Pazartesi, 06 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kenyalı Fasit Yöneticiler, Birer Uyuşturucu Taciri ve Öldürücü Katildir! Peki, Bunların Elinden Nasıl Kurtuluruz?

  • Kategori Doğu Afrika
  •   |  

"Wikileaks" internet sitesi, geçenlerde Nairobi'deki Amerikan büyükelçiliği ile Amerikan dışişleri bakanlığı arasındaki gizli diplomatik yazışmaları ortaya çıkardı. Bu yazışmalarda ABD'nin Kenya büyükelçisi, Kenya'daki önde gelen siyasilerin yolsuzluğun unsurları olduğunu, hükümetin önemli görevlilerinin uluslararası uyuşturucu ticaretine karıştığını ve görevlerini kötüye kullandıklarını ifade etti. Yine söz konusu sızıntılarda, Devlet Başkanı Kibaki'nin ve Başbakan Raila Odinga'nın bencil özel çıkarlarına zarar vermesi bakımından "reformların" önündeki en büyük engel olduğu belirtildi. Ayrıca Uluslararası Suç Mahkemesi Savcısı Luis Moreno-Ocampo, 2007 Aralık seçimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından patlak veren toplu katliam eylemlerinin akabinde 5'i hükümetin ileri gelenleri olmak üzere insanlık suçlarına karışan 6 kişinin yargılanmasına karar verdiğini ilan etti! Bunun üzerine Kibaki, Odinga ve bakanları açıkça buna tepki gösterdiler. Zira bu iddiaların hepsini yalanladılar, kendilerinin tüm bu suçlamalardan uzak olduklarını, yeni anayasayı geçirerek reform projelerine öncülük etmekle gurur duyduklarını iddia ettiler ve bunu Kenya halkını kurtaracak en büyük projeymiş gibi gösterdiler!

Kenya'daki insanlar, gerçek kurtuluşun nerede yattığını bilmeliler ve ortaya atılan belirli meseleleri ele almazdan önce şu anda haber başlıklarına konu olan diplomatik yazışmalarla ilgili önemli üç noktadan başlamalıyız.

Birincisi: Bu sızıntılar, apaçık şekilde Batılı devletlerin doğalarında hala sömürgecilik olduğunu ve büyükelçilikleri de dahil tüm kurumlarını, saptırıcı şekilde bizlerin uzun bir zamandır bağımsızlığımızı elde ettiğimizin reklamını yapmalarına rağmen stratejik çıkarlarını korumak için ülkemize karşı casusluk yapmaları için kullandıklarını göstermektedir!

İkincisi: Aslında bu sızıntılar, bir sırrı ifşa etmemiştir. Zira vatandaşlar, uzun bir zamandır işlerin dizginlerini elinde bulunduran liderlerin bu habis gerçek yapılarının farkındadırlar. Zira onlar, birer şerir fasitlerdir ve insanlık görüntüsüne bürünmüş birer siyasi şeytanlardan başka bir şey değildirler!

Üçüncüsü: Birer ajan yönetici olan aptal siyasiler, görünürde destek veriyor göründükleri halde Batılı milletlerin kedilerine gizlice ihanet etmelerine rağmen yönetimlerine destek vermeleri için Batıya güveniyorlar. Diğer yönden sıradan insanlar bile uzun zamandır liderlerdeki şerrin farkındadırlar ve onlar, Tunus ve Mısır'da olduğu gibi her an kendilerine karşı bir halk ayaklanmasının baş göstermesinden kaygılanmaktadırlar.

Yolsuzluk sorunu itibarıyla Kenya'nın sözde Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu [KACC], yeni atanan genel müdürü ile tüm bakanlıklardaki yolsuzluğu bitirdi gibi görünüyor. Ancak aslında yolsuzluğun temel unsurlarının kendisinin desteklediği büyük kapitalist işadamlarından ve bu komisyonun müdürlerinden oluşan yolsuzluk şebekelerinin olduğu hakikatini göz ardı etmektedir! Mesela bazı ileri gelen liderler, Godenberg ve Anglo Leasing gibi büyük yolsuzluk skandallarına karışmışlardır. Bundan dolayı bazıları kısmî çözüm olduğunu ifade etmelerine rağmen onlara dokunulmamıştır! Zira kamu mallarını yağmalamalarından dolayı hapse atılan kaç tane bakan var? Kamu arazilerini ele geçirmelerinin arından hapse atılan kaç tane milletvekili var? Mısır veya eğitim fonları skandalı yüzünden hapiste olan önde gelen işadamlarından kim var?!

Kenya'nın elde ettiği yalan bağımsızlığından şu ana kadar yolsuzlukla mücadele edilmesi için komisyon üzerine komisyon kurulmuştur. Buna rağmen "liderler", her gün güpegündüz kamu mallarından milyarları çalmaktadırlar. Bu da bu komisyonların insanları uyutma maksatlı bir vehimden başka bir şey olmadığı gerçeğini göstermektedir.

Uyuşturucu açısından olana gelince; gerçek şu ki birçok lider, bu "ticaret" sayesinde dünya çapında zenginler haline geldi. Zira bazı araştırmalar, bu ticaretin petrol ve silahtan sonra dünyanın üçüncü en büyük karlı ticareti olduğunu göstermiştir.

Tabiatıyla bu gelişmiş suçlar, polis, ulusal istihbarat, denizci ve havacı gibi birçok devlet kurumlarındaki üst düzey hükümet yetkililerinin katılmasını gerektirmektedir. Bu da sözde "uyuşturucuyla mücadele operasyonları" yoluyla torbacılar ve içiciler yakalanırken neden milyarları götüren bilindik büyük balıklara dokunulmadığını açıklamaktadır. Bu da ülkedeki gençliğin yok edilmesine yardımcı olmaktadır. Bundan dolayı hiçbir kimse, mevcut bozuk rejimden insanları geçici olarak aldatmaya dönük göstermelik tutuklamalar dışında herhangi elebaşı uyuşturucu tacirini tutuklamasını beklememelidir. Buna mukabil Müslümanların sözde terör "şüphesiyle" nasıl tutuklandıklarını, işkence edildiklerini ve götürüldüklerini görmekteyiz. Güvenlik birimlerinin aceleyle yaptıkları bu davranışlar, hükümetin Amerika Birleşik Devletleri'ni hoşnut etmek üzere çalıştığı içindir. Buna rağmen subaylar, uyuşturucu yüklü konteynırların nerden nereye ihraç ve ithal edilmesi olayının arkasında kimlerin olduğunu bilmediklerini iddia ediyorlar! Bundan daha kötü olanı ise uyuşturucu ticareti soruşturmasında işbirliği yapmayı reddeden güvenlik subaylarının kurşunlanarak öldürülmesi ve ölmeleri nedeniyle soruşturmaların boşa gitmesidir. Tüm bunlar ise "onurlu milletvekillerinin" ticareti içindir. Bu, hükümet içerisindeki bariz ellerin bu şerir ticareti desteklediğine dair kanıt olarak yetmez mi?! Açıkça ve kararlılıkla uyuşturucuya karşı olduğunu iddia eden Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisine gelince; şimdi sahiden o, Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyanın uyuşturucu tüketen birinci ülkesi olduğunu ve hükümetinin bu ticareti engellemeyi başaramadığını bilmiyor mu? Aynı şekilde Amerika, Afganistan'a yönelik acımasız işgali sırasında uyuşturucu üretimine baskı yapmak yerine Taliban yönetimi dönemindeki duruma kıyasla uyuşturucu ticaretini arttırmıştır. Şimdi bu casus büyükelçi, bunu görmüyor mu? Ancak ciddi tehlike şudur ki sözde Müslüman bir liderin, bu casusu övmeye düşkün olduğunu ve açıkça Amerika Birleşik Devletleri'ne yardım etmeye çalıştığını görmemizdir. Halbuki bizzat Amerika Birleşik Devletleri, İslam karşıtı küresel azgın ve iğrenç haçlı saldırısına öncülük etmektedir. Hal böyleyken Kenya'da uyuşturucu tehlikesiyle mücadele edilmesi Amerika'nın umurunda olur mu?

Ey lider hatırlamazmısın ki Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], düşmanlarımızı dost edinmemizi bizlere haram kılmıştır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ "Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri dost, sırdaş edinmeyin! Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar ve hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." Âl-i İmrân 118]

Batılı devletlerin hakim olduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gelince; çok partili demokrasiyi ülkelerimiz için bir kurtarıcı olarak pazarlamaya çalışmaktadır. Ancak gerçekte ise 2007'de yapılan demokratik seçimler, toplu ölümlere ve ülkenin yıkımına neden olmuştur. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi, "tek gözlüdür." Zira Irak ve Afganistan'da binlerce insanı katleden operasyonları işleyen büyük Batılı devletlerdeki şerir savaş suçlularını görmemekte ve kendi nazarında dünyanın efendileri olmalarından dolayı onları sorgulamamaktadır! Bu mahkemenin, gerçeğe ve adalete hizmet etmesi imkansızdır. Bilakis Batının sömürgeci politikalarının dayatılması için bir silah olarak kullanılmaktadır. Oysa açıktır ki tepeden tırnağa kadar Kenya'daki siyasilerin hepsinin 2007 yılı seçimlerinden sonra meydana gelen kaos ve öldürme eylemleriyle bağlantısı vardır. O halde neden Uluslararası Ceza Mahkemesi, bu şerir siyasileri cezalandırmıyor?

Yeni anayasaya gelince; çıkarılmasının üzerinden sadece birkaç ay geçti ve fiilen bir serap olduğu ortaya çıktı. Ona bağlı kalacaklarını ve koruyacaklarına dair yemin eden aynı siyasiler, şimdi utanmadan açıkça onu çiğnemektedirler. Açlık milyonlarca insanı tehdit etmesine ve hükümetin üzerine dayandığı destekler olan uyuşturucu çete liderleri ve yolsuzluk hala sınırsız bir şekilde kol gezmesine rağmen bu anayasanın vatandaşlara yardımcı olması imkansızdır. Bilakis bu güne kadar kurban olanlar hala vatandaşlardır! Aslında bunun nedeni bu anayasanın bir insan yapımı olmasıdır. Oysa insanlık, insanın yaratıcısının katından olan adil bir anayasaya muhtaçtır. Dolayısıyla sahih çözüm, sömürgeci kapitalizmin ve şerir siyasilerin tecrübelerinin ve düşüncelerinin bir ürünü olan bu anayasanın yerini alemlerin Rabbinin anayasasının almasıdır.

 

Ey Kenya Halkı:

Hala bu vakıa karşısında gözlerinizi açmayacak mısınız? Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin ismini zikrettiği altı kişinin kamu mallarını götüren fasit rejimin payandalarından olduğunu ve hükümetin mahkemedeki hukukî masrafları karşılamak için kamu mallarını kullanarak hala sizlere kötü muamele ettiğini görmez misiniz? Şöyle buyuran Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ne kadar da doğru söylemiştir:

إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "Haya etmiyorsan dilediğini yap!"

Bu siyasiler, işleri daha da kötüleştirmek için ülkede bir kez daha iç savaşı tetikleyecek kabilevî koalisyonlar yoluyla 2012 yılı seçim projelerine dönük fiili planlar yapmaktadırlar. İşte tüm bunlardan sonra isimleri, partileri ve koalisyonları ne kadar değişirse değişsin bu siyasilerin aranızda nefreti körükleyecek ve bencil amaçlarını gerçekleştirmek uğrunda tereddüt etmeden herkesi harcayacak birer şeytan olmaya devam edeceklerini görmelisiniz.

Artık demokratik politikadaki mugalataları ve yalanları fark etmenizin zamanı gelmiştir. Siyasilerin hepsi, aynı tiniyete sahiptirler. Onların daimi dostları veya düşmanları yoktur. Çıkarları birleştiğinde bir araya gelirler ve çıkarları ihtilaf ettiğinde dağılıp giderler. Onlar, Batılı efendilerinin bozuk akidelerine inanırlar ve onların birer ajanıdırlar. Buna rağmen bizzat Batı bile aynı kapitalist düşünceyi kullanarak ekonomik ve siyasi krizleri çözmeye muktedir değildir. Dolayısıyla isteyen de istenilen de acizdir!

Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, İslamî fikri taşımakta olup hayatın tüm işlerine dair çözümlere ve gerçek kurtuluş yoluna sahiptir. Hizb-ut Tahrir, onulmaz fakirlik, kabilecilik tehlikesi, yıkıcı yolsuzluk ve şerir siyasiler sorunlarını çözmeye muktedirdir! Dolayısıyla yaratıcınızın sizler için razı olduğu ideolojiye yönelmeniz için kendinizi Batıyı ve sömürgecileri körü körüne taklit etmekten kurtarmanızın zamanı gelmiştir. Zira O, sizi ve sizin durumlarınıza neyin uygun olduğunu bilendir ve hikmet sahibidir.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İnanan bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm veren mi vardır?" [el-Maide 50]

 

Devamını oku...

Libya Tagutu Kanlı Katliamlar İşleyerek ve Müslümanların Yöneticileri Libya'yı Yardımsız Bırakarak Fransa, İngiltere ve Amerika'nın Askerî Müdahalede Bulunma Cürümüne Ortak Olmuşlardır

  • Kategori Hizb
  •   |  

Batılı devletler, dün gece, yani 19-20.03.2011 gecesi Libya mevzilerini havadan bombalamaya ve denizden füze fırlatmaya başladılar. Bunu yaparlarken de Müslümanların yöneticilerinin özellikle de Libya'ya mücavir olan Mısır'ın yöneticilerinin, Libya halkını yardımsız bırakmasını, Kaddafi'nin, avenelerinin ve paralı askerlerinin işlediği katliamlarından kurtarmamalarını istismar ettiler...

Libya tagutunun, kanlı katliamlar işleyerek Libya'ya askerî müdahalede bulunulmasına zemin hazırlaması gerçekten bir trajedidir... Arap yöneticilerinin hatta İslam beldelerindeki tüm yöneticilerin, bu tagut karşısında Libya halkını yardımsız bırakarak buna katkıda bulunması ise başka bir trajedidir... Oysa bu yöneticilerin yapması gereken, Libya'ya yardım etmeleri, tagutun belini kırmaları ve Batılı devletlerin Müslümanların beldelerine müdahale etmelerini engellemeleri için orduları harekete geçirmeleriydi... Müslümanların bana değmeyen yılan bin yaşasın deyip sessiz sedasız evlerine çekilmesi ise üçüncü bir trajedidir!

Libya tagutu kanlı katliamlar işleyerek ve Müslümanların yöneticileri Libya halkını yardımsız bırakarak ve onları bu taguttan kurtarmayarak Batılı devletlerin, Güvenlik Konseyi'nin 1973 sayılı kararıyla siyasî müdahalelerin ardından askerî müdahalede bulunmalarına zemin hazırlama cürümüne ortak olmuşlardır. Bunu ise Libya halkına insanî yardım gerekçesiyle yaptılar. Halbuki bu devletler, öyle böyle maddî bir menfaatleri hatta Müslümanların beldelerindeki çıkarlarını gerçekleştirecek büyük bir menfaatleri olmadıkça insanlık diye bir şey tanımazlar!

Ey Müslümanlar! Bir ümmet, Allah'ın şu kavlini unutarak yaşadığı bir hayattan nasıl zevk alabilir? وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.[el-Enfâl 72] Bir ümmet, Kaddafi'ye karşı din kardeşleri olan mazlumlara nasıl yardım etmez? Bir ümmet, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini unutarak yaşadığı hayattan nasıl tat alabilir? إِنَّ الْمُؤْمِنَ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا وَشَبَّكَ أَصَابِعَهُ "Mümin mümin için birbirini güçlendiren bir bina gibidir. Sonra parmaklarını birbirine geçirdi.[el-Buhari] Başındaki yöneticilerin zulmüne karşı düşmanını bir kurtarıcı olarak gören bir ümmet nasıl ayakta durabilir?!

Ey Müslümanlar! Bu ümmetin baş belası, önce başındaki yöneticileridir... Sonra bu zalim yöneticilerin çığırtkanlıklarıdır. Sonra da ümmetin onların zulümleri karşısında sessiz kalmasıdır. Dolayısıyla ahiretin ötesinde dünyada bu yöneticilere isabet edecek azap ümmete de isabet edecektir. İşte gözlerinin önünde düşmanı, topraklarını bombalıyor, semalarında fır dönüyor ve mukaddesatlarını çiğniyor. وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25] Dolayısıyla zalim zulmünün, mazlum da zalimin zulmüne karşı sessiz kalmasının ceremesini çekmektedir. Nitekim Ebu Bekir Sıddîk [RadiyAllahu Anh], Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: إِنَّ النَّاسَ إِذَا رَأَوْا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أَوْشَكَ أَنْ يَعُمَّهُمْ اللَّهُ بِعِقَابٍ مِنْهُ "İnsanlar zalimi görürler de engel olmazlarsa, Allah'ın onları, katından bir ceza ile kuşatması çok yakındır." [Ahmed]

Bu yöneticiler, düzmece çarpık çurpuk tahtları uğrunda kan akıtmaktan, düşmanlara hizmet etmekten, ülkeyi ve insanlarını satmaktan zerre kadar çekinmezler... Onların ilahları, altlarındaki tahtlarıdır. قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Allah onları katletsin. Nasıl da döndürülüyorlar!" [Munafikun 4] Libya tagutu, insanların kendisini istemediğini, kendisini yönetime getiren ve kırk sene boyunca yönetimde tutan İngiltere'nin rolünü tamamladığında onu bir kenara kaldırıp atacağını biliyor. O, artık rolünü tamamladı tamamlamak üzere ve daha önceki liderlerde de kendisi için ibret vardır. Zerre kadar aklı olsaydı yönetimi bırakıp çeker giderdi. Ancak o, Allah'tan, resulünden ve müminlerden utanmaksızın Libya'daki Müslümanların kelleleri ve Müslümanların düşmanlarının müdahale etmesi karşılığında yok olmayı tercih etti!

Ey Müslümanlar! Ey İslam Beldelerindeki Yöneticiler! Ey Arz-ı Kenan Mısır Yöneticileri! İşler daha da kötüleşmeden durumun farkına varacak, Libya'yı Kaddafi'nin zulmünden kurtarmak için orduları harekete geçirecek, Libya halkını tekrar sevindirecek, Batının uçakları ve füzeleri ile Libya semalarına ve topraklarına zorla girme gerekçesini ortadan kaldıracak içinizde hiç aklı başında bir adam yok mu? Mazlumun, düşmanından başka kendisini zalimden kurtaracak bir kimseyi bulamaması gerçekten bir trajedidir ve dünya için bir felakettir! Şimdi bir buçuk milyar Müslüman, Libya'yı Kaddafi'nin zulmünden kurtarmaktan aciz kaldı da insanlar, kendilerini kurtarması için düşmanlarından başka kimse bulamadı mı!

Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir'in varlığını ve sizi, sürekli olarak ülkeyi ve insanları koruyacak ve düşmanların belini kıracak olan Hilafeti kurmaya davet ettiğini fark etmenizin zamanı gelmedi mi? إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmam [Halife], ancak arkasında savaşılan ve onunla korunulan bir kalkandır." [Muslim] Bir zamanlar İslam ümmetinin Hilafetin gölgesinde dünyadaki mazlumlardan zulmü kaldırmak için onlara yardım ederken şu anda beşeri rejimlerin ve ruveybida yöneticilerin altında kendi üzerindeki zulmü bile kaldıramadığını fark etmenizin zamanı gelmedi mi..? Bununla birlikte sancıların artması kurtuluşun habercisi ve yoğun karanlık fecrin emaresidir ve İslam, öldürücü darbelerle zalimlere ve İslam düşmanlarına hesap etmeyecekleri bir yerden gelecektir.

 

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Seçilmiş" Irak Hükümeti, İlk Sınavında Başarısız Oldu!

Bağdat ve diğer illerde 25 Şubat 2011 cuma günkü gösterilerde toplulukların attığı sloganların geneli meşru haklardı. Dahası bu sloganlar, herhangi dürüst bir hükümetin halkına karşı temel görevlerindendi. Zira bu sloganlar, kamu mallarının heder edilmemesi, özellikle mesken, düzgün iş, güvenliğin sağlanması ve onurlu bir hayat düzeyine ulaşacak şekilde adaletin tesis edilmesi gibi temel ihtiyaçlar noktasında insanlara verilmesi zorunlu hizmetler düzeyinde doğru düzgün işletilmesi için ortaya çıkmıştır.

"İddia edildiği üzere" çoğunlukla "seçilen" Maliki hükümetine birden ne oldu da korku ve paniğe kapıldı? Her ekol gibi salgın fesada karşı çıkanları bastırmayı meşrulaştırmak için el-Kaide, teröristler ve Saddamcılar hakkında dedikodular üretmeye ve yalanlar yaymaya başladı. Sanki kendilerini öldürmek isteyen baş düşmanları geliyormuş gibi her yere silahlı ordu güçlerinin ve askerî araçlarının konuşlandırılması da cabası.

Ey Irak'taki Kardeşlerimiz!

Sizi gözetleyip durun, dininiz inkar eden, sizleri param parça etmek için aranıza fitne ve fesat sokan, toprakları işgal eden, namusları çiğneyen, erkeklerinizi boğazlayan, kadınlarınızı sağ bırakan, yatırım ve yeniden imar adı altında servetlerinizi yağmalayan işgalci düşmanın başınıza dayattığı bir hükümetten ne bekliyordunuz? Ayrıca zulümle, hapishanelerin masum evlatlarınız ve kardeşlerinizle dolup taşmasıyla geçen 8 sene yetmez mi? Paralı askerlerini, sakin ve barışçıl saflarınızın arasına nasıl sokarak ateş açtıklarını, canlı mermi, tazyikli su sıktıklarını, uçakların sesleri ve vınıltılarıyla size eziyet ettiklerini kendi gözlerinizle görmediniz mi? Bazı milletvekillerinin sizlerin bastırılmasını denetlemek üzere Tahrir Meydanı'nda olduğunu görmediniz mi?

Ey Kerim Kardeşlerim!

Bunun gibi bir hükümet, Mısır, Tunus, Libya ve Yemen'deki azgınlıktan, zulümden ve fesattan dolayı başlarına gelen örneklerden ibret almaz... Bunlardan önce de İran Şahı ve Saddam da hayatları boyunca kafirlere hizmet etmişler ve efendilerine sadakatle bağlanmışlardı da onlar da onları ucuz bir şekilde satmışlardı. Bu tür hükümetlerin ilacı, onları kökünden söküp atmaktır. O halde onlardan desteğinizi çekin ve Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni kurarak Rabbinizin şeriatını hakim kılmak için çalışan muhlislerle birlikte çalışın ki izzete, onura, güvene ve refaha nail olasınız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız. Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 24-25]

Devamını oku...

Enbiyaların Varisleri Olan... Alimlere!

  • Kategori Irak
  •   |  

Allahuteala, şöyle buyurdu:

وَٱلْعَصْرِ إِنَّ ٱلإِنسَانَ لَفِى خُسْرٍ إِلاَّ ٱلَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلْحَقِّ وَتَوَاصَوْاْ بِٱلصَّبْرِ "Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka." [Asr 1-3]

 

Cerir İbn-u Abdullah'ın şöyle dediği rivayet edildi:

بايعت رسول الله على إقام الصلاة وإيتاء الزكاة والنصح لكل مسلم "Salahı ikame etmek, zekatı vermek ve her Müslümana nasihat etmek üzere Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e biat ettim."

Kerim Şeyhler ve Faziletli Alimler...

Hiç şüphesiz sizler, Tunus'tan kıvılcım alan ve saman alevi gibi diğer İslam beldelerine sıçrayan İslam beldelerini kasıp kavuran olaylara şahit olmaktasınız ve işitmektesiniz. Allah'ın sizlere verdiği ilim sayesinde enbiyaların varisleri olmanızdan ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberine çıkma emanetini taşımanızdan dolayı hakkı açıklamanız ve haykırmanız kaçınılmazıdır. Aynen Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, sonrasında sahabesinin ve daha sonrasında ümmetin çalışan alimlerinin yaptığı gibi. Zira onlarda bizim için güzel örnekler vardır. Dolayısıyla alimlere ve daveti taşıyanlara yaraşan, mevcut fesadı ve değişime olan ihtiyacı başkalarından daha çok hissetmeleridir ki böylece ümmeti uyarmak ve doğru yola eriştirmek üzere duvarın arkasındakileri görsünler.

Bundan dolayı şeri vecibe, tüm alimlerin ve daveti taşıyanların, ümmete Müslümanların kesinlikle yöneticileri muhasebe etme kapsamına giren şeri talepler uğrunda sokaklara dökülmeleri gerektiğini ve bunun da SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavli gereği olduğunu açıklamalarını kaçınılmaz kılmaktadır:

سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ "Şehitlerin efendisi Hamza İbn-u Abdulmuttalib'tir ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona (marufu) emreden ve onu (münkerden) nehyeden ve (bunun için) katledilen kimsedir."

Ancak bu olaylar, birer hastalık değildir. Bilakis ciddî bir hastalığın belirtileridir. Zira zulüm, mukaddesatların çiğnenmesi, açlık, işsizlik, kötü hizmet ve kamu mallarının çalınması ancak yönetim, ekonomi, içtimai, öğretim, iç ve dış siyaset olmak üzere beş sistemiyle birlikte Allah'ın hanif şeriatının kaldırılmasının ardından hayatın tüm alanlarında Müslümanlara tatbik edilen bozuk rejimden ortaya çıkan belirtilerdir. Allahuteala, şöyle buyurdu:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124]

Dolayısıyla alimler ve daveti taşıyanlar olarak ümmeti bu açık hususa karşı uyarmalıyız ki Allah'ın şeriatı yokken ve mukaddesatları çiğnenirken bu arizî taleplere icabet etmesin. Böylece bizler, ümmetin gören gözleri ve hayati meselelerini belirlemeye teşvik etmiş olalım ki ümmet de tali sloganlar yerine şu temel sloganı yükseltsin: "İşgalci Kafirin Hegemonyasından Kurtulmadıkça, Bu Bozuk Rejimi Devirmedikçe ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti Kurarak Allah'ın Şeriatını Hakim Kılmadıkça Bizim İçin Kurtuluş Yoktur."

Kerim Şeyhler ve Faziletli Alimler...

İşte bu bizim size olan nasihatimizdir. Çünkü sizler, menfaatçi siyaset tacirlerine olan desteğini çekmesinden sonra ümmetin güven noktası haline geldiniz. Allah'tan hepimizi söz dinleyen ve buna en güzel şekilde tabi olan kimselerden kılmasını temenni ediyoruz.

Allah, bizleri ve sizleri rızasına muvaffak kılsın ve ümmete şuan kinden daha hayırlı bir gelecek nasip eylesin.

Ve's Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bu Ümmetin Kadınları Sadece ve Sadece Allah'ın Emrine İtaat Etmeyi ve İslam'ın Tatbik Edilmesini İstiyorlar

Tunus Demokrat Kadınlar Örgütü'nün, "Miras ve diğer bir takım meselelerde kadın erkek arasında eşitlik" talep ettiği haberlerini mütalaa ettik." Örgütün yaptığı bir önceki toplantıda avukat, Emel Bittayyip ve örgüt üyesi Sabah Mahmudî, "Bizler kadının kazanılmış haklarını vurgulamak, her türlü geriye dönüşü önlemek ve özgürlüğümüz üzerinde İslamcılarla pazarlık yapmaya hazır olmadığımızı ifade etmek için buradayız." Tunus Demokrat Kadınlar Örgütü Başkanı Sena Bin Aşur ise şöyle dedi: "Bizler İslamcılardan korkmuyoruz. Çünkü bizler, diktatörlüğü devirmeyi başaran olağanüstü bir güce sahibiz ve bir diktatörlükten kurtulup başka bir diktatörlüğün içine düşmeyi asla kabul etmeyeceğiz."

Kadının nesillerin terbiyesinde önemli ve temel bir rol oynamasın sonucu olarak İslam düşmanları, İslam'ın izzetini, şerefini ve hayrını garantilemesinden dolayı kadını, basiretini aydınlatabilecek her türlü şeyden uzaklaştırmaya çalıştılar. Birçok araçlar ve yasalarla senelerce bunun için çalıştılar ve İslam'ı orta çağlardan kalma gerici bir din olarak göstermeye çaba harcadılar! Kadının İslam'ın yönetimi altında bastırılmış adi bir hizmetçi ve erkeği de kadına hükmeden, onu ezen ve köle gibi kendisine boyun eğdiren biri olacakmış gibi tasvir ettiler!

Batı demokrasisinin özel olarak kadın adına gerçekleştirdiği ve bize karşı koz olarak kullandığı "başarılarına" rağmen kadına şerden, mutsuzluktan ve fesattan başka bir şey getirmemiştir! Allah, kadına lütfedip onu cahiliyenin zulmünden ve köleliğinden İslam'ın nuruna, adaletine ve insafına çıkarmasının, İslam'ın on dört asır boyunca kendisini ve konumunu koruduğu bir cevher haline gelmesinin ardından Batı gelerek onu tekrar cahiliye ve karanlığına geri döndürerek bir kazanç ve eğlence aracı haline getirdiler!

Çağrıda bulundukları özgürlük, fesada ve rezilliğin yayılmasına kapı aralamış ve giyimde ve fiillerden Batıyı taklit etmeyi ilerlemenin, yükselmenin ve çağdaşlaşmanın simgesi yapmıştır!! Dolayısıyla bununla İslam şeriatının öğretilerine acımasız bir savaş açtılar, Kur'an-il Kerim'de geçenlere karşı çıktılar, Allah'a itaati suç saydılar ve O'na isyanı övdüler! Çok eşliliği yasakladılar, haram kılınan dostlukları ve ilişkileri hoş karşıladılar! Başörtüsünü, içe dönüklüğün, gericiliğin ve kadın ayrımcılığının simgesi olarak tasvir ettiler, çıplaklığı ve açık giyinmeyi övdüler ve genel dokuyu ifsat ettiler! Toplumları küçültecek ve bu ümmetin sayısının artmasını engelleyecek olmasından dolayı sayısız konferanslarla doğurganlıkla mücadele ettiler ve bunun reklamını yaptılar! Daha neler neler!

Kadını korumayı, konumunu yüceltmeyi, ona insaf etmeyi ve haklarını garantilemeyi sadece ve ancak İslam başarmıştır! İslam, kadını bir anne ve evinin mürebbisi ve korunması gereken bir namus olduğunu beyan etmiş ve bir anne olarak ona lütufta bulunmuştur. Zira cenneti ayaklarının altına koymuş, onu razı etmeyi Allah'ı razı etmek olarak saymış ve ona tarihte benzeri olmayan bir konum vermiştir. Nitekim Sahih-il Buhari'de Ebi Hurayra [RadıyAllahu Anh]'ın şöyle dediği varit olmuştur: جَاءَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ أَحَقُّ بِحُسْنِ صَحَابَتِي قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ ‏"‏ أُمُّكَ ‏"‏‏.‏ قَالَ ثُمَّ مَنْ قَالَ: ثُمَّ أَبُوكَ "Bir adam Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın resulü güzel sohbete daha layık olan kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Annendir." Dedi ki: Sonra kimdir? Dedi ki: "Babandır." İslam, icatta bulunması ve hayatın birçok alanlarına katılması için kadına kapı açmıştır. Mesela müminlerin annesi Aişe [Ridvanullahi Aleyhi] gibi âlime müçtehitler olduğu gibi el-Hafız ez-Zehebi'nin Seyr-u Â'lâmu'n Nubelâi adlı eserinde senet âlimesi bir Şeyha olarak nitelendirdiği âlime Kerime el-Merveziye vardır. Arap dili ve sarf alanında alim Celaleddin es-Suyuti, müsned lakaplı "Ümmü Hâni Bintu el-Huraynî'den" sarf ilmi aldığını belirtmiştir. Bilim dünyası alanında dahi bir alime olan ve hicri 377 senesinde vefat eden Bağdatlı Emetul Vahid Setîte el-Mahamilî matematikte teknolojik gelişmenin (bilgisayarın) temelini icat etmiştir. Tıp ve hemşirelik alanında tarihte ve İslam Devleti'nde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde ilk hemşire olan Rafîde Bintu Ka'b el-Eslemiyye [RadiyAllahu Anhâ]'dır. Zira içerisinde yaralıları tedavi ettiği bir çadırı vardı. Yoksa Batının iddia ettiği gibi ilk hemşire olarak şöhret olan ve bu ilmin temelini atan 1820 yılında İtalya'da doğan Florence Nightingale değildir! Yargıya gelince; aynı şekilde kadın, Hilafet Devleti'nin varlığı sırasında önemli görevler almıştır. Nitekim Ömer İbn-u Hattab [Ridvanullahi Aleyh]'in Hilafeti döneminde Hisbe Kâdisi olan Şufâ Hatun bu alanda meşhur olmuştur. Ordu ve askeriye alanında ise Nesîbe Ümmü Ammâra, kadının tarihinde eşine az rastlanır örnekler sergilemiştir. Hatta Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onun hakkında şöyle demiştir: من يطيق ما تطيقين يا أم عمارة "Senin yaptığını kim yapabilir ey Ümmü Ammâra!"...

Bunlar, tarihte geçenlerin sadece küçük bir kısmıdır. Zira İslam tarihinde binlerce meşhur siyasî, âlime, tabibe, hemşire, asker, kahraman, mücahide ve iffetli sabırlı kadın vardır...

Uyanık kültürlü kadınlara seslenir ve onlara deriz ki: İslam ve tarihi, kadına zulmedilmediğini göstermiştir. Hatta kadın, Hilafet Devleti'nin gölgesinde yaşadığı gibi haklarının garanti edildiği ve omuzlarında yürümesi için dünyanın kapılarının kendisine açıldığı adaletli parlak bir gün yaşamamıştır. Hatta ve hatta Hilafet Devleti olmadıkça bu asla gerçekleşmeyecektir.

Müslüman kadının karşı karşıya kaldığı tüm sorunların köklü çözümü, ancak Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması ile mümkündür. Kadını tüm şekil ve görüntüleriyle sömürgeciliğin ilmiğinden kurtaracak ve onu onuruna, izzetine ve gerçek rolüne kavuşturacak İslam'ın izzetli ve güçlü devletidir. Tunuslu ve diğer kadınlar, haklarını tastamam olarak ancak ve sadece Allahuteala'nın şeriatı ile hükmedecek olan İslam Devleti'nin altında alacaktır.

Son olarak yüksek bir haykırışla deriz ki:

Bu Ümmetin Kadınları Sadece ve Sadece Allah'ın Emrine İtaat Etmeyi ve İslam'ın Tatbik Edilmesini İstiyorlar.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Şahsiyye Kitabının 3. cüzünün 165. sayfasının en alttan 3. satırında şu ifade geçmiştir:

"Müştereke gelince; Salât gibi. Zira salât, hem öğle namazı gibi rükünlerine şâmil olan salâta hem de cenâze namazı gibi rükû' ve secdeden hâlî olan salâta karşılık kullanılır..."

Sanki bu, kitabın 141. sayfasında şerhi geçen "müşterek" lafzının tanımından farklı gibi ve bu örneğin müşterekten ziyade müşekkek lafzına daha yakın olduğu görülmektedir. Bu durumun açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Cevap: Evet bu, müşekkek olup müşterek değildir. Yani doğu olan şudur: "Müşekkeke gelince; Salât gibi..."

Sırf ezberin ötesinde meselenin daha iyi anlaşılması için burada bir izahatın yapılması kaçınılmazdır:

Birincisi: Her kelime, birçok yönden incelenebilir. Mesela (a) yönünden incelendiğinde bunun belirli bir sonucu ve (b) yönünden incelendiğinde bunun başka bir sonucu olur.

İkincisi: Müşekkek, müşterek ile mütevâti (birbirine benzeyen) arasında olandır/kalandır:

* Müşterek: Gören göz, su kaynağı ve casus anlamına gelen ayn lafzı gibi aralarında farklılığın olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır.

* Mütevâti: İnsan lafzının Zeyd ve Amr'a ıtlak edilmesi ancak insanî fıtrî özellikleri bakımından aralarında örtüşmenin olması gibi incelenme açısı bakımından aralarında örtüşmenin olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır...

* Müşekkek: Bir yönden aralarında farklılığın diğer yönden örtüşmenin olduğu birçok manası olan tek bir lafızdır. Müşekkek lafza bakan bir kimse onun bu yönden mi yoksa şu yönden mi olduğu hususunda şekke düşer... Bundan dolayı müşekkek olarak isimlendirilmiştir.

Bu izahatın örneklerle açıklamak için deriz ki:

"Birinci", yani inceleme açısı bakımından:

Salah gibi...

* Şayet salah lafzı, öğle, ikindi ve akşam salahı bakımından incelenmişse...

Taharet, istikbal-i kıble, niyet, rükün ve şekil bakımından aynı olan salahlara delalet eder... Dolayısıyla "salah" lafzı bu açıdan, mütevatiye girer. Zira "salahtan" her biri, bu hususlarda diğeri ile aynıdır...

* Şayet öğle ve cenaze salahı bakımından incelenmişse... taharet, istikbal-i kıble ve niyet gibi açılardan örtüşen ve rüku, secde, tekbir gibi açılarından farklılık arzeden salahlara delalet eder...

Bunun içindir ki müşekkek babına girer. Çünkü öğle ve cenaze bakımından "salah" lafzına bakan bir kimse, bu lafzın örtüştüğü şeyler bakımından mütevâti babına mı yoksa farklılaştığı şeyler bakımından müşterek babına mı girdiği hususunda onu tanımlamakta şekke düşer.

* Şayet "salah" lafzı, konumu bakımından incelenmişse aslen salahın önce dua için konulduğunu sonra şeri manaya nakledildiğini ve bununla meşhur olduğunu görürüz. Şu halde bu açıdan "salah" lafzı, şeran nakledilmiştir.

* Şayet "salah" lafzı, beyan ve mücmellik bakımından incelenmişse beyana gerek duymasından dolayı "mücmel" bir lafızdır.

Binaenaleyh "salah" lafzının ne olduğu sorulursa soruda incelenme açısı belirtilmemişse buna tek bir cevap vermeniz imkansızıdır. Aksi takdirde yukarıda belirtilen tüm yönlerden cevap vermek zorunda kalırsınız.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Dünya Kadınlar Gününün Yüzüncü Yıldönümü, Demokratik Laik Batının Dünya Çapında Kadın Haklarını Garantilemedeki Başarısızlığının Açık Bir Hatırlatmasıdır

Günlerden 8 Mart günü, dünya kadınlar gününün yüzüncü yıldönümüne denk gelmektedir. Batı, bu günü haklarını ve saygınlığını güvence altına alma mücadelesinde elde ettiği "kadınların zaferini" kutlama günü olarak belirledi. Buna rağmen kadının, demokratik laik Batının batısında ve doğusundaki her alanda kötü muameleye, tecavüze, şiddete, cinsel tacize ve genel hayatta ayrımcılığa maruz kalması, bu siyasî rejimin geçen yüz sene boyunca kadına dönük fiili başarıları hususunda düşünmeye iten güçlü bir etken olmalıdır.

Ayrıca örneğin Bangladeş, Pakistan, Brezilya, Hindistan ve Endonezya gibi demokratik olduklarını iddia eden ülkelerde kadının eğitim ve sağlıklı gözetim gibi temel ihtiyaçlarını elde edememesi, milyonlarca kadının hayatını kasıp kavuran şiddetli yoksulluğun ve cehaletin yayılması, kadının sorunlarının bu sistemin altında çözümsüz olarak kalmaya devam ettiğinin açık bir hatırlatmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, bu hususta şu değerlendirmelerde bulundu: "Kutlama atmosferleri şöyle dursun dünya kadınlar gününün yüzüncü yıl yıldönümü, dünyanın dikkatlerini demokratik laikliğin kadının onurunu ve temel haklarını garantilemede inandırıcılığını yitirdiğine çekmelidir."

Ve şöyle ekledi: "Şüphesiz kadın, eğitim, ekonomik ve siyasî hayat alanlarında bir ilerleme kaydetmiştir. Bununla birlikte kadının, gerek bireysel gerekse örgütler düzeyinde olsun kadının temel haklarını garantilemede otomatikmen başarısız olan bu sisteme karşı mücadele içerisine girerek bu hakları güç bela elde ettiğini de itiraf etmek gerekir. Buna ilaveten demokratik laik Batılı devletler, kadına şiddetle ve kötü şekilde muamele etmeye devam ettiği bir sırada bu sistemlerin, kadının özgür olduğunu iddia etmeleri veya bunu dünya çapında kadının özgürlüğü için bir model olarak sunmaları kabul edilmez."

"Kadın, Afganistan ve Irak'ta Batı demokrasisinin ilk meyvesini tattı. Bu, düşük güvenlikle, kaçırma, tecavüz, şiddet ve kadına saldırıda bulunanların cezalandırılmasıyla karakterize olan hazin acı bir tecrübeydi. Fakirlikle mücadelede başarısız olan ve milyonlarca kadının temel ihtiyaçlarını gideremeyen ehliyetsiz liderlerin olması da cabası. Artık birçok kişi şunun farkındadır ki Batılı demokrasinin özgürleştirdiği tek şey, kendi ülkelerine giden petrol ve doğalgaz yollarıdır. "

"Zulüm, aşağılama, baskı, fakirlik ve sefalet, İslam dünyasındaki laik demokratik sistemlerin altındaki kadınların ayrılmaz temel bir parçası haline geldi. Gerek laik demokratik Pakistan'daki yüzlerce iffetli mağdur kadının hapishanelerde tutuklu kaldıkları anlarda maruz kaldıkları tecavüzler yüzünden çektikleri acı aşağılanmalar olsun gerek Özbekistan'daki laik hükümetin hapishanelerinde tutulan iffetli yüzlerce siyasî kadın mahkumların katlandıkları şiddet olsun gerekse laik demokratik Bangladeş'te cinsel tacize uğrayan binlerce iffetli kadının maruz kaldığı utanç olsun. Açık şekilde bu, demokratik yada diktatör olsun İslam dünyasında kadınların mutmain başarılı bir hayat yaşadığını iddia edebilecek tek bir devletin bulunmadığını teyit etmektedir."

"Birçok kimse, Hilafet Devleti'nin siyasî sisteminin dünyada kadın hayatına getireceği şeylerden korkmaktadır. Ancak gerçekte bu korkuyu hak eden mevcut durumun devam etmesi veya İslam dünyasındaki mevcut sistemlerin başarısızlığı kanıtlanan bir tecrübe altında başka on yıllarda kadına zulmedilmesinden ve kadının sefaletinden sorumlu olacak sistemlere dönüşmesidir. Kadının refahını sağlama gücünü göstermesi için demokratik sistemlerin önünde yüz yıl gibi geniş bir zaman vardı. Artık bir tarafa çekilerek kadına insafı garanti edecek ve haklarını koruyacak köklü bir değişim ve model için alanı terk etmelerinin zamanı gelmiştir ki o, 'Hilafet Devleti'dir'."

"Avrupalı ve Batılı kadınların, nesiller boyunca elde etme mücadelesi verdiği hakları ve saygınlığı İslam, kadına 1400 küsur yıl önce Hilafet Devleti'nin gölgesinde otomatikmen vermiştir. Kadının eğitim, ekonomik, yargı ve siyasî haklarının tamamını garanti edecek ve aynı şekilde değerleri ve kanunları yoluyla erkeğin kadına saygın bakışının garantilenmesinin önemine yoğunlaşacak olan işte bu nizamdır. Çünkü kadına yönelik kötü muamelenin, şiddetin, istismarın ve tacizin yanı sıra kadının haklarından soyutlanmasının nedeni olan temel engel budur."

Batılı ve doğulu kültürlerin tamamında var olan kadına karşı somut ön yargıyı ortadan kaldıracak olan ancak Hilafet Devleti'dir ve adalet saçan tarihi de bunu göstermektedir. Dünyadaki birçok kadının rüyasını, somut bir vakıaya dönüştürmeye muktedir olan sadece Hilafet Devleti'dir. İslam dünyasındaki ve başka yerlerdeki kadının hayat koşullarını iyileştirmede fiilen gerçek değişimler meydana getirmek isteyen kimselere deriz ki: Hilafeti kurmak için birer aktif çalışanlar olunuz. Çünkü "kadını kapitalizm nizamının köleliğinden kurtarmak üzere" kadına insaf edilmesine dönük gerçek bir çağrıda bulunacak olan ancak Hilafettir.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey İslam'ın Askerleri! Libya'daki Kan Banyosunu Durdurun ve Tevhit Rayesini Yükseltin!

Helak olası Mücrim Kaddafi ve yandaşları, Zaviye'den tutun Misurata, Ras Lanuf ve Bincevad'a varıncaya kadar Libya'daki Müslümanların kanını emmeye devam ediyorlar. Zira mücrim Kaddafi ve zebanileri, ellerindeki tüm silahları kullanmaktan çekinmemekteler... Tüm bunlar, Batıdaki sömürgeci devletlerin başkentlerinde, ganimetin aralarında nasıl paylaşılacağı üzerinde anlaşmaya dönük temasların sürdüğü bir sırada yaşanmaktadır. Mesele öyle bir boyuta ulaştı ki Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya hatta Hindistan, deniz filolarını, uçak gemilerini ve awacs uçaklarını Libya sahillerine yığdılar. Bunu ise ülkenin servetlerini ele geçirme ve insanları köleleştirmedeki kadim sömürgeci açgözlülüklerinin hakikatini gizlemede hiçbir kimsenin kanmayacağı insanî müdahale, kaçan insanları Tunus'a aktarma ve benzeri gerekçeler altında yaptılar.

Tüm bu yaşananların ortasında Mısır'daki İslam'ın askerleri ise sanki Libya Avrupa veya Amerika kıtasındaymış gibi yaşananlar karşısında vurdumduymaz bir tavır takınmaktadır...

Müslümanların işlerini ve maslahatlarını İslam hükümlerine göre gözeten siyasî bir hizb olan Hizb-ut Tahrir, aşağıdaki hususları vurgulamayı önemser:

 

1-Bizler tüm Müslümanlara, Rableri tek, nebileri tek, kitapları tek, kıbleleri tek, barışları tek ve savaşları tek olan bir ümmet olduklarını hatırlatırız.

İslam, Müslümanın Müslüman kardeşine yardım etmesini, onun sevinciyle sevinmesini ve üzüntüsüyle üzülmesini farz kılmıştır. Nitekim Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الْمُسْلِمِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ الْوَاحِدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى "Birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerine karşı sevgide Müslümanların misâli, tek bir vücudun misali gibidir. (O vücudun) organlarından biri şikayetlendiği zaman, vücudun diğer (organları) birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (o acıya ortak olmaya) çağırırlar." [Muslim, Numan İbn-u Beşir'den tahric etti] Ve şöyle buyurmuştur: إِنَّ الْمُؤْمِنَ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا وَشَبَّكَ أَصَابِعَهُ "Mümin mümin için birbirini güçlendiren bir bina gibidir. Sonra parmaklarını birbirine geçirdi." [el-Buhari, Ebi Musa'dan tahric etti]

Bunda önemli olan akide bağıdır. Sykes-Picot anlaşması bağı ve bu anlaşmanın üzerine bina edilenler değildir. Zira bu anlaşma, batıl bir sömürü anlaşması olup bunun sonucunda ortaya çıkan sömürgecilerin dayattığı sahte koşullar da batıldır. İslam, Sykes-Picot anlaşmasını ve yansımalarını ilga etmeyi farz kılmaktadır. Zira Müslüman bir kimsenin bağlılığı, sömürgeci kafire hizmet eden vatan bayrağı olarak isimlendirdikleri bez parçalarına değil alemlerin Rabbine olmalıdır.

 

2- Mevla Azze ve Celle, mazlumlara yardım etmeyi farz kılmıştır. Zira kerim kitabında şöyle buyurmuştur:

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا "Size ne oluyor da Allah yolunda ve 'Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu beldeden çıkar, bize katından bir veli, koruyucu gönder ve bize katından bir yardımcı gönder' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?!" [en-Nisa 75]

Bizler İslam ümmetine ve ordularına şu acil nidayla sesleniyoruz:

Birincisi: Ey Mısır, Cezayir, Tunus ve Fas orduları! Ey komutanıyla, subayıyla ve askerleriyle Müslümanların orduları! Libya'daki kardeşleriniz yardım etmek ve onları mücrim Libya tagutu, aveneleri ve paralı zebanilerinden kurtarmak için hep birden harekete geçin. Bunu ise bu mücrimleri hak ettikleri en ağır cezaya çarptırmak ve insanların başlarındaki vahşi tasallutlarını yok etmek için yapınız ki mevcut kan banyosu dursun ve insanlar güvenlik içerisinde yaşasın.

İkincisi: Ey Müslümanların orduları! Komutanıyla, subayıyla ve askeriyle sizleri, Libya, Mısır, Tunus ve diğer yerlerdeki Müslümanların işlerine yönelik her türlü yabancı müdahaleye karşı çıkmaya ve engellemeye çağırıyoruz!

Sizler, bu ümmeti, akidesini, kanını ve topraklarını savunmak için ordu olmadınız mı?!

O halde bu sorumluğun bilincinde olun ve adam gibi bir tutum sergileyin ki şanlı bir tarih yazasınız.

Üçüncüsü: Ey ümmetin evlatları! Sizleri, bu açgözlü kafir devletlerin müdahalelerini engellemede ordulara desteklemeye çağırıyoruz. Zira Irak, Afganistan, Filistin, Çeçenistan, Keşmir ve diğer trajedilerinin tekrar etmesini istemiyoruz.

Dördüncüsü: Bu hayati günlerde yaşadıkları zorlu sıkıntının üstesinden gelmeleri için Libya ve Tunus'taki halkımıza yardım etmek, malzeme, ilaç, giyim ve benzeri ihtiyaçlarını temin etmeye koyulmak üzere hep birden harekete geçmesi için İslam ümmetine sesleniyoruz. Ayrıca Tunus, Mısır ve Cezayir halkını, mevcut her türlü araçlarla Libya'daki kardeşlerine yardım etmek, Kaddafi'nin ateşinden dolayı yerinden yurdundan olanlara destek olmak, onurlu yaşam gereçlerini ve gerekli sağlık bakımını karşılamaya çalışmak ve ihtiyaç duydukları her türlü desteği sağlamak üzere harekete geçmeye çağırıyoruz...

Son olarak Allah'ın şeriatı ile hükmedecek, beldelerimize ve servetlerimize göz dikenlerin ellerini koparacak Halifeye biat ederek Allah'ın dinini yüceltmek için bizimle birlikte çalışmaları için tüm Müslümanlara çağrıda bulunuyor ve sesleniyoruz. Zira ümmeti Batıdan ve kuyruklarından kurtarmanın tek yolu, Kerim Nebimiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Hilafeti kurmada yatmaktadır:

إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER