Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - İslâmî Hilâfet, Ümmeti İslâm Esası Üzerine Birleştirecek, Güçlü ve Kapsamlı Sanayileşmiş Bir Politika Bina Edecektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, Dakka'daki Mühendislik Fakültesinde "İslâm'da Sanayileşme Politikası" başlıklı iktisadî bir sempozyum düzenledi. İlk konuşmayı Hizb'in üyesi Mustafa Menhâz yaparken konferansa, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ile yardımcısı Murşid il-Hakk, Şeyh Memnûr Râşid, Muhammed Şevket Hüseyin ve Âsım el-Evden da iştirak etti.

Sayın Mustafa Menhâz, dünyanın sanayileşmiş öncü devleti haline gelmesine imkân verecek Hilâfet Devleti'ndeki sanayileşme politikasını açıkladı:

1- Siyasî Vizyon: Hilâfet Devleti'nin, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmeye ilişkin programı, itici ve onu ileriye sevk edici bir güç olarak İslâmî akîde üzerine bina edilecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, İslâmî Ümmeti, İslâm'ı tüm dünyaya egemen kılacak olan açık bir siyaset vizyonu temelinde birleştirecektir. 2- Sanayinin Temelinin Askerî Sanayileşme Kılınması: Hilâfet, temelde ekonominin temel dayanağı olacak olan harp sanayisi üzerine yoğunlaşacaktır. İşte bu siyaset, birçok istihdam alanları oluşturacak, serveti önemli ölçüde geliştirecek ve İslâmi Ümmete tuzak kuran diğer milletleri caydırmaya yönelik hayatî bir faktör olacaktır. Dolayısıyla askerî sanayileşmeye dayalı bir ekonominin bina edilmesi, çelik, demir ve kömür gibi ağır sanayinin yanı sıra harp sanayinin gelişimine de imkân verecektir. 3- Madenlerin Çıkarılması: Hilâfet Devleti, maden kaynakları ile sanayisinde ve üretiminde maden kullanan fabrikalarının işlerini idare edecek ve bugün olduğu gibi diğer milletlerin bunları işletmesine izin vermeyecektir. Çünkü madenler, birçok sanayilerde zaruridir ki Hilâfet Devleti, kendisinde mevcut olmayan madenleri de sömürgeci olmayan ve İslâmî beldelere tamahkârlığı bulunmayan devletlerden ithal edecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, sömürgeci devletlerin bir kuklası haline gelmesini engellemek için de İslâmî âlemdeki kiralık Batı şirketleriyle muamelede bulunmaya yönelik kararlı bir siyaset benimseyecektir. 4- Ziraat: Güçlü ve bağımsız bir ekonomi, gıdada kendi kendine yeterliliğe muhtaçtır. Bunun içindir ki Hilâfet Devleti, gıdada İslâmi beldelerin diğer devletlere olan bağımlılığına son vermek için özenle çalışacaktır. Dolayısıyla Hilâfet Devleti, Allah Subhânehu ve Tea'lâ'nın yalnızca bize bahşettiği tarım arazilerinin kullanılmasını da içeren bir siyaset benimseyecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, tarım sektöründeki ileri tarım teknolojisine de girecektir.

Sayın Mustafa Menhâz şöyle dedi: Bugün Ümmet, hiçbir siyasî bir vizyona sahip olmayan ve sömürgeci efendilerini memnun edecek Kapitalizm nizamını tatbik eden mevcut yönetimlerin benimsedikleri başarısız politikalar sebebiyle sanayileşme açısından dünyadaki diğer milletlerden geri kalmıştır. Servetlerimiz pahasına sömürgeci ellerde bir kukla olan yöneticilerimiz, gücümüzü ve kudretimizi kullanmamıza imkan vermeyeceklerdir.


Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Heyeti, Pakistan Sefareti'ne Bir Mektup Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Resmî Sözcüsü İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl] liderliğinde ve Hizb'in üyeleri Üstâz İbrâhîm Müşerref ve Muhammed Mustafâ'nın eşliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nden bir heyet, Pakistan Cumhuriyeti Sefareti'ne Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti'nin yayınladığı "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun!" başlıklı bir mektup teslim etti. Söz konusu mektup, yöneticiler yoluyla Müslümanları birbirine kırdırma hususunda habis Amerikan komplosunu ifşa etmiş ve mektupta şunlar geçmiştir:

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! İslâm'a ve Müslümanlara hıyanet eden bu yalancı yöneticiler, kendi çıkarları ve sömürgeci kâfirin çıkarından başka bir şeye önem vermezler. Bu yöneticiler, Amerikalıları himaye etmek için Müslümanları birbirine kırdırmaktadırlar."

"Ey Pakistan Âlimleri! Lal Mescidi katliamı karşısında tarafsız kalmanız Müşerref'in, mescitteki kadın ve çocuk Müslümanlara karşı cürümünü işlemesinde ve onların kanlarını akıtmasında ve de Pakistan'ın başkentinde başarılı olmasını sağlamıştır. Bu katliamdan dolayı hala Müslümanların yürekleri dağlanmaktadır ki bundan daha öte bir yürek acısı yoktur. İşte bugün de bu "demokrat" yöneticiler, Amerikan efendilerinin uğrunda Svat Vadisi'ni topyekûn Lal Mescidi'ne çevirmeye çalışıyorlar. O halde bu yöneticilerin bu yıkıcı hamleyi sürdürmelerini durdurmak için izzetli bir duruş sergilemez misiniz? O halde Amerika, Afganistan ile kabileler bölgesindeki tüm mescitler ve okulları yıkmadan önce kıyama kalkınız, medreselerinizdeki tüm öğrencileri de kıyama kaldırınız ve bu yöneticilerin saraylarına doğru harekete geçiniz."

"Ey Pakistan'ın Siyasî Partileri! Müslümanların Amerika için kendi kardeşlerini katletmeye yöneldiklerine şahit olduğunuz halde Pakistan'daki insanların işlerini gözettiğinizi mi iddia ediyorsunuz! Aranızda Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere hıyanetlerinden dolayı hak ettikleri bir muhasebe ile bu yöneticileri muhasebe edecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Bunu yapmadığınız takdirde Kıyâmet Günü'nde Allah'ın azabının zalim yöneticilerle birlikte sizleri de kuşatmasından korkmaz mısınız? Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لاَ يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوُا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلاَ يُنْكِرُوهُ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللَّهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ "Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bir kesimin ameli yüzünden geneli cezalandırmaz. Ne zaman ki aralarında münkeri görürler ve reddetmeye muktedir oldukları halde reddetmezlerse, işte bunu yaptıklarında Allah hem bu kesime hem de genele azâb eder."

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devem edeceksiniz? Sizleri utanç ve aşağılık tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Mesele Hiç de Öyle Değil Ey Başkan!

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, bugün 23.05.2009'da, Şam'da düzenlenen İslâm Konferansı Teşkilatı'nın 36. konferansı münasebetiyle İslâm ülkelerinin dışişleri bakanları önünde bir konuşma yaptı. Konuşma, Arap yöneticilerinin adetleri olduğu üzere bir vızıltı şeklindeydi. Bu konuşma; İslâm'ın ve Müslümanların... İslâmî akîdenin savunulması... İslâm'ın bir hoşgörü dini olup terör dini olmadığı... Barış süreci başarısız oldukça hakların geri alınması yolunun direniş olduğu... "İsrail'in" barışın önünde bir engel olduğu... Stratejik bir hedef olarak Suriye'nin barışa karşı tutumunu değiştirmeyeceği... Kudüs'ün Yahudileştirilmesi karşısında durulacağı... Gazze'ye yönelik ablukanın kaldırılması... İrade gücünün olması gerektiği... Ardından izolasyona değil açılıma... Müslümanlar arasında ekonomik işbirliğine... Ve benzeri şeylere çağrıda bulunulan ballandırılmış bir konuşma edasında ortaya çıkmıştır. Bu da konuşmanın, Devlet Başkanının sarf ve nahivde gaf yaparak merfûyu nasbedip veya mensubu merfû yapınca derhal geri dönerek hatasını düzeltecek ölçüde "bıktırıcı" bir konuşma olduğunu göstermektedir!

Ayrıca konuşmayı inceleyen bir kimse bu konuşmanın, ne aç bırakan, ne tok tutan, ne genelin, ne de özelin aldanacağı eski yeni tekrar edilmiş bir konuşma olduğunu görür. Bunun içindir ki konuşma, içerisinde geçen iki noktanın dışında ne yoruma ne de değerlendirmeye değerdir. Bu iki nokta ise, bazı insanlarda aldatılma şüphesi doğurabilecek pek çok yanlışı gizlemektedir. O iki nokta şunlardır: Devlet Başkanı'nın, İslâm ile İslâmî akîdeyi savunduğunu ifade etmesi ve konuşmasında barış süreci başarısızlığa uğradıkça bölgenin kurtarılmasına ilişkin hakların geri döndürülmesi yolunun direniş olduğunu belirtmesidir. Her iki ifadede de açık bir saptırma, dahası hayâsızlık yatmaktadır!

Birincisine gelince; hapishaneleri genelde Müslümanlardan, özelde ise Hizb-ut Tahrir'den olan muhlis ve muttakilerle dopdolu olduğu halde nasıl olur da Devlet Başkanı İslâm'ı ve İslâmî akîdeyi savunabilir?! O kimseler ki ancak Allahu Subhânehu'nun şu kavlinde ifade ettiği gibi el-Azîz-ul Hamîd olan Allah'a imân etmelerinden dolayı hapsedilmişlerdir:

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلاَّ أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan sırf Azîz-ul Hamîd olan Allah'a imân etmelerinden dolayı intikam aldılar." [el-Burûc 8]

Ayrıca kırkın üzerinde Hizb-ut Tahrirli ve bir çok diğer Müslüman hapishanelerinde sıkboğaz edildiği, işkenceye ve eziyete maruz bırakıldığı halde nasıl olur da Devlet Başkanı İslâm'ı ve İslâm akîdesini savunabilir?! Oysa Allahu Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mü'min erkeklere ve Mü'mine kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." [el-Ahzâb 58]

O halde Devlet Başkanının İslâm ve Müslümanlar hakkında söyledikleri, dünyada ve âhirette boynuna dolanacak bir iftira değil midir?

İkincisine gelince; Devlet Başkanı, barış sürecinin Madrid'den bugüne kadar başarısızlığa uğrayıp barışa zarar verdiğini ve konuşmasına göre bölgenin kurtarılmasına ve hakların geri döndürülmesine ilişkin çözümün direniş olduğunu ikrar edip teyit etmektedir. Ancak hem Devlet Başkanı, hem de herkes şunun farkındadır ki Yahudi varlığı ile olan en sakin cephe işgal edilmiş Suriye toprağı olan Golan cephesidir. Öyleyse direniş nerde kaldı ey Başkan!

O halde işgal edilen toprağın geri alınması için Devlet Başkanının direniş hakkında söyledikleri, zerre kadar hayâsı olan kimsenin söyleyemeyeceği açık bir yalan, çarpıtma ve aldatma değil midir?

Mesele hiç de öyle değil ey Başkan! Zira insanlar, sandığından daha uyanık oldukları gibi Hilâfeti, merkezi olan Şam'a geri getirmek için gecelerini gündüzlerine katarak çalışan İslâm erleri vardır. İşte o zaman ruveybida çöplüklerini surlarının arasından püskürtecek ve işte o gün zalimler nasıl bir inkılâp ile devrileceklerini bileceklerdir.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Suriye Vilâyeti
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Heyeti, İslamabad'daki Özbekistan Sefareti'ne Hizb-ut Tahrir Üyesinin Özbek Hapishanelerinde İşkence Edilerek Katledilmesini Protesto Eden Bir Mektup Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây başkanlığında ve beraberinde Hizb'in üyesi Tahir Saduzi'nin olduğu Hizb-ut Tahrir'den bir heyet, siyasî çalışma ve değişimi isteme haklarını kullanan Hizb-ut Tahrir şebâbına işkence edip onları idam etmesinden dolayı mücrim Özbek yönetimine yönetilmiş bir protesto mektubu teslim etmek üzere İslamabad'daki Özbekistan Sefareti'ne gitti. Tâğut Kerimov'un katlettiği şehitlerin sonuncusu Özbekistan'daki mücrim yönetimin hapishanelerinde işkence edilerek katledilen şâb İsmet Hodurbadiyov'dur.

Şehit İsmet Hudarbadiyov, Hizb-ut Tahrir'e üyeliği yüzünden 2002 yılından bu yana hapishanedeydi. Şu an eşine düşen, ikinci kocasını da defnetmektir. Zira ilk kocası Ferhat Osmanov da Özbekistan kasabı Kerimov tarafından 1999 yılında şehit edilmişti. Osman da Hizb-ut Tahrir'in aktif üyelerindendi ve o zaman katledilmesi tâğut Kerimov ve yönetimin gidişatında hiçbir değişiklik yapmaksızın küresel protestonun fitilinin tutuşmasına yol açmıştı.

Medya kaynakları ve insan hakları örgütlerine göre Özbekistan hapishanelerinde 10 binin üzerinde Hizb-ut Tahrir üyesi bulunmakta ve her gün tâğut İslâm Kerimov yönetimi tarafından işkenceye ve zulme maruz kalmaktadırlar. Nitekim şehit edilen İsmet Hudarbadiyov'un ve Ferhat Osmanov'un yanı sıra Ferhad Ozmanov, Muzaffer Avazzov, Hasanaddîn Alimov, Ömer Elîf Hasan Erkonoviçh, İynagonov Osman Tursunoviçh, Sayidminov Numan, Nuzurov Habibullah, Arif İçanov ve diğerleri de tâğut Kerimov tarafından şehit edilmiştir.

Her şeye rağmen Hizb-ut Tahrir ve şebâbı, Hilâfet Devleti'ni kurmak için benimsediği barışçıl siyasî metoduna bağlı kalacaktır. Hali hazırda Hizb-ut Tahrir, bölgedeki en büyük siyasî hizbdir.

Söz konusu mektupta, Hizb'in Özbek yönetimini şiddetle kınamasına yer verilerek Hizb, şebâbının küstah İslâm Kerimov'a asla boyun eğmeyecekleri ve Allah emrini yerine getirinceye kadar bu şekilde sabrederek devam edecekleri teyit edildi. Evet, Hizb-ut Tahrir'in şebâbı, cürüm eylemlerinden dolayı Kerimov'u yargılayacak olan Hilâfet Devleti kurulana kadar sebat ederek Hizb'in fikrî çatışma ve siyasî mücadeleye dayanan metoduna bağlı kalacaklardır.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Başbakan Erdoğan Kimin İçin Koşuşturuyor?

16 Mayıs 2009 tarihinde Rusya'nın Soçi kentinde AKP Hükümeti Başbakanı Recep Erdoğan ile Rusya Başbakanı Viladimir Putin arasında bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin ağırlık noktasını enerji ve Ermenistan işgali altındaki Dağlık-Karabağ oluşturdu.

Bu ziyaretin kimin adına gerçekleştirildiğine gelince; dünyanın en gözde bölgeleri olan İslam beldelerinin başındaki hain liderlerin, ya ülkelerini başta ABD olmak üzere sömürgeci kafir devletlere altın tepside sunduklarını ya da efendilerinin üzerlerine yüklediği misyon gereği yine efendileri adına canhıraş bir gayretle koşuşturduklarını görürüz. Herkesçe malum olduğu üzere ABD, Türkiye üzerinden uzak ya da yakın bölgeler bazında çıkarlarını gerçekleştirmek ve bu bölgeleri kontrol altında tutmak üzere AKP'ye Türkiye'yi kendisi adına bir "merkez ülke" statüsüne getirme rolü vererek dış politikada komşularla sıfır problem şeklinde özetlenebilecek bir ilkeyi uygulamaya koydurmuştur. Böylece AKP'den Ermenistan ile Türkiye arasındaki sorunların çözüme kavuşturulması istenmiştir. Yine bu minvalde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan'la başlattığı meşhur "futbol diplomasisi" sonrası Türkiye-Ermenistan ilişkileri farklı bir boyut kazanmış, 22 Nisan 2009 tarihinde Ermenistan ile rezil bir "yol haritası" üzerinde anlaşmaya kadar varmıştır. Recep Erdoğan söz konusu "yol haritası" konusunda Azerbaycan kamuoyunda oluşan tansiyonu düşürmek adına 14 Mayıs 2009 tarihinde Azerbaycan'a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Azeri parlamentosunda yaptığı açıklamada Ermenistan'la sınırın açılması konusunda "Sebep ve netice ilişkisi vardır Türkiye Ermenistan kapısı kapanmıştır. Ne zaman yukarı Karabağ Ermenistan'ın işgaline maruz kalmıştır o zaman kapılar kapanmıştır ne zaman işgal durur o zaman kapılar açılır. Azeri kardeşlerimizle bu konuda mutabık kalmadığımız sürece adım atamayız. Bunlar bağlantılıdır" demiştir. Öte yandan Rusya, Ermenistan üzerinden kendisine alternatif bir enerji koridoru olması bakımından ABD'nin arka bahçesine nüfuz etme çabalarını baltalamaya çalışmaktadır. ABD yararına Dağlık-Karabağ konusu üzerinden Rusya ile pazarlık yaparak birlikte hareket etme işini de Erdoğan üstlenmiş görünmektedir ki bunlardan biri Türkiye'de ilk nükleer enerji santrali ihalesinin Rusya'ya verilmesidir. Recep Erdoğan'ın 17 Mayıs 2009 tarihindeki "Nabucco projesinde Türkiye tedarikçi değil transit ülkedir" şeklindeki açıklaması ve resmi rakamlara göre işsizliğin %17'lere ulaştığı ülkemizde kapitalist ekonomik krizin belini büktüğü halkın içler acısı durumu birlikte düşünüldüğünde İslami Ümmetin başındaki bu sefil yöneticilerin, halkının problemlerini çözmek yerine efendilerinin maslahatları için koşuşturdukları bir kez daha gözler önüne serilmektedir.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hükümet, Hizb-ut Tahrir'in Svat'taki Amerikan Savaşını Durdurmak İçin Yürüttüğü Kampanyayı Boş Çıkarmak Amacıyla Attığı Adımlar Çerçevesinde Lahor ve Karaçi'de Hizb'in Beş Aktivistini Tutukladı

Pakistan'ın "Demokratik" Hükümeti, Hizb-ut Tahrir'in beş üyesini tutukladı ve masum vatandaşların başlarına yağan lavları durdurmak için Svat Vadisi bölgesinde vekâleten yürütülen Amerikan savaşının hakikati noktasında insanları bilinçlendirmeye dönük çalışmaları yüzünden onlara terör ve büyük bir hıyanet suçlamasında bulundu.

14 Mayıs'ta Pakistanlı yetkililer, Hizb-ut Tahrir'in şebâbından Şezad Kerîm ve Abdullah Arafat'ı Lahor'daki bir çarşıda güpegündüz insanların gözü önünde tutukladılar ve polis birimleri oradaki bir merkeze götürdüler. Yürürlükte olan yasal normlarına göre tutuklama dosyası açmak yerine onları, polis merkezinde kendilerini temsil eden avukatları bulunmasına rağmen gizli istihbarat birimlerine teslim ettiler. Ertesi gün onları mahkemeye çıkarmak yerine taciz ve ölümle tehdit ettiler. Polise bu iki kişinin durumu sorulduğunda şehirdeki polis birimi, iki şebabın tutuklandığını inkar etti. Nihayet polis birimi, bu iki şebabı 16 Mayıs günü terörizmle mücadele mahkemesine sevk etti ve ek soruşturma için gözaltı süreleri yedi gün uzatıldı. Şimdi sözde "Bağımsız Yargıya" sorarız: Yüksek öğretim, yüksek itibar sahibi birer davet taşıyıcısı olan bu iki şebabı polisin gözaltına almasının maksadı nedir? Hırsızlık veya silahlı soygun ve cinayet suçlamasıyla mı tutuklandılar?!

Bu iki şebabın her türlü fiziksel tacize maruz kalması noktasında Hükümeti uyarıyoruz. Zira bu husustaki tüm sorumluluğu Hükümete yükleyeceğiz.

Bunun yanı sıra polis, 16 Mayıs Cumartesi günü, Karaçi şehrindeki bir çarşıda Hizb-ut Tahrir şebâbından Arslan Kamer, Şefaat Alî Hân ve Ömer Hân'ın olduğu üç kişiyi daha tutukladı. Polis, bir kez daha şiddet eylemlerinden uzak yüksek itibar sahibi olmakla tanınan kültürlü bu üç şebâba büyük bir hıyanet suçlamasında bulundu. Çünkü onlar, Svat'taki vahşî katliama karşı hak sözü söylemek için seslerini yükseltmişlerdir.

O halde Pervez Müşerref'in diktatör hükümeti ile Demokratik Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği Partisi Hükümeti arasında ne fark vardır? Bu fark, bu Hükümet'in iddia ettiği hoşgörü ve ifade özgürlüğü müdür? İslâm'a ve Müslümanlara yönelik her türlü saldırıya sık sık "ifade özgürlüğünü" gerekçe gösteren bu Hükümet ile şiddeti kaldırıp atmasıyla tanınan siyasî bir hizip olan Hizb-ut Tahrir'e karşı şiddet kullanan ve ona terörizm ile büyük bir hıyanet gibi mesnetsiz bir suçlamada bulunan aynı Hükümetin ta kendisidir.

Herkes şunun farkındadır ki sömürgeci kâfir, diktatör ve demokratik olmak üzere peş peşe gelen Hükümetler yoluyla kapitalizm nizamını tatbik etmekte ve İslâm'ın tatbik edilmesi için çalışan tüm muhlis siyasî partileri yasaklamak için bu Hükümetleri kullanmaktadır. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in üç küsur yıl önce Hükümetin Hizb'i yasaklaması kararına karşı Yüksek Mahkeme'de açtığı dava bugüne kadar rafa kaldırılmıştır. Dürüst ve bağımsız olduğunu iddia etmesine rağmen yargı, bunu kesin bir karara bağlamayı istememektedir. İşte o zamandan bu yana Hükümet'in istediği herhangi bir mahkemede Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğunu ispat edemeyeceğinin farkında olmasından dolayı dava ertelenmektedir.

Sorumluluğumuz gereği Hükümet'e deriz ki Hizb'in faaliyetini engellemek için izleyeceği her türlü yöntem başarısızlığa mahkûm olacak ve onlar için en hayırlı olanı Allah'ın fazlı sayesinde tamamı ağır bir yenilgiye uğrayan Arap Hükümetleri ile Orta Asya Hükümetlerinin Hizb'e karşı kalkıştığı girişimlerden ibret almalarıdır. Zira bu düşmanca girişimlere ve zalimce uygulamalara rağmen Hizb-ut Tahrir, dünyanın en büyük İslâmî siyasî Hizbi olmayı başarmış ve halen Hilâfet Devleti'ni kurmak için kırktan fazla ülkede çalışmaktadır.

Hizb, Hükümete yönelik şu söylemini yineler ki o, şebâbını tutuklayarak ve onu yasaklayarak siyasî faaliyetlerini yapmasını asla engelleyemeyecektir. Muhakkak ki Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Hilâfetin geri geleceği hakkındaki müjdesi kesinlikle tecelli edecek ve gerçekleşecektir, Hizb-ut Tahrir'in şebâbı, onu tüm çıplaklığıyla görmektedir.

 

Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Şeyha Hasîna Hükümeti, İslâm'a ve İslâmî Partilere Karşı Savaş İlan Etmiştir

Kıymetli Gazeteciler!

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh; Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in düzenlediği basın toplantısına hoş geldiniz. Bugün, Sınır Muhafızları Subayları'nın katliamı hususunda şüpheli rolünden dolayı Hükümeti muhasebe ettiğimiz günden bu yana Hükümetin, Hizb'e yönelik hedeflerini ele alacağız. Bunun yanı sıra sizlere, ülkenin siyasî durumuyla ilgili yeni gelişmeler hakkındaki tavrımızı da arz edeceğiz.

Kıymetli Gazeteciler!

Hizb-ut Tahrir'in, hem Sınır Muhafızları katliamı hususuna ilişkin Hint komplolarını, hem de Hükümetin bu komplolardaki şüpheli rolünü ifşa etme başarısını şüphesiz sizler de çok iyi bilmektesiniz. Bu komploların, ülkenin tarihinde büyük bir olay olduğu ve bu komplolar sebebiyle ülkenin iç ve dış güvenliğinin tehdit altında olduğu hususunda da şüphe yoktur. Nitekim bu olaylar ışığında, muhlis bir partinin sessiz kalması için hiçbir mazeret olmaz. O halde bu komploları başarısızlığa uğratmak ve ülkeyi kurtarmak için Müslümanları bu komplolara karşı bilinçlendirmemiz bizler için artık elzem bir durumdur.

Bu noktadan hareketle Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bu katliamı, Hükümetin içindeki ve dışındaki ajanlarıyla gizli ittifak kurarak Hindistan'ın tezgahladığı uzun vadeli bir komplonun halkası olduğunu açıklayan bir beyan yayınladı. Bunun üzerine Hükümet, beyan dağıttıkları bir sırada Hizb'in üyelerinden 31'ni tutuklamaktan başka bir girişimde bulunmadı. İşte o zamandan beri Hükümet, Hizb'e karşı bir dizi faşizan yöntemler benimseyip uygulamıştır:

-27.03'de Hükümet, katliamdaki şüpheli rolünü ifşa etmek için Hizb'in düzenlediği yürüyüşe polisi musallat ederek 100'den fazla kişiyi yaraladı, Hizb'in üyelerinden 10'unu tutukladı ve tutuklamayı haklı çıkarmak için de onlara haksız suçlamada bulundu.

-25.04'de İçişleri Bakanı, bir televizyon konuşmasında Hükümetin, birçok parti ile diğer örgütlerin yanı sıra Hizb-ut Tahrir'i de kara listeye koyduğunu ilan etti.

-İki gün önce, yani 09.05'de Hükümet, Hizb'in Şitnog şehrinde düzenleyeceği "Küresel Durgunluk ile Bunun Bangladeş Üzerine Etkisi: Alternatif İslâmî İktisat" başlıklı konferansı güvenliğin ve kanunun ihlal edilmesini engelleme diye saçma sapan bir gerekçe ile yasakladı.

-Yine aynı gün polis, genel bir celse olup önceden ilan edilmesine ve 100'den fazla Müslümanın katılmasına rağmen Dakka şehrindeki açık tartışma celsesinde Hizb'in üyelerinden yedisini tutukladı.

Kıymetli Gazeteciler!

Hasîna, 01 Mayıs'ta yaptığı bir toplantıda ülkedeki silahlı grupları ortadan kaldıracağını ilan etti. Oysa bununla siyasî bir akîde olan İslâm'ı kastetmiştir. Bunun ardından da Bangladeş'teki Amerikan Büyükelçisi James Mrorti, Bangladeş'in terör tehdidine maruz kaldığını ilan etmiştir. Amerika da dâhil olmak üzere sömürgeci kâfirin, Bangladeş'deki sözde İslâmî silahlı gurupların tehdidine maruz kaldığını belirtmesi, ülkeyi silahlı guruplardan korumak gerekçesiyle Bangladeş'teki askerî varlıklarını muhafaza etme isteklerinin sinyali olduğu malumdur. Zira Amerika, bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmek için Afganistan ile Pakistan'dan sonra Bangladeş'te de kendisine ait bir askerî varlığının olmasını istemektedir. Nitekim bu anlayış, Hükümetin Yerel İdarî Bakanı Eşref İslâm'ın, şayet ülkedeki silahlı gurupların tutuklanmaları tamamlanmaz ise Bangladeş ikinci bir Pakistan'a dönüşecektir şeklindeki sözleriyle de teyit edilmiştir. Dolayısıyla Hükümet ile Amerika, birbirleriyle koordinasyon içerisinde "silahlı guruplar kartını" oynamaktadırlar.

Ancak Amerika, İngiltere ve Hindistan'ın bu ülke üzerindeki komplolarına rağmen bu uyanık Ümmet, Allah'ın izniyle bu komploların başarıya ulaşmasına asla müsamaha göstermeyecektir.

Ayrıca Hükümet, sakinlerinin %90'dan daha fazlasının Müslüman olduğu bir beldede olmamıza rağmen Bangladeş'teki İslâmî-siyasî partileri yasaklamakla tehdit etmektedir. Bunun içindir ki Hükümetin, Hizb-ut Tahrir'e yönelik baskısı ve izlediği politika, övünüp durduğu demokrasi ile fikir özgürlüğünün içi boş sloganlardan başka bir şey olmadığını tüm çıplaklıyla göstermektedir.

Açıktır ki Şeyha Hasîna Hükümeti, İslâm ile İslâmî partilere karşı savaş ilan etmiştir. Bu Hükümetin, efendilerini hoşnut etmek için Kapitalizmin başarısızlığına ilişkin fikrî bir tartışmaya dahi izin vermemesi, onun Amerika ajanlığını ve Amerika'ya olan bağlılığını ispat etmektedir!

Hükümetin, Hizb-ut Tahrir'e yönelik baskıcı üsluplar kullanmasındaki amacı onun, Ümmetle bütünleşmesini engellemektir. Ülkedeki mevcut laik nizam ve sözde demokratik hükümet, sömürgeci kâfir tarafından Müslümanların boyunlarına musallat edilmiştir. Hiç şüphesiz bunlar, Ümmetin saffı dışındadır. Dolayısıyla bu nizamın başarısızlığı, Bangladeş'teki Müslümanların önünde müşahhastır.

Bir siyasî akîde olarak İslâm'ı benimseyen Hizb-ut Tahrir'in popülaritesi, her geçen gün artmaktadır, fikrî ve siyasî aktiviteleri yoluyla da İslâmî Hilâfet Devleti'ni ikame etmeyi hedeflemektedir. Nitekim Hizb-ut Tahrir, İslâm'ın kehanetçi bir din olmayıp bilakis evrensel siyasî bir akîde olduğunu, yönetime, iktisada, haricî siyasete ve benzerlerine yönelik tafsili nizamları içerdiğini ve İslâm'ın 21. yüzyılda insanın maruz kaldığı sorunları çözmeye muktedir olduğunu insanlara ispat etmiştir. İnsanlar arasında yayılan bu fikrî uyanıklık neticesinde insanlar, Hizb'in arı-duru bir şekilde açıkladığı İslâmî akîde çevresinde toplanmış ardından da Hizb'i desteklemişlerdir. Hükümet, Hizb'e fikrî ve siyasî üsluplarla karşı koymakta başarısız olmasının ardından aralarında Şeyha Hasîna ile Avami Birlik Partisi'nin de olduğu muhtelif partilere baskı yapan önceki olağanüstü hal hükümetinin yaptığı gibi Hizb'in ilerlemesini tamamen durdurmak için vahşî üslupları kullanmaya yönelmiştir.

Üç aydan daha az bir zaman içerisinde Hükümet, 50'ye yakın Hizb-ut Tahrir üyesini tutuklamıştır. Biz bu basın toplantısında, onların derhal bırakılmalarını talep ediyor ve Şeyha Hasîna ile Hükümetin'e de otoritede ebediyen kalamayacaklarını bildirmek istiyoruz. Zira geçtiğimiz 55 yıl boyunca, Kral Hüseyin, Hâfız Esat, Saddam Hüseyin, Cemal Abdünnasır, Enver Sedat ve Pervaz Müşerref gibi ister İngiliz ajanı yöneticiler olsun, isterse Amerikan ajanı yöneticiler olsun Hizb-ut Tahrir'in şebâbına çeşitli işkence yöntemleri uygulayan nice diktatör yönetici gelip geçmiştir. Onlardan kimileri helak olmuş kimileri de Ümmetten otoriteyi gasp etmiştir. Hizb-ut Tahrir'e gelince; sadece hayatta kalmamış bilakis günden güne gücünü artırmıştır. Şimdi ise Hilâfet Devleti'nin ikamesi için dünyanın dört bir tarafında Ümmetin liderliğini yapmaktadır.

Bunun içindir ki Hizb'e yönelik onca zorluklara, baskılara, işkencelere ve yalan iftiralara rağmen Hükümet, Hizb'i boyun büktürme veya onu zapt etme veya Hilâfet Devleti'nin ikamesi için çalışmasındaki ısrarını engelleme hususunda başarılı olamamıştır. Hizb şebâbı, fedakarlıkta bulunmaya hazırdır, hiçbir işkenceden korkmaksızın veya çekinmeksizin bu yolda devam edeceklerdir. Hükümetin İslam'a karşı komploları ise başarısız olacak, Hizb-ut Tahrir, Hilâfet Devleti'nin ikamesi için ilerlemeye devam edecektir. Allahu Subhânehu ve Te'âla şöyle buyurmuştur:

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ "Onlar Allah'ın Nûru'nu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Fakat Allah, Nûru'nu tamamlamaktan asla vazgeçmez. Velev kâfirler kerih görse de! O, Rasulü'nü Hidâyet ve Hak Dîn ile gönderendir ki Dînini (diğer) tüm dînlere üstün kılsın. Velev müşrikler kerih görse de! [es-Sâff 8-9]

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e Hakaret Eden Arsız-Yüzsüz Papa, Ne Hoş Geldin Ne de Sefa Getirdin!

  • Kategori Filistin
  •   |  

Papa XVI. Benedict'e yaraşan, dinlerine, nebîlerine hakaret edip şer ve insanlık dışı olarak tanımlamasından dolayı Müslümanların önünde diz çökerek affını talep etmesidir. Ne var ki Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret eden bu Papa, bütün küstahlığı ve Müslümanların akıllarını ve dinlerini tahkir edercesine Beyt-il Makdis ve onun eteklerine çıktı. Papa adına konuşanlar bu ziyaretten dolayı davul çalarlarken resmî yöneticiler, yönetici kılıklılar ve yandaşları ise zurna çalarak bunu tarihî bir ziyaret olarak nitelendirdiler. Böylece Papa'nın Filistin halkı için bir kurtarıcı olduğunu, hoşgörü ve barış elçisi olarak geldiğini ve İslâm dinine saygı duyduğunu anlatma uğraşısı içerisine girerek insanları aldattılar.

Gerçekte ise onlar birer yalancı ve iftiracıdırlar. Zira Papa, Filistin halkı için bir kurtarıcı değildir. Bilakis o, Yahudiler için bir kurtarıcı ve onların bir müttefikidir. Yüklendiği barış ve hoşgörü mesajı ise, dinleri ve Nebîleri [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] hakkında Müslümanlara yöneltilen hakaretlere hoşgörü gösterilmesi mesajıdır. Papa, İslâm dinine hiç saygı duymamaktadır. Aksine onu, bidatçi ve kavgacı bir din ve Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i de Nebî olmayıp Nübüvvet iddiasında bulunun biri olarak görmektedir.

Onun Filistin halkı için bir kurtarıcı olmayıp Yahudiler için bir kurtarıcı ve onların bir müttefiki olmasına gelince; çünkü Allahu Te'alâ şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ "Ey iman edenler Yahudileri ve Nasranileri dost edinmeyin. Çünkü onlar birbirlerinin dostlarıdırlar." [el-Mâide 51]

Çünkü siyasî meseleye ilişkin olarak Papa tarafından yapılmış veya yapılacak olan en uç açıklama, iki devletli çözümü ve mülteciler meselesinin çözümünü destekleyici yönde dolambaçlı yuvarlak bir ifadedir. Bu da Yahudilerin Filistin'in tamamına sahip olması ve el-İsrâ ve'l Mirâç arzı karşılığında ucuz bir bedelle mültecilerin tazmin edilmesi demektir. Onun Yahudiler ile Filistin halkına karşı gerçek tutumuna gelince; bu da Gazze'ye yönelik saldırı ile Piskopos Williamson'un olayı karşısındaki tutumları arasında mukayese yapılması ile açığa çıkar. Zira Papa, şöyle diyerek Yahudilerden özür dilemiştir: "Soykırım ya da holokostun her türlü inkârı, hiçbir şekilde hoşgörü gösterilmeyecek bir suçtur... Yahudi soykırımı olayını inkâr etmeye veya Nazi dönemi boyunca Yahudilere karşı işlenmiş soykırım suçlarının iğrençliğini küçümsemeye yönelik hiçbir girişime müsamaha gösterilemez." Oysa Papa'dan, Gazze Şeridi'ne yönelik son Yahudi saldırısı sırasında Müslümanlara karşı Yahudilerin cürümlerini kınayan hiçbir açıklama işitilmemiştir. Zira Papa nezdinde; öldürülen Yahudilerin sayısı hakkındaki bilimsel bir tartışma affedilmez bir suç iken binlerce Gazzeli çocuk ve kadının katledilmesi ve yaralanması ele alınmaya hatta göz atılmaya değer bir mesele bile değildir.

Ayrıca Papa, İslâmî âlemin ve Filistin'in genelinin kalbine saplanmış Yahudi varlığının bekasını canı gönülden istemektedir. Haddi zatında onun Yahudilere yönelik ziyareti "İsrail'in" varlığına ve günlük cürümlerine yönelik bir kutlamadır. Kaldı ki o, Yahudilerin Filistin'den ve Müslümanların mukaddesatlarından gasbettiği yerleri ikrar etmektedir. Yahudilerce "Ağlama Duvarı" olarak isimlendirilen el-Burak Duvarı'na yönelik planlanan ziyaret işte bu bağlamda gerçekleşmiştir.

Papanın yüklendiği barış ve hoşgörü mesajına gelince; dinleri, Nebîleri [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve Kur'ânları hakkında kâfirlerin Müslümanlara yönelttiği hakaretlere hoşgörüde bulunmalarını talep eden bir mesajdır. Nitekim bu Papa, 21.09.2006'da Almanya'nın Baverya Eyaleti'ndeki Resenburg Üniversitesi'nde yaptığı meşum konuşmasında: "Bana Muhammed'in getirdiği yeni bir şey göster. Kılıç zoruyla müjdelediği dini yayma emri gibi şerden ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın." diyerek Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret etmeye cüret etmiştir. Dolayısıyla bu Papa'ya göre Müslümanlardan talep edilen; İslâm'a ve İslâm'ın Rasûlüne yönelik bu hakaretlere hoşgörüde bulunmaları ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yapılan bu hakareti dürüst bir bilimsel araştırma olarak kabul etmeleridir. Şimdi bu Papa, İslâm'ın Rasûlünü aşağıladığı halde dinler arası hoş görüye davet etmeye ehil midir? Oysa gerek çocuklarıyla, gerekse yaşlılarıyla Müslümanlar, İsâ ve annesi el-Azrâu'l Betûl [Aleyhime's Selâm]'a hürmet ve saygı gösterdikleri gibi tüm Nebîlere ve Rasûllere hürmet etmektedirler.

آَمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آَمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ "Rasûl, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın Rasûllerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır dediler." [Bakara 285]

Dolayısıyla Papa, hoşgörüye davet etmeye ehil değildir. Çünkü onun öfkesi ağzından dökülmektedir ve kalbinde gizlediği ise daha büyüktür.

Papa, İslâm dinine hiç saygı duymamaktadır. Aksine onu, bidatçi ve kavgacı bir din ve Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i de Nebî olmayıp Nübüvvet iddiasında bulunan biri olarak görmektedir. Zira İslâm hakkındaki "...şerden ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın" sözü, İslâm'ın müfteri bir din olduğu ve Allahu Te'alâ'dan olmayıp şeytandan olduğuna dair İslâm'a yönelik bir iftiradır. Nitekim Papa, 08.05.2009 günü, Ürdün ziyareti sırasında bu ziyareti hakkında "İslâmî topluma duyduğum derin saygımı dile getirmem için bana bir fırsat vermiştir" diyerek İslâm'a ve İslâm'ın Nebîsine yönelik şer ve insanlık dışı iftirasındaki ısrarını teyit etmiştir. Zira o, meşum konuşmasında İslâm'ın "şer" ve "insanlık" dışı bir din olduğu şeklindeki ifadelerini inkâr etmemiş ve meşum söyleminden geri adım atmadığını göstermek için de kasten hazırlanmış nazik bir ifadeyle yetinmiştir. Dolayısıyla o, İslamî "dine" değil, İslamî "topluma" saygı duymaktadır.

Doğrusu Papa'nın haddi aştığı hakaretlerini telafi etmesi yerine Müslümanların mescitlerine ve Rasûlleri [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mesrâ'sına gelerek ayak basması oldukça şaşırtıcı ve gariptir. Müslümanların mescitlerine ayak basarak mı onlardan özür dileyecek? Müslümanların istediğini söyleyecek kadar onun bir dili yok mudur? Doğrusu bu, Müslümanları aldatmaya yönelik iğrenç ve alçakça bir yöntemdir. Şundan da eminiz ki Papa, muteber fakihler içerisinde, kendisi gibilerin Müslümanların mescitlerine girmesinin haram olduğunu söyleyenlerin varlığını bilmektedir.

Papa, kendilerinden oldukça uzak olduğu halde Doğu Nasranilerinin hamisi ve gözeticisiymişçesine onlarla kendisini temize çıkarmaktadır. Nitekim Müslümanlar, bu beldenin Nasranilerine, güvenliklerine ve iyi yaşamlarına öyle bir hırs göstermişlerdir ki Batı halkından hiç birinin hırsı buna erişemez. Çünkü Papa ve Batılı devletler, Doğu Nasranilerini kendi maksatları için bir gerekçe olmaktan başka bir şey görmemişlerdir. Müslümanlar nezdinde ise zimmet ehlinin gözetilmesi sabit bir şer'î hükümdür. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

من آذى ذمياً فقد آذاني "Her kim bir zımmiye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur"

Ve şöyle buyurmuştur:

أطعِموا الجائع وعُودوا المريض وفكّوا العاني "Açı doyurun, hastayı ziyaret edin ve esiri kurtarın"

Ebû Ubeyd şöyle demiştir: "Zimmet ehli de aynı şekildedir. Onlar olmaksızın cihat edilir. Esirleri kurtarılır. Kurtarıldıklarında hür kişiler olarak zimmetlerine ve ahitlerine geri dönerler. Bu hususta hadisler vardır." Bunun içindir ki Ömer'in fethinden bu yana İslâm'ın adaletini, ihsan ile gözetimini ve zimmetin korumasını görmelerinden dolayı Doğu Nasranilerinden olan ecnebi savaşçıların Haçlı savaşlarında Müslümanların yanında savaşması gayet tabiidir. Nitekim Ömer'in Ahitnamesi, onlara her türlü insafı göstermiş ve Kudüs'te Yahudilerle birlikte oturmama isteklerini kabul etmiştir. Zira bu ahitnamede şöyle geçmiştir: "... Onlardan hiç birine zarar verilmeyecek ve Yahudilerden hiçbir kimse de onlarla birlikte İyliya'da (Kudüs) oturmayacaktır." Oysa Papa, Müslümanlar ve Nasraniler olmak üzere Kudüs halkını sistematik bir şekilde tehcir etmeye çalışan işgalci Yahudi varlığını kutlamak amacıyla gelmiştir.

Binaenaleyh İslâm düşmanı bu Papa'nın Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mesrâsı'na davet edilmesi, onun karşılanması ve ona hoş geldin denilmesi İslâm'a ve İslâm'ın Nebîsine yönelik düşmanlığında onun ikrar edilmesidir. Onun karşılanması ve ona hoş geldin denilmesi ise Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve İslâm dinine yönelik düşmanlıkla katılaşmış imajını düzeltme amaçlı dolaylı girişimlerinde ona yardım etmektir. Onunla tokalaşmak amacıyla uzatılan el, günahkar bir eldir ve ona hoş geldin diyen bir dil ise iftiracı ve nifakçı bir dildir. O halde o günü beklesinler:

يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ أَلْسِنَتُهُمْ وَأَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ "O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir." [en-Nûr 24]

Allah'tan Hilâfet'in kurulacağı günü yakın kılmasını temenni ediyoruz ki böylece Müslümanlar, İslâm dinine ve İslâm topraklarına saldıran ve dil uzatan herkesi uslandıracak ve dalaletlerinde ve batıllarında onlara yardım edenlerden de intikam alacak adil ve râşit bir İmam/Halîfe üzerinde bir araya toplansınlar. Dolayısıyla tüm Müslümanları Hilâfet Devleti'nin ikamesi için bizimle birlikte çalışmaya davet ediyoruz ki o, farzların tacıdır ve Müslümanların izzetidir.

O halde herkesi, bu ziyareti boykot etmeye, Papa'yı karşılamaktan ve ona hoş geldin demekten imtina etmeye davet ediyoruz. Yine Rasûle hakaret eden bir kimseye "Ne Hoş geldin, Ne de Sefa Getirdin" mesajını iletmek amacıyla Mescid-il Aksa'ya gelmeye muktedir olan herkesi Papa'nın Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mesrâ'sına gireceği günkü barışçıl gösteriye davet ediyoruz.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلا نَعْبُدَ إِلا اللَّهَ وَلا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ "(Resûlüm!) de ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rab edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız deyiniz." [Âl-i İmrân 64]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER