Pazartesi, 06 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Ey Suriye'deki Müslümanlar: Suriye Rejiminin Libya Mücrimini Savunmaya Karışması, Kendi Halkını Vurma Niyetinde Olduğunu Göstermektedir

Dikkat çekici bir haberde Libya'daki ayaklanan insanlar, 05.03.2011 günü Ras Lanuf ve Bincevad şehri yakınlarında biri helikopter olmak üzere iki savaş uçağı düşürdüklerini bildirdiler. Bu uçaklardan birinde üzerlerindeki kimlik bilgilerine göre biri Libya ve diğeri Suriye uyruklu olmak üzere iki pilotunun olduğunu ifade ettiler. "Fransa 2" kanalı, takla atarak düşen uçak hakkında bir haberle birlikte biri uçağın enkazına ve diğeri pilotların cesetlerine ait olmak üzere bir görüntü yayınladı ve cesetlerden birinin Suriye uyruklu olduğunu söyledi... Bununla birlikte Albay Muammer Kaddafi'nin birlikleri ile birlikte savaşan iki Suriyelinin olduğunu söyleyen haber kaynaklarından adının açıklanmamasını isteyen Suriyeli resmî bir kaynak bunun, tamamen yalan olduğunu ve Suriye'nin herhangi bir Arap beldesine müdahale edilmesine karşı çıkma tutumuna zarar verme maksatlı bir haber olduğunu ifade etti.

Bu olay Suriye rejiminin, Libya mücrimini Müslüman halkına karşı savunmaya karıştığını, bugün Müslüman Libya halkının mücrimlerin başı olan ve halkına karşı en iğrenç katliamlar işleyen Muammer Kaddafi ile evlatlarına karşı ayaklandığı gibi ayaklanması halinde kendi halkına karşı koyma kararı aldığını açıkça göstermektedir. Bilinmeyen Suriyeli bir resmî kaynağının bu haberi yalanlamasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Zaten yalan söyleyerek Suriye rejiminin herhangi bir Arap beldesine yabancı müdahaleyi reddettiğini iddia eden bir kimseden bu tür yalanlamadan başka bir şeyin gelmesi beklenmezdi. Zira Suriye rejiminin, Amerikalı efendilerinin çıkarı doğrultusunda Lübnan, Irak, Filistin meselesine ve Golan'daki Yahudi gaspçıları korumak için müdahalede bulunduğu gün ışığı gibi ortadır.

Bugün Suriye rejiminin, cürüm işlemede ikiz kardeşi olan Libya rejiminin yanında yer alması yarın halkı kendine karşı bugün Libya halkının mücrim yöneticisine karşı takındığı tutumunun aynısını takınacağı şeklindeki vizyonu ve mücrim Albayın halkına karşı takındığı tutumun aynısını takınacağı şeklindeki niyeti ile örtüşmektedir... Suriye rejiminin saplantısı şudur ki Kadadafi'nin direnmesi ve ayaklanmayı bitirmesi halinde bunun Suriye halkı üzerinde etkisi olacağı ve ayaklanmayı engelleyecektir. Buna mukabil Libya halkının yöneticisine karşı zafer elde etmesi ise kardeş Suriye halkını, yöneticisine karşı ayaklanmaya cesaretlendirecek, emarelerinin görünmeye ve değişim kafilesine katılmak üzere yol arayışlarının başladığı ayaklanmaların patlak vermesini çabuklaştıracaktır.

Bu olay, Suriye rejiminin ancak halkının karşısında olmak için ortaya çıktığını göstermektedir ve bu da hiç şaşırtıcı değildir. Zira bugünkü yöneticisi, Hama'da, Tedmir ve Zaviye'de halkına karşı katliamlar işleyen babasının varisidir. İşte kendisini yönetime babasının güvenlik birimlerinin getirdiği babasının oğlu olan bu adam, insanları bunlarla yönetmekte ve halkına karşı koymak için kendisini güvenlik çeteleri ile birlikte hazırlamaktadır. Bu adam, ne aç ne de tok bırakan insanları aşağılayıcı ve çirkin yüzünü arkasına gizlediği bir takım malî yardımlarla bir eliyle havuç ve geçen asrın seksenlerinden bu yana Suriye'nin helak olan babasının katliamlar işlediği günlerde bile tanık olamadığı birtakım güvenlik tedbirleriyle diğer eliyle sopa göstererek öldürücü ayaklanmayı uzaklaştırmaya çabalamaktadır. Bu tedbirlerin maksadı, halkı korkutmak ve terörize etmek olup bu adamın, cürüm işlemede babasının yolunu takip etmeye niyetli olduğunu göstermektedir.

Suriye rejimi, kendi halkını ve bu ülkedeki Müslümanları gözetme zihniyetinden tamamen uzak güvenlik zihniyeti üzerine kurulu bir rejim olup tüm yönetim organlarını bunun üzerine inşa etmiştir. Kırk küsur seneye uzanan baba ve oğlun yönetimi dönemleri boyunca resmî televizyon, radyo kanalları ve gazetelerdekilerin dışında hiçbir zafere, izzete ve onura tanık olunulmamıştır. Ne bir toprak kurtarmış ne de bir saldırıya karşılık vermiştir. Sürekli olarak cevap hakkını korumaktan ve Golan'ın geri alınacağını iddia etmekten başka bir şey yapmamıştır. Golan'ı geri alınacağını iddia etmesi ise sadece bölgenin imarını, bölgenin çıkarlarının korunmasını denetleyecek ve Filistin'i gaspeden Yahudi varlığını savunacak çok uluslu bir güç adı altında devası askerî bir üs kurma gibi efendileri Amerikalıların çıkarını gerçekleştirmek içindir.

Suriye rejimi, insanları maruz bıraktığı "tehlikeleri" ve trajedilere son vermelidir. Aksi takdirde mezarını kendi elleriyle kazacak, tarihin laneti onun üzerine olacak, Allah dünyada ve ahirette onu affetmeyecek ve Allah'ın şu kavline muhatap olacak: سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لا يَعْلَمُونَ * وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ "Hiç bilmeyecekleri bir yerden onları istidrac edeceğiz. Onlara mühlet veririm; (ama) Benim tuzağım çok çetindir." [Arâf 182-183]

Bizler biliyoruz ki Suriye halkının geneli, İslamî eğilime sahiptir ve Şam beldesinde hayrın olduğuna inanmaktayız. Allah'tan bu kerim beldede diniyle övünen halkı yoluyla değişim rüzgarını harekete geçirmesini temenni ediyoruz. Ki böylece Resul-il Kerim [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi, bu beldede gerçekleşsin de vaat edilen İkinci Raşidi Hilafet geri gelsin.

Hizb-ut Tahrir, sizlerden olup sizlerin dertleri ile dertlenmektedir. Gerek İslam beldeleri gerekse diğer beldelerde olsun çalıştığı her ülkede olduğu gibi Suriye'de de sizlerin arasında uyanıklığı, ihlası, samimiyeti, sabrı, oğlunun ve daha önce de babasının karşısında hak üzerinde sebatı ile tanınmaktadır. Biz hiçbir kimseyi Allah'a karşı temize çıkaracak değiliz. Hem Suriye halkı hem de güç ve kuvvet sahipleri arasında tanınmakta olup herkesi kendisi ile birlikte çalışmaya ve Raşidi Hilafeti kurmak için kendisine nusret vermeye davet etmektedir. Eğer onlar bunu yaparlarsa Allah'ın izniyle Hilafeti kurma ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ensarının örneğinde olduğu gibi İkinci Raşidi Hilafetin ensarları adını alma şerefine nail olacaklardır. Allahuteala, şöyle buyurdu: إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve iman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz. [Ğâfir/Mu'min 51]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Yaşanan olaylarla ilgili net olmayan birtakım hususlar var:

1- Mısır ve Tunus'taki olayların kendiliğinden başladığını öğrendik ve bunları mübarek olarak nitelendirdik. Aynı şekilde Libya ve Yemen'deki olaylar da büyük kitlesel hareketlenmeler şeklinde başladı. Neden ayaklanan "başkaldıran" insanlar, Tunus ve Mısır'da rejimi güzelleştirme operasyonları ile yetindiler. Zira "başkaldıran" insanlar, sanki raundu kazanmış gibi bir görüntü ortaya çıktığı halde rejimin "yapısı" olduğu gibi kaldı. Hatta Mısır ve Tunus'ta rejimin yapısı hiç değişmedi?

2- Aynı şekilde Tunus ve Mısır'da işler hızla belli bir noktaya ulaştı. Ancak ayaklanma "dalgası", Libya ve Yemen'e sıçrayınca mesele uzadıkça uzadı. Bu farklılığın nedeni nedir?

3- Ayrıca medya organları, geçen son üç gün içerisinde ve hala Avrupa'nın [İngiltere ve Fransa] önemle Libya'ya müdahale edilmesi üzerinde durmalarından, Libya üzerinde uçuşa yasak bölge projesine hazırlanmalarından ve Amerika'nın buna temkinli yaklaştığından veya tereddüt ettiğinden bahsetmektedir! Nitekim Fransa, 09.03.2011 günü Libya Ulusal Geçiş Konseyi'ni tanıdığını ve Avrupa Birliği'ni de tanımaya çağırdığını açıkladı. Avrupa Birliği ise bugün, yani 11.03.2011 günü Ulusal Konseyi tanımaya yakın olan Brüksel'de yaptığı olağanüstü toplantısında Ulusal Konseyi, resmen muhatap taraf olarak kabul etti ve Kaddafi'nin derhal gitmesini istedi... Bu sırada Amerika ise yaşanan olayları kendi çıkarları için istismar etmesi ve İngiliz nüfuzunun yerine geçmesi için bunun kendisi açısından bir fırsat olması beklenirken Avrupa gibi istekli görünmedi... Peki, neden Avrupa, müdahale etmeye Amerika'dan daha çok istekli görünmektedir?

4- "Başkaldıran" insanlar hakkında ne dersiniz? Açıkça kanlı ve şerir bir yöntem benimseyen ve Libya'yı cehennem ateşine çevireceğini söyleyen silahlarla donanımlı Libya tagutu karşısında direnebilecekler mi?

Bu hususları açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

1- Tunus, Mısır hatta Libya ve Yemen'deki olayların kendiliğinden başladığı doğrudur... Bu olayların, insanların yöneticilere karşı korku engelini aşmasını ve İslamî şiarları yükseltmelerini sağlamasından dolayı olumlu bir etkisi olmuştur. Zira insanlar, harekete geçtiler ve yöneticilerin zulmünden korkmaksızın tekbirler getirdiler. Bundan dolayı insanları harekete geçirmede faydaları olmuştur... Bu nedenle bu bakımdan güzel ve mübarek olaylardır... Bir yönden böyledir.

Diğer yönden ise şöyledir: Bu hareketlenmeler, genel haykırışlarla duygusal olarak başlamıştır. Devletlerarası etkin güçlerin ve ajanlarının, bu tür hareketlenmelere sızması kolay bir iştir. Bu nedenle Tunus'taki Avrupalı güçler [İngiltere ve Fransa], önce ayaklanan insanların arasına karışan eğittikleri ajanları yoluyla bu hareketlere sızmayı ardından da rejimin temel yapısını korumayı ve kısmî güzelleştirme operasyonu ile birlikte bu güçlerin nüfuzlarını devam ettirmeyi başardılar...

Mısır'da da bu şekilde oldu. Orada olan tek şey Amerika'nın ajanları yoluyla ayaklanan insanların arasına sızmasıdır...

Bu hareketlerin birer duygusal hareket olmasından ve devletlerarası güçler ile ajanlarının sızmasının kolay bir iş olmasından dolayı muhlis bir uyanıklığa sahip herkes bu durumun farkındadır. Bu nedenle muhlis güçler, ayaklanan insanları dönen olaylara karşı bilinçlendirmek, akıtılan kanların heder olmaması, uğrunda tekbirler getirdikleri dinlerinin hükümlerine uygun taleplerde bulunmaları için onlarla bağlantıya odaklandılar...

Ayaklanan insanlara yönelik bu yoğun sadık ciddî girişimlere rağmen öteki güçler, taraftarlarını ve araçlarını seferber ederek ayaklanan insanlara etki ettiler. O denli etki ettiler ki Mısır'ın Tahrir Meydanı'nda binlerce kişi cemaat halinde salah kıldıkları, coşkulu şekilde tekbir getirdikleri ve İslamî şiarları yükselttikleri halde İslami yönetim talebinde bulunmadılar. Hatta Filistin'i gaspeden Yahudi varlığına karşı cihadı bile dile getirmediler. Hatta ve hatta Camp David anlaşmasını ilga etmeyi bile dile getirmediler!

Bu, doğru değişimi gerçekleştirmek şu iki şeyi gerektirir şeklindeki hikmetli sözün doğruluğunu teyit etmektedir:

-Mücerret bir kamuoyu değil genel uyanıklıktan kaynaklanan bir kamuoyunu

-Herhangi bir nusreti değil kuvvet sahiplerinin nusretini

Ayaklanan insanlar ise bu iki şeyde basiret üzere değildiler. Bu nedenle ayaklanma, siyasî yapı değişmeksizin güzelleştirme operasyonu ile sonuçlandı.

 

2- Bin Ali ile Hüsnü Mübarek'in sayılı günler içerisinde devrildiği Tunus ve Mısır'da yaşananlar ile olayların uzadıkça uzadığı Libya ile Yemen'de yaşananlar ve yaşanmakta olanlar arasındaki farka gelince: Çünkü Tunus ve Mısır'daki devletlerarası etkin güçler, her ikisini de kendi nüfuz bölgelerinin kontrolünde tuttular. Zira Avrupa, Tunus'taki işlerin dizginlerini eline geçirdi, işleri aşamalı ve aralıklı şekilde çözdü... İnsanlar gürültü çıkardıkça onların karşısına başka yüzle çıktı. Ancak laik kapitalist rejimin yapısı, hiç değişmeden olduğu gibi kaldı. Mısır'da da böyle oldu. Zira Amerika, eski ve şimdiki dönemde siyasî güçlerle bağlantı kurmada tek başınaydı ve meseleyi aynı şekilde aşamalı şekilde çözdü. Ayaklanan insanlar gürültü çıkardıkça onların karşına başka bir yüzle çıktılar!

Hakeza Bin Ali ve Mübarek'in sayılı günler içerisinde devrilmesini kolaylaştıran faktör, Tunus'ta Avrupa ve Mısır'da Amerika olmak üzere meydanda devletlerarası tek bir aktörün olmasıdır... Bu iki aktör, on yıllarca eski rejimin kucağında yetişen bu iki ülkedeki ajanları yoluyla Tunus ve Mısır'daki zalim yöneticilerin dayattığı zulme, zorbalığa ve baskıya karşı ayaklanan insanların arasına sızmayı, onlardan daha fazla çığlık atmayı, onlardan daha güçlü ve sert söylemlerle taleplerde bulunmayı başardılar. Ardından da ayaklanan insanlara karşı hileye yoğunlaştılar!

Yani Tunus ve Mısır'da çatışan taraflar şunlardır:

Duygusal sloganlarla zulme karşı ayaklanan insanlar...

Tunus'ta ajanları yoluyla Avrupa ve Mısır'da ajanları yoluyla Amerika...

Hakeza özgürlük ve demokrasi adı altında laik kapitalist rejimin yapısını kolaylıkla korudular. Bunu ise ileride açıklayacağımız üzere güzelleştirme operasyonu ile yaptılar!

Yemen ve Libya'ya gelince: Durum farklıdır. Zira Avrupa, Amerika'nın Libya ve Yemen'e müdahale etmesini engelleyemedi. Dolayısıyla işleri istediği gibi ayarlayacağı şekilde her iki ülkede de sahne tamamen Avrupa'ya ait değildi. Böylece baştan beri uğraştığı üzere insanları, formalite değişikliklere ve ajanlarının kalmasına razı etti. Böylelikle insanları ikna etme girişimlerinde bulunarak kalabilirlerse Kaddafi Libya'da ve Ali Salih Yemen'de kalabilsin. Avrupa, bu iki liderin kendi çıkarlarını gerçekleştirmeyi devam ettirmede başarısız olduğu ve ayaklanan insanları katliamlarla kontrol altına alsalar bile ülkelerine etki etme güçlerini kaybettikleri, yani rollerini tamamladıkları ortaya çıkıncaya kadar bu hususta onlara alan da bıraktı. Bu nedenle şu anda Avrupa, Libya ve Yemen'de oluşturduğu siyasî tabakadan bir alternatif çıkarmaya çalışmaktadır. Ancak Tunus'ta olduğu gibi işi kolay olmayacaktır. Çünkü karşısında Libya ve Yemen'e yamyam gibi göz dikmiş (Amerika) gibi başka bir sömürgeci devlet vardır... Görüldüğü üzere sahne tamamen Avrupa'ya ait değil. Yoksa Tunus'ta olduğu gibi işi kolaylıkla hallederdi. Dahası Amerika, açıktan açığa veya perde arkasından bağlantıya geçerek daha ilk günlerden devreye girdi... Yani her iki ülkede çatışan taraflar şu üçüdür:

Duygusal sloganlarla kendiliğinden zulme karşı ayaklanan insanlar...

Mevcut yüzleri değiştirerek eski nüfuzlarını korumaya çalışan "Libya'da İngiltere ile Fransa ve Yemen'de İngiltere" olmak üzere Avrupa...

Her iki ülkede de etkin bir nüfuz elde etmeye çalışan Amerika...

Bu iki devletlerarası taraf, yani Avrupa ve Amerika, bu yöneticilerin geçmişteki diktatörlüklerinden haberdar değilmişçesine bağlantı araçlarında ve medya organlarında tagut ve diktatör yöneticilere karşıymış gibi görünmeye çalıştılar. Oysa bu sömürgeci kafir devletler, kendi çıkarlarını gerçekleştirdikleri sürece İslam beldelerindeki bu zalim tagut yöneticilerin arkasında durdular. Rollerini tamamlayınca onları kaldırıp attılar ve bunlardan daha az kara yüze sahip başka yüzler aramaya başladılar!

Yani Libya ve Yemen'deki hareketlenmeleri Tunus ve Mısır'dakinden daha çok uzatan faktör, bu iki ülkedeki devletlerarası çatışmanın varlığıdır.

 

3- Müdahale hususuna gelince: Amerika'nın olayların başlangıç tarihi olan 17.02.2011 tarihinden bu yana müdahale edilmesi ve uçuşa yasak bölge oluşturulması üzerinde önemle durduğu görülmektedir. Nitekim Amerikan gemileri, Libya sahilleri yakınlarına kadar hareket etti... Her zaman olduğu gibi Amerika, uçuşa yasak bölgesi konusuna tek başına hakim olmayı, sanki "ayaklanan" insanları koruyormuş gibi bu durumu istismar etmeyi, Kaddafi'nin yerine bir alternatif üretmek için bu yolla müdahale etmeyi ve böylece İngiltere'nin nüfuzu yerine geçmeyi istemektedir...

Ancak İngiltere harekete geçmede gecikmedi. Zira önce uçaklarını Kıbrıs'a gönderdi ardından Fransa ile dayanışma içerisinde uçuşa yasak bölge konusunda o da aktifleşti. Dahası Bingazi'de Geçiş Konseyi'ne bir heyet gönderdi... Ulusal Konseyi ise bunu hemen reddetti.

Avrupa'nın müdahalesi Amerika'nın müdahalesinden farklıdır. Zira İngiltere, Libya'daki nüfuzu sırasında türettiği siyasî bir tabakaya sahiptir. Kaddafi ve yandaşları, yönetimi boyunca İngiltere'nin çıkarlarına hizmet etmekteydi. Kaddafi devrildi devrilecek derken İngiltere, uçuşa yasak bölge oluşturma bahanesi ile Libya'daki ajanlarının yanında olmayı önemser oldu ki böylece Kaddaf'inin alternatifini üretmedeki siyasî durumu idare edebilsin. Bu nedenle kendisini Libya'daki ajanlarına yaklaştıracak her türlü uygun "yasal" üslupla müdahalede bulundu ki ajanlarından insanların karşısında azgın gaddar biri haline gelen Kaddafi'nin yerine geçecek yüzü daha az kara olan birini bulabilsin! Böylece askerî müdahalesi, Libya'daki yandaşları ile birlikte yürüteceği siyasî çalışmaya bir kılıf olacaktır. Nitekim İngiltere ile Fransa'nın uçuşa yasak bölge ve aynı şekilde Avrupa Birliği'nin 11.03.2011 günü yaptığı olağanüstü toplantısındaki kararları konusundaki aktiflikleri bunu göstermektedir.

Bilindiği üzere diğer Avrupa devletlerinin, Fransa ve İtalya'nın, büyük ekonomik çıkarları vardır ve çıkarlarını koruyabilmeleri için yapabilirlerse müdahalede bulunmak onların çıkarınadır ve İngiltere de bu hususta Amerika'ya karşı onları desteklemektedir... İngiltere, Kaddafi'nin devrilmesi halinde yönetimi devralmak için hazırlık yapmaya, içerideki ve dışarıdaki ajanları yoluyla çalışmaya başladı. Zira Libya'da insanlar karşısında yüzlerini değiştirebilecek siyasilere sahiptir...

Amerika'ya gelince: Kaddafi, Amerika ile birlikte yürüyecek hiçbir siyasî tabaka bırakmadı. Bu nedenle Amerika, askerî müdahaleden önce kendi yandaşının olmasını güvenceye almak istemektedir.

Binaenaleyh Amerika, ayaklanan insanların kendilerini Kaddafi'nin ateşinden kurtaracak olanın onun, yani Amerika'nın olduğunu idrak edinceye kadar müdahale hususunda ağırdan aldı. Bu nedenle ayaklanan insanlar, ısrarla müdahale etmesi çağrısında bulunmaktalar. Özellikle ki Amerika, kendisi olmadan tek başına uçuşa yasak bölge oluşturmanın sorunu çözmeyeceğinin farkındadır.

Hakeza Amerika'nın müdahale hususunda ağırdan alması, müdahalede bulunulmasını istemediğinden değildir. Bilakis müdahalede bulunduğunda kendi yandaşlarının olmasını garantilemek içindir. Yani Amerika, müdahaleye yeltendiğinde buna değecek sonuçlar elde etmeyi istemektedir. Zira Amerika'nın müdahalede bulunması birçok yükü beraberinde getirmesi demektir:

Zira Amerika, Afganistan ve Pakistan'da savaşın içerisindeyken ve Irak'taki durumu halledememişken üçüncü bir savaşa liderlik edemez. Ayrıca doğru olmayan güvenceler ve raporlara rağmen kurtulamadığı bir de malî krizi vardır. Nitekim Hillary Clinton, Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmasında bu hususa dikkat çekerek dışişleri bakanlığı bütçesinin yarıya düşürülmesinden şikayetçi olmuş ve bunu "zor dönemler için kıytırık bir bütçe" şeklinde nitelendirmiştir. Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates ise şunları ifade etmiştir: "Askerî tedbirlerin büyük bir titizlikle araştırılması gereken dolaylı sonuçları olabilir." [Washington Post/02.03.2011] Dolayısıyla Amerika'nın doğrudan üçüncü bir savaşa bulaşması, yükünü arttıracak ve diğer bölgeler ile kendi içerisindeki sıkıntıların altında onu yıpratacaktır. Bu nedenle Gates, 01.03.2011'de "Kearsarge" ve "Ponce" adlı iki savaş gemisine Libya sahillerine doğru hareket etmeleri emrini vermesine gerekçe olarak bunun insanî yardım amaçlı olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla Amerika kuvvetlerini, insanî misyonu bahanesi altında göndermektedir! Bu şekilde..! Gerçekte ise bu gemilerin gönderilmesi, gerektiğinde yakından çalışmak için askerî görevler altında durumu takip etmek içindir! Keza Kaddafi rejimini korkutmak ve en kötü ihtimaller karşısında Libya'ya darbe indirmeye hazırlıklı olmak içindir.

Tüm bunlarla birlikte Amerika, ayaklanan insanlarla temas kurmaya çalışmaktadır ki Clinton, bunu açıklamıştır. Ayrıca önümüzdeki günlerde Kahire'ye yapacağı ziyaret sırasında başka temasların olacağını da açıklamıştır. Amerika, hem bir yolunu bulabilirse içerideki liderleri devşirerek nüfuz elde edebilmek için direkt müdahalede bulunmadan ayaklanan insanlara destek vermeye hem de dışarıdan Kaddafi'yi sıkıştırmaya çalışmaktadır. Ta ki liderlerden bazılarını devşirir veya ayartır ve Libya'nın içine sızacağına kanaat getirirse işte o zaman yükünü üstlenmeye değecek askerî müdahalenin bir değeri olduğunu görecektir.

İşte Amerika'nın müdahalede bulunma veya ayaklanan insanlarla ilişkiye geçme hususunda ağırdan almasının nedenleri bunlardır. Bundan maksadı ise Libya içerisinde etkin siyasî bir sızmayı garantilemek içindir ve görünen o ki bu yolda yürümekte olup sanki buna yaklaşmış gibidir.

 

4- "Ayaklanan" insanların direnmesine gelince: Mücrim Kaddafi karşısında sebat etikleri görülmektedir. Bunun kanıtı ise Kaddafi'nin ağır silahlarına karşı koymadaki ısrarları ve korkmamalarıdır. Zira korku engelini aştılar, silah çektiler, onlara ordu güçlerinden katılanlar oldu, birçok bölgeyi ele geçirdiler ve birçok kabile onlara katıldı. Böylece yeni bir duruma hazır hale geldiler ve parlak İslamî şiarlara sahipler... İşte tüm bunlar, onları büyük kahramanlıklar altında Kaddafi'nin paralı askerlerinin karşısına sevk etmektedir.

Ancak onların sahip olduğu silahlar ile Libya tagutunun sahip olduğu silahlar arasında dağlar kadar fark vardır. Zira Kaddafi, yanan yollar üzerindeki ayaklanan insanların üzerine lav püskürtmektedir... Sömürgeci güçler, Avrupa ve Amerika, Kaddafi'nin silahlarının ağır basmasını istismar ederek ayaklanan insanlara yardım etmek üzere ortaya çıkacaklar ve korkulan o ki sömürgeci güçlerin, Kaddafi'nin işlediği kanlı katliamı durdurmaya dönük bir müdahalede bulunmak amacıyla sözde "insanî" bir bahane bulmayı başarmalarıdır...

Hazin olan durum hatta utanç verici olan şu ki Libya'daki kanlı katliamın dibinde olan Arap yöneticilerin kıllarını dahi kıpırdatmamaları ve insanları katletmek için dışarı çıkarlarken Libya'daki mazlum halka yardım etmeye gelince harekete geçmeyen ordularının kışlalarına çakılıp kalmasıdır. Bunun da ötesinde onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve akıl da etmezler...

İşte korkulan şey şu ki sömürgeci kafirlerin, Libya tagutunun işlediği kanlı katliamı istismar ederek Libya'da askerî müdahaleye gidecekleri bir yol edinmeleri ve Arap yada Libyalı tarafların süregelen vahşi katliam sonucunda buna çağrıda bulunmaktan geri kalmamalarıdır. Nitekim Arap Topluluğu genel sekreteri, bu durumu ima etmiştir.

Bu korku, beraberinde başka bir korkuyu getirecektir. O da Kaddafi rejiminin devrilmesi halinde İngiltere'nin, ayaklanmanın dizginlerinin ajanların eline geçmesini sağlaması ve iktidara onları getirmesidir. Aynı şekilde kendisine ajanlar bulmayı ve yeni güvenceler almayı başarması halinde Amerika'nın ajanlarının işlerin dizginlerini ellerine geçirmesi korkusu da vardır. Şu ana kadar Libya'daki durum, ne muhlislerin ne İngiltere'nin ajanı Kaddafi rejiminin ne Kaddafi'nin alternatifleri olan İngiltere'nin ajanlarının ne de Amerika'nın ajanlarının lehine kesinlik kazanmıştır. Hatta ayaklanan insanlar, zafer elde edip Kaddafi'yi devirseler bile durum, kısa bir zaman içerisinde bu taraflardan herhangi bir taraf lehine kesinlik kazanmayacaktır. Çünkü bunun nedeni, hem bu sömürgeci devletlerin müdahalede bulunmaları ve gizli bir rekabet içerisine girmeleri hem de insanların arasında işlerin dizginlerini ele geçirmeye çalışan ajanlarının olmasıdır. Libya halkının bu durumdan kurtulması, ancak İslam'ı devlet, toplum ve tüm işlerde açık ve net bir şekilde bir hayat nizamı olarak benimsemeleri ile mümkündür... Atılan ulusal sloganlar altında ise herkes, bu sloganların altına girecek, her bir taraf işlerin dizginlerini eline geçirmeye çalışacak, insanlara liderlik edecek ve böylece emniyet ve güven içerisinde altında gölgelenecekleri adil bir yönetim gerçekleşmeden akıtılan masum kanlar zayi olacaktır.

Libya'daki Müslümanlar için korktuğumuz şey şu ki kendilerine mücavir olan yöneticilerin onları yalnız başlarına bırakması, sömürgeci kafirlerin Müslümanların beldelerini gözetleyip durması ve Libya tagutunun yaptığı kanlı katliamların kabarmasıdır...

Ümmete düşen şey; Kaddafi tagutuna engel olmaları ve ordularını harekete geçirmeleri için yöneticilerine özellikle de Libya'ya komşu olan Mısır, Cezayir ve Tunus'taki yöneticilerine baskı yapmaktır ki böylece Kaddafi, aveneleri ve paralı askerleri yaptıklarının vebalini tatsınlar. Bu ise dünyada aşağılayıcı bir azap ve ahirette cehennem azabıdır. Bu ise Aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bangladeş Hükümeti, Hizb-ut Tahrir Şebabına Elektrik Vererek Vahşice İşkence Yapmaktadır Hizb-ut Tahrir Heyeti, İslamabad'daki Bangladeş Büyükelçiliğine Bir Protesto Mektubu Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây ve Hizbin Üyesi Tahir Han'dan oluşan Hizb-ut Tahrir'den bir heyet, Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki tutuklu şebabının maruz kaldığı vahşi işkenceyi protesto eden bir mektup vermek üzere dün Bangladeş büyükelçiliğini ziyaret etti. Heyet, büyükelçi ile görüşme talebinde bulunmasına rağmen hükümetin ödlek temsilcileri bunu reddetti. Hizb-ut Tahrir, mektupta Bangladeş hükümetinin, polisin tutuklayarak 22 Aralık ve 19 Ocakta teslim ettiği "sorgulama çalışması ekibi" adlı sadist soruşturma ekibi tarafından tutuklanan hizbin 12'in üzerindeki aktivistine karşı uyguladığı vahşi işkenceyi şiddetle protesto etti.

Nitekim İngiliz The Guardian gazetesi, geçenlerde bu ekiplerin kurbanlarına karşı uyguladığı vahşi işkencelerin boyutunu ortaya çıkardı. İslam beldelerindeki ve Batıdaki tüm hükümetler, Hizb-ut Tahrir'in siyasî bir hizb olup hiçbir terör eylemine karışmadığını yakinen bilmelerine rağmen Bangladeş hükümeti, Batılı efendilerinin direktifleri doğrultusunda hizbi yasakladı ve hizbin birçok şebabının yanı sıra resmi sözcüsünü de tutukladı.

 

Söz konusu mektupta, hizbin üyelerinin aşağıdaki şekillerde insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldığı belirtildi:

- Gözleri bağlanarak gözaltında tutulmaları ve coplarla şiddetli darba maruz kalmaları

- Tenasül uzuvlarına 45 dakikadan daha fazla bir süre elektrik verilmesi

- Elbiselerinin çıkarılması ve ayakları bağlanmış şekilde tutulmaları

- Uzun süre buz kalıplarının üzerinde tutulmaları

 

Hizb, mektupta insan hakları örgütlerini bu siyasî mahkumlara yönelik vahşetin karşısında durmaya çağırdı.

Yöneticilere şunu hatırlatırız ki Hilafetin, İslam'a düşmanlıklarından ve kafirleri dost edinmelerinden dolayı onları hesaba çekecektir. Şüphesiz yarın bekleyeni için çok yakındır.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Sömürgecileri Ülkenin Ordusuna ve Savunma Güçlerine Karşı Güçlendirenler, Ordudaki Subayların Katilleri Hasina ve Hükümetidir

Hizb-ut Tahrir, genel hitaplarda bulundu ve iki yıl önce 25 Şubat 2009 günü Bangladeş Sınır Muhafızları Merkezi'nde yaşanan sınır muhafızlarının katledilmesi olayının yıl dönümü olan bugün cuma salahından sonra Dakka, Chatgong ve Sylhet'te binlerce beyan dağıttı.

Hizb-ut Tahrir, Müslümanlara yaptığı hitabında Şeyha Hasina hükümetinin görevine, sınır muhafızları kuvvetlerini ve Bangladeş ordusunu zayıflatmak amacıyla Hindistan ile gizli ittifak kurarak cesur subayları katletmekle başladığını, bununla da yetinmeyerek geçen iki sene boyunca Amerikalı, İngiliz ve Hindu emperyalistlerin Bangladeş ordusu ile savunma güçlerine hakim olmasına imkan veren politikalarını uygulamayı alışkanlık edindiğini hatırlattı.

Konuşmacılar, Müslümanları Hizb-ut Tahrir'in İslam ümmetini tek bir raye altında birleştirmeye, güçlü tek bir ordu inşa etmeye, Amerika, İngiltere ve Hindistan gibi emperyalist devletlerin İslam ümmeti üzerindeki hegemonyasını bitirmeye dönük siyasî mücadelesine katılmaya çağırdılar.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti Medya Bürosu'na Ait Açık Bir Mektup Hartum'daki Bangladeş Büyükelçiliğine Teslim Edildi

Vilayet Meclisi Üyesi Abdullah Abdurrahman ve Resmi Sözcülük Bürosundan Üstâz Yakup İbrahim'in eşlik ettiği Resmi Sözcü İbrahim Osman [Ebu Halil] liderliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti Medya Bürosunun "Hizb-ut Tahrir Üyelerinin Bangladeş Hükümeti Tarafından Maruz Kaldığı Vahşi İşkenceler Hakkında İnsan Hakları Örgütlerine ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Açık Bir Mektup" başlıklı açık mektubunu Hartum'daki Bangladeş büyükelçiliğine teslim etti.

Bu açık mektupta Bangladeş'teki hizbin şebabının maruz kaldığı insanoğlunun tiksineceği vahşi işkenceler açıklanmakta ve mektubun sonunda Bangladeş Hükümetinin hizbin üyelerine ve atkivistilerine işkence yapmayı derhal durdurması için İnsan Hakları Örgütlerini ve Sivil Toplum Kuruluşlarını siyasi hükümlü olan hizbin tüm üyelerini savunma noktasında üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmeye teşvik edilmektedir.

Ayrıca söz konusu mektupta Bangladeş hapishanelerinde işkence mağduru olan 16 kişinin adı geçmektedir.

Mektubu, (o sırada büyükelçi bulunmadığı için) konsolos ofisi müdürü teslim aldı, mesajımızı ve Bangladeş'teki kardeşlerimizin yanında yer aldığımızı kendisine iletme sözü verdi. Keza büyükelçinin Bangladeş hükümetine iletmesi için bu siyasî mahkumların derhal serbest bırakılmasını talep ettik.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cameron'un Ortadoğu Ziyareti, İngiltere'nin Dış Politikasındaki Kapitalizmin İki Yüzlülüğünü, Fırsatçılığını ve Doğasını Göstermektedir

Libya'daki insanların katledilmesi için İngiliz silahlarının kullanıldığı bir sırada İngiltere Başbakanı David Cameron, askerî yetkililerle görüşmek ve silah satışlarını canlandırmak için bölgeyi gezmek üzere savunma şirketlerinin sekiz temsilcisiyle birlikte Mısır'a geldi. Bu kişilerin arasında BAE Systems [BEA] ve QinetiQ şirketlerinin iki temsilci de vardı. QinetiQ şirketinin yetkili olmayan eski başkanı Pauline Neville-Jones, şu anda Cameron hükümetinde bakanlık görevinde bulunmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bu ziyaret hakkında şu değerlendirmelerde bulundu: "İngiliz hükümeti bakımından kapitalizmin küstahlığı, ikiyüzlülüğü ve fırsatçılığı şaşırtıcı bir durumdur. Zira daha Tahrir Meydanı'nın tozu kalkmadan Cemaron, generallerin hala Hüsnü Mübarek'in son otuz yıl Amerika ile birlikte üzerinde yürüdüğü aynı çizgiyi takip edip etmediğini yada kendi çıkarı doğrultusunda istismar edebileceği bir delik olup olmadığını yakından görmek için Mısır'a geldi!"

"Cameron, sivillere karşı İngiliz yapımı silahların kullanıldığı bölgede silah anlaşmalarına dönük reklam yapmaktadır. Kaddafi'nin, İngiliz (SAS) komandoları tarafından eğitilen seçkin askerî birimleri kullanması hakkında soruların yükseldiği bir sırada Cameron, iki yüzlülükle Libya'da Kaddafi ve Bahreyn'de iktidar ailesi tarafından güçlerin 'vahşice' kullanılmasını kınamaktadır."

"İngiltere ve diğer Batılı hükümetler, halklarına zulüm yaptıkları bir sırada on yıllarca bu tagutlara silah verdiler, malî ve siyasî destek sağlarlarken şimdi sadece bu tür politikalardan kaçınılması iddiasında bulunuyorlar."

"Mısır'da siyasî bir dönüşüm yaşanırken -sekizi silah firmalarından olmak üzere- Cameron'un beraberinde otuz altı yetkili şirket yöneticisini getirmesi, İngiltere'nin kapitalist çıkarlarına önem verdiğini, İslam dünyasının ve diğer gelişmekte olan ülkelerin belası olan siyasî tabaka içerisindeki çıkarlar çatışmasını ve yolsuzluğu beslediğini göstermektedir."

"Cameron, 'özgürlüğü ve demokrasiyi' desteklediğini iddia ederken gururla bölgede her türlü İslamî yönetim şekline (Hilafete) karşı çıkmaktadır."

"Mısır halkı, geçmişte Napolyon gibi stratejik öneme haiz bu ülkeye etki ve istismar etmeye dönük açık hırslarını neredeyse gizleyen tatlı ince sözlerle giriş yapan bu Batılı politikacılardan sakınmalıdır."

Ve şöyle ekledi: "Mısır halkını, Batılı güçlerin kutladığı her türlü değişime karşı ihtiyatlı olmaya çağırıyoruz. Zira özgürlük ve demokrasi, bu Batılı güçlerin kullandığı sömürgeci pençelerin arkasına gizlendiği iğrenç kılıftan öte bir şey değildir."

"Gerçek değişim, ancak Batılı kapitalist devletlerle kutsal olmayan bu ilişkiyi keserek ve siyasî süreci onların etkisinden koruyarak gerçekleşir. Bunun gerçekleşmesi ise ancak bu tür etki ve fesadı anayasal olarak engelleyecek, halk tarafından seçilmiş gerçekten sorumlu bir hükümet inşa edecek, İslam dünyasının on yıllarca sıkıntısını çektiği zulmü bitirecek olan İslamî Hilafetle mümkündür."

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'de Diyaloga Geri Dönüş Çağrısı, Sırf Tunus ve Mısır'da Yaşananları Engellemeye Dönük Bir Girişimdir

İki rejimin başını deviren Tunus ve Mısır'daki olaylar, hala İslam beldelerinin dört bir tarafındaki zalim yöneticilerin zihinlerini tahtlarının temellerini sarsma korkusu ile meşgul etmektedir. Zira Ali Abdullah Salih, 02 Şubat çarşamba günü Ortak Buluşma Platformu'na daha önce sonuçlarını reddettiği dörtlü komisyon çerçevesinde diyalog çağrısında bulundu.

Ortak Buluşma Platformu, 13 Şubat pazar günü Ali Abdullah Salih'in dörtlü komisyon, anaysa değişikliklerinin dondurulması, seçmen kütüğünün düzeltilmeye açılması, yanlılıktan uzak kurumlar temelli yerel yönetimlerde kapsamlı reformlar yapılması, Güney meselesinin tanınması ve çözülmesi, Sa'de'de savaşın tamamen durması, servetin adilce dağıtılması, ekonomik sorunun çözülmesi, yolsuzluğun ve terörün bitirilmesi... çerçevesinde diyaloga geri dönme girişimini kabule ettiğini açıkladı.

Ali Abdullah Salih'in, Ortak Buluşma Platformu'nun şartlarını kabul ederek çocuklarını ve akrabalarını makamlarından alması mümkün mü? Ortak Buluşma Platformu, 14 Aralık sonrası ayaklanmanın safhalarında rejimin kendilerine saldırırken en aşağılık hakaretle nitelendirecek derecede tamamen haddi aştığını unuttu herhalde! Ali Abdullah Salih, yönetimdeyken Riyad Konferansı takviminin halledilmesini bütün kalbiyle istemektedir ki "Yemen'in dostlarına" beni yakalamadan imdadıma yetişin diyebilsin!

Tunus ve Mısır'da yaşananlar etkisini gösterdi. Zira Ali Abdullah Salih'in davranışında ofisinin kapılarını insanlara açacağını duyurması, ülkenin ıslah edileceğine, işsizlere iş verileceğine, işsizliğin bitirileceğine ve fasit bakanların sorgulanacağına dair bir dizi sözler vermesi gibi gelişmeler olduğu gözlemlendi! Tüm bunlar ise samimi olmayan bir niyetin göstergesidir. Bunun kanıtı ise hem Tahrir hem de San'a Üniversitesi'ndeki gösteri meydanlarını işgal etmeleri, göstericilere ve gazetecilere saldırmaları için "baltacılarını" salıvermesidir. Dolayısıyla Ali Abdullah Salih'in yaptığı şeyler, devrilmesini engellemeye ve İslam beldelerindeki rejimleri deviren "tusunami" dalgasını kırmaya dönük beyhude bir girişimden öte bir şey değildir.

Salgın zulümlerinden, İslam'ı tatbik etmemelerinden, Amerikalılar ve Avrupalılarla birlikte İslam ümmetine komplo kurmalarından dolayı tüm İslam beldelerindeki mevcut rejimleri bekleyen son yıkılmalarının kaçınılmazlığıdır.

Ali Abdullah Salih'in şu andaki düşüncesi, ülkeyi bu şekilde bırakarak mı yoksa yıktıktan sonra mı terk edeyim. Çünkü Bin Ali ve Mübarek gibi o da otoriteyi terk ettikten sonra uluslararası yargılamalardan ve kovuşturmalardan korkmaktadır. Halbuki Allah'tan korkmuş olsaydı kendisi için daha hayırlı olurdu.

Ali Abdullah Salih'e göre diyalog, sadece zaman kazanmaya dönük bir şakadan ibarettir. Kendisinin ve rejiminin yıkılmaya karşı güvende olduğunu hissettiği ilk fırsatta diyalogu terk edecek ve diğer rejim liderleri gibi zulmü pekiştirmeye, fesadı gözetmeye ve İngiliz efendileri ile birlikte İslam'a ve Müslümanlara komplo kurmaya dönecektir. Ancak heyhat ki heyhat! Çünkü artık bu an geri gelmeyecektir. Zira artık İslam beldelerindeki mevcut sistemlerin tamamını tarihin çöplüğüne süpürüp atmanın ve İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslam'ın doğuşunun zamanı gelmiştir.


Mühendis Şefik Hamîs
Hizb-ut Tahrir
Yemen Vilâyeti Medya Bürosu Başkanı

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sidney'deki Müslümanlar, Libya'daki Ayaklanmayı Destekleyen ve Kaddafi'nin Vahşetini Kınayan Bir Gösteri Yaptılar

Hizb-ut Tahrir, bugün akşam Sidney'in batısında Bahreyn, Cezayir, Yemen, Ürdün, Mısır ve özellikle Libya olmak üzere İslam dünyasındaki halkların ayaklanmalarına destek verme amaçlı bir gösteri düzenledi ve gösteriye büyük bir katılım oldu.

 

Konuşmacılar ve göstericiler, bir dizi mesaj verdiler. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-      İslam dünyasındaki diktatör rejimlerin karşısına dikilen kahraman Müslümanlara özellikle de yüzlerce kişinin şehit olmasına yol açan Albay Muammer Kaddafi'nin vahşi baskısına karşı koymada gösterdikleri büyük cesaretten dolayı Libya'daki Müslümanlara tam destek verdiler.

2-      Amerika, İngiltere ve Fransa gibi Batılı sömürgeci devletlerin ajanları olmaları itibarıyla Albay Kaddafi rejimini ve bölgedeki diğer rejimleri kınadılar. Zira kendi halklarına baskı yapan ve demir yumrukla yöneten bizzat bu yöneticilerdir. Bu sırada Batılı hükümetler, onlara göz kırptılar. Hatta diplomatik, ekonomik ve askerî tüm düzeyde onlarla çeşitli ilişkiler kurdular.

3-      Batının İslam dünyasına müdahale etmesini şiddetle kınadılar, Amerika ve İngiltere'den İslam dünyasına sömürgeci açgözlülüklerini doyurmak için diledikleri gibi otlandıkları verimli bir mera gibi muamele etmeyi bırakmalarını talep ettiler ve Avustralya'ya insanlık dışı barbarca dış politikalarında bu devletlere olan körü körüne bağlılığına son verme çağrısında bulundular.

4-      Müslümanları, gerçek ayaklanmayı boşa çıkarmak, İslam dünyası üzerindeki siyasi ve ekonomik hakimiyetlerini sürdürmek için Batılı hükümetlerin yapmaya çalıştığı formalite değişikliklere aldanmamaları ve yüzlerin değişimiyle yetinmemeleri uyarısında bulundular.

5-      Müslümanlardan devrilen siyasi rejimi İslamî Hilafetle temsil edilen İslamî Nizama dönüştürerek gerçek değişim talebinde bulundular.

6-      İslamî Hilafetin, Müslümanların inançları, değerleri ve tarihleriyle örtüşen, her türlü sömürü köleliğinden kurtarmayı, Müslümanların ve gayrimüslimlerin temel ihtiyaçlarını temin etmeyi garantileyecek ve herkes için adaleti tesis edecek bir nizam olduğunu onayladılar.

 

Göstericiler pankartlar açtılar ve yüksek sesle şu sloganları attılar: "Kaddafi Vatanın Londra'ya Dön!", "Müslümanlar Batı Destekli Tagutları İstemiyor" ve "Şimdi Gerçek Değişim Zamanı... Şimdi İslam'ın ve Hilafetin Zamanı".

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER