Çarşamba, 15 Recep 1446 | 2025/01/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sorular ve Cevaplar

Soru-1: İslam Şahsiyeti kitabının birinci cildinin 407. sayfasının ikinci paragrafında Sahîh Hadis'in tarifi konusunda şöyle geçmiştir: "'Udul ve zapt sahibi birisinin yine kendisi gibi birisinden muttasıl bir senedle' ifadesi ile, sahih hadis mürsel, münkatı ve mu'dal gibi, sahih hadis çeşitlerinden sayılmayan mürsel, münkatı ve mu'dal'dan korunmuş ve ayırt edilmiş olmaktadır. Çünkü mürsel hadis, tabiinin sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi Sellem]'den rivayette bulunmasıdır. Münkatı ise; senedinin bir yerinde veya birkaç yerinde ravilerden birinin düştüğü hadise denir. Mu'dal; bir veya birkaç yerinde iki ravinin düşmesidir. "Mürsel, münkatı ve mu'dal'ın tamamının senedinde kopukluk olduğu için sahih hadis kapsamından çıkarılmıştır." Bu ise aynı kitabın 414 ila 415. sayfalarında mürselin alınmasının sübut bulmasıyla çelişmektedir. O halde bu nasıl izah edilir? Şükranlarımızı iletiriz.

Cevap-1: "Mürsel" hadisin hadis ilmi ıstılahına göre sahih hadisin tanımına dahil edilmemesi ile mürsel hadisle amel edilmesi arasında çelişki yoktur.

Her ilmin sahipleri, kendi ilimleri için ıstılahlar koymaktadırlar. Yani özel örfî hakikatler koymaktadırlar. Bu ıstılahlar, onların koydukları sınırlar içerisinde uygulanır ve bu sınırların dışına çıkılmaz.

Hadis ıstılahında "Sahih Hadis'in" tarifi nedir diye sorulsa bunun cevabı Şahsiye kitabının birinci cüzünde Haber-i Ahad'ın Kısımları babında "1." maddede zikrettiğimiz gibi şöyledir:

"Sahih: Şaz ve muallel olmayarak isnadının başından sonuna kadar udul ve zapt sahibi kimselerin yine kendileri gibi udul ve zapt sahibi kimselerden muttasıl senetlerle rivayet ettikleri hadise denir. Diğer bir ifade ile, udul ve zapt sahibi bir ravinin yine kendisi gibi birisinden, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e veya Sahabeye veya Sahabe zamanındaki diğer Müslümanlara varıncaya kadar muttasıl bir senetle rivayet edilen hadise sahih hadis denir. Udul ve zapt sahibi birisinin yine kendisi gibi birisinden muttasıl bir senedle' ifadesi ile, sahih hadis mürsel, münkatı ve mu'dal gibi, sahih hadis çeşitlerinden sayılmayan mürsel, münkatı ve mu'dal'dan korunmuş ve ayırt edilmiş olmaktadır. Çünkü mürsel hadis, tabiinin sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi Sellem]'den rivayette bulunmasıdır. Münkatı ise; senedinin bir yerinde veya birkaç yerinde ravilerden birinin düştüğü hadise denir. Mu'dal; bir veya birkaç yerinde iki ravinin düşmesidir. Mürsel, münkatı ve mu'dal'ın tamamının senedinde kopukluk olduğu için sahih hadis kapsamından çıkarılmıştır."

Bundan da "Mürselin" hadis ilmi ıstılahına göre "Sahih" hadisten olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Ancak alınan ve kendisi ile amel edilen hadis nedir diye sorulsa deriz ki:

-Hadis ilmi ıstılahına göre Sahih ve Hasen hadistir.

-Mürsel, yani isnadından Sahabinin düştüğü hadistir. Dolayısıyla Mürsel hadis hüccettir ve kendisi ile istidlalde bulunulur. Çünkü o, metin, senet ve ravi şartlarına haizdir. Senedinden Sahabinin düşmesi ise onun sahabi olduğu bilindiği sürece kendisinin bilinmemesi bir zarar vermez. Zira o sikadır.

-İmamların, öğrencilerinin, bunların dışındaki âlimlerin ve fakihlerin kitaplarında geçen hadisler Hasen hadisten sayılır. Çünkü onlar, bunları bir hüküm üzerine delil olarak getirmişler veya bunlardan hüküm istinbat etmişlerdir. Dolayısıyla ister usul-ul fıkh isterse fıkıh kitaplarında geçsin Mebsut, Umm, el-Mudevvine el-Kubra ve benzerleri gibi muteber kitaplar olması şartıyla bunlar Hasen hadistir...

-Kendi dışındaki zayıf hadislerle güçlendiğinde zayıf hadisi alan kimseler de vardır... "Bizler ise bunu almıyoruz."

Görüldüğü üzere ortada bir çelişki yoktur. Çünkü hadis ilmi ıstılahı bir ilimdir ve hadis ile amel etmek başka bir ilimdir. Bazen bu ikisi muayyen durumlarda zorunlu olarak bir araya gelmezler. Bir ilimde diğer ilim için hüccet olması ancak muteber delil ile mümkündür.

Bu durum ise sadece bu ilim için geçerli değildir. Bilakis diğer ilimler için de böyledir. Meselenin daha da açıklığa kavuşması için örnek olarak dilde [Sarf-Nahv] anlambilimi âlimlerinin ıstılahlarını alınız. Onlar, fail, mefulün bih ve naib-i failin isimlendirilmesi üzerinde müttefiktirler... Ancak "Fıkh-ul Luga" anlambilim âlimleri, bazen kendi ıstılahlarından kaynaklanan bazı hususlarda onlara muvafakat etmezler... Mesela Sarf-Nahv âlimleri derler ki: "Zeyd elma yedi" cümlesinde Zeyd merfu faildir ve elmanın yenmesi ona isnat edilmiştir. Anlambilim âlimleri de bu hususta onlarla ittifak ederler. Zira mana, bina edilen (anlam) ile örtüşmektedir.

Ancak Sarf-Nahv [Anlam] âlimleri, aynı şekilde derler ki: "Elma yendi" cümlesindeki elma kelimesini nâib-i fail olarak isimlendirirler. "Anlambilim" âlimleri ise bu hususta onlara muvafakat etmezler. Zira burada elma kelimesinin fiille bir ilgisi yoktur! Dolayısıyla o, nâib-i fail değildir. Dolayısıyla da hiçbir şekilde onun yerini almaz. Bilakis o, mana bakımından halen bir yemiştir!

Birçok ilimde durum böyledir. Zira her ilimin kendi metodu, yöntemi ve ıstılahları vardır. Ayrıca denilir ki ıstılahta cimrilik yoktur.

Burada da böyledir. Zira hadis ıstılahı bir ilimdir ve hadisle amel etmek başka bir ilimdir. Bu ikisinin bir hususta ihtilaf etmesi bir çelişkinin olduğu anlamına gelmez.

Soru-2: Şahsiye kitabının 342. sayfasında şu ifade geçmektedir: "Sahabi olduğu bilindiği sürece": Senedden düştüğü halde onun sahabi olduğu nasıl bilinmektedir? Senedinde ravinin düştüğü her mürseldeki ravinin sahabi olduğunu nasıl takdir edeceğiz? Zannı galiple (en azından bazılarının durumunda) onların Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadislerini sahabilerden işittiklerinin nefyedilmesine rağmen tabiinin sahabeden yaptığı rivayetlerin hepsini nasıl kabul edebiliriz? Ayrıca "tabiinin küçüğü ile büyüğü arasında eşitliğin olduğu meşhurdur" söylemi "senedde kopukluğun veya mu'dallığın bulunması sebebiyle" onların mürsellerinin tamamını reddeden kimseler nezdinde doğrudur. Tabiinin yaşça küçük olanlarının en azından bazılarının durumu gördüğümüz gibi ortada olduğu halde bu söylem bizim nezdimizde nasıl sahih olabilir?

Cevap-2: Kendisi ile amel ettiğimiz mürsel hadis, sadece senedinden sahabinin düştüğü mürsel hadistir. Bu da sened ravilerini ve ilgili konuları bilmek için araştırmayı gerektiren bir husustur. Eğer senedden düşen ravi sahabi ise hadisi kabul edilir ve bu şekliyle amel edilir. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e göndermede bulunan tabiin ister büyük ister küçük olsun fark etmez. Zira önemli olan senedden düşen ravinin sahabi olmasıdır. Araştırma ve inceleme sonucunda senedden düşen ravinin başka bir tabiin ve sahabi olduğu ortaya çıkarsa bizim nezdimizde bu hadis alınmaz ve onunla amel edilmez. Çünkü biz, mürsel hadis ile neden amel ettiğimizi zikrettik. Zira dedik ki:

"Senedinde bir sahabe düşen hadistir. Bir tabiinin: ‘Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi' ‘şöyle yaptı' veya ‘huzurunda şöyle yapıldı' şeklinde doğrudan doğruya Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den nakletmesidir. Mürsel hadis, Tabiinden Ubeydullah Bin Adiy Bin el-Hıyar, Said Bin El Müseyyib gibi şahsiyetlerin sahabeden bir cemaata kavuşup onlarla oturmaları ve konuşma esnasında sahabeyi zikeretmeden ‘Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle dediği gibi' gibi bir ifadeyi kullanmalarıdır. Bütün Tabiin arasında eşitlik olduğu yani büyük-küçük ayrımı yapılmadığı meşhurdur. Yani büyük küçük yaş ayrımına bakılmaksızın Tabiinden herhangi bir kimsenin Sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den rivayette bulunmasıdır... Ayrıca mürsel hadis metin, sened ve ravi şartlarına da hazidir. Senedinden düşürülen ravi Sahabe olduğu için sahabe olduğu bilindiği sürece ravinin bilinmemesi zarar vermez. Çünkü o güvenilir bir kimsedir. Bu da mürsel hadisin hüccet hadis olduğuna ve onunla istidlal yapılacağına delalet eder. Bazen, illet, tabiinin kendi gibi olan bir Tabiinden onun da Sahabeden rivayet etmesi gibi ihtimal dahilindedir denilebilir. Sahabenin düşmesi ise ravinin düşmesi anlamına gelmez. Tam tersine o, ravilerinden birisi Sahabe olan -ki o udul sıfatına sahiptir- iki ravinin düşmesi ihtimalini gösteren bir inkıtadır. Başka durumda ise onun Tabiinden olma şüphesi vardır. Bu durumda ise hadiste cerh ihtimali veya zapt noksanlığı vardır ki bu nedenle de reddedilir. Böyle bir söz söylenebilir. Bu söze şöyle cevap verilir: Mürsel hadisin tarifi şöyleydi: ‘Tabiinden sahabenin ismini zikretmeden Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den rivayette bulunmasıdır.' Bu tarifte zikredilmeyen bir tabiinin başka bir tabiinden rivayeti diye bir şey yoktur."

Binaenaleyh mesele açık ve nettir.

Soru-3: Herhangi bir fırka veya mezhebe davet eden bidatçinin rivayetlerinin tamamını niçin reddettik? Oysa ravinin kabulünde veya kabul edilmemesinde esas olan adalet ve zapttır. Dolayısıyla herhangi bir fırka veya mezhebe davetin bu ikisi ile ne alakası var? Ayrıca Şahsiye kitabının birinci cüzünün 401. sayfasının ikinci paragrafında şöyle denmektedir: "Çünkü herhangi bir mezhebe ve guruba çağırmak caiz değildir. Ancak İslam'a çağırıyor ve delillerini ortaya koyarak benimsediği görüşlerini açıklıyorsa rivayeti kabul edilir. Zira bu durumda İslam'a çağırıyor sayılır. Böyle bir kimse rivayetinden dolayı kınanmaz." Bu da şu soruları ön plana çıkarmaktadır:

-İslam'a davet etmek ile herhangi bir fırka veya mezhebe davet etmek arasında ne fark vardır?

-"İster Şii ister Harici ister Mutezile olsun" kendi görüşlerine davet eden bir kimse kendisinin İslam'ın sahih anlayışını temsil ettiğine inanmıyor mu?

-Mezhepten maksat nedir?

Cevap-3: Göründüğü kadarıyla siz bazı meseleleri karıştırmaktasınız:

1-İslami fırkaların ortaya çıkmasında İslam tarihi tanıklık etmiştir ki bu fırkalar, -Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde mevcut olmayan- bir yada daha fazla feri bir fikre dayanmakta idiler. Onlar bu fikre inanmakta, buna davet etmekte ve bu fikri destekleyici deliller, emareler ve şüpheler toplama gayreti içerisine girmekteydiler.

Mesela "tahkim" meselesi sırasında Hariciler başkaldırdılar, bunu küfür saydılar, daha da ileri giderek büyük günah işleyen kimseyi tekfir ettiler ve bu onlar nezdinde kendisine davet ettikleri bir mesele haline geldi.

Mesela Mutezile, felsefeyi tercüme ettiler ve daha da ileri giderek insanın kendi fiilinin yaratıcısı olduğunu söylediler. Ardından buna Kur'an'ın yaratılması fikrine de eklediler. Böylece bu, onların kendisine davet ettikleri bir meseleleri haline dönüştü.

Hakeza...

Vakıa göstermiştir ki onlar, feri fikirlerine davet ettikleri sırada teviller yapıyorlar... ve kendilerinin meselesi haline gelen fikirlerini ispat etmek için tevilin hiçbir anlamı olmasa dahi delil getirmekten sakınmamaktaydılar ve onların bu durumu açık olan bir husustu...

Bundan dolayı onların rivayetlerinin sıhhatinde şüphe vardır ve bu teorik bir husus değildir. Bilakis mevcut vakıalar bunu doğrulamaktadır. Bu fırkaları terk eden bazı kimselerden nakledilen hususlar da bunu teyit etmektedir. Nitekim İbn-u Hacer, Lisan-i Mizan'da şöyle demiştir: "Bidatçi bir kimse davetçi olduğunda onda bidatini güçlendiren şeyleri rivayet etmeye iten bir güdü olur." Yine Haricilerden olan bir Şeyh'in tövbe ettikten sonra şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu hadisler, bir dindir. O halde dininizi kimden aldığınıza bakınız. Zira bizler bir husustan hoşlandığımızda onu hadise çevirirdik..."

Bu nedenle Şahsiye kitabının birinci cüzünün 400. sayfasının ikinci paragrafında şöyle dedik: "Fitnelerden sonra İslami fırkalar ortaya çıktı ve bunlar yeni düşüncelere inandılar... Bazıları bağlı oldukları fırkaya davet ve teşvik için veya görüşlerine davet ve teşvik etmek, görüşlerini güzel göstermek için hadisler uyduruyorlardı..."

Buna rağmen bu fırkaların rivayetleri kabul edilmese dahi fikirleri İslami kültürden sayılır. Çünkü kültür bir şeydir, rivayet başka bir şeydir.

2. İslam'a davet edilmesine gelince:

Davet, İslam'ın devlet, hayat ve toplumda tatbik edilmesi amacıyla yapılır. Keza İslam'a davet şeri delillere binaen onun fikri ve metodu ile yapılır.

İslam, davette bir mesele olup fırkalarda ve onlara yapılan davetlerde olduğu gibi Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde olmayan feri bir fikir değildir...

İslam'a davette kitleleşmek, sadece kendisinin ön plana çıktığı feri bir fikir etrafında değil İslam etrafında olur.

Her ne kadar içtihatlarında ihtilaf etmiş olsalar dahi bu anlamda adalet tahakkuk ettiği sürece İslam davetçilerinin ihtilafları bu yöndeki rivayetlerine mani değildir...

3. Mezhepten kastedilene gelince; şeri hükümler ve şeri hükümleri istinbat metodu hakkında içtihat eden bazı müçtehitler bazı mezheplerin durumunda olduğu gibi ister kendisine has bir metot belirlesin isterse belirlemesin sahabe asrındaki müçtehitlerin durumunda olduğu gibi doğal olarak hükümleri istinbat etmeye yönelik muayyen bir anlama metoduna göre hareket ederler. Keza ister bir içtihat metodu belirlesin ister içtihat metodunda herhangi bir müçtehidi taklit etsin hükümler hakkında içtihat edebilir ve içtihat metodunu belirleyen kimseyi taklit etmeyebilir...

İşte bu metoda göre muhtelif şeri hükümler hakkında içtihat eden bu müçtehitler yapmış oldukları içtihatlarıyla meşhur olurlar ve içtihatlarından mutmain olanlar onları taklit ederler. Böylece mezhep oluşur...

Gördüğünüz gibi mesele mezhep hakkında bir soru sormayı gerektiremeyecek şekilde açıktır...

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: İslam Devleti kitabının 16. sayfasının ilk paragrafında şu metin geçmektedir: "Bunun içindir ki Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in İslam'ı ilan etmesi Mekke kafirleri üzerinde yeni bir şey olmadı. Ancak yeni olan şey bu mümin kitlenin açığa çıkması idi. Nitekim Hamza İbn-u Abdulmuttalib Müslüman olup Hamza'nın Müslüman olmasından üç gün sonra da Ömer İbn-u el-Hattab'ın Müslüman olmasıyla Müslümanlar güçlenince Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerine Allahuteala'nın şu kavli inzal oldu:

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّهِ إِلـهاً آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ "Emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden de yüz çevir. Muhakkak ki alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Allah ile birlikte başka ilah edinenler var ya! Yakında (başlarına gelecek akıbeti) bileceklerdir." [el-Hicr 94 96]

Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Allah'ın emrini açıkça söyledi ve her ne kadar Müslümanlardan bazıları gizlenip bazıları da Mekke'nin fethine kadar saklandıysalar da kitleyi tüm insanlar için açığa çıkardı. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bu kitlenin işini açığa çıkarmadaki üslubu şöyle oldu: Ashabını iki saf halinde dışarı çıkardı. Bu safların birinin başında Hamza İbn-u Abdulmuttalib, ikinci saffın başında ise Ömer İbn-u Hattab vardı. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onlarla birlikte Arapların daha önce hiç görmedikleri dakik bir düzen içerisinde Kabe'ye gitti ve onlarla birlikte Kabe'yi tavaf etti. Bununla birlikte Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ashabının içerisinde gizlenip saklanma döneminden açığa çıkma dönemine geçti."

Oysa ben Ömer'in Müslüman olmasının, Habeşistan'a hicretten sonra, yani bisetin üçüncü senesinden değil de altıncı senesinden sonra olduğunu okudum. Nitekim bu hususta bazı rivayetler varit olmuştur:

Abdullah İbn-u Amir İbn-u Rabîa annesi Leyla'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bizim Müslüman olmamız hususunda bize karşı insanların en katısı Ömer İbn-u el-Hattab idi. Zira Habeşistan topraklarına doğru yola çıkmaya hazırlandığımız sırada Ömer İbn-u el-Hattab geldi. Ben de tam devemin üzerinde hareket etmek istiyordum ki şöyle dedi: "Abdullah'ın annesi nereye?" Ben de dedim ki: "Dinimizden dolayı bizlere eziyet ettiniz. Biz de Allah'ın eziyet görmeyeceğimiz arzına gidiyoruz." Bunun üzerine Ömer: "Allah yar ve yardımcınız olsun dedi" ve sonra da gitti. Derken eşim Amir İbn-u Rabîa geldi ve ona Ömer'de gördüğüm inceliği anlatınca şöyle dedi: "Onun Müslüman olmasını mı bekliyorsun? Vallahi Hattab'ın eşeği Müslüman oluncaya kadar o Müslüman olmaz." [Taberani rivayet etti. el-Heysemî şöyle dedi: İbn-u İshak işittiğini açıkladı. Dolayısıyla bu sahihtir]

İbn-i Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye kitabında; Müslüman olduğu sırada Kureyş'in ona yaptıklarını gören Abdullah İbn-u Ömer'in rivayetlerini Ömer'in Müslüman oluşunun gecikmesine dair istidlalde bulunmuştur. Zira İbn-i Kesir şöyle dedi: "Bu, Ömer'in Müslüman oluşunun geciktiğini gösteren ceyyid ve güçlü bir isnaddır. Çünkü İbn-u Ömer, 14 yaşındayken Uhud gününe katıldı. Uhud ise hicretin üçüncü senesinde olduğuna göre babasının Müslüman olduğu gün kendisi mümeyyiz idi. Dolayısıyla onun, yani Ömer'in Müslüman oluşu hicretten yaklaşık dört yıl önce olmuştur. Bu da bisetten yaklaşık dokuz yıl sonra demektir. En iyisini bilen Allah'tır."

İslam Devleti kitabında istidlal edilen Müslümanların iki saf halinde dışarı çıkması hadisine gelince; böyle bir şey sabit değildir. Nitekim bu hadisi, Ebu Naîm el-Lıhye kitabında rivayet etmiş olup onun dışında hiç kimse rivayet etmemiştir. Ancak İbn-u Asakir nâzil bir senedle, yani el-Lıhye'de geçen aynı senedle Tarih kitabında rivayet etmiştir. Bu senedde ise Eban İbn-u Salih vardır ki o güçlü bir ravi değildir. Ondan da İshak İbn-u Abdullah ed-Dimeşkî rivayet etmiştir ki Sâhıb-ul Kenz'in dediğine göre o da metruktur.

Şayet yukarıdakiler doğru ise kitapta geçenlerin tashih edilmesi gerekmez mi?

Cevap:

Ömer'in Müslüman olması hakkında rivayetler varit olmuştur:

a- Ömer, Habeşistan'a hicretten önce ya üçüncü senenin başlarına "yada ikinci senenin sonlarına" doğru Müslüman olmuştur.

Bu rivayetlerden bazıları şunlardır:

-ez-Zehebî'nin İslam Tarihi'nde şu şekilde varit olmuştur:

"Dedi ki (yani Ömer): ... Hamza gidip Müslüman olunca ondan üç gün sonra ben de çıktım ve Mahzûmî'den falan kişiye şöyle dedim: "Atalarınızın dinini terk edip Muhammed'in dinine mi tabi oluyorsunuz?" -Dedi ki: "Benim yaptığımda ne var ki! Bunu sana benden daha yakın olan kimse yapmıştır." Dedim ki: "Kimdir o?" Dedi ki: Kız kardeşin ve enişten. Derhal gittim ve bir uğultu işittim... Ve dedim ki: "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] nerede? (Kız kardeşi) dedi ki: O Erkam'ın evinde. Hemen geldim ve kapıya vurdum. Bu sırada kavim bir araya gelmişti. Hamza onlara dedi ki: "Size ne oluyor?" Onlar da dediler ki: "Ömer geldi." (Hamza) dedi ki: "Ömer ha! Ona kapıyı açınız. Şayet kabul ederse biz de onu kabul ederiz. Şayet reddederse onu öldürürüz." Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bunu duyunca dışarı çıktı ve Ömer şehadet getirdi. Bunun üzerine ev halkı öyle bir tekbir getirdi ki onu mescitteki insanlar bile işitmişti..."

Muhammed İbn-u Abdulvahhab'ın Muhtasar-ı Sîreti Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in eserinde şu şekilde varit olmuştur:

"İbn-u Abbas [RadıyAllahu Anhuma]'dan rivayet edildiğine göre: Kendisi Ömer [RadıyAllahu Anh]'a dedi ki: "Sana neden Faruk adı verildi?" O da dedi ki: "Hamza benden üç gün önce Müslüman oldu. Sonra Allah, benim de kalbimi İslam'a açtı ve Kur'an'dan ilk işitip kalbime kesinlik veren şu ayet oldu: اللَّهُ لا إِلَهَ إِلا هُوَ لَهُ الأَسْمَاءُ الْحُسْنَى "Allah kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur." [Taha 8] Böylece yeryüzünde bana Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den daha sevgili bir kimsenin olmadığını gördüm. Bunun üzerine onun nerede olduğunu sorduğumda bana denildi ki: "O Erkam'ın evindedir." -Hamza evde onun ashabanın içerisinde oturuyor ve Resululah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de evde iken- eve geldim ve kapıya vurdum. Bu sırada kavim bir araya gelmişti. Hamza onlara dedi ki: "Size ne oluyor?" Onlar da dediler ki: "Ömer geldi." Bunun üzerine Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] dışarı çıktı ve elbisemi toparlayıp tutarak beni öylesine kavradı ki kendimi kontrol etmeseydim neredeyse diz üstü çökecektim. Sonra dedi ki: "Hala vazgeçmeyecek misin ey Ömer?" Bunun üzerine: "أشهد أن لا إله إلا الله وأنك رسول الله şehadet kelimesi getirince ev halkı öyle bir tekbir getirdi ki onu mescitteki insanlar bile işitmişti..."

Hamza [RadıyAllahu Anh]'ın, (bisetin) ikinci senesinin sonlarında yada üçüncü senesinin başlarında Müslüman olduğu bilinmektedir. Nitekim bunun bir benzeri rivayet de Esed-ul Gâbe'de varit olmuştur. Dolayısıyla yukarıda geçen rivayetler, Ömer'in Hamza'dan üç gün sonra Müslüman olduğunu göstermektedir. Yani o, Habeşistan'a hicretten önce Müslüman olmuştur. Bu da bîsetin ya ikinci senesinin sonlarında yada üçüncü senesinin başlarında olmuştur.

b- Ömer Habeşistan'a hicretin yaklaşık altıncı senesinden sonra Müslüman olmuştur:

Soruda belirtilen rivayete ek olarak buna ilişkin rivayetlerden bazıları şunlardır:

El-Kamil fi't Tarih'te şöyle geçmiştir: "(Ömer) Müslümanların Habeşistan'a hicretlerinden sonra Müslüman olmuştur. Ardından Amir İbn-u Rabîa'nın eşi olan Abdullah'ın annesinin kıssasını zikretmiştir: Biz Habeşistan topraklarına gitmek için hazırlanıyorduk. Amir de bazı ihtiyaçları için gitmişti. Bu sırada Ömer, şirki üzereyken geldi ve başıma dikildi. Onun bize şiddetle eziyet etmesini ve bela olmasını beklerken dedi ki: "Ey Abdullah'ın annesi gidiyor musunuz?" Dedim ki: "Evet. Sizler bize eziyet edip baskı uyguladınız. Vallahi bizler de Allah bize bir çıkış yolu verinceye kadar Allah'ın arzına gidiyoruz." (Abdullah'ın annesi) Ömer'in "Allah yar ve yardımcınız olsun" dediğini ve kendisinde bir yumuşaklık ve hüzün gördüğünü söyledi. Devamla dedi ki: Amir döndüğünde (olanları) haber verdim ve ona dedim ki: "Keşke Ömer'in bize karşı olan yumuşaklığını ve hüznünü bir görseydin!" O da dedi ki: "Onun Müslüman olmasını mı bekliyorsun?" Dedim ki: "Evet." Dedi ki: Onun Müslümanlara karşı olan öfkesine ve şiddetine bakılırsa Hattab'ın eşeği Müslüman oluncaya kadar o Müslüman olmaz." Derken Allahuteala ona hidayet etti ve Müslüman oldu. Hatta o, kafirlere karşı Müslümanlardan daha şiddetli oldu..."

Ömer'in Müslüman olmasının tarihi hakkında, Esed-ul Gâbe, el-Vâfî bil-Vafiyyât ve Samt-un Nucûm'da bunun benzeri rivayetler varit olmuştur...

c- Yaklaşık kırk erkek ve yirmi bir kadının veya otuz dokuz erkek ve yirmi kadının Müslüman olmasından sonra (Ömer) Müslüman olmuştur...

Bu rivayetlerden bazıları şunlardır:

-El-Kamil fi't Tarih'te şöyle geçmiştir: "Ardından Ömer, otuz dokuz erkek ve yirmi üç kadının Müslüman olmasından sonra Müslüman oldu. Kırk erkek ve yirmi bir kadının Müslüman olmasından sonra Müslüman olduğu da söylenmektedir."

-Esed-ul Gâbe kitabında şöyle geçmiştir: "Hilal İbn-u Yasef dedi ki: Ömer kırk erkek ve yirmi bir kadının Müslüman olmasından sonra Müslüman olmuştur. Otuz dokuz erkek ile yirmi kadının Müslüman olmasından sonra Müslüman olduğu ve onunla Müslüman erkeklerin kırka tamamlandığı da söylenmektedir. Aynı şekilde İbn-u Abbas'dan da varit olmuştur..."

-el-Vâfî bil-Vafiyyât kitabında şöyle geçmiştir: "Ardından kırk erkek ve yirmi bir kadının Müslüman olmasından sonra (Ömer) Müslüman olmuştur."

-ez-Zehebî'nin İslam Tarihi'nde şöyle geçmiştir: "Zuhrî'den rivayet edildiğine göre Ömer, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Erkam'ın evine girmesinden yada kırk veya kırk küsur erkek ve kadının Müslüman olmasından sonra Müslüman olmuştur."

d- Ömer, Fil yılından 13 sene sonra doğmuştur.

Bu rivayetlerden bazıları şunlardır:

-el-Vâfî bil-Vafiyyât kitabında şöyle geçmiştir: "Ömer [RadıyAllahu Anh], Fil yılından (Fil vakıasının gerçekleştiği yıldan) 13 sene sonra doğmuştur."

-Esed-ul Gâbe kitabında şöyle geçmiştir: "Fil yılından 13 sene sonra doğmuştur."

e- Ömer Müslüman olduğunda 26 yaşında idi.

Bu rivayetlerden bazıları şunlardır:

Tarîh-i Dimeşk'de şöyle geçmiştir: "...26 yaşında iken nübüvvetin altıncı senesi olan Zilhicce ayında Müslüman olmuştur."

*Bu rivayetlerin incelenmesi sonucunda bunların her biri hakkında söylenecek bazı sözlerin olduğunu görürüz:

a- Soruda ve bazı rivayetlerde zikredildiği üzere Ömer'in Habeşistan'a hicretten sonra altıncı senede Müslüman olduğu rivayetini ele aldığımızda; bu rivayetlerin, Ömer'in yaklaşık kırk erkeğin Müslüman olmasından sonra Müslüman olması ile çeliştiğini görürüz. Çünkü Sîret-i İbn-u Hişam ve başka yerlerde geçtiği üzere onlar Habeşistan'a hicret ettiklerinde çocuklar ve kadınlar hariç yaklaşık "80" erkek idiler. Onların arasında yukarıda Ömer ile birlikte kıssada adı geçen Amir İbn-u Rabîa'nın eşi Leyla da vardı ki böylece onlar, Ömer Müslüman olmadan önce Müslüman olmuşlardır. Ayrıca Habeşistan'a hicret etmeyip Mekke'de kalan kimseler de vardı. Yani Habeşistan'a hicret esnasında Müslümanlar bu sayının çok yukarısında idiler.

Bunun yanı sıra "El-Kamil fi't Tarih'te" rivayet edilen Ömer'in Müslüman olması kıssasında gördüğünüz üzere Ömer, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve onunla birlikte hicret etmeyen Müslümanların bulunduğu Erkam İbn-u Ebî Erkam'ın evine gittiğinde evdeki Müslümanların sayısı yaklaşık kırk kişi idi! Bu sayı ise hicret eden "83" kişinin dışındadır. Yani Ömer'in Müslüman olduğu sırada bu rivayete göre Müslümanların erkek olarak sayısı "120'nin" üzerindeydi. Bu da onun yaklaşık kırk kişiden sonra Müslüman olması ile çelişmektedir. Zira Kamil'de şöyle varit olmuştur:

"...Bint-i Ebi Hasme'nin kızı ve Amir İbn-u Rabîa'nın eşi olan Abdullah'ın annesi dedi ki: "Biz Habeşistan topraklarına gitmek için hazırlanıyorduk. Amir de bazı ihtiyaçları için gitmişti. Bu sırada Ömer, şirki üzereyken geldi ve başıma dikildi. Onun bize şiddetle eziyet etmesini ve bela olmasını beklerken dedi ki: "Ey Abdullah'ın annesi gidiyor musunuz?" Dedim ki: "Evet. Sizler bize eziyet edip baskı uyguladınız. Vallahi bizler de Allah bize bir çıkış yolu verinceye kadar Allah'ın arzına gidiyoruz." (Abdullah'ın annesi) Ömer'in "Allah yar ve yardımcınız olsun" dediğini ve kendisinde bir yumuşaklık ve hüzün gördüğünü söyledi. Devamla dedi ki: Amir döndüğünde (olanları) haber verdim ve ona dedim ki: "Keşke Ömer'in bize karşı olan yumuşaklığını ve hüznünü bir görseydin!" O da dedi ki: "Onun Müslüman olmasını mı bekliyorsun?" Dedim ki: "Evet." Dedi ki: Onun Müslümanlara karşı olan öfkesine ve şiddetine bakılırsa Hattab'ın eşeği Müslüman oluncaya kadar o Müslüman olmaz." Derken Allahuteala ona hidayet etti ve Müslüman oldu. Hatta o, kafirlere karşı Müslümanlardan daha şiddetli oldu."

Ömer'in Müslüman olmasına Said İbn-u Zeyd İbn-u Amr el-Adavî'nin eşi olan kız kardeşi Fatıma Bint-i el-Hattab sebep olmuştur. Bu ikisi Müslüman idiler ve Müslüman olduklarını Ömer'den gizliyorlardı. Aynı şekilde Naîm İbn-u Abdullah en-Naham da Müslüman olduğu halde kavminden korktuğundan dolayı Müslüman olduğunu gizliyordu. Habbab İbn-u Eret de sık sık Fatıma'ya gidip ona Kur'an okutuyordu. Bir gün Ömer, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile Müslümanlara gitmek üzere kılıcını kuşandı ve yola düştü. Onlar ise Safa tepesinin yanındaki Erkam'ın evinde bir araya gelmişlerdi ve Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanında yaklaşık kırk kişi dolayındaki (Habeşistan'a) hicret etmeyen Müslümanlar bulunmaktaydı. Derken Naîm İbn-u Abdullah, onunla (Ömer'le) karşılaştı ve dedi ki: "Nereye gidiyorsun ey Ömer?" Dedi ki: "Kureyş'in işlerini darmadağın eden ve dinini ayıplayan Muhammed'e gitmek istiyorum ve onu öldüreceğim." Naîm dedi ki: "Vallahi nefsin seni aldatmıştır. Muhammed'i öldürdüğünde Abd-i Menaf oğullarının seni yeryüzünde (rahatça) dolaşır bırakacağını mı sanıyorsun? Sen önce kendi ehline bakıp onların durumunu düzeltsen ya?" Dedi ki: "Hangi ehli mi?" Dedi ki: Enişten ve amcanın oğlu Saîd İbn-u Zeyd ile kız kardeşin Fatıma. Vallahi her ikisi de Müslüman oldular..."

b- Ömer'in Habeşistan'a hicretten önce Müslüman olduğu rivayetinin ele alınmasına gelince; bu rivayet, yaklaşık kırk erkekten sonra Müslüman olması ile çelişmemektedir. Çünkü Müslümanlar ilk üç yıl içerisinde yaklaşık olarak bu sayıdaydılar.

c- Yukarıda geçen veya benzeri rivayetlere göre Ömer'in fil senesinden yaklaşık 13 yıl sonra doğması da bu şekildedir. Şayet Ömer, 26 veya buna yakın bir yaşta Müslüman oldu ise onun bisetin altıncı senesinde 26 yaşında olması kesinlikle imkansızdır! Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] fil senesinde doğmuştur ve kendisine kırk yaşında iken biset verilmiştir. Bu da bisetin altıncı senesinin, fil yılından 46 sene sonra olduğu anlamına gelmektedir. Yani Ömer'in "46-13" = 33 yaşında olduğu anlamına gelmektedir. Şayet Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in doğumu ile Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın doğumunun yılın sonu ve başı itibarıyla farklı olduğunu varsaysak dahi Ömer'in yaşı yaklaşık olarak iki yıl eksik çıkmaktadır. Yani onun yaşı 31 olmaktadır. Oysa rivayetlerde Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın 26 yaşında Müslüman olduğu geçmektedir.

d- Kitabımızda ele aldığımız rivayete gelince; Ömer Müslüman olduğunda 26 yaşındaydı ve kendisinden önce yaklaşık kırk erkek Müslüman olduktan sonra, yani bisetin üçüncü senesinde yada takriben "ikinci senenin sonlarında veya üçüncü senenin başlarında" Müslüman olmuştur şeklindeki rivayetler ile daha çok örtüşmektedir."

Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın ne zaman Müslüman olduğu ve Habeşistan'a hicretten önce Müslüman olmasının diğer hususlarla çelişmemesi açsından böyledir.

*İki saf halinde dışarı çıkılmasına gelince; Soruda geçtiği üzere bu, sadece el-Lıhye ve İbn-u Asakir'in tarihinde zikredilmemiştir. Bilakis Ömer'in hicretten sonra Müslüman olduğunu zikreden kaynaklardan bazılarında iki saf halinde dışarı çıkılması olayı zikredilmiştir:

Nitekim "Samt-un Nucûm Fi Enbâ-il Evâil ve't-Tevâlî" kitabında, İbn-u İshak'tan Ömer'in Habeşistan'a hicretten sonra Müslüman olduğu aktarılmasından sonra şöyle geçmiştir:

"Sonra (Ömer), onların, yani müşriklerin göreceği bir şekilde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gitti. Ardında dedi ki: "Anam babam sana feda olsun. Seni tutan nedir?! Vallahi korkmaksızın ve çekinmeksizin İslam'ı izhar etmediğim küfür üzerinde iken oturduğum hiçbir meclis kalmayacaktır." Bunun üzerine -Aleyhi's Salâtu ve's Selam-, ashabından oluşan iki saf halinde dışarı çıktı. Bu safların sağında Ömer İbn-u el-Hattab solunda ise Hamza İbn-u Abdulmuttalib vardı. Hatta Kabe'yi tavaf edip alenen öğle salahını kıldı. Ardında da kendisi ve beraberindekiler ile birlikte Erkam'ın evine gitti. Ebu'l Kasım ed-Dımeşkî onların yaklaşık kırk kişi olduğunu tahric etmiştir. "

Aynı şekilde Ömer'in hicretten önce Müslüman olduğunu zikreden kaynaklar da iki saf halinde dışarı çıkılması olayını zikretmişlerdir: ez-Zehebî'nin İslam Tarihi'nde Ömer'in Hamza'nın Müslüman olmasından üç gün sonra Müslüman olduğunun zikredilmesinin ardından şöyle geçmektedir; Yukarda da belirttiğimiz gibi Hamza ikinci senenin sonlarında yada üçüncü senenin başlarından Müslüman olmuştur. Yani Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın Müslüman olması hicretten önce ikinci senenin sonlarında yada üçüncü senenin başlarında olmuştur. Bunun ardından ez-Zehebî şöyle demiştir:

Bu sırada kavim bir araya gelmişti. Hamza onlara dedi ki: "Size ne oluyor?" Onlar da dediler ki: "Ömer geldi." Dedi ki: "Ömer ha! Ona kapıyı açınız. Şayet kabul ederse biz de onu kabul ederiz. Şayet reddederse onu öldürürüz." Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bunu duyunca dışarı çıktı ve Ömer şehadet getirdi. Bunun üzerine ev halkı öyle bir tekbir getirdi ki onu mescitteki insanlar bile işitmişti. Ardından dedim ki: "Ey Allah'ın resulü biz hak üzere değil miyiz?" Dedi ki: "Evet." Dedim ki: "O halde neden gizleniyoruz?" Bunun üzerine birinin başında ben diğerinin başında ise Hamza olmak üzere bizi iki saf halinde dışarı çıkardı. Hatta mescide girdiğimizde Kurayş bana ve Hamza'ya öyle bakıyordu ki sanki onları derin bir keder sarmıştı. İşte o gün Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bana, Faruk adını verdi ve hak ile batıl birbirinden ayrıldı. Bunun bir benzeri rivayet Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in siretinin muhtasarında da zikredilmiştir.

Hakeza iki saf halinde dışarı çıkılması olayı Ömer [RadıyAllahu Anh]'ın hicretten sonra ve önce Müslüman olması kıssasında da zikredilmektedir.

*Metoda gelince; Ömer'in herhangi bir yıl içerisinde Müslüman olması metodu etkilemez. Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Erkam'ın evinde gizlendiğini ifade eden gizlilik merhalesi hakkında varit olan rivayetlerin yanı sıra derim ki; burada kitlenin başlangıcının gizli olduğuna dair kesin bir delil vardır. Bu delil ise Allahuteala'nın şu kavlidir: فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ "Emrolunduğun şeyi açıkça söyle." [el-Hicr 94] Bunun mefhumu, ayet inzal olmadan önce kitlenin gizli olduğunu ve mantuku ise ayet inzal olduktan sonra kitlenin açığa çıktığını göstermektedir.

Bunun içindir ki Ömer'in Müslüman olduğu yıl metodu etkilemez. Zira kitleleşmenin merhaleleri şeri delillerle sabittir. Dolayısıyla birinci merhalenin müddetinin şu kadar veya bu kadar olması onu etkilemez.

* Bunun içindir ki kitapta geçenleri değiştirmeye gerek yoktur ve bu mesele hakkında bu cevap yeterlidir.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Çözüm Referanduma Katılmak Değil, İkinci Raşidi Hilafet'i Kurmak İçin Çalışmaktır!!

07 Temmuz 2010 tarihinde Anayasa Mahkemesi ani bir toplantıyla referandum süreci başlatılan anayasa değişikliği paketi hakkındaki kararını açıkladı. Yapılan açıklamada, paketin şeklen iptalinin reddedildiği, Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez maddesi gereği, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu yapısının değişikliğine dair maddelerdeki bazı ibarelerin kaldırılarak değişiklik teklifinin kısmen iptaline dair karara varıldığı belirtildi. Böylelikle PKK terörünün sonlandırılması adına iktidar ve muhalefet liderlerinin bir araya gelip gelmeyeceği ya da Erdoğan'ın başbakan sıfatıyla mı liderleri bir araya toplayacağı yoksa Cumhurbaşkanı'nın mı liderleri bir araya toplayacağı şeklinde sürüp giden sığ, seviyesiz ve çözüm aramaktan ziyade halkı oyalamaya yönelik tartışmalardan, Anayasa Mahkemesi kararı etrafında referandum süreci boyunca yürütülecek iktidar ve muhalefet liderlerinin güdük tartışmalarına kapı aralanmış oldu.

Velev ki Anayasa Mahkemesi, değişiklik paketini tümden iptal etmiş olsa ya da tümden kabul etmiş olsaydı yine bu kıytırık liderlerin sürgit tartışmaları açısından durum değişmeyecekti. Zira bu liderlerin üzerinde anlaştıkları nokta; Müslüman halkı, Allah'ın izniyle pek yakında kurulacak ve İslami bir anayasayı uygulayacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet'in yeniden başlatacağı, İslami hayattan mahrum bırakmak, İslami fikirler yerine, kokuşmuş demokratik-laik küfür fikirleriyle oyalamaktır.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!!

Tekrar hatırlatmak isteriz ki; size düşen sorunlarınızı kesinlikle çözemeyecek yamalı bohçaya dönmüş bir anayasaya, yeni yamalar eklenmesi anlamına gelen referandum oyalamasına alet olmak değildir. Zira referandum çekişmesi gerçekte, özgürlükler ve demokrasi kılıfı altında, Amerikan projelerini uygulamaya çalışan, mevcut iktidar partisinin kalıcılığını pekiştirmeye ve Kemalist laiklerin sıkı sıkı tutunmaya çalıştığı İngilizci statükonun ürünü HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısını dönüştürmeye çalışmasından kaynaklanan sizin dışınızdaki bir "it dalaşı" dır. Asıl size düşen, Hizb-ut Tahrir öncülüğünde 2. Raşidi Hilafet'i kurarak, anayasası, kanunları ve liderleriyle birlikte, bu kıytırık sistemden tümüyle kurtulmaktır. Eğer bilirseniz bu sizin hem dünya  hem de ahiret hayatınız için çok daha hayırlıdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ Ey îman edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığı zaman icâbet ediniz. [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Bizlerin ve başkalarının bazı hitaplarında Mescid-i Aksa hakkında "Harameyn-iş Şerifeyn'in [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi] üçüncüsü" ifadesinin kullanıldığını mülahaza ettim. Oysa Mescid-i Aksa şeri hükümler açısından Harameyn-iş Şerifeyn'den [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi'den] farklıdır. O halde bu ifadenin kullanılması caiz midir?

Cevap: Eğer asli sayıya ilhak edilen sayı asli sayının aynı cinsindense bir sayının başka bir sıra sayısına ilhak edilmesi caizdir. Bu açık bir karine eşliğinde hakikat yada mecaz üzere olsun fark etmez. Lügatte mecazı kabul etmeyen bir kimseden başkası bunu inkar edemez.

Doğru olan şudur ki bu ifadenin kullanılması caizdir. Çünkü Mescid-i Aksa'nın Harameyn-iş Şerifeyn ile önemli bir ilişkisi vardır. Mesela sen cesur ve yürekli falanca kişi hakkında "Aslan gibi" bir adam diyebilirsin. Oysa o, hakikatte aslan değildir. Burada mecaz konusuna girme maksadında değiliz. Zira mecaz, hem lügatte hem de Kur'an'da açık bir şekilde mevcuttur.

Kur'an-il Kerim'de şu ayet varit olmuştur:

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ... "Eğer siz ona (Reselullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kafirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı..." [et-Tövbe 40] Gördüğünüz gibi Allah Subhânehu, Resulullah ve Ebî Bekir hakkında [ثَانِيَ اثْنَيْنِ] "iki kişiden biri olarak" ifadesini kullanmaktadır. Oysa Ebû Bekir resul değildir. Ebû Bekir [RadiyAllahu Anh]'ın, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ilhak edilmesi ancak takva, sıdk, salih amel ve benzeri hususlar ilişkisinden dolayıdır...

Size açıklayıcı olması amacıyla artı olarak Salahaddîn [Rahimahullah], Kudüs'ü haçlıların pisliğinden kurtardığında Kâdi Muhyiddîn Zekiyuddîn'i, Kudüs'ün kurtarılmasından sonra ilk cuma hutbesini okumakla görevlendirdi... O da hutbesinde Mescid-i Aksa hakkında şunları söylemiştir: "... O, iki kıblenin ilkidir, iki mescidin ikincisidir, Harameyn-in üçüncüsüdür, iki mescitten sonra ziyaret yapılacak tek mescittir ve iki mekandan sonra parmakla gösterilecek tek yerdir." Rahimahullahın Vefayât-ul Ayân eserinin 4. cüzünün 232 ila 235 sayfaları arasındaki hutbesine bakınız.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: 1. Biri İslam Devleti kitabının 67. sayfasının ikinci paragrafı ve diğeri Maliye kitabının 37. sayfasının birinci paragrafı olmak üzere Abdullah İbn-u Cahş [RadıyAllahu Anh]'ın seriyesi hakkında farklı iki rivayet geçmiştir:

İslam Devleti kitabındaki birinci rivayette şöyle zikredilmiştir: "... Bedir Gazvesi'nin başlangıcı olan Abdullah İbn-u Cahş seriyesi... Bu seriyenin hikayesi şöyledir ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hicretin ikinci senesinin Receb ayında Abdullah İbn-u Cahş ve beraberinde bir gurup muhaciri gönderdi..."

Maliye kitabındaki ikinci rivayette ise şöyle zikredilmiştir: "...Abdullah İbn-u Cahş seriyesinin ganimetidir. Bu ganimet, hicretin ikinci senesinin Cumâde'l Âhira ayında elde ettiği insan ve ticari eşya ile yüklü olan Kureyş'in bazı develeriydi..."

Yani bir rivayette Receb diğer rivayette Cumâde'l Âhira ayında geçmektedir. Bu ihtilaf nasıl izah edilir?

2. Aynı şekilde İslam Devleti kitabının 120. sayfasının ilk paragrafında şöyle geçmiştir: "Müslümanlar Mute'den döndüklerinde onlardan pek çok kişi öldürülmüştü..." Bu nasıl olur? Oysa bazı rivayetlerde şehitlerin on iki kişi olduğunu okudum. Bunu açıklayabilir misiniz? Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

1. Abdullah İbn-u Cahş [RadiyAllahu Anh]'ın seriyesi ile ilgili hususa gelince; bunun hakkında şu iki rivayet varit olmuştur:

Birincisi: Bu olayın Cumâde'l Âhira ayının son günü ile Receb ayının ilk gününde meydana geldiği hakkında şüphe hasıl olmuştur. Müslümanlar, Cumâde'l Âhira ayının son gününde, yani haram aylarda meydana gelmediğini zannetmekteler. Kureyş kafirleri ise Receb ayının ilk gününde, yani haram aylarında meydana geldiğini söylemekteler.

Bu husustaki rivayetlerden biri şudur:

Es-Seddî Ebî Malik ve Ebî Salih kanalıyla İbn-u Abbas'tan ve Murre kanalıyla İbn-u Mesud'dan der ki: "يَسْأَلُونَك عَنْ الشَّهْر الْحَرَام قِتَال فِيهِ قُلْ قِتَال فِيهِ كَبِير Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.' Şöyle ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], başlarında Abdullah İbn-u Cahş'ın olduğu yedi kişilik bir seriye gönderdi... Devamla şöyle dedi: İbn-u Cahş, Nahle vadisine doğru ilerledi. Derken o, Hakem İbn-u Keysân ve Osman İbn-u Abdullah İbn-u'l Mugîre'yi gördü. O kaçıp kurtuldu ve Amr öldürüldü. Onu Vâkid İbn-u Abdullah öldürmüştü. Bu olay Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ashabının elde ettiği ilk ganimet oldu. Medine'ye iki esir ve elde ettikleri mallarla döndüklerinde Mekke halkı iki esirin değiştirilmesini istedi. Ve dediler ki; "Muhammed, kendisinin Allah'a itaat ettiğini iddia ediyor. Halbuki haram ayını ilk ihlal eden odur ki kendisi Receb ayında arkadaşımızı öldürmüştür." Bunun üzerine Müslümanlar, "Biz onu Cumâde'l Âhira ayında öldürdük" dediler... Müslümanlar, Receb ayı girince kılıçlarını kınına soktular. Allah, şu ayeti indirerek Mekke halkını kınadı: Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.' "

İkincisi: Olayın Recebin son günü ile Şabanın ilk gününde meydana geldiği hususunda şüphe hasıl olmuştur.

Bu husustaki rivayetlerden biri şudur:

"Muhammed İbn-u İshak der ki; bana Muhammed İbn-u's Sâib el-Kelbî, Ebî Salih'ten o da İbn-u Abbas'tan şöyle dediğini tahdis etti: يَسْأَلُونَك عَنْ الشَّهْر الْحَرَام قِتَال فِيهِ قُلْ قِتَال فِيهِ كَبِير Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.' Bu ayet Amr İbn-u'l Hadramî'nin öldürülmesi hakkında nazil olmuştur. Sîret ravisi Abdulmelik İbn-u Hişam, Ziyad İbn-u Abdullah el-Bekkâî'den, o da Muhammed İbn-u İshak İbn-u Yesar el-Medenî [Rahimahullah]'ın Sîret kitabında onun şöyle dediğini söyledi: Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Abdullah İbn-u Cahş İbn-u Rebâb el-Esedî'yi birinci Bedir savaşından döndüğünde Receb ayında gönderdi. Beraberinde muhacirlerden de sekiz kişiyi gönderdi... Devamla şöyle dedi: Abdullah İbn-u Cahş ve diğer arkadaşları Nahle'ye ininceye kadar yürüdüler. Derken Kureyş'in yağ, insan ve ticari eşya taşıyan bir kervanına rastladılar. Bu kervanda Amr İbn-u el-Hadramî, Osman İbn-u Abdullah İbn-u'l Mugîre, onun kardeşi Nevfel İbn-u Abdullah el-Mahzumiyyân ve Hişam İbn-u'l Mugîre'nin mevlası el-Hakem İbn-u Keysân bulunuyordu. Topluluk onları görünce yakınlarında bir yere konaklamış olmalarından endişe ettiler. Başını tıraş etmiş olan Ukkâşa İbn-u Muhsin onları gözetledi. Topluluğu görünce emin oldular ve dediler ki: Pek çoklar ama bize bir zarar veremezler. Topluluk onlar hakkında istişare etti. Bu da Recebin son günündeydi. Topluluk dedi ki: Allah'a andolsun ki onları bu gece bırakırsanız haram aylar girer ve sizlerden korunmuş olurlar. Eğer öldürürseniz onları haram aylarda öldürmüş olursunuz. Topluluk tereddüt etti ve onlara saldırmaktan çekindi. Sonra onlara karşı cesaretlerini topladılar ve onlardan gözlerine kestirdiklerini öldürme ve yanlarındaki malları alma üzerinde birleştiler. Derken Vâkıd İbn-u Abdullah et-Temîmî, bir ok atarak Amr İbn-u el-Hadramî'yi öldürdü. Osman İbn-u Abdullah ile el-Hakem İbn-u Keysânı da esir aldı. Nevfel İbn-u Abdullah'ı ise ellerinden kaçırdılar ve onları atlatmayı başardı. Abdullah İbn-u Cahş ve arkadaşları, kervan ve iki esir ile birlikte yola koyuldular. Hatta Medine'ye Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanına geldiler... Devamla şöyle dedi: Kureyş, Muhammed ve ashabının haram ayı ihlal ettiklerini, onda kan akıttıklarını, malları ve insanları esir aldıklarını söyledi. Mekke'de bulunan Müslümanlardan onlara cevap veren kimseler ise ne aldılarsa Şaban ayında aldıklarını söylediler... İnsanlar bu konuya yoğunlaşınca Allah, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e şu ayeti indirdi: يَسْأَلُونَك عَنْ الشَّهْر الْحَرَام قِتَال فِيهِ قُلْ قِتَال فِيهِ كَبِير Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir günahtır.' "

Gördüğünüz gibi rivayetlerin birinde Cumâde'l Âhiranın son gününde ve diğerinde Recebin son gününde meydana geldiği geçmektedir.

Bizler de bu iki rivayetten birini Maliye ve diğerini İslam Devleti kitabında aldık.

2. İslam Devleti kitabının 120. sayfasının ilk paragrafında şöyle geçmiştir:

"Müslümanlar, Mute'den döndüklerinde onlardan pek çok kişi öldürülmüştü..." Bazı kaynakları incelemem sonucunda bunların çoğunun şehitlerin sayısını zikretmediğini ve bazılarının onların on iki (12) kişi olduğunu zikrettiğini gördüm. Eğer bu sahihse İslam Devleti kitabında varit olan dakik değildir demektir. Ancak ben, İbn-u Kesir'in el-Bideye ve'n Niheye kitabının altıncı cüzünde Uhud Gazvesi'nde şehitlerin sayısından bahsederken şunu gördüm:

"Musa Bin Ukbe dedi ki; Uhud günü muhacirlerden ve ensardan şehit olanların toplam sayısı kırk dokuz (49) kişidir. El-Buhari'nin Bera'dan rivayet ettiği sahih hadiste ise onların (müşriklerin) Müslümanlardan yetmiş (70) kişiyi öldürdükleri sabit olmuştur. Allah daha iyisini bilir. Katade, Enes kanalıyla dedi ki; Uhud günü ensardan yetmiş (70) kişi, Bi'r Maûne günü yetmiş (70) kişi ve el-Yemame günü yetmiş (70) kişi öldürüldüğünü söyledi. Hımad İbn-u Seleme, Sabit'ten o da Enes'ten Uhud günü, Bi'r Maûne günü, Mute günü ve el-Yemame günü öldürülen Müslümanların yaklaşık yetmiş (70) kişi olduğunu söyledi."

Binaenaleyh Mute'de şehitlerin sayısının 12 olduğuna dair rivayetler var. Şehitlerin sayısının yaklaşık yetmiş kişi olduğuna dair başka rivayetler de var. Bu da İslam Devleti kitabında zikredilenin bir anlamı olduğunu gösterir. Hele ki İslam ordusunun sayısı yaklaşık üç bin kişi ve düşmanların ordusu yaklaşık iki yüz binken bir kişi (mantıken) şehitlerin büyük bir sayı olacağını tahmin eder... Ayrıca Müslümanların ordusunun üç komutanı rayeyi taşırlarken şehit edilmiştir ki kadim savaşlarda adet olduğu üzere ordu ağırlıkla rayenin etrafında savaşmak için harekete geçer... Bu da kadim savaşların vakıası gereği ordudan büyük bir sayının şehit olduğunu gösterir...

Şayet bunun dışında tashihi gerektiren bir şey görürsem inşallah bu tashihi yapacağım.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Beyrut'ta Düzenleyeceği Küresel Medya Konferansı

Hilafet'i tekrar getirmeye dönük çabaların artmaya başladığı, Müslümanların zirvenin doruk noktasına çıkmak, kaybettikleri izzetlerine, çiğnenen onurlarına ve insanlığın liderliğine geri kavuşmak üzere oldukları bir sırada Hizb-ut Tahrir, Hilafet'in H. 28 Receb 1342 el-muvafık 03 Mart 1924'te yıkılışının 89. elim yıldönümü münasebetiyle Lübnan/Beyrut'ta "Hizb-ut Tahrir'in Devletlerarası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Tutumu" başlıklı bir küresel medya konferansı düzenleyecektir.

 

Hizb-ut Tahrir'in dünyadaki sıcak konulara ilişkin duruşunun değerlendirileceği konferans konuları aşağıdaki gibi üç kısımdır:

- Birinci Kısım: İslami beldelerde saldırıya uğrayan İslami meseleler

1. Arap beldelerdeki Müslümanların meseleleri (Filistin, Irak, Sudan "Güney'in ayrılması")

2. Güney Asya'daki Müslümanların meseleleri (Afganistan ve Pakistan "Keşmir")

3. Güneydoğu Asya'daki Müslümanların meseleleri (Endonezya'daki ayrılıkçı hareketler)

4. Batı ve Orta Asya'daki Müslümanların meseleleri (Türkiye "Kıbrıs", Kafkaslar, Doğu Türkistan)

- İkinci Kısım: Batı'daki Müslümanlara yapılan saldırılar

- Üçüncü Kısım: Müslümanları ve gayrimüslimleri ilgilendiren devletlerarası genel meseleler

1. Amerika'da başlayıp dünyaya yayılan uluslararası ekonomik kriz

2. Küresel nükleer enerji krizi ve özellikle İran'daki barışçıl nükleer enerji.

 

  • Konferansın Düzenlenme Tarihi: H. 06 Şaban 1431 el-muvâfık M. 18 Temmuz 2010 Pazar günü
  • Konferansın Düzenleneceği Yer: Lübnan / Beyrut, Ferdan, el-Pristol Salonu

 

Hizb-ut Tahrir / Filistin Medya Bürosu olarak genel olarak Müslümanları özel olarak Filistin'deki ve Müslümanların diğer beldelerindeki medya mensuplarını ve siyasileri hizbin, ümmetin ve insanlığın meseleleri hakkında hak sözü dile getireceği bu konferansa katılmaya, ilgi göstermeye ve medyada yer vermeye davet etmekten mutluluk duyarız. Allah'tan konferansın hidayete ve hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin" [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'in Düzenleyeceği Küresel Medya Konferansı Hizb-ut Tahrir'in Devletlerarası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Tutumu

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu, Allahuteala'nın izniyle 18.07.2010 Pazar günü

Lübnan/Beyrut'ta bir küresel medya konferansı düzenleyecektir

 

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu, İslam'a ve dünyadaki Müslümanlara karşı tezgahlanan tuzakların tehlikesini idrak ve ümmetin hayati meseleleri karşısında hepimize düşen sorumluluk bilincinden hareketle sizleri hizbin devletlerarası ve bölgesel sıcak meselelere ilişkin tutumu hakkındaki medya konferansına katılmaya davet etmekten mutluluk duyar.

Hatırlanacağı üzere Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu, bürosunu 07.05.2010'da açmış ve adresi aşağıdaki şekildedir:

Üstâz Osman Bahâş / Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Müdürü

Lübnan / Beyrut/el-Mezrea P.K. 5010-14

Kolombiya Merkezi B/Blok Kat:2

Tel: 009611307594

Faks: 009661771724043

E-posta: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Lübnan'daki Küresel Medya Konferansı

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu, Allahuteala'nın yardımıyla Hilafet'in H. 28 Receb el-muvafık 03 Mart 1924'te yıkılışının 89. elim yıldönümü münasebeti ve dünyanın dört bir tarafından farklı gazetecilerin ve medya mensuplarının katılımıyla Lübnan/Beyrut'ta "Hizb-ut Tahrir'in Devletlerarası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Tutumu" başlıklı bir Küresel Medya Konferansı düzenleyecektir.

 

Hizb-ut Tahrir'in dünyadaki sıcak konulara ilişkin duruşunun değerlendirileceği konferans konuları aşağıdaki gibi üç kısımdır:

- Birinci Kısım: İslami beldelerde saldırıya uğrayan İslami meseleler

1. Arap beldelerdeki Müslümanların meseleleri (Filistin, Irak, Sudan "Güney'in ayrılması")

2. Güney Asya'daki Müslümanların meseleleri (Afganistan ve Pakistan "Keşmir")

3. Güneydoğu Asya'daki Müslümanların meseleleri (Endonezya'daki ayrılıkçı hareketler)

4. Batı ve Orta Asya'daki Müslümanların meseleleri (Türkiye "Kıbrıs", Kafkaslar, Doğu Türkistan)

- İkinci Kısım: Batı'daki Müslümanlara yapılan saldırılar

- Üçüncü Kısım: Müslümanları ve gayrimüslimleri ilgilendiren devletlerarası genel meseleler

1. Amerika'da başlayıp dünyaya yayılan uluslararası ekonomik kriz

2. Küresel nükleer enerji krizi ve özellikle İran'daki barışçıl nükleer enerji.

 

Konferansın Düzenlenme Tarihi: H. 06 Şaban 1431 el-muvâfık M. 18 Temmuz 2010 Pazar günü

Konferansın Düzenleneceği Yer: Lübnan / Beyrut, Ferdan, el-Pristol Salonu

 

Bu vesileyle Hizb-ut Tahrir, herkesi İslam'a ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlara nusret vermek amacıyla güzide Lübnan topraklarında düzenlenecek bu önemli konferansa katılmaya davet eder.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin" [el-Enfâl 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER