Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Pakistan Ordusundaki Rütbe ve Avanta Kavgasına Son Verin, Müslüman Subaylar Raşidi Hilafetin Kurulması İçin Nusret Vermeli

Pakistan’ın mevcut genelkurmay başkanı muhalifi subayların tasfiye edildiği ve marjinalleştirildiği bir dönemde Hizb-ut Tahrir gündeme geldi. 13 Ağustos 2024’te, Urduca yayın yapan ünlü Daily Jang gazetesi, Rawalpindi askeri baskısında, “(2011) Tuğgeneral Ali Khan, aşırılık yanlısı Hizb-ut Tahrir örgütü ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle askeri mahkemeye çıkarıldı. Ayrıca Pakistan Ordusu içinde isyanı yaymakla suçlandı” şeklinde bir haber yayımlandı.

Hizb-ut Tahrir, mevcut düzen ve sistemdeki güç mücadelesinin Müslümanlar için hiçbir değer taşımadığını vurgulamakta. Bu mücadele gerçek bir değişim yaratmaz. Aslında bir zarar kaynağıdır. Son yıllarda Müslüman dünyasının en güçlü ordusu olan Pakistan ordusunda, üst düzeyde iç çatışmalar yaşanıyor. Ancak çatışmadan hangi grup galip çıkarsa çıksın, asıl kazanan sistemin efendisi Amerika’dır. Ekonomi ve orduyla ilgili olanlar da dâhil olmak üzere Pakistan’daki tüm önemli politikaları belirleyen ABD’dir. Ordu yönetimindeki ajanlarını yozlaşmış sistemin koruyucusu ve garantörü olarak kullanan ABD’dir.

Pakistan, tarihinde birçok kez kozmetik değişikliklere sahne oldu. Yüzler değişti ancak sömürgecilik her zaman olduğu gibi hep yerinde kaldı. Sömürgeciliğin bir ajanı diğerinin yerine geçti. Bu haliyle Pakistan, yüzlerin değiştirildiği, ancak temel sistemin hep korunduğu İslam dünyasındaki diğer ülkelere benzemektedir. Arap Baharı, bu acı gerçeği birçok örnekle gözler önüne serdi. Bangladeş’teki son değişim de buna bir örnek; Müslümanların cesur duruşlarına ve fedakarlıklarına rağmen gerçek bir değişim gerçekleşmedi.

Pakistan’daki siyasi ve askeri liderlik, hangi fraksiyondan olursa olsun, ümmetin otoritesini gasbetmektedir. Allah’ın indirdiklerine göre hükmeden bir liderlik değildir. Allah’ın, Rasûlü’nün ve müminlerin razı olduğu şeri bir biatle, Allah’a, Rasûlüne ve müminlere sadakatle iktidara gelmiş değildir. Bu liderlik, İslam’ın yol göstericiliğine uymamakta, şeriat hükümlerine göre hareket etmemektedir. İçlerinde Kur’an hafızı olanlar olsa bile siyasi ve askeri liderliği kişisel bir çıkar kapısı olarak görmektedir. Tek bir fraksiyon bile halkın iradesiyle, özgür ve adil seçimlerle iktidara gelmiş değildir.

Hem askeri hem de siyasi liderlik ve onların tüm fraksiyonları varlıklarını Batılı sömürgeci güçlere borçludur. Batılı hükümetler bu fırsatçılara, halkı yağmalamaları, talan etmeleri, ülkeyi zayıflatmaları için olanak tanımaktadır. Onlar da bu görevi yerine getirirken tıpkı ormandaki vahşi hayvanların av için mücadele etmesi gibi, mevki ve maddi çıkarlar uğruna birbirleriyle mücadele etmektedirler. Eğer bu liderlerden herhangi birinde en ufak bir İslam’a bağlılık veya ülke sevgisi olsaydı, Hilafetin kurulması için gerçek ve köklü değişim projesi sahibi Hizb-ut Tahrir’e nusret verirdi.

Hizb-ut Tahrir, Peygamber’in sünnetine uygun olarak güç ve kuvvet ehli aracılığıyla değişim çağrısında bulunmaktadır. Değişimin amacı, insanların sınırlı akılları tarafından belirlenen yasalarla yönetilen mevcut başarısız devletlerdeki rütbeler ve avantalar değildir İslam’da değişimin amacı, Allah’ı razı etmek için Allah’ın indirdiklerine göre hükmetmektir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem savaş, ateş ve çelik adamlarıyla bizzat görüştü ve onlardan din için nusret talep etti. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem güç, ayırt edici fiziksel yeteneği ayrıntılı olarak araştırdı.

فَهَلْعِنْدَقَوْمِكَمِنْمَنَعَةٍ؟“Kavminizin gücü var mı ?” diye sordu. Bu bağlamda aralarında Beni Kelb, Beni Hanife, Beni Amr bin Sasa, Beni Kinde ve Beni Şaban’ın da bulunduğu birçok kabileyle görüştü. Allah Subhânehu ve Teâlâ nusret nasip edinceye kadar Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem sabırla bu metodoloji üzerinde ısrar etti. Ensar’ın, nusret vermeyi kabul etmesiyle Medine’de İslam Devleti kuruldu.

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri subayları! Amerika’nın liderliğiniz içindeki ajanları, Allah Subhânehu ve Teâlâ ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e isyankâr kişilerdir. Açıkça ihanet edenler, Keşmir ve Gazze’deki Müslümanları yüz üstü bırakanlar ve Müslümanlar arasında savaşları körükleyenler onlardır. Hâlâ neden onlara itaat ediyorsunuz? İbn Mace ve Ahmed’in sahih bir senetle rivayet ettiklerine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْأَمَرَكُمْمِنْهُمْبِمَعْصِيَةِاللَّهِفَلَاتُطِيعُوهُBaşınızdakilerden kim size Allah’a isyan etmeyi emrederse, sakın o hususta ona itaat etmeyin.”

Ensar’ın izinden gidin! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret vererek İslam Devletinin kurulmasına vesile oldular. Mallarını ve canlarını Allah yolunda feda ettiler ve cennetle müjdelendiler. Ensar, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e:

فَإِنّانَأْخُذُهُعَلَىمُصِيبَةِالْأَمْوَالِوَقَتْلِالْأَشْرَافِفَمَالَنَابِذَلِكَيَارَسُولَاللّهِإنْنَحْنُوَفّيْنَا“Biz, bunu mallarımıza gelecek musibete ve şereflilerimizin öldürülmesine rağmen kabul ediyoruz, bunun karşılığında bize ne var?” diye sorunca, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “Cennet” cevabını verdi.”

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem  

أُبَايِعُكُمْعَلَىأَنْتَمْنَعُونِيمِمّاتَمْنَعُونَمِنْهُنِسَاءَكُمْوَأَبْنَاءَكُمْ “Kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi beni de korumak üzere sizinle biyatlaşıyorum.” buyurduğunda, Ensar’dı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret veren.

Öyleyse daha ne bekliyorsunuz, ey Muhammed bin Kasım’ın torunları? Hadi hemen Hizb-ut Tahrir’e nusret verin ki bir kez daha Allah’ın indirdiklerine göre yönetilelim.

Devamını oku...

Mısır Rejimi, Mısır’ı, Ordusunu ve Limanlarını Gaspçı Varlığı Korumak, Desteklemek ve Yardım Etmek İçin Kullanıyor

Arabic Post’un haberine göre, Mısır’ın beş limanı, Gazze savaşı sırasında işgal varlığına düzenli olarak kargo ve çimento taşıyan pek çok gemi için ana durak haline geldi. Haberde, son birkaç ay boyunca 19 geminin bu limanlar arasında düzenli olarak gidip geldiği, bu gemilerin Mısır ile işgalci Yahudi varlığı arasındaki limanlarda faaliyet gösterdiği, bu 19 geminin, Mısır limanları ve işgalci limanlar arasındaki kısa mesafe nedeniyle yalnızca Mısır ve işgalci Yahudi limanları arasında gidip geldiği, bu da nakliye maliyetlerini düşürdüğü belirtildi. Rapor, ikisi (İsrail) işgali altındaki Aşdod, Hayfa limanlarına ve beşi de Mısır’daki Port Said, Abu Qir, İskenderiye, Dakhila ve Damietta limanlarının izlenmesine dayanıyor. Gemilerinin faaliyetlerinin izlenmesi son üç ayla (Haziran, Temmuz ve 22 Ağustos 2024) sınırlı. Gemiler arasında 7 konteyner gemisi, 6 çimento gemisi, 5 genel kargo gemisi ve 1 dökme yük gemisi, yani kömür, şeker ve tahıl gibi paketlenmemiş kargo bulunmaktadır. (22.08.2024 Quds News Network)

Mısır rejimi çirkin yüzünü gizlemiyor. Filistin davası ve halkı konusunda tarafsız kalmak şöyle dursun gaspçı varlığın ortağı ve destekçisi oluyor. Varlığın sınırlarını Mısır’ın, halkının ve ordusunun gazabından koruyor. Rejim, ihanet anlaşmaları ile orduyu zincirlere vurdu, baskı, zulüm, aşağılama ve rüşvetle onu dizginledi. Filistin, haraci bir arazidir, tüm ümmetin malıdır. Sadece Filistinlilerin değil. Bu topraklardan tek bir karışından bile vazgeçilmesi caiz değil. Kurtarılması sırasıyla en yakını olmak üzere tüm ümmete farzdır. Genel olarak komşu ülkelere, özel olarak da Mısır ve ordusuna daha çok farzdır. Peki ya Mısır Abluka altına alırsa nasıl olur?

Yahudi varlığı, İslam topraklarını gasp etmiş, ümmetin kutsallarını ihlal etmiş, saygınlıklarını kirletmiştir. Mübarek Toprak halkımızın kanını akıtmıştır. Gerçek şu ki o, İslam topraklarını işgal eden işgalci bir düşmandır. Bu düşmanı def etmek için genel seferberlik ilan edilmeli ve ordular derhal harekete geçirilmelidir. İşgal altındaki Mübarek Toprak halkımızın durumu esirlerin durumu gibidir. Her ne kadar caiz olsa da düşmanı geri püskürtmek gibi yükümlülükleri yoktur. İbn Abidin, kitabında (3/238) şöyle der: “Düşman Müslümanların sınırlarında yerleşik olan kalelerine saldırdığında o farzı-ayn olur ve hakeza o yere yakın olan herkes üzerine de farzı-ayn olur. O yerden uzak olan kimselere gelince ise onların düşmanları savuşturma güçleri varsa ve bu kimselere ihtiyaç duyulmuyorsa o zaman bunlar üzerine farzı-kifaye olur. Lakin, eğer o yerdeki Müslümanların zayıflığından dolayı onlara ihtiyaç duyuluyorsa veya onlar savaşmada tembellik ediyor ve cihadı terketmişlerse o zaman herkes üzerine farzı-ayn olur, kimler ki onlara yakın mesafede yaşıyorlar, onlar üzerine bırakılması yasak olan namaz veya oruç gibi farz olur. Ardından o (ele geçirilen bölgeden uzak) batıda ve doğuda olan uzaktaki Müslümanlara geçiyor uzaklık derecesine göre o sırayla.” Kasani (Bidâyetü’s-Sana’a [7/72]), İbn Nüceym (el-Bahrü’r-Râik [5/191]) ve İbnü’l-Hemmam (Fethü’l-Kadir [5/191]) da benzer görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Kudame (ö.620) El Muğni adlı kitabında şöyle der: “Kafirler, halkının savaşmak ve geri püskürtmek zorunda kaldığı bir ülkeye girerlerse cihat farz olur. (8/345 El Muğni) İbn Teymiyye de şöyle der: “Bir düşman İslam ülkesine girerse, şüphesiz o düşmanın geri püskürtülmesi sırasıyla en yakında olana farz olur. Bütün İslam ülkesi tek bir ülke gibidir, babanın veya alacaklının izni olmadan o ülke için seferber olunmalıdır. Ahmed’in bu konuda metinleri açıktır. (4/608 Fetava’i Kübra)

Yahudiler, ümmete ait olan bir İslam toprağını gasp ettiklerine göre, onları geri püskürtmekten, İslam topraklarından söküp atmaktan, tüm Filistin’i kurtarmaktan ve halkını tam olarak desteklemekten daha vacip bir şey yoktur. Onları komşu bir ülke olarak değerlendirmek caiz değil, onlarla bizim aramızdaki sınırların hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Kaldı ki Mısır rejimi onları kuşatma altına almakta, aç bırakmakta, öldürmekte ve bir kelimeyle bile olsa onları desteklemeye çalışan herkesi engelleyip bastırmaktadır! Bu gaspçı varlıkla herhangi bir ilişki kurmak, Allah’a, Rasûlüne, dinine ve tüm İslam ümmetine ihanettir, meseleleri ve topraklarından vazgeçmektir, Yahudileri güçlendirmektir. Bunu ne Şeriat ne de ümmet kabul eder.

Bu varlık aslında Batının ileri üssü ve karakoludur, ümmetin birliğini engellemek ve yeniden otoritesini geri kazanmasını önlemek için ümmetin kalbine saplanmış bir hançerdir. Mısır rejimi bu varlığa her türlü desteği sağlıyor, bu mutant Yahudi varlığının sponsoru ve destekçisi kafir Batı’nın tüm isteklerine boyun eğiyor. Mısır rejimi, ümmetten kopuk bir rejimdir, düşmanlarının safında yer almaktadır. Ümmet hem ondan hem eylemlerinden hem de anlaşmaları ve sözleşmelerinden beridir.

Rejimin bu duruşuna şaşırmıyoruz. İçlerinde iyilik olduğunu, Allah ve kutsallarına için öfkelendiklerini bildiğimiz Kinane ordusundaki samimi askerlerin sessizliğine şaşırıyoruz. Bu rejimin yaptıklarını görmüyorlar mı? Bugün kendilerini haklı gösterseler de acaba kıyamet günü Allah’ın huzurunda nasıl bir mazeretleri olacak?

Ey Kinane askerleri! Allah sizi vatanseverliğinize ya da Mısırlılığınıza göre değil, İslam’a, öğretisine ve hükümlerine bağlılığınıza göre hesaba çekecektir. Filistin halkının dökülen kanlarından ve gasp edilen topraklarından hesaba çekileceksiniz. Filistin’i kurtarmak en önemli görevinizdir. Çünkü en yakın, en güçlü ve en yetenekli olan sizsiniz. Onları desteklememeniz ve topraklarını özgürleştirmemeniz affedilemez bir suçtur. Vallahi bu sistem size yeryüzü dolusu altın verse bile size hiçbir fayda etmeyecektir. Bir damla haram mal, cehennemdeki bir anlık azap karşısında hiçbir anlam ifade etmeyecek. Bilin ki rejimin size verdiği şey bir rüşvet ve haram maldır. Haram maldan doğan her şey, cehenneme daha layıktır. Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyun, bu rejimden, pisliklerinden ve ihanetlerinden uzak durun. Allah için bu ihanetin kökünü kazıyın, rejim ve Batı’nın tasmasını boynunuzdan çıkarın, İslam’ı uygulamak için çalışan ümmetinizin sadık evlatlarıyla el ele verin. İslam’ı yeniden hâkim kılın. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinin kurulmasıyla ümmet yeniden otoritesine kavuşacaktır. Umulur ki Allah onu size nasip eder de dünyada izzet, ahirette haysiyete erişirsiniz. Allah’ım, İslam’ın devletini, otoritesini ve şeriatını yeniden tesis et ki tekrar gölgesi altında gölgelenebilelim.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً

“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, bir dava taşıyıcı kardeşimizin vefatını duyuruyor:

Ahmed İsmail Abbas (Ebu Muhammed)

25 Ağustos 2024 Pazar günü öğleden sonra Sayda şehrinde vefat etti.

Ebu Muhammed -Allah ona rahmet etsin- Ayn el-Hilve kampı ve çevresinde Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulması çağrısında bulunan ilklerdendi. Son yıllarda toplumsal faaliyetlerde özellikle de Ras el-Ahmar Komitesi’nde aktif olarak yer aldı. Merhum, hastalığı sırasında dahi faaliyetlerini sürdürdü. Allah’tan bu çalışmalarını amel defterine yazmasını, mertebesini peygamberler, Sıddıklar, şehitler ve Salihler derecesine yüceltmesini niyaz ediyoruz. Onlar ne güzel dostturlar!

إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” [Bakara 156]

Devamını oku...

Allah Düşmanları Yanlısı Filistin Yönetimi, Gazaba Uğrayanların Filistin Halkına Eziyet Etme ve Hakka Davet Edenleri de Tutuklama Rolünü Sürdürüyor

İki gün önce Filistin Yönetimi güvenlik güçleri, Hizb-ut Tahrir’in gençlerinden Şeyh Evs Ebu Arkub ve Şeyh Muhammed Munasara’yı tutukladı. Hakkı haykıranları ve hak kelimesini söyleyenleri tutuklayan Filistin Yönetimi ve güvenlik aygıtı, Yahudilerin Filistin halkına sapladığı mızraklardan biri olmayı sürdürmektedir. Mevcut durum, Filistin Yönetiminin eylemlerine tercümanlık yapmaktadır. Gaspçı suç varlığı, altı ay önce Hizb-ut Tahrir / Filistin Medya Bürosu üyesi Dr. Musab Ebu Arkub’u tutuklamıştı. Bugünse Evs Ebu Arkub’u tutuklayan Filistin Yönetimi ve güvenlik aygıtı, bu eylem ve suçlarıyla kindar Yahudilerin temsilcisi olduklarını, düşmanın başlattığı şeyi tamamlama rolü üstlendiğini göstermektedir. Bu, Filistin Yönetimi’nden eşi benzeri görülmemiş bir tutum değildir. Cenin, Tulkarem, Nablus ve Beytüllahim’deki mücahitleri öldüren, kovuşturan ve tutuklayan bu yönetim, bu ihanetiyle düşmanın katliam, tutuklama ve yıkımlarına zemin hazırlamaktadır.

Bu suç teşkil eden eylemleriyle Filistin Yönetimi, düşmanları tarafından zaten derinden yaralanmış olan Filistin halkının yaralarını daha da katmerleştirmekte, Gazze ve Batı Şeria’da düşmanları tarafından öldürülen, yerinden edilen, aç bırakılan, kuşatılan ve evleri yıkılan halkın acılarına acı katmaktadır. Otorite, hapishanelerini mücahitlerle, yaşlılarla, çocuklarla, kadınlarla, hakka çağıranlarla, Hizb-ut Tahrir gençleriyle, Filistin’in, Gazze’nin ve halkının kurtuluşu için gece gündüz çalışan ümmetin evlatlarıyla doldurdu. Bu davet, düşmanı endişelendirmekte, uykularını kaçırmakta, Gazze’deki mücahitler gibi hayatını zehir etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Mübarek Toprak gençleri, Filistin halkı gibi, kökleri sağlam temiz bir ağaca, yönetim ise, köksüz çürük bir ağaç benzemektedir. Filistin halkının ufak bir üflemesi, bu çürük ağacı yerinden oynatacak, rüzgâr da onu Mübarek, Kaddafi ve Bin Ali gibi geçmişte Allah’a ve Rasûlüne ihanet eden ve ümmete musallat olanlarla birlikte derim bir uçuruma atacaktır. Eğer Filistin Yönetimi içinde aklı başında biri olsaydı, Allah’tan bir azap gelmeden ya da Filistin halkı ve ümmet tarafından bir cezaya çarptırılmadan önce Filistin halkının düşmanlarından elini eteğini çekerdi.

إِنَّ الَّذِينَ ‌يُؤْذُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُهِيناً * وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَإِثْماً مُبِيناً“Allah ve Rasûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” [Ahzab 57-58]

Devamını oku...

Ngorongoro Krateri Sorunu, Masai Topluluğunun Değil Kapitalizmin Sorunudur

Hükümetin, Ngorongoro Krateri bölgesindeki Masai çoban topluluğunun tahliyesine yönelik attığı adımın ardından Hizb-ut Tahrir / Tanzanya olarak biz, bu şeytani adımı kınıyor, kabul etmiyor ve aşağıdaki hususları açıklığa kavuşturmak istiyoruz:

1- Hükümet ile Masai topluluğu arasında Ngorongoro’da yaşanan çatışma, Tanzanya da dâhil olmak üzere gelişmekte olan ülkelerdeki kapitalist sömürgeci politikaların bir sonucudur. Bu politikalar, bu ülkeleri ekonomik olduğu kadar siyasi ve sosyal konularda da bitmek bilmeyen çatışmalar döngüsüne sürüklemiştir. Gelişmekte olan ülkeler, büyük kapitalist ülkelerin dayattığı kapitalist yaklaşımı körü körüne taklit etmekte ve bunun sonucunda kendi vatandaşları ile gerginlik yaşamaktadır.

2- Kapitalist “materyalist” bakış açısı, çoban topluluklarının ve hayvanlarının nüfus artışını bir tehdit olarak görmektedir. Ancak durum sanıldığı gibi hiç de öyle değildir, çünkü insan yaşamı ve bekası vahşi yaşamdan daha önceliklidir.

3- Kapitalizm, temel ilkeleri ve çözümleri açısından başarısızdır. Bu bağlamda mülkiyet kavramında da yanılgıya düşmüştür. Av kraterleri, büyük nehirler, göller, plajlar vb. gibi doğası gereği tüm topluma ait kamu mallarının özelleştirilmesine izin verilmiştir.

4- Kapitalizmin “mülkiyet özgürlüğü” düşüncesi, kamu mallarını yabancı yatırımlar adına bireylere, şirketlere ya da devletlere peşkeş çekmektedir.

5- ‘Mülkiyet özgürlüğü’ ve ‘yabancı yatırımlar’ kavramı, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere insanlık için son derece zararlı, zehirli ve tehlikelidir. Bu kavramlar, hayati kaynakların özel mülkiyete geçmesine ve toplulukların bu kaynaklar için mücadele etmesine neden olur. Ayrıca, gelişmekte olan ülkeleri yabancı müdahalelere açık hale getirir ve çok uluslu kapitalist şirketlerin, hükümetteki yozlaşmış yetkililerin yardımıyla ülkenin hassas kaynaklarını ele geçirmesine olanak tanır.

Devletin, Ngorongoro’daki Masai topluluğuna karşı attığı adımı eleştiren muhalefet politikacıları ve aktivistler de halkı aldatmaktadır. Bir yandan Masai’nin tahliyesine karşı çıkıyormuş gibi görünürken, diğer yandan özel mülkiyet ve yabancı yatırımı teşvik eden kapitalist demokratik sistemi desteklemekte ve savunmaktadırlar.

Sonuç olarak, Hizb-ut Tahrir / Tanzanya tüm bilinçli ve aydın insanları kapitalizmden bütünüyle uzak durmaya ve yerine İslam Devleti Hilafeti ikame etmeye çağırıyor.

İslam’ın adil çözümleri, çağlar boyunca uygulanmış ve Hilafet Devleti geri döndüğünde de uygulanacaktır inşallah.

Devamını oku...

Ukrayna’nın Rusya’ya Saldırısı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Ukrayna’nın Rusya’ya Saldırısı

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Rusya-Ukrayna savaşında ani bir değişiklik oldu ve Ukrayna kuvvetleri, 6 Ağustos 2024’ten itibaren Rusya toprakları içerisinde karşı saldırı düzenleyerek Moskova’ya 530 km uzaklıktaki Rusya’nın Kursk bölgesine girdi. Nitekim on gün sonra Ukrayna, bu bölgeye, 35 kilometreye ulaşan, 80 kasabayı ve 1.500 kilometrekarelik bir alanı kapsayan yeni bir saldırı başlattığını duyurdu.

Öte yandan Rusya, Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk bölgesine yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak bazı kasabaları ele geçirdi; ancak Rusya’nın iki buçuk yıldır bu bölgeyi kontrol edemediği ve Harkov ile Herson’un yarısından çekilmek zorunda kaldığı bilinmektedir.

Ukrayna işgalinin yoğunlaşması ve genişlemesi halinde Ukrayna, savaşı durdurmaya ve iki ülke arasındaki sorunları çözmeye yönelik müzakerelerdeki konumunu güçlendirecek ve böylece Rusya’nın çekilmesi karşılığında Ukrayna da çekilecektir. Bu da Putin’in hem kendisini hem de ülkesini içine düştüğü çıkmazdan kurtarmak için bir gerekçe olacak ve böylece davranışını halk ve küresel olarak kabul edilebilir gibi gösterecektir. Nitekim savaşın başında Kiev’e saldırıp içeresine giremediğinde ve kuvvetlerinin Ukrayna içinde yok edileceğini ve şehirlerin içerisinde düzenli orduların karşı koyamayacağı sokak savaşına sürükleneceğini gördüğünde de aynısını yapmış ve böylece mağlup ve aşağılanmış bir şekilde çıkmıştı. Bunun üzerine meseleyi saptırıp Ukrayna tarafıyla İstanbul’da müzakere yapılması çağrısında bulunup müzakerelerde ilerleme kaydedildiğini ve Ukrayna’nın şartlarını kabul ettiğini iddia ederek Kiev’den çekilmeye hazırlandı ama diğer taraf bunu reddetti. Bunun üzerine olası yenilgisini örtbas etmeye çalışarak Kiev'in banliyölerinden geri çekildi.

16 Ağustos 2024 tarihli Washington Post Gazetesi, bilgi sahibi bir diplomatın şu sözlerini aktardı: “Enerji ve elektrik altyapısına yönelik saldırıların durdurulması ve diğer konuları da kapsayacak şekilde genişletilmesi umuduyla Rusya ile Ukrayna arasında müzakerelerin yürütülmesi için Katar arabuluculuğunda gizli bağlantılar oldu.” Ancak Ukrayna, Rusya’nın 2014’ten bu yana işgal ettiği tüm Ukrayna topraklarından çekilmesinde ısrar ederken Rusya da Ukrayna’nın bu toprakları Rus toprağı olarak tanımasında ısrar etmektedir. Bu da Rusya’nın topraklarının işgal edilip geri alamama gibi zor ve utanç verici bir duruma düşmediği ve karşılıklı geri çekilmelerin yapılması gerekmediği sürece savaşın durmasının uzak olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Ukrayna, Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı aracılığıyla açık bir şekilde “saldırısının, büyük taktiksel yenilgiler yaşatarak Rusya’yı adil bir müzakere süreci yürütmeye ikna etmeyi amaçladığını” ifade etti. (Alman Haber Ajansı, 16/8/2024)

Bu nedenle kişi şunu merak ediyor; Ukrayna’nın Kursk'taki başarısı, 80 kasabanın işgali ve bu bölgeleri yönetecek bir Ukrayna yönetiminin kurulduğunun açıklanması, Putin’in “saldırının geniş çaplı bir provokasyon olduğunu” söylemesine rağmen Rusya’nın bahsetmiş olduğumuz bu amaç için kasıtlı bir ihmali mi acaba?! Nitekim Rusya, Amerika ve Batı’yı saldırının arkasında olmakla suçladı ancak Amerika bunu reddetti. Putin’in yardımcılarından biri olan Patrushev şunları söyledi: “ABD ve Batı öncülüğündeki askeri koalisyon, Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine yönelik saldırısının planlanmasında doğrudan yer almaktadır… Amerika’nın saldırıya karışmadığına ilişkin açıklamaları doğru değildir ve Amerika’nın katılımı ve desteği olmasaydı Kiev Rusya topraklarına girmeye cesaret edemezdi.” (İzvestia 16/8/2024) Avrupalılar saldırıyı meşru bir savaş olarak değerlendirdi. İngiltere, Savunma Bakanlığı aracılığıyla “Ukrayna kuvvetlerinin Rusya topraklarındaki operasyonlarında uzun menzilli Storm Shadow füzeleri kullanmadan İngiliz silahlarını kullanabileceğini” açıkladı. (Şarkul Avsat)

Ukrayna’nın Rus toprakları üzerindeki işgali yoğunlaşırsa, müzakerelerin ve çözümlerin Ukrayna’nın çekilmesi karşılığında Rusya'nın da çekilmesi yönünde ilerlemesi muhtemeldir ve belki de bu, Putin’i içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarabilir ve kazananın ve kaybedenin olmadığı söylemine uygun olarak onun yüzsuyunu koruyabilir! Ancak sonuçta bu, Rusya için bir yenilgidir; çünkü hedeflerine ulaşamamış olup aksine tam tersi olacaktır. Ancak bu, Putin’e olan güvenin büyük ölçüde zayıflamasıyla birlikte belki de onun iktidarda kalmasını sağlayabilir ki bu da diğerlerinin onu devirmek için çalışma hırslarını güçlendirecektir.

Karşılıklı geri çekilme konusunda bir anlaşma olursa, bu Rusya’yı güçlerini tüketen ve çıkmaza giren bir savaş bataklığından kurtarabilir. Aksi taktirde Doğu Ukrayna’dan karşılıksız çekilmek zorunda kalacaktır ki bu Rusya için büyük bir yenilgi anlamına gelmekte olup gerçekleşmesi durumunda yansımaları vahim olacaktır. Zira bu, Putin’i de etkileyecek, er ya da geç onu devirecek, ülkesini küresel süper bir güç olarak uluslararası konumdan düşürecek ve belki de onun parçalanmasına yol açacaktır. Eğer yeni bir yönetim gelir ve onun yönetiminin yerini alırsa, Amerika’yı ve Batı’yı memnun etmek için tavizler verecektir; ta ki Amerika, 1994 yılında Ukrayna Rusya’nın nüfuzu altındayken Amerika ile anlaşan ve onun onayını ve desteğini almak için tavizler veren Yeltsin liderliğindeki Rusya ile yaptığı bir anlaşmayla, Ukrayna’nın nükleer silahlarını söktüğü gibi Rusya’nın da nükleer silahlarının sökülmesini talep etme noktasına gelinceye kadar. Rusların siyaseten aptal oldukları ve Batı’ya karşı aşağılık kompleksine de sahip oldukları bilinmektedir. Bu yüzden Batı’nın bir parçası olmaya ve onun rızasını elde etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla şayet Putin düşerse, halefleri hızla Amerika’nın başını çektiği Batı’ya yönelecek ve ona tavizler vereceklerdir.

ABD seçimleri yaklaşıyor ve Cumhuriyetçi aday Trump, Ukrayna’daki savaşı durduracağını söyleyerek Rusya’ya kur yapıyor. Dolayısıyla tıpkı Cumhuriyetçilerin ara kongre seçimlerinde başarılı olması için 2022’de petrol üretiminin kesilmemesi konusunda Biden yönetimine yanıt vermemesi için Suudi Arabistan’la temasa geçtiği gibi, ekibi aracılığıyla onlarla temasa geçmesi hiç de uzak değildir. Daha önce yani 1980 yılında Reagan liderliğindeki Cumhuriyetçiler, Tahran’daki büyükelçiliğinde tutulan Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasını engellemek için İran'la temasa geçmiş ve kazanmalarından sonra İran’a destek sözü vermişlerdi ve bu nedenle Carter liderliğindeki Demokratlar düşmüştü. Benzer şekilde Trump Gazze’deki savaşı durduracağını söylüyor, Yahudi varlığının Başbakanı Netanyahu'yu açıkça arayarak kendisiyle belirli bir konuda anlaşmaya varmasını istiyor ve Demokratların seçimleri kazanmak için savaşı durdurma çabalarını boşa çıkarıyor; sonra da Yahudiler ve Netanyahu hesabına savaşı durduracaktır.

Rusların Ukrayna’da savaşma iradelerinin olmadığı, bu savaşın kendi savaşları olduğuna ikna olmadıkları, bu yüzden oraya savaşmak için gittiklerinde askerlik hizmetinden kaçtıkları gözlemleniyor. Bunun yanı sıra Rusya, kendisi için büyük bir uluslararası müttefik de bulamamıştır. Nitekim Çin de bundan kaçınmıştır. Kuzey Kore’nin ise kayda değer uluslararası bir ağırlığı yoktur. Belarus zaten Rusya’ya bağımlıdır. Aynı şey Orta Asya ülkeleri için de söylenebilir. Hatta Slav Ortodoks kardeşi Sırbistan bile onunla ittifak kurmaktan ve onu desteklemekten kaçınarak Batı’ya yönelmiştir.

Uluslararası kamuoyu da Rusya’nın yanında değildir; zira uluslararası olarak kefeyi kendi lehine çevirmek ve onun desteğini elde etmek için diğer ülkeleri kendi yanına çekememiş ve onları kendi lehine çekip ülkeleri kendi savaşının meşruiyetine ikna edememiştir. Zira müttefikleri ve destekçileri kazanmak, açıkça kendi yanında yer almalarını tercih etmelerini sağlamak, ardından da savaşı kazanmak için uluslararası kamuoyu çok önemlidir.

Müslümanlar için önemli olan kendi devletlerine geri dönmelidir; bu devlet ise Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Böylece Müslümanlar, dünyayı kötü savaşlarından, dünyanın ve ahiretin mutsuzluğundan kurtarmak için dünyaya hayır risaletini taşıyacaklardır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi- 509. Sayı - 21/08/2024

Devamını oku...

Modi “Gerçek Bir Dost” Mudur?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Modi “Gerçek Bir Dost” Mudur?!

Haber:

Malezya Başbakanı Datuk Seri Enver İbrahim’in Hindistan'a yaptığı üç günlük resmi ziyaret 21 Ağustos 2024 tarihinde sona erdi ve Enver İbrahim, Malezyalılar için Hindistan’dan milyarlarca Ringgiti değerinde potansiyel yatırımlar bulduğunu vurguladı.Bu ziyaret, Malezya ve Hindistan hükümetleri arasında sekiz mutabakat zaptının imzalanmasının yanı sıra şirketler arasında da yedi mutabakat zaptının imzalanmasına tanık oldu. Ziyaretin ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi’ye minnettarlığını ifade eden Enver, ziyareti “çok tatmin edici” olarak nitelendirdi ve davet için Modi’ye teşekkür etti.

Yorum:

Başbakan Enver İbrahim’in Hindistan ziyareti, ekonomik çıkarların çoğu zaman İslami değerler de dahil olmak üzere diğer değerlerin önüne geçtiği uluslararası diplomasideki mevcut eğilimi yansıtıyor.Narendra Modi’nin iyi belgelenmiş İslam karşıtı tavrına ve liderliği altındaki Müslümanların karşılaştığı sert muameleye rağmen Enver, ziyaretin ekonomik potansiyeline ışık tutmayı tercih etmiş, hatta Modi'den “gerçek bir dost” olarak bahsetmiştir!

Narendra Modi’nin kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini hatırlamamız önemlidir. Zira Modi ve onun Hindu milliyetçi partisi Bharatiya Janata Partisi, iktidara geldiğinden beri Hindistan’daki 200 milyon Müslümanı sistematik olarak marjinalleştirmiştir. Ayrıca onun hükümeti Hinduları kayıran politikalar uygularken, Müslümanlara aktif bir şekilde baskı uygulamakta, hatta Müslümanların dini uygulamalarına müdahale etmektedir. Ayrıca Modi yönetimi, binlerce Müslümanın vahşice öldürüldüğü, tecavüze uğradığı ve yerinden edildiği kötü şöhretli 2002 Gujarat isyanları da dahil olmak üzere Müslüman karşıtı şiddeti de kışkırtmaktadır.Modi’nin gündeminde, atalarının Hindu olduğu gerekçesiyle Müslümanların ve Hıristiyanların yeniden Hinduizm’e dönmesi için baskı yapmak da yer almaktadır. Nitekim onun bölücü söylemi, Hindistan’daki Müslümanlar için tehlikeli bir ortamı körüklemektedir; zira bu, Müslümanların temel dini uygulamalarından dolayı zulme uğramasına yol açabilir.

Enver’in ziyaretinin rahatsız edici bir yönü de ekonomik kazanımlar elde etmek uğruna bu iğrençlikleri görmezden gelemeye hazır olmasıdır. Dolayısıyla Malezya, Hindistan ile olan yatırımlarından ve güçlü bağlarından faydalanmaya çalışırken, Modi gibi bir liderle olan ittifakın getireceği sonuçları da göz ardı etmemelidir. Ayrıca Modi’nin, şu anda Filistin’deki Müslümanları yok etmeye çalışan gaspçı Yahudi varlığına verdiği destek, onun İslam’a olan düşmanlığının derinliğine daha fazla ışık tutmaktadır. Genel olarak uluslararası ilişkilere ekonomik çıkarların yön verdiği bir dünyada, Müslümanların başındaki yöneticilerin, her zaman ümmetin hissiyatıyla oynayan konuları dikkate almaları ve İslam’ın sınırları içinde hareket etmeleri önemlidir. Modi ile yapılan ittifak, Malezya’nın Müslüman kardeşlerimizin ve bacılarımızın durumuyla ilgili konulardaki tutumu hakkında birtakım soruları gündeme getirmiştir. Zira Modi’nin gerçek bir dost değil, gerçek bir düşman olduğu gayet açıktır!

Mevcut jeopolitik ortamın gölgesinde, herhangi bir Müslüman ülkenin genel olarak İslam’a uygun hareket etmesi ve Modi’yi açık bir düşman olarak kabul etmesi pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla sadece küresel ölçekte İslam’ı gerçek anlamda destekleyen gerçek bir Hilafetin kurulması sayesinde, dünya çapında İslam için adaleti ve iyi niyeti teşvik etmekle birlikte Hindistan, Filistin ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların karşılaştığı zulme bir çözüm bulunmasını ümit edebiliriz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed - Malezya

Devamını oku...

Düşünen Beyinlerin Göçü Kimin Lehinedir?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Düşünen Beyinlerin Göçü Kimin Lehinedir?!

Haber:

Birkaç gün önce Mısırlı genç (bayan) araştırmacı Rîm Hamid’in, biyoteknoloji ve genetik alanında doktora yapmak için gittiği Fransa’da, son zamanlarda tanımadığı kişiler tarafından taciz ve takibata uğradığını, cihazlarının ve telefonlarının organize hack girişimlerine ve zorbalık, ayrımcılık ve ırkçılığa maruz kaldığını söylediği paylaşımlarından günler sonra esrarengiz bir şekilde öldüğü açıklandı ve bu gönderileri (ölümünden) sonra silindi.

Yorum:

Bu araştırmacının ölümü, ölümün doğal mı yoksa Arap ve Müslüman bilim adamlarına yönelik suikastlar serisinin yeni bir halkası mı olduğu konusunda birçok soruyu gündeme getirdi. Zira yıllar boyunca çeşitli bilim dallarındaki birçok Müslüman bilim insanı, boğma, yakma, ateş etme, yapışkan ve manyetik bombalar, uzaktan patlatmalar ve tertiplenen trafik kazaları gibi çeşitli şekillerde suikasta uğramışlardır. Tıpkı fizik alanında dönemin en önemli bilim insanlarından biri olarak nitelendirilen ve Fransa’daki bir araştırma laboratuvarında hayatını kaybeden Lübnanlı bilim insanı Rimal Hasan Rimal gibi. Nükleer fizik alanında çalışan Filistinli bilim adamı Nabil Felifel, yurtdışında çalışma tekliflerini reddettikten sonra aniden ortadan kayboldu, sonra cesedi Ramallah’ın batısında bulundu. Iraklı atom bilimci İbrahim ez-Zahir, Kanada’daki üniversitelerin birinde bu uzmanlık alanında doktora derecesine sahip olan biridir. Birkaç İranlı nükleer bilim adamı da vardır. Muhammed ez-Zevari, “Ebabil” tipi uçağın yapımına yardımcı olmuş ve uzaktan kumandalı denizaltılar üzerine doktora tezini tamamlamış Tunuslu bir uçak mühendisidir. Bu isimlerin en meşhurlarından biri de İngiltere’de nükleer radyasyon üzerine çalışma yapan ve X-ışınları ve bunların maddeler üzerindeki etkileri konusunda doktora yapan Mısırlı bilim insanı Semira Musa’dır; ABD onun yeteneğini kucaklamayı arzulamış ve vatandaşlığını kabul edilmesini teklif etmişti ancak o bunu reddederek Mısır’a döndü, Atom Enerjisi Komisyonu’nu kurdu. Atom enerjisi ve bu enerjinin insanlığın hizmeti için nasıl kullanılacağı konusunda uluslararası toplantılar düzenledi ve Kaliforniya’da öldürüldü.Yahya el-Meşed, Mısırlı bir nükleer bilim insanı ve nükleer reaktörlerin tasarımı ve kontrolü alanında uzman olup kendisi Irak’ta çalışmış ve burada Irak nükleer programının kurulması görevini kolaylaştırmada önemli bir rol oynamıştır…İslam beldeleri, evlatlarının ilminden istifade etmesin, onların bilimi, icatları ve keşifleri sadece Batı ülkelerinin lehine kalsın diye tertiplenen kazalarda öldürülen daha nice bilim insanı ve araştırmacılar vardır!

Düşünen beyinlerin ve bilim insanlarının başka ülkelerde eğitim almak için göç etmesi, bu (Batılı) ülkelerin üçüncü dünya ülkelerinin yetenekleri üzerindeki kontrolünün ve onların (bilim insanı) yöneticilerinin bilime, eğitime ve bilimsel araştırmalara önem vermediklerinin veya harcama yapmadıklarının bir başka kanıtı olup bu da beyinleri yurtdışına göç etmeye sevk etmektedir.

İslam Devleti’nin gölgesinde devlet, bilim adamlarına ve düşünürlere önem verecek ve onlara tıp, mühendislik, kimya, atom ve fizik, icatlar ve keşifler, düşünce, fıkıh, hadis, tefsir ve diğer bilimler ve bilgiler dahil olmak üzere çeşitli bilgi ve bilim dallarında araştırma yapmaya devam etmek isteyenlere imkan sağlamak için kütüphaneler, laboratuvarlar ve diğer bilgi araçlarını hazırlayacaktır. Böylece ümmetin içerisinde, ümmetin bilimsel, teknolojik ve fikri olarak kalkınması için çalışan müçtehitler, mucitler ve müceddidler ordusu ortaya çıkacak ve devlet onların, İslam’ı dünyaya bir nur ve hidayet risaleti olarak yayma misyonunu yerine getirmelerini sağlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER