Pazar, 05 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Almanya Şansölyesi, Avrupa'da İslam'a Karşı Kini Körüklemektedir

İslam ve Almanya'daki Müslümanların Alman toplumuna entegrasyonu hakkında Almanya'da dönen tartışmaların tam ortasında Almanya Şansölyesi Angela Merkel şöyle bir açıklamada bulundu: "Almanya'ya yüzlerce yıldır Nasranilik ve Yahudilik değerleriyle damgalanmıştır." Ve şöyle ekledi: "Müslümanlar, Almanya'da yaşamak istiyorlarsa şeraite değil anayasaya itaat etmelidirler." Bunun yanı sıra Müslümanların entegrasyon sürecinin ilerlemesinin zaruretine de vurgu yapmıştır.

Almanya Şansölyesi'nin bu açıklamaları, Amerika Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon), Amerikan uçaklarının Pakistan'da düzenlediği askeri operasyonların Alman Müslümanlar olduğundan şüphelenilen direnişçilerin ölümüne yol açması hakkında yaptığı histerik açıklamaların ardından gelmiştir. Bundan önce de Alman Federal Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarasin, içerisinde Müslümanların horlanmalara maruz kaldığı bir kitap yayınlamış ve Müslümanların Almanya toplumuna entegrasyonlarının başarısız olmasını eleştirmişti. Bunun ardından Almanya Devlet Başkanı Christian Wolf, Alman Birliğinin Yirminci Yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: "İslam Almanya'nın bir parçası haline gelmiştir!"

Bu açıklamaları yorumlarken aşağıdaki gerçekleri vurgulamak isteriz:

Birincisi: Almanya Şansölyesi'nin açıklamaları, son on yıl içerisinde güçlü bir şekilde yükselen birçok Avrupa politikacısının benimsediği Avrupa'nın sistematik politikası bağlamında gelmiştir. Bu politika ise İslam'ı ve şeriatı Avrupa halklarının bir düşmanı olarak tasvir etmeye, Avrupa'daki Müslümanların varlığın "bir güvenlik sorunu" ve "günah keçisine" dönüştürmeye dayanmaktadır. Bunu ise düşen popülerliklerini yükseltmek ve vahşi kapitalizm doğrultusunda ekonomik, maliye, sağlık ve eğitim gibi Avrupa'nın birçok sistemindeki katı değişiklikler hususundaki dikkatleri başka yöne çekmek amacıyla bu politikacılar tarafından tekrarlanan girişimler altında Avrupalı toplulukların acısını çektiği ekonomik ve toplumsal sorunların mesuliyetini Müslümanlara yüklemek yoluyla yapmaktadırlar...

İkincisi: Almanya Şansölyesi'nin bu açıklamaları, Müslümanları -delil ve fikir yoluyla- İslam mefhumlarını, değerlerini terke ve Batılı hadaratın çirkefliğine entegre etmeye ikna etmede başarısız olan Batılı politikacıların akıllarına tahakküm eden üstünlük algısını ifşa etmektedir. Böylece Müslümanları Batılı değerlere ve mefhumlara boyun eğmeye sevk etmek için baskıcı ve zorbacı politikalara, katı kanunlara ve güvenlik baskılarına başvurdular. Avrupa ve genel olarak Batıdaki bu resmi eğilim, Batı düşüncesinin, mefhumlarının ve değerlerinin kırılgan olduğunu -bir kez daha- teyit etmektedir. Aynı zamanda bu politikacıların, İslam dünyasının işlerine müdahale etmenin ve tek ümmet ile tek beldenin evlatları arasına anlaşmazlıklar sokmanın bir aracı olarak kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri "inanç, bireysel ve düşünce özgürlüklerinin", "insan haklarının" ve "azınlık haklarının" kutsiyetini gururla vurgularlarken ne denli ikiyüzlü olduklarını da göstermektedir.

Üçüncüsü: İslam karşıtı medyasal, siyasal ve kültürel iğrenç deformasyon kampanyalarına rağmen Avrupa'da ikamet eden Müslümanların genelinin dinlerine sımsıkı sarıldıklarının, Müslüman kuşakların dinlerini, hükümlerini ve değerlerini araştırmaya yöneldiklerinin, İslam davetini kendi ortamlarına taşıdıklarının, kültürünü kendi muhitlerinde yaydıklarının, on binlerce Batılının İslam'ı kabul etmeye meyil ettiklerinin ortaya çıkmasının yanı sıra İslam dünyasındaki genel kamuoyunun Raşidi Hilafet Devleti altında İslam Nizamı'nı ikame etmeye dönüşmesi; işte tüm bunlar, Batıdaki siyasi ve ekonomik karar vericilerinin; devletlerarası sahneye ve ilişkilere etki etmek üzere güçlü bir şekilde yolunu yarmaya devam eden küresel bir ideoloji ve kapsamlı bir hayat nizamı olan İslam'a karşı görüşlerinde bir değişim meydana getirmiştir. Bu da -bu kişilerin nazarında-, hızla İslami kimliği yok etmenin, Müslümanları ümmetlerinden koparmak için muhasara etmenin ve onları Batılı hadaratın potasında zorla eritmenin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmektir. Aksi takdirde Müslümanlar, Hilafet Devleti'ne dayanan gerçek bir güce, İslam davetinin fikri, siyasi ve medyasal bir platformuna ve kapitalizmin dehlizlerinde bocalayan Batılı halklara hidayet yolunu aydınlatacak bir kandile dönüşecektirler.

Dördüncüsü: Hizb-ut Tahrir, Batılı halklardan akıllı olanları, yöneticilerin saptırmalarının avı olmamaları, kendilerini iktidara taşıyan sermeye sahiplerine hizmet etmekten başka bir dertleri olmayan liderlerinin tuzaklarının gerçeğini idrak etmeleri, Batılı devlet organlarının iftiralarından ve aynen maktulü öldürüp sonra da cenazesine katılan kimse gibi olan istihbarat birimlerinin desiselerinden uzak kalarak hakka ulaşmaları için bilinçli ve insaflı bir şekilde İslam'ı araştırmaya yönelmeleri çağrısında bulunmaktadır.


Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Afgan savaşı neredeyse 10 yılını tamamlamasına rağmen Amerika, hala bataklığın içerisine saplanmış durumdadır... Obama, Afgan savaşını önceliklerinden kılacağını vaat etti ve Bush yönetimini gerçek savaşı ihmal etmekle suçladı. Obama'nın otoriteye gelmesi ve Afganistan'daki terörizme karşı strateji belirlemesinden bu yana Amerika, bu stratejide çelişkili bir görüntü sergilemektedir. Zira Amerika, bir yandan oradaki kuvvetlerinin sayısını artırırken diğer yandan bu fazlalığın 2011 yazında çekileceğini söylemektedir. Bu da bu stratejiye zarar vermektedir. Hatta General Petraeus da dahil bir çok yetkili, stratejinin etkisiz olduğunu, dahası orada Dışişleri Bakanlığı ile askeri birimler arasında bir çatışmanın olduğunu ifade eden birtakım haber raporları vardır.

O halde bu bataklığa düşmesine rağmen Amerika'nın Afganistan'a verdiği önemin boyutu nedir? Gerçekten ortada önceki cumhuriyetçi yönetimin bakışı ile mevcut demokrat yönetimin bakışı arasında bir anlaşmazlık var mıdır? Ayrıca Obama, kendisi ile komutanları arasındaki anlaşmazlıkların duyulmasına rağmen belirlemiş olduğu Afganistan'dan çekilme planında ciddi midir? Özellikle Avrupa'nın bu savaştan "bezmesinden" ve geri çekilme planları olduğuna dair haberlerin sızmasının ardından Afganistan'a komşu ülkelerin bir rolü var mıdır? Bu husustaki beklenti nedir?

Cevap:

1. Öncelikle bazı Amerikalı siyasi analistlerin, Doğu Asya'dan başlayıp Orta Asya ile çevresinden geçerek Avrupa'nın içerisine kadar uzanan tarihi Avrasya bölgesinin bir parçası olan bu bölge hakkındaki görüşleriyle başlayalım... Zbigniew Brzezinski, bu bölge hakkında şöyle demiştir: "Dünyanın en etkin ve güçlü devletlerinin vatanıdır. Küresel bir güç olmak için çalışan bütün tarihi liderler, Avrasya'da ortaya çıkmışlardır. En kalabalık ve bölgesel hegemonya arzusunda olan devletler -ki bunlar, Çin ve Hindistan'dır- Avrasya'da bulunmaktadır. Aynı şekilde Amerika'ya rakip olan siyasetçilerin ve ekonomistlerin tamamı bizzat Avrasya'dadır. Ardından Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra ekonomik ve silahlanmaya harcama yapma bakımından altı büyük devlet Avrasya'nın bu bölgesinde bulunmaktadır. Avrasya'daki bu büyük güçlerin tamamı, biri dışında aleni bir şekilde nükleer silaha sahiptir. Avrasya, dünya nüfusunun %75'ni temsil etmekte, dünyadaki gayri safi milli hasılasının %60'ına sahip olup enerji kaynakları ise %75'tir. Kısacası Avrasya'da bulunan güçler etki sahibi olup bu bölgeyi hatta Amerika'yı bile gölgelemektedirler. Avrasya'ya egemen olan bir güç, dünya ekonomisinde en çok üretimi olan üç bölgeden ikisi üzerinde, yani Batı Avrupa ve Doğu Asya üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olur... Zira o, otomatik olarak Orta Doğu ve Afrika'ya da hakim olur. Hakeza Avrasya'daki güç dağılımı üzerinde meydana gelenler, Amerika'nın küresel egemenliği ve tarihi mirası açısından büyük bir önem haizdir." [Avrasya Jeo-Stratejik ve Dışişleri / Eylül-Ekim 1997]

George Friedman, "Gelecek 100 Yıl: 21. Yüzyıl İçin Öngörüler" adlı kitabında şöyle demiştir: "Amerika Birleşik Devletleri'nin temel bir hedefi vardır. O da Avrasya'da kendisine rekabet edecek herhangi süper bir gücün ortaya çıkmasını engellemektir... Ne kadar siyasi konuşma ile gizlenirse gizlensin Amerika'nın kaygılarındaki ironi, bu gücün ortaya çıkmasını engellemesi kendi gücünü oraya sokmaktan daha önceliklidir! Bu nedenle olası başka bir güce açık olan bölgelerdeki politikası, bu bölgelerde istikrarsızlık, kaos, kargaşa çıkarmak ve bu gücün ortaya çıkmasını önlemeye dönük engeller oluşturmak... Nitekim Amerika'nın İslam Devleti'nin büyük bir güç olarak ortaya çıkmasını engellemek için İslami bölgedeki istikrarsızlığı körükleyerek yükselen İslam depremine karışı davranışları bunu açıklamaktadır... Böylece Avrasya'daki barışın bozulması Amerika'nın çıkarına değildir... Avrasya'da kendisiyle rekabet edecek süper bir gücün ortaya çıkmasını önlemek için istikrarı engellemedeki çıkarına göre bölgede başarı elde etmek de Amerika'nın çıkarına değildir. Dolayısıyla Amerika'nın tek derdi, bölgede istikrarı sarsmak olup istikrarlı bir düzen değildir."

2. Avrasya'nın merkezi bir parçasını oluşturan bölge, Orta Asya, Afganistan, Pakistan ve İran'ın Batısıdır. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri'nde ardışık hükümetlerin ideolojik eğilimlerini (neo-muhafazakarları ve realistleri) göz ardı ederek Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye Amerikan hegemonyasını yerleştirme projesinde Afganistan ve Pakistan'ı kullanmaya odaklanmayı benimsemesi şaşırtıcı değildir. Aslında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki politikacıların belleklerinin bir köşesinde, Sovyetler Birliği'ni hezimete uğratmak için Afganistan ve Pakistan'ı kullanmak hala durmaktadır. Nitekim geçenlerde Brzezinski ile yapılan bir röportajda, geçen yüzyılın seksenlerinde süper güçlerin Avrasya üzerindeki çarpışmasının Afganistan için olduğunu itiraf etmiştir. [Rusya el-Yevm/ 26 Eylül 2010] Bu nedenle Amerika, 11 Eylül olaylarından sonra Afganistan'ın şüpheli işgali sayesinde stratejik hedeflerini güvenceye almaya çalışmıştır ki bunlar özetle şunlardır:

* Rusya ve Çin'in Asya ve Avrupa üzerindeki hegemonyasını engellemek

* Hilafet Devleti'nin ortaya çıkmasını engellemek

* Hazar Denizi ve Ortadoğu'daki petrol ve doğalgaz kaynaklarına hakim olmak

* Hazar Denizi ve Ortadoğu'nun hidrokarbon kaynaklarına hakim olmak ve hayati çıkarlarına transfer etmeyi güvence altına almak.

Ne bu hedefler ne Afganistan'ın işgali ne Amerikan askeri varlığının bu ülkede uzun vadeli kalması ne de özellikle Eski Sovyetler Birliği'nin uzayı olmak üzere civar ülkelerin istikrarını sarsmak için Amerika'nın Afganistan'ı istismar etmesi hakkında cumhuriyetçiler ile demokratlar veya neo-muhafazakarlar ile realistler arasında bir anlaşmazlık vardır. Anlaşmazlık, hedefler üzerindedir. Yani Amerika'nın bu stratejik hedefleri, kısa vadede gerçekleştirme gücü ile Amerikan askeri gücünün oynayacağı merkezi rolün etkinliğinin yanı sıra işgalin yapısındadır.

Zira Bush döneminde, yönetimi tamamen Irak'taki olaylarla meşguldü. Bu da Taliban'a kendi saflarını yeniden düzenleme ve Afganistan'a yayılma fırsatı verdi. Obama başkan oluncaya kadar bu durum böyle devam etti. Obama gelince Afganistan'da çalışma stratejisini gözden geçirmeye ve Peştun direnişini bastırmak için yeni araçlar takip etmeye başladı. Obama, Afganistan'daki durumu inceledikten sonra aşağıdaki operasyonel hedefler üzerinde karar kıldı:

a-Afgan hükümetinin otoritesini ülkeye dayatma gücünü arttırmak. Bu da Afgan güvenlik güçlerinin, polisin, ordunun inşa edilmesi, sadık deneyimli yöneticilerin atanması ve Afgan hükümeti içerisindeki yolsuzluğun azaltılması demektir.

b-Amerikan işgaline karşı çıkan el-Kaide örgütü ile Peştun unsurlarının hezimete uğratılması.

c-Ilımlı Taliban savaşçılarının merkezi hükümete katılmaya teşvik edilmesi.

d-Afgan sorununu bölgesel bağlamda çözme hususunda Amerika Birleşik Devletleri'ne ortak olmada İran, Hindistan, Rusya, Çin ve diğer devletlerin yardımını almak.

 

3. Tekrar etmek gerekirse bu hedeflerin Bush yönetimi dönemindeki hedeflere kıyasla sadece ayrıntılarda farklılık vardır. İkisi arasındaki en büyük farklılık, hedefleri gerçekleştirmek için kullanılan üsluplardadır. Yani Afganistan'da konuşlanacak Amerikan askeri varlığının hacminin ne kadar olacağı, bunun derinlik boyutu ve Pakistan'ın savaşa katılma konusudur... Zira Bush yönetimi, konuşlanacak Amerikan askeri varlığının hacmini sınırlandırmak ve Pakistan'ın kabile bölgelerine daha fazla ortak olmasını aşamalı olarak ima ederek bu hedeflerin gerçekleştirilebileceği görüşündeydi. Obama ise askeri ve seçimsel bir politika benimsemiştir. Zira bir taraftan Amerikan ordusunun daha çok müdahale etmesi, Afganistan bölgesine daha fazla Amerikan askerinin gönderilmesi ve kabileler bölgesindeki savaşın takibatında Pakistan'ı aktif bir rol oynamaya zorlamak için çalışırken diğer taraftan Amerikan seçmenlerini, 2012 yılında Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerinin hacmini azaltma vaadi ile hoşnut etmeye çalışmıştır!

Obama, 01 Aralık 2009 günü şu açıklamada bulundu: "Bu akşam 30.000 ek kuvvet gönderileceğini açıklıyorum. Bu kuvvetler, silahlı gurupları hedef alabilmek ve başlıca yerleşim merkezlerinin güvenliğini sağlayabilmek için mümkün olan en hızlı şekilde 2010 yılının ilk çeyreğinde konuşlanacaktır. Bu ek kuvvetler, Amerikan ve uluslararası kuvvetleri bize, sorumluluğu Afgan kuvvetlerine teslim etme sürecini hızlandırma fırsatı vereceği gibi 2011 Temmuz ayında Afganistan'daki kuvvetlerimizi transfer etme fırsatı da verecektir." [Amerikan'ın Sesi Radyosu] Böylece 2010 yazında gidecek olan 30.000 Amerikan askeri ile birlikte toplam Amerikan asker sayısı 100.000 bini bulacaktır. Şu anda Afganistan'daki yabancı kuvvetlerin sayısı ise 150.000 bin olup bu sayı 100.000 bin Amerikan askerini de kapsamaktadır. Güvenlik, ulaşım ve lojistik hizmet temini amacıyla Afganistan'da bulunan müteahhitlerin sayısı ise 15 Aralık 2009 tarihli savunma bakanlığının verilerine göre 2009 Eylül ayı itibarıyla 104.100 kişiye ulaşmıştır. Bunun içindir ki Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliği altındaki kuvvetlerin toplam sayısı, yaklaşık 250.000'i bulmaktadır. Pakistan'ın kabileler bölgesindeki Afgan sınırının Pakistan tarafındaki kuvvetlerin sayısı ise 140.000'dir. [İnternet Üzerinden el-Fecr Gazetesi/02 Şubat 2010] Bu da Taliban hareketinin savaştığı kuvvetlerin toplam sayısının yaklaşık 390.000 bin olduğu anlamına gelmektir.

 

4. Çekilme takvimi, hem Obama yönetiminin içerisinde hem de Obama ile komutanları arasındaki tartışmalara ve konuşmalara damgasını vurdu. En basitinden birçok ileri gelen politikacıların yanı sıra askeri kurum, 250.000 bin asker bulunmasına ve çekilme zamanına bağlı kalınmasına rağmen Obama'nın belirlediği bu hedeflerin geçekleşmesinin imkansız olduğu görüşündeler. Nitekim Obama ile ordu arasındaki gerilimin en göze çarpan kurbanı, Obama tarafından Afganistan'daki ordu komutanlığından alınan General McChrystal'dir. Obama, onu görevden aldığında, "McChrystal'in açıklamalarının yönetime etki eden bir davranışı temsil ettiğini" ifade etmiştir. Zira o, "Askeri kurum üzerindeki demokratik sistemimizin kalbi olan sivil denetimi zayıflatmaktadır." [MSNBC.com/23 Haziran 2010] Pentegon, McChrystal'in kovulmasından sonra bile Obama'nın Afganistan'dan çekilme takvimine hala şüpheyle bakmaktadır. Nitekim Savunma Bakanı Gates, McChrsytal'in yerini alan General Petraeus'a birtakım güvenceler vermiş, çekilme planının "mevcut şartlara göre" olacağını teyit etmiş, General David Petraeus'un vakıa zemininde olduğunda genel olarak başkanın stratejisiyle müttefik olduğunu, durumu bizzat değerlendireceğini, tavsiyelerini başkana ileteceğini, bunun herhangi bir askeri komutan tarafından yapılması gerektiğini, başkanın bu tavsiyeleri memnuniyetle karşılayacağını, ancak sonunda bu stratejide alınabilecek değişiklikler olduğunda bu hususta başkanın karar vereceğin ifade etmiştir. [CBS News/24 Haziran 2010 İnternet Üzerinden]

Çekilme takvimine şüpheyle bakan bir diğer isim ise ABD Deniz Kuvvetleri'nde Kolordu Komutanı olan General James Conway adındaki Amerikan komutanıdır ki o, şöyle demiştir: "Şu anda bizler, kuvvetlerimizin çekilme takvimini belirlemenin muhtemelen düşmanlarımızı güçlendireceği görüşündeyiz... Gerçek şudur ki: "Yavaş yavaş uzun bir sürece dayanmaktan başka bir çaremiz kalmamaktadır." Gerçeği söylemem gerekirse: "Durumların lehimize dönüşmesi için uzun seneler bölgede kalmamız gerekecek." [BBC News Online/24 Ağustos 2010]

 

5. Ancak Obama ile ordu arasındaki çatlakları su yüzüne çıkaran en büyük gösterge, Bob Woodward'ın Obama'nın Savaşları adlı kitabında ortaya çıkmıştır. Zira Woodword, Afganistan'daki Amerikan stratejisini ele elmaya ve değerlendirmeye dönük defalarca yapılan toplantılar sırasında başkanın Afganistan'daki hedeflerinden bahsederken zafer hakkında konuşmaktan kaçındığını ifade etmiştir.

Başkan, Beyaz Saray'da kısa vadedeki bir gerginlik durumunda kendisini 30.000 ek asker göndermeye sevk eden gerekçeleri savunurken, "Afganistan'a gitmemiz ve oradan çıkmamızın gerekçesi hakkında bir plana ihtiyacımız vardır" demiş ve şöyle eklemiştir: "Yaptığımız her şey, varlığımızı güçlendirecek bir noktaya ulaşma keyfiyetine odaklanmalıdır. Bu, ulusal güvenlik çıkarımıza olan bir şeydir ve herhangi bir manevra alanına yer olması imkansızdır." Sonra konuşmasını şu sözüyle süsledi: "Bunu gerçekleştirmek için iki senemiz vardır." Yazarın ifade ettiği üzere oturumunun sonunda şöyle demiştir: "Çıkmaya dönük bir strateji istiyorum." Başkan Yardımcısı Joseph Biden ile alternatif strateji hakkında yaptığı özel görüşmede Obama, ek kuvvet gönderilmemesine karşı çıktığı gibi çekilme zamanı için de bir takvim belirlemiştir! Buna da seçim kampanyasında vermiş olduğu vaadini gerekçe göstererek şöyle demiştir: "Vaatlerimi yerine getirmeyerek demokrat partinin kaybetmesine katkıda bulunamam..." [Obama'nın Savaşları/Bob Woodword]

6. Yukarıdaki açıklamalardan da görüldüğü üzere Amerika'nın temel kaygısı, Amerikan kuvvetlerinin bir kısmını 2012 Amerikan seçimlerinden önce Afganistan'dan evlerine geri döndürmektir.

Aynı zamanda Amerikan ordusu, nihai çekilme takviminin gerçekleşmesi üzerinde ısrar etmekte, Obama'nın çekilme planına şiddetle karşı çıkmakta ve pentagon buna, hedefleri gerçekleştirmek için son derece tehlikeli bir plan olarak bakmaktadır.

Obama'nın, Amerikan kuvvetlerinin tamamını, yani 100.000 bin askeri çekme niyetinde olmadığını da teyit etmek gerekir. Zira geçenlerde "Afganistan Çalışma Gurubu'nun", "Geleceğin Yeni Rotası" başlıklı beş nokta altında yayınladığı belgeye göre Amerikan kuvvetlerinin Ekim 2011 yılında 68.000 bine, Temmuz 2012 yılında 30.000 bine düşürülmesi tavsiye edilmiştir. Böyle bir adım, Amerika'nın büyük askeri varlığına olan iç kamuoyunun kızgınlığın şiddetini hafifletmesi için Amerika Birleşik Devletleri'ne yıllık en az 60 ila 80 milyar dolar getiri sağlayacaktır.

Kuvvet sayısının 50.000 bine düşürülmesine çağrıda bulunan başka çalışmalar da vardır. Mesela O'Hanlon, "Afgan Savaşı Nasıl Kazanılır?" başlıklı yazdığı makalede Obama'nın Afganistan'da 50.000 bin küsur Amerikan kuvvetinin bulunmasına rağmen yeniden seçilmesi için kendisinin aday olacağını öngörmektedir. [Dışişleri/2010] Bu da Amerika'nın stratejik hedeflerini ileride de sürdürmek için Afganistan'daki büyük askeri varlığını muhafaza edeceği anlamına gelmektedir.

 

7. Velhasıl: Obama'nın, 11 Temmuz 2011'de kuvvetleri Amerika'ya geri döndürme ısrarı, Amerika Birleşik Devletleri'nin hedeflerini gerçekleştirme gücünü zayıflatmıştır. Zira hem 100.000 bin Amerikan kuvveti bulunmasına ve çekilme takviminin dar ve yakın bir zamanla sınırlandırılmasına hem de Avrupa'nın ek asker katkısında bulunmaya hazır olmamasına rağmen Amerika, mücavir devletleri Afganistan sorununa dahil etmek için ciddiyetle çalışmaktadır. Nitekim 19.10.2010 pazartesi günü Amerika, "Afganistan'daki Uluslararası Temas Gurubu" yoluyla 46 devletin yanı sıra İslam Konferansı Örgütü de dahil uluslararası örgütlerin katıldığı Roma'da yapılan bir konferansa öncülük yapmıştır! Hatta İran bile bu konferansa ilk defa katılmış ve Amerika'nın temsilcisi Holbrooke, İran'ın Afganistan'da oynayacağı bir rolü olduğunu açıklamıştır... Ayrıca Amerika Savunma Bakanlığı, yoğun bir şekilde Pakistan'ı, daha fazla sayıdaki askeri kabileler bölgesine konuşlandırması ve orada ikamet eden silahlı kişileri buna ortak etmek için zorlamaya odaklanmaktadır. Amerika, işgalin Afganlılar tarafından kabul görmesi ve askeri varlığını tehdit eden tehlikeyi hafifletmek için Peştun direnişinin şiddetini azaltmaya ve Afgan Taliban hareketindeki bazı gurupları Afgan hükümetine çekmeye muhtaçtır. Ancak Pakistan ordusunun Hindistan'dan korkması ve sel krizi ile boğuşması yeni bir ek asker konuşlandırmasını zorlaştırmıştır.

Amerika, kışkırtıcı bir şekilde hatta Pakistan'daki ajanlarını bile kışkırtacak şekilde "insansız uçaklarla" kabileler bölgesine yaptığı saldırılarını arttırmıştır. Zira kabileler bölgesine saldırılarla yetinmeyerek Pakistan askerlerine saldırması, malzemelerin geçtiği Afganistan'a giden sınır koridorlarını kapatmaya sevk edecek derecede Pakistan otoritesi zor durumda bırakmıştır. Ancak insanların öfkesini dindirmek amacıyla bir süreliğine tekrar geri açmıştır.

Gerek Amerika'nın Afganistan'a gönderdiği binlerce askere gerek Pakistan yöneticilerinin Amerika ile gizli ittifak kurmalarına gerek insansız uçakların saldırılarının artmasına gerekse Amerika'nın ılımlı ve ılımlı olmayan Talibanların üzerinde durma çabalarına rağmen Amerika, hala Afganistan bataklığına saplanmış durumdadır... Amerika, hem Afganistan'daki heybetini koruyamayacağının hem de kendi ayakları üzerinde durarak oradan çıkamayacağının farkındadır. Bunu yapması ise ancak bazı Afganlı direniş guruplarını kazanması, yani Afganistan'a transfer etmek amacıyla Irak'taki es-Sahve projesini orada da canlandırmasıyla mümkündür. Görünen o ki Amerika, henüz bu hususta başarılı olamamıştır... Görüldüğü üzere Amerika, daha da kötüye giderek gerisin geriye gitmektedir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Gerçek Değişim, Amerikan Ajanlarının Yönetimini Sona Erdirecek Olan Hilafeti İkame Etmektir" Hizb-ut Tahrir, 5 Kasım Cuma Günü Kalabalık Yürüyüşler Düzenleyecek

Hizb-ut Tahrir, 5 Kasım 2010 cuma günü ülkenin tüm bölgelerinde, "Gerçek Değişim, Amerikan Ajanlarının Yönetimini Sona Erdirecek Olan Hilafet'i İkame Etmektir" başlıklı kalabalık yürüyüşler düzenleyecek. Bu yürüyüşlerin maksadı; hayatlarını, kendilerine uygulan kapitalizmin zulümatından İslam'ın nuruna kavuşturacak arzulanan gerçek değişim noktasında İslami ümmeti bilinçlendirmektir.

İnsanlara, siyasi ve askeri liderler yoluyla kapitalizm nizamının dayatıldığı son günlerde herkes değişim hakkında konuşmaktadır. Bu nizam, geçtiğimiz altı on yıl boyunca insanlara ve ülkeye her hangi bir hayrı getirmede başarısız olmuştur. Zira elektriklerin kesilmesi, doğalgazın yetersizliği insanların hayatını karanlığa dönüştürmüş ve temel ihtiyaçların fiyatlarındaki zamlar ise dayanılmaz hale gelmiştir. Nitekim fiyatlardaki yükseklik, 50 milyon küsur Pakistanlıyı her gece aç olarak uyamaya mecbur etmiş, ülke dış borç bataklığına saplanmış, Pakistan Amerika'nın hamisine dönüşmüştür. Tüm bunlar ise nükleer silaha ve dünyanın yedinci büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Pakistan'da gerçekleşmektedir!

Peş peşe gelen ülke yöneticileri, kapitalizm nizamı ile yönetmeye hırs göstermektedirler. Her ne zaman insanlar yöneticilere karşı huzursuz olsalar ve Batılı efendilerinin politikalarını uygulamada yöneticileri engelleme boyutuna ulaşacak derecede karşı çıksalar sömürgeci emperyalistler, hemen Pakistan'daki sömürgeci nizamı kurtarmak için o anki mevcut ajan yöneticiyi basit bir şekilde kurban edip seçimler veya askeri darbelerle yoluyla yeni bir ajan yönetici getirmektedirler.

Bunun içindir ki insanlar, mevcut nizama ve kafir nizama katılmaya gönüllü liderlere olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Zira bu emperyalist nizamın ıslahı mümkün olmadığı gibi onun aracılığı ile değişimi aramakta imkansızdır.

Gerçek değişimi gerçekleştirecek olan sadece Hilafet'tir. Zira Hilafet Nizamı, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] katından gelen bir nizamdır. Hilafet Nizamı insanları, bir avuç küçük bir zümrenin heves ve isteklerine terk etmez. Bu nedenle Hilafet Nizamı, insanları beşerin esaretinden ve zulmünden kurtaracaktır.

Hizb, tüm insanları gerçek değişim hususunda bilinçlendirmek için 5 Kasım 2010 cuma günü ülkenin muhtelif bölgelerinde kalabalık yürüyüşler düzenleyeceğini ilan eder. Bu yürüyüşler sayesinde gerçek değişimin sırf kurulmasıyla bile NATO kuvvetlerinin ikmal yollarını kesecek, Kabileler ve Belucistan bölgelerindeki Müslümanlar ile el ele verip çalışmasının ardından Amerika'nın kafasını ezecek, Petrol, doğalgaz, elektrik santralleri, altın, bakır, kömür ve diğer madenleri kamu mülkiyetine geri döndürecek, faizli kredilerin faiz ödemesini durduracak, gelir ve satış vergisi gibi vergileri ortadan kaldıracak, harac, öşür ve zekatın toplanması gibi Bet-ul Mâl'in gelirleriyle ilgili şeri hükümleri tatbik edecek olan Hilafet Devleti'nin kurulmasıyla mümkün olacağı fikri yerleştirilecektir. Dolayısıyla Hilafet, gece gündüz İslami beldeleri birleştirmek için çalışacak ve işte o zaman dünyanın birinci ve en güçlü devleti olacaktır.

Hizb-ut Tahrir, basını, siyasi partilerden muhlis olanları, alimleri, avukatları, düşünürleri ve tüm insanları; "değişim" adı altında işlenilip tekrarlanan hıyanetler noktasında ümmeti uyarmak ve gerçek değişimin Hilafet Devleti'ni kurmakla olacağı hususunda ümmeti irşat etmek için çalışmaya davet eder.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Sorular ve Cevaplar

Soru-1: Müslüman bir avukatın, servetinin bir kısmını yada tamamını köpek bakım kurumu veya gece kulübü gibi bazıları garip olan yada haram olması muhtemel kurumlara vasiyet eden gayrimüslim bir müşterinin vasiyetini İngiliz kanununa göre yazması caiz midir?

Cevap-1: 1- Şayet kafir olan vasiyet sahibi ile Müslüman avukat arasındaki muamele, ücretli Müslüman bir katibe yazdırması gibi kafirin vasiyetinin yazılması için bir kiralama muamelesi olursa bu, vasiyeti yazma karşılığında bir icar akdi olur. Dolayısıyla avukat, kafirin kendisine yazdırdığı vasiyeti yazabilir, ardından bunun ücretini alabilir, bundan sonra avukatın vasiyet mevzusu ile bir ilişkisi yoktur...

Şayet durum böyleyse, vasiyetin içerisinde İslam akidesine aykırı herhangi bir şeyin zikredilmemesi şartıyla bu caizdir. Çünkü İslam akidesine aykırı bir şeyin yazılması bu şeyi telaffuz etme hükmünü alır ki bu caiz değildir.

Buna rağmen içerisinde İslam hükümlerine aykırı hükümler olduğu sürece vasiyetin yazılmaması daha evladır. Bu da kafirin vasiyetinde geçen bu hükümlere rıza gösterme şüphesinden kaçınmak içindir.

2- Şayet vasiyet sahibi ile avukat arasında olan muamele, bir vekalet muamelesi olursa; yani vasiyet sahibinin vekili olan avukat, vasiyeti uygular... ve ilgili kişilerle bağlantı kurup vasiyet hakkında onları bilgilendirir ve vasiyet sahibinin vekili olarak vasiyeti uygularsa; bu caiz değildir. Çünkü bu durumda Müslümanın iman ettiği İslami şeri hükümlere muhalif olan bir vasiyeti uygulamış olur...

 

Soru-2: Birçok neşriyatlarımızda ve kitaplarımızda ister ayni isterse (altın ve gümüş) destekli kağıt para olsun para hususunda onun altın ve gümüş olacağını zikrettik. Zira Şeyh Abdülkadîm Zellum [Rahimehullah]'ın el-Emvâl kitabında aynı mevzu hakkında şöyle geçmiştir: "Devlet; altın, gümüş ve temel para birimi altın olduğu sürece uygun olan herhangi başka bir madeni kullanabilir." O halde devlet, altın ve gümüşün yanı sıra platin yada elmas ve benzerleri gibi değerli maden (karşılığı olan) destekli parayı kullanabilir mi?

Cevap-2: İslam'da para, doğrudan altın ve gümüş veya Beyt-ul Mâl'de altın ve gümüş karşılığı olması şartıyla kağıt para gibi diğer araçların kullanılmasıdır.

El-Emvâl kitabında zikredildiği üzere önemsiz şeyler için bakır gibi ucuz madenler kullanılabilir. Çünkü önemsiz şeyler için altın veya gümüş birimlerinin basılması durumunda bunların ağırlıkları çok hafif olacağından kullanılması güç ve tedavüle de uygun olmayacaktır. Bu nedenle ya bakır gibi daha ucuz madenler basılır yada hafif ağırlıkta olan altın ve gümüş ile büyük orandaki ucuz maden karıştırılır ki karışım, çok ucuz olan şeyleri satın almak için tedavüle uygun ağırlıkta olsun.

El-Emvâl kitabında şöyle geçmektedir:

"...Daha düşük değerdeki eşyaların alım satımında kullanılmak üzere devletin, bu miktardan daha küçük ağırlıklarda gümüş para bastırması mümkündür. Ancak bu birimlerin gümüş olarak ağırlıklarının, çok hafif olması ve saf gümüşten basılmış olmaları nedeniyle bunlarla işlem yapabilmenin zor olabileceğinden, birimin içerisindeki gümüş ağırlığının açıkça olması koşuluyla herhangi bir sahtekarlığı engelleyecek şekilde bu birimlerin içerisine diğer değersiz madenlerden belli oranlarda ilave yapılabilir.

Böylece Müslümanlar da altın ve gümüş sistemini, yani çift maden sistemini uygulamışlardır. Abbasilerin son dönemleri ile Mısırdaki Atabek zamanında Müslümanlar, değeri az olan şeylerin alınmasında ve satılmasında kullanmak üzere, altın ve gümüşün yanında azda olsa zati bir değerinin bulunmasından dolayı bakırdan paralar bastırdılar. Ancak bunlar altın ve gümüş yerine kullanılmamaktaydı. Bunların yalnızca bakır olarak belli değerleri vardı. Yani değeri çok ucuz olan şeyleri alabilmek içindi..."

Hakeza altın ve gümüşün dışında kullanılan madeni paralar, genellikle ucuz türden olmaktadırlar. Ancak tedavülde altın ve gümüşten daha yüksek değerde olan madeni paralar kullanılmaz. Çünkü mevzu, tedavül için uygun ağırlığı gerektiren önemsiz şeyler hakkındadır. Altın ve gümüşten olması halinde çok hafif olur. Bu durumda kullanmaya uygun ağırlıkta olması için ucuz maden kullanılmalıdır. Bu ise tedavülde pahalı bir madenin kullanılmasıyla olmaz.

Platin veya elmas gibi değerli mücevherattan olan altın ve gümüşten daha pahalı madenlerin şeri para olarak edinilmesinin cevazı hakkında olana gelince; bu caiz değildir. Çünkü şeri delillere göre paranın altın ve gümüş olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla altın ve gümüşten daha pahalı olsa bile Beyt-ul Mâl'de başka bir madenin karşılığının bulunması caiz değildir. Çünkü şeri hükümlere göre nakdi karşılık altın ve gümüştür. Bunun dışındaki madenler ise sadece emtialardan bir emtiadır.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Ben resim çizimi ile ilgili bir meslekte çalışıyorum ve bu sırada aşağıdaki işleri yapmaya maruz kalıyorum:

* Resimleri düzenleme ve düzeltme, (yani göz rengini veya yüzün bazı özelliklerini değiştirme gibi kırışıklıkları gidermek)

* Gerçeğe benzer insan ve hayvan resmi çizmek

* Baskıda hazırlanan suret ve resimleri kullanmak

* Kendi resmimi kullanmak yerine başka tasarımcıların suretlerini veya resimlerini veya logolarını kullanmak

* İnsan veya hayvan sembolleri çizmek; ("yaya geçidi" veya "yangın merdiveni" veya "köpeklerle gezinti yasaktır" gibi yol levhaları)

* İnsan veya hayvan vücudu parçaları çizmek; (tokalaşma görüntüsü veya işaret parmağı veya at başı... saç gibi)

* Gerçeğe benzemeyen insan ve hayvan resmi çizmek; (karikatür gibi)

* Aslen gerçekte var olmayan hayali masal karakterleri çizmek

Bu işlerin şeri hükmünün açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizleri mübarek kılsın.

 

Cevap: Resim çizimi ile ilgili sorulara cevap vermeden önce şu iki hususu vurgulamak isteriz:

 

Birincisi: Aşağıdaki cevaplar, resim çizme, yani elle resim çizmenin şeri hükmü hakkındadır. Hadislerde varit olan mana işte budur ve "fotoğraf" makinesi ile resim çekmek değildir. Zira bu, yani "fotoğraf" makinesi ile resim çekmek mubah olup hadisler buna intibak etmez.

 

İkincisi: Aşağıdaki cevaplar, gölgesi olmayan yassı düz resimler/suretler hakkındadır. Gölgesi olan tasvir, yani heykellere gelince; cevapların sonunda açıklandığı üzere çocuk oyuncakları müstesna -ki bunların cevazına dair deliller varit olmuştur- bu husustaki şeri delillerden dolayı heykeller tüm halleriyle haramdır.

 

Şimdi gönderdiğiniz resim çizimi ile ilgili soruların cevapları şu şekildedir:

Şu İki Soruya Gelince:

* Resimleri düzenleme ve düzeltme, (yani göz rengini veya yüzün bazı özelliklerini değiştirme gibi kırışıklıkları gidermek)

* Gerçeğe benzer insan ve hayvan resmi çizmek

Bu iki soru, ruhu olan şeyleri çizmek veya kırışıklıkları ve yüzün bazı özelliklerini gidermek gibi ruhu olan şeylerin resimleri üzerinde el çizimi ile yapılan değişikliklerle ilgilidir... İster kalem isterse "bilgisayar" üzerinde "fareyi" kullanarak çizilen resim olsun delillerde varit olan haramlılık buna intibak eder. Zira insan çabası ile çizilen resim olduğu sürece bu, ruhu olan bir şeyi taklit etmektir. Dolayısıyla haramlılık buna intibak eder. El-Buhari, İbn-u Abbas'ın Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahric etti: مَنْ صَوَّرَ صُورَةً فَإِنَّ اللَّهَ مُعَذِّبُهُ حَتَّى يَنْفُخَ فِيهَا الرُّوحَ وَلَيْسَ بِنَافِخٍ فِيهَا أَبَدًا "Kim bir resim/suret yaparsa Allah, yaptığı resme ruh üfleyene kadar ona azap eder. Hiçbir zaman ona ruh üfleyecek de değildir." İbn-u Ömer kanalıyla Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahric etti: إِنَّ الَّذِينَ يَصْنَعُونَ هَذِهِ الصُّوَرَ يُعَذَّبُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُقَالُ لَهُمْ أَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ "Bu resimleri/suretleri yapanlar kıyamet günü azap görürler. Onlara; 'Yarattıklarınıza haydi hayat verin' denir."

Şu İki Soruya Gelince:

* Baskıda hazırlanan  suret ve resimleri kullanmak.

* Kendi resmim yerine başka tasarımcıların suretlerini veya resimlerini veya logolarını kullanmak. Yani soruyu soran kişi tarafından çizilmeksizin bunların başkalarından alıntılanması. Buna intibak eden resim elde etmenin hükmüdür. Bu da üç çeşittir:

a- Eğer bu resimleri salah seccadesi veya mescit perdeleri veya mescit reklamları ve ilanları gibi ibadet mekanlarına asmak amacıyla alıntılamışsanız; bu haram olup caiz değildir. Buna dair delillerden bazıları şunlardır:

İbn-u Abbas'ın şu hadisidir: Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Kabe'nin içindeki resimler imha edilinceye kadar ona girmeyi reddetmiştir. Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Kabe'nin içerisindeki resimler imha edilmedikçe ona girmeyi reddetmesi ibadet mekanlarına resim asılmasının kesin olarak terk edilmesine dair bir karinedir. Dolayısıyla mescitlerdeki resimlerin haram olduğuna dair bir delil olur:

İmâm Ahmed, İbn-u Abbas'tan şu hadisi tahric etti: أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمَّا رَأَى الصُّوَرَ فِي الْبَيْتِ يَعْنِي الْكَعْبَةَ لَمْ يَدْخُلْ وَأَمَرَ بِهَا فَمُحِيَتْ "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], beytin, yani Kabe'nin içerisindeki resimleri görünce girmedi ve onların imha edilmesini emretti."

b- Eğer başkası tarafından çizilen resimleri ibadet mekanı dışındaki yerlerde kullanmak amacıyla alıntılamışsanız; varit olan deliller bunun caiz olduğunu beyan etmiştir:

- Mekruh olmakla birlikte resim, evin perdeleri veya kültürel kurumların açıklama araçları gibi ihtiram veya tazim mekanlarında veya giyilen tişört veya elbise üzerinde... veya ibadetle bir ilgisi olmayan okullarda, ofislerde, ilanlarda kullanmak veya odanın girişine asmak veya görüntüyü güzelleştirmek için giymek ve benzeri amaçlarla alıntılanmışsa; bunların hepsi mekruhtur.

- Mubahtır; yer halısı veya üzerinde uyunan ve yatılan "minder" ve sırt yastığı üzerinde olması veya yerde ayaklarla çiğnene resimler ve benzerleri gibi ibadet mekanları ve ihtiram mekanları dışındaki yerlerde kullanmak amacıyla alıntılanmışsa; bunların hepsi mubahtır.

Buna dair delillerden bazıları şunlardır:

- Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittim lafzıyla Muslim'de geçen Ebi Talha'nın şu hadisidir: لا تدخل الملائكة بيتاً فيه كلب ولا صورة "Köpek ve resmin olduğu eve melekler girmez." Muslim'in rivayet ettiği rivayette ise şöyle denilmiştir: إلا رقماً في ثوب "Çizgili elbise müstesna." Bu, çizgili elbisenin istisna edildiğine delalet etmektedir. Mefhumu ise; çizgili elbise olan, yani çizgili resmin olduğu eve melekler girer.

Bu da düz yassı resim, yani "çizgili elbise" caiz demektir. Çünkü melekler, içerisinde düz resmin olduğu eve girer. Ancak bu caizliğin türünü açıklayan başka hadisler de varit olmuştur:

- Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'nın hadisidir ki el-Buhari, onun şöyle dediğini tahric etti: دَخَلَ عَلَيَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَفِي الْبَيْتِ قِرَامٌ فِيهِ صُوَرٌ فَتَلَوَّنَ وَجْهُهُ ثُمَّ تَنَاوَلَ السِّتْرَ فَهَتَكَهُ "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], yanıma girdi ve evde üzerinde resmin olduğu bir örtü vardı. Bunun üzerine yüzünün rengi attı sonra da perdeyi aldı ve yırttı." El-Kırâm, bir tür elbisedir ve evin kapısına perde olarak asılır. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yüzünün renginin atması ve örtüyü yırtması, üzerinde resim olduğunda örtünün kapıya asılmasının terkinin talep edilmesine benzemektedir. Bu, içerisinde "çizgili elbise" resminin olduğu eve meleklerin girmesinin caizliğine ilhak edildiğinde terkin talep edilmesinin kesin olmadığına, yani mekruh olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu resmin mekanı, kapıya asılmış örtü içerisindedir. Bu ise ihtiram/saygı mekanıdır. O halde resmin ihtiram/saygı mekanına konulması mekruhtur.

- Ahmed'in Cibril [Aleyhi's Selam]'ın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e olan kavlinden tahric ettiği Ebi Hurayra'nın şu hadisidir: وَمُرْ بِالسِّتْرِ يُقْطَعْ فَيُجْعَلَ مِنْهُ وِسَادَتَانِ تُوطَآَنِ "Örtünün parçalamasını ve ondan iki yer minderi yapılmasını emret." Cibril, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e örtünün ihtiram mekanından kaldırılmasını ve iki yer minderi yapılmasını emretti. Bu da başkalarının çizdiği resimleri ihtiram mekanı dışındaki yerlerde kullanmanın mubah olması demektir.

Şu İki Soruya Gelince:

* İnsan veya hayvan sembolleri çizmek; ("yaya geçidi" veya "yangın merdiveni" veya "köpeklerle gezinti yasaktır" gibi yol levhaları)

* İnsan veya hayvan vücudu parçaları çizmek; (tokalaşma görüntüsü veya işaret parmağı veya at başı... saç gibi)

Bu İki Sorunun Cevabı Şöyledir:

Çizilen semboller, ruhu olan bir resme delalet ediyorsa bu, haramdır. Çünkü hadisler haram olanı, ruhu olanın haram kılınması şeklinde vasfetmiştir. Bu vasıf, tam veya yarı resme veya el veya benzerleri gibi vücudun belirgin parçalarıyla bitişik başa intibak eder.

Semboller, sadece el resmi veya bir şeye işaret eden parmak resmi veya tokalaşan iki el resmi veya benzerleri gibi ruh sahibi bir resme delalet etmiyorsa haramlılık buna intibak etmez.

Vücudun belirgin parçalarıyla bitişik olmaksızın sadece baş resmine gelince; bu hususta fıkhî ihtilaf vardır. Bana göre racih olan; vücudun herhangi bir parçası ile bitişik olmaksızın sadece başın haram olmamasıdır. Çünkü Cibril [Aleyhi's Selam'ın] Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e heykellerin başı koparıldığında artık haram sayılmayacağını söylediği Ebi Hurayra'nın hadisi gibi ağaç şeklinde kalması için heykellerin başını koparmayı caiz kılan hadisler vardır..: فمر برأس التمثال الذي في باب البيت فليقطع ليصير كهيئة الشجرة "Evin kapısındaki heykelin başının koparılmasını emret ki ağaç şekline dönüşsün." ... فَمُرْ بِرَأْسِ التِّمْثَالِ يُقْطَعْ فَيُصَيَّرَ كَهَيْئَةِ الشَّجَرَةِ..."...Heykelin başının koparılmasını ve ağaç şekline dönüştürülmesini emret..." [Ahmed tahric etti] Bu hadisin manası; sadece başın, sadece heykelin geri kalanının, yani bunlardan her birinin haram olmaması demektir. Şöyle denilmez: Haram olmayan şey, başı koparılmış heykelin cismidir. Fakat (gövdeden) ayrılmış baş haramdır. Çünkü Cibril, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e heykelin başının koparılmasını emretmesi bu koparmanın caiz olması dolayısıyla buna terettüp eden şeylerin de caiz olması demektir.

Bilinmelidir ki Hanbeliler ve Malikiler, sadece başı caiz görmektedirler. Şafiler ise bu hususta ihtilaf etmişlerdir... Zira onların fakihlerinin ekseriyeti sadece başı haram görürlerken diğerleri bunu caiz görmekteler.

Şu Son İki Soruya Gelince:

* Gerçeğe benzemeyen insan ve hayvan resmi çizmek; (karikatür gibi)

* Aslen gerçekte var olmayan hayali masal karakterleri çizmek

Bu iki sorunu cevabı: Bu resimler, gerçeğe benzemese dahi ruh sahibi bir varlığa delalet ettiği müddetçe haramdır. Çünkü nasslar buna intibak etmektedir. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Muslim'in tahric ettiği hadiste Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'ya üzerinde kanatları olan at resminin olduğu kapıdaki örtüyü yırtmasını emretmiştir. Tabii ki gerçekte kanatları olan at diye bir şey yoktur.

Muslim, Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'dan şöyle dediğini tahric etti: قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ سَفَرٍ وَقَدْ سَتَّرْتُ عَلَى بَابِي دُرْنُوكًا فِيهِ الْخَيْلُ ذَوَاتُ الْأَجْنِحَةِ فَأَمَرَنِي فَنَزَعْتُه "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], seferden döndü ve ben de kapımın önüne üzerinde kanatları olan at resminin olduğu bir dürnuk sermiştim. Bunun üzerine onu yırtmamı emretti." Dürnuk: Bir tür örtüdür.

 

Soruların başında söylediğimi tekrar ediyorum: Haram olan resimler çocuklar için geçerli değildir. Çocuklar için karikatür resimleri veya hayali resimler veya onları eğlendirmek ve teselli etmek veya onları eğitmek amaçlı resimler gibi çocuklar için olursa; bunların hepsi bu hususta varit olan delillerden dolayı caizdir. Bu delillerden bazıları şunlarıdır:

Ebu Davud, Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'den şöyle dediğini tahric etti: قَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ غَزْوَةِ تَبُوكَ أَوْ خَيْبَرَ وَفِي سَهْوَتِهَا سِتْرٌ فَهَبَّتْ رِيحٌ فَكَشَفَتْ نَاحِيَةَ السِّتْرِ عَنْ بَنَاتٍ لِعَائِشَةَ لُعَبٍ فَقَالَ مَا هَذَا يَا عَائِشَةُ قَالَتْ بَنَاتِي... "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Tebuk veya Hayber gazvesinden döndü. Sehvesinde bir örtü vardı. Derken bir rüzgar esti ve örtünün Aişe'nin oyuncak kız (bebekleri) üzerindeki tarafı açıldı. Bunun üzerine Resulullah dedi ki: "Bu nedir yâ Aişe?" Dedi ki: "(Oyuncak) kız bebeklerim..."

El-Buhari'nin şöyle dediğini tahric ettiği Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'nın şu hadisidir: كُنْتُ أَلْعَبُ بِالْبَنَاتِ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ... "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanında (oyuncak) kız (bebeklerle) oynuyordum..." Yani kız şeklinde (oyuncaklarla) oynuyordum demektir.

El-Buhari'nin tahric ettiği Rabia Bintu el-Ensâri'nin şu hadisidir: ...وَنَجْعَلُ - وفي رواية مسلم ونصنع - لَهُمْ اللُّعْبَةَ مِنْ الْعِهْنِ فَإِذَا بَكَى أَحَدُهُمْ عَلَى الطَّعَامِ أَعْطَيْنَاهُ ذَاكَ حَتَّى يَكُونَ عِنْدَ الْإِفْطَارِ "Onlara yünden oyuncak yapardık-Muslim'in rivayetinde üretirdik-. Onlardan biri ağladığında iftar oluncaya kadar bu oyuncağı ona verirdik." Yani iftar vaktine kadar onları oyuncakla oyalardık demektir.

 

Bu hadislerin hepsi, ruhu olan heykel şeklinde olsa dahi çocuk oyuncaklarını caiz kılmaktadır. Böylece her ne şekilde olursa olsun düz resim şeklinde olduğunda çocuk oyuncaklarının caiz olması evla babındandır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Resmi İslam Konseyi, "Ilımlı İslam" Denilen Şeyi Dayatmaya Dönük Başarısız Bir Girişimdir

Haber ajansları, iki gündür Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te Hizb-ut Tahrirli bir şebabın tutuklandığı haberine yer verdiler. Bundan önce de Tacikistan'daki güvenlik birimleri, birçok Hizb-ut Tahrir şebabının tutuklandığı ve yargılandığı azgın bir kampanya başlatmıştı. Bu da Rus Federal Güvenlik Servisi'nin Tataristan Cumhuriyeti'ndeki birçok şehirde hizbin birçok şebabına yönelik benzeri bir tutuklama kampanyası yürütmesi ile eş zamana denk geldi. Bunun öncesinde de Başkiristan Cumhuriyeti'nde tutuklamalar olmuştu. Bu devletlerin güvenlik birimleri, tutukluların beraberinde bulunan "radikal" ve "aşırı yayınlar" olarak nitelendirdikleri neşriyatlara, kitaplara ve kitapçıklara el konulduğuna açıkladılar!

Ayrıca medya organlarının hatırlamadığı Özbekistan'daki Kerimov rejiminin tutuklu olan Hizb-ut Tahrirli binlerce şebab ve şebabetine karşı yürüttüğü vahşi tutuklama ve işkence kampanyaları var.

Rusya ve bölgede ona bağlı olan devletler, hapsederek ve işkence yaparak İslami daveti bitirmede ve Hizb-ut Tahrir şebabını bastırmada uğradıkları ağır başarısızlığın farkına vardılar. Böylece Resmi İslami Konseyi inşa etmek, resmi müftüler ve oportünist saltanat alimleri atamak, mescitleri, faaliyetlerini ve finansmanını kontrol altın almak yoluyla Müslümanların bilincine hakim olmak için dolambaçlı yöntemlere başvurdular... Nitekim bunların sonuncusu Kazak yetkililerinin "aşırılıkla" mücadele etme gerekçesi altında ülkede Hizb-ut Tahrir'in yayılmasını engellemek için Resmi İslam Konseyi inşa etmek olmuştur!

Bu politikalar, Rusya Federasyonu'nun İslam beldelerindeki yöneticilerin İslam'ı "devletleştirme" ve "Ilımlı İslam" denilen şeyi dayatma hususundaki tecrübelerinden faydalanma girişimi altında bir taraftan Kazakistan ile diğer taraftan İslam Konferansı Örgütü ile yürüttüğü yakın işbirliğinin habis semeresi sayılır!

Bizler rolümüz gereği Rusya ile ajan devletlerine Arap ülkeleri de dahil İslam ülkelerindeki başarısız olan bu politikaların başarısız olacağını şimdiden söylemek isteriz. Bu politikalar, zalim yöneticilere ve kiralık saltanat alimlerine olan güvenlerini kaybeden Müslüman toplumu nezdinde başarısız olmuştur. Artık onlar, İslam'ın tek bir siyasi yapı altında hayat, devlet ve toplum için bir nizam olarak geri dönmesini aşk ve şevkle ile beklemektedirler. O da Müslümanları yeniden bir araya getirerek birleştirecek, onlara Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek, saldırganların tuzaklarını püskürtecek olan Raşidi Hilafet Devleti'dir ki o, Aliy-yul Kadir olan Allah'ın izniyle çok yakında var olacaktır.

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ "Onun haberini pek yakında öğreneceksiniz." [Sa'd 88]

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Güvenli ve huzurlu evlilik hayatını Allahu Subhânehu'nun kitabında ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde okuyoruz... Ancak bugün bizler içerisinde yaşadığımız ülkedeki eşler arasında hatta davet taşıyıcısı olan eşler arasında bile büyük anlaşmazlıkların olduğuna şahit olmaktayız. Mesela oturacakları evin yerini seçmede, kocanın ebeveynine karşı muamelede veya kadının ebeveyni ile olan ilişkisinde veya kocasının akrabalarını ziyarette... kocanın akrabalarının ölüm (gibi kaçınılmaz bir durum) olduğunda anlaşmazlık yaşamaktalar... Böylece şu karının hakkı veya bu kocasının hakkı, şu karıya vacip veya bu kocasına vacip gibi eşler arasındaki tartışma sürüp gitmektedir... Her biri şeri hükümlere göre kendisinin haklı olduğunu zannederek kendi görüşüne sımsıkı sarılarak ondan vazgeçmemektedir...

Bu durumda eşlere özellikle de davet taşıyıcılarındansa onlara söylenecek bir söz var mıdır?

Ayrıca şu ayet-i keriminin manası nedir? وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى "Ailene salahı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva sahiplerinindir." [Tâha 132]

Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap: Doğrusu bu sorular karşısında şaşırdım hatta rahatsız oldum. Allah aşkına muttaki ve muhlis olan davet taşıyıcıları nasıl olur da hayatlarında başarısız olabilirler? Kendilerine sevgi ve sadakat hakim olması gerekirken nasıl olur da onlara nefret ve kin hakim olabilir?

Evlilik hayatı, 1+1=2 şeklinde soyut rakamlardan ibaret değildir. Evlilik hayatı, merhamettir, rahmettir, sükunettir ve huzurdur. Bu kişiler, evlilik hayatını Allahu Subhânehu'nun şu ayet-i kerimede ifade ettiği gibi sevgi ve rahmete nasıl çevireceklerini bilmiyorlar: وَمِنْ آَيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآَيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ "Nefislerinizden sizin için, kendileriyle sükunet bulasınız diye eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet kılmış olması O'nun ayetlerindendir. Doğrusu bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır." [er-Rûm 21]

 

Bu kişilerin çok ama çok ders ve ibrete ihtiyacı vardır. Hatta cezaya ihtiyaçları vardır! Her şeye rağmen cevaplar aşağıdaki şekildedir:

 

1- Evlilik ilişkileri hakkındaki tüm soruların cevabı şöyledir:

Kocalar için Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisidir:

Aişe [RadiyAllahu Anhâ]'dan Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

خَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ لأَهْلِهِ وَأَنَا خَيْرُكُمْ لأَهْلِي "Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben ise aileme karşı sizden daha hayırlıyım." [Tirmizi ve İbn-u Mace tahric etti]

Karılar için şu hadistir: Ebi Hurayra [RadiyAllahu Anh]'den Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

لَوْ كُنْتُ آمِرًا أَحَدًا أَنْ يَسْجُدَ لِأَحَدٍ لَأَمَرْتُ الْمَرْأَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا "Bir kişinin başka bir kişiye secde etmesini emredecek olsaydım kadının kocasına secde etmesini emrederdim." [Tirmizi tahric etti] İbn-u Mace, Saîd İbn-ul Museyyib ve Aişe [RadiyAllahu Anhâ] kanalıyla bir benzerini rivayet etti.

Tekrar ediyorum eşler, evlilik ilişkisinin 1+1=2 şeklinde matematiksel bir denklem gibi soyut bir şey olmadığını bilakis sükunet, huzur, sevgi ve sadakat olduğunu bilmelidirler. Aynen Allahu Subhânehu'nun şöyle buyurduğu gibi:

لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً "...kendileriyle sükunet bulasınız diye... aranızda sevgi ve rahmet kılmış olması..." [er-Rûm 21]

Dolayısıyla kadına düşen kocasına itaat etmek ve rahatından olsa bile kocasının kalbine mutluluk sokmaktır. Hiçbir akıllı kadın kocasına şöyle demez: "Bana düşen sadece sana itaat etmektir. Ebeveyninle bir işim olmaz." Çünkü akıllı bir kadın kocasının ebeveynine ihsanda bulunmasının kalbine mutluluk sokmakla emrolunduğu kocasının mutluluk kaynağı olduğunu bilir... Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu:

مَا اسْتَفَادَ الْمُؤْمِنُ بَعْدَ تَقْوَى اللَّهِ خَيْرًا لَهُ مِنْ زَوْجَةٍ صَالِحَةٍ إِنْ أَمَرَهَا أَطَاعَتْهُ وَإِنْ نَظَرَ إِلَيْهَا سَرَّتْهُ وَإِنْ أَقْسَمَ عَلَيْهَا أَبَرَّتْهُ وَإِنْ غَابَ عَنْهَا نَصَحَتْهُ فِي نَفْسِهَا وَمَالِهِ "Mümin bir kimse Allah'a olan takvadan sonra saliha eşten daha hayırlı bir şey elde edemez. Ona emrettiğinde kendisine itaat eder, ona baktığında kendisini mutlu eder, onun üzerine yemin ettiğinde yeminini yerine getirir, yanında olmadığında kendisi ve malı için ona nasihat eder." [İbn-u Mace, Ebi Umame RadiyAllahu Anhden ve Ebu Davud, İbn-u Abbas'tan bir benzerini tahric etti]

Kocaya düşen ise eşine güzel muamele etmek ve onunla güzel geçinmektir:

وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللَّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا "Onlarla güzel geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, biliniz ki sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah çok hayır kılabilir." [en-Nisâ 19]

Karısına hüsnü muaşeretle davranmada onun hakkını vermesi gerektiği gibi karısına hüsnü muaşerette davranmak ve ebeveynine karşı olan farzla sınırlı kalmayıp ebeveynine karşı kendisine farz olan hususlarda da onların hakkını vermelidir.

وَقَضَى رَبُّكَ أَلا تَعْبُدُوا إِلا إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti." [İsrâ 23]

وَوَصَّيْنَا الإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا "Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir." [Ankebut 8]

-Abdullah İbn-u Mesud, şöyle dedi: سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ الْعَمَلِ أَفْضَلُ قَالَ الصَّلَاةُ عَلَى مِيقَاتِهَا قُلْتُ ثُمَّ أَيٌّ قَالَ بِرُّ الْوَالِدَيْنِ قُلْتُ ثُمَّ أَيٌّ قَالَ الْجِهَادُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hangi amelin daha hayırlı olduğunu sordum. Dedi ki: "Vaktinde kılınan salah." Dedim ki: "Sonra hangisi?" Dedi ki: "Ana babaya iyi davranmak." Dedim ki: "Sonra hangisi?" Dedi ki: "Allah yolunda cihat etmek." [el-Buhari, tahric etti]

Hiçbir akıllı erkek, karısının ebeveyni ve akrabaları ile olan ilişkisini yasaklamaz. Bilakis karısının ailesine ikramda bulunur ve onlarla güzel ilişkiyi devam ettirir. Zira bu, akrabalık bağlarını güçlendirir ve eşler arasındaki hüsnü muaşerete süreklilik kazandırır. Allahu Subhânehu, insanlar tedebbür etsinler diye birçok ayetinde sıhriyeti (evlenme sonucu oluşan yakınlık, akrabalık, dünürlük, hısımlık) nesebe raptetmiştir. Mesela Allahu Subhânehu, şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلا... "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi, ona delil kıldık." [Furkan 45] Ta ki şöyle buyurmuştur:

وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَحْجُورًا وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ مِنَ الْمَاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا وَكَانَ رَبُّكَ قَدِيرًا "Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur. Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyet (evlilik bağından doğan) yakınlığa dönüştüren O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter." [Furkan 53-54]

Dolayısıyla nesep ile sıhriyetin Allah'ın ayetlerinin zikri bağlamında raptedilmesinde her birinin bir itibarı ve saygınlığı olduğuna, yaratıcının azameti ve kudreti hakkında tedebbür ve tefekkür etme konusu olduğuna dair bir delil vardır.

Akıllı karı-koca için bu kısa cevap yeterlidir: إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Şüphesiz bunda, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır." [el-Kâf 37] Bu kısa cevabın yeterli olmadığı kimseye daha fazla açıklama veya tafsilatın hiçbir faydası yoktur.

 

2- Evlilik ilişkisinin özünden olmayıp sadece bağlantısı olan diğer sorulara gelince;

 

a- Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisinde geçtiği üzere kocanın akrabaları ölüm (gibi kaçınılması gereken bir durumun) olduğu konusuna gelince; el-Buhari ve Muslim, Ukbe İbn-u Âmir'den Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahric ettiler: إِيَّاكُمْ وَالدُّخُولَ عَلَى النِّسَاءِ فَقَالَ: رَجُلٌ مِنْ الأَنْصَارِ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَرَأَيْتَ الْحَمْوَ قَالَ الْحَمْوُ الْمَوْتُ "Sizleri kadınların yanına girmekten sakındırırım." Ensar'dan bir adam dedi ki: "Kocanın akrabalarına ne dersiniz?" Buyurdu ki: "Kocanın akrabaları ölüm (gibi kaçınılması gereken bir durum) dur."

Bu ise kadınla birlikte kocası veya bir mahremi olmaması halindedir... Aksi taktirde kocanın akrabaları ile halvette bulunmak olur. Hadiste geçen [الحمو] el-Hamu kelimesi ise; kadının mahremi olmayan kocanın akrabalarıdır. Yani kocanın kardeşleri ve amcasının çocuklarıdır... Kocanın babasına gelince; her ne kadar dilsel olarak kocanın akrabalarından olsa da bu hadisin kapsamına girmez. Çünkü kocanın babası, karının mahremlerindendir. Kocanın akrabalarının halvet içerisinde kadınların yanına girmesinin hadiste geçen ölüm gibi olması ise haramlılıkta mübalağadır.

Kadınla birlikte kocası veya bir mahremi bulunmasına gelince; bunda hiç bir beis yoktur. Zira sıla-i rahim ve yemekte bir araya gelmek gibi şeriat bunu caiz kılmıştır. Yasaklanan şey ise halvette bulunmaktır. Nitekim İbn-u Hacer, Feth-ul Bâri adlı eserinde yukarıda geçen " Kocanın akrabaları ölüm (gibi kaçınılması gereken bir durum) dur" hadisini şerh ederken şöyle demiştir: "...Şu kavli: "Kocanın akrabalarına ne dersiniz?" İbn-u Vehb, Muslim'deki rivayetinde şu ifadeyi eklemiştir: el-Leys'in şöyle dediğini işittim: Kocanın akrabaları, kocanın kardeşleri ve amcasının çocukları gibi akrabalarıdır." Hadisi tahric ettikten sonra Tirmizi'de ise şöyle geçmiştir: "Tirmizi şöyle dedi: Kocanın kardeşi olduğu söylenmiştir... Ve şöyle dedi: Rivayet edildiği üzere hadisin manası: Bir erkek bir kadınla halvette bulunmasın. Zira onların üçüncüsü şeytandır."

Mugîbât (kocası gurbette olan kadınlar) hakkındaki şu hadis de bunun gibidir: Ahmed ve Tirmizi, Cabir'den Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahric ettiler: لا تَلِجُوا عَلَى الْمُغِيبَاتِ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِي مِنْ أَحَدِكُمْ مَجْرَى الدَّمِ "Mugîbatların (kocası gurbette olan kadınların) yanına girmeyin. Zira şeytan, her birinizin içinde vücudunuzda kanın dolaştığı gibi dolaşır." Hadiste geçen mugîba, kocası gurbette olan kadındır. Mugîbât, mugîba kelimesini çoğuludur.

Kocanın akrabaları ve girmelerinin yasaklanması mevzusu halvet olması, yani kadının kocası ve bir mahremi olmaması halindedir. Kocası gurbette olan kadının yanına girmek de böyledir. Dolayısıyla konu halvet hakkındadır. Kocanın veya bir mahremin bulunması halinde ise kocasının akrabalarının ziyareti caizdir. Dolayısıyla erkek ile karısının ailesi ve kadın ile kocasının ailesi arasındaki ilişkiyi güçlendirme; işte tüm bunlar, şeri hükümlere göre olduğu müddetçe caizdir.

b- Kadının meskeni kocasına bağlıdır. Zira kadının oturduğu mesken kocasının gücü ve takatine göre kendisine insanca bir yaşam sağladığı sürece kadın kocasının oturduğu yerde oturmalıdır. Kocanın oturacağı evin mevkisi hususunda kadının ona dayatmada bulunması caiz değildir. Bilakis kadın, meskenin yerini belirlemede kocası ile güzel şekilde anlaşmalıdır. Ancak nihai görüş kocaya aittir ve kocası nerede oturuyorsa o da onunla birlikte oturmalıdır: أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنْتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ "Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun." [et-Talâk 6] Bu ayet, iddet döneminde olan boşanmış kadınlar hakkındadır. Dolayısıyla bu ayet, iddet döneminde olan boşanmış kadının kendisini boşayan kocasının oturtacağı mesken hususundaki hakkını açıklamaktadır. O halde bunun (boşanmamış) olan kadınlar hakkında, yani mesken hakkında da olması evla babındandır. Ayette geçen "oturduğunuz yerin bir bölümünde" ifadesinin manası içerisinde oturduğunuz mekan demektir. Zira ayette geçen [حَيْثُ] kelimesi mekan zarfıdır. "Gücünüz ölçüsünde" ifadesinin manası ise gücünüz ve takatiniz ölçüsünde demektir.

Meskenin yeri uygun, güvenli, kocanın gücü ve takatine göre olup içerisinde şeri muhalefetler olmadığı sürece istediği yerde oturtmadığından dolayı kadının kocasından boşanmayı talep etmesi şeriata muhalif bir durumdur.

c- Kocanın karısının ebeveyni ile olan ilişkisini yasaklaması haramdır. Çünkü ebeveyn ile ilişki kurmak hem erkeğe hem de kadına farz olup sadece erkeğe farz değildir. Çünkü hitap hem erkek hem de kadın için geneldir. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: لا يدخل الجنة قاطع رحم "Sıla-i rahmi kesen cennete giremez." [Muslim, Cebîr İbn-u Metam kanalıyla tahric etti] Hadisteki [قاطع رحم] "Sıla-i rahmi kesen" ifadesi [لا يدخل] "giremez" nefyi bağlamında nekra olarak gelmiştir. Dolayısıyla genel bir lafızdır. Yani erkeği de kadını da kapsar. Binaenaleyh erkeğin ebeveyni ile ilişkisi farz olduğu gibi kadının ebeveyni ile ilişkisi de farzdır. Bunun içindir ki koca, eşinin ebeveyni ile ilişkisini yasaklarsa günahkar olur. Şayet bunu doğrularsak onun hakkında idari ceza uygularız.

Dolayısıyla koca, karısının ebeveyni ile olan ilişkisini onun kocasına ve evine olan ilgisiyle çelişmeyecek şekilde kolaylaştırmalıdır. Bunu yapmak ise muttaki ve muhlis akıllı kocalar için oldukça kolay bir iştir... Sıla-i rahmi sorun haline getiren kocalara gelince; onlar Allahu Subhânehu'ya muhlis ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sadık olan bu davetin cinsinden olmayan kimselerdir...

d- Şu ayet-il kerimeye gelince: وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى "Ailene salahı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva sahiplerinindir." [Tâha 132] Yani ailenle birlikte Allah'a ibadet etmeye ve salaha yönel, rızık ve geçim işini önemseme, seni rızıklandıran biziz, sana kendini ve aileni rızıklandırmaktan sormayacağız, Allah'a itaat etmeye önem ver ve bunu ailene de emret ve güzel sonucun takva sahiplerinin olduğunu bil demektir.

Nitekim İmam-ı Malik, Muvatta adlı eserinde Zeyd İbn-u Eslem'den o da babasından şunu tahric etmiştir: Ömer İbn-ul Hattab, gece Allah'ın dilediği kadar salah kılar, ta ki gecenin sonu olduğunda ailesini salah için uyandırarak onlara "Haydi salaha salaha" der sonra da bu ayeti okurdu: وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى "Ailene salahı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takva sahiplerinindir."

Allahu Subhanehu, ayette [وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا] "ona sabırla devam et" ifadesini kullanmıştır ki bu, [واصبر عليها] "onun üzerinde sabret" ifadesinden daha güçlü bir delalete sahiptir. Çünkü mebnide (واصطبر) ziyade demek manada ziyade demektir. Bu da bu hususta gayret ve ceht etmek demektir. Ateşten ve ateşe yaklaştıracak amellerden uzak durarak kişinin ailesini ve kendisini ıslah ederken karşılaştığı zorluklara şiddetle sabretmesidir. Şüphesiz Allah, salih kimselerin velisidir.

Bu bağlamda şu ayet-i kerimeyi zikretmekte fayda vardır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُون "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır." [et-Tahrîm 6]

قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا "Kendinizi ve ailenizi, ateşten koruyun." Yani Allahu Subhânehu'ya itaat ederek, marufu emredip münkeri nehyederek, dininizin hükümlerini öğrenerek, ailenize öğreterek, onları şeri hükümlere göre güzel şekilde terbiye ve tedip ederek, onlara salahı, siyamı, zekatı, haccı ve diğer hükümleri emrederek kendinizi ve ailenizi, yani "eşlerinizi ve çocuklarınızı" ateşten uzak tutunuz demektir...

 

Tekrar başa dönüyorum: Karı ve koca olarak şebabın evlilik ilişkilerinde bu denli sorunlu olmaları doğrusu beni üzdü ve rahatsız etti. Bunun manası karı ve kocanın davete yapışmadıkları, davetin ahlakı ile ahlaklanmadıkları, daveti ihsan ile eda etmedikleri ve itkan ile yapmadıkları anlamına gelmektedir. Maazallah bu kişilerin sabit olan ayaklarının kaymasından korkarız.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletler: Uluslararası Cürümleri Meşrulaştıran Bir Örgüttür

Bir İsviçre gazetesi, cumartesi günü Birleşmiş Milletleri'nin 1978-2001 yılları arasında Afganistan'daki insan hakları ihlalleri hakkında Rusları, İslamcıları ve Amerikan kuvvetlerini vahşi eylemlerde bulunmakla suçlayan bir raporu kasten gizlediğini ifşa etti. Gazete, söz konusu raporun Karzai'nin talebi doğrultusunda yayınlanmadığını ifade etmesinin yanı sıra "raporun bir yıllık çalışmanın ardından 2004 Aralıkta tamamlandığını, 2005 Ocakta yayınlanması gerektiğini", işkence, idam, toplu tecavüz ve çocukları savaşta kullanmak gibi yöntemleri kanıt göstererek "Rusları, komünist liderleri, silahlı İslamcıları hatta Amerikan kuvvetlerini çeşitli derecelerde vahşi eylemlere" ortak olmakla suçladığını belirtti.

Bu skandal ile İslami ümmeti nezdinde bir kez daha ortaya çıkmıştır ki Birleşmiş Milletler, temel meselesi sömürgeci Batının servetlerimizi sömürmesine, yağmalamasına, iğrenç cürümlerini gizlemesine zemin hazırlamak olan bir örgüttür. Müslümanların başındaki sömürgeci Batının ajanları da adeta Kur'an'a iman ediyormuşlarcasına hala Birleşmiş Milletlerinin kararlarına bakmaktalar ve inanmaktalar. Ömer Beşir'in devlet başkanı seçildiği Sudan'daki seçimlerde tekrar yaşanan durumu da buna ekleyebiliriz. Zira bu olay Birleşmiş Milletleri'nin yetersizliğini göstermektedir. Çünkü bu durum, Lahey'in Ömer Beşir'in tutuklanmasına karar verdiği bir sırada yaşanmıştır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, Güney'de bir Yahudi devleti kurulmasına zemin hazırlaması şartıyla Ömer Beşir'e yardım etmiştir.

Afganistan'daki Müslümanlar, Birleşmiş Milletleri'nin özellikle de İslami ümmete karşı olmak üzere sadece Batılı halkların çıkarlarını korumaya çalışan bir örgüt olduğunu anlamalıdırlar. Birleşmiş Milletler'de ne bir hayır ne de sorunlarımızı çözme niyeti vardır. İslam hükümlerine göre Birleşmiş Milletleri, meşru olmayan bir örgüt olup Müslümanların bu şerir örgütün bir parçası olması kesinlikle caiz değildir. Çünkü Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], kafirlerin Müslümanlar üzerinde herhangi bir otoritesinin olmasını haram kılmıştır. Zira Kur'an-il Kerim'de şöyle buyurmuştur:

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (sulta) kılmayacaktır!" [en-Nîsâ 141]

Sorunlarımızın tek çözümü, nebimiz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna tabi olarak İslami Hilafeti geri getirmektedir. Zira ümmetin dünyaya liderlik yapması için onu yeniden birleştirecek, ona siyasi ve ekonomik bir güç kazandıracak olan sadece Hilafettir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER