Pazartesi, 06 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Ey Suriye'deki Müslümanlar: Raşidi Hilafeti Kurarak Bölgeyi Saran Değişime Örnek Olunuz

Sedneya Cezaevi Yönetimi, 27.03.2008'de bazı mahkumlara "etleri ile kemiklerini demir taraklarla tararcasına" işkenceler yapmış ve geneli İslamcıların olduğu işkenceye maruz kalan mahkumlar bu dayanılmaz zulümden dolayı Allah'a sığınmışlar, sesleri diğer mahkumlara ulaşmış, öfkelerini çekmiş ve yüksek seslerle tekbir getirmeye başlamışlardı. Bunun üzerine bazı mahkumlar, koğuşlardan çıkmış, birkaç gün süren ve ardından gardiyanlar tarafından bastırılan kanlı bir isyan yaşanmış ve isyancılar, türlü türlü dayanılmaz işkencelere maruz bırakılmıştı...

Yine 05.07.2008'de silahlı olan askerî bir gurup polis, arama yapmak üzere Sedneya cezaevindeki koğuşlara girerek Mushaf-ı Şerif'i ayaklarıyla çiğnemiş, sakallı olanlara hakaretler etmiş, tekme tokat mahkumlara girişmiş, küfürler etmiş ve fiziksel eziyetler etmiş... Bu baskının üzerine sivil isyan şeklinde bir patlama meydana gelmiş ve diğer katlara ve koğuşlara sıçramış, bazı mahkumlar cezaevi içerisindeki askerleri ve subayları rehin almış, cep telefonlarını ellerine geçirmiş, aileleri, medya organları ve dünyadaki insan hakları ile bağlantıya geçmişlerdi. Ancak medya, bu olaya beklenen ilgiyi göstermemiş ve bu da Suriye rejimini, Amerika da dahil devletlerarası şemsiyesinin kendisini korumadan yana güvende olduğunu hissetmesini sağlamıştı. Böylece Suriye rejimi, isyanı kuvvet yoluyla bastırmak için cezaevine kuvvet göndererek olayları engelleme çabası içerisine girmesine rağmen mahkumlar, aralarında subayların ve astsubayların olduğu yaklaşık 1100 askeri rehin almayı başarmıştı. Devlet, planladığı üzere durumu kontrol altına almayı başaramayınca yaklaşık altı ay süren müzakerelere başvurmuş, bu sırada başarısızlıkla sonuçlanan cezaevini basma girişimleri yaşanmış ve en sonunda yalan vaatlerle sorunu çözmeyi başarmıştı. Zira mahkumların cezalandırılmayacağı, mahkumiyet sürelerini dolduran mahkumların serbest bırakılacağı, mahkumlara insan gibi muamele edileceği ve tutukluların yargılanma süreçlerinin hızlandırılacağı sözünü vermişti. Bu sözler ise, mahkumların askerlerle müzakerede bulunmayı reddetmelerinin üzerine devlet başkanının temsilcileri tarafından verilmişti. Bu kişiler, bu olaylardan dolayı hiçbir hesap sorulmayacağı ve ceza verilmeyeceği sözünü vermişler ve olayların sorumluluğunu Tuğgeneral Numan Hatip ve Cezaevi Müdürü Albay Ali Hayribik ve bir gurup subaya yüklemişlerdi... Bununla birlikte tutukluların aileleri, dönem dönem içişleri bakanlığı önünde veya cezaevinin yakınlarında toplanma gibi bir takım barışçıl protesto eylemleri girişimlerinde bulunmalarına rağmen sert bir şekilde engellenmişlerdi. Bu da evlatları korkunç bir manzara ile karşı karşıya iken herkesin susmasına ve onlar için hiçbir şey yapamamalarına neden olmuştu...

Bugünlerde işlerin rayına oturması üzerine Suriye rejimi, sözünden caydı ve sayıları yaklaşık 350'yi bulan isyana karışan mahkumları yargılamaya başladı. Şu ana kadar (5'i idam ve 19'u müebbet olmak üzere) bu kişilerden sadece 24'ü hakkında karar çıktı ve diğerleri de en az 12 sene olmak üzere benzer hükümler almayı beklemektedir. Ayrıca mahkumlar, şu anda demir kafeslerde tutulmakta, cezaevi gizli kameralar ve dinleme cihazları ile dolu olup mahkumlar, ne güneş yüzü görmekteler ne de havalandırmaya çıkmaktalar, sağlık durumları da oldukça kötü. Dışarı sızan haberler göre bazı mahkumlar, ciddi hastalıklarla boğuşmaktalar... Ne ilginçtir ki hiçbir medya kesimi veya insan hakları örgütü, bu trajik gelişmeleri ve ulaştığı boyutu aktarmamaktadır.

İşte bunlar, cezaevlerinde ve normal hayatta halkına karşı insanlık dışı en iğrenç davranışlarda bulunmaktan sakınmayan helak olmuş rejimin uygulamalarından bazı örneklerdir.

Bu rejim, yönetimde ebediyen kalacakmış gibi davranmaya devam ederek tutuklamakta, işkence etmekte ve hapsetmektedir... Yaptığı tüm bu şeylerin yanına kar kalmayacağını ve Allah'ın izniyle yakında bunlardan dolayı hesaba çekileceğini hiç hesap etmemektedir. Bu fasit rejim, bu suskun dillerin onun yaptığı şeylere razı olduğunu mu sanıyor?! Bu rejim, etrafında hiçbir şey olup bitmiyor ve kendisine hiçbir şey olmayacakmış gibi hareket etmektedir... Suriye yöneticileri Suriye rejimini, baskı ve zulümde bölgedeki diğer rejimleri geçen, halkına karşı kanlı bir tarih ve düşmanına, yani Yahudilere karşı Golan'da turistik amaçlı tatil düzenleyecek derecede barışçı ve güvenli bir tarih yazan mükemmel bir polisiye rejimine çevirmeyi başardılar!

Suriye rejimi, kendisinin değişime karşı güvende olacağını zannediyor. Muhtemelen bu zannı onun ölümü olacaktır. Değişim rüzgarları, ona doğru ilerlemekte olup bu değişimin çıkış noktası İslami'dir ve istenen değişim sadece Allah'ın elindedir. Onu durdurmaya hiçbir kimsenin gücü yetmeyeceği gibi bu helak olmuş rejimin de ona direnmeye ve ona karşı koymaya gücü yetmeyecektir. Değişim Allah'ın izniyle geliyor ve Suriye'yi, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Şam ve Şam halkı hakkındaki müjdelerin gerçekleştiği İslami bir beldeye çevirecektir... Ahmed ve İbn-u Hıbbân, Muaviye'den Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: إذا فسد أهل الشام فلا خير فيكم، لا تزال طائفة من أمتي منصورين لا يضرهم من خذلهم حتى تقوم الساعة "Şam halkı ifsat olduğunda sizde hayır kalmaz. Ümmetimden bir taife, yüz üstü bırakanların zarar veremeyeceği bir şekilde yardım olunmuş olarak kıyamete kadar devam edecektir."

Ey Müslümanlar!

Bu rejim, size bir gözetici gibi değil bir düşman gibi davranmaktadır. O halde onu düşman edinin. Allah [Subhânehu ve Te'alâ], Allah'ın indirdikleri ile hükmetsinler diye İslam'da otoriteyi Müslümanlara vermiştir. Suriye yöneticisinin durumu, Müslümanların beldelerindeki diğer yöneticilerin durumu gibidir. Hatta o, onların da ötesindedir. Zira o, yönetimi gaspetmiştir. Çünkü İslami yönetime engel olmuş, onunla savaşmış, otoriteyi zorla ve hileli seçimlerle maskelenmiş veraset yoluyla almasından ötürü otoriteyi Müslümanlardan gaspetmiştir. Hatta güvenlik birimleri yoluyla otoriteyi sizlere karşı kullanmaktadır. Sizlere hiçbir değer vermemektedir. Dahası kendisini sizden ancak sizleri tehdit etmek, korkutmak, aşağılamak, evlatlarınızı tutuklamak, birer mübaşir olmaktan öte geçmeyen hakimlere gelen önceden hazırlanmış polisiye kararlar vermekle koruyacağını düşünmektedir.

Ey Suriye'deki Müslümanlar!

Hayatınızın Allah'ın emri üzerine istikamet bulması ve zalimlerin zulmünden gerçekten kurtulmanız için hayatınızda İslam'ı ikame etmeniz, yani Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeniz Allah'ın sizlerin üzerindeki bir hakkıdır. Kurtuluş, sadece bu helak olmuş rejimi yok etmek veya bugün Müslümanların yönetildiği gibi bir yönetim sistemi ile yöneten başka bir yönetici ile değiştirmekle olmaz. Bilakis kurtuluş, ancak Suriye'deki Müslümanları diğer Müslümanlarla bir araya getirecek Raşidi Hilafeti ikame etmekle olur. Böylece Suriye, Müslümanları ve gayrimüslimleri alemlerin Rabbinden gelmesinden dolayı İslami, insani, sahih ve adil olan bir sistemle gözetecek bu Hilafet Devleti'nin merkezi olsun.

Ey Suriye Ordusundaki Subay Kardeşlerimiz!

İktidar rejimi tüm organlarıyla İslam ümmetine yabancı olup halkınızın düşmanıdır ve sizleri zalim ellerinde baskı aracı olarak tutmaktadır. Dinine yardım ederek ensarları olmanız Allah'ın sizlerin üzerindeki bir hakkıdır. Bizler, sizlerin içerisinde bu durumlar yüzünden yanıp tutuşan, değişim için can atan, halkının derdiyle dertlenen, rejimin halkına karşı işlediği cürümlerden dolayı üzülen ve bu rejimden kurtulmak isteyen mümin ve muhlis kimselerin olduğunu biliyoruz... İşte bu kişilere sesleniyoruz: Gücünüzü toplayınız sonra tek saf olunuz, mevcut yöneticiyi yönetimden indiriniz ve yönetimi, Allah'ın indirdikleri ile yönetmeye ve Raşidi Hilafeti ikame etmeye muktedir olup bunu talep ederken Allah'ın emrinden zerre kadar sapmaksızın kıyama kalkmalarından beri bunun için çalışan halkınızın içerisindeki uyanık ve muhlis kimselere teslim ediniz.

Ey Müslümanlar!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Suriye olarak, bu emaneti yüklenmeye ve ümmete raşidi liderlikle liderlik etmeye hazır olduğumuzu ilan ederiz. O liderlik ki semanın ve arzın sakinlerini bizden ve sizden razı kılacaktır. Şunu samimi olarak söylemek isteriz ki bizler, kesinlikle Hilafetin ve Allah'ın vaat ettiği nusretin kokusunu alıyoruz. Hilafetin ve nusretin zamanı yaklaşmıştır ve umulur ki başlangıç noktası Suriye olur. Allah ne olacağını daha iyi bilir ya şayet durum bu şekilde olursa bu, sizler için daha önce görülmemiş bir onur olacaktır. Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

ٱلَّذِينَ إِنْ مَّكَّنَّاهُمْ فِى ٱلأَرْضِ أَقَامُواْ ٱلصَّلواَةَ وَآتَوُاْ ٱلزَّكَواةَ وَأَمَرُواْ بِٱلْمَعْرُوفِ وَنَهَوْاْ عَنِ ٱلْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ ٱلأُمُورِ "Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek salatı ikame ederler, zekatı verirler, marufu emrederler, münkeri nehyederler. İşlerin akıbeti Allah'a aittir." [el-Hacc 41]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sidney'deki Bir Gurup Müslüman, Despotik Rejimlere Karşı Ayaklanan Müslümanlarla Birlikte Olduklarını İfade Etti

Hizb-ut Tahrir, geçenlerde Mısır ve Tunus'ta meydana gelen İslam dünyasındaki halk ayaklanmasına destek vermek için "Sidney'in" Batısında 200'ün üzerinde kişinin katıldığı bir gösteri düzenledi. Konuşmacılar ve göstericiler, birçok noktaya dikkat çektiler. Bunların en önemlileri şunlardır:

1- İslam dünyasındaki diktatör rejimlerin karşısında duran cesur Müslümanlara destek verilmesi.

2- Hüsnü Mübarek rejiminin ve bölgedeki diğer rejimlerin Amerika, İngiltere ve Fransa gibi devletleri temsil eden sömürgeci Batının birer ajan rejimi olmaları ve halkların ekonomik ve insanî temel ihtiyaçlarından mahrum olmasına yol açmaları itibarıyla kınanması.

3- Bu gerçek ayaklanmayı boşa çıkarmak ve İslam dünyasındaki siyasi ve ekonomik hakimiyetini sürdürmek için Batılı hükümetlerin uğraşısını verdiği şekli değişikliklere ve yüzlerin değiştirilmesiyle yetinilmesine aldanmaktan sakınılması.

4- Devrilen siyasi rejimi İslami Hilafetle temsil edilen İslam Nizamı ile değiştirerek gerçek değişimin talep edilmesi.

5- Müslümanların inançları, değerleri ve tarihi ile örtüşecek, her türlü sömürü köleliğinden kurtulmayı garantileyecek, Müslümanların ve gayrimüslimlerin eşit şekilde temel ihtiyaçlarını karşılayacak ve herkese için adaleti tesis edecek olan bizzat İslami Hilafettir.

6- Batının İslam dünyasına müdahale etmesinin kesin şekilde kınanması, Amerika ve İngiltere'ye İslam dünyasına sömürgeci politikalarının bir sahnesi gibi muamele etmekten vazgeçmeleri ve Avustralya'ya insanlık dışı vahşi dış politikalarında bu devletlere körü körüne bağlılığı bırakması çağrısında bulunulması.

Göstericiler, pankartlar açtılar ve yüksek sesle şu sloganları attılar: "Mübarek Vatanın Washington'a Dön!", "Müslümanlar Batı Destekli Tagutları Reddeder!", "Gerçek Değişimin Zamanı Geldi! İslam ve Hilafetin Zamanı Geldi!"

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Hain Yöneticiler Ne Zamana Kadar Amerika'nın Kuyruğuna Takılmaya Devam Edeceksiniz?! Kiralık Amerikan Katiller, Lahor Şehrinde Güpegündüz İnsansız Uçak Saldırılarına Benzer Şekilde Üç Vatandaşı Öldürdü

Pakistan Hükümeti, Blackwater Şirketi'nin alenen patlamalar gerçekleştirmesine ve insanları kaçırmasına izin verdi. Zira dünkü olay Pakistan Hükümetinin hain yöneticilerinin, Amerikalılara güpegündüz katliam yapma sözü verdiğini göstermiştir. Halkına ihanet etmede eşine ender rastlanan Pencab Eyaleti Başbakanı, katili gizlemek için polisi kullanarak gerçek Amerikan katilini kurtarmak için elinden geleni yaptı. Zira polis, alelacele "kurban" gençlerin fakir mahallelerden birinden olduğunu ve olaydan onların sorumlu olduğunu açıkladı. Ne ilginçtir ki hiçbir kimse niçin kurşunlar alınlarına değil de başlarının arkasına sıkıldı diye sormadı? Ayrıca hiçbir kimse Amerikalı katilin, kurşunları yan camlardan değil de arabanın ön camından sıktığının nedenini öğrenmeye çalışmadı? Oysa bu Amerikalının soygun olduğunu iddia ettiği bu tür olaylarda genellikle kurşun, yan camlardan sıkılır!! Keza bu Amerikalının öldürdükten sonra kurbanların resimlerini niçin çektiğini hiçbir kimse önemsemedi?!

Bu öldürme olayları akıllarımıza Blackwater'ın dilediğini öldürdüğü ve hiçbir ceza almadığı Irak hatıralarını getirmektedir. Varit olan soru şudur: Pakistan Hükümetinin işlemediği iğrenç bir eylem kaldı mı?! Pakistan'ın iktidar partilerinin yanı sıra "dost muhalefetin" üzerinde ittifak ettiği bundan daha büyük bir hıyanet kaldı mı?!

Demokrasiyi koruyan kafir sistem, kiralık katilleri koruyarak kendisini ifşa ettiği gibi şimdi de diplomat vizesi ile değil de turist vizesi ile girmesine rağmen Cenevre Sözleşmesi kılıfı altında bu katili korumanın planlarını yapmaktadır. Dolayısıyla bu kişi, onların kendi kanunlarına göre bile diplomatik dokunulmazlığa sahip değildir.

Ey Müslümanlar!

Üç Müslümanın Katledilmesi Harekete Geçmeniz İçin Yetmez mi?!

Bu yöneticileri alaşağı etmek için hem sizler hem de otoritenin gerçek sahipleri olan Pakistan'ın şanlı silahlı kuvvetleri kıyama kalkınız ve Pakistan sokaklarını doldurunuz.

Ey Pakistan Ordusundaki Erler ve Subaylar! Müslümanlara yönelik toplu imha operasyonlarına şahit olurken kışlalarınıza çakılıp oturacağınıza kalkınız ve görevinizi yapınız. Hain yöneticileri alaşağı ediniz ve Hilafeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz. Zira Amerika'yı bölgeden çıkarmamızı sağlayacak yegane yol budur. Aksi takdirde zillet bu ülkeyi terk etmeyecektir.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Üyelerinin Bangladeş Hükümeti Tarafından Maruz Kaldığı Vahşi İşkenceler Hakkında İnsan Hakları Örgütlerine ve Sivil Toplum Kuruluşlarına Açık Bir Mektup

Hizb-ut Tahir, Bangladeş'te, dünyanın dört bir tarafında çalışan İnsan Hakları Örgütlerinin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının dikkatlerini, Bangladeş Hükümetinin hizbin üyelerine uyguladığı vahşi işkencelere çeker. Hizbin üyelerine yönelik tüm işkence çeşitlerini durdurmaları için bu örgütlerin ve kuruluşların üyelerine bu meseleye eğilmeleri ve Bangladeş Hükümetini muhasebe etmeleri çağrısında bulunur.

Olaylar ve Arka Planı:

1- Bangladeş Hükümeti, 22 Ekim 2009'da sürpriz bir şekilde Hizb-ut Tahrir'in "genel barışı tehdit etmek için" çalıştığını gerekçe göstererek yasaklı bir hizb olduğunu ilan etti. Oysa Hizb-ut Tahrir, 2001 yılından bu yana seminer, yürüyüş ve protesto gibi herkesçe bilinen ve kabul edilen siyasi araçları kullanarak Bangladeş'te aleni bir şekilde çalışmaya başlamıştır. Hizb-ut Tahrir'in bir gün olsun hiçbir şiddet eyleminde bulunmadığı çok iyi bilinmesinin yanı sıra hükümet de bu kararı, hizbin alışılmışın dışındaki herhangi bir eylemi üzerine almamıştır.

2- Hükümet, bu yasaklamanın hemen ardından Bangladeş Hükümetinin kararına yönelik hizbin tepkisini göstermek için basın toplantısı düzenleme girişiminde bulunmasından dolayı hizbin Resmi Sözcüsü Prf. Muhyiddîn Ahmed'i 23 Ekim 2009'da zorunlu göz hapsine aldı. Ardından Bangladeş Hükümeti, 20 Nisan 2010'da Muhyiddîn Ahmed'i hapsetti ve hakkında haksız suçlamada bulundu. Halen o ve aralarında Resmi Sözcü Yardımcısı Mürşid-il Hakki ve seçkin üye Prf. Dr. Seyyid Gulâm Mevla'nın da bulunduğu beraberindeki hizbin onlarca üyesi ve aktivisiti hapiste bulunmaktadır. Zira bu kişiler, sırf ideolojik ve siyasi bir bakış açısına sahip olmalarından dolayı Bangladeş Hükümeti tarafından hapse atıldı. Yani hepsi de siyasi hükümlüdür.

3- Hükümet, Hizb-ut Tahrir üyelerine yönelik süregelen despotik politikalar altında 22 Aralık 2009 ve 19 Ocak 2011'de hizbin 12 küsur üyesini tutukladı ve çeşitli dönemlerde soruşturma altında hapse attı. Bu kişiler, tutukluluk dönemleri içerisinde hizb ve liderleri hakkında bilgi vermeleri için insanlık dışı vahşi işkencelere maruz kaldılar. Bangladeş'teki soruşturma ekipleri işkence ile nam yaptılar. Nitekim İngiliz The Guardian gazetesi, geçenlerde bu ekiplerin kurbanlarına karşı uyguladığı vahşi işkencelerin boyutunu ortaya çıkardı. Bu ekipler, insanlık dışı yöntemler kullanarak Hizb-ut Tahrir'in üyelerine ve aktivistlerine vahşi işkenceler uygulamışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

 

-Gözleri bağlanarak gözaltında tutulmaları ve coplarla şiddetli darba maruz kalmaları

-Tenasül uzuvlarına 45 dakikadan daha fazla bir süre elektrik verilmesi

-Elbiselerinin çıkarılması ve ayakları bağlanmış şekilde tutulmaları

-Uzun süre buz kalıplarının üzerinde tutulmaları

 

İşkence Mağdurlarından Bazıları Şunlardır:

1-Pervez Ahmed [Yaş 28]

2-Faysal Kebir [Yaş 29]

3- Mesud Perviz [Yaş 24]

4- Mahfuz Abdurrahman [Yaş 23]

5- Maksud Rahman [Yaş 23]

6- İrfan Ahmed [Yaş 33]

7- Şemseddîn el-Mahmudî [Yaş 24]

8- Fehîm Izâm [Yaş 22]

9- İşkâr Rahman [Yaş 19]

10- Emin [Yaş 20]

11- Tevfîk İslam [Yaş 18]

12- Vahîd Firdevs [Yaş 23]

13- Şaşnavâz Sultan [Yaş 23]

14- Âsıf Rahman [Yaş 17]

15- Mesud Elûm [Yaş 22]

16- Firuz Elûm [Yaş 24]

 

Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir, Bangladeş Hükümetinin hizbin üyelerine ve aktivistlerine işkence yapmayı derhal durdurması için İnsan Hakları Örgütlerini ve Sivil Toplum Kuruluşlarını siyasi hükümlü olan hizbin tüm üyelerini savunma noktasında üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmeye teşvik eder.

Devamını oku...

Son Olaylar ve Rejimin Tepkisi Üzerine Köklü Çözüm

  • Kategori Cezâyir
  •   |  

Cezayir'de hükümetin temel tüketim ürünlerinin fiyatlarını ciddi oranda arttırması üzerine geçen çarşamba günü öfkeli protestolar patlak verdi. Ardından protestolar kısa bir zamanda yirmi vilayete yayıldı. Zira göstericiler ile emniyet güçleri arasında yaşanan çatışmalar sonucunda beş kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı ve bine yakın gösterici tutuklandı. Bunun üzerine Cezayir hükümeti, hızlıca insanların öfkesini dindirmek ve kargaşayı önlemek amacıyla fiyatları düşürme yönünde "acil tedbirler" alınacağını duyurdu. Ayrıca Cezayir rejimi, Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika'nın 2006'da oluşturduğu "yolsuzlukla mücadele kurulunu" canlandırmaya çalıştı. Kurulun başkanı da şu açıklamada bulundu: "Yolsuzluğa ve yolsuzluk yapanlara demir yumrukla darbe indirilecektir!"

Allah Cezayir'e, özellikle petrol ve doğalgaz olmak üzere muazzam servetler bahşetti. Ancak ajan Cezayir rejimi, ardıl hükümetleri sayesinde bu serveti sömürgeci kafirin mülkü yaptı. Zira Cezayir, doğalgazın her 6m3'nü 1 dolara satarken maliyet, kolay ve güvenli ulaşım farkına rağmen Venezüella gibi devletler aynı miktarı 27 dolara satmaktalar. Aynı zamanda Cezayir'de şişe gazın fiyatı da 3 dolardır. Böylece Cezayir rejimi, büyük devletler ile IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarının talimatlarını bağlanarak heder, ifsat, zulüm ve münker için açmadık tek bir kapı bırakmadı. Zira Cezayir rejimi, geçen asrın doksanlarından bu yana yalancılıkla sözde "ekonomik reform" uygulamaktadır. Böylece yabancı yatırımcıları vergiden muaf tutan ve mali kolaylıklar sağlayan kanunlar çıkardı. Buna mukabil katma değer vergisi sistemini benimseyerek insanların belini büktüğü gibi kamu kurumlarını ve tesislerini özelleştirmeye başladı, temel tüketim ürünlerinin genelinden sübvansiyonu, yabancı emtiaların ithalatını kolaylaştıracak gümrük sınırlamalarını kaldırdı, fırsatçı kuyruklarından ve yandaşlarından oluşan ifsatçıların ellerini serbest bıraktı. Onlar da ülkede fesat saçtılar ve korkunç şekilde zenginleştiler.

Cezayir, 4.68 milyar dolar fazlalık verdiği geçen yılın aynı dönemine göre son 11 ay içerisinde dış ticaret dengesinde 14.83 milyar Amerikan dolarını bulan bir fazlalık verdiğini, döviz rezervinin 150 milyar doların üzerinde olduğunu ve hayali rakamlarda kalkınma projeleri açıkladığı bir sırada halk, hala işsizlik sıkıntısı, barınma, kötü yaşam ve evlenememe sorunu çekmektedir... Bu da gençlerin göç etmesine, hayal kırıklığı ve ümitsizliğe kapılmalarına, korkunç durum ve yolsuzluk nedeniyle intihar etmelerine yol açmaktadır. Ticari denge, insanların hayatına niye yansımıyor?! Cezayir'de yaşanan olaylar, insanların ihtiyaçlarına ve onuruna hiçbir değer vermeyen, ülkenin ve insanların boyunlarına musallat olan bir zümrenin insanların genelinin ayakları altında ezilmesini umursamayarak muazzam servetleri tekeline almalarını sağlayan laiklik felsefesine dayanan rejimin utanç verici çöküşünü göstermektedir.

Geçici rahatlama veya yama hükümetinin mevcut yüzlerin yerine şekli veya gerçek laik muhalif yüzler çıkarması sayesinde Cezayir'deki geçim sıkıntılarına köklü çözüm getirmek imkansızdır. Hele ki bu, Tunus'ta olduğu gibi işlerin kontrolden çıkması halinde bu rejime tahakküm eden devletlerin uğraştığı bir çözümse hiç olmaz. Bilakis çözüm, Allah'ın farz kıldığını, yani yöneticinin, insanların ihtiyaçlarını temin etmeye ve göç etmeye itmek yerine onlara iş imkanı sağlamaya itina göstermesini farz kılan ve şeri nizam olan Hilafet Nizamı'nı kurmakla olur. Zira İmam bir çobandır ve güttüğünden mesuldür. İslam'da devlet, gözetim devletidir tahsilat devleti değildir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle geçmiştir: لا يدخل الجنة صاحب مكس "Meks (gümrük vergisi) sahibi cennete giremez."

Ey Cezayir'deki Müslümanlar!

Bu diktatör rejimler, sizlerin gözeticisi değildir. Bilakis Batının ülkelerinizdeki çıkarlarının gözeticisi olup Batının çıkarlarını güvence altına almak için çalışmaktadırlar. Hatta kafirleri hoşnut etmek için üstün başarılar göstermede birbirleriyle rekabet etmektedirler. Bu rejimler, işlerinizi gözetmemenin de ötesine geçerek sizleri aç bırakmak, boyun büktürmek, yaşam mücadelenizde ve onurunuzun geri kalanında sizlerle savaşmaya çalışmaktadır. Allah, zulme karşı çıkmamızı ve münkere karşı koymamızı bizlere farz kıldı. Ancak kanları mubah kılarak, kurumları ve otobüsleri yakarak, kamu mallarını tahrip ederek, yolları keserek değil. Her kim bunu yaparsa tüm bunları haram kılan Allah'tan korkmuyor demektir. Bilakis zulme karşı çıkmak ve münkere karşı koymak, Resulünüz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Allah'ın dinini yeryüzünde ikame etmek için yaptığı gerçek çalışma ile mümkündür ki böylece yeryüzü Rabbinin nuru ile aydınlansın ve Allah'ın Nebiniz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e indirdiği kitabın nuru insanları kuşatsın. Allah, resulüne şöyle buyurmuştur: وَأَنِ ٱحْكُم بَيْنَهُمْ بِمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَآءَهُمْ وَٱحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve onların arzularına uyma! Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!" [el-Mâide 49] O halde Resulünüz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yakında nübüvvet minhacı üzere kurulacak olan İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak Allah'ın dinini ikame etmek için takip ettiği hak metoda göre Hizb-ut Tahrir'in içerisinde bizimle birlikte çalışmak üzere kıyama kalkınız ki hem Rabbinizin rızasına hem de dünyada ve ahirette izzete ve müreffeh bir hayata nail olasınız. Allahuteala, şöyle buyurdu: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [en-Nûr 55]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hak Sözü Söyleyenleri Tutuklamak ve Mücrimleri Korumak, Bağışlanamaz Bir Cürümdür

Ülke çapında hak sözü söyleyenlere veya onlara yardım edenlere karşı yürütülen azgın ve keyfi saldırı altında El-Hadide Güvenlik Birimleri, 22 Ocak 2011 cumartesi günü Hizb-ut Tahrir aktivisti 45 yaşındaki Ömer Salim'i tutukladı.

Ömer Salim'in suçu ve tutuklanma sebebi, Bin Ali'yi deviren ve Allah'ın izniyle yakında Müslümanların beldelerindeki diğer hain yöneticileri de devirecek olan Tunus'taki olaylara yardım etmek ve desteklemek.

Ömer Salim'i tutuklayanlar, hak sözü söylemeye cüret edenleri tutuklayana dek gözlerini kırpmayacaklar ve rahat durmayacaklardır. Ancak heyhat ki heyhat! İnsanların zalim yöneticilerin hezimete uğramasının ve yönetimden kovulmasının zeminini hazırlayan İslam beldelerinde yaşanan olaylarda hakka yardım etmekten geri durması ne mümkündür!

Ali Abdullah Salih'in, 23 Ocak 2011 pazar günü kuvvet komutanlarının ve emniyet liderlerinin yıllık konferansında, "Biz, Yemen ve Tunus ile kıyas edilemez halkı özgür olan demokratik bir ülkeyiz" sözleriyle bahsettiği demokrasi bu mu?! Keza, "Rejimimiz veraset karşıtı olan cumhuriyettir ve demokrasidir" demek halka küstahça yalan söylemek değil midir? Allah aşkına bize söyle: Halka yalan söyleyen kim?

Bu beyan yoluyla başsavcıya, hukuk dışı şekilde tutuklanan Ömer Salim'i derhal serbest bırakması için harekete geçmesi, tutuklayan kimseleri sorgulaması için çağrıda bulunduğumuz gibi başta Hood Örgütü olmak üzere insan hakları örgütlerini de Ömer Salim'in maruz kaldığı zulmü ortaya çıkarılması ve serbest bırakılması için çalışmaya çağırıyoruz.

Mühendis Şefik Hamîs
Hizb-ut Tahrir
Yemen Vilâyeti Medya Bürosu Başkanı

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Artık Filistin Otoritesine ve FKÖ'ye Şöyle Demenin Zamanı Gelmiştir: Alçaldıkça Alçalın Orada! Konuşmayın!

Gizli belgeler ve müzakere oturum tutanakları bir bir dökülerek Filistin Otoritesini ve Filistin "Kurtuluş" Örgütü'nü, medyatik külhanbeyliğinin sahteliğini ve yalan yanlış tutumlarını herkese ifşa etti.

Mescid-i Aksa için "alçakça" çözüm arayışı içerisine giriyorlar, hıyanetvari bir şekilde Yahudilere tarihin en büyük "Yeruşşalaymı'nı" sunuyorlar, işgalci düşmana arazi değiş tokuşu teklifinde bulunuyorlar, gaspedilen araziyi gaspedilen ile mübadele ediyorlar, Flitsin otoritesi sahip çıktığını iddia ederek kulislerin arkasında eski mahallelerine varıncaya kadar Kudüs'ün genelinden vazgeçiyor... ardından işgalci düşmanın güvenliğini sağlayacak, hapsetsin ve katletsin diye evlatlarımızı ona teslim edecek güvenlik koordinasyonu, Amerika'yı ve Yahudileri hoşnut etmek için mescitlerin ve cami imamlarının hedef alınması... Daha daha neler! Bu belgelerle ortaya çıkan "detaylar" ışığında deriz ki:

1-Bu belgelerin ifşa ettiği her şey, FKÖ'nün yola koyulduğu o gün kuruluş amacının Yahudi devletini tanımak ve Filistin'in genelinden taviz vermek olduğu noktasında Filistin halkını ve tüm Müslümanları uyarmak için özel olarak yayınladığımız beyanda söylediklerimizi teyit etmektedir. Ayrıca Filistin Otoritesinin, ortaya çıkmasından bugüne kadar FKÖ'nün başlattığı süreci tamamlayacağı, Yahudi varlığı öldürerek, yıkarak ve tehcir ederek Filistin halkına karşı haddi aştıkça onu ve vatandaşlarını FKÖ'den daha fazla koruyacağı söylemlerimizi de teyit etmektedir.

2- Meselelerin sırf "nihai statü" olarak adlandırılması FKÖ ve Filistin Otoritesinin, Yahudi işgaline Filistin'in geneli hakkında taviz belgesi vermeyi önceden planladığını ve göze aldığı anlamına gelmektedir.

3- Filistin'in bir parçası üzerinde müzakereyi kabullenen bir kimseye göre, başka bir parçası üzerinde müzakere etmesinin bir sakıncası yoktur. Bu da bunun Allah'a, resulüne ve Müslümanlara hıyanet olmasının yanı sıra Filistin ve halkına karşı müzakerelerin cürümünü ve saçmalığını teyit etmektedir.

4- FKÖ ve Filistin Otoritesinin Filistin meselesi hakkında attıkları adımlar, ne İslam ümmetinin maslahatlarını ne dinini ne şeri hükümlerini temsil etmektedir. Aksine sömürgeci kafirlerin çıkarlarını temsil etmektedir.

5- Tekrar vurgularız ki Filistin arzı, Aleyhi's Selam'ın gönderilmesinden kıyamet gününe kadar bir bütün olarak dünyadaki tüm Müslümanların vakfıdır. Gerek FKÖ gerek Filistin Otoritesi gerekse Müslümanların yüzde birinden daha azını oluşturan Filistin halkının tamamı olsun hiçbir insan onun bir karşından dahi taviz vermeye hakkı yoktur.

6- Bugün Filistin meselesi, hiçbir şekilde ümmet tarafından görevlendirilmeyen ve onun kültürüne yabancı olan küçük bir zümre tarafından gaspedilmiştir. Bilakis bu zümreyi seçenler, Yahudilerden, Amerikalılardan, Avrupalılardan ve Ruslardan oluşan sömürgeci kafirlerdir ve Filistin meselesini tasfiye etmek için ona devletlerarası meşruiyet kazandırmaya çalışmaktalar. Bu, İslam ümmetinin tarihindeki siyasi aldatmaca ve saptırma operasyonlarının en büyüğüdür.

Filistin halkı, tüm Müslümanlar özellikle de etkin alimler, siyasiler, aydınlar ve düşünürler, FKÖ ve Filistin Otoritesinin adamlarını açık açık şöyle demelidirler: "Ellerinizi Filistin'in üzerinden çekin. Zira sizler sadece kendinizi temsil etmektesiniz! Mübarek Filistin arzı, ne sizin ne de babalarınızın mülküdür. Siz ve sizin etrafınızdakiler kimsiniz? Size işgalci Yahudiler lehine Filistin'in zerresinden taviz verme yetkisini kim verdi?" Sesinizi yükseltmelisiniz. Çünkü Filistin Otoritesi ve FKÖ'nün Filistin meselesinde tasarrufta bulunması ve onu heba etmesi karşısında sessiz kalmak Allah'ın kıyamet günü hesaba çekeceği büyük bir günahtır. O halde sesinizi yükseltiniz ve Aziz-ul Cebbar olan Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmayınız.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya'dan, Kültür Bakanı Per Stig Möller'e Açık Bir Mektup

Size, Hizb-ut Tahrir'in Afganistan işgali meselesini ele almak için düzenleyeceği foruma yönelik tepkinize ilişkin olarak bu açık mektupla sesleniyoruz. Öncelikle bu tepkinizin sorumluluk bilincine sahip bir kimseye yakışmayacak siyasi bir baskı şeklinde algılandığına dikkat çekmek isteriz. Zira kültür bakanı olarak, İskandinavya'nın Afganistan işgaline katılımı hakkında bir tartışma yapmak için açık bir buluşmadan ibaret olduğu halde hiçbir objektif gerekçe olamadan Kraliyet Kütüphanesi Yönetiminden formu düzenlememize izin vermesine gerekçe göstermesini talep ettiniz.

Binaenaleyh sizin bu açıklamanızı, işgali eleştirenleri korkutmayı ve vebali Danimarka parlamentosundaki siyasilere ait olan akıtılan kanları gizlemeyi hedefleyen bir karalama ve çarpıtma olarak görüyoruz. Bizler bu korkutmayı kınıyor ve Danimarka halkının Amerika Birleşik Devletleri'ne hizmet amacıyla güvenliklerini zayıflatan ve evlatlarının ölmesine yol açan bir savaşı kabullenmeye zorlanmaları doğru bulmuyoruz. Bundan dolayı işgal hakkındaki yapıcı ve dürüst bir tartışmaya mani olacak engellerin kaldırılması gerekli ve acil bir husustur. Bizler bunu Kraliyet Kütüphanesi'nde veya herhangi başka bir yerde tartışamaya kararlıyız. Karalama kampanyaları, siyasi baskılar, yasaklama ve kovuşturma tehditleri hiç umurumuzda değil.

Bizler Danimarka'daki siyasilerin arasında savaşa iştirak etmek gibi önemli hassasiyete sahip bir meselenin arkasında durabilecek kimselerin olmaması hakikati karşısında utanç duyan aydınların ve düşünürlerin olduğunu biliyoruz. Bu kişilerden işgalin derhal durdurulmasını ve Müslümanların beldelerine sık sık müdahale edilmesi karşısında durulmasını talep ederek etik sorumluluk düzeyinde hareket etmelerini talep ediyoruz. Rolü gereği bu, siyasilerin bu kabul edilemez davranışları sayesinde oluşturdukları boşlukların daraltılmasına ve kinin kaldırılmasına yardımcı olacaktır.

Ayrıca, "Bizler, Birleşmiş Milletleri'nin Taliban'ın tekrar Afganistan'daki otoriteye geri gelmesinin engellenmesini talep etmesine binaen Taliban Hareketi ile bir savaş içerisindeyiz." sözünüzle Afganistan'daki savaşa meşruiyet kazandırmaya çalıştınız.

Ancak işgalin ve sahte seçimlerin gölgesinde inşa edilen bozuk kukla bir sistemin talebine istinat ederken Birleşmiş Milletleri'nin kararının meşruiyetinin boyutu nedir? Zira bu hükümet, Afganistan halkını temsil etmediği gibi Kabil'deki yeşil alan dışında hiçbir otoriteye de sahip değildir!

Güçlü büyük devletlerin savaşlarına meşruiyet kazandırma ve bu devletlerin çıkarlarını güvence altına almanın bir aracıyken Birleşmiş Milletleri'nin temsil ettiği meşruiyet nerededir? Gerek Afganistan gerek Irak gerek Filistin gerekse başka yerlerdeki büyük devletlerin süren saldırıları ve ihlalleri karşısında kılını dahi kıpırdatmayan Birleşmiş Milletleri'nin ne derece güven olur? İşte bunların hepsi, güvenliği, adaleti ve mustazafları baskı ve zulme karşı korumayı garantilemeye muktedir istenen devletlerarası örgüt Birleşmiş Milletler olunca şüphe gölgesi bırakmaktadır. Ki bunlar, inandırıcılığa sahip devletlerarası bir referans olması arzulanan herhangi bir örgütün kendisinde bulundurması gereken zorunlu şartlardır.

Ayrıca sorarız: Mademki Birleşmiş Milletleri'nin kararları Danimarkalı siyasiler nezdinde esastır o halde ne diye Birleşmiş Milletleri'nin bir görevlendirmesi olamadan Irak'a yönelik Amerikan savaşına iştirak ettiler? Mademki Birleşmiş Milletler, gerçekten referanstır o halde Danimarkalı siyasiler, ne diye Birleşmiş Milletleri'nin Danimarka'daki yabancılar ve etnik ayrımcılık kanununa ilişkin olarak sık sık yaptığı eleştirilerini ve tavsiyelerini görmezden geliyorlar? Birleşmiş Milletler, işgal altındaki milletlerin kendilerini savunmaya hakkı oluğunu onaylarken siz ve arkadaşlarınız niçin buna ilişkin tutumları karalıyorsunuz?

Savaşa iştirak kararınız, Birleşmiş Milletleri'nin kararlarını dayanmamaktadır. Bilakis masum canlara kıyılması, vahşi işkencelerin işlenmesi, savaş lordları ve bozuk siyasilerle ortaklıkların kurulması, halklarının iradesini temsil etmeyen ajan sistemlerin çıkarılması gibi savaşın maliyetine rağmen Amerika'nın çağrısına icabet etmektir. Bu durumu ne Birleşmiş Milletleri'nin ne de bir başkasının meşrulaştırması imkansızdır! İşte tüm bunlar, savaşınızda Birleşmiş Milletleri'nin kararlarına dayandığınız iddianızın inandırıcılıktan yoksun bir mazeretten başka bir şey olmadığını göstermektedir.

Savaşın amacı, Taliban Hareketi'nin otoriteye ulaşmasını engellemektir sözünüz gelince; bu, Taliban Hareketi ile müzakere etmek ve onu Afganistan'daki yönetime ortak yapmak amacıyla yoğun çaba gösteren NATO'nun saptırıcı yalanlarından başka bir şey değildir! Ayrıca arakanızda Amerika Birleşik Devletleri'nin bu bölgedeki jeopolitik çıkarlarını bilen bir kişinin olması işgalin hedeflerinin Taliban Hareketi'nin hedeflerinin ötesinde olduğunu bilmesi kaçınılmazdır! Dahası birçok ankete göre Afgan halkının büyük bir çoğunluğu, NATO'nun varlığını istenmeyen bir işgal olarak görmektedir. Daha bundan sonra nasıl olur da bu tür özürlerin arkasına saklanabilirsiniz?

En şaşırtıcısı ise şu sözünüzdür: "Danimarkalı askerlerin hedef alınmasına teşvik edilmesi pusu kurmaktır." Bu, mesajımızı açıkça tahrif etmektir. Zira formumuzun konusu, İskandinav hükümetlerinin işgale iştirak etmesidir. Dolayısıyla orada bir işgal olduğu ve bu işgal de birçok Afganlının canına ve Danimarkalı askerlerin Amerika'nın çıkarlarına hizmet etmekte kullanılmasına mal olduğu sürece sessiz kalmayı reddedeceğiz. Bu bağlamda işgal altındaki halkların kesinlikle kendilerini savunmaya ve Danimarkalı askerlere karşı direnmeye hakları olduğunu da vurgularız. Bu hususta kınanması gereken birisi varsa o da bu acımasız işgale iştirak etme kararının arkasında duran Danimarkalı siyasilerden başkası değildir.

Binaenaleyh sizin bu açıklamanızı, işgali eleştirenleri korkutmayı ve vebali Danimarka parlamentosundaki siyasilere ait olan akıtılan kanları gizlemeyi hedefleyen bir karalama ve çarpıtma olarak görüyoruz. Bizler bu korkutmayı kınıyor ve Danimarka halkının Amerika Birleşik Devletleri'ne hizmet amacıyla güvenliklerini zayıflatan ve evlatlarının ölmesine yol açan bir savaşı kabullenmeye zorlanmaları doğru bulmuyoruz. Bundan dolayı işgal hakkındaki yapıcı ve dürüst bir tartışmaya mani olacak engellerin kaldırılması gerekli ve acil bir husustur. Bizler bunu Kraliyet Kütüphanesi'nde veya herhangi başka bir yerde tartışamaya kararlıyız. Karalama kampanyaları, siyasi baskılar, yasaklama ve kovuşturma tehditleri hiç umurumuzda değil.

Bizler Danimarka'daki siyasilerin arasında savaşa iştirak etmek gibi önemli hassasiyete sahip bir meselenin arkasında durabilecek kimselerin olmaması hakikati karşısında utanç duyan aydınların ve düşünürlerin olduğunu biliyoruz. Bu kişilerden işgalin derhal durdurulmasını ve Müslümanların beldelerine sık sık müdahale edilmesi karşısında durulmasını talep ederek etik sorumluluk düzeyinde hareket etmelerini talep ediyoruz. Rolü gereği bu, siyasilerin bu kabul edilemez davranışları sayesinde oluşturdukları boşlukların daraltılmasına ve kinin kaldırılmasına yardımcı olacaktır.

Son olarak sizin ve özellikle de arkadaşlarınızın tepkisi Batılı değerler, herhangi bir meydan okuyuşun karşısında dayanması imkansız kırılgan içi boş sloganlardan başka bir şey değildir sözümüzü doğrulamaktadır. Ayrıca bu savaştan kastınızın özgürlüğü ve demokrasiyi yaymak olduğu iddianızla da çelişmektedir. Böyle bir iddiada bulunmanız için öncelikle bu değerleri kendi ülkelerinizde icat etmelisiniz ki başkalarını ithal etmek istediğinizi iddia ederken biraz inandırıcılığınız olsun.

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER