El-Raye Gazetesi
Trump’ın ABD Başkanlığına Geri Dönüşü Ve Yahudilerin Gazze’ye Yönelik Savaşına Etkisi
Hizb-ut Tahrir Medya Bürosu Üyesi Bahir Salih’in Kaleminden
Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanmasının hemen ardından, zaferinden önceki beklentilerin bir uzantısı olarak ancak daha büyük bir ivme ve genişleyen algılarla, onun zaferinin Gazze’deki savaş üzerindeki etkisi hakkında birçok açıklamalar, beklentiler ve spekülasyonlar ortaya atıldı.
Bunun öncesinde Trump’ın seçim kampanyası sırasında Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve bölgede barışı tesis etmek için çalışacağını vurguladığı ve bunu Arap ve Müslüman Amerikalı seçmenlere vaat ettiği açıklamaları vardı. Nitekim birkaç ay önce Yahudilerin Gazze’ye yönelik savaşının bir an önce sona erdirilmesi çağrısında bulunmuş ve Yahudilerin Başbakanı Netanyahu’ya şöyle demişti: “Savaşı bitirmelisin ve bunu hızla yapmalısın.” Ve şöyle eklemişti: “Zaferinize ulaşın ve üstesinden gelin. Savaş durmalı, cinayetler durmalı.” Florida’da 7 Ekim’de düzenlenen bir anma etkinliği sırasında “İsrail'in" teröre karşı savaşını kazanma hakkını destekleyeceği” sözünü vermiş ve “İsrail ne olursa olsun bir an önce kazanmalı” eklemesinde bulunarak Biden ve Harris’in Gazze’deki savaşa yaklaşımını zayıf ve tereddütlü olmakla eleştirmişti.
Sonuç olarak Trump da Biden ve Harris gibi Gazze’ye yönelik savaşında Yahudiler için zafer istiyor ve her biri Yahudi varlığına destek sağlama konusunda bir diğerini geride bırakmıştır; hatta Biden şunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir: “Siyonist olmanız için Yahudi olmanıza gerek yok. Ben bir siyonistim.”
40.000 tondan fazla silah ve mühimmat yüklü 300 uçak ve 50 gemiyi aşan, yani günde ortalama bir gemi veya uçak olmak üzere ABD füzeleri ve bombalarının hava ve deniz köprüsünün gölgesinde ve Amerika’nın, Yahudi varlığının bir yıldır sürdürdüğü savaşın maliyetinin %70’ini karşılamasının gölgesinde suçlu Biden yönetiminin geçtiğimiz yıl boyunca Yahudi varlığına verdiği tam bir mutlak destekle Yahudilerin kelimenin tam anlamıyla vahşi bir savaşa girmelerine izin vermiştir. Nitekim Washington Post gazetesi Gazze savaşından bir yıl sonra Yahudi varlığının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’den aldığı askeri yardımın 17 milyar Doları aştığını söylemiştir.
Biden yönetiminin Yahudi varlığına tam bir koruma sağlaması, tüm bölge halklarına karşı onu koruması, isyan eden ve patlamaya hazır Müslüman halklara karşı Yahudi varlığının koruyucusu rolünü kabul etmeleri için yöneticilere baskı yapması, sınırlarını güvence altına alması, Gazze halkına her türlü desteği ya da yardımı engellemesi ve varlığı korumak için bölgeye büyük bir deniz filosu konuşlandırması gibi tüm bu desteğe rağmen; evet tüm bunlara ve daha fazla söylenebilecek şeylere rağmen ancak Yahudilerin Başbakanı Netanyahu, Harris’in Demokrat Partisi’nin kaybetmesinden ve Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi’nin seçimleri kazanmasından duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Peki o Trump’tan ne bekliyor ve onu Harris'e tercih etmesine sevk eden şey nedir?
Biden’ın Yahudi varlığına yönelik son bir yıldaki tutumu ve Trump’ın önceki başkanlığı sırasında (20/1/2017 - 20/1/2021) yaptığı açıklamalar ve geçmişiyle ilgili olanları incelediğimizde, her ikisinin de Filistin halkının ve Müslümanların hakları, kanları ve vücut parçaları pahasına Yahudi varlığına sağladıkları destek miktarında yarıştıkları açıktır. Dolayısıyla Filistin ve halkına karşı biri diğerinden daha az suçlu olmadığı gibi her ikisi de savaşta Yahudi varlığının zafere ulaşması gerektiği konusunda hemfikirdir. Ayrıca her ikisi de Amerika’nın Ortadoğu ve Filistin de dahil olmak üzere dünyadaki stratejik çıkarları konusunda görüş ayrılığı yaşamadıkları gibi, her ikisi de Yahudi varlığını İslam beldelerinin merkezinde kendileri için bir üs ve süngü başı ve İslam ümmetinin kalbinde ise zehirli bir hançer olarak görüyorlar. Bu üssün güvenliğini sağlama, prestijini ve kendisine biçilen rolü yeniden tesis etme çabalarında en ufak bir farklılık göstermiyorlar.
Ancak Netanyahu’nun Trump’ın zaferi karşısında ağzının salyasını akıtmış olabileceği üç şey vardır ki bunlar, onlara karşı ne kadar aşağılandığımızın boyutunu vurgulayan şu üç noktadır:
Birincisi: Trump'ın ilk döneminde gösterdiği gibi, iki devletli çözüm vizyonu ve normalleşme ve tasfiye dosyalarının kronolojik sırası konusunda ciddi olmaması; zira o dönemde Müslümanların başındaki yöneticilerle normalleşme planını ve İbrahim Anlaşmalarını içeren Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırdığı şeyi ortaya atmış ve o dönemde Yahudilerin bir Filistin devletini ve ardından normalleşmeyi kabul etmesini şart koşmamış, aksine normalleşmeyi iki devletli bir çözüm için bir ödül haline getirmeden bunları paralel olarak yürütmüş ve tam da Netanyahu’nun ümit ettiği gibi iki devletli çözüm açısından kayda değer bir ilerleme kaydetmeden birden fazla normalleşme sürecini gerçekleştirmeyi başarabilmiştir. Böylece iki devletli çözüm konusunda herhangi bir ilerleme kaydetmeksizin Müslümanların başındaki yöneticilerle bir dizi normalleşme sürecine girmiştir ki bu da sömürge ve Tevrat'a dayalı çıkarlarına hizmet etmek içindi.
Aynı şekilde Trump ilk başkanlık döneminde Filistin devleti konusunda da büyük bir esneklik göstermiştir; zira Başkenti el-Eizariya veya Abu Dis olan özerk bir otorite olarak kabul edilmesine engel olmamış ve varlığın Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanımış, ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımış, Batı Şeria sınırlarının yeniden çizilerek büyük yerleşimlerin ve Ürdün Vadisi’nin Yahudi varlığına bağlanmasını önermişti. Nitekim kısa bir süre önce seçim kampanyası sırasında Filistin devletinin ya da komşu ülkeler Ürdün ve Mısır'ın pahasına varlığın sınırlarının genişletilmesine izin verebileceğini ima ederek buna bir yenisini eklemiş ve şöyle demiştir: “İsrail, haritada küçük görünüyor ve ben her zaman burayı nasıl genişletilebileceğini düşündüm.” Netanyahu’nun arzuladığı ve hayalini kurduğu şey de işte budur.
İkinci hususa gelince; bu, Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşla ilgilidir; Netanyahu, Trump’ın savaşı hızlı bir şekilde sona erdirme arzusunu, tüm hedeflerine hızlı ve en az kayıpla ulaşmak için bir fırsat olarak görüyor. Zira Netanyahu, Trump’ın kişiliğinin, planlarının ve arzularının önünde duran tüm yöneticilere ve hareketlere baskı yapmasına ve onları tehdit etmesine izin verdiğini biliyor. Çünkü o, hedeflerini gerçekleştirmek için kaba kuvvet kullanan bir kişi olup bu da onu devam eden savaşlarda, Lübnan, Katar, Mısır, Türkiye, Ürdün, İran, Irak, Yemen ve Suriye’deki etkili taraflara ABD’nin tüm diktelerini kabul etmeleri için baskı yapmaya ve tehdit etmeye itebilir. Tıpkı Yahudi medyasında bu günlerde, Katar'ın üst düzey Hamas yetkililerinden ülkeyi terk etmelerini istemesi ve Doha’daki ofislerini kapatma kararının yer alması gibi. Bu haber doğru olsun ya da olmasın, Yahudilerin Trump’ın zaferine yönelik arzularını yansıtıyor. Zira Yahudiler Trump’ta, İran’ın Lübnan’daki partisini Litani’nin gerisine itmek, roket atışlarını durdurmak ya da onu silahsızlandırmak için istediklerini dayatmayı hızlandırma gücünü görüyorlar. Aynı şey Husiler, İran ve Irak’taki İslami Direniş için de geçerlidir.
Netanyahu’yu Trump’ın zaferiyle baştan çıkaran üçüncü dosyaya gelince; bu dosya, Trump’ın uzun süredir Biden yönetimini hoşgörülü davranmakla eleştirdiği İran nükleer dosyasıdır. Zira o, Tahran ile dünya güçleri arasında varılan nükleer anlaşmadan çekildikten sonra 2018’de İran’a yönelik ABD petrol yaptırımlarını dayatmaya başlamış ve Washington’un Tahran’ın nükleer silaha sahip olmasına izin veremeyeceğini söylemişti. Zira şöyle demişti: “İsrail, İran’ın füze saldırılarına yanıt olarak İran’ın nükleer tesislerini vurmalıdır.” Dolayısıyla Netanyahu, Trump’ın gelişiyle birlikte ister güçlü bir baskı ister yaptırımlar ya da askerî harekât yoluyla olsun İran’ın nükleer programını tamamlamasını engellemek için güçlü bir fırsat yakaladığını düşünüyor.
Sonuç olarak, Yahudi liderlerin Trump’la hemfikir oldukları ya da Biden yönetimiyle ihtilaf ettikleri tüm konular, Amerika’nın ve Yahudi varlığının çıkarlarına nasıl ulaşılacağına dair ayrıntılı konular olup İslam beldelerinin sömürgeleştirilmesinin devamını sağlamak, zenginliklerini ve kaynaklarını yağmalamak ve kendilerine bağımlı olmaktan kurtulmalarını engellemekten öteye gitmeyen öz ve kötü niyetli hedefler konusunda hemfikirdirler. Bu da ister barışı tesis etme ve savaşları sona erdirme sloganı altında olsun, ister bölgenin istikrarını sağlama ve topyekûn savaşları etkisiz hale getirme sloganı altında olsun; Yahudi varlığının bölgedeki statüsünün korunmasını, güçlü kalmasını ve Batı’nın çıkarlarına ve sömürgeci hedeflerine hizmet edecek şekilde ilerlemesini sağlamak içindir.
Ümmet ve orduları çalınan otoritesini yeniden elde etmek için inisiyatif almadıkları sürece, ülkemiz sömürgeciler için bir tiyatro sahnesi olmaya, kanlarımız ihlal edilmeye, kutsallarımız çiğnenmeye ve beldelerimiz işgal edilmeye devam edecektir. Dolayısıyla Gazze’yi desteklemenin, Filistin’i özgürleştirmenin, ümmetin izzetini ve onurunu geri kazanmanın ve Amerika’ya, Yahudilere ve onların kibirlerine son vermenin tek yolu, bizi ve beldelerimizi düşmanlarımıza teslim eden ajan yöneticileri kaldırıp atmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmaktır.
Kaynak: El-Raye Gazetesi-521. Sayı-13/11/2024