Çarşamba, 25 Şevval 1446 | 2025/04/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Eğitimin Askerileştirilmesi ve Boyun Eğdirme Politikası!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum
Eğitimin Askerileştirilmesi ve Boyun Eğdirme Politikası!

Haber:

Trump, üniversitenin taleplerini reddetmesinin ardından Harvard'ın 2 milyar Dolarlık fonunu dondurdu. (BBC)

Yorum:

Bugün Amerika'da bir başka çarpıcı tezatlığa tanık oluyoruz. Zira ABD kampüslerindeki öğrenciler, Gazze'deki soykırım ve etnik temizliğe koşulsuz destek verilmesine karşı çıkarken, siyasi ve finansal elitler tarafından desteklenen Trump yönetimi buna diyalogla değil, baskıyla karşılık vermektedir. Zira öğrenciler suçlanmakta, sınır dışı edilmekle tehdit edilmekte, hatta yabancı uyruklu iseler sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalmaktadırlar. Oysa bu öğrenciler, başta ifade özgürlüğü olmak üzere ABD anayasası tarafından korunduğu varsayılan haklarını kullanmaktadırlar. Ancak bu söylem, iktidardakilerin çıkarlarına ters düştüğünde hızla ezilmektedir.

Bu otoriter değişimin çarpıcı bir örneği olarak Trump yönetimi, Harvard Üniversitesi'nin hükümetin kapsamlı taleplerini reddetmesinin ardından üniversiteye sağlanan 2,2 milyar Dolardan fazla olan federal fonu dondurmuştur. Antisemitizmle mücadele diliyle perdelenen bu talepler, Amerikan değerlerine düşman öğrencilerin ihbar edilmesi, akademik bölümlerde bakış açılarının çeşitliliğinin dayatılması ve üniversite programlarını denetlemek üzere hükümet onaylı denetçilerin atanması gibi üniversite yaşamının entelektüel kontrolü için çağrıda bulunmaktadır. Harvard üniversitesi yönetimi, akademik özgürlüğe ve anayasal haklara doğrudan bir saldırı olarak nitelendirerek talepleri açıkça reddetmiştir.

Hükümetin misillemesi gecikmedi; zira Eğitim Bakanlığı, Harvard üniversitesinin reddinden sadece birkaç saat sonra finansmanın dondurulduğunu açıklayarak üniversiteyi “rahatsız edici hak sahibi olma zihniyeti” olmakla ve son protestolar sırasında Yahudi öğrencileri korumada başarısız olmakla suçladı. Ancak Harvard ve Columbia gibi seçkin akademik kurumların hedef alınması, öğrencilerin güvenliği ile ilgili değil, entelektüel itaati dayatmakla ilgilidir. Harvard üniversitesinin aksine Columbia Üniversitesi, yüz milyonlarca Dolarlık desteği kaybettikten sonra Beyaz Saray'ın şartlarını kabul ederek devletin eğitime müdahalesinin zorlayıcı doğasını ortaya çıkarmıştır.

Üniversite kampüslerinde yaşanan olaylar, Batı liberalizminin içi boş özünü açığa çıkarmaktadır. Bize özgürlüğün temel bir değer olduğu söylenir ancak pratikte özgürlük, seçici bir şekilde verilmektedir. Kapitalist bir sistemde, ifade özgürlüğü herkes için korunan bir hak değil, egemen sınıf tarafından kullanılan bir araç haline gelmiştir. Üniversite kampüslerindeki muhalefete yönelik baskı kampanyası, Filistin'i destekleyen seslerin susturulması ve kurumsal bağımsızlığa yönelik tehditler, ifade özgürlüğünün, seçkinlerin çıkarlarına hizmet etmemesi durumunda hiç tereddüt etmeden gözden çıkarıldığını göstermektedir. Demokrasi sınava tabi tutulduğunda, güçlüler için bir silaha dönüşmektedir. Gerçeğe değil de elitlere hizmet etmek üzere inşa edilmiş bir sistemin gerçek yüzü işte budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem Bin Sabit - Amerika

Devamını oku...

Peçe İle Savaş Diktatörlüğü Güçlendirir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Peçe İle Savaş Diktatörlüğü Güçlendirir!

3 Nisan 2025 tarihinde Milli Güvenlik Devlet Komitesi, Celal-Abad şehrinde ve Suzak ilçesinde "Din ve Dini Kuruluşlar Özgürlüğü" yasasına dayanarak bir baskın gerçekleştirmiştir. Baskına kolluk kuvvetlerinden ve medya kuruluşlarından temsilciler de katıldı. Baskın sırasında, kamuya açık yerlerde peçe takan Müslüman kadınların uyarılacağı ve yasayı ihlal edenlere idari ceza uygulanacağı vurgulandı. “Din ve Dini Kuruluşlar Özgürlüğü” yasası uyarınca kamuya açık yerlerde peçe takmak yasaktır ve kanunu ihlal eden 20.000 Som para cezası ile cezalandırılır. Kamuya açık yerlerde peçe takanlara para cezası verilmesini öngören yasa Mayıs ayından itibaren yürürlüğe girecektir.

Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, “Din ve Dini Kuruşlar Özgürlüğü” yasasını Ocak 2025'te imzalamıştır. Ancak yasa, kamuoyu tartışmalarında Müslümanların şiddetli muhalefetiyle karşılaştı. Hatta güvenlik güçleri, bu yasanın arkasındaki gizli hedefleri ifşa eden ve bunları kamuoyuna açıklayan Hizb-ut Tahrir gençlerini bile tutuklayıp onlara işkence ettiler. Onların çoğu halen cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır.

Ayrıca Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan gibi otoriter rejimleriyle bilinen komşu ülkeler de benzer yasaları kabul etmiştir. Bu otoriter rejimler, bu yasa aracılığıyla Müslümanları kontrol altına almayı ve halklarını korku içinde tutmayı hedeflemektedirler. Sakal bırakan ve camilerde namaz kılan Müslümanlar ve peçe takan Müslüman kadınlar, hala ilgili birime çağrılıyorlar ve “aydınlatma çalışmasına” tabi tutuluyorlar. Sık sık yapılan baskınlarda polis memurları, caddelerde yürüyen sakallı erkekleri aşırıcılık suçlamasıyla polis merkezlerine götürüyorlar!

Komşu ülkelerde olduğu gibi Kırgızistan'da da dini alanda kabul edilen yasalar esas olarak İslam'ı ve Müslümanları kontrol altına almayı hedeflemektedir; zira Kırgız rejimi, toplumda kök salmış İslami değerleri bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle sundukları temel demokratik değerleri, sürekli olarak ihlal etmektedirler.

Bu nedenle Kırgız rejimi, peçeye karşı aldığı önlemler aracılığıyla ülkedeki Müslümanları kontrol etmeye yönelik önlemler almıştır. Eğer insanlar rejime yeterince karşı çıkmazsa, rejim bu yasayı kendi lehine istismar etmeye çalışacak ve diktatör bir rejim kuracaktır.

Müslüman erkek ve kadınların, kendi ülkelerindeki dinlerini özgürce yaşama fırsatından mahrum bırakılmaları son derece talihsiz bir durumdur. Bu durumdan ancak Müslümanları birleştirerek, İslami değerleri savunarak ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurarak çıkacağız; aksi takdirde iktidarda olan Ruveybidalar, İslam'a, değerlerine ve Müslümanlara karşı savaşmaya devam edeceklerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

Türkiye, Yahudi Varlığı ve Suriye’deki Askeri Üsler

Soru Cevap

Türkiye, Yahudi Varlığı ve Suriye’deki Askeri Üsler

Soru: Türkpress sitesi, 14 Nisan 2025 tarihinde yayımladığı haberinde, Türkiye’nin Suriye topraklarında bulunan “T4” hava üssünde bir askeri üs kurma planına Yahudi varlığının neden karşı çıktığını ele aldı. Siteye göre, bu gerekçeler arasında “Türk askeri varlığının, İsrail hava kuvvetlerinin Suriye hava sahasındaki hareket serbestisini kısıtlayacak ve Tel Aviv’in mevcut koşullarda arzu etmediği bir güvenlik koordinasyonunu gündeme getirecek” olması yer almaktadır. Wall Street Journal gazetesi, 12 Nisan 2025 tarihinde internet sitesinde yayımladığı haberde, Trump’ın geçen hafta Netanyahu ile yaptığı görüşmede arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu ifade ettiğini aktardı. Trump, “Anlaşmazlıkların çözülebileceğine inandığını ve bunun için tarafların makul hareket etmeleri gerektiğini ifade etti.” Peki bu, Yahudi devletinin, Türkiye ile Suriye’nin anlaşmasına rağmen Türkiye’nin Suriye’de askerî varlık bulundurmasını fiilen engelleyebileceği anlamına mı geliyor? Amerika’nın bu işte bir parmağı var mı? Acaba Trump’ın, arabuluculuğa bu denli hazır olması bundan mı kaynaklanıyor?

Cevap: Bu sorunun cevabını açıklığa kavuşturmak için biraz geçmişe dönüp aşağıdaki olayları irdelemek gerekiyor:

Birincisi: Netanyahu Macaristan’dayken, Trump’tan gelen Amerika daveti hemen dikkatleri üzerine çekti:

1- Netanyahu, 2 Nisan 2025’te başlayan ve dört gün süreceği belirtilen resmi bir ziyaret kapsamında Macaristan’a gitti. Bu ziyaret, geçen yıl Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında verdiği tutuklama kararından bu yana gerçekleştirdiği ilk Avrupa ziyareti idi.

2- Alışılmadık bir şekilde, ABD Başkanı Donald Trump, Budapeşte’de bir araya gelen Netanyahu ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ı telefonla arayarak Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet etti. “ABD Başkanı Donald Trump, Air Force One’da gazetecilere yaptığı açıklamada, perşembe günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini söyledi. Görüşmede uluslararası siyasi konuların ele alındığını ifade eden Trump, Netanyahu’nun yakında, hatta “belki de önümüzdeki hafta” Washington’u ziyaret edeceğini belirtti. Bir “İsrailli” yetkili “Axios” haber sitesine verdiği demeçte, Trump’ın Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet ettiğini, ancak görüşmenin tarihinin henüz netleşmediğini vurguladı. Amerikalı bir yetkili ise bu ziyaretin önümüzdeki haftalarda gerçekleşebileceğini ifade etti. (04.04.2025 https://alqaheranews.net)

3- Yahudi varlığı, bu ani davete epey şaşırdı. Çünkü Beyaz Saray, Yahudi bayramı sonrasına bile bırakılmasını istemedi. “İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Ofisi’nde endişe havası hâkim. Beyaz Saray, Trump-Netanyahu görüşmesinin yarın pazartesi günü yapılmasında ısrarcı. Netanyahu’nun Ofisi ise Hamursuz Bayramı (Pesah) sonrasına ertelenmesi taraftarı. “İsrail” Başbakanlık Ofisi’nden dün yapılan açıklamada, “Başbakan Netanyahu, yarın ABD Başkanı Donald Trump’ın daveti üzerine Washington’a gitmek üzere yola çıkacak. İki isim tarife konusunu, rehinelerimizin iade edilmesi çabalarını, İsrail-Türkiye ilişkilerini, İran’ın tehdidini ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’yle mücadeleyi görüşecek” denildi. Pazar günü Kanal 12’nin bildirdiğine göre, Netanyahu’nun ofisi diken üstünde. Zira Beyaz Saray görüşmenin ısrarla yarın yapılmasını istiyor. Trump’ın masaya beklenmedik dosyaları koymasından korkuluyor...” (06.04.2025 Arabi 48)

4- Netanyahu’nun Macaristan’dan sonra Yahudi varlığına uğramadan direkt Washington’a uçması, Trump’la görüşmenin ne denli ivedilik arz ettiğinin bir başka göstergesi!

İkincisi: Bunca şeyin bu kadar hızlı planlanması, ortada acil bir durumun olduğunu gösteriyor. Görüşmenin gündem maddeleri incelendiğinde, bu ani davetin tek bir ana nedeni olduğu görülür. O da büyük ihtimalle Suriye meselesidir. Bunun birkaç nedeni var:

1- Beyaz Saray’ın, Netanyahu ile görüşmesinin ardından düzenlemeyi planladığı basın toplantısını iptal etmesi sonrası 7 Nisan 2025 tarihinde ABD Başkanı Trump’ın, Netanyahu ile görüşmesi sırasında küçük bir gazeteci grubuna yaptığı açıklamaları incelendiğimizde, Suriye sahasına, Türkiye ile ilişkilere, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilişkilerine ve aralarındaki iletişim trafiğine dair son derece olumlu ifadeler kullandığını görürüz. Trump, “Kendisini tebrik ettim. 2 bin yıldır kimsenin başaramadığı şeyi başardınız. Farklı isimlerle olsa da, bu aynı şey, Suriye’yi ele geçirdiniz. Vekil güçleri kullanarak Suriye’yi ele geçirdiniz’ dedim. Kendisi ise ‘Hayır, hayır, ben değildim’ dedi. Ben ise, ‘Bence sendin, ama sorun değil, bunu söylemek zorunda değilsin’ dedim” ifadelerini kullandı. Trump, “Ne yaptığına bakın. Kendisi çetin ve çok zeki bir adam ve kimsenin yapamadığı bir şeyi yaptı. Hakkını vermek gerekir” dedi. Netanyahu’ya hitap eden Trump, “Türkiye ile bir sorun yaşarsan, bunu çözebileceğimi düşünüyorum. Yani makul olduğun sürece. Makul olmak gerek. Bizim de makul olmamız gerek” şeklinde konuştu.” (08.04.2025 Türkpress) Trump, Yahudi varlığından Suriye’de Türkiye ile ilgili konularda makul ve ölçülü hareket etmesini istedi.

2- Yahudi varlığı, Amerika’nın bu talebine boyun eğmek zorunda kaldı. “İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Türkiye ya da başka bir ülkenin, Suriye’yi İsrail’e karşı bir saldırı üssü olarak kullanmasını istemiyoruz. Türkiye ile iyi ilişkilerimiz vardı ama aramız kötüleşti.” dedi. ABD Başkanı Trump ile “İsrail” Başbakanı Netanyahu, Oval Ofis’te yaptıkları görüşmede basın mensuplarına gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Netanyahu, “Suriye’deki durumu da ele aldık. Türkiye ile iyi ilişkilerimiz vardı ama aramız kötüleşti. Suriye’nin, Türkiye de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından İsrail’e saldırı için bir üs olarak kullanılmasını istemiyoruz. Türkiye, ABD ile harika ilişkileri olan bir ülke. Başkan Trump’ın Türkiye lideri (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ile bir ilişkisi var. Bu çatışmayı çeşitli şekillerde nasıl önleyebileceğimizi görüştük.” ifadelerini kullandı. (08.04.2025 el-Kudüs el-Arabi)

3- 2 Nisan 2025 tarihli haberde, RT televizyonu Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını kaynak göstererek, Yahudi varlığının Suriye’deki havalimanlarını hedef alan ağır hava saldırıları düzenlediğini bildirdi: “İsrail güçleri, 30 dakika içinde ülke genelinde beş farklı bölgeye hava saldırıları düzenledi. Saldırı, Hama Askeri Havaalanı’nın neredeyse tamamen yıkılmasına, onlarca sivilin ve askeri personelin yaralanmasına yol açtı. Suriye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, “Bu askeri gerilim, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve Suriye halkının acılarını daha da ağırlaştırmak için kasıtlı bir girişimdir” ifadeleri kullandı. Suriye’nin orta kesimlerinde yer alan bu askeri üsler, Türkiye’nin yeni Suriye hükümetiyle yaptığı anlaşma çerçevesinde askerî üsler kurmayı planladığı yerlerdir.

“İsrail Dışişleri Bakanı, Türkiye’yi Suriye’de “olumsuz bir rol” oynamakla suçladı. “İsrail” Savunma Bakanı ise Suriye’nin geçici lideri Ahmed Şara’yı uyararak, “düşman güçlerin” ülkesine girmesine izin verirse “çok ağır bir bedel ödeyeceği” tehdidinde bulundu... Türkiye şu anda Şara hükümetiyle ortak bir savunma anlaşması müzakere ediyor. Buna göre Türkiye, Suriye’nin T4 ve Halep hava üslerine uçaklar ve hava savunma sistemleri yerleştirmeyi planlıyor. Bazı analistler, bu hafta “İsrail’in” Hama havalimanına yönelik yoğun hava saldırılarını, T4 üssünün kenarındaki çok daha hafif bombardımanla karşılaştırarak, Türkiye’nin bu üsse zaten bazı ekipmanlarını taşımış olabileceğini ve İsrail’in tam bir çatışmadan kaçınmak için saldırısını dikkatle ayarladığını öne sürüyor.” (05.04.2022 BBC) Yahudi varlığı savaş uçaklarının, Hama’da bulunan askeri üsse gerçekleştirdiği hava saldırısında, 3 Türk mühendisin hayatını kaybettiğine dair haberler basına yansıdı. “Suriye askeri kaynakları, İsrail’in geçtiğimiz çarşamba günü Hama’da yer alan askeri üsse düzenlediği hava saldırısında, 3 Türk mühendisin hayatını kaybettiğini bildirdi. Kaynaklar, mühendislerin, Türkiye’nin askeri üsse konuşlandırdığı hava savunma sistemleri gibi bazı teknik ekipmanın kurulumunda görev aldıklarını belirtti.” (04.04.2025 Erem News)

4- Anlaşılan o ki, Türkiye, Yahudi varlığının özellikle Suriye’deki askeri üsleri hedef alan son hava saldırılarından ciddi şekilde rahatsız oldu ve Yahudi varlığının Suriye’ye yönelik saldırılarını durdurması için hemen Amerika Birleşik Devletleri ile temasa geçti. Zira Türkiye, Suriye’de Amerika ile üzerinde mutabakata varılmış bir misyon yürütmekteydi. Bu nedenle Yahudi varlığı Başbakanı apar topar Washington’a çağrıldı ve Trump, Netanyahu’dan Türkiye ile yaşanan sorunları makul bir şekilde çözmesini istedi.

Üçüncüsü: Bu konunun söz konusu görüşmede en öncelikli ve en acil gündem maddesi olduğuna atıfta bulunan pek çok başka açıklama kamuoyuna yansıdı:

1- Türk Dışişleri Bakanı Fidan, “Şu anda özellikle Gazze ve Filistin sorununu esas alan bir Orta Doğu perspektifine baktığımız zaman Amerika’nın, Netanyahu’ya tabiri caizse bir ayar vermesi, bir çerçeve çizmesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı. (09.04. 2025 Anadolu Ajansı)

2- Türkiye ile Yahudi varlığı arasında doğrudan ve ani temasların başladığı duyuruldu. 9 Nisan 2025 tarihinde Russia Today’in aktardığına göre, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “(İsrail ile) Muharip unsurların birbirlerini yanlış anlamasını önleyici teknik temasların olduğunu söyleyebilirim.” dedi. Fidan, bu teknik temasların ihtiyaç durumunda doğrudan yapıldığını açıkladı. Fidan, “(İsrail) Yeni gelen yönetime, silahlı kuvvetlere hiçbir şey bırakmama konusunda bir strateji belirlemiş durumda ve bunu da adım adım geliştiriyor.” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye Dışişleri Bakanı, “Suriye’nin İsrail tarafından işgali ve bombardımana tabi tutulmasının bir an önce son bulması lazım” ifadelerini kullandı. Fidan “Komşu bir ülkede, bize de zararı dokunacak bir istikrarsızlık alanı çıkıyorsa ortaya, buna seyirci kalamayız. Bununla ilgili başta diplomatik adımlar olmak üzere adımlarımızı atarız.” diye konuştu ve “Bizim Türkiye olarak, Suriye’de sadece İsrail’le değil herhangi bir ülkeyle çatışma niyetimiz yok.” dedi. Fidan “Bizim Suriye’ye getirmeye çalıştığımız anlayış gerçekten istikrara dayalı, refaha dayalı bir anlayış. Şimdi bunun içerisinde belli miktar güvenlik iş birliği olur, bunlar terörle mücadele çerçevesinde olur.” değerlendirmesini yaptı.”

3- “Reuters haber ajansı, geçtiğimiz hafta, Türk askerî ekiplerinin, ortak savunma anlaşması kapsamında birlik konuşlandırılması planlanan en az üç Suriye hava üssünde keşif yaptıklarını bildirdi. Ancak bu keşiflerden kısa süre sonra, söz konusu üslerin “İsrail” tarafından hedef alındığı belirtildi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, çarşamba günü CNN Türk’e yaptığı açıklamada, “Suriye’de birtakım operasyonlar yaparken gerek havadan gerek başka türlü o bölgede uçak uçuran İsrail ile belli bir noktada çatışmasızlık mekanizması tıpkı Amerikalılar ve Ruslarla yaptığımız gibi olması gerekiyor.” dedi.” (10.04.2025 El Arabiya)

4- Suriyeli bir kaynak Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, “Şu an bir anlaşmadan söz ediliyor, ancak bu anlaşma bir ayrılma anlaşması değil, bir çatışmasızlık anlaşması. Çünkü aslında Türkiye ile İsrail arasında Suriye’de bir çatışma yok, başka bir deyişle anlaşma, Suriye hava sahasında bir İsrail uçağı varsa, gideceği yerin bildirilmesi için sınırların çizilmesini öngörüyor” ifadelerini kullandı.” (09.04.2025 www.independentarabia.com) Yani geçmişte Türkiye ile Rusya arasında Suriye sahasında çatışmayı önlemek amacıyla imzalanan anlaşmaya benzer nitelikte bir anlaşma!

5- Tüm bunlar, 13 Nisan 2025 tarihli Şarku’l Avsat gazetesinin de aktardığı gibi Türk yetkililerin açıklamalarında net bir şekilde görülüyor:

“Türkiye, Suriye’de istenmeyen olayların yaşanmaması için bir çatışmasızlık mekanizmasının oluşturulması ve angajman kurallarının belirlenmesi amacıyla İsrail ile teknik görüşmelerin sürdürüleceğini vurguladı. Türkiye Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Suriye’de istikrar sağlamayı hedeflediğini, her türlü provokasyondan kaçındığını ve Suriye’de herhangi bir ülkeyle çatışmaya girmemeye çalıştıklarını belirtti. Geçtiğimiz çarşamba günü Türkiye ve İsrail heyetleri, son iki haftadır artan gerilimin ardından Suriye’de istenmeyen kazaların ya da çatışmaların yaşanmasını önlemek amacıyla Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir araya geldi.” (13.04.2025 Şarku’l Avsat)

6- El Cezire, 14 Nisan 2025 tarihinde yayımladığı bir haberinde, İtalyan yazar Andrea Muratore’nin kaleme aldığı bir analize yer verdi. İtalyan “Inside Over” haber sitesinde yayımlanan analizde, “Önceki Amerikan yönetimiyle yaşanan ve yıllarca süren gerginliğin ardından Türkiye’nin, yeni Amerikan yönetimi için hem Orta Doğu hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok önemli meselede kilit rol oynamaya başladığı belirtildi... Yazar, yazısında, ABD Başkanı Donald Trump’ın, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğine ve siyasi becerisine duyduğu hayranlığı farklı vesilelerle defaatle dile getirdiğini, ikinci görev döneminin başından itibaren de Erdoğan’a yönelik sıcak mesajlar göndererek, belirli dosyaların çözümünde kendisiyle iş birliği yapma arzusunu ortaya koyduğunu belirtti.” (14.04.2022 El Cezire)

Tüm bunlar, Amerika’nın, düşman Yahudi varlığı ile Türk rejimini birer müttefiki olarak gördüğünü, aralarındaki meseleyi kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde ustalıkla yönettiğini gösteriyor.

Dördüncüsü: Ne acıdır ki, bugün Amerika bizim coğrafyamızda dilediği gibi at koşturmakta; önceliklerini belirlerken İsra ve Miraç yurdunu, Mübarek Toprak Filistin’i gasp eden Yahudi varlığını baş köşeye koymaktadır. Müslüman ülkelerdeki yöneticiler ve hatta son Hilafet Devletinin toprakları bile artık neredeyse tamamen Amerika’nın kontrolü altındadır. Oysa ki bir zamanlar Hilafetin son kalesi olan Osmanlı toprakları, Yahudilerin, Mübarek Toprakta bir yer edinebilmek için milyonlarca altın teklif ettiği, ama halifenin bu teklifi şu tarihi nitelikte sözüyle sert bir biçimde geri çevirdiği topraklardı:

“Orası benim şahsi mülküm değildir. Bilakis İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar uğrunda cihat etmiş ve orayı kanlarıyla sulamıştır. Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın! Eğer bir gün Hilâfet Devleti parçalanacak olursa işte o gün, onlar Filistin’i bedelsiz alabilirler.” Ve öyle de olmuştur!

Osmanlı Hilâfeti’nin ilgasının ardından şimdiki Türkiye ise, Yahudi varlığının engellemeleri nedeniyle Suriye’de askeri üs kuramıyor hem de Suriye yönetiminin onayı olmasına rağmen...! İşte Hilafetin kaldırılmasından sonra Müslümanların içine düştüğü durum budur... Bu gerçekten çok vahim bir meseledir!

Şüphesiz Müslümanların gücü ve izzeti ancak Hilafetle mümkündür. Hizb-ut Tahrir, halkına asla yalan söylemeyen bir lider olarak, Müslüman ülkelerdeki güç sahiplerini, yeryüzünde İslami hayatı yeniden başlatmak ve Hilafeti kurmak için nusret vermeye çağırıyor. O zaman Müslümanlar eski izzetlerine yeniden kavuşacaklardır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ“ O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

 H.08 Şevval 1446
M.16 Nisan 2025

Devamını oku...

Ey Müslüman Orduları! Gazze, Ölümle Pençeleşiyor Hem Kendiniz Hem de Mazlum Müslümanlar Hakkında Allah’tan Korkun!

Yahudi varlığı, Gazze’deki mazlum kardeşlerimize karşı akıl almaz katliamlar işliyor. Ve dünya izliyor, yozlaşmış kurum ve kuruluşları da izliyor, duyan yok, gören yok! BM de, Güvenlik Konseyi de hikâye! Bu işin çözümü oralarda değil. Sözde barış konferansları mı? Hepsi tiyatro. O konferansları düzenleyenler dinini, ülkesini, halkını çoktan satmıştır. Ateşkes dedikleri de yalan dolan. Çünkü bu tür ateşkeslerin amacı, Yahudi esirlerini mücahitlerin elinden kurtarmaktan başka bir şey değildir. Daha önce de ateşkes oldu, ne oldu? Sonrasında daha büyük katliamlar yaşandı!

Ve işte şimdi yeniden sahnedeler! Bu kez, Müslüman halkları sırtından hançerleyen işbirlikçi yöneticiler aracılığıyla, ikinci bir ateşkesi zorluyorlar. Hem de zalim işgalcinin koyduğu şartlarla! Herkes biliyor ki bu sözde devlet, alçaklıktan başka bir şey bilmez. Allah’ın zilletle damgaladığı bu varlık, dönerse daha güçlü vuracak! Aynı ihanete ikinci kez göz yumacak mıyız? Aynı delikten iki kez ısırılacak mıyız? Gazze sorunu tüm İslam âleminin sorunudur! Lafla, diplomasiyle ve kınama mesajlarıyla bu iş çözülmez. Yegâne çözümü, nusret ve Allah yolunda cihattır!

Ey Müslüman orduları! Ey güç ve kuvvet ehli! İçinizde Mutasım’ın, Selahaddin’in, Harun Reşid’in izinden gidecek bir yiğit yok mu? Göğe savrulan masum bedenler, sizi Rablerine şikâyet ederken gözünüze nasıl uyku giriyor? Hiç mi aranızda saf ve takva sahibi biri yok? İçinizde Hiç Aklı Başında Bir Adam Yok mu? Daha ne kadar susacaksınız? Şu korkak ve zelil işbirlikçiler cennetle aranıza girdiler. Ve emin olun, yarın hesap günü sizden hızla uzaklaşacaklardır. Çünkü Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ“İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.” [Bakara 166] Allah’ın huzurunda öne süreceğiniz hiçbir mazeret geçerli sayılmayacak. “Keşke geri dönsek de bozduklarımızı düzeltsek” demenizin de size hiçbir yararı olmayacak! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ“Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 167]

Ey Müslüman orduları! Ey Selahaddin’in torunları! Şüphesiz Hizb-ut Tahrir size sesleniyor ve seslenmeye devam edecek. Aklınız başınıza gelene kadar da aleyhinize delil ikame edecek. Sizi, Allah’ın size farz kıldığı görevi eda etmeye çağırıyor. Sizi bu dünyada izzete, dünya ve ahirette saadete, genişliği göklerle yer kadar olan cennete çağırıyor. Hadi bu çağrıya kulak verin! Atalarınız gibi Allah’ın yardımcıları olun, yoksa iş işten geçtikten sonra mazeretiniz ve pişmanlığınız fayda etmeyecektir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

El Halil Valiliği, El Halil Halkına Karşı Pis Bir Kumpas Kurmak Üzere, Yönetimdeki Şer Odaklarını Bir Araya Getiriyor

2025 yılı 15 Nisan Salı günü, El-Halil Valiliği’nde bakanlar ve etkili isimler, El-Halil Valisi’nin katılımıyla bir araya geldiler. Bu buluşma, halkın malına göz dikmiş, haramla beslenmeye alışmış bir yönetimin doymak bilmez ihtirasının bir başka örneğidir. Bu toplantı, yolsuzlukla mücadele ve kamu malını koruma gibi söylemlerle tertip edilmiş olsa da esasında belediyeler ve yerel yönetimlerdeki kamu fonlarını merkezi otoritenin ve kurumlarının eline teslim etmek üzere kurgulanmıştı. Ve böylece, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözü onlarda tam anlamıyla karşılık bulmuş oluyor:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ“Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” [Bakara 11]

Yetkililerin açıklamalarına göre bu toplantının da, otoritenin halkı sindirmek veya kandırmak için başvurduğu yolların da asıl amacı, belediyeleri ve yerel meclisleri, elektrik ve su borçlarını kapatmak bahanesiyle faizli krediye sürüklemektir! Yetkililer, belediyeleri ve yerel meclisleri bu faizli borçlanmaya zorlamak istiyorlar. İkinci amaçları ise su ve elektrik gelirlerine el koymak ve aslen belediyelere ait olan elektrik şirketlerinden belediyelere yapılan para transferlerini, yolsuzluk olarak nitelendirip mücadele etmektir.

Otorite ve şeytanlarının attığı tüm bu adımların yegâne amacı, Filistinlilerin, özellikle de El Halillilerin gasp edilmesine karşı çıktığı kamu kaynaklarına el koymak ve vergi gelirlerini artırmaktır.

İşin garip yanı da, El Halil Valisi El-Rabi’a radyosuna çıkıp faizli kredileri savunuyor! “Kimse kalkıp helal-haram demesin, faizi biz öderiz, yerel idare ödeyemezse biz üstleniriz” diyor. Sanki açık açık “Siz günaha girmekten korkuyorsanız, sorun değil! Biz bu günahı sizin yerinize işleriz!” “Siz Allah’ın haram kıldıklarından kaçınıyor olabilirsiniz, ama biz Allah’ın çizdiği sınırlara saygı duymayız!” demek istiyor.

Bu nedenle, Allah’ın hudutlarını açıktan çiğneyen, günah işlemeyi bir övünç gibi sergileyen o aklı kıt valinin, “Hizb-ut Tahrir camilerde su ve elektrik faturalarını ödememeye çağırıyor” diyerek Hizb-ut Tahrir’e de iftira atması elbette şaşırtıcı değildir! Biz, bu iftiracı valiye açıkça meydan okuyoruz! Hadi eğer söylediklerinde samimiysen, Hizb-ut Tahrir’in insanları senin iftira ettiğin şeye çağırdığını gösteren tek bir belge, tek bir açıklama, tek bir kelime getir!

Dahası, on yıllardır kamu fonlarının (El Halil elektriği) özel bir şirkete devredilmesine karşı mücadele eden Hizb-ut Tahrir ve beraberindeki El Halil halkı değil mi? O hâlde, asıl kamu malına sahip çıkan kim? Kamu malını asıl çarçur eden kim? Su ve elektrik gibi kamu malını, özel şirketlere devredip hırsızlara peşkeş çeken kim? Doymak bilmeyen iktidar çevresindeki çıkar odakları değil mi! Hadi söyleyin! Sözünü ettiğiniz şu “nakliye firması” kim? Halkın parasına çökmek isteyen iktidarın simsarları değil mi? Şimdi söyleyin ey vali! Hangi taraf daha doğru söylüyor ve hangi taraf kamu fonlarına daha çok sahip çıkıyor? Hizb-ut Tahrir mi yoksa kamu malını, hatta Filistin toprağını, halkını ve kanını bile heba eden otorite mi?

Filistin halkı zaten dar boğazda, siz daha da mı daraltacaksınız hayatlarını? Zaten yoksullar, siz üstüne yoksulluk mu bindireceksiniz? Yoksa Smotrich ve Ben Gvir’e yardım mı ediyorsunuz bu halkı göçe zorlamak için? Yoksa bu halka sadece birer para kesesi gibi mi bakıyorsunuz? Allah’tan korkun! Nasıl bir mantık bu? Halkın direnişi güçlendireceğiz diyorsunuz ama parasına el koyuyorsunuz, vergileri artırıyorsunuz! Bu mu destek? Bu ancak onları yoksullaştırır, fiyatları artırır, omuzlarına yeni yükler bindirir. Sayın vali, El-Rabi’a Radyosu’ndaki röportajınızda elektrik meselesinin yirmi yıldır biriktiğini ve geçmiş Filistin hükümetlerinin bu konunun üzerine ciddiyetle eğilmediğini bizzat kabul ettiniz. Öyleyse soruyoruz: Neden şimdi harekete geçtiniz? Neden bugün halkın sırtına çöküyorsunuz?

Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, Allah’ın yakıcı azabı gelip çatmadan önce bu işten vazgeçsinler.

Devamını oku...

Trump ve Sisi'nin Görüşmesi... İslam Mizanında Yerinden Edilmenin ve Rejimlerin Komplosunun Göstergeleri!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump ve Sisi'nin Görüşmesi... İslam Mizanında Yerinden Edilmenin ve Rejimlerin Komplosunun Göstergeleri!

Euronews'in 4/4/2025 Cuma günü internet sitesinde yer alan haberine göre ABD Başkanı, Abdulfettah Sisi ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek Gazze Şeridi konusunda “olası çözümleri” ve Yemen'de Husilere karşı “askeri ilerlemeyi” ele aldı ve görüşmeyi ve sonuçlarını övdü. Bu telefon görüşmesi, Gazze'nin yeniden inşası için 53 milyar Dolarlık bir plan öneren Arap zirvesinin ve bu planın da Gazze halkının "gönüllü ayrılış" adı altında yerinden edilmesi planını tercih eden Yahudi varlığı ile Amerika tarafından reddedilmesinin ardından geldi. “Kabinenin”, bu planı uygulamak için bir komitenin kurulmasını onaylaması, kısa bir aradan sonra 18 Mart'ta Gazze'ye yönelik saldırıların yeniden başlamasıyla aynı zamana denk gelmiştir. Aynı zamanda ABD, Trump'ın Husileri “yok etmekle” tehdit etmesinin ardından Husilere yönelik saldırılarını arttırırken, Yahudiler de Ekim 2023'ten bu yana 50.000'den fazla Filistinlinin ölümüne neden olan saldırılarını sürdürüyor.

Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı verilerine göre Ekim 2023'ten bu yana 50.000'den fazla şehidin verildiği Gazze halkının maruz kaldığı günlük katliamların ortasında, ABD yönetimi bir kez daha kötü niyetli rolleriyle karşımıza çıkmıştır ama bu kez, Başkan Trump ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi arasında Gazze konusunda “olası çözümler” ve ABD'nin Yemen'de Husilere karşı askeri ilerlemesini ele alan bir telefon görüşmesi yoluyla gerçekleşmiştir. Bu görüşme, sıradan siyasi bir olay gibi görünse de Filistin davası ve tüm bölge açısından bünyesinde tehlikeli boyutlar taşımaktadır.

Bu görüşme sadece bir görüş alışverişi değil, bilakis özellikle Trump'ın Gazze halkını “gönüllü ayrılış” yaftası altında yerinden etme planını hayata geçirerek Filistin davasını tasfiye etmeye yönelik uluslararası komplo silsilesinin yeni bir halkasıdır. Bu plan, uluslararası hukuk ve insan hakları pahasına da olsa Gazze'yi herhangi bir şekilde kendisinden kurtulunması gereken demografik bir yük olarak gören Siyonist ve Amerikan vizyonuyla tamamen örtüşmektedir.

Bu görüşmenin ardından Trump'ın Truth Social platformunda görüşmenin sonuçlarını övmesi, kendisi ile Sisi arasında gerçekleşenlerin sıradan bir iletişim değil, somut uygulama adımlarına yol açması hedeflenen ileri bir koordinasyon olduğunu teyit etmektedir. Peki ya Sisi karşı mı çıktı? Yoksa her zamanki gibi Amerika'ya güvenceler mi sundu?

Bunların ışığında, Mısır'ın tutumunun, Gazze halkına destek olmak yerine, Refah sınır kapısını kapatarak, yardımları engelleyerek, yerlerinden edilenleri kısıtlayarak ve Amerika ile Yahudi varlığına lojistik kolaylıklar sağlayarak saldırının ritmini kontrol etmeye yönelik bir araç olduğu akıl sahibi herkes için açığa çıkmıştır. Tüm bunlar ise Arapların eylemsizliğinin ve uluslararası suç ortaklığının gölgesi altında gerçekleşmektedir.

Arap Zirvesi tarafından önerilen ve Washington ile Tel Aviv tarafından reddedilen 53 milyar Dolarlık Gazze'nin yeniden inşası planı, kan pahasına siyasi-ekonomik projeleri pazarlama girişiminden başka bir şey değildir ve işgalin gerçekliğini pekiştirmeyi ve meseleyi siyasi olmaktan ziyade insani bir meseleye dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bunun Amerika ve Yahudi varlığı tarafından reddedilmesine gelince; bunun nedeni onların en büyük hedeflerinin gerçekleşmemesidir ki bu da: Gazze'yi halkından boşaltmaktır.

Burada, Gazze halkının nakledilmesini, yani bölgesel onay ve uluslararası sessizlikle onların zorla yerinden edilmesini hedefleyen Trump'ın planının gerçek yüzü ortaya çıkmaktadır. Knesset'in bu planı takip edecek özel bir organı onaylaması, planın sadece bir öneri olmaktan çıkıp, başta Mısır rejimi olmak üzere bölgedeki rejimlerin suç ortaklığıyla sahada uygulanacak pratik bir yola dönüştüğüne işaret etmektedir.

Trump'ın “Husilere karşı askeri ilerlemeden” bahsetmesi ise bu bağlamdan kopuk değildir; zira ABD'nin örgüte yönelik yoğun saldırıları, Husilerin Gazze ile dayanışmak amacıyla Kızıldeniz'de deniz ulaşımını hedef almasına bir yanıt olarak gelmiştir; çünkü ABD'nin tutumu, hiçbir zaman uluslararası ticareti savunmak olmamış, aksine bu deniz yollarına bağımlı olan Yahudi varlığının çıkarlarını korumak olmuştur.

Dolayısıyla İslam, tüm bu hareketleri, toprağı boşaltmak, işgali pekiştirmek ve halkların geriye kalan siyasi iradesini parçalamak yoluyla Filistin davasını tamamen tasfiye etmeyi hedefleyen sömürgeci ABD-Batı projesinin araçlarından başka bir şey olmadığı şeklinde görmektedir. Bu projeye ancak ümmetin akidesinden kaynaklanan ve onu samimi siyasi bir liderlik altında yeniden birleştirecek olan gerçek karşıt bir proje ile karşı konulabilir.

Trump'ın planı ve rejimlerin suç ortaklığı da dahil olmak üzere bu gelişmeler, Filistin'in konferanslar, yardımlar ya da parlak hitaplarla kurtulmasının imkansız olduğunu, aksine ajan rejimleri söküp atacak ve orduların pusulasını rejimleri korumaya değil, toprağı kurtarmaya yönlendirecek samimi bir güç tarafından kurtarılması gerektiğini bir kez daha teyit etmektedir. Bu yüzden bu mesele artık ertelenemez ve ümmet daha fazla kan dökülmesine ve yüzüstü bırakılmasına tahammül edemez.

Hizb-ut Tahrir, tüm Müslümanları, bu habis planın bilincinde olmaya, onu cümleten ve tafsilen reddetmeye ve komplocu rejimlerden başlayarak, Filistin'in kurtuluşunu şerî, askeri ve siyasi bir vacip haline getirecek Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak sömürgeci uluslararası sistemin bir bütün olarak yıkılmasına ulaşıncaya kadar planın araçlarını yıkmak için ciddi bir şekilde çalışmaya çağırmaktadır.

Artık ümmetin, Trump ve Sisi'nin görüşmelerinin geçici diyaloglar değil, aksine bir komplo diyaloğu olduğunu anlamasının zamanı gelmedi mi? Ümmet, Gazze halkı tamamen yerinden edilene kadar bekleyecek mi? Yoksa bu suç planına karşı direnme sorumluluğunu üstlenmek için harekete mi geçecektir? Cevap; ancak İslam'a dayalı gerçek bir siyasi eylem, örgütlü halk hareketi ve ordulara, hain rejimleri korumak için değil, Filistin'i kurtarmak için kışlalarından hareket etmesi için baskı yapılmasıdır.

Vakit ümmetin lehine değildir ve Trump'ın planı ilerlemektedir; bu yüzden ya ümmet bunu durdurmak için harekete geçecek ya da sessiz ve ihmalkâr davranarak yerinden etme ve yok etme suçuna ortak olacaktır!

Ey Kinane topraklarındaki kahramanlar, siz ey zalim ve tiranlar karşısında her zaman hakkın kılıçları olanlar, siz ey isimleri tarihte cihat ve onurla anılanlar, bugün sizlerin, Gazze'deki enkazın arasından haykıran, sizden yardım isteyen, sizin yardımınızı dileyen ve Filistin'i kurtarmak için sizin derhal harekete geçmenizi talep eden ümmetin çağrısına cevap vermek için tek bir adamın duruşu gibi durmanız gerekir.

Bugün bizi yöneten rejimler, Allah’ın ve ümmetin düşmanlarıyla komplo kurdular, sizler Mescid-i Aksa'yı kurtarmak için ön saflarda yer almanız gerekirken bu rejimler sizin önünüze engel oldular, şerî vacibinizi yerine getirmenizi engellediler ve Filistin'deki kardeşleriniz öldürülüp kadınları ve çocukları yerlerinden edilirken sizleri değersiz sınırları korumak için birer araçlar haline getirdiler.

Ey kahramanlar, bugün sizlerden bağımlılık zincirlerini kırmanızı ve hak ve adalet için ayağa kalkmanızı talep ediyoruz; zira Filistin, hep birlikte bizim savaşımızdır. Kendi işleri üzerinde bile hiçbir kontrolü olmayan ajan rejimlere itibar etmeyin, aksine ümmeti tek bir kelime üzerinde birleştirecek ve ordularını da İslam’a yardım etmek ve sancağını yükseltmek için seferber edecek Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu İslam Devleti’ni kurmak için harekete geçiniz ki dünyanın izzetine ve ahiretin onuruna nail olanlardan olasınız.

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ

Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.” [Enfal 72]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl

Devamını oku...

Eğer Erdoğan'ın Çağrıda Bulunduğu Şey Terk Etme ve İhanet Değilse, O Zaman İhanet Nedir Allah Aşkına?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Eğer Erdoğan'ın Çağrıda Bulunduğu Şey Terk Etme ve İhanet Değilse, O Zaman İhanet Nedir Allah Aşkına?!

Haber:

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü resmi Facebook sayfasında yaptığı açıklamada, 1967 sınırları temelinde bir Filistin devletinin kurulması çabalarının devam edeceğine işaret ederek Filistinlilerin Gazze Şeridi'nden sürgün edilmesine yönelik herhangi bir önerinin Ankara için “hiçbir kıymeti” olmadığını söyledi. Ve şöyle ekledi: “İki devletli çözümün alternatifi yoktur. 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen bir Filistin devleti kuruluncaya dek yılmadan, yorulmadan mücadeleyi devam ettireceğiz.” Ve şöyle dedi: “Filistinli kardeşlerimizin kendi vatanlarında diğer dinlere mensup insanlarla birlikte özgürce ve barış içinde yaşayabilmeleri için elimizden gelen her türlü desteği ve çabayı göstereceğiz.Tek başımıza kalsak da Filistin davasını savunmaya devam edeceğiz.” (CNN El-Arabia)

Yorum:

Gazze'ye ve tüm Filistin'e karşı eylemsizliğinin apaçık ortaya çıkmasına, bilakis gaspçı varlıkla ticari ilişkilerini sürdürmesine, Gazze ve Batı Şeria'daki kan şelalesine ve halkımıza karşı işlenen vahşi katliamlara rağmen, evet tüm bunlara rağmen Erdoğan, hala atıp tutmaya ve yalanlarına devam ediyor!

Eğer 18 ay boyunca Gazze halkının başına gelenler, Erdoğan'ın NATO'nun en güçlü ikinci ordusu ve Ortadoğu'nun en güçlü ordusu olan Türk ordusundan tek bir askeri bile harekete geçirmesi için yeterli değilse ve eğer kan şelaleleri, ceset parçaları ve tonlarca moloz yığını onu Yahudilere savaş ilan etmeye ya da onlarla ticareti bile kesmeye sevk etmiyorsa, o halde Erdoğan'ın Filistin'e ve halkına yardım etmek için ihtiyacı olan ya da beklediği şey nedir acaba?!

Eğer Gazze ve Batı Şeria'yı destekleme konusundaki yüzüstü bırakmasını ve eylemsizliğini Erdoğan, Filistin ve halkına destek ve onun yanında yer almak görüyorsa, o halde yüzüstü bırakmak nedir acaba?!

(Atasözünde olduğu gibi) “Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra küfür konuştu”.Zira geri dönüp Filistin'in terk edilmesi ve 7 Haziran 1967 sınırları temelinde bir Filistin devleti kurularak oradaki Yahudilerin güçlendirilmesi yönündeki çabaların sürdürülmesi çağrısında bulundu.Yani Filistin halkının, Yahudi varlığının yanında Filistin'in dörtte biri üzerinde cılız bir devleti elde etmesi için mücadele etme çağrısında bulundu!!Eğer bu ihanete ve terk edilmeye çağrı olmuyorsa, o zaman ne oluyor acaba?!

Erdoğan, Amerika'nın bölgedeki vaftiz babası ve Yahudilerin koruyucusu olup bir çocuğa ya da bir kadına bile yardım etmeyen söylemlerin ve boş sözlerin arkasına gizlenmekte, bunun da ötesinde terk edilmenin ve ihanetin, bir kahramanlık ve cesaretmiş gibi propagandasını yaparak hala eski saptırmalarına devam etmektedir!كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَقُولُونَ إِلَّا كَذِباًAğızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.” [Kehf 5] O ve onun gibilerin hakkı yıkımdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Hiçbir Özür Müslüman Bir Kadına Hakaret Etmenin Yerini Tutamaz

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Hiçbir Özür Müslüman Bir Kadına Hakaret Etmenin Yerini Tutamaz

Haber:

ABD Temsilcisi Marjorie Taylor Greene'in eski kocası tarafından taciz edilen üç Müslüman kadının avukatları, kamuya açık bir alanda namaz kıldıkları sırada yaşanan sözlü taciz olayı konusunda anlaşmaya vardı.Ramazan Bayramı'nda çekilen olayda Green'in bir Tesla Cybertruck'ın içinden bir grup başörtülü kadına küfürlü bir dille bağırdığı ve bunun da geniş çaplı bir öfkeye yol açtığı görülmektedir.Green, daha önce yaptı açıklamalar hakkında hem aleni hem de özel oturumlarında özür dilemiş ve kadınların kendisini affedeceğini umduğunu dile getirmişti. Nitekim kadınlara 75 bin Dolar tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Yorum.

Medyanın tepkisinden kaçınma baskısı, her zaman bu tür özür dileme tepkileri için motive edici bir faktör olmuştur.Eğer İslami değerlere yönelik doğru bir önyargı veya destek olsaydı, taciz olayı en başta meydana gelmezdi.

Dünyanın dört bir yanındaki küresel kampanyalarda hep aynı kişilerin, İslam ümmetinin öldürülmesini ve aç kalmasını desteklediklerini görmekteyiz. Ayrıca onlar, kendilerini İslam düşmanlarının destekçisi olarak nitelendirmekten de hiç utanmıyorlar.

Onların, İslami değerlere ve siyasi çözümlere yönelik nefretlerini ve tahribatlarını ifade etme konusunda kendilerini özgür hissettiklerini biliyoruz.Zira onlar, hiçbir gücün Müslümanlara yardım etmek için gelmeyeceğini ve yapabilecekleri en iyi şeyin de, sonuçların kişisel çıkarlarına en az zarar vermek olduğunu çok iyi biliyorlar.

Bu bacılar, 75.000 Dolar olan tazminatlarını yerel camilerine sadaka olarak vermekle cömertlik göstermişlerdir ancak Hilafetin yokluğunda çocukları hiçbir şekilde güvende olmayacaktır.

Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretine göre camiler,ümmetin işlerinin koruyucusu değildir.Müslümanlar Mekke'de açıkça namaz kılabiliyorlardı ancak İslami sistemi tam olarak uygulayacak bir otorite kurmak için onlara Medine'ye hicret etmeleri emredilmiştir.Geçmişte Müslümanların Kureyş kabileleri tarafından maruz kaldıkları fiziksel ve sözlü saldırıların ciddiyetinin farkındayız ancak onlar, bugünün tiranlarından daha onurluydular!Şimdi bize düşen, Kur'an'ın o zaman nasihat ettiği gibi cevap vermektir:وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي اللهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَZulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.” [Nahl 41]

Allah'ın izniyle ümmet olarak bizler, Müslüman kadını, Hilafetin gölgesindeki doğru konumuna ve korunmasına yeniden kavuşturma konusunda kararlı olmaya devam edeceğiz ve bunu gerçekleştirmek için de hiç yorulmadan çalışacağız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İmrane Muhammed

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER