Pazartesi, 09 Recep 1447 | 2025/12/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - "Katolik Rahibin" Öldürülmesi Bahane Edilerek Neden İslam Kısıtlanıyor ki?!

Zengibar'daki "St Joseph piskoposluk Bölgesi'nde" Katolik Rahip Peder Avarist Moshe'nin ölümüne yol açan ve Pazar günü sabah gerçekleşen yangının akabinde Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika olarak bizler, aşağıdaki hususları açıklamak isteriz:

Politikacılar ile bazı Nasrani liderlerin, İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve düşmanlığa yönelik küresel programları daha da ileriye taşımayı bekledikleri görülen bu olay gerçekten çok üzücüdür. Politikacılar açısından olana gelince; insanların hayatını ve mallarını korumadaki başarısızlığa çözüm bulmak yerine bazılarının bu olayın "terörist bir eylem" olduğu sonucuna varmaları tamamen utanç verici bir durumdur. Dolayısıyla onların bu girişimi, olayı İslam'a ve Müslümanlara bağlamak amacıyla kamuoyu oluşturmak içindir. Görünen o ki aynı zamanda, olayın gündüz vakti polis merkezine yakın bir yerde gerçekleştiği gerçeğini yorumlamaktan da kaçınmaktadırlar. Aynı şekilde onlar, fakirler ile zenginler arasındaki uçurumu giderek büyüten kapitalist ekonomik sistemin başarısızlığı karşısında da kaçınmaktadırlar. Dolayısıyla bu da eninde sonunda insanları, umutsuzluk, güvensizlik ve düşmanlık duygularına sevkedecektir.

Kilise liderliğiyle ilgili olana gelince; ideolojik tartışmalar yoluyla İslam ile tartışmak yerine onlar, Batı tarafından İslam'a ve Müslümanlara karşı tasarlanan küresel nefreti daha da kışkırtmak ve aynı şekilde olayla ilgili soruşturmanın etkisinin kendileri ile politikacı efendilerinin lehine olması için bu olayı istismar ederek zayıflarını korkutmaktadırlar.

Bu olay, aynı şekilde Tanzanya'da Nasranilerin tercih edilmesi şeklinde köklü bir kanserin varlığına da işaret etmektedir. Zira bu olay, devletin dikkatini çekmiş ve yabancı araştırmacılara çağrıda bulunmak için eşi görülmemiş bir şekilde harekete geçmesine yol açmıştır. Diğer taraftan birçok Müslüman aktivistler hala kefaletsiz bir şekilde cezaevlerinde çürümektedirler. Dolayısıyla hükümetin onlarla ilgilenmediği ve taleplerine kulak asmadığı görülmektedir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bakanların ve dîni liderlerin öldürülmeleri ile Manastır ve Kiliselerde İslam'ın izin vermediği yangınların tamamen açıklığa kavuşmasını isteriz. Nitekim İslam tarihi boyunca Hilafet Devleti'nin, hala onların bugün bile Müslümanların yoğun olduğu İslam topraklarında bulunacak ölçüde gayrimüslimlerle güzel muamelede bulunmak için çalıştığı çok iyi bilinen bir gerçektir.

Son olarak dürüst Nasranileri ve onların aydınlarını, İslam'ı kucaklamaya davet ediyoruz. Şayet İslam'dan sonra hala ikna olmamışlarsa o zaman onların, özellikle Amerika olmak üzere İslam'a ve Müslümanlara karşı sonu gelmeyen gizli gündemlere sahip olan Batı tuzağına düşmekten kaçınmaları gerekir. Zira Amerika, tek amacı küçük milletlere boyun büktürmek, doğal kaynakları yağmalamak ve halkları bölmek olan bir ülkedir. Bu yüzden bizler, Nasranilere ve gayrimüslimlere İslam'ın kesinlikle dünyaya egemen olacağını ve geçmişte görüldüğü üzere kendileriyle adil ve tarafsız bir şekilde muamelede bulunacağını hatırlatırız. Zira 638 yılında Patrik Sophronius, Filistin'i İslam Devleti'ne teslim ettiğinde Halife Ömer İbn-ul Hattab [Radıyallahu Anh], İliya [Kudüs] halkına aşağıda metni geçen ahidnameyi yazmıştır:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla: Bu, Allah'ın kulu ve müminlerin emiri Ömer'in İliya halkına verdiği bir emandır... Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir emandır... Kiliseleri mesken yapılmayacak, onun bir kısmı ya da bir bölümü yıkılmayacak, haçlarına ve mallarından hiçbir şeye dokunulmayacak. İnançlarından dolayı zorlanmayacak ve onlardan hiçbirine zarar verilmeyecektir."

İslam, gayrimüslimler için tüm bu adalete izin veriyorsa Müslüman olduklarında durum nasıl olur acaba? Dolayısıyla derhal İslam'ı kucaklamak için nevine münhasır bir fırsat yakalama zamanı, kendilerine kalmıştır.


Mesud Müslim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi Yardımcısı
Doğu Afrika

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi o

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, arkada 89'dan fazla Müslüman ölü ve yüzlerce yaralı bırakan ve malları harap eden ödlek cürümsel operasyonu güçlü ifadelerle kınar ve mezheplerinin farklı olmasına rağmen tüm Müslümanlar nezdinde bir Müslüman kanının kutsallığının önemi bilinmesinden dolayı bu ödlekçe eylemi, kesinlikle bir Müslümanın yapmadığına inanır. Zira onların hepsi, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın şu kavlini okumaktadırlar:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

Müslümanlar, mezhepleri farklı olmasına rağmen onlardan biri bir diğerinin kanını mubah kılmaksızın asırlar boyunca yaşamışlardır. Dolayısıyla biri bize, on üç yüzyıl boyunca süren İslam tarihinde Şâfi olan birinin Hanefi olan kardeşinin kanını veya Hanefi olan birinin Caferî olan kardeşinin kanını mubah kıldığını gösteremez. Ancak bu çağdaş fitne, İslam ülkelerini işgal eden ve buralarda, ulusal, kavmiyetçi ve mezhepsel çatışmalar gibi İslam'la ilgisi olmayan çatışmaları körükleyen Batı'nın bir ürünüdür. Müslümanlara gelince; asırlar boyunca uyum içerisinde yaşamışlar ve birbirlerine saldırmaksızın ya da birbirlerinin kanını, malını ve ırzını mubah saymaksızın sadece mezhep olarak değil akideleri dahi farklı olan Nasrani, Yahudi, Mecusi ve Hindulardan olan zimmet ehline bile iyi davranmışlardır.

Hizb-ut Tahrir, bu olayın arkasında, Raymond Davis milisleri gibi kendisine bağlı ölüm milisleri ve Keyâni-Zerdâri'nin olduğu askerî ve siyasî liderliklerle olan gizli anlaşmaları yoluyla Amerika'nın olduğunu bir kez daha vurgular.

Bundan dolayı bizler, kendilerine bu cürümsel operasyonları yaptıkları suçlaması yapıştırılan tüm İslamî hareketleri, ülkemizdeki sömürgeci gayelerini gerçekleştirme, ülkemize hegemonyalarını dayatma ve Afganistan'a yönelik başarısız işgallerini pekiştirme imkanı bulmak için Müslümanlar arasında fitne ateşini tutuşturmaya çalışan İslam ve Müslümanların düşmanlarına karşı fırsatı kaçırmamak için reddiye ve kınamaları hızlandırmaları çağrısında bulunuyoruz. Bundan dolayı İslamî hareketlerdeki kardeşlerimizin yapması gereken, Amerikalılar ve onların askerî ve siyasî liderliklerdeki ajanları gibi bütün Müslümanların düşmanlarına karşı bu fırsatı kaçırmamak için bizimle birlikte çalışmalarıdır. Bu yüzden onların temkinli olmalarını nasihat ediyoruz. Zira şayet hiçbir Müslümanın yapmayacağı bu ödlekçe eylemlerle ilgili bu reddiye ve kınamayı yapmazlarsa bu şekilde onlar, Batı'nın hedeflerini gerçekleştirmesini kolaylaştıracaklar ve kendilerini de kuşkulu ve şüpheli bir konuma koymuş koyacaklardır.

Güvenliğin, emniyetin ve refahın yolu, kendimizi Amerika ile Müslümanların kutsal kanlarıyla oynayan siyasî ve askerî liderliklerdeki ajanlarından kurtarmaktan geçer. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise Hilafet'i kurma gayesini gerçekleştirmesi için Hizb-ut Tahrir'i destelemede gizlidir. Zira sömürgeci Batı ile ajan yöneticilerden Müslümanların kanlarının intikamını alacak olan bizzat Hilafet'tir.

Not: Belucistan ile ilgili tam bir siyasete ve Hilafet Devleti'nin Anayasası ile ilgili maddelere muttali olmak için aşağıdaki web bağlantısına erişilmesi rica olunur: http://htmediapak.page.tl/policy-matters.htm

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sağcı Kanat, İslam ve Batı Çatışması Silsilesinin Bir Göstergesinden Öte Bir Şey Değildir

"Geert Wilders" bugünlerde, iddia ettiği üzere İslam'ın tehlikesi hususunda uyarıda bulunmak amacıyla toplantılar ve görüşmeler yapmak için Avustralya'da bir tur düzenledi. Zira İslam'ın ve Müslümanların, Batılı toplumlar için bir tehdit oluşturduğunu ve bundan dolayı onların Batı'ya göç etmelerinin engellenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Nitekim olması gerektiği gibi "Wilders", genellikle kendisinin İslam düşmanı ve nefreti yayan birisi olduğunu reddetmektedir. Zira Avustralya'daki politikacıların geneli, kendileri ile "Wilders" ve onun bakış açıları arasına mesafe koymaktadırlar.

Bu husus hakkında Hizb-ut Tahrir / Avustralya, aşağıdaki noktaları vurgular:

1-Wilders'in propagandasını yaptığı şey, İslam hakkında basit herhangi bir bilgiye sahip olanlar için sahteliği ve batıllığı gizli olmayan eski oryantalistlerin İslam'a yönelik umutlarından ve vehimlerinden öte bir şey değildir. Nitekim Wilders'i Hollanda'daki herhangi bir Müslüman ile tartışmayı reddetmeye iten husus işte budur. Dolayısıyla Avustralya'da bulunanlar olarak bizler ona, şayet İslam hakkında iddia ettiği şeyin gerçekten güvenilirliğine inanıyorsa tartışmak için başka bir fırsat daha sunuyoruz.

2-Wilders ve sağcı arkadaşlarının yaptıkları şey, aslında Batılı ülkelerdeki siyasal kurumlar ile egemen medyanın temelde kendisine dayandığı Batı ile İslam çatışması silsilesinin göstergesinden öte bir şey değildir. Yine sağcı kanadın yaptığı şey, bu çatışmadan kaynaklanan zararları istismar etmekten öte bir şey değildir. Dolayısıyla Batılıların kalplerinde yer eden İslam hakkındaki olumsuz görüntü, temelde sağcı kanadın eylemlerinin bir ürünü değildir. Ancak Batı'daki politikacılar ile önemli medya organları tarafından İslam'ın Şeytanlaştırılması politikasının devam ettirilmesinden dolayıdır. Aynı şekilde İslam'dan ve İslam dünyası üzerindeki egemenliğinden "uzaklaştırma" girişimlerinde bulunanlar sağcılar değil, bilakis egemen siyasal kurumlardır.

3-Nefreti kışkırtan sağcı konuşmanın neden olduğu şeylerden daha kötüsü, Müslümanlara yönelik şiddetin nicelik ve nitelik olarak gittikçe artış göstermesidir. Ancak diğer yandan bütün halklara karşı siyasî, ekonomik ve askerî işgalde bulunan bizzat siyasal kurumdur. Bundan dolayı örneğin "Cory Bernardi'nin" İslam'a ve Müslümanlara karşı yaptığı kampanya ile "Julia Gillard" ya da "Tony Abbott'un" yaptıkları arasında herhangi bir karşılaştırma yapılmış değildir. Aksi halde bu, yüzeysel bir inanç olmaktadır.

4-Bizler Müslümanlara, dikkatlerini gerçek mücrimlere odaklamaya devam etmelerini ve İslam'a ve Müslümanlara karşı olmadıklarını ya da İslam'a alenen savaş açanlara karşı olduklarını iddia ederek İslam'a ve Müslümanlara yönelik eylemleriyle korkutan politikacıların propagandasını yaptıkları hususlara aldanmamalarını nasihat ederiz.

5-İslam'a karşı sürdürülen kampanya karşısında Müslümanlar için kesin çözüm, (İslam Devleti'ni kurmak ve onun şeriatını tatbik etmek yoluyla) İslam ülkelerinde İslam için yüksek ve pratik bir model ortaya çıkarmak için sıkı bir şekildeki çalışmaya dahil olmak, ardından da yüksek İslam değerlerini, başarısızlığı kanıtlanan liberal laik sistemin alternatifine korkunç ihtiyacı olan Batılı toplumlara taşımaktır.

Devamını oku...

‘İslam’da Devlet ve Yönetim’ konulu panel yoğun katılımla gerçekleştirildi.

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Radyo Değişim ve Değişim TV’den canlı olarak yayınlanan ‘İslam’da Devlet ve Yönetim’ başlıklı panel iki oturum halinde KöklüDeğişim konferans salonunda yoğun katılımla gerçekleştirildi.

KöklüDeğişim Dergisi sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü Süleyman Uğurlu’nun oturum başkanı olduğu birinci oturumun konu başlığı; “Tarihsel Açıdan İslam’da Devlet Olgusu” idi.

Birinci oturumun ilk konuşmacısı siyasal İslamcılık doktora tezi sahibi yazar Kürşat Atalar’dı.

Devlet, yönetim ve siyaset kavramlarının biçimi değişse de özü değişmeyen bir olgu olduğunu belirten Atalar, modern siyaset biliminde bu konunun devlet tanımından hareketle siyasi, toplumu ilgilendiren boyutundan hareketle ise sosyal olarak iki boyutta değerlendirildiğini belirtti. Bir topluluk varsa mutlaka iktidarı talep etme ve nimetlerinden faydalanmanın söz konusu olduğunu ve bu noktanın ise 4 boyutu ihtiva ettiğini belirten Atalar:

Birincisinin insanların siyasi davranışlarını, yönetimi açıklayan iktidar olgusu, ikincisinin; görev, mükâfat ve ceza tahsisini içeren ve İslam’da hüküm, hâkim kavramları ile de yaratıcıya atfen kullanılan karar alma süreci olduğunu, üçüncüsünün; toplumsal bir amacı gerçekleştirmek için yapılan ve böylelikle siyasi olan kaynakların tahsisi olduğunu ve dördüncüsünün ise; ihtilaf olgusu olduğunu ifade etti.

İslam’da siyaset var mı yok mu? İslam’ın devlet talebi var mıdır? şeklindeki tartışmalarda Müslümanların savunmacı bir tavır geliştirdiklerini bunun ise yenilgi psikolojisinin bir sonucu olduğunu belirten Atalar, modern algının ise bilime dayanıp ‘eski gelenekler geçmişte kaldı ve doğruyu ifade etmez’ sonucuna ulaşarak tek doğru olduğunu iddia ettiğini söyledi.

Müslümanların ise aslında ‘hakikati biz temsil ederiz devleti de en iyi biz yönetiriz’ şeklinde geçmişte bir iddiası bulunduğunu, Müslümanların güçlülüğünün ise iddialarını dine dayandırmaktan kaynaklandığını, adalet anlayışının da bu temele dayandırıldığını ifade eden Atalar, İslam’ın devlet talebinin temel ideolojik bir esasının bulunduğunu ve temeli İslami referanslar olan hüküm, yönetim gibi konuların İslam’da açık ve net hususlar olduğunu belirtti.

Atalar son olarak Müslümanların 21. yüzyılda dibi bulduğunu, genel ve siyaset ile ilgili hatalarımızın bilgisizliğimizden doğduğunu, bu durumu düzeltmek için çabalanıyorsa bu çabaların hata yapma oranının çok yüksek olduğunu ve ortaya atılan tezlerin üzerinde şartlar yani konjonktürün büyük etkisinin olduğunu belirterek sorgulamaya buradan başlanması gerektiğini ifade etti.

İkinci olarak söz alan KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Ercan Tekinbaş ise; insanoğlunun yaratıcıya takdisi gerçekleştirirken bir takım içgüdü ve uzvi ihtiyaçlara sahip olduğunu, tek başına bütün ihtiyaçlarını gideremediğini, birtakım insanlarla bu ihtiyacı gerçekleştirmek için bir araya gelmek zorunda kaldığını dolayısıyla her cemaatin olduğu yerde bu cemaatin işlerini güdecek bir mekanizmanın olmak zorunda olduğunu bunun ise devlet olduğunu belirtti.

Şer’i açıdan ise şer’i kaynaklarda hayatın işlerine ilişkin birtakım hükümler bulunduğunu, bu hükümlerin kişinin kendisiyle ilgili olanına ahlak, diğer insanlarla ilgili olanına ukubat ve yaratıcıyla ilgili hususları içerenine ise ibadet hükümleri dendiğini belirten Tekinbaş, bu nedenle İslam’ın bir hayat nizamı yani insanların işlerini düzenleyen bir sistem, modern bir tabirle ideoloji olduğunu ifade etti.

İslam’daki hayat nizamını icra eden kişiye halife bu sistemin, yönetim mekanizmasının adına da Hilafet denildiğini, bu sistemin hiçbir yönetim sistemine benzemediğini bunu ise sadece ‘egemenlik’ kavramının dahi açıkladığını ifade eden Tekinbaş, demokraside egemenliğin halka İslam’da ise şeriata ait olduğunu, İslam’da ümmetin iradesinin bulunduğunu fakat bu iradeyi yönlendirenin şeriat olduğunu söyledi.

Vakıa olarak ve şeran Hilafet’in tarihte bir hakikat olduğunu hadislerle ifade eden Tekinbaş, Emevi ve Abbasi döneminde ve sonrasında halifeler olduğunu, 3 Mart 1924’te varolan bir Hilafet’in kaldırıldığını, sömürgecilerin Müslümanların gücünü Hilafet’ten aldıklarını anladıktan sonra Hilafet’in yok edilmesi için 3 yönlü bir çalışma başlatarak bunu gerçekleştirdiklerini, bu çalışmanın ise naslara, Arapçaya, İslam’ın hayata intibakına yönelik bir çalışma olduğunu belirtti.

Fakat bugün ümmetin tekrar dinine dönerek, İslam’a sarılarak Hilafet için harekete geçmekte olduğunu, 2005 yılında Bush ve Rumsfeld tarafından Endonezya’dan Fas’a kadar bir Hilafet projesinin varlığından bahsedildiğini, 2002 yılında Alman istihbaratının ve sonrasında da CIA’in hazırladığı raporlarda Ortadoğu’da Müslümanların Hilafeti istedikleri ve 2020 yılında bunun öngörüldüğü bilgisini aktaran Tekinbaş sonuçta Ümmet tarihte de şimdi de vardır ve Hilafet özlemi çekilen bir hakikat olarak karşımızdadır sözleriyle konuşmasında son verdi.

Yoğun soruların geldiği soru ve cevap bölümün ardından saat 16.00’da başlayacak ikinci bölüme kadar panele ara verildi

2. Oturum

“İslami Bir Yönetim Nasıl Olmalıdır?” başlığını taşıyan panelin 2. Oturum yöneticisi KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından Mahmut Kar’dı.

İlk konuşmacı İstanbul vaizliği görevinde bulunmuş, hadis konusunda çalışmaları ve tercüme eserleri bulunan yazar Harun Ünal’dı.

Ünal; Halife ve Hilafet’in dinin bir gereği olduğunu Bakara Suresi 30. ayette Allah Teala’nın “…yeryüzünde benim emirlerimi icra edici bir halife yaratacağım” buyurduğunu ve halifeden kastın Allah’ın emirlerini yeryüzüne hâkim kılmak ve uygulama olduğunu belirtti.

Müminlerin başında Allah’ın hükümlerini uygulayacak bir halifenin olmamasının Müslümanların birleşememesi, bir ve beraber olamaması sonucunu doğurduğunu, şimdi Müslümanlar’ın Hristiyan ve Yahudileri adım adım, karış karış hadiste ifade edildiği gibi kertenkele çukuruna girseler dahi takip ettiklerini ifade eden Ünal, Kuran’da ibadet ve muamelat ayrımının bulunmadığını Kur’an’ın bir bütün olduğunu belirtti. Allah Rasulu’nün hem namaz kıldırdığını hem de insanların problemlerini çözdüğünü ifade eden Ünal, bizzat namazın bile siyasi bir ibadet olduğunu ve camilerin siyaset merkezi olduğunu söyledi.

Demokrasiyi bir kadermişçesine kabullenen bir anlayışın Müslümanlara sirayet ettiğini, hâlbuki “Yaratıcıya isyanda yaratılana itaat yoktur” şeklinde Rasulullah’ın hadisi bulunduğunu, mevcut sistemlerin ise Allah’a isyan eden sistemler olduğunu, yöneticilerin yapacakları işlerin iznini Kur’an yerine ABD’den aldıklarını ifade eden Ünal, hâlbuki Halife olmadan namazın kılınamayacağını, zekâtın toplanamayacağını anlattı ve bugün zekâtın dahi Müslümanların yaralarını sadece pansuman etmek amacıyla toplandığını söyledi.

Muhammed SAV ve onun getirdiği kitabı onların elinden ne zaman alırsak o zaman istediğimiz amaca ulaşmış oluruz şeklinde müsteşriklerin çalışma prensiplerini ifade eden Ünal şimdiki siyasetin de bu gayelerin bir uzantısı olduğunu belirterek konuşmasına son verdi.

İkinci olarak söz alan KöklüDeğişim Dergisi yazarlarından M. Hanefi Yağmur; bundan sonra bir Hilafet Devleti kurulur mu? Yoksa bu imkânsız mıdır? sorularından hareketle; “…böylesi bir soru zamanında Sahabelere sorulsaydı büyük tepkiler verirlerdi. Fakat bugün bu sorular soruluyorsa bunun nedeni en önemli sıkıntının Allah’ın kitabı ve Rasulu’nun müjdelerine inanmamaktır” şeklinde konuştu.

Günümüz Müslümanlarının dinlerine olan güven kaybı neticesinde problemlerine Batılı kaynaklarda çözüm aradıklarını, hâlbuki İslam’ın hayata hâkim olduğu dönemlerde bu sistemden insanların çoğunun şikâyetçi dahi olmadığını fakat günümüz dünyasında insanların huzur aradığını belirten Yağmur sözlerini şöyle sürdürdü: “İslam hayata hâkim olduğunda ABD yok olacak kâfirler bunun farkında fakat Müslümanlar dinleriyle olan irtibatı kopardıkları için buna inanmıyorlar.”

Bütün şer’i ölçülerin bunu ifade ettiğini belirten Yağmur, Nur Suresi 55. ayetle ilgili olarak bu ayetin tefsirinde birçok müfessirin Hilafeti vurguladığını, vadedenin Allah olduğunu ve O’nun vadine şüphe ile yaklaşılamayacağını, vadedilenin ise iman edip salih amel işlenildiğinde yeryüzünde halife olmak olduğunu ve öncekilerin Allah’tan gelen kanunlar, İslam şeriatı ile hükmederek böyle bir noktaya ulaştıklarını, sadece bu ayeti kerime bile alındığında İslam’ın yeryüzüne hâkim olacağının açık ve net olarak anlaşıldığını ifade etti.

Ayrıca Allah Rasulu’nün Müslümanlara Bizans ve Kisra’nın hazinelerini vadettiğini, ümmetinin hâkimiyetinin yeryüzünün doğusu ve batısına kadar ulaşacağını belirttiğini bunun Allah’ın beyanıyla söylediğini, bu husususun ise tahakkuk ettiğini ifade eden Yağmur, Rasulullah sav’in “…sonra da nübüvvet minhacı üzerine Hilafet olacaktır.” hadisini hatırlatarak, Müslümanım diyenin bu konuda hiçbir tereddüdü olmaması gerektiğini ve bu devlet yeryüzünün neresinde kurulursa kurulsun bütün Müslümanların o halifenin emriyle yeryüzünü titreteceğini, kafirlerin hakimiyetinin ise bu vesileyle son bulacağını belirterek konuşmasına son verdi.

Daha sonra geçilen soru-cevap bölümünde konu daha da açılarak katılımcıların kafalarında oluşan sorular cevaplandırıldı.

Yoğun katılımın gerçekleştiği ve Cafe Değişim’de de canlı olarak izlenen panel soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

Kaynak: Köklü Değişim Dergisi

Fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Malezya Hanımları, "Şeriatın ve Hilafet'in Kurulmasına Bağlı Kalmak" Başlığı Altında Kadınlara Dönük Küresel Bir Konferansa Ev Sahipliği Yapacaklardır

03 Mart 2013'de Hizb-ut Tahrir / Malezya hanımları, ilk defa küresel konferanslarına ev sahipliği yapacaklar.

Konferans, "Şeriatın ve Hilafet'in Kurulmasına Bağlı Kalmak" başlığı altında Kuala Lumpur'da yapılacak olup yerel ve dışarından gelen konuşmacıları ağırlayacaktır. Bu olayda, İslam'daki mükemmel yönetim sistemi olan Hilafet'in gölgesinde kadının durumunu ve haklarını tartışmak için yerel toplum liderleri de dahil Malezya'nın dört bir tarafından yüzlerce kadın bir araya gelecektir.

Aynı şekilde bu devletin İslam dünyasından yok olmasına yol açan faktörler ile onun yok olmasından dolayı bölgedeki kadınlar üzerindeki olumsuz etkiler de ele alınacaktır. Aynı şekilde konferans Malezya'daki kadınları, Malezya ve bütün İslam ülkelerinde şeriatı kapsamlı bir şekilde tatbik edecek, bu dünyaya yaşam biçimi olarak İslam'ı geri getirecek ve Kur'an'ın ve Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vacip kıldığı gibi yönetimi altındaki tüm kadınlar için onurlu ve güvenli bir yaşam garantileyecek olan Hilafet'in kurulmasına destek vermeye davet edecektir.

1300 küsur yıldır kadın, Hilafet'in gölgesi ve gözetiminde yaşamış olup onun sayesinde güvenlik, adalet, koruma, nafaka ve saygı gibi tüm haklarının garantilendiği bir sistemin gölgesinde devletin herhangi bir bireyi gibi onurlu bir yaşam sürdürmüştür. Bu ise Batı dünyasının nutkunu çektiği "kadın hakları" mefhumundan asırlar önce gerçekleşmiştir. Nitekim bu sistemin, 1924 yılında yıkılmasının ardından İslam dünyasındaki kadın, on yıllarca dışarıdan dayatılan rejimlerin tatbik edilmeleri nedeniyle aşırı yoksulluğu, dayanılmaz acıları ve onurlarının çiğnenmesini omuzlarında taşımıştır. Zira bölgedeki mevcut yasalar ve rejimler, öncelikle fasit laik ve demokratik kapitalist ilkelere dayanmaktadır. Dolayısıyla bu, bugün toplumları fakirleştiren ve insanlar arasındaki servet dağılımında etkin bir şekilde başarısız olan hatalı kapitalist politikaların uygulanması nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılamak için günlük mücadeleyle karşı karşıya kalan Malezya ve Güneydoğu Asya'daki milyonlarca kadını da kapsamaktadır. Bölgedeki diğer milyonlarca kadın ise maddî kârı tahrik eden ve kadını maddî kazançlar gerçekleştirmeyi garantilemek için bir eşyaya dönüştüren kapitalist sistemi besleyen toplumlarda kadın ticaretlerinin yapılması da dahil fiziksel, ekonomik ve cinsel sömürüye maruz kalmaktadırlar. Ayrıca servet üretimini, diğer tüm insanî değerlerin önünde tutan bu sömürgeci ideoloji, kadının güçlenmesini çalışmasına bağlamış ve annelik değerini de düşürmüştür. Dolayısıyla bu da aile yapısının istikrarsızlaşmasına ve kadının erkek ve devlet tarafından desteklenmesi mefhumunun erozyona uğramasına yol açmıştır.

Kadını çalışmaya iten tüm bu girişimler, gelecek neslin gözetimi ve eğitimi gibi kadının önemli rolünden feragat etmesine neden olmaktadır. Aslında doğusundan batısına dünyanın dört bir tarafında, insan tarafından konulan tüm beşeri ideolojilerin altındaki kadının durumu işte budur.

Malezya'daki Azize Bacılarım!

Bizler sizleri, bu önemli konferansa katılmaya ve şuan 40'dan fazla ülkeye uzanan ve gün geçtikçe güçlenen Hilafet'e yönelik küresel davete iştirak etmeye çağırıyoruz. Yine Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın sistemini yeryüzünde ikame etmek yoluyla ülkemize şeriatı geri getirmek için Yaratıcılarının emrine icabet eden dünyanın dört bir tarafındaki binlerce kadını, Hizb-ut Tahrir'in üyeleri ve destekçileri ile yan yana durmaya çağırıyoruz. Aslında yüksek ilkeleri temsil edecek, yoksulluk sorununu çözmek için kanunlar ve mekanizmalar koyacak, kadının onurunu ve haklarını koruyacak ve kadını, İslam'ın meşru kıldığı toplumdaki yüksek güçlü konumuna geri döndürecek olan sadece Hilafet'tir.

Editörden notlar:

1-Konferans, 03 Mart 2013 Pazar günü, sabah saat 8:30'da Novel Otel'in 1 nolu büyük salonunda düzenlenecektir.

2- Medya soruları için lütfen aşağıdaki yetkili elektronik posta ile iletişime geçiniz:

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلاَّ أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan Sırf Azîz-ul Hamîd Olan Allah'a İman Etmelerinden Dolayı İntikam Aldılar." [el-Burûc 8]

Rusya otoritelerinin İslam'a dönük düşmancıl politikası, artık daha belirgin bir hale gelmiştir. Zira Kremlin, İslam'ın yayılmasını durdurma noktasında aciz kaldığını itiraf etmek istemediği gibi yerel otoriteler de bu meselede Kremlin'i nasıl hoşnut edeceklerine dair bir fikre sahip değillerdir. Nitekim bunun sınırsız örnekleri Tataristan'da görülmektedir.

14 Şubat 2013'de Tataristan'daki Müslümanların evlerine yönelik yeni bir baskın dalgası gerçekleşti. Nitekim bu operasyonda, aralarında yaşlı kadınların da bulunduğu Naberezhnye Chelny'in bazı sakinleri aşırıcılık suçlamasıyla tutuklandılar. Zira sabahın erken saatlerinde istihbarat birimleri, Rusya'daki yasadışı Nodzholr Örgütü ile ilişkileri oldukları şüphesiyle onlarca eve baskın düzenlediler.

Daha önceki baskın operasyonlarından, Müslümanların korkutulması amaçlanmıştı. Ancak silahlı ve maskeli kişilerden oluşan taburların, yaşlı kadınların evlerine baskınlar düzenlemelerinin nedenini yorumlamak gerçekten çok zordur. Nitekim bu baskınların sonucunda veya daha doğrusu bu baskınların (ganimeti) olarak, binlerce İslamî kitaplara el konulmuştur.

Açıktır ki yerel otoriteler, Tataristan'daki Müslümanların gerek kamuoyu gerekse hükümet için bir tehdit oluşturmadıklarını, ancak bu otoritelerin İslam karşıtı politika takip eden Kremlin'deki federal dairelerin isteğini uyguladıklarını bilmektedirler. Hakeza geçen Ocak ayında bu dairelerin baskısı altında Kazan'daki el-İhlas Mescidi kapatılmış olup mescidin imamına karşı suçlamada bulunma girişiminde bulunmaya devam etmektedirler.

Ayrıca onlar Kazan Müslümanlarını, İslamî râyeler ve pankartlar dalgalandıran araba yarışı düzenlemekle suçlama girişiminde bulunmuşlardır. Nitekim suçlama, bu râyelerin ve pankartların Hizb-ut Tahrir'in özelliklerinden olduğu iddiasına dayanmaktadır. Çünkü bu hizib, Rusya'da yasaklanmıştır. Dolayısıyla onlar da bunları kullanan tüm İslamî gösterileri yasaklamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu, son zamanlarda başörtüsü ile Haccın aşırıcılığın göstergesi olarak sayıldığı Rusya'da şaşırtıcı bir husus değildir.

Kremlin tarafından İslam karşıtı bu politikalara, aynı şekilde göçmenler de maruz kalmışlarıdır. Zira bir haftadır Göçmen Federal Bürosu [FMS] tarafından Kazan'daki Polgar Mescidi'ne, Müslümanların haftalık olarak pasaportlarını kontrol edeceklerini bildiren bir ilan asılmıştır. Hakeza Müslüman göçmenler, mescidi ziyaret etmelerinin istenmediğine ve dîni eğilimleri temelinde sınır dışı edildiklerine dikkat çekmektedirler.

Kremlin, İslam düşmanlığında bir ilk değildir. Zira Müslümanlara yönelik bu eylemler, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminde Kureyş liderlerinin kullanmış oldukları eylemlerdir. Nitekim Kureyş, İslam davetini durdurma girişiminde bulundukları gibi aynı şekilde Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e ve sahabesi [Rıdvanullahi Aleyhim]'e uydurma suçlamalarda da bulunmuşlardır. Dolayısıyla aşağıdaki karşılaştırmalar, bu hususta benzerlikler göstermektedir:

-Delilik suçlamasını; bugün dîni taassupçuluk olarak adlandırmaktadırlar.

-Büyücülük suçlaması; ölülerin cesetlerinin yaşayan varlıklara transferi suçlaması haline gelmesi için bu suçlama geliştirilmiş olup "yaşayan ölüler" olarak adlandırılmaktadır.

-Ataların dininin inkar edilmesi; bugün, devletin temellerinin zayıflatılmasına ya da geleneksel İslam'ın reddedilmesine yönelik bir çalışma olarak adlandırılmaktadır.

- Kureyş'in nifak oluşturma suçlaması; bugün, anayasaya aykırı itirazlar olarak karşılık bulmaktadır.

Ve liste, bu şekilde uzayıp gitmektedir...

Şuan dünyadaki meşhur Müslüman alimlerin çalışmaları aşırıcılıkla etiketlenmekte ve Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesi aşırılık olarak kabul ettirilmeye çalışmaktadırlar. Nitekim bugün, Naberezhnye Chelny'deki yaşlı Müslüman kadınlara, imamlara, el-İhlas Mescidi'nde namaz kılanlara yönelik suçlamalar bu temel üzerine inşa edilmektedir.

Bu girişim, Müslümanların modern "Kureyş'in" temellerini yıkmaya ve İslam'a karşı kamuoyu oluşturmaya çalışan şerli kimseler olarak nitelendirilmeye dönük bir girişimdir. Zira otoriteler, kendilerinin aşırıcılığa karşı şiddetle mücadele ettikleri ve bunun da güvenlik kuvvetleri ile hükümet yetkililerinin dokunulmazlıklarının korunmasıyla birlikte İslam'ın yayılmasına savaş açmakla mümkün olduğu hususunda halkı ikna etmeyi ümit etmektedirler. Yani müminleri korkutacak olan inançlarındaki bu dokunulmazlıktır.

Bu durum, tamamen Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ashabının Mekke dönemindeki yaşamlarında  maruz kaldıkları hususlara benzemektedir. Zira Müşrikler, çeşitli araçlar kullanarak Allahuteala'nın dinine davet eden Müslümanların akidelerini terk etmek zorunda bırakmak için çalışmışlar ancak Müslümanların iman gücü ve -alemlerin Rabbine itaat ederek- davet yolundaki sabırları, onlara yardımcı olmuş, bu zor zamanlarda istikrarlı bir şekilde kalma imkanı vermiş ve bunun ardından da Allah kafirleri zelil kılmış, hak dini izzetli kılmış ve Kureyş'ten geri kalanlar da akın akın Allah'ın dinine girmişlerdir.

Gerçekten bu örnek, saf ve temiz selefleri gibi olmak için çalışan ve İslam'ı yaymada büyük bir çaba sarfetmeye devam eden Müslümanlar için yeterlidir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size yardım eder, zafer verir ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar." [Muhammed 7]


Osman Salihov
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Rusya Medya Bürosu Başkanı

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Hilafet, Fakirlere Vergiler Dayatmayacaktır"

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Yıkıcı Vergi ve Harcama Politikalarından Kurtulmak İçin Alternatif Siyasî Vizyonunu Yayınladı

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, yıkıcı vergi ve harcama politikalarından kurtulmak için alternatif siyasî vizyonunu yayınladı. Zira burada, Pakistan'ın içerisinde var olan kaynaklar sayesinde Hizb-ut Tahrir'in yayınladığı Anayasa Mukaddimesi'ni benimsemek yoluyla insanlara onurlu bir yaşam imkanı veren güçlü bir ekonomi oluşturmaya muktedir olduğunu açıkladı.

Güçlü bir ekonominin, demokratik ya da diktatör yollarla olması imkansızdır. Zira bunlar, yozlaşmış yönetim şekilleri olup gelirleri ve harcamaları, kafir sömürgeci güçler ile Pakistan'da yönetime getirdikleri ajanlarının çıkarlarına boyun büktürmektedirler. Nitekim Pakistan'da diktatör ve demokratik kapitalizmin tatbik edilmesi sayesinde devlet, petrol, doğalgaz ve elektriğin özelleştirilmesi gibi kamu mallarının özelleştirilmesi yoluyla insanların genelini muazzam gelir kaynaklarından mahrum bırakmaktadır.

Müşerref dönemi boyunca İMF [Uluslararası Para Fonu]'nun gözetiminde -ki bu, Keyâni-Zerdâri yönetimi döneminde de devam etmiştir- Pakistan, tüketim ve emtia üzerinde büyük vergilere boğulmuştur. Mesela 2011-2012 yıllarında hükümet, sadece gelir vergilerinden 730.000 milyon Rupi toplamıştır ki bu, 2002-2003 yıllarında toplanan toplam vergilerden daha fazladır. Dolayısıyla bu, ücretleri pahasına vergilerin artırılmasıyla birlikte işçilerin geçmiş zamandakilerden daha büyük zorluklarla karşı karşıya kaldıkları anlamına gelmektedir. Nitekim 2012-2013 yılı bütçesinde hükümet, muhteşem bir bütçe elde etmek için 914.000 milyon Rupiye ulaşmayı hedeflemektedir. Ayrıca Müşerref'in iktidarı döneminde satış vergileri, dikkat çekici bir şekilde yükselmiştir. Mesela devletin gelirlerinin büyük bir bölümü vergilerden olsun diye 1987-1988'de %9'dan %43'e yükselmiştir. Dolayısıyla bu satış vergileri sayesinde insanlar, ilaçları, gıda maddelerini, tarım ve sanayi ihtiyaçlarını satın alamaz bir hale gelmişler ve ekonomiye katkıda bulunma ve temel ihtiyaçlarını garantileme güçleri bastırılmıştır. Ayrıca 2011-2012 yıllarında hükümet, satış vergilerinden 852.0303 milyon Rupi toplamış olup 2012-2013 yıllarında da genel bütçede 1.076.500 milyon Rupi toplamayı hedeflemektedir.

İktidara gelenler göz ardı edilerek bu fasit sistem devam ettiği sürece bu kötü durum da devam edecektir. Zira bu fasit sistem, başarısızlıktan ve insanların işlerinin gözetimini ihmal etmekten başka bir şey üretmemektedir. Bu ise bu sistemde iktidarda bulunanların vergi oranlarını yükseltmek için çalışmaları nedeniyledir.

Kapitalizmin aksine İslam, gelir elde etmenin bir aracı olarak kapitalist sistemde egemen olan gelir ve tüketim vergilerine dayanmamaktadır. Bilakis gelirler, insanların ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra geriye kalan servetin yanı sıra fiili üretimden elde edilecektir. Hatta Hilafet vergi koymak zorunda kalsa bile o buna, ağır koşullar altında başvuracak ve fazla servete vergi konulacaktır. Bundan dolayı temel ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olmayan fakirler cezalandırılmayacak ve olası gelirlerin elde edilmesinde de bu yöntem uygulanacaktır. Bu ise devletin, enerji ve makine kaynakları ile alt yapı sanayisi gibi devlete ve kamu sektörüne ait şirketler yoluyla yararlanacağı devasa gelirler nedeniyledir. Nitekim bu eşsiz gelirler, İslam'ın kanunları sayesinde servete odaklanmak yerine onu adil bir şekilde dağıtmaya dayalı olacaktır. Ayrıca Hilafet Devleti, üretimi kısıtlayan sanayi ve tarım gelir vergilerine son verecek, dahası gelirler, fazla mal satışlarının karlarının yanı sıra aynı şekilde öşür ya da harac gibi tarım arazisi üretiminden olacaktır.

Not: Tam bir siyasete ve Hilafet Devleti'nin Anayasa Mukaddimesi'ndeki ilgili maddelere muttali olmak için aşağıdaki sitenin ziyaret edilmesi rica olunur:

http://htmediapak.page.tl/policy-matters.htm

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER