Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hükümetin, Medya Organları Yoluyla Utanmaksızın Gönderdiği Hizb'in Şebâbından Birini Öldürmeye Yönelik Ödlek Tehditler, Hizb-ut Tahrir ve Şebâbını Korkutamayacak ve Yıldıramayacaktır

Birkaç gün önce Hükümet, Hizb-ut Tahrir şebâbından biri olan Sa'd Cağranafi'yi öldürmeye dair bir dizi tehdit mesajı gönderdi. Zîra bir televizyon kanalı, Hükümet'in Sa'd Cağranafi'yi ölü yada diri yakalamak istediğini içeren bir raporunu yayınladı.

Sırf fikirlerinden ve siyasî kimliklerinden ötürü fikir sahiplerinin ve siyasilerinin yakalanarak hapishanelere atıldığı demokrasinin kokuşmuş gerçek yüzü işte budur.

Tüm dünya tarafından bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, siyasî bir parti olup cürüm eylemleri ve silahlı faaliyetlerle bir ilişkisi yoktur. Yine bilindiği üzere Hizb'in üyeleri, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan ve devletlerin yıldırmaları yüzünden azimleri kırılmayan birer siyasî liderdir. İşte Celâl Huseyin, hak sözü söylemekten imtina etmeyi reddetmesinden dolayı birkaç aydır hapishanede tutulan Hizb'in üyelerinden birisidir.

Sa'd Cağranafi ise, Lahor şehrindeki köklü aileden olan bir şâbtır ve Hizb-ut Tahrir'de aktif bir üyedir. Daha öncesinde Amerikan kuvvetlerinin Irak'ı işgal etmesini protesto etmek amacıyla Hizb'in 2004 yılında düzenlediği yürüyüşe katılımının akabinde tutuklanarak altı küsur ay hapishanede tutulmuş ve hapishaneden çıkar çıkmaz daha güçlü ve daha dayanıklı bir şekilde davetin taşınmasındaki faaliyetine geri dönmüştür.

Hükümet şunu iyi bilmelidir ki ödlek tehditleriyle, Hizb'in ve şebâbının daveti taşımaya yönelik azmini ve kararlılığını kıramayacaktır. Hükümet'e; böylesi ödlek mesajlar göndermek yerine Hizb'in sahip olduğundan daha hayırlı bir fikri ve siyasî vizyonu varsa ortaya koyması için ona meydan okuduğumuzu ifade etmek isteriz! Aksi takdirde hem insanlar, hem de onun için hayırlı olan, yönetim koltuklarını terk etmesi ve yönetim dizginlerini İslâmî Ümmet'in muhlis siyasîlerine teslim etmesi gereklidir.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Mısır Konsolosluğu Önündeki Protesto Gösterisi Hakkında Basın Açıklaması

Avusturya'nın Viyana şehrinin 19. Mahallesi'ndeki Mısır konsolosluğu önünde, 11.09.2009 Pazar günü öğlen saat 13:00'da, Gazze'ye yönelik Siyonist saldırı karşısında Mısır yönetiminin takındığı aşağılık tutumu protesto etmek amacıyla "Doğru Yönde Protesto" başlıklı bir protesto gösterisi yapıldı.

İki saat çetin soğuğa direnerek yaklaşık iki yüz elli kişinin (250) katıldığı protesto konuşmasında Arapça, Almanca ve Türkçe olmak üzere üç konuşma yapıldı ve Gazze'deki durumlar hakkında katılımcılara Arapça ve Almanca bir konuşma yapan Gazze sakinlerinden biri ile telefon bağlantısı kuruldu.

Konuşmacılar, şu ana kadar Viyana'da yapılan tüm gösterilerin, başta Mısır yönetimi olmak üzere bu katliamların temel müsebbibi olan Arap ve İslâmî âlemdeki nizâmların konsolosluklarına yönelmek yerine, şehrin meydanlarında yapılmış olması durumunu eleştirdiler. Zîra bu yönetim, Siyonist katliamları karşısında vurdumduymaz bir tavır takınmakla kalmamış, dahası Refah Sınır Kapısı'nın kapatılması ve Gazze Şeridi'nin sıkboğaz edilmesinde Siyonist düşman ile doğrudan gizli anlaşma yapmıştır.

Kezâ konuşmacılar, çözümün sadece gıda ve ilaç sokulması için Refah Sınır Kapısı'nın açılmasının olmadığını, bilakis Allah'ın, mücavir İslâmî beldelerdeki ordulara, Gazze halkına yardım etmek ve onları bu vahşî mücrim saldırıdan kurtarmak amacıyla harekete geçmelerini farz kıldığını açıkladılar.

Meselenin sadece Mısır yönetiminin gizli anlaşma yapması ile sınırlı kalmayıp Arap ve İslâm âlemindeki tüm nizâmların, Gazze'deki Ümmeti yüz üstü bırakarak bu yöndeki şer'î vecîbelerini yerine getirmedikleri de vurgulandı. Gazze katliamı bir kez daha göstermiştir ki İslâmî âlemdeki siyâsî nizamlar kökünden değiştirilip bunların yerine beldeleri kurtaracak ve dünyanın dört bir tarafına adalet ile hayrı yayacak olan Râşidi İslâmî Hilâfet Nizâmı kurulmaksızın Filistin sorununun çözülmesi imkânsızdır.

Konuşmacılar, Salahaddîn, Mu'tasım ve ez-Zâhir Baybars dönemindeki İslâmî tarihten örnekler sunarak, muhlis ve muvahhit bir liderlik altında Müslümanların tüm saldırılara nasıl tepki verdiklerini açıkladılar. Göstericilerden bir heyetin Mısır Hükümeti'ne iletmesi üzere Büyükelçiye bir mektup teslim etmesi noktasında konsolosluk görevlilerinden biri ile daha öncesinde anlaşılmış ve tüm giriş kapıları çalınmasına rağmen heyeti karşılamak ve mektubu almak için hiç kimse çıkmamıştır.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Almanya Bölgeleri
Medya Bürosu

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hindistan ile Çin'e Liman Koridoru Verilmesi, Bangladeş'in Güvenliğini Tehdit Edecektir

Bugün, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü, yaptığı basın açıklamasında Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Hasan Mahmud'un, Hükümet'in Hindistan ile Çin'e Chittagong liman koridoru vermeye hazır olduğu şeklindeki açıklamalarını eleştirdi. Muhyiddîn Ahmed, Hindistan ile Çin'e bir liman koridorunun verilmesini Bangladeş halkının kabul etmeyeceğini ve bu açıklamaların yeni Hükümetin yönetim dizginlerini devralmasından sadece üç gün sonra yapılmasının, Hükümet ile Sömürgecilerin, Bangladeş'i Sömürgecilerin hakimiyetine boyun büken zayıf bir ülke yapmak için plan ve komplo kurduklarını gösteren bir delil olduğunu ifade etti.

Ayrıca Hükümetin, Hindistan ile Çin'e bir liman koridoru vermeye hazır oluğu şeklindeki açılamalarının, Hindistan'ın bir gün olsun Hindistan ile Bangladeş arasını ayıran sınırdaki Müslümanları katletmekten geri kalmadığı ve bir an olsun Bangladeş kara sularını ihlal etmeyi durdurmadığı bir zamanda yapılmış olmasının bir felaket olduğunu ifade etti. Böylesi bir hazırlık ise haddi zatında oldukça tehlikelidir ve Bangladeş'in güvenliğini tehdit etmektedir. Oysa Hükümet'in, Bangladeş'in stratejik konumunun Amerika, İngiltere, Hindistan ve Çin gibi Sömürgeci güçlerin iştahını kabarttığının farkına varması gerekir.

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

İngiliz Hükümeti, "İsrail" Terörünün Hazırlanmasına ve Onaylanmasına Yardım Etmekle Suç İşlemiştir

Hükümet, "İsrail'in" işlemekte olduğu terörist eylemlerde kullanılan silah satışına devam ederken İngiliz Dışişleri Bakanlığı, kamu ilişkileri düzeyindeki yüzsuyunu korumak amacıyla alaycı bir şekilde Belediyelere ve İslâmî kuruluşlara, bir dizi e-mail gönderdi. Bu e-mailler, Dışişleri Bakanı David Miliband'ın bazı açıklamalarını içermekteydi ve hatta bu açıklamaların mescitlerin minberlerinde okunmasına yönelik teklifler sunuldu ki bu, siyasetin dinî merkezlerden uzak kalması gerektiği şeklindeki Hükümetin söyleminin apaçık bir ihlalidir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafa, şöyle dedi: "İngiliz Hükümeti'nin bizzat kendi istatistikleri, onun "İsrail'e" daha fazla silah sattığını ortaya koymaktadır. Bu da "İsrail'in" güç kullanma keyfiyeti hakkındaki sorulara rağmen gerçekleşmektedir. Nitekim İngiltere, 2007'de 6 milyon Sterlin değerindeki silah ihracatını onaylamış ve 2008'de sadece ilk üç ay içerisinde 12 kez 20 milyon Sterlini bulan ek satışa izin vermiştir. İngiltere, 'İsrail'e' askerî teçhizatta kullanılan pek çok teknolojik araçlar tedarik ettiği gibi verilen izinler, 'İsrail'in' Filistin'deki Müslümanlara karşı sistematik olarak kullandığı zırhlı araçlarının ve füze araçlarının ihracatını da kapsamaktadır. Bunun yanı sıra birçok büyük İngiliz şirketlerinin, 'İsrail'de' çıkarları vardır. Nitekim karşılıklı ticaret oranı, 2,4 milyar Sterlini aşmıştır."
"David Miliband'ın yaptığı açıklamaların, 'İsrail' katliamlarına yönelik tek bir eleştiri içermemesi hiç de garip değildir. Nitekim 'ateşkes' çağrılarını yineleyerek, erkek, kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 900 kişiyi şehit eden bu katliamı, iki denk taraf arasındaki bir savaş gibi tasvir etmiştir. Ayrıca o, açıklamalarında 'İsrail' eylemlerini anlayışla karşılayan bir üslup kullanmış, birkaç aydır bunun gibi büyük bir operasyona hazırlık yaptığını görmezlikten gelerek Yahudilerin kendilerini savunduğundan hiç kuşku duymamış ve katledilenler hakkında sadece 'üzgün' olduğu açıklamalarında bulunmuştur!"

"Yine yeni muhafazakarların lideri David Cameron da bugün BBC kanalında yayınlanan Andrew Marr programında yaptığı televizyon röportajı sırasında Hükümetin tavrına benzer bir tavır takınmıştır."

"İngiliz dış politikası, mesele insan hayatının değeri, despotik ve baskıcı rejimleri destekleme ile alakalı olunca çifte standartla karakterize olmayı sürdürmektedir. Zîra onun yaptığı her şey, 'İsrail'in' bölgedeki güvenlik konumunu iyileştirmek ve Mahmud Abbâs'ın bozuk yönetimini desteklemek amacıyla bu trajik olayları istismar etmektir. Oysa onlar, dillendirdikleri bu çifte standartlı sözlerle hiç kimseyi aldatamayacaklardır."

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Britanya
Medya Bürosu

Devamını oku...

Arap Konsolosluklarına Karşı Londra'da Protestolar: Arap Ordularına Gazze Halkını Müdafaa Etmeleri Çağrısı

İngiltere'nin dört bir tarafından yüzlerce Müslüman, 11 Ocak Pazar günü gece saat 01:00'de bir araya gelerek, Arap nizâmlarının hıyânetlerini ifşâ etmek amacıyla bir protesto gösterisi eşliğinde Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye -ki bunlar, Gazze halkının katledilmesinde "İsrail" ile gizli işbirliği yapan İslâmî beldedeki liste başı ülkelerdir- konsolosluklarına doğru yürüyecektir. Söz konusu protesto, "İsrail" varlığının işlediği, erkek, kadın ve çocuk olmak üzere yedi yüz (700) kişinin şehit düştüğü katliamdan Gazze halkını kurtarmak amacıyla Arap ordularının seferber edilmesini talep edecektir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek'in, Suriyeli üst düzey yetkililerin ve Suudi Kralı Abdullah'ın 'İsrail' ile gizli işbirliklerine yönelik delillerin artan şekilde ortaya çıkması, bunların hıyânetlerinin ifşâ edilmesini, Gazze halkını müdafaa etmek ve kurtarmak üzere Müslüman ordularının gönderilmesi için daha fazla baskı yapılmasını zorunlu kılmaktadır. "

"Donanımlı ve hazır olan bu orduların, Gazze'yi müdafaa etmesi ve bu yöneticileri alaşağı etmesi için harekete geçmesinin artık zamanı gelmiştir ki böylece Müslümanların topraklarını birleştirecek, Filistinli, Iraklı, Somalili ve Keşmirli annelerin çığlıklarına icabet edecek Hilâfet Devleti yeniden kurulsun."

 

Editörlere Not:

Bu maddi eylemsiz protestoya katılanlar, 11 Ocak Pazar günü, gece saat 01:00'de, bazı konuşmaların yapılacağı Marble Arch Meydanı'nda toplanacak ve göstericiler, gece 02:15'de Mısır ve Suudi Arabistan konsolosluklarına doğru hareket edecek ve protesto Filistin şehitleri için gıyabi cenaze salahının kılınacağı 8 Belgrave Sq, SW1X 8PH'deki Suriye Konsolosluğu'nda son bulacaktır.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Britanya
Medya Bürosu

Devamını oku...

1860 Sayılı Karar, İslâmî Beldelerdeki Yöneticilerin Alınlarında Bir Utanç Lekesidir; Zîra Ordularıyla Gazze'yi Yüzüstü Bırakmakla Kalmayıp Onu, Devletlerarası Kararlarla Yahudilere Teslim Ettiler

  • Kategori Hizb
  •   |  

Bugün sabah, Gazze Şeridi'ne yönelik vahşî saldırıya ilişkin Güvenlik Konseyi'nin 1860 sayılı kararı yayınlandı. Bu kararın metninde, daha önce 1967 saldırısı üzerine yayınlanan 242 sayılı kararda kullanıldığı gibi, habîs siyasî bir kurnazlık kullanılmıştır. Zîra o vakit "topraklardan" çekilmesi ifadesi yerine "topraktan" çekilmesi ifadesi kullanılmıştır ki böylece sözde Yahudi varlığının dilediği topraklarda kalması için bir alan bırakılmıştır. Bu kararda da aynısı olmuş; Gazze'den çekilme hususu belirtilmeyip çekilmeye "götürecek" ateşkes belirtilmiştir. Ne zaman ve nasıl olacaksa?! Ayrıca daha net kararlarda bile saldırılarını durdurmadığı halde kasıtlı olarak müphemlikle kuşatılan bir karar, nasıl olur da bu saldırıyı durdurabilir?

Güvenlik Konseyi'nin kararları ne aç bırakıp ne doyurmasına, dahası sözde Yahudi varlığının uygulamadığı bu kararlarla gırtlaklarına kadar tıka basa doymalarına rağmen Amerika ile müttefikleri, Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir karar çıkarmasını engellemiştir! Bu da maksatlarını gerçekleştirene dek Gazze'ye yönelik vahşî saldırısında kan akıtması için sözde Yahudi varlığına yeterli zaman vermek içindir...

Müslümanların beldelerindeki yöneticiler, gerek Amerika'ya tabi olarak, gerek onu örnek alarak gönüllü-gönülsüz Amerika'nın "iradesine" boyun eğerek parçalandılar, ihtilafa düştüler ve bir araya gelemediler.

Ancak sözde Yahudi varlığı, karşı karşıya kaldığı çetin direnişi görüp maksatlarını askerî eylemlerle gerçekleştiremediğini, seçimlere doğru gittiklerini dolayısıyla savaş yada barış yoluyla "zafer" atmosferine muhtaç oldukları bir sırada işin uzadığını anlayınca Amerika, onlar adına Güvenlik Konseyi üzerinden bunu gerçekleştirmek için devreye girmesiyle "Rice", toplantılarda ve görüşmelerde odak noktası haline geldi ve yöneticilerden olan kuyruklarını harekete geçirdi. Böylece bu yöneticiler, Güvenlik Konseyi'ne gitmek üzere yola koyuldular ve yoğun bir uğraş içerisinde gecelerini gündüzlerine kattılar... Hâlbuki onlar, orduları ile birlikte Gazze'ye yardım edilmesine ölüm baygınlığı ile bakıyorlardı. Şayet sözde Yahudi varlığını sarsmak için bu yöneticilerin açmış olduğu bir veya birkaç cephe olsaydı, bu varlık yok olup gidecekti.

Bu yöneticiler, sözde Yahudi varlığının saldırılarla gerçekleştiremediğini gerçekleştiren bu kararın "manevi babası" oldular! Zîra bu karar, İsrail ordusunu Gazze'de bırakırken, güçlenmesi ve silahlanması açısından Gazze Şeridi'ne ambargo dayatmakta ve gıda ambargosunun delinmesi hakkında biraz rötuşlama dışında açıklamada geçen hiçbir şeyi değiştirmemiştir...!

Bu kararın pazarlanması için Amerika, arkasında değilmişçesine görünmek amacıyla oylanmasına karşı çıktı ki yöneticiler onu, Amerika'dan bağımsız bir şekilde kazanılmış kesin bir zafer şeklinde göstersinler. Doğrusu onlar yalancıların tâ kendileridir. Zîra akıl-fikir sahibi herkes, arkasında Amerika olmamış olsaydı, kesinlikle bu kararın çıkmasını engelleyeceğini bilirdi.

Ey Müslümanlar!

es-Sâdık-ul Masdûk SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem'in şu kavli gerçekten de doğrudur: إذا لم تستح فاصنع ما شئت "Haya etmiyorsan dilediğini yap!"

Zîra bu yöneticiler, Gazze-ti Hâşim'in masum kanlarının akıtıldığını gördükleri halde, ne ona yardım etmek için orduları harekete geçiriyorlar ne de bir füze atıyorlar. Daha beteri ona yardım etmek için can atanları da engelliyorlar...! Gazze'nin silahlanmasına ve güçlenmesine yol açan faktörleri engelleyen ve Yahudi ordusunun topraklarında kalmasını sağlayan bir kararın çıkarılmasına gelince, adeta birbirleri ile yarışıyorlar ve rekabete giriyorlar. Allah onları katletsin nasıl da döndürülüyorlar?

Filistin'i gaspeden bu Yahudi varlığına -ki o, bu yöneticilerin devletleri ile kuşatılmıştır- bakan bir kimse, bu varlığın bekasının, bu yöneticilerin bekasına bağlı olduğunu kesinlikle fark eder. Zîra onlar, kendilerinden daha çok onu korumaktadırlar. Şayet bu yöneticiler arasında aklı başında biri olsaydı, bu varlığa destek veren Amerika ile diğer batılı devletlere rağmen onun hiçbir etkisi olmazdı!

Ey Müslümanlar!

Defalarca tekrarladık, yine tekrarlıyoruz; Yahudi varlığını yok etmek ve Filistin'i bir bütün olarak İslâm diyarına döndürmek isteyen herkesin muhlis bir yöneticiyi, sadık bir devleti; Râşidi Hilâfet'i ortaya çıkarmak için çalışması kaçınılmazdır. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmâm [Halife] bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

İşte o zaman sözde Yahudi varlığının, hatta ondan daha güçlü ve daha büyük olan Sömürgeci Küfür devletlerinin esamesinden bir eser kalmayacaktır.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Şüphesiz bunda, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır." [el-Kâf 37]

 

Devamını oku...

Yahudilerin Cürümlerine Karşı Verilmesi Gereken Cevap, Orduların Harekete Geçirilmesidir

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Yahudiler, Müslümanların beldeleri ile dünya ülkelerinin genelindeki öfkeli yürüyüşleri ve gösterileri hiç umursamayarak katliam üzerine katliam işlemeyi sürdürmektedir. Üstelik Ümmetin öfkesine rağmen çocukları ve kadınları katletmeyi sürdürmekle ve dünya milletlerinin kınamalarına daha fazla kan akıtmakla cevap vererek pervasızlıkta ve cürümde haddi aşmaktadır. Çünkü onlar, her ne zaman saldırılar yoluyla siyasî hedeflerini gerçekleştirmek istediyseler, Müslümanların, özellikle de Filistin'e komşu devletlerin yöneticilerinin her zaman olduğu gibi, Ümmet'in hareketini kontrol altına aldıklarını, öfkelerini yürüyüşlerle, gösterilerle, bağışlarla deşarj ettiklerini, salahlarla, dualarla ve tıbbî yardım konvoylarıyla acısını dindirdiklerini fark etmişlerdir.

Ey Müslümanlar!

Şüphesiz yöneticileriniz, Filistin'in yok olmasında belânın başıdır ve belanın sırırı ise, ordulara pranga vurulmasında, Yahudi varlığını bitirmek için seferber olmasının engellenmesinde, cürümün örtbas edilmesinde, düşmanlara yardım edilmesinde ve sunî sınırlara bekçilik yapılmasında yatmaktadır. Dolayısıyla onlar, sizlere komplo kuran zâlim yöneticilerdir, onlara boyun eğmek veya onlardan yada zirvelerinden çözüm beklemek câiz değildir. Bilakis yapılması gereken, onlara karşı koymak ve onları değiştirmek için çalışmaktır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra nusret de görmezsiniz." [Hûd 113]

Bu yöneticiler, aveneleri ve onların etrafında dönenler, Müslümanların orduları üzerindeki dikkatleri dağıtmak, görevlerini yapmalarını engellemek, Filistin halkını yardımsız bırakmalarını ve onu kurtarma görevlerini terk etmelerini örtbas etmek amacıyla, Yahudi varlığı ile çatışmayı, vatancı, İslamcı gruplara ve hareketlere hasrederek Ümmeti aldatmayı ve saptırmayı alışkanlık edindiler. Müslümanların beldelerindeki orduların Yahudi ordusu ile savaşmaya mecali yoktur, buna ancak bu gruplar ile hareketler muktedirdir sözünü işitmemiz doğrusu çok gariptir. Oysa orduların aslî görevi, insanların canlarını korumak, kanlarının akmasını engellemek, topraklarını kurtarmak ve onlara yönelik saldırıları püskürtmektir. Kezâ bu yöneticiler, teslimiyetçi müzakereler yürütmeyi alışkanlık edinerek, Yahudi varlığını güçlendirdiler ve meseleyi, Yahudi yerleşimcileri ile sınırların çizilmesi sorununa dönüştürdüler. Ardından yine meseleyi, esirlerin serbest bırakılmasına, mültecilerin geri dönmesine, tecrit duvarının kaldırılmasına, Refah Sınır Kapısı'nın açılmasına ve ambargonun kaldırılmasına indirgediler... Böylece kurtarılması gereken Kâfirlerin işgal ettiği İslâmî bir toprak olması bakımından meselenin gerçek seviyesinden vazgeçtiler. Ardından da cihadı kaldırdılar, ordulara pranga vurdular, meseleyi Ümmet'in düşmanları olan Amerika'ya, Avrupa'ya, Güvenlik Konseyi'ne, devletlerarası kararlara teslim ettiler, varlığı olmayan bir otorite için birbirleri ile çatışan örgütler ile gruplar arasına fitne tohumu ektiler, güvenliğin ve emniyetin olmadığı barış planlarını ortaya attılar, ne bir hakkı geri döndüren, ne bir toprağı koruyan, ne bir damla kanın akmasını engelleyen ve ne de namusları himaye eden müzakerelere girdiler.

Saldırının siyasî hedeflerinin gerçekleşmesinde bu yöneticilerin gizli ittifaklarına gelince; bu, daha saldırının ilk günü ortaya çıkmıştır. Zîra bu yöneticiler ile aveneleri, kalıcı, kapsamlı ve karşılıklı bir barış üzerinde anlaşılması, seçimlerin yapılması, Hamas'ın da ortak olduğu "Fetih" başkanlığında bir Vatanî Birlik Hükümeti'nin oluşturulması için Kahire'de grupların müzakerelere başlamasını talep eden peş peşe çağrıda bulundular. Bu ise, özellikle Suriye-"İsrail" çizgisinde müzakerelerin yeniden başlaması için koşulların hazır olması, Amerika'ya vekâleten müzakerelerde arabuluculuğa soyunan Türkiye'ye yönelik ziyaretini Olmert'in öne alması, Suriye yöneticisinin Yahudi varlığı ile doğrudan müzakerelere hazır olduğunu açıklamasından sonra Filistin Otoritesi'nin Yahudi varlığı ile teslimiyet müzakerelerine yeniden başlamasının alt zeminini oluşturmak içindir. Bu da Baker-Hamilton tavsiyelerine göre Ortadoğu'da "barış" müzakerelerini canlandıracağını vadeden Obama başkanlığındaki yeni Amerikan yönetiminin başlamasına günler kala olmuştur. Lübnan çizgisine gelince; "Doha Anlaşması", hükümetin oluşması, Cumhurbaşkanının atanması, "Vatanî Savunma Stratejisi" hakkında hükümet yanlısı ile muhalefet arasındaki diyalog oturumlarının yeniden başlaması, ardından da Lübnan Dışişleri Bakanı'nın geçenlerde müzakerelere hazır olduğunu açıklamasının üzerine Suriye çizgisi ile eş zamanlı olarak Yahudi varlığı ile müzakerelere girme şartları hazır hale gelmiştir.

Ambargonun, geçici ateşkesin ve grupların Kahire'deki müzakerelerinin gerçekleştiremediklerini gerçekleştirmek amacıyla Gazze'ye yönelik saldırı gerçekleşmiştir. İşte bu aynen 2006 Temmuz ayında Lübnan'a yönelik saldırıda olduğu gibi olmuştur. Zîra hükümet yanlıları ile muhalefet arasındaki oturumların gerçekleştiremediklerini gerçekleştirmek amacıyla yöneticiler, saldırılarında Yahudiler ile ittifak etmişlerdir.

Ey Müslümanlar!

Filistin meselesi, sadece Filistinlilere ait olan vatanî bir mesele değildir. Diğer Müslümanlar dışında, sadece Araplara ait olan milli bir mesele de değildir. Bilakis o, Allahu Te'alâ'nı şu kavlinden ötürü Müslümanların akîdesi ile ilişkili İslâmî bir meseledir:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلا مِنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ "Bir gece, (Muhammed) kulunu Mescid-il Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-il Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir." [el-İsrâ' 1]

Zîra o, Kâfilerin gasp ettiği ve halkına saldırdığı bir İslâmî arz meselesidir. Dolayısıyla onun bir karışından vazgeçmek veya bir parçası üzerinde müzakere yapmak câiz değildir. Bilakis tüm Müslümanların görevi, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinden dolayı onu ve halkını Yahudi saldırılarından kurtarmak için çalışmalarıdır:

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.[el-Enfâl 72]

Kezâ o, Kâfir Batılı devletlerin yardımı ve Birleşmiş Milletleri'nin desteği ile Yahudilerin saldırısına karşı Müslümanların meselesidir. Dolayısıyla İslâmî Ümmet'in görevi; Yahudi varlığını ortaya çıkaran, para ve silah ile onu finanse eden Amerika ve Avrupa gibi düşmanlarının elinden Filistin meselesini çekip alması, onların sunduğu yöneticilerin ve avenelerinin pazarladığı girişimler ile kararları reddetmeleridir. Çünkü bunlar, İslâm hükmüne göre ortaya çıkan hayatî meselelerin aksine Ümmetin gücünü ve kuvvetini tüketmekte, Sömürgeci Kâfiri Ümmetin meselelerine hakim kılmakta ve mü'minler üzerinde Kâfirlere otorite vermektedir ki Allahu Te'alâ şöyle buyurarak bunu nehyetmiştir:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Ey Müslümanlar! İşlerinizin dizginleri, bu ajan yöneticilerin ellerinde olduğu sürece, Gazze'de ve diğer bölgelerde yaşanan katliamlar ve yıkımlar, kanlarınıza karşı işlenen ne ilk, ne de son katliam olacaktır. Kezâ gösteriler için sokaklara dökülmeniz de ilk değildir. Çıplak gözle görmektesiniz ki bu gösteriler, otoritelerinizi gasp eden, iradenizi yağmalayan, düşmanlarınızı dost edinen ve ordularınıza pranga vuran yöneticilerin saraylarının olduğu doğru istikamete yönelmedikçe ne düşmanı caydıracak, ne bir toprağı kurtaracak, ne de bir mazluma yardımı dokunacaktır.

Ey Müslümanlar! Gazze halkını kurtarmanın tek pratik çözümü, Allah yolunda cihat etmeleri, Yahudi varlığını kökünden söküp atmaları ve Filistin'i bir bütün olarak Müslümanların otoritesine iade etmeleri için orduları harekete geçirmeye yöneticileri mecbur bırakmakta yatmaktadır ki bu da şöyle buyuran Allahu Subhânehu'nun emrine itaat edilerek yapılmalıdır:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Müslümanların tüm meseleleri için tek köklü çözüm ise; bu uşak yöneticilerin yönetim merkezinden indirilmesi, Allah'ın inzâl ettikleri ile hükmedecek, ordularını savaş meydanlarına sürecek, akıtılan masum kanlar ile çiğnenen azîz hurumatların intikamını alacak Müslümanlar için bir Halîfe'nin nasbedilmesidir ki bunları da Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavline itaat ederek yapacaktır:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." [Muslim rivâyet etti]

Şunu iyi biliniz ki bu ajan yöneticileri alaşağı etmek ve bozuk nizâmlarından kurtulmak için çalışmanın külfeti, bu bozuk nizâmların gölgesinde yaşayan Ümmet'in çektiği bir günlük sıkıntıya bile denk değildir.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek olana dâvet ettiğinde icâbet edin." [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir'in Emîrî Şeyh Âlim Atâ İbn-u Halîl Ebu Raştâ'nın, Muharrem-il Haram 1430 - Ocak 2009 Tarihinde Sudan'da Düzenlenen Uluslararası Ekonomi Konferansındaki Açılış Konuşması

el-Hamdulillahi, ve's Salâtu ve's Selâmu alâ Rasulullâhi, ve alâ Âlihi ve Sahbihi ve'men Vellâhi ve ba'd;

Ey Kerîm Konuklar ve Katılıcılımlar!

Selâmun Aleykum ve Rahmetullâhi ve Berakâtuh;

Önce Amerika Birleşik Devletleri'nden alev alan, ardından da etrafa saçılan Kapitalizm'in parçaları ile küreselleşmenin kıvılcımları sonucunda ve sayesinde dünyanın diğer devletlerine sıçrayan küresel mâlî krize şahit oldunuz ve de olagelmektesiniz. Hatta küçük-büyük, uzak-yakın olmak üzere neredeyse bu krizin alevli kıvılcımından kurtulan hiçbir devlet kalmamıştır.

Yine krize yönelik devletlerarası çözümlere de şahit oldunuz ve de olagelmektesiniz. Bu çözümler, gerek tek bir devlet tarafından ortaya atılmış olsun, gerekse -Avrupa Birliği zirveleri, Washington'daki G-20 zirvesi, Lima zirvesi, Katar konferansı ve benzerleri gibi- zirveler, konferanslar ve birlikler çerçevesinde birçok devlet tarafından atılmış olsun hiç biri, bu krizi çözmeyi ve durdurmayı başaramamıştır. Bilakis yöntem olarak bunlar arasından en iyi olanı bile birkaç günlüğüne, dahası birkaç saatliğine yada anlığına krizin şiddetini hafifletebilmiştir. Ardından da bu kriz, tekrar ilk durumuna dönerek bir kez daha alev alacaktır.

Ey Kerîm Konuklar ve Katılımcılar!

Büyük devletlerdeki mevcut siyasî zümreyi ve bu devletlerin ekonomilerini inceleyen bir kimse, bu krizin çözümü bakımından onların iki gruba ayrıldığını görür:

Birinci Grup: Bu krize yol açan Kapitalizm'in bozuk esaslarını görmezlikten gelerek, çözümlerini sonuçlara yoğunlaştırmış ve esasların çözümünü hiç araştırmamıştır. İşte böylece krizin yansımalarına bakınca, mâlî kurumların likidite kaybettiğini görmüş, dolayısıyla da bu kurumlara likidite temîn etmek için milyarlar enjekte edelim demişlerdir. Ardından da mâlî piyasaların ve yatırımların resesyona ve daralamaya girdiğini görmüş, dolayısıyla da kredilere uygulanan faiz oranlarını düşürelim ki kredi kanalı canlasın, dolayısıyla da piyasalar hareketlensin demişlerdir. Ardından da hisse senetlerinin ve mâlî evrakların büyük bir değer kaybına uğradığını ve kırmızı çizgileri geçtiğini görmüş, dolayısıyla da devlet müdahale etsin, zorda kalan mal varlıklarını, pek çok hisse senedini ve mâlî evraklarını satın alsın demişlerdir.

Görüldüğü üzere bu grup, çözümlerini, krizin yansımaları üzerine yoğunlaştırmış, Kapitalizm'in bozuk ve ekonomik sorunları çözmede başarısız olan esaslarını görmezlikten gelmiş, onu olduğu gibi bırakmış, krize yol açan sebebin bu esaslar olduğunu unutmuş veya unutmazlıktan gelmiştir. Bunun içindir ki bu grubun krize yönelik çözümleri, geçici olarak dindirmeden ve uyuşturmadan öte geçmeyecektir. Nitekim de öyle olmuştur. Ardından da kriz, tekrar ilk durumuna dönecek, dahası bazı zamanlarda öncekinden daha şiddetli olacaktır.

Bu grubun durumu; aynen şu adamın haline benzer ki o, evinin duvarında yarılmış açık çatlakları görünce, harç getirir ve bu çatlakları kapatır. Böylece işi hallettiğini zanneder, sonrada ayak ayak üstüne atarak keyif çatmaya başlar! Birkaç saat yada dakikalar sonra çatlaklar yeniden açılmaya başlar. Zaten bu şaşılacak ve garip olan bir şey de değildir. Çünkü o, temellerin zayıflığından ve çökmesinden kaynaklanan çatlakların sebebini çözmemiştir.

Binâenaleyh bu grup, krizin sebebini çözmemiştir. Bilakis en fazla yaptığı tek şey krizi, bir nebze olsun dindirmek olmuştur...

İkinci Gruba Gelince; Kapitalizm'in bozuk ve ekonomik sorunu çözmede başarısız olan esaslarını görmezlikten gelmemiştir. Bilakis görüşünü, birincisi, önce başarısız olup ardından da çöken Sosyalist Komünizm, ikincisi ise, henüz çökmediği halde sallanan Kapitalizm olmak üzere bir üçüncüsü olmayan iki nizâma hasretmiştir. Dolayısıyla da bozukluğuna rağmen Kapitalizm'in Sosyalist Komünizm'den daha iyi olduğunu görmüştür. Bunun içindir ki ekonomik sorunu çözmede Kapitalizm'in başarısızlığını ve krizin çıkmasına sebep olmasını eleştirme yönünün tercih etmiştir... Bu gruba benzeyenler ise, şu soruyu sormayı tercih etiler: Alternatif nedir? Zîra bunlar, onların alternatif Sosyalist Komünizm'dir şeklinde bir cevap vermeyeceklerinden emîn olmalarından dolayı alternatifin olmadığını düşünmekteler. Dolayısıyla bu grup ve ekonomistleri, bu şekilde düşündükleri sürece, şu iki nizâm dışında başka bir ekonomik nizâm görmeyeceklerdir. Bunlar ise, çökmüş ve yere yıkılmış olan Komünizm ile yere yıkılmak üzere can çekişen Kapitalizm'dir. Ancak başı, henüz yere düşmemiştir!

Doğrusu tarihin derinliklerine kök salmış ve diğer ekonomik nizamların ömrünü defalarca aşan şekilde yeryüzünde kalmış olan asaletli ekonomik bir nizamı görmezden ya da görmezlikten gelen bu grubun durumu oldukça gariptir ve şaşırtıcıdır. Nitekim insanlar, onun gölgesinde mutlu, müreffeh, güvenli ve istikrarlı bir hayat yaşamışlardır. Keza on üç asrı aşkın bir süredir krizlerden uzak, güvenilir ekonomik bir hayat ile nimetlenmişlerdir. Nitekim bu süre zarfında Müslümanların Beyt-il Mâli'nden müstahak olduğu malı vermek üzere bir fakir bulmaya çalışıldığı halde hiçbir kimse bulunamamıştır. Oysa bu gün dünyanın en zengin devletlerinde bile fakirlerin sayısı, insanların mutsuzluğuna neden olmuş ve olagelen Komünizm'in veya Kapitalizm'in ekonomik krizleri yüzünden milyonlara dayanmıştır.

Asırlarca mutsuzluğun, sıkıntının ve sömürünün olmadığı insanlar için güvenilir ekonomik bir hayatı temin eden adil İslâmî İktisadî Nizâmı görmezden ya da görmezlikten gelen bu grubun durumu, oldukça garip ve şaşırtıcıdır.

Bu grup, fikrini Komünizm yada Kapitalizm olmak üzere iki ekonomik nizama hasreder şekilde kalmıştır. Bunun yanı sıra herhangi ekonomik bir araştırmada da durumu bu şekilde olup farklı değildir. Zira ekonomik maddelere ilişkin mülkiyetleri araştırdığında, bunu sadece şu iki noktaya hasretmiştir: Ya her şeyi devlet mülk edinmelidir ki böylece devlet mülkiyeti olur, yada her şeyi özel sektör mülk edinmelidir ki böylece özel mülkiyet olur. Bunların bir üçüncüsü yoktur! Yine sanayiyi, ziraatı ve ticareti ya devlet mülk edinmelidir ki böylece Sosyalist Komünizm mülkiyeti olur, ya da şirketler ile fertler mülk edinmelidir ki böylece özel mülkiyet ve serbest piyasa olur. Dolayısıyla da devletin mâli piyasalara müdahale etme hakkı olmaz!

Şayet bu grup, ekonomik maddeleri ele alıp incelemiş olsaydı, kesinlikle bunların birbirinden farklı olduğunu görecekti. Zira maden, petrol ve doğalgaz gibi yeraltı kaynaklarının mülk edinilmesi, bir arazi parçasının veya bir evin mülk edinilmesi gibi değildir. Keza petro-kimya tesislerinin veya enerji tesislerinin veya kitle imha silahı fabrikalarının mülk edinilmesi, iplik ve dokuma fabrikalarının veya tatlı işletmelerinin mülk edinilmesi gibi değildir... Yine trenlerin ve metroların mülk edinilmesi, otomobillerin mülk edinilmesi gibi değildir.

 

Yine bu grup, İslâmî İktisat Nizâmı'na objektif bir şekilde bakmış olsaydı, kesinlikle mülkiyetleri tahdit ederken mülkiyet keyfiyeti bakımından ekonomik maddenin vakıasını göz önüne aldığını görecekti. Zira İslam, mülkiyeti şu üç kısma tahsis etmiştir:

Kamu Mülkiyeti: Geliri, masraflar çıkarıldıktan sonra ümmete dağıtılır. Bu ise ister madenler gibi katı olsun, isterse petrol, doğalgaz ve benzerleri gibi sıvı olsun madenlerin mülkiyetine ilişkindir. İşte tüm bunlar, ne devletin ne şahısların ne de özel şirketlerin mülk edinmesi caiz olmayan kamu mülkiyetidir. Bilakis bunlar, devletin tebaasına ait kamu mülkiyeti olup geliri, masraflar çıkarıldıktan sonra mal ve hizmet olarak onlara dağıtılır.

Devlet Mülkiyeti: Devlet, kamu mülkiyetinden olmayan ziraat, sanayi ve ticaret alanından yatırım yapması gibi kendi maslahatlarına harcama yapmak üzere gelirinde tasarrufta bulunur. Ya da İslâmî İktisat Nizâmı'nda açıklandığı üzere servetin tedavülü noktasında insanlar arasındaki dengenin yeniden oluşması için harcar.

Özel Mülkiyet: Diğerlerinden farklı olup aynı şekilde İslâmî İktisat Nizâmı'nda açıklandığı üzere kamu mülkiyeti ile devlet mülkiyetinden olmayan ziraatta, sanayide ve ticarette şirketlerin ve fertlerin mülk edindiği mallardır.

 

Şüphesiz İslâm, bu mülkiyetleri öylesine dakîk ve titiz bir şekilde tahdit etmiştir ki onun bu dakikliği ve titizliği akıllara durgunluk vermektedir ve gözleri kamaştırmaktadır. İşte bu dakikliğe ve titizliğe dair sadece iki örnek vereceğim:

 

1. Ulaşım:

İslâm, tren gibi demir yolu üzerinde giden veya "tramvay" ve "metro" gibi elektrik kablolar yoluyla giden ulaşım araçları ile otomobil ve normal otobüs gibi asfalt veya benzeri zeminde giden ulaşım araçlarının arasını ayırmıştır...

Birinci kısma gelince; altındaki yolu işgal eden demir yolu ve hava boşluğundan bir kısmını işgal eden elektrik kabloları gibi kamu alanlarının, yani yolun bir kısmını daimi şekilde işgal eder. Çünkü yol, kamu mülkiyeti kapsamına giren kamu alanlarındandır. Dolayısıyla ne devletin, ne fertlerin, ne de şirketlerin onun bir kısmını işgal etmesi câizdir. Bilakis o, kamu mülkiyetidir ve bu şekilde kalır. Binâenaleyh tren, tramvay, metro ve benzeri ulaşım araçları, devletin idare ettiği kamu mülkiyetinden olması ve masraflar çıkarıldıktan sonra bunların geliri tebaanın fertlerine dağıtılması gerekir.

Normal otobüslere ve otomobillere gelince; sürekli olarak bir yer işgal etmeksizin yolda seyretmektedir. Bilakis onu, üzerinde yürüyerek başkaları da kullanmaktadır... Binaenaleyh normal otobüsleri ve otomobilleri, hem devlet, hem de fertler mülk edinebilir. Yani bu, gerek devlet, gerek şirketler, gerekse fertler için câizdir.

 

2. Elektrik:

Elektrik, fabrikaların çalışmasında enerji, yani motorların yakıtı olarak kullanıldığı gibi aydınlanma için de kullanılmaktadır.

Fabrikalarda yakıt olarak kullanılmasına gelince; buna, şu hadîs-i şerîfde geçen [النار] (en-Nâr) lafzı intibak eder:

الناس شركاء في ثلاث الماء والكلأ والنار "İnsanlar şu üçünde ortaktırlar: Su, mera ve ateş."

Zîra ateş ve ister odun, ister kömür, isterse elektrik yakılması sonucunda olsun, enerji ve yakıt olması hasebiyle onun medlulü kapsamına girenlerin tamamı, kamu mülkiyeti kapsamına girer; devletin, fertlerin ve şirketlerin, fabrikaları çalıştırmak için enerji olarak kullanılan elektrik kaynaklarını mülk edinmeleri câiz değildir. Bilakis bunlar, kamu mülkiyeti olup devletin idare etmesi ve gelirini de masraflar çıkarıldıktan sonra tebaasına dağıtması gerekir.

Elektriğin aydınlanma amacıyla kullanılmasına gelince; kamu mülkiyetine girmez. Zîra bu, ateş kelimesinin kapsamına girmez. Bu durumda devletin, fertlerin ve şirketlerin kendilerine ait bir evi veya bir büroyu aydınlatmak amacıyla jeneratörü mülk edinmeleri gibi aydınlanma amacıyla elektrik kaynağını da mülk edinmeleri câizdir. Bu da kablolarının kamu alanlarına girmemesi şartıyla mümkündür. Aksi takdirde bu itibarla kamu mülkiyetine dönüşür.

İşte İslâm'ın mülkiyetlere yönelik dakik ve titiz tahdidini açıklamak için bu iki örnekle yetineceğim.

İslâmî İktisadî Nizâmı, kitapların derinliklerinde kalan ütopik bir teori olmayıp en uzun bir müddet tatbik edilerek, süreklilik bakımından tarihin tanık olduğu yegane iktisâdî nizâm olmasına rağmen bu grup, onu görmezlikten gelmiş ve onu ele almamıştır.

Aynı şekilde bu grup, fikrini başarısız beşerî iki nizâma hasretmesinden ve gerçek iktisâdî nizâmı görmezlikten gelmesinden dolayı krizin çözümünde başarısız olmuştur. Onun bu hali, gözü olup da görmeyen kimsenin hali gibidir. Şayet gözünü açmış olsaydı, bir alternatifin olup olmadığını soracak, dahası alternatifi hemen karşısında bulacaktı.

Ey Kerîm Konuklar ve Katılımcılar,

İşte gördüğünüz gibi krizlerden uzak âdil ekonomik hayatın temînine ancak Hilâfet Devleti'nin İslâmî İktisat Nizâmı muktedirdir.

Şüphesiz o, âlemlerin Rabbî Allah'ın inzâl ettiği bir nizâmdır ki O, el-Hâlık'tır ve mahlûkatını neyin islâh edeceğini en iyi bilendir.

أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14]

Evet, şüphesiz O, en iyi bilendir ve şânı en yüce olandır.

Bu konferansınızı muvaffak ve başarılı kılmasını ve onun sayesinde krizlerden uzak âdil ekonomik hayatın temînine ancak Hilâfet Devleti'nin İslâmî İktisat Nizâmı olduğunu görmenizi Allahu Subhânehu'dan temennî ederim.

Selâmun Aleykum ve Rahmetullâhi ve Berakâtuh

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER