Çarşamba, 01 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması- Hain Yöneticiler, Pakistan Ordusunu Amerika'nın Ucuz Bir Güvenlik Gücü Yaptılar Amerika, Svat ve Hayber'den Sonra Şimdi de İnsanların Trajedisini Arttırmak için Pakistan Ordusunu Veziristan'da Kullanıyor

Pakistan Hükümeti, bizzat Amerika'nın direktifiyle Veziristan'a yönelik kapsamlı askeri saldırı hazırlıklarını tamamladı. Hükümet, saldırısına iki aydan beri Güney Veziristan'daki vatandaşların gıdasını ve temel gereksinimlerini kesmekle başladı. Zira maaşını Amerika'dan alan Zerdari, Hillary Clinton'un emirlerine icabet ederek daha Amerika'dan dönüş yolunda iken aynen Svat saldırısını ilan etmesinde olduğu gibi 09 Mayıs 2009'da düzenleyeceği saldırıyı ilan etti! Mülahaza edilen odur ki Amerika, ajanı ve hükümetine Müslümanlara karşı saldırı başlatmasını emreder etmez Hükümet, insanları ikna etmek üzere yalan dolanla saldırısını meşrulaştırmaya sığınmıştır!

Böylece Hükümet, Pakistan ordusunu bazı mali tazminler ile bayram hediyesi karşılığında Amerika'nın hizmetine seferber etti! Böylelikle de silahlı kuvvetleri dünyadaki en ucuz özel güvenlik gücüne dönüştürdü. Dolayısıyla Amerika ile Avrupa, askerlerinin kanlarını feda etmede tereddüt ederlerken Hükümet, Veziristan'a yönelik bugünkü saldırısıyla Afganistan'da hüsrana uğrayan savaşında haçlı Amerikan kuvvetlerine destek vermektedir!

Hükümet, daha önce Svat'taki askeri saldırısında binlerce çocuğu, yaşlıyı ve kadını katletti ve milyonlarca kişiyi mülteci haline getirdi. Nitekim Hükümet, insanların evleri ile ticaret mahallerini yıktı ve bunu da insanların sineye çekmesi gereken "geçici kiralama" olarak isimlendirdiler! Hükümet, insanların bir defalığına fedakarlık yapması ve hasara katlanmaları halinde bölgeyi teröristlerden temizleme ve kalıcı barışı gerçekleştirmeyi başaracağı iddiasında bulundu! Ne var ki insanlar, tadını çıkaracakları Hükümetin gerçekleştirmeyi iddia ettiği barışın bedelini yıkım, milyarlarca rupinin boşa gitmesi, bölgenin hayalet bir bölgeye dönüşmesi, zirai ürünleri ile meyvelerinden olmakla ödediler. Dahası Hükümet, "terörist" olarak isimlendirdikleri kimselerin başka yerlere intikal ettiklerini söyleyip insanları oradan oraya kovalayarak başlarına sicim gibi bomba yağdırmaya devam etti!

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak bu saldırının "teröristlerle" savaş altında sözde barışı gerçekleştirmek için olmadığı noktasında insanları uyarıyoruz. Bilakis bu, sadece katliamı ve yıkımı meşrulaştırmak içindir... Gerçek ise şudur ki Amerika, Hükümete bu bölgedeki insanları katletmesini emretmektedir. Çünkü onlar, Müslüman beldesi Afganistan'ı işgal eden sömürgeci kafirlerle savaşan Afganlı kardeşlerini korumaktalar ve desteklemektedirler. Zira Amerika, kabile mensuplarının cihat sevgisini bitirmedikçe veya dinlerinden döndürmeye güç yetirmedikçe Afganistan'daki savaşı asla kazanamayacağının farkındadır.

وَلا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا "Güçleri yeterse dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler..." [Bakara: 217]

Bu nedenle özellikle Amerika için Müslüman kardeşlerini öldürmeyi kabul etmeyen ordu safları içinde olmak üzere Amerika'nın 2003 ila 2004 yılları arasında Pakistan ordusu yoluyla yürüttüğü askeri saldırıya destek veren bir kamuoyu olmamasından dolayı başarısız bir saldırı olmuştur. Bu başarısızlığın sonucunda Amerika, askeri operasyonları durdurmak ve daha sonra bir Amerikan füze saldırısında şehit düşen "Nik Muhammed" ile barış anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır.

Amerika, bundan da insanlar ile Pakistan ordusu safları içinde direnişe karşı bir intikam duygusu oluşturmadıkça hedeflerine asla ulaşamayacağı sonucunu çıkarttı. Bu nedenle Amerika ile ajanları, silahlı gurupların sızmasına ve onlara halk desteğini kaybettirecek direniş üzerinde kötü bir intiba oluşturan eylemlerde bulunmalarına göz yumdular. Sonra Amerika, şehirlerde patlama eylemleri düzenleyerek Pakistan'ı ikinci bir Irak'a çevirmeleri için ajanları ile "Blackwater" Şirketi'nin dizginlerini serbest bıraktı... Daha sonra Hükümet, "radikaller" olarak isimlendirdikleri kimselerin askeri kamplar kurmalarına, radyo kanalı açmalarına, bunun da ötesinde savaşçı devşirmelerine ve insanları sıkıştırmalarına izin verdi... Bir taraftan da kontrol ve denetimini gevşeten Hükümet, ani bir şekilde radikallerin devletin egemenliğini tehdit ettiğini ve daha da ileri giderek silahlı gurupların diledikleri vakitte İslamabad'ı ele geçirebileceklerini iddia ederek medya organlarında güçlü bir propaganda kampanyasına başladı! Tüm bunlar ise insanlar ile devletin güvenliğinin tehlikede olduğunu göstermek ve ardından da bu tehlikenin kaynağını yok etmek için insanlar nezdinde kabileler ve buraya komşu bölgelere yönelik askeri bir saldırı yapılmasını destekleyen bir kamuoyu oluşturmak içindi! Nitekim bir kadının recmedilmesi ile yıkılan okul görüntülerinin yer aldığı bir görüntü kasetinin yayınlanmasının bir takım insan toplulukları ortamındaki öfke duygularının tutuşmasında büyük etkisi oldu... Böylece Hükümetin saptırmasıyla aldatılan sesler yükselmeye başlayarak askeri operasyonları destekleme çağrısında bulundular! Amerikan ajanı Hükümet, bununla yetinmeyerek Pakistan ordusunu savaş için harekete geçirecek güçlü bir dürtü oluşturmak için de sınır bölgelerinde Hintlilerin ve orada Hint müdahalesinin bulunduğu haberlerini yaydı. Oysa Hükümetin, Pakistan sınır bölgelerinde Hint müdahalesi olduğu şeklinde yaydığı haberler, bu devletin aleyhine olan bir delildir. Çünkü böyle bir müdahalenin varlığı doğruysa Pakistan Hükümeti, Pakistanlı sakinler yerine Hindistan'a karşı güçlü önlemler almalıdır! Oysa görünen o ki Pakistan Hükümeti, tamamen zelil ve aşağılık bir şekilde Hindistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda yürümektedir!

Amerika'nın tek taşla iki kuş vurduğu "terörizme karşı" savaşın hakikati işte budur! Zira Amerika, bir taraftan mücahitleri Afganistan'ı işgal eden Amerikan kuvvetleriyle savaşmaya yönelmek yerine iç savaşla meşgul ederken öteki taraftan da Pakistan ordusunu kendi halkıyla savaşmakla meşgul etmektedir. Böylece Pakistan ordusunun dikkatini Amerikan varlığını bölgeden kovma üzerinden başka yöne çekmektedir!

Ey Müslümanlar! Artık Hükümetin Svat'ta işlediği cürümün ardından Veziristan'da yeni bir cürüm işlemesini engellemenizin zamanı gelmiştir. Hükümetin Veziristan'a askeri operasyonlar düzenleme kararı aldığı sırada şehirlerde patlama eylemleri silsilesini arttırdığını görmüyor musunuz? Böylece akan kanlar artmakta olup dolayısıyla insanlar, kendi kanları ve dertleriyle uğraşırlarken kabileler bölgesindeki kardeşlerinin sorunlarıyla ilgilenme ve onlara yardım etme fırsatı bulamamaktadırlar. Ey Müslümanlar! Veziristan'daki milyonlarca insan çetin kış aylarında evlerini terk edecekler, binlerce olmasa da yüzlerce Müslüman katledilecek ve katil de maktul da müminlerden olacaktır. Bu durumda patlak vermeden sokaklara ve yollara dökülerek bunları engellemek sizlere farz olduğu gibi Amerikan varlığı ile Blackwater'ı ülkeden kovmanız da farzdır.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri! Kendileriyle savaştığınız kimseler, Sovyetler Birliği'ni bölgeden kovmak için omuz omuza savaştığınız aynı kişilerdir. Zira bir zamanlar onları sever ve onlara saygı duyardınız. O halde bugün onlara karşı değişmenize neden olan şey nedir? Şüphesiz o, bölgede fitne fesat saçan Amerikan varlığıdır. İyi biliniz ki Allah, düşmanınız olan kimselere karşı sizlere merhamet edecektir. O halde Amerikan şeytanına yardım etmek yerine haçlı varlığını bölgeden kovmak için çalışan kardeşlerinize yardım ediniz. İyi biliniz ki kafirlerle ittifak içerisinde Müslüman kardeşlerinizi öldürmenizden dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın huzurunda sunacağınız hiç bir mazeretin sizlere hiçbir faydası olmayacaktır. Zira Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmuştur:

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً "Her kim bir mümini kasten öldürürse cezâsı, içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazâp etmiş, onu lânetlemiş ve onun için azîm bir azâp hazırlamıştır." [en-Nisâ 93]

Sizler, Orta Asya'dan Hint Okyanusuna kadar uzanan bölgede en büyük İslami askeri güce sahipsiniz ve bu bölgedeki Müslümanları korumak sizlerin mesuliyetidir. O halde fırsatı ganimete çeviriniz ve Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki ensarın lakabını alasınız ve tarih sayfalarına geçesiniz. İşte bu, sizler için her iki darda bir kurtuluştur.

كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için." [Kâf 37]


Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Amerikan-Bengal Ortak Askeri Tatbikatlarının Amacı Bengal Kuvvetlerini Amerikan Hakimiyeti Altına Vermektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı basın açıklamasında Bengal kuvvetleri ile Amerikan deniz kuvvetleri arasında Chittagong'ta yapılan ortak askeri tatbikatları kınadı. Kasım 2009'da Bengal Hükümeti ile Amerikan Hükümeti arasında bu tatbikatların yapılması üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Zira hem özel dalış ve savaş komutanı hem de Bangladeş Kurtarma Birliği, "Pars Köpek Balığı" adı verilen tatbikatlara katılma üzerinde anlaştılar. Bangladeş'teki Amerikan konsolosluğu, her iki kuvvette bu tatbikatlar yoluyla terörizm, deniz korsancılığı ve diğer tehditlerle mücadele noktasında eğitim yapacaklarını iddia etmiş olsa da gerçekte bu ortak tatbikatlar, Amerika tarafından Bengal Silahlı Kuvvetlerine hakim olmanın bir parçasıdır. Zira bu tatbikatlar, Chittagong bölgesinde yer alan Chittagong tepesinin stratejik konumunun önemi altında özel bölgeler hakkında stratejik malumatlar toplamak amacıyla Amerikan ordusunun ülkeye giden yolunun önünü açmaktadır. Ayrıca Bengal Körfezi ile diğer deniz limanları da Chittagong bölgesinde yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra burası, Bangladeş ve Çin'le köklü ilişkisi olan Miyanmar arasını ayıran sınıra yakın bir bölgedir.

Her neyse, nasıl olur da Müslüman bir ordu İslami ümmetin düşmanı olan Amerikan ordusu ile ortak askeri tatbikatlara katılabilir? Amerika ki terörizme karşı savaşma ve kitle imha silahlarını yok etme gerekçesi altında Irak, Afganistan ve Pakistan'a saldırmıştır. O halde nasıl olur da en hayırlı ümmetin evlatları olan Müslüman silahlı kuvvetlerinin evlatları onun ordusu ile tatbikatlara katılabilir? Kur'an-il Kerim'i kirleten, Müslüman bacılarımız ile kardeşlerimizi katleden, onlara işkence yapan, onları aşağılayan ve hala en iğrenç cürümleri işleyenler bizzat Amerikan askerleridir. O halde nasıl olur da Halid İbn-u Velid'in, Tarık Bin Ziyad'ın ve Salahaddin Eyyubi'nin torunları bu mücrim askerlerle bir araya gelebilir? Şu anda Müslüman silahlı kuvvetlerinin görevi, ümmeti Amerika'nın ve diğer sömürgecilerin ellerinden kurtarmaktır. Kapitalizmin başarısız olduğunda, onunla birlikte dipsiz kuyuya düşen başta Amerika olmak üzere liderlerinin de başarısız olduğunda ve Allah'ın izniyle İslam'ın muzaffer olacağında hiç şüphe yoktur.

Unutmamalıyız ki Allah, Aziz-ul Cebbar ve Kaviy-yul Kahhardır ve ümmet, büyüklük taslayan her devlete karşı koymaya muktedir pek çok dinamiklere sahip olduğu gibi tüm dünyaya liderlik etmeye muktedir erlere de sahiptir. Bu nedenle Müslüman silahlı kuvvetlerinin evlatları, ümmeti kurtarmamaları halinde kıyamet günü yaratıcının huzuruna varacaklarını ve kendilerini muhasebe edeceğini bilmelidirler.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]


Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

Devamını oku...

Tacik Hükümetinin İslam'a ve Müslümanlara Yönelik Politikalarına Işık Tutmak

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Tacik Hükümeti, yıllardan beri İslam ve Müslümanlarla savaşmaktadır. Nitekim hükümetin son yıllarda takip ettiği politikada, özellikle "Gelenekleri ve törenleri düzenleyen yasa" "2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesi" "Tacikistan Cumhuriyeti'nin, inanç ve dini kurumların özgürlüğü yasası" olarak çıkarttığı kanunlarda bu savaş, çirkin şekilde ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kanıt olmaksızın İslami hareketler, özellikle de Selefi ve Tebliğ hareketleri ile herhangi bir dini harekete mensup olmayan bazı Müslümanlar da takip edilmekte ve tutuklanmadır. Hizb-ut Tahrir şebabını takip etmek, onlara işkence yapmak ve haklarında uzun yıllara varan hapis hükmü vermek ise Tacikistan rejimi açısından normal bir durum haline gelmiştir... İşte tüm bunlar, açık bir şekilde hükümetin, İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanca bir politikası olduğunu göstermektedir.

Herkes bilmektedir ki Tacik halkı yıllardan beri fakirlik sıkıntısı çekmekte ve Tacik Hükümeti geleneklerin ve törenlerin düzenlenmesi hususunda yasa çıkartmakla bunu itiraf etmiştir. Bu kanun, aldatıcı bir politika olmasına rağmen insanları fakirlikten kurtarma gerekçesiyle ortaya çıkmıştır. Zira bu politikaya derinlemesine baktığımızda bizzat içerisinde Müslümanlara karşı çirkin projelerin yattığı ortaya çıkacaktır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Hükümet, bu politikasıyla sorumluluğunu yerine getirmedeki acziyetini ve politikasının bir sonucu olan fakirliği gizlemek istemektedir. Zira fabrikaların çalışır hale getirilmesi, yeni fabrikaların inşa edilmesi ve insanlar için yeni iş fırsatlarının sağlanması devletin birincil görevlerindendir. Ahmed'in tahriç ettiği hadiste şöyle geçmektedir:

أَنَّ رَجُلاً مِنَ الْأَنْصَارِ أَتَى النَّبِيَّ فَسَأَلَهُ، فَقَالَ: أما في بَيْتِكَ شَيْءٌ؟ قَالَ: بَلَى... قَالَ: ائْتِنِي بِهِمَا، فَأَتَاهُ بِهِمَا، فَأَخَذَهُمَا رَسُولُ اللهِ بِيَدِهِ فقَالَ: مَنْ يَشْتَرِي هذَيْنِ؟ ... قَالَ رَجُلٌ: أَنَا آخُذُهُمَا بِدِرْهَمَيْنِ، فَأَعْطَاهُمَا إِيَّاهُ وَأَخَذَ الدِّرْهَمَيْنِ، فَأَعْطَاهُمَا الْأَنْصَارِيَّ وَقَالَ: اشْتَرِ بِأَحَدِهِمَا فَانْبِذْهُ إِلَى أَهْلِكَ، وَاشْتَرِ بِالْآخَرِ قَدُومًا فَأْتِنِي بِهِ، فَشَدَّ فيهِ رَسُولُ اللهِ عُوْدًا بِيَدِهِ ثُمَّ قَالَ: اذْهَبْ واحْتَطِبْ وَبِعْ، فَلا أَرَيَنَّكَ خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْمًا، فَفَعَلَ فَجَاءَ وَقَدْ أَصَابَ عَشْرَةَ دَرَاهِمَ ... "Ensardan bir adam Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelip ondan bir şey istedi. Buyurdu ki: "Evinde bir şey yok mu?" Dedi ki: Var..." Buyurdu ki: "Onları bana getir." O da onları ona getirdi." Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onları eline aldı ve şöyle dedi: "Bu ikisini kim satın alır?"... Bir adam dedi ki: "Ben onları iki dirheme alırım." Onları ona verdi ve ondan iki dirhemi aldı. Bunu da ensariye verdi ve şöyle dedi: "Bunun biriyle yiyecek al ve ailene götür. Diğeriyle de bir keser satın al ve bana getir." O da getirdi. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] eliyle ona bir sap taktı ve sonra ona şöyle dedi: "Şimdi git, odun topla ve onu sat. Seni on beş gün görmeyeyim." Bunları yapıp geldiğinde on dirhem kazanmıştı..."

Bu hadis, Müslümanlara iş istihdamı sağlamanın devletin görevlerinden olduğuna delalet etmektedir. Zira insanlara iş imkanı sağlanmadığı zaman yaşamlarının günden güne daralması doğaldır.

İkincisi: Hükümet bu sorumluluğunu yerine getireceğine insanlara iş imkanı oluşturacak iş adamlarına, tüccarlara, sürücülere, çiftçilere ve benzeri kimselere çeşitli ağır vergiler koymuştur. Oysa bu vergiler şeriata aykırıdır. Zira bu vergiler, sahibinden şeri olmayan yolla alınan bir paradır. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: لاَ يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ إِلاَّ بِطِيبِ نَفْسِهِ "Kendi rızası olmadıkça Müslüman bir kişinin malını almak helal değildir." [Derakutnî tahriç etmiştir] Dârimî, Ahmed ve Ebu Davud'un Ukbe bin Amir'den tahriç ettikleri hadiste Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Vergi alan kimse Cennete giremez." Vergilerin artması sonucunda mal ve hizmetlerin fiyatları da artmaktadır ve İslam bundan nehyetmiştir. Mu'kal bin Yesar'dan Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

مَنْ دَخَلَ في شَىْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْـمُسْلِمِينَ، لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ، كَانَ حَقًّا عَلَى اللهِ أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنْ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ " Her kim Müslümanların fiyatlarından bir şeyde onlara pahalılaştırmak için müdahalede bulunursa kıyamet gününde onu ateşten kemikler üzerine oturtması Allahuteala üzerine bir hak olur." Fiyatların yükseltilmesi insanların, özellikle fakirlerin omuzlarında bir yük oluşturmakta ve fakirlik kat be kat artmaktadır. Dolayısıyla da fakir sayısı artmakta ve insanların yaşam standardı düşmektedir.

Üçüncüsü: Su, elektrik ve doğalgaz gibi insanların temel ihtiyaçlarının fiyatlarının yükseltilmesi, insanlara iş imkanı sağlanmamasının ve onlara gelir kaynakları oluşturulmamasının devlet tarafından dikkate alınmaması insanlar için bir zulümdür ve bunu da ancak zulmetmeyi alışkanlık haline getiren bir kimse yapar.

لَهُم مِّن جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِن فَوْقِهِمْ غَوَاشٍ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ "Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız!" [el-Âraf 41] Böylesi bir politikayla insanların yaşam standardının yükselmeyeceğinde şüphe yoktur. Aksine mevcut standardı daha da düşürecektir. Zira geleneklerin ve törenlerin düzenlenmesinin bununla hiçbir alakası yoktur. Bilakis bu proje, hükümetin idaredeki acziyetini gizlemek amacıyla oluşturulmuş aldatıcı bir politikadır.

2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesine gelince; bu da başka bir siyasi projedir. Yoksa bununla ne İslam'ın tazimi ne İmam Ebu Hanife, alimler ve Müslümanların onuru ne dinin rükünlerinin korunması ne de İslam kanunlarının tatbik edilmesi kast edilmektedir. Bilakis Hükümet bunu, Müslümanlara karşı habis projelerini gerçekleştirmek için ilan etmiştir. Nitekim bu yılın başında Ebu Hanife yılı münasebetiyle bir konferans düzenlendi. Dolayısıyla buraya Tacikistan'ın dört bir tarafından alimler toplandı ve burada Tacikistan Devlet Başkanı'nın konuşmacılarla nasıl muamele ettiği çok açık idi. Zira onlarla alay etmesi alimlere yönelik saygısızlığında, onlara olan düşmanlığında ve konuşmacıların sözlerini kesmesinde net bir şekilde görünmekteydi. Nitekim konuşmacılardan biri, "İmam Ebu Hanife, sadece ibadetler hususunda içtihatta bulunmamış, bilakis siyasi, ekonomik ve yönetim hususunda da içtihatta bulunmuştur ve hükümetin de bu içtihatları kabul etmesi gerekmektedir" dediğinde Cumhurbaşkanı bu kişinin konuşmayı tamamlamasına imkan vermeyerek ona şöyle demiştir: "Duygusal olma, bir saatten beri ne hakkında konuştuğumuzu görmüyor musun?!" Diğer bir konuşmacı Kur'an ve hadis öğretiminin eğitim programlarına dahil edilmesini önerdiğinde ise Cumhurbaşkanı, mevcut şartların buna uygun olmadığını öne sürerek bu kişinin de konuşmasını bitirmesine imkan tanımadı!

Hakeza Cumhurbaşkanı'nın alimlere muamelesi, onlara hiçbir değer vermediğini ve onlara öfke duyduğunu göstermektedir. Zira o, alimlerin konferansta sunduğu hiçbir öneriyi kabul etmemiş, dahası ele alınması için herhangi bir öneride de bulunmamıştır! Tüm bunlar göstermektedir ki konferans, alimleri, onların çalışmalarını ve önerilerini takdir etmek için olmamıştır. Aksine 2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesinden maksat diğer hususları gizlemek içindir.

Medya organlarının Tacikistan'da sadece bir mezhep olmalıdır ve başka İslami mezheplerin, hareketlerin ve partilerin varlığı Müslümanlar arasında ihtilafı ve ayrımcılığı körükler şeklinde sık sık gündeme taşıdıkları haberleri dikkate aldığımızda bu yılın Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesinin arkasında yatan gerçeğin, devletin takip ettiği çizgiyi takip etmedikleri gerekçesiyle tüm İslami hareketlerin üyelerini tutuklamak ve hapsetmek için kendisine bir gerekçe oluşturmak için olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu hususu sabitleştirip vurgulamak için de devlet, "Tacikistan Cumhuriyeti'nin, inanç ve dini kurumların özgürlüğüne ilişkin yasayı" ilan etmiştir. Ebu Hanife konferansının düzenlenmesinden sonra çıkartılan bu yasayı Temsilciler Meclisi Yüksek Kurulu 5 martta onaylamış ve 26 martta da Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman bunu imzalamıştır. Bu yasanın incelenmesiyle ortaya çıkmaktadır ki bu yasa, İslam ve Müslümanlar ile savaşmak için konulmuştur. Dolayısıyla bu yasa, kurumların, hareketlerin, partilerin hatta hiçbir hareketle ilişkisi olmayan Müslümanların takip edilmesine ve kontrol altında tutulmasına izin vermekte ve her zaman onların işlerine müdahale yetkisi tanımasının yanı sıra yerel mescitler ile üniversite mescitlerinin yapılmasına da sınırlama getirmektedir. Yaşları on yedinin (17) üzerinde olan Müslümanların din eğitimi görmesini yasaklamaktadır(!) ve yasaya göre mescit imamlığı ve hatipliğine hükümetin politikasını kabul eden kimseler atanmaktadır.

Dördüncü maddenin altıncı bendinde şöyle geçmektedir: "Din ve itikata yönelik farklılıklara ve tanımlamalara davet yasaklanır." Aynı maddenin dokuzuncu bendinde şöyle geçmektedir: "Kanunda belirlenen düzenlemeye göre kayıt altına alınmış dini kurumların dışında genel olarak tebliğ ve dini çalışma caiz değildir." Bu ve bunun dışındaki kanunlar, tüm Müslümanların ve hareketlerin toplum içerisinde davet taşımalarını yasaklamakta ve güvenlik dairelerinin, bunu yapan kimseleri takip etmesine, hapsetmesine ve işkence etmesine imkan tanımaktadır. Otuzuncu maddenin ilk bendinde şöyle geçmektedir: "İnanç ve dini kurumların özgürlüğü hususunda Tacikistan Cumhuriyeti Mevzuatının uygulanmasının genel denetimini Tacikistan Cumhuriyeti Başsavcılığı yapar." Bu ve diğer noktalar, emniyet daireleri ve savcılığın, hükümet tarafından kayıt altına alınmış olsa bile istedikleri bir vakitte herhangi bir kurumun veya dini bir partinin işlerine müdahalesine, onları teftiş etmelerine ve çalışmalarını durdurmalarına izin vermektedir. Yasanın pek çok maddesinde; kurumlar Tacikistan Hükümeti'nin yasama kriterlerine uymadıklarında onaylanmaz ve dini bir kurum bunu yaptığında çalışması durdurulur ifadesi geçmektedir. Dolayısıyla hükümet bu durumda kendisine, çeşitli gerekçelerle kayıtlı parti ve kurumların işlerine müdahale etme ve dilediği zamanda bunların çalışmalarını durdurma yetkisi vermekte olup bu da yeni hareketlerin kayıtları önünde bir engel oluşturmaktadır.

Bu maddeler göstermektedir ki Hükümet, kayıtlı olup olmadıkların bakmaksızın tüm İslami hareketleri ve hiçbir hareketle ilgisi olmayan Müslümanları sıkı bir şekilde kontrol etmek amacıyla güvenlik daireleri ve savcılık için uygun bir atmosfer oluşturmaktadır. Dolayısıyla güvenlik daireleri, bu hareketlerin üyeleri ile diğer Müslümanları anlamsız gerekçelerle kontrol altında tutacak ve toplum içerisinde davetin taşınmasını engelleyecektir. Bilindiği üzere davetin taşınması ile emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker Müslümanların üzerine farz-ı ayındır ve bu amellerin engellenmesi büyük bir cürüm sayılır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ "İnkar edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onların, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız." [en-Nahl 88]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَن لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِين الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالآخِرَةِ كَافِرُون "Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır. Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zalimlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir." [el-Âraf 44 45]

11. maddede mescitlerin inşa edilmesine nüfus sınırlaması getirilmiştir. Bu maddenin 3. bendinde şöyle geçmektedir: "Nüfusu 10 ila 20 bin arası olan mahallelerde cami inşa edilebilir. Duşanbe beldesinde ise nüfus çok olduğundan nüfusu 30 ila 50 bin arası olan mahallelerde cami inşa edilebilir." Nitekim aynı maddenin 4. bendinde şöyle geçmektedir: "Nüfusu 500 ila 1000 arası olan mahallelerde beşli mescit inşa edilebilir. Duşanbe beldesinde ise beşli mescit, nüfusu 1000 ila 5000 arası olan mahallelerde inşa edilebilir." Bu sınırlamalar, hükümetin yeni mescitler inşa edilmesini engellemesine veya bazı mescitleri kapatmasına imkan vermektedir. Tacikistan'daki mescitlerin çoğu özellikle Duşanbe beldesinde olmasına rağmen salat kılanlara yeterli gelmemekte ve cemaatin çoğu salatlarını mescitlerin avlusunda veya dışarıda kılmaktadırlar. Bu manzara özellikle Cuma, teravih ve bayram salatlarında şahit olunmaktadır.

Mescitlerin inşasına sınırlama getirilmesi veya mescitlerin yıkılması büyük günahlardan sayılır. Dolayısıyla Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse bu büyük günahı işleyemez. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır." [elBakara 114]

Allah Subhanehu'ya ibadet etmek için tahsis edilen yerlerin genel mülkiyet olduğu hususunda ümmetin alimleri ittifak etmişlerdir. Ancak bir kişi evinin bir bölümünü salatı için bir yer olarak tahsis etmişse burası onun mülkü olarak kalır ve genel mülkiyete dönüşmez. Ancak burasını, insanların salatlarını eda edecekleri bir yere çevirmişse o taktirde diğer mescitler gibi genel mülkiyetten olur. Bunun yanı sıra mescitlerin yıkılması veya mescitlerin inşasına sınırlama getirilmesi veya içerisinde salatın engellenerek dünyevi maksatlarla kullanılması veya arazisinin satılması haram bir amel olup İslam'da büyük bir cürümdür.

Bu kanunun 6. bendinde şöyle geçmektedir: "Mescit hatipleri ve imamları, Hükümete bağlı Din İşleri Temsilcilik Dairesi'ni onayıyla seçilir." O halde bu maddeye binaen mescit hatipliği ve imamlığına hükümetin politikasını kabul edenlerden başkası atanmayacaktır. Zira güvenlik dairesi, bir kişiyi imamlık için uygun gördüğünde şöhretine, Kur'an ve hadis ilmine bakılmaksızın bu kişi imamlık için aday olacaktır. Dolayısıyla da Din İşleri Temsilcilik Daireleri, yani dini komisyon ve güvenlik dairesi, dine ihlas ile hizmet edecek olan muhlis alimlerin imam olmalarına izin vermeyecektir. Oysa Allah'tan korkan ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bu alimler imamlığa onlardan daha layıktırlar. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء "Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar." [Fatır 28]

4. maddenin 14. bendinde şöyle geçmektedir: "Anne-baba veya bunların yerinde olanların, inanç özgürlüğü çerçevesinde bizzat uygun gördükleri şekilde evlatlarını eğitme ve çocuklarının hukukunu gözetme hakları vardır." Bu maddenin 15. bendinde ise şöyle geçmektedir: "Anne-baba veya bunların yerinde olanların izni olmaksızın çocukların dini kurumlarda çalışmasına veya dini kuralların eğitimine teşvik edilmesi yasaklanmıştır." Çocukların dini rükünleri öğrenmeleri veya onların oda üslubuyla eğitim veren kimselere teslim edilmeleri veya onların dini medreselere verilmeleri Müslüman Tacik halkı nezdinde mutat bir iş haline gelmiştir. Ancak 14. madde, "Çocuk haklarının ihlali ve inanç özgürlüğü "gerekçesiyle bu amellerin önüne engel koymaktadır. Oysa İslami şeriat Müslümanlara, evlatlarına çocukluk günlerinde şeri ilimleri öğretmelerini emretmiştir. Yine on yaşına (10) gelip de şeri hükümleri uygulamadıklarında onları dövmeyi emretmiştir. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

مُرُوا صَبِيَانَكُمْ بِالصَّلَاةِ إِذَا بَلَغُوا سَبْعًا، وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا إِذَا بَلَغُوا عَشَرًا "Çocuklarınız yedi yaşına ulaştıklarında salata alıştırınız. On yaşına ulaştıklarında ise onları dövünüz." İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği bu hadis, çocuk terbiyesinin iki merhaleye ayrıldığını göstermektedir. Birinci merhale: On yaşına kadar olan dönemi kapsamaktadır ki bu sırada çocuk, eğitim için dövülmez. İkinci merhale: On yaşından sonraki dönemi kapsamaktadır ki bu sırada çocuk, eğitim için dövülür.

Tacikistan'daki çocuklar 13-14 yaşları arasında buluğ çağına girmelerine rağmen Tacik Cumhuriyeti kanununda buluğ yaşı 17 olarak belirlenmiştir. Buluğ çağına girmiş bir Müslüman'ın, Hilafet Devleti'ni ikame ederek İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan bir Hizb'e katılması da dahil şeri hükümleri yerine getirmesi vacip olmaktadır. Ne ana babanın ne hükümetin ne de hiçbir kimsenin bu onları bu amelden engelleme hakları yoktur. Çünkü İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan siyasi bir Hizb'le çalışmayı terk etmek günahtır ve Allah'a isyanda hiçbir kimseye itaat yoktur. Aynı şekilde bir Müslüman'ın buluğ çağından sonra amelleri ile ilgili şeri hükümleri de öğrenmesi gerekir. Dolayısıyla hiçbir kimsenin onun amelleriyle ilgili hükümleri öğrenmesini engellemesi caiz değildir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ " Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim." [Ankebut 8]

Bu yasanın çıkmasından sonra, yani geçen hazirandan şu ana kadar Hizb-ut Tahrir şebabına yönelik tutuklamalar artmıştır. Emniyet birimleri de İslami hareketlerin saflarında çalışan birçok Müslüman'ı özellikle Selefi ve Tebliğ cemaatinin üyelerinin yanı sıra hiçbir İslami hareket içerisinde bulunmayan bazı Müslümanları tutuklamışlar ve tutuklular, insan aklının almayacağı eziyetlerle karşı karşıya kalmışlardır.

Hülasa; Hükümetin tüm hususlardaki politikası İslam'a ve Müslümanlara karşı odaklanmış olup bunların Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. Dolayısıyla Müslümanların kalplerinin dinlerini arzu etmesi, mescit sahalarının genişletilmemesine rağmen salat kılanların saflarının artması, başörtülü Müslüman kadınların saflarının artması, Müslüman gençlerin dinlerinin rükünlerini öğrenmeye hırs göstermesi ve kız öğrencilerin şeri elbise giymesi; işte tüm bunlar hükümeti rahatsız etmektedir. Bu nedenle bu çalışmaları durdurmaya muktedir olmak ve aldatıcı politikasını uygulamak için inanç ve dini kurumların özgürlüğü yasasını çıkartmıştır. Bundan maksat ise Müslümanların kalplerindeki din sevgisini söndürmek ve Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet Devleti'nin ikame edilmesini engellemektir.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ " Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." [es-Saf 8]

Selefi ve Tebliğ hareketi mensubu kardeşlerimiz siyasete müdahale etmeyeceklerini, siyasetten uzak İslam'ın bir cüziyle iktifa edeceklerini ve Hükümete bağlılığın vacip olduğunu söyleyerek bu şekilde Hükümetin öfkesinden ve tutuklamalarından sakınacaklarını iddia etmelerine rağmen Hükümet tarafından yapılan takibat, eziyet ve tutuklamalarla karşı karşıya kalmışlardır! Bu kardeşlerimize deriz ki; gece gündüz onları övmediğiniz sürece küffar ve onların ajanları olan Müslüman yöneticiler, İslam'ı tamamen terk edinceye hatta kendisine davet etmeye devam ettiğiniz bir cüzünü bile terk ettirinceye kadar sizlerden asla razı olmayacaklardır! Zira Hükümet, küfür hükümleriyle yönetmeye devam ettiği müddetçe dinine sarılan hiçbir Müslüman'dan zinhar razı olmayacaktır. Bunun içindir ki ona boyun eğmek helal değildir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ "Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Nasraniler de asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." [el-Bakara 120] Yine deriz ki; İslam'a davet ve hükümlerinin tatbik edilmesi, Raşidi Hilafet Devleti'ni kurup İslami hayatı yeniden başlatmak için ciddi bir çaba sarf ederek sadakat ve ihlasla çalışıp ideolojisi İslam olan siyasi bir Hizb'in metodu hakkında Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in beyan ettiği bir metot dışında asla gerçekleşmeyecektir. Bu da Hizb-ut Tahrir'in üzerine seyrettiği şeydir. Vallahu Veliy-ut Tevfik.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - AKP Hükümeti Halkın Sağlığıyla Alay Ediyor!

     Son bir aydır dünyada hızla yayılan domuz gribi virüsü ve bunun sonucunda Türkiye'de 19'a ulaşan ölüm vakıası nedeniyle domuz gribi aşısı gündemin ilk sırasına oturdu. Bu aşıların güvenli olup olmadığı noktasında AKP hükümetinin beceriksizliliği yüzünden medya organlarında önüne gelen herkesin bilinçli bilinçsiz konuşması ve en son Başbakan Erdoğan'ın "Bu konuda sağlık bakanım ile aynı görüşte değilim ve ben aşı olmayı düşünmüyorum" demesiyle aşı olup olmama noktasında zaten kafası karışık olan insanlar ne yapacaklarını iyice şaşırdılar. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir

     olarak bizler; öncelikle domuz gribi virüsünden dolayı hayatını kaybeden Müslümanlara Allah'tan rahmet, aile ve yakınlarına baş sağlığı dileyerek aşağıdaki hususları dile getirmek isteriz:

1. Bir taraftan Sağlık Bakanlığı aşı kampanyalarına hız verirken diğer taraftan Erdoğan'ın "Aşı olmayı düşünmüyorum" demesi zaten halkın hiçbir şeyine değer vermeyen AKP hükümetinin insanların sağlıklarına da değer vermediğini gösterir.

2. Bir taraftan Sağlık Bakanı kendisi de aşı olarak insanları aşı olmaya teşvik ederken diğer taraftan Erdoğan'ın "Aşı olmayı düşünmüyorum" demesi AKP hükümetinin her konuda olduğu gibi insanların en hassas olduğu sağlık konusunda da kendi içerisinde tutarsız olduğunu gösterir.

3. Bu aşıların sağlıklı olup olmadığı hakkında onca spekülasyonlar yapılmasına rağmen AKP hükümetinin bu konuda insanların aklını tatmin eden ve kalplerine güven veren bir açıklama getirmekten aciz kalması insanların sağlıklarının emin ellerde olmadığını gösterir.

Ey Müslüman Türkiye Halkı!

     Her şeyde olduğu gibi insanlar için hassas olan sağlık konusunda bile sizlerle alay eden bu tutarsız ve ciddiyetsiz yöneticilere ne zamana kadar tahammül edeceksiniz? Hakimlik ve hekimlik konusunda hiçbir iradeye, deneyime ve kifayete sahip olmayan bu yöneticilere ne zamana kadar sabredeceksiniz? O halde bu yöneticileri kaldırıp atınız, hakimlik hususunda Allah'ın hükümlerini tatbik edecek ve hekimlik hususunda sizlerin sağlığını birincil görevlerinden sayacak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için acele ediniz. Müslümanların Halifesi Kanuni Sultan Süleyman bu bağlamda ne kadar da doğru söylemiştir:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,  Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

 

 

Devamını oku...

 Basın Açıklaması - وَلِلَّهِ ٱلْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ "Şüphesiz izzet Allah'a, resulüne ve müminlere aittir." [Munafikun 63]

     Başbakan Erdoğan 24.10.2009'da Pakistan'a iki günlük bir ziyarette bulundu. Erdoğan, Pakistan Senatosu ve Ulusal Meclisi'nin ortak oturumunda parlamenterlere yaptığı konuşmada şöyle dedi: ''İnsanlığın ortak düşmanı olan terörizme karşı Pakistan'ın fedakarca sürdürdüğü mücadelesini mutlaka başarıya götüreceğine inanıyorum. Terör ve aşırılıkla mücadelede yalnız değilsiniz... Her işin en hayırlı olanı orta olanıdır, aşırı uçlar değildir. Aşırılıklara asla prim veremeyiz..."

      Tüm dünya bilmektedir ki Afganistan'da bataklığa gömülen Amerika, iktidara taşıdığı ajanı Pakistan hükümeti ile birlikte hareket ederek Afganistan işgaline ve orada yaptığı vahşi katliama Pakistan'ı da ortak etmek istemektedir. Dolayısıyla Başbakanın "İnsanlığın ortak düşmanı olan terörizme karşı Pakistan'ın fedakarca sürdürdüğü mücadelesini mutlaka başarıya götüreceğine inanıyorum" ifadesinin tek bir anlamı vardır ki o da Amerika'nın, uşağı olan Pakistan yöneticilerini yanına alarak terörizmle mücadele adı altında İslam'a ve oradaki Müslümanlara karşı yürüttüğü vahşi operasyonlarına destek veriyorum demektir. Zira çoluk çocuk, yaşlı genç ve kadın erkek demeden Afganistan ve Pakistan'daki Müslümanları gece gündüz katleden Amerika'dır.

     Başbakan, "Terör ve aşırılıkla mücadelede yalnız değilsiniz" derken gerçekten de doğruyu söylemiştir. Çünkü bundan birkaç ay önce Türkiye'de AKP hükümetinin emniyet birimleri tarafından 200 Hizb-ut Tahrir şebabının gözaltına alınıp 80'den fazlasının hapse atılması ve yine Erdoğan'ın Pakistan ziyaretinden kısa bir zaman önce Amerikan uşağı Pakistan hükümeti tarafından da Hizb-ut Tahrir şebabından 30 kişinin tutuklanması her iki hükümetin terörizmle mücadele adı altında İslam'a ve onun için çalışan muhlis kimselere karşı ortaklaşa çalıştığını göstermektedir. Tüm bunların sonucunda da her iki hükümetin de "aşırı uç ve aşırılıktan" kastettiklerinin İslam ve bu ümmetin hayrı için çalışıp çabalayan Müslümanlar olduğu anlaşılmaktadır.

Ey Müslümanlar!

     Teröre karşı mücadele adı altında İslam beldelerini işgal eden Amerika'nın politikalarını gerçekleştirmek üzere yıllardan beri terör terör diyerek ümmetin ömrünü yiyip bitiren, muttaki evlatlarını zindanlara atan, servetlerini heba eden, izzeti ve şerefi sömürgeci kafirlerde arayan birbirinin ikizi olan bu uşak yöneticileri kaldırıp atarak sizleri, içerisinde bulunduğunuz bu zelil durumdan kurtaracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışan Hizb-ut Tahrir'e ve muhlis şebabına destek veriniz.

  

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Güvenlik Birimleri, Yahudi İşgal Ordusunun Yardım ve Desteğiyle Hizb-ut Tahrir Şebabını Tutuklamak için Husan Beldesine Baskın Düzenledi

 

Dayton otoritesine bağlı güvenlik birimleri, 12.10.2009 Pazartesi günü, Yahudi işgal güçlerinin yardım ve desteğiyle Betlahem şehrinin Batısına düşen Husan beldesindeki Hizb-ut Tahrir şebabının yanı sıra hakkı söylemede hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan başka kimselerin evlerine de baskın düzenledi.

Utanmadan ve sıkılmadan yaşlarına veya yaşlı olmalarına saygı göstermeksizin geneli Hizb-ut Tahrir şebabı olmak üzere beldedeki birçok evi basarak Hizb üyelerinden biri olan elli küsur (50) yaşındaki "Muhammed Sebatin'i" evinde ve belde sakinlerinden altmış beş (65) yaşında ihtiyar biri olan "Fethi Hamamire'yi" işyerinde tutukladılar. Askeri araçlarının beldenin sokaklarına dalaştığı, işgal güçlerinin yardımıyla tüm bunların meydana geldiği bir sırada Otoritenin güvenlik birimleri de Yahudi varlığını ve vatandaşlarını yeryüzünde fitne çıkarmak ve terör estirmek üzere serbest bırakan Oslo'nun türettiği Otoritenin utanç görüntüsü altında baskın yapmaktaydı. Bu sırada Yahudiler, bir kez daha Mescid-il Aksa'yı basarak onu kirletmek, katletmek, tehdit etmek, Filistin'in genelindeki masum insanları korkutmak, onlara saldırmak, çiftliklerini ve ağaçlarını yakmak ve zeytin ağaçlarını sökmekle meşgul iken bu birimler, bunlara karşı harekete geçmek yerine Filistin halkına Yahudilerin yaptıklarının aynısını yapmaktadır.

Otorite ile güvenlik birimleri, kendilerini ümmetin muhlis evlatlarını takip etmeye adamışlardır. Başta Filistin meselesi olmak üzere ümmetin meselelerine ve ümmete karşı tezgahlanan komploları ifşa eden, hiç bir kınayıcının kınamasından, zalimin zulmünden, iradesini İslami ümmetin düşmanlarına ipotek edip kendisini bu düşmanın gizli eli kılarak onun emriyle, onunla koordinasyon içerisinde ve onun desteğiyle hareket edenlerin göz dağından korkmaksızın hakkı dile getiren Hizb-ut Tahrir şebabı da onlardandır.

Otoritenin güvenlik birimleri, şebabı bulamadıkları hane halkını sadece ahlaksız kimselerin kullanacağı ödleklere yakışır iğrenç bir üslupla tehdit ettiler. Keza şebaba işkence etmek ve takip etmekle gözdağı vererek hak sözü dile getiren, hakikati beyan eden ve ödlekleri ifşa eden muhlisleri bu şekilde susturacaklarını zannetmektedirler.

Kayda değerdir ki Betlahem şehrinin batısına düşen ve "Beytar" yerleşim bölgesine bitişik olan Husan beldesi, güvenlik olarak doğrudan işgal ordusunun yetki sahasına giren "C" bölgesinde yer almaktadır. Dolayısıyla Filistin güvenlik birimi, meşum Oslo Anlaşması'nda varılan sonuca göre buraya ancak Yahudi işgal ordusuyla koordinasyon içerisinde girebilir. Son olarak deriz ki Dayton otoritesi ve arkasındaki Yahudiler, Hizb-ut Tahrir şebabını Filistin'i Yahudilerin pisliğinden, Allah, resulü ve müminlerle savaşan zalimlerden kurtaracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için daveti taşımayı sürdürmekten asla vazgeçirmeyeceklerdir.

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mümin erkeklere ve mümine kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." [el-Ahzâb 58]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Kudüs'te Yaşananlar Karşısında Ürdün'ün Görevi

Ürdün Kralı ikinci Abdullah, hükümetiyle yaptığı toplantıda onu devletlerarası arenada siyasi hareketliliği yoğunlaştırmaya ve uluslararası toplumdan özellikle kutsal mekanlar olmak üzere Yahudilerin Kudüs'te işlediği şeyler karşısında sorumluluklarını üstlenmesini talep etmeye yönlendirdi. Kral Abdullah, bu eylemlerin doğuracağı sonuçlara karşı uyararak bunların barış çabalarını baltaladığını ifade etti. Başka bir bağlamda ise Ürdün Dışişleri Bakanı, Ürdün'ün Kudüs konusunu kırmızı çizgi olarak gördüğünü, barışçıl çözümler içerisinde hareket etmenin Ürdün'ün değişmez tutumu olduğunu ve Yahudilerin icraatlarını kınadığını ifade ederek bu eylemlerin barışçıl çözümlere ve Yahudilerle yapılan müzakerelere etki etmesine karşı uyarıda bulundu.

Kudüs'te yaşananlar karşısında uluslararası toplumdan sorumluluklarını üstlenmeyi, yani Müslümanların birinci düşmanı olan büyük devletlerden sorumluluklarını yüklenmeyi talep eden sahte barışa karşı korku duyan bu tutumlar bağlamında deriz ki:

Gasıp Yahudi varlığının Filistin'e karşı yaptıkları, gün be gün Yahudilerin ahitlere ve misaklara bağlı kalmadıklarına dair tabiatlarını ortaya koymaktadır. Bu da Ürdün rejiminin derhal Vadi Arabe anlaşmasını ve bunun sonucunda yapılan anlaşmalar ile işleri iptal etmelerini gerektirmektedir. İslam, bu ve benzeri anlaşmaları haram kılmakta ve bunlara göre hareket eden herkesi şeran ahirette çetin bir azabı hak eden bir günahkar olarak addetmektedir. Ümmet de er yada geç bu yüzden onu muhasebe edecektir.

Değişmez tutumun batıl üzerinde değil hak üzerinde olması gerekir. Dolayısıyla değişmez tutumun, gasıp Yahudi varlığını pekiştirmekten, hakları heba etmekten ve ümmeti sömürgecinin boyunduruğu altında ezilmeye terk etmekten başka bir şey getirmeyecek olan barışçıl çözümler için değil Filistin'in bir bütün olarak Yahudilerin pisliğinden kurtarılması için gösterilmesi gerekir.

Ürdün rejimine düşen genel seferberlik ilan etmesi ve Filistin'i gasbeden bu düşman karşısında fiili savaş haline geçmesidir. Eğer kendisinde Yahudi varlığı ile savaşa girecek bir güç görmüyorsa Müslüman kardeşlerine yardım etmeli ve onları bu gasıp varlıkla savaşmaya teşvik etmelidir. Ta ki onun kökünden söküp atsınlar ki bu varlığı destekleyen güçler kim olursa olsun Müslümanlar buna muktedirdir.

إِلاَ تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلَيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi çok can yakıcı bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. (Siz savaşa çıkmamakla) onlara hiçbir zarar da veremezsiniz. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. [et-Tevbe 39]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudiler Mescid il-Aksa'ya Zorla Girip Gazze'yi Bombalarken Otorite, Uluslararası Toplantılarda Onları Korumakta ve Onların Çıkarlarını Gözetmektedir

 

İşgalci Yahudi varlığı; kazı çalışması, baskın, kirletme, katletme, ziyaretçilerini yaralama, özellikle Refah'taki tünelleri sık sık bombalama ve direnişçi aktivistlere suikast düzenleme yoluyla hem Mescid-i Aksa ve ehline hem de Gazze Şeridi sakinlerine karşı cürümlerini sürdürdüğü bir sırada Filistin'deki politikacılar, avaz avaz bağırmaktalar, karşılıklı suçlamalarda bulunmaktalar ve Filistin otoritesinin isteği doğrultusunda, Birleşmiş Milletlere bağlı İnsan Hakları Konseyinin geçen Cuma günü Cenevre'deki oturumunda (Birleşmiş Milletler tarafından Gazze savaşını araştırmakla görevlendirilen) Goldstone raporunu ele almasının ertelemesini talep etmektedirler. Ayrıca Otoriteden de ""İsrail" veya Filistin otoritelerinin her ikisinin de bu suçlara zanlıları araştırmamaya ve altı ay içerisinde yargı önüne çıkarmamaları durumunda Güvenlik Konseyinin bu iddiaları Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesine taşımasına" teşvik eden karar tasarısına ilişkin desteğini geri çekmesini talep etmektedirler. Bizler Hizb-ut Tahrir

olarak bu olaylar bağlamında deriz ki:

Caydırıcı bir güç olmadığı için sorgusuz sualsiz güç kullanmayı alışkanlık getiren işgalci Yahudi devleti, kendisine yöneltilen hiçbir suçlamayı kabul etmemekte ve -Amerika'nın desteğiyle- kendisini her yasanın üzerinde görmektedir. Dolayısıyla Yahudi devleti, kendisini "Ulusalcı Filistin" olarak gören Otoriteye raporu reddeden Yahudilerin tutumunu desteklemesini emretmiş ve o da her zaman olduğu üzere işgalcinin çıkarlarını ve güvenliğini korumak adına utanmadan ve sıkılmadan bunu yapmıştır. Bu ise geçen Perşembe günü Amerikan Başkonsolosu'nun Otoritenin Devlet Başkanı'nı ziyaret etmesinin ardından olmuştur. Nitekim el-Cezire Net, Filistin Telekomünikasyon Şirketinin yeni çalışmasına ve gerekli frekanslarının sağlanmasına izin verilmesi karşılığında Otorite tarafından bu tutumu içeren bir anlaşmanın yapıldığı haberlerini yayınlamıştır. Bu tutum medyada gün yüzüne çıkıp işgalci Yahudi'nin çıkarlarını koruma ve siyasi tutumlarını peşkeş çekme hususunda Otoritenin aşağılık seviyesi ifşa olunca Amerika ve Yahudi devletinin bir işaretiyle tutumlarını değiştiren kodamanların ve efendilerin yüzsuyunu korumak için bir günah keçisinin seçilmesi kaçınılmaz oldu. Böylece soruşturma komisyonunun oluşturulması kararı çıktı.

Soruşturma komisyonunun oluşturulması bayağı bir iş olup insanların akıllarını hafife almak ve onlara ihanet etmektir. Madem Devlet Başkanı ve Başbakanıyla Otorite, söz konusu raporun ele alınmasının ertelenmesini talep etme kararı aldı o halde soruşturma kimin hakkında ve ne için olacak? Yoksa orada soruşturmanın ortaya çıkarmasını bekleyen gizli kapaklı bir şey mi var? Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?!

Doğrusu Gazze'deki tünel bölgelerine yönelik Yahudi bombardımanın devam ettiği, Yahudilerin askerlerin gözetimi altında sık sık Mescid-i Aksa'yı kirletmeye çalıştıkları, askerlerinin Mescid-i Aksa'nın giriş kapıları önündeki insanları zorbaca yakaladıkları, içeri zorla girmek üzere kapılarında toplanmış olan Yahudileri engellemek için kendilerini oraya kapatanların çığlıklarının yükseldiği bir sırada bu ertelemenin talep edilmesi Otorite ve adamlarının utancına bir utanç daha katmıştır. İşte tüm bunlar gerçekleşirken Otorite ve onun arkasında olan İslami alemdeki tüm rejimler, Yahudilerin tüm bu vahşi işleri karşısında sessiz sedasız beklemektedirler.

İslami ümmet kendi maslahatlarını gözetecek Hilafet Devleti'nin gölgesinde İslam'ın geri getirilmesi gayesini gerçekleştirdiğinde kendilerini bu meselenin temsilcileri olarak dayattıkları günden beri Filistin meselesini uçurumdan uçuruma sürükleyen bu liderlerden ve liderliklerden hesap soracak ve onlardan intikam alacaktır.

Diğer taraftan hem altmış yıldan beri Filistin'in bölünmesine dair kararlar çıkaranın bizzat Birleşmiş Milletler olduğunu hem de Gazze'ye yönelik vahşi katliamı ve bombardımanı iki taraf arasında bir savaş olarak tanımlamasının yanı sıra her zaman olduğu gibi kasap Yahudi ile kurban edilen Müslümanı aynı kefeye koyanın bizzat Güvenlik Konseyi olduğunu unutarak kendilerine savaş suçu işledikleri töhmetinde bulunan ve saldırgan ile saldırıya uğrayanı eşit tutan bir raporun istenilmesine dair Gazze ve Şam'da siyasi seslerin yükselmesi şaşırtıcı değil midir?.

Otoritenin uluslararası toplantılarda işgal varlığının çıkarlarına boyun eğmesi ve onun çıkarlarını gözetmesi, alçaltıcı siyasi anlaşmalar uyarınca hareket eden ve işgale karşı çıkıp ona direnen insanları takip ettiği bir sırada güvenlik birimlerini işgal varlığının güvenliğini korumaya mobilize eden bir Otorite açısından hiç de şaşırtıcı değildir. Doğrusu Gazze'deki halkının evlatlarının bombalanmasını izlediği, Mescid-i Aksa'ya zorla girmeleri ve kirletmeleri için Yahudileri koruduğu bir sırada işgal liderleriyle koordinasyon kurarak onlarla doğrudan ve "aracılar" vasıtasıyla anlaşmalar imzalayan bir Otorite'nin bu tür gizli anlaşmalar yapması ve komplolar kurması hiç de olasılık dışı değildir. Oysa bu işgal varlığı, Otoritenin yüzsuyunu korumayacak ve bu zavallı tutumundan dolayı daha fazla aşağılanma ve zilletle ödüllendirecek, bombalama ve kirletme zamanlamasında bile onu hiç önemsemeyecektir.

Artık Filistin halkının, bu kıytırık Otorite karşısında katletmeyi ve savaşı meşru görürken kendilerinin işgal varlığının güvenlik projesini koruduklarını bir kez daha göstermelerinden sonra bu Otorite ile adamlarını çekirdek çitler gibi kaldırıp atmalarının zamanı gelmiştir. Artık Filistin halkının, Filistin meselesinin çözümünün ancak kurtarma misyonunun bunu eda etmeye muktedir yegane cihet olan Müslümanların ordularına tevdi edilmesiyle olacağını anlamalarının zamanı gelmiştir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin." [el-Enfâl 24]

 

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER