Çarşamba, 18 Şevval 1446 | 2025/04/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İngiltere ve Amerika’nın İç İşlerimize Yaptığı Bu Küstah Müdahaleler, Sadece ve Sadece Hilafet Devleti’nin Kuruluşuyla Durdurulabilir

Britanya ve Avrupalı dostları Fransa ve Almanya, bölgedeki araçları Birleşik Arap Emirlikleri, Kenya ve Çad’ın katılımıyla, Sudan’daki savaşı görüşmek üzere 15 Nisan 2025 tarihinde Londra’da uluslararası bir konferans düzenlemeye çalışıyor. İngiltere’nin Sudan Özel Temsilcisi Crowder, bu konferansı 2024’teki Paris Konferansı’ndan sonra Sudan’ı desteklemek amacıyla düzenlenen en büyük uluslararası buluşma olarak nitelendirdi. Crowder’ın bu açıklamaları, 9 Nisan 2025 Çarşamba günü Sudan Askerî Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile yaptığı görüşmenin ardından geldi. El Burhan, Sudan Tribune haber sitesine göre, konferanstan ve Britanya ile diğer Avrupa ülkelerinin girişimlerinden duyduğu hoşnutsuzluğu İngiliz özel temsilci Crowder’a şu ifadelerle dile getirdi: “Sudan halkı, orada burada konferanslar düzenlenmesinden çok, Hızlı Destek Kuvvetleri ve destekçilerinin el-Faşir ve mülteci kamplarında gerçekleştirdikleri ihlaller sebebiyle yaşadığı acıların uluslararası toplum tarafından görülmesine ihtiyacı vardır.” El Burhan, ülkesinin iç işlerine yapılan bu küstah müdahaleyi görmesine rağmen, ne İngiliz elçiyi kovmak gibi bir adım attı ne de en azından görüşmeme gibi sembolik bir duruş sergiledi. Hükümetinin uluslararası aktörler nezdinde herhangi bir ciddiyete sahip olmadığını bizzat deneyimlemesine rağmen yine de böylesi bir duruş sergiledi. Aynı pasif ve teslimiyetçi tavır, konferans duyurusu sonrasında Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan zayıf açıklamada da görüldü. Bakanlık, ülke egemenliğinin ihlal edilmesini kınamak yerine, kırık dökük bir ifadeyle sözde bu ihlalden duyduğu üzüntüyü bildiren cılız bir açıklama yayımladı. Sudan Dışişleri Bakanlığı 6 Nisan 2025 tarihli açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Dışişleri Bakanı Dr. Ali Yusuf, İngiliz mevkidaşı David Lammy’ye bir mektup göndererek, İngiltere’nin Sudan hakkında bir konferans düzenlemesine itiraz ettiklerini iletti. Mektupta, Sudan hükümetine davet gönderilmemesine karşın, Sudan’a ve halkına karşı fiilen savaşan bazı ülkelere davetiye gönderilmiş olmasının kabul edilemez olduğu vurgulandı.” Dışişleri Bakanı, keşke sessiz kalsaydı, hiç konuşmasaydı! Zira kendi ülkesine ait bir iç mesele hakkında, sömürgeci İngiltere’nin hükümetini davet etmemesine sitem etmesi, aslında başlı başına bir zafiyettir.

İngiltere ve Avrupa’nın Sudan dosyasını ele geçirme ve kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme girişimlerine karşılık, yeni emperyal güç olan Amerika da harekete geçerek bu dosyayı elinde tutmaya çalıştı. Bu doğrultuda, Mayıs 2024’te başlattığı Cidde platformunu yeniden canlandırdı. Bu çerçevede ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan arasında Washington’da yapılan görüşmenin ardından ABD Dışişleri Sözcüsü Tammy Bruce şunları söyledi: “İki bakan, Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri’nin barış görüşmelerine yeniden başlamaları, sivilleri korumaları ve sivil yönetime dönüş sürecini başlatmaları gerektiği konusunda mutabık kaldı.” Bütün bu gelişmeler, kutsal sayılan ve hoyratça çiğnenen ülkemizin, Amerika, İngiltere ve onların Avrupa’daki işbirlikçileri arasındaki uluslararası kirli hesaplaşmanın bir arenası haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hâl böyleyken, yöneticilerin, siyasetçilerin ve silahlı hareketlerin dış güçlerle olan bağlantılarına rağmen, egemenlikten söz etmek düpedüz bir ikiyüzlülüktür.

Toplumun tüm kesimindeki samimi ve duyarlı insanlar bilmelidir ki, Sykes-Picot antlaşmasıyla oluşturulan bu yapay mini devletçikler var oldukça gerçek bir egemenlikten söz edilemez. Zira bu devletçikler, sömürgeciler tarafından kurulan işlevsel yapılardır ve hâlâ onların nüfuzu altındadırlar. Eğer gerçekten egemenliğin, izzetin ve onurun tadını tatmak istiyorsak, İslam’ı saf ve arı bir şekilde yönetim makamına taşımak için çalışmalıyız. Kurulacak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet, sömürgeci kafirlerin ülkemizdeki ve tüm dünyadaki nüfuzunu kökünden kazıyacak ve bütün insanlığa hayrı taşıyacaktır.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Başarılı Hilafet Konferansı Yüzlerce Katılımcıyı Ağırladı, Binlercesi de Online İzledi

“Kavşakta Bir Dünya: İdeolojik Kriz ve Çıkış Yolu” temalı yıllık Hilafet Konferansı, 5 Nisan 2025’te Amerika’da gerçekleştirildi. Etkinlik, Batı’nın adalet, özgürlük ve insan haysiyetine dair söylemlerindeki tutarsızlıkları eleştirel biçimde ele aldı. Konferansa yüzlerce kişi fiziksel olarak katılırken, Los Angeles’ta düzenlenen paralel bir etkinlik katılımı daha da artırdı. Binlerce kişi ise etkinliği çevrimiçi olarak canlı izledi.

Konferans, Batı’nın özgürlük anlayışındaki tutarsızlıkları ve siyasi/sosyal yaşamda ilahi rehberliğin terk edilmesinin sonuçlarını analiz etmek amacıyla alanında uzman isimleri ve entelektüelleri bir platformda buluşturdu. Konferansta katılımcılara İslam’ın sadece bireysel değil, kolektif hayatı da kapsayan bütüncül yapısına dönüşün, ümmetin birlik ve dirilişine vesile olacağı yönünde güçlü mesajlar verildi.

Haris Abu Nurayn, “Maske Düştü: Batı Değerleri İddiasındaki Çelişkiler” başlıklı sunumuyla konferansın açılışını yaptı. Konuşmasında, demokratik söylemlerin sansür, savaş suçları ve baskıcı uygulamaları örtbas etmek amacıyla nasıl kullanıldığını ortaya koydu. Abu Nurayn, Siyonist anlatıyı korumak adına medya manipülasyonları ve sosyal medya yasaklarının nasıl devreye sokulduğunu vurguladı; Gazze’de gazetecilerin öldürüldüğü, Amerika’da ise sadece Siyonist suçları eleştirdiği için öğrencilerin tutuklandığına ve hatta kaçırıldığına dikkat çekti. Ardından Dr. Abdur-Rafay söz aldı ve “Abluka Altındaki Gazze’de Sağlık Hizmetleri” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Gazze’de yaralıları tedavi etme tecrübesine dayanarak, sağlık altyapısının nasıl tamamen çöktüğünü ve çocukların anestezi olmadan uzuvlarının kesilmek zorunda kaldığını anlattı. Anlattıkları, Gazze’deki insani felaketin tesadüfi değil, sistemli ve dış destekli politikaların bilinçli bir sonucu olduğunu ortaya koydu.

Son konuşmayı Dr. Muhammed Abdullah yaptı. Abdullah, “Amerika’daki Müslümanlar: İleriye Nasıl Gidilir?” başlıklı sunumunda, Müslümanları parti siyasetinin ve ulusal sınırların ötesine geçerek İslami kimlikleriyle yeniden bağ kurmaya davet etti. Başarısız beşerî ideolojilerin reddedilmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Abdullah, tüm inananları tek bir bayrak altında birleştirecek olan Allah’ın indirdiği sisteme dönmeye çağırdı.

Konferansın verdiği mesaj sadece Amerika’ya değil, tüm dünyadaki Müslümanlara ulaştı. Mesaj, Batı’daki ve dünyanın her köşesindeki Müslümanlara, içinde bulunduğumuz tarihi dönemin farkına varmaları çağrısı yaptı. Artık sessizlik dönemi sona erdi. Ümmet örgütlenmeli, net bir şekilde konuşmalı ve amaçlı hareket etmelidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” [Nisa 135]

Konferans, çağımızın temel sorununun çözüm eksikliği değil, hakikatin reddi olduğunu açık biçimde ortaya koydu. O hakikat ise İslam’dır. Ümmeti yeniden ayağa kaldırmak ve Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın rahmetini tüm dünyaya taşımak, her Müslümanın görevidir.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” [Ali İmran 110]

Devamını oku...

Kırgız Rejimi, Dini İdaresi’ni Bir Peçete Gibi Kullanıp Atmayı Planlıyor!

Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, 5 Nisan’da yaptığı açıklamada, peçe ve burka giyen Müslüman kadınlara yönelik sözde bilgilendirme çalışmalarının yürütüldüğünü söyleyerek, İslami usullere uygun giyinen Müslüman kadınların yüzlerini örtmemeleri gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı, ilgili yasal maddenin kabulünün Alimler Kurulu’nun görüşüne dayandığını belirtti. Cumhurbaşkanının açıklamasının hemen ardından, Kırgızistan Müslümanları Dini İdaresi Basın Dairesi bir açıklama yayımladı. Açıklamada, peçe ve burka giymenin İslam’da farz olmadığı, bir kadının bunları giymemesi hâlinde günaha girmeyeceği ifade edildi.

Cumhurbaşkanının bu sudan bahaneleri ve müftünün onu savunma çabası, Ulusal Güvenlik Devlet Komitesi’nin o meşhur “Din Özgürlüğü ve Dini Kuruluşlar” yasasını bahane ederek Celalabad şehri ve Suzak bölgesindeki iffetli peçeli kız kardeşlerimize karşı gerçekleştirdiği son alçakça baskınlarla ilgilidir. Bu baskınlar, halkın kahir ekseriyetinin protestosuna ve tepkisine neden olmuştu. Tüm bu tepkilere rağmen, Oş şehrinde güvenlik güçlerinin düzenlediği baskınlar halen devam etmektedir. Emniyet yetkilileri, kamusal alanda peçe giyen kadınların 20 bin Kırgız somu para cezasına çarptırılacağı konusunda uyarıda bulunmaktadır.

Aslında, peçeli kadınlara ceza kesilmesini öngören yasa mayıs ayında yürürlüğe girecek. Güvenlik güçleri, yaptıkları ani baskınlarla İslam’a nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydular. Acaba bu ani müdahalelerin arkasında yalnızca güvenlik gerekçeleri mi var, yoksa farklı çıkar hesapları da söz konusu mu?

Bu arada Cumhurbaşkanı, peçeyi yasaklayan maddenin Alimler Kurulu’nun kararıyla kabul edildiğini söyleyerek, dini idareyi Müslümanların eleştiri oklarının hedefi haline getirmeye çalıştı. Bunun sonucunda Müslümanlarla dini idare arasında gerilim tırmanırken, siyasi iktidar bu sürecin dışında kendisini nötr ve sorumluluktan azade bir aktör olarak sunmaya çalıştı. Ne var ki, hiç kimse bu yasanın kabulü sırasında rejim yetkililerinin Alimler Kurulu’na yaptığı baskıları ve yasayı geçirmek için gösterdiği çabaları unutmuş değil. Hatta emniyet güçleri, bu yasanın gerçek mahiyetini ifşa eden onurlu Müslümanları tutuklayıp en ağır işkencelere maruz bırakmışlardır. Bu işkenceler hapishanelerde hala devam ediyor. Dolayısıyla rejimin attığı bu adımlardan, gelecekte dini idareyi İslam’a ve Müslümanlara karşı mücadelede bir araç olarak kullanacağı, kirli eylemlerini meşrulaştırmak için sahte fetvalar yayımlatacağı anlaşılıyor.

Bu nedenle, Kırgızistan Müslümanları Dini İdaresi’ne ve Müslümanları temsil eden Alimler Kurulu’na sesleniyoruz: Rejimin oynadığı bu kirli oyunların bir parçası haline gelmekten sakının! Dünya hayatını ahirete satmayın. Bilakis ahiret saadetini ve Allah’ın rızasını kazanmaya çalışın. Şer’i konular, yalnızca açık ve sağlam delillere dayanılarak ele alınmalıdır, nitekim sizler de açıklamanızda bu ilkeye vurgu yaptınız. Ancak bu deliller, rejimin yürüttüğü kirli faaliyetlere meşruiyet sağlamak için kullanılamaz. Aksine, devletin her yasası mutlaka İslam şeriatına dayandırılmalıdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” [Maide 44]

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللهُ فَأُوْلِئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.” [Maide 45]

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.” [Maide 47]

Bu nedenle sizin göreviniz, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak ve Müslümanlara baskı uygulayan, beşerî yasaları benimseyen bu rejime karşı durmaktır. Huzeyfe b. El Yeman’dan rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

والَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لَتَأْمُرُنَّ بالْمَعْرُوفِ، ولَتَنْهَوُنَّ عَنِ المُنْكَرِ، أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّه أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَاباً مِنْهُ، ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلا يُسْتَجابُ لَكُمْ“Nefsim elinde olana yemin derim ki ya marufu emreder, münkerden nehyedersiniz ya da Allah katından size bir ceza gönderir de sonra O’na dua edersiniz ama size icabet edilmez.” [Tirmizi rivayet etti ve hasen hadis dedi]

Dolayısıyla, peygamberlerin mirasını taşıyan bir ilim ehli olarak üzerinize düşen sorumluluğu şimdi yerine getirmenizin zamanı gelmiştir. Aksi halde, bugün sizden peçeye ve davet faaliyetlerine karşı fetvalar talep eden rejim, yarın bu yaklaşımını genişleterek şer’i kıyafete, sakala ve hatta hac ibadetine karşı da sizden fetvalar vermenizi isteyecektir... Orta Asya diktatörlükleriyle aynı yolda ilerleyen Kırgız rejimi, İslam düşmanı yasalarla Müslümanları baskı altına almaya çalışıyor! Eğer halk bu rejime karşı yeterince güçlü bir duruş sergilemezse, rejim bu yasayı arsızca istismar edip tam bir diktatörlük kuracaktır!

Bu nedenle, böyle bir durumda Müslümanların rejimin zulmüne sessiz kalmaları doğru değildir. Aksine, İslam’a yönelik her türlü uygulamanın karşısında kararlılıkla durulmalıdır. İşte o zaman dinimize yöneltilen tehditleri doğru analiz edebilir ve arkasında duran emperyalist güçlerin planlarını daha net görebiliriz. Aynı zamanda, İslam’ın tüm hükümlerini derinlemesine öğrenmeli ve bu bilgileri topluma bilinçli bir şekilde aktarmalıyız. O zaman bu zalim sistemi yok edebilecek tek çözüm İslam olduğunu anlarız. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3]

Devamını oku...

İslam'da Küçük Etnik Gruplar Diye Bir Mefhum Yoktur!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam'da Küçük Etnik Gruplar Diye Bir Mefhum Yoktur!

Her ne zaman rejim değişikliği ve yöneticilerin değişimi söz konusu olduğunda, özellikle de Mısır, Tunus, Afganistan ve Şam’da olduğu gibi “İslamcılar” yönetimi ele geçirmek için uygun bir seçenek olarak ortaya çıktığında, öne çıkan en önemli sorunlardan biri küçük etnik gruplar meselesidir.

İçeriden ve dışarıdan gelen sesler yükselip haklarını garanti altına alan ve zulümlerini, bypass edilmelerini veya görmezden gelinmelerini engelleyen bir yönetim sistemi talep etmeye başladığında, bu seslerin korkularının doğru ya da yanlış olmasına bakmaksızın, ancak çoğunlukla da yanlış olmalarına ve bu etnik grupların ya da insanların haklarının önemsememesine rağmen ancak ben,önemine rağmen bu noktanın ötesine geçip küçük etnik gruplar fikrini ve bunların Hanif İslam'daki yerini ele alacağım.

Başlangıçta, “azınlıklar” teriminin, sadece eski ve yeni Avrupa devletleri gibi milliyetçi yönetim sistemlerinin ve devletlerin gölgesinde su yüzüne çıktığını vurgulamak gerekir; çünkü bunlar milliyetlere ve etnik kökenlere dayanan ve hala da dayanmaya devam eden devletlerdir ve bunların rahimlerinden de Nazizm, Faşizm, Anglo-Sakson ve diğer milliyetçilikler ve eğilimler ortaya çıkmıştır. Bu ülkeler, barış içinde yaşamak veya en asgari hak ve ayrıcalıkları elde etmek için toplumlarındaki en az oranı temsil eden etnik kökenler ve dinlerle mücadele ettiler ve etmeye de devam etmektedirler.Nitekim bu ülkeler, tarihte ya da günümüzde hiçbir zaman bu etnik gruplara adil davranmamış ya da onlara adil davranmaya yaklaşmamıştır.

Hanif İslam dinine gelince; o, tamamen başka bir şeydir; çünkü onun (Hanif İslam'ın) devleti ırklara veya milliyetlere dayalı olmamış, bilakis İslam, milliyetçiliklere, bölgeciliklere, vatancılıklara ve her türlü etnik çerçeve şekillerine karşı mücadele etmiştir. Dolayısıyla İslam Devleti'nin tarihi boyunca Araplar, Türkler, Kürtler, Moğollar, Tatarlar, Özbekler, Selçuklular ve daha birçok etnik grup yönetimde olmuş ve yönetim piramidinin en yüksek noktalarına kadar ulaşmıştır.

İslam, milliyetleri, dinleri veya etnik kökenleri ne olursa olsun tebaasının haklarını koruyan bir devlet inşa etmek için çok ama çok hırs göstermiştir; bilakis devletin otoritesi altında yaşayan herkes, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi, ister Mecusi veya başka bir milletten olsun tebaa olarak adlandırılmış, onların tebaa haklarını farz kılmış ve hepsini yargı ve devlet kurumları önünde eşit kılmıştır.

Gelin benimle birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde geçen şu kavlini düşünün: مَنْ آذَى ذِمِّيّاً فَأَنَا خَصْمُهُ، وَمَنْ كَنْتُ خَصْمَهُ خَصَمْتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِKim bir zimmîye eziyet ederse onun hasmı (düşmanı) benim. Ben kimin hasmı olursam ona kıyamet gününde hasımlık ederim.”Dolayısıyla Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir zimmîye, yani ister kitap ehli isterse müşrik olsun gayrimüslimlerden Müslümanların zimmetine giren birine eziyet eden kimseyi hasmı (düşmanı) olarak görmüştür ki her kim Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hasmı olursa hüsrana uğramış ve kaybetmiş olur.

Dahası tabi zimmiler de dahil olmak üzere devletin ve otoritesinin koruması altına giren bir muahid (zimmi) hakkında da Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَلَا مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِداً أَوْ انْتَقَصَهُ أَوْ كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ أَوْ أَخَذَ مِنْهُ شَيْئًا بِغَيْرِ طِيبِ نَفْسٍ فَأَنَا حَجِيجُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِDikkatli olun. Kim bir zimmiye zulmederse yahut onu(n hakkını) kısarsa, veya ona gücünün yetmeyeceği bir vergi yüklerse, ya da gönülsüz olarak ondan bir şey alırsa, kıyamet gününde onun hasmı benim.

Ümmetin Faruk’u olan Ömer bin Hattab bir gün yolda yürürken dilenen bir adam gördü ve ona şöyle dedi: Seni bu duruma düşüren nedir ey Şeyh (yaşlı adam)?’ Adam da şöyle dedi: Ben bir Yahudi’yim ve cizyeyi ödemek için dileniyorum. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Vallahi gençliğinde senden (cizye) alıp yaşlılığında da böyle perişan bırakmamız, insafımıza sığmaz. Vallahi sana Müslümanların malından vereceğim. Onu (yaşlı adamı) beytülmal hazinedarına göndererek ona şöyle dedi: Bu ve bunun gibiler için kendisini ve ailesini geçindirecek kadar para ver. Bunun üzerine onun için, Müslümanların Beytu'l Mâli'nden kendisine ve ailesine yetecek kadar aylık maaş tahsis etti ve onun üzerinden cizyeyi düşürdü.

Bu olay, İslami yönetimin ihtişamını, azametini ve adaletini göstermekte olup iftiracıların ve İslam'ı gözetleyip duranların (pusu kuranların) iftiralarını yerle bir etmektedir.

Dolayısıyla küçük etnik gruplar sorunu ümmetin ve İslam'ının kamusunda yoktur ki onların korkmalarını veya endişelenmelerini gerektiren bir gerçeklik söz konusu olsun; zira İslam Devleti'nin on üç asırlık tarihi sözlerimizin doğruluğuna şahittir. Nitekim Haçlı Seferleri sırasında olduğu gibi devletin tebaasının dinleri ve etnik kökenleri ne olursa olsun işgalcilere karşı İslam Devleti'nin yanında yer alması olayları, kültüründe (azınlıklar ya da çoğunluklar) olmayan devlete başkalarının bağlılığını ve aidiyetini yansıtan İslam'ın gölgesindeki kültürün ve adil yaklaşımın reddedilemez bir kanıtıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Sonun Başlangıcı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sonun Başlangıcı!

Haber:

Uluslararası medya, suçlu Yahudi ordusunun saflarındaki isyan ve yüzlerce yedek asker ve hava kuvvetleri subayının, Gazze'deki savaşın saçmalığı, amacına ulaşamaması ve ordularının yapısındaki ekipman ve can kayıpları açısından yüksek maliyeti nedeniyle savaşın sona erdirilmesini talep eden dilekçeyi imzalamasıyla ilgili haberleri aktardılar.

Yorum:

Bu, Aksa Tufanı savaşının başlamasından bu yana Yahudi varlığının ordusunun saflarındaki psikolojik çöküş, morallerindeki keskin düşüş ve savaş doktrini olarak bilinen şeyin ve hedefi gerçekleştirme kararlılığının parçalanması ilk kez olmuyor. Zira bu hareketler, aylar önce, Netanyahu'ya siyasi koltuk değneği sağlamak ve şahsi geleceğini tehdit eden yolsuzluk davalarını ertelemek ya da bunlardan kaçmak dışında hiçbir gerçek amacı olmayan askeri yıpratmaya son verilmesi talebiyle de ortaya çıkmıştı. Ama Yahudilerin tarihi kahramanı ve koruyucusu olarak ortaya çıkmayı uman Netanyahu'nun Lübnan, Yemen ve İran'a yönelik tırmanışının, İran ve onun kollarına karşı sınırlı zaferler kazanmanın sevincini yaşayan ordu saflarındaki isyanın geçici olarak sönmesinde büyük bir etkisi olmuştu.Ancak bu kez, özellikle Trump'ın, Netanyahu'nun geleceği pahasına da olsa bölgeyi önce kendi ve Amerika'nın çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönetme konusundaki kararlı tutumundan sonra Netanyahu'nun seçenekleri hızla azalıyor gibi görünüyor.

Bu durumda bizi ilgilendiren şey, özellikle askeri kurum olmak üzere Yahudi varlığına hakim olan korku, umutsuzluk ve psikolojik yenilgi durumundaki çelişkiye işaret etmektir;onların aksini iddia etmelerine rağmen varlığın bileşenlerinin bir kısmı, boş yere yıpranmanın devam etmesinden veya Filistin topraklarında cihat, hatta şehadet özlemiyle yanıp tutuşan, ülkelerinin yöneticilerinden ve ordularından Yahudilere ve onların arkasındaki Amerika'ya karşı genel bir alarm ve cihat ilan etmelerini talep eden halkların tutumu arasında bölgenin kontrol edemeyecekleri bir savaşın patlak vermesinden korktukları için savaşın durmasıyla ilgili talepler artmış olup bu da ümmetin alimlerinden bir kısmını, ümmetin talebini benimsemeye ve gücü yeten herkesi Filistin'i desteklemek için cihat etmenin farz olduğuna dair fetva vermeye sevk etmiştir.Bu gösterge, bunun aynı hızda devam edip arttığı takdirde, Yahudi varlığının sonunun ve onun ilk koruyucusu olan zararlı rejiminin çöküşünün habercisidir.Dolayısıyla denklemin dengesi, bu açıdan ümmetin lehine meyletmektedir.Bu nedenle davet taşıyıcılarının, Müslümanların kalplerindeki cihat ve fedakârlık ateşini daha fazla alevlendirmek, onları Yahudilere ve onları koruyan ajan yöneticilerine karşı galeyan ve öfke durumunu artıracak şeylere teşvik etmek, onların muazzam enerjilerini verimli siyasi ve saha çalışmalarına yönlendirmek ve orduların, Amerika'dan ve bunların ülkemizdeki nüfuzundan tamamen kurtulana kadar durmayacak şekilde Filistin'e doğru seferber olmasıyla sona ermesi için bir fırsat yakalamaları ve gecikmeden bu fırsatı değerlendirmeleri gerekmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Adnan Mezyan

Devamını oku...

Müzakereler Mi Yoksa Emir ve Diktalar Mı?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Müzakereler Mi Yoksa Emir ve Diktalar Mı?!

Haber:

Şafak News (uyarlanmıştır); ABD Başkanı Donald Trump 9/4/2025 Çarşamba günü, nükleer programını sona erdirmeyi kabul etmemesi halinde İran'a karşı askeri güç kullanma tehdidini yineledi.Beyaz Saray ofisinde gazetecilere şöyle bir açıklamada bulundu: “İran'ın nükleer silaha sahip olmasına izin vermeyeceğiz, anlaşma sağlanamaması halinde askeri seçenek de masada.”İran'ın anlaşma yapmayı reddetmesi halinde Yahudi devletinin İran'a karşı askeri eylemde bulunacağını belirterek şunları söyledi: “Tahran, nükleer programından vazgeçmezse "İsrail", İran'a yönelik askeri saldırının öncüsü olacaktır.”

Salı günü Başbakan Netanyahu ile Oval Ofis'te bir araya gelen Trump, Tahran'ı Umman'da yapılması beklenen müzakereler sırasında bir anlaşmaya varma çağrısında bulunarak şunları söyledi: “Eğer İran müzakere etmezse, bu onlar için çok çirkin olacak.”

Yorum:

Amerika, Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye'de Amerika'nın büyük çıkarlarını gerçekleştirmesi için İran'ın çıkarlar gerçekleştirmesine ve nüfuz oluşturmasına izin vermiştir.

İran'ın, oradaki partisi aracılığıyla Fransa'nın nüfuzunu Lübnan'dan çıkarmasına yardım etmesi, 2003'teki işgalinden sonra Irak'ı İngiltere'nin kollarından kurtardıktan sonra ele geçirmesini sağlaması, Suudi Arabistan'daki ajanlarıyla oradaki kolu olan Husileri kullanarak İngiltere'nin nüfuzunu Yemen'den çıkarmaya çalışması ve düşmeden önce yıllarca Suriye'deki ajanını koruması gibi Amerika'ya yönelik yaptığı bunca büyük hizmetlerden sonra ...Evet tüm bu hizmetlerden sonra Amerika, İran'ın elde ettiği tüm çıkarları geri çekmeye karar verdi ve sanki ona, artık senin hizmetlerine ihtiyacımız yok ve sahip olmana izin verdiğimiz nüfuzu bırak ve hizmetlerin için sana teşekkür etmeden çek git demektedir.

Nitekim İran'ın Lübnan'daki pençesini gevşetti, onun partisinin çöküşünü ve liderlerinin birer birer öldürülmesini izlerken hiçbir şey yapmadı ve onu Suriye'den çıkmaya zorladı;bakın işte bugün de İngiliz The Telegraph gazetesi 3/4/2025 Perşembe günü, İran'dan “üst düzey bir yetkilinin” Tahran'ın askeri güçlerini Yemen'den çekmeye ve Husi grubuna verdiği desteği durdurmaya karar verdiğini söylediğini bildirdi.Bu ise ABD'nin Husilere yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırdığı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın, İran'ı bu örgüte verdiği desteği sona erdirmesi konusunda uyardığı zamana denk gelmektedir; Irak'taki milisleri ise akıbetlerinin belirsizliğinden dolayı ciddi ciddi bir korku içindedirler.

Bugünkü tehlike ise, İran'ı sopa tehdidi altında müzakerelere zorlamak için kapısına dayanmak olmuştur. Zira ABD, İran'ı müzakereye çağırdığı sırada yukarıdaki haberde ve Amerikan gazetesi The Cradle'nin Şafak News tarafından tercüme edilen bir haberinde olduğu gibi İran'a sağlı sollu tehdit mesajları göndermiştir: “Askeri teçhizat, subaylar ve askerler Fırat Nehri'nin doğusundaki üslerden Kuzey Irak'a taşınırken, ABD Savunma Bakanlığı'ndan bu hareketlere ilişkin resmi bir açıklama yapılmamıştır.”Dolayısıyla bu durumda, müzakereler değil, aksine tehdit altında emir ve diktalar söz konusudur.

Gerçekte bu durum, Şeytan'ın takipçileri gibi olan tüm hainler ve ajanlar için geçerlidir; tıpkı Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللهَ رَبَّ الْعَالَمِينَTıpkı şeytanın durumu gibi: Hani o insana “İnkâr et” der; o inkâr edince de, “Bilesin ki benim seninle ilgim yok, ben âlemlerin rabbi olan Allah’tan korkarım” der.” [Haşr 16]Bu yüzden onların ümmetin düşmanlarına yaptıkları hizmetler, onlara sadece iki dünyada da lanet ve rezillik kazandıracaktır.

Son olarak diyoruz ki: Bu onurlu ümmetin, hain ajanlar tarafından yönetildiği sürece izzetli ve haysiyetli bir hayat yaşaması imkansızdır;bu yüzden Müslümanların davasının, hain ajanları devirmekten ve içinde bizim izzetimizin ve onurumuzun olacağı Allah'ın şeriatını ikame etmekten başka bir çözümü yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Et-Tâi – Irak

Devamını oku...

“Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا

Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]

Müslümanların dünyanın dört bir tarafında yaşadıkları trajik gerçekler, zorluk ve sefalet dolu hayat ve bunlardan bazılarının da çok büyük, çok şiddetli, çok kanlı olduğu hiç kimse için bir sır değildir; tıpkı örneğin sömürgecilerin çıkarlarına hizmet etmek için halkı arasında bir savaşın sürdüğü Sudan'da olduğu gibi ve ABD'nin desteği ve Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin yüzüstü bırakması ve komplosu sayesinde Yahudi varlığının Gazze'ye yönelik açtığı vahşi imha savaşının olduğu mübarek toprak Filistin'in durumunda olduğu gibi ki bu savaş, insanları, ağaçları ve taşları etkilemiş ve Batı Şeria'da, özellikle de Batı Şeria'nın kuzey kesiminde Yahudiler tarafından işlenen saldırganlık ve suçlar Gazze'deki suçlarını taklit etmiştir. Yine milletlerin (dünyanın dört bir tarafındaki) Müslümanların üzerine üşüştükleri ve servetlerini ve kaynaklarını yağmalamak, birlik olmalarını ve izzetlerini yeniden elde etmelerini engellemek için onlara tuzak ve komplo kurdukları da bir sır değildir; nitekim bu trajik durum ve koşulların ışığında bazı Müslümanlar, kendilerini umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde buldular ve durumların değişeceğine ve Allah'ın onlara yardım edeceğine dair umutlarını kaybettiler; öte yandan diğerleri de gaybi kaderciliğe bağlı kalıp iman ettiler ve bu nedenle de Allah'ın değişim konusundaki sünneti gerçekleşecek diye hiçbir işe karışmadan üzerlerine Allah'ın yardımının inmesini beklediler.

Özellikle Yahudilerin Gazze'ye yönelik vahşi savaşının ardından umutsuzluğa ve hayal kırıklığına kapılanlar, işleri maddi hesaplar açısından ölçtüler; bu yüzden meseleye, Yahudilere ölümcül silahlar sağlayan, Amerika'nın başını çektiği Batılı ülkelerin sahip olduğu askeri yetenekler ve teknolojik gelişmeler açısından baktılar ve onun Müslüman ülkelerde gezip dolaştığını ve elinin bu ülkelere uzandığını gördüler. Bu nedenle de Amerika ve onun üvey evladı Yahudi varlığının yenilmez olduğunu düşündüler ve onların lisanı halleri onlar (Amerika ve Yahudi varlığı) hakkında Tatarlar hakkında söylenenleri söylüyordu: “Eğer size Tatarların yenildiği söylenirse, onlara inanmayın.” Dolayısıyla onlar, Allah Subhanehu'nun gücünün ve kudretinin, tüm tiranların ve zorbaların gücünden daha üstün olduğunu, bizim zor ya da imkansız olarak gördüğümüz şeylerin Allah katında çok kolay olduğunu, Allah mümin kullarına yardımını indirdiğinde bunu, onların sayısına, donanımına veya maddi gücüne bakmaksızın indirdiğini, kafirlerin sayı ve teçhizatına mukabil Müslümanların belirleyici savaşlarda ne kadar sayı ve teçhizata sahip olduklarını ancak Allah'ın onlara yardım ettiğini görmek için Müslümanların tarihine bakmaları gerektiğini gözden kaçırdılar. Zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإذْنِ اللهِ واللهُ مَعَ الصَّابِرِينَNice az sayıda toluluk Allah'ın izniyle çok sayıdaki topluluğa galip gelmiştir.” [Bakara 249] Dolayısıyla onların düşmanları ne kadar güçlü olursa olsun, Allah'ın gücü karşısında bir hiçtirler demektir. Zira Allah, kulları üzerinde her şeye gücü yeten ve her şeye galip gelendir. Dolayısıyla eğer Allah Subhanehu ve Teala yardımına izin verirse onu geri çevirecek hiç kimse yoktur ve eğer izin vermezse, ondan sonra kim yardım edebilir ki?إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160] Bu yüzden Müslüman'ın akidesinin, düşmanın çokluğu ve teçhizatından duyulan korkuyla karışması doğru olmadığı gibi sayı ve teçhizatın çokluğu nedeniyle de herhangi bir kibirle karışması da doğru değildir; çünkü Allah bize yardıma izin vermezse sayımız ve teçhizatımız bizim zaferimizin garantisi değildir ki Huneyn Savaşı bizim için bir öğüt ve ibrettir.وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئاً وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَHuneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” [Tevbe 25] Dolayısıyla düşmanımızın sayısı ve teçhizatı ne kadar güçlü ve ne kadar kibirli olurlarsa olsunlar, bizimle Allah'ın yardımı arasına giremeyecektir.

Her Müslümanın akidesinin özü, ona yeis ve ümitsizliğin haram olmasıdır. إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَAllah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.” [Yusuf 87] Bu yüzden İslam ümmeti hakkında ümitsizliğe kapılmak ve onda hayır olduğuna karşı çıkmak doğru değildir. Bu ise Gazze halkını ve diğer savunmasız Müslümanları destekleme konusundaki sessizliklerini ve yüzüstü bırakmalarını haklı çıkardığımız anlamına gelmiyor; aksine onları, özellikle de kardeşlerini desteklemeye muktedir olan güç sahiplerini, bu sessizliğin ve yüzüstü bırakmanın her iki dünyadaki sonuçları konusunda uyarıyoruz. Ancak bu, ümmetin evlatlarından umudumuzu kesmediğimiz ve onlardaki hayrı yok saymadığımız anlamına gelmektedir; zira İslam ümmeti kurtarıcı kahramanlar ve fatihler üretmekten yoksun olmamıştır ve olmayacaktır da. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِذَا قَالَ الرَّجُلُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ أَهْلَكُهُمْ Bir adam, artık insanlar helak oldu derse, kendisi o insanların daha fazla helak olanıdır.” Yani daha şiddetli bir şekilde helak olan anlamına gelmektedir; zira “أَهْلَكُهُمْ” şeklinde “الكاف” harfinin fetha olarak rivayet edilmesi, gerçekte helak etmeleri değil, kendilerinin helak olmaları anlamına gelmektedir.

Allah'ın kullarına kaçınılmaz olarak yardım edeceğine, Allah Subhanehu'nun vaadinin ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bize olan müjdesine iman edenlere gelince; hiçbir şey yapmadan Allah'ın vaadini yerine getirmesini ve Peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesini gerçekleştirmesini bekliyorlar. Onlara diyoruz ki; Allah'ın müminlere yönelik yardımı, değişmeyen sabit bir hak kıldığı doğrudur; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَMüminlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” [Rum 47] Ancak Subhanehu bize, daveti taşımamızı ve bu vakıayı değiştirmek için çalışmamızı emretmiştir: وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَDe ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Rasulü de müminler de görecektir.” [Tevbe 105] Dolayısıyla bize, beklememizi ya da sadece dua etmemizi emretmemiştir. Yine onlara diyoruz ki; şüphesiz Allah'ın sünneti değişmeyecektir ama onun sünneti, bizler oturduğumuz halde bizim için Hilafet kurması ve düşmanımızla savaşması için gökten melekler indirmesini gerektirmemektedir; bilakis Allah Subhanehu meleklerini, Bedir Savaşı'nda indirdiği gibi müminlere yardım ve desteğinin müjdesi olarak indirecektir: إذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأَلْفٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُرْدِفِينَ Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.” [Enfal 9] Kur'an-ı Kerim'in bize anlattığı peygamberlerin kıssalarına baktığımızda لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِى الْأَلْبَابِAndolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.” [Yusuf 111] Allah'ın sünnetinin, çağlar boyunca hem peygamberlerin hem de onlarında dışındaki davet taşıyıcılarının üzerinde gerçekleştiğini görürüz. Nitekim Kur'an bize, peygamberlerin ve elçilerin hakka davet ederken kavimleriyle birlikte neler çektiklerini, bu yolda ne kadar büyük çabalar sarf ettiklerini, insanları davet etmek ve fasit gerçekliği değiştirmek için kaç yıllar geçirdiklerini ve sonunda Allah'ın hem onlara hem de onlarla birlikte iman eden gruba yardım ettiğini anlatmaktadır. Bu yüzden bizim, Allah'ın müminlere yönelik yardımının, onların imanlarına ve güzel bir şekilde itaat edip amel etmelerine bağlı olduğunu anlamamız gerekmektedir ki böylece Allah'ın yardımını hak etsinler. Bunu da Allahu Teala’nın şu kavli tasdik etmektedir: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.” [Muhammed 7] Dolayısıyla eğer biz Allah'a yardım edersek, O da bize yardım edecektir; bizim Allah'a olan yardımımız ise, O'nun şeriatına bağlı kalmak ve dinin üstün gelip ikame edilmesine yol açan şerî hükümlere uymak şeklinde olmalıdır. Allah Subhanehu'nun fazlı sayesinde ümmetin içinde, bu hükümlere uyan ve Allah Subhanehu'nun vaadi ve Nebi'si Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kurulması yönelik müjdesiyle sevinerek fasit gerçekliği değiştirmek ve Hilafet Devleti'ni kurmak için bir kitle içinde çalışarak gecesini gündüzüne katanlar vardır.

Sonuç olarak imtihan ve sınav, habis olanı temiz olandan ayırmak için Allah'ın yaratmak konusundaki sünnetlerinden biri olup musibetin şiddetlenmesi ve sebeplerin kesintiye uğraması da Allah'ın izniyle kurtuluşun yakın olduğunun habercisidir.حَتَّى إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّواْ أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُواْ جَاءهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَاء وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَNihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.” [Yusuf 110] Allah her şey için bir ölçü koymuştur ve O, bunun için ne ileriye alınan ne de geciken bir zaman ve tarih belirlemiştir ve Allah, belirlemiş olduğu zamanda da mümin kullarına yardımını indirecektir. وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْراًKim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 2-3] Dolayısıyla Allah'ın zalimleri yakalayıp onları helak ettiğine, mümin kullarına yardım ettiğine, İslam'ın ve Müslümanların yükselmesi ve iktidarı için Allah Subhanehu'nun vaadine ve Nebi'si Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesine dair kıssalar, kalplerimize huzur ve sükûnet vermelidir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللَّهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ أَوْ قَالَ إِنَّ رَبِّي زَوَى لِي الْأَرْضَ فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا وَإِنَّ مُلْكَ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا Allah yeryüzünü benim için dürdü. Ben de böylece yeryüzünün doğu ve batı her tarafını gördüm. Ümmetimin hükümranlığı benim için dürülen yerlerine kadar ulaşacaktır.” Allah Subhanehu'dan, İslam'ın ve Müslümanların izzetine ve Allah'ın izniyle er ya da geç İslam Devleti'ne şahit olanlardan olmayı niyaz ediyoruz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Mûnasıra

Devamını oku...

Afgan Göçmenlerin Pakistan'dan Toplu Olarak Sınır Dışı Edilmesi Milliyetçi Rejimlerin Vahşetini Teyit Etmektedir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Afgan Göçmenlerin Pakistan'dan Toplu Olarak Sınır Dışı Edilmesi Milliyetçi Rejimlerin Vahşetini Teyit Etmektedir

Haber:

On yıllardır Pakistan'da yaşayan yüz binlerce Afganlı, ülkeden sınır dışı edilmekle karşı karşıyadırlar.Pakistan, tüm "yasadışı yabancıların" ve Afgan kimliği taşıyanların, gönüllü olarak ülkeyi terk etmeleri ya da sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalmaları için 31 Mart tarihine kadar süre tanımıştır.Bayramdan bu yana rejim, bu sınır dışı etme operasyonlarını yoğunlaştırdı ve binlerce kişi sınır dışı kamplarına gönderildi.Eylül 2023 ve Şubat 2025 tarihleri arasında, hükümetin Afgan sakinlerine karşı yürüttüğü sistematik kampanya yaklaşık 850.000 Afgan’ın sınır dışı edilmesine yol açmıştır.Bu yılın Ocak ayında Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif'in ofisi, üç aşamalı bir yeniden yerleşim planının ana hatlarını çizdi:İlk aşama, belge taşımayan tüm Afganların yanı sıra 800.000 Afgan Vatandaşlık Kartı (Afgan göçmenler için Pakistan tarafından verilen bir kimlik belgesi) sahibinin derhal sınır dışı edilmesini içermektedir.İkinci aşama, 2006 yılında verilen ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından yayınlanan kayıt ispat kartına sahip olan ve sadece Haziran 2025'e kadar kalma muafiyeti tanınan 1,3 milyon Afgan’ın sınır dışı edilmesine odaklanacaktır.3. aşamaya gelince; üçüncü bir ülkeye taşınmayı bekleyen Afganların sınır dışı edilmesini ele alacaktır.Pakistan, bu vahşi ırkçı politikasını haklı çıkarmanın nedenleri olarak, "ulusal güvenlik" ve "kaynak yönetimini" gerekçe olarak göstermiştir.

Yorum:

Sınır dışı edilmekle karşı karşıya olan ya da fiili olarak sınır dışı edilmiş olan Afganların çoğu, Sovyetlerin Afganistan'ı işgalinden kaçtıktan sonra 1990'lardan bu yana Pakistan'da yaşamaktadırlar.Dolayısıyla onlarca yıldır, hayatlarını kurdukları, evlenip çocuklarını büyüttükleri, ticari işlerini kurdukları ve evlerini inşa ettikleri vatanları olan topraklarını, ebeveynlerinin uyruğu ya da doğdukları yer dışında hiçbir sebep olmaksızın terk etmek zorunda kaldılar. Sınır dışı edilmekle karşı karşıya olanlardan biri de ailesi 1990'lardan beri Pakistan'da yaşayan Muhammed Lal Han şöyle diyor: “Sanki Afgan olmak varlığımız için bir lanetmiş gibi görülmektedir.”

Pakistan, Afgan vatandaşlarını, suç faaliyetleriyle ilişkilendirerek ya da İslamabad'ın Afganistan'dan gelip faaliyet gösterdiğini iddia ettiği militan grupların ölümcül saldırılarından sorumlu tutarak, utanç verici bir şekilde şeytanlaştırmaktadır.Ancak bu suçlamalar, basitçe bu nakil planının ardında yatan bariz ve açık ırkçılığı gizlemektedir.Pakistan temel olarak, ülkede barışçıl bir yaşam sürmeye çalışan tüm toplumun imajını,ırkçı milliyetçi rejimlerin davranışları gibi bireylerin suç teşkil eden eylemlerini çarpıtmaktadır!Yetkililer, sanki farklı bir ülkede doğmak ya da farklı bir milliyete mensup ebeveynlere sahip olmak ciddi bir suçmuş gibi,çocuklarıyla birlikte yalnız kalan kadınlar da dahil olmak üzere masum Afgan Müslümanların evlerine baskın düzenleyip onları hapishane hücrelerine ya da sınır dışı kamplarına götürmek için polislerini kullanmaktan hiç utanmıyor!Hatta Pakistan vatandaşı olan kadınlarla evlenen bazı Afgan erkekler, sınır dışı edildiklerinde eşlerini geride bırakmak zorunda kalmaktadırlar.

Müslümanların, asli toprakları nedeniyle maruz kaldıkları bu insanlık dışı muamele, büyük zulüm ve utanç verici aşağılama, sömürgeci Batılı ülkeler tarafından, bölgeyi kontrol etmek ve bunu korumak amacıyla Müslümanları bölüp zayıflatmak için Müslüman ülkelere ihraç edilen yozlaşmış milliyetçilik mefhumundan kaynaklanmaktadır.Dolayısıyla bu, şu anda Müslüman ülkelerin başına bela olan rejimlerde pekiştirilmekte ve bu rejimler tarafından teşvik edilmektedir.Ayrıca bu milliyetçi rejimler, devletlerindeki diğer Müslümanlarla aynı imanı ve dini paylaşmalarına rağmen, sırf farklı bir topraktan geldikleri için Müslüman kardeşlerini yabancı veya yasadışı göçmen olarak tanımlamakta veya onları devlet düşmanı olarak tasvir etmektedirler!

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, milliyetçilik hakkında şöyle buyurmuştur: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌ Onu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” Ve şöyle buyurmuştur: لَيْسَ مِنَّا مَنْ دَعَا إِلَى عَصَبِيَّةٍ وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ قَاتَلَ عَلَى عَصَبِيَّةٍ وَلَيْسَ مِنَّا مَنْ مَاتَ عَلَى عَصَبِيَّةٍIrkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen bizden değildir.” Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَMüminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” [Hucurat 10] Ve yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لِأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِSizden biriniz kendi nefsi için sevdiğini, kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.” Ve yine şöyle buyurmuştur: الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لَا يَظْلِمُهُ، وَلَا يَخْذُلُهُ، وَلَا يَحْقِرُهُ، التَّقْوَى هَا هُنَا، - وَيُشِيرُ إِلَى صَدْرِهِ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ - بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنْ الشَّرِّ، أَنْ يَحْقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ، كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ؛ دَمُهُ، وَمَالُهُ، وَعِرْضُهُ “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu tahkir etmez. (Üç defa kalbine işaret ederek) Takva şuradadır. Müslüman kardeşini hakir görmesi kişiye kötülük olarak yeter. Her Müslümanın namusu, kanı, malı ve onuru Müslümana haramdır”

Dolayısıyla bu zehirli ve yozlaşmış milliyetçilik mefhumu ya da milliyetçi devlet siyaseti, şer'an haramdır ve dinimizden bir sapmadır.Şayet yabancı, yasadışı, istenmeyen ya da halk düşmanı gibi bir şey varsa o da bu yozlaşmış mefhum ve ülkemizde yeri olmayan ve kendisinden kurtulup ortadan kaldırılması gereken bu sapkın milliyetçi rejimlerdir.Bu rejimlerin İslam'ı tamamen tahkir ettikleri ve Allah Subhanehu ve Teala'ya ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bağlılıkları ve itaatleri olan Müslümanları yönetmeyi hak etmedikleri gayet açıktır.

Milliyetçilik, ulus-devlet sistemleri ve siyaset, İslami kardeşlik mefhumunu baltalamaktadır.Zira İslam ülkelerindeki milliyetçi rejimler bunları, Filistin'de olduğu gibi Müslümanlar zulme maruz kaldıklarında veya katledildiğinde, askeri müdahalede bulunmamak için bahane üretmek ve onları yabancı topraklardaki yabancılar ve İslam'da kardeş olarak görmemek için kullanmaktadırlar.Ya da Rohingya Müslümanları ile birlikte Bangladeş, Malezya ve Endonezya'da gördüğümüz gibi, kendi ülkelerinde güvenli bir sığınak arayan zulüm görmüş Müslümanların kitlesel olarak geri gönderilmesini meşrulaştırmak için kullanmaktadırlar.Bu nedenle Müslümanlar olarak bizlerin, her türlü milliyetçiliği kesin olarak reddetmemiz ve buna dayalı tüm politikalara, planlara, yasalara ve sistemlere karşı durmamızın yanı sıra toplumlarımızda bunu destekleyen ve uygulayan yöneticileri ve rejimleri kökünden söküp atmamız gerekmektedir.Ayrıca sömürgeciliğin dayattığı ve ülkelerimizin arasını ayıran ulusal sınırlardan kurtulmamız ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurarak İslam ümmetini birleştirmek için çalışmamız gerekir; zira Allah Subhanehu ve Teala'nın farz kıldığı şeylere göze İslam ümmetini birleştirmenin pratik yolu ve İslam şeriatının emrettiği ve geçmişte de olduğu gibi cinsiyetleri, ırkları, mezhepleri veya doğum yerleri ne olursa olsun tüm Müslümanlara koruma sağlayacak ve onları kanun önünde aynı haklara sahip eşit tebaalar olarak görecek olan Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma Sıddık

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER