirvede dile getirilen talepler, sesi dışarıya vermeyen duvarlarla çevrili salonda hapsolmuş sözlerden öteye geçmemektedir.

Evet, Arap ve Acem Müslümanların yöneticilerinin Gazze ve Lübnan’a ihanetini somutlaştıran bu zayıf taleplerin ardından konferansa katılan komplocular, Amerika liderliğindeki sömürgeci kafir Batılı efendileri tarafından kendilerine biçilen en önemli role geçtiler. O rolün başında ihanet, teslimiyet ve bağımlılık projelerini yeniden pazarlamak yer alıyor.

Yahudi varlığının Gazze ve Lübnan’da işlediği vahşet ve katliamı kınayan, eleştiren ve lanetleyen açıklamalarından sonra bu Ruveybida yöneticiler, Yahudilerle barışın önemine vurgu yaptılar, 4 Haziran 1967 sınırları temelinde egemenlikten, silahtan ve onurdan yoksun bir Filistin devleti kurulmasını öngören iki devletli çözüm kapsamında Filistin’in üçte dördünün işgalini kabul ettiler.

İslam ümmetinin, artık bu yöneticilerin yakasına yapışarak onları tahtlarından indirmenin ve gasp edilen otoritesini geri almanın zamanı gelmiştir. Bu, Müslüman ordulardaki samimi kişilerin, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet’i kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesiyle mümkündür. Hilafet, Yahudi varlığını ortadan kaldıracak, Filistin’i baştan sona özgürleştirecek ve ümmetin bağrına iade edecektir. Bunun dışında bir yol izlenirse, bu ümmet ve orduları, Aziz ve Cebbar olan Allah huzurunda sorumluluktan kurtulamayacak, bu sessizlikleri ve İslam’a ve Müslümanlara ihanetleri yüzünden kıyamet günü hesaba çekileceklerdir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

Silahlı Kuvvetlerimiz, Samimi, Cesur ve Yetenekli Subaylarla Dolu

Silahlı Kuvvetlerimiz, Samimi, Cesur ve Yetenekli Subaylarla Dolu
Her Biriyle Buluşun ve Gazze’ye Yardım Seferberliklerinin Önünde Duran Tüm Engelleri Aşmaları İçin Onları Teşvik Edin

Savaşın alevleri gökleri aydınlattı. Mesele gece ile gündüz kadar net. Müslüman ordularının savaş makinesi olmadan, Gazze ve Filistin’deki Müslümanlara destek verilemez. Bu yeteneğe sahip olan sadece silahlı kuvvetlerimizdir. O halde neden biz Müslümanlar, şahsen tanıdığımız askeri yetkililerle bir araya gelip her biriyle ayrı ayrı görüşmüyoruz? Neden bu subayların yakınlarını ziyaret edip onları derhal harekete geçmeye çağırmıyoruz? Ümmet, ordularından önlerine çıkan her duvarı yıkmalarını ve Yahudi işgalini ortadan kaldırmak için önlerinde duran her engeli aşmalarını talep etmelidir.

Bu askeri yetkililer ne ıssız ormanlarda ne de ıssız dağlarda yaşıyorlar. Onlar aramızda yaşıyorlar. Toplumumuzun bir parçasıdırlar. Bizimle aynı ortamı ve nefesi soluyorlar. Onlar, evlerimizin, ailelerimizin ve toplumumuzun bir parçasıdırlar. Onların da bizim gibi İslami duygulara sahipler. Belki onlar, bizim hissettiğimizden daha fazla bu acıyı hissediyorlar. İçlerinde, tüm savaşın gidişatını değiştirebilecek kahramanlar var. Aralarında Ali, Halid bin Velid ve Selahaddin Eyyubi gibi kahramanların torunları var. İçlerinde günümüzün Sad bin Muaz ve Useyd bin Hudayr’ları var.

Öyleyse silahlı kuvvetlerle temas kurmak için elimizden geleni yaptık mı? Subaylara ulaşmak için bütün gücümüzü harcadık mı? Onları sevap kazanmaya teşvik ettik mi ya da ihmalkarlıklarının günahını hissetmelerini mi sağladık? Allah Subhânehu ve Teâlâ silahlı kuvvetleri harekete geçirmenin gerekli olduğunu bildiğin halde, bunun için ne yaptın diye bize sormayacak mı? Tanıdığımız her askeri subaya gidip ona şeri yükümlülüğünü hatırlattık mı? Yoksa evde oturup, samimi subaylarla temasa geçmeye ve harekete geçmelerini talep etmeye gerek olmadığını mı düşündük? Sadece boykotun yeterli olduğunu mu düşündük, oysa boykot, bırakın bir bombayı, Gazze’deki soykırıma tek bir kurşun sıkılmasını bile önleyememiştir.

Evet, Müslüman dünyası sömürgeci yapıların kontrolünde olabilir, çoğu kurumun başkanı Batı ajanı olabilir. Ancak tüm bu kurumlar, ümmetin samimi evlatlarıyla doludur. Ajan yönetimler, ümmetin bu samimi evlatlarını politika yapımı ve stratejik komuta yoluyla kontrol etmektedir. Gazze konusunda, ümmet, liderlik engellerini, sömürgeci milliyetçi sınırları ve önlerinde duran Amerikan dünya düzenini aşacak askeri komutanlara ihtiyaç duyuyor.

Onlar, Yahudilerle savaşacaklar ve böylece bu meseleyi kaçınılmaz olarak sonlandıracaklardır. Aslında Yahudi varlığı, Müslüman ordularından bir tanesiyle bile, hatta bir ordunun birkaç bölüğüyle bile savaşacak güçte değildir. Yalnızca silahlı kuvvetlerin seferber edilmesi, Yahudi varlığını sarsacak ve onları Garkad ağacının arkasına saklanmaya zorlayacaktır.

Biz, bir ümmet olarak, onların savaş gemilerine karşı bizim savaş gemilerimizle, onların tanklarına karşı bizim tanklarımızla, onların savaş uçaklarına karşı bizim savaş uçaklarımızla ve onların askerlerine karşı bizim askerlerimizle tam bir karşılık vermeliyiz. Yahudi varlığının sonu kaçınılmazdır. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Yahudilerle savaş yapılacağını müjdelemiştir. Savaş davulları çalındıktan sonra savaştan geri çekilmek haramdır. Peki, münkeri yasaklama görevini kim yerine getirecek? Ordularımızın Gazze’yi desteklemek için seferber olmasını engelleyenlere karşı kim sesini yükseltecek?

Ey alimler, davetçiler, gazeteciler, sunucular, podcaster’lar, öğretmenler, avukatlar, ticaret odaları temsilcileri, etkili insanlar ve genel olarak Müslümanlar! Savaşın alevleri yükseliyor ve dünya kafirleri bize karşı birleşmiş durumda. Buna karşın, Müslümanların yöneticileri Gazze’ye destek olmak için ordularını seferber etmek yerine küfrü ve kafirleri açıkça desteklemektedirler. Bu yüzden harekete geçip ordularımızdan bu yöneticileri görevden almalarını istemeliyiz. Silahlı kuvvetlerdeki samimi subaylardan, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak amacıyla Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelerini talep etmeliyiz. Hilafet, mazlumların çığlıklarına cevap verecek, işgal altındaki tüm toprakları özgürlüğe kavuşturacak ve düşmanlarımızın kalplerine korku salacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَوْهُ إِن كُنتُم مُّؤُمِنِينَ * قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ“Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminlerden iseniz Allah korkmaya daha layıktır!” “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin.” [Tevbe -14]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER