Pazartesi, 09 Recep 1447 | 2025/12/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Kafir Batı'nın Hegemonyasından Kurtulmak Ancak Ukab Sancağını Yükseltmekle Olur Ki Tekrar Tek Bir Devleti Olan Tek Bir Ümmet Olalım

Bağımsızlığın 56. yıl dönümü münasebetiyle Bakanlar kurulu 01 Ocak 2012 tarihinin resmi  tatil ilan edildiğini açıkladı. Sudan bayrağı dalgalandı, sömürgecinin bayrağı indirildi ve bu münasebetle devlet sevincini ifade ederek çeşitli kutlama ve törenler düzenledi.

Geçtiğimiz yüz yılın ortalarında uluslararası arenada sömürgeden bağımsız olmaya teşvik eden etkili  devletler bilhassa (eski) Sovyetler birliği ve Amerika olmuştur. Bundan amaç ise eski sömürgecileri (Britanya ve Fransa) bulunduğu nüfus bölgelerinden çıkarıp yerine Amerika liderliğinde yeni sömürgecinin girmesidir. Bunun için bağımsızlık düşüncesini süsleyerek sömürgecinin hegemonyasından kurtulmak olduğunu takdim etti. Onlar ise bu kavramdan direkt askeri sömürgecilik ve bu eski sömürgeci devletlerin direkt nüfuzundan kurtulmak olduğunu kast ettiler. Halbuki kurtulmak/bağımsız olmak ancak sömürgecinin askeri, iktisadi, siyasi ve fikri hegemonyasından kurtulmaktır. Bu ise ne ülkemizde ne de diğer Müslüman beldelerinde olmamıştır. Gerçekleşen tek şey Britanya ordusunun çekilmesidir. Fakat sömürgeciliğin iktisadi, siyasi ve fikri  diğer egemenlik unsurlarının kalıp devam etmesidir. Oysa bu unsurlar sömürgeciliğin en tehlikeli çeşitleridir. Bunun içindir ki sadece sömürgeci orduların ülkeden çekilmesini bağımsızlık olarak adlandırmak saptırmanın bir çeşididir. Nitekim; askeri egemenlik onbinlerce yabancı askerlerin Darfur'a, güney Kardufan'a ve Ebyey'e gelmesiyle tekrar ülkeye geri döndü. Oysa çekilen İngiliz sömürgeci askerlerinin sayısı altı bin askeri geçmemiştir.

Bağımsızlık düşüncesi sinsi bir siyasi düşüncedir. Ondan maksad ise sömürgeci kafir Batının ajanı, birer vatancı, milli ve zayıf devletler olarak Müslüman beldelerinin bölünmüşlüğünün pekiştirilmesidir. Nitekim geleceği kararlaştırma veya kaderi tayin etme  hakkı adına Sudan'ı Mısır'dan ayırarak 01/01/1956'da gerçekleşen budur. Bu da 2011 yılında güney Sudan'ı kuzeyinden ayırarak tekrarlandı. Hala da Sudan'ı parçalama desisesi Batı'nın programına uygun olarak devam etmektedir.

Ey Müslümanlar!

Sömürgecinin nüfuzundan gerçek kurtuluş, sıradan insanların zannettiği gibi, sömürgecinin bayrağını Sudan bayrağıyla değiştirmek değildir. Çünkü bütün bu bayrakların İslam ümmeti ve onun ideolojik kalkınma projesiyle hiç bir ilgisi yoktur. Aynı zamanda bu demek değildir ki kimliği olmayan kabilevi, bölgecilik ve diğer ayrımcılık unsurları gibi kendi ölüm fermanını taşıyan milli ulusçu bir devletimiz olsun! Zira bunlar helak, yok olma, sürekli çatışma ve bölünme  yollarına götürür. Bu iş ancak İslam sancağı olan Ukab sancağı, yani; Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in sancağını yükseltmekle olur. Böylece bu sancak yükseklerde dalgalansın ki Müslüman beldelerde var olan ulusçu ve milli devletler arasında bulunan hayali sınırları ortadan kaldırsın ve bu beldeleri Raşidi Hilafet Devleti olan ideolojik, evrensel ve tek bir devlette tekrar birleştirsin. Zira bu devlet kafir Batı'nın fikri, siyasi, iktisadi ve askeri nüfuzunu yok edecektir. Hatta daha fazlasını yaparak, geçmişte de yaptığı gibi, insanları kapitalizmin karanlıklarından kurtarıp İslam'ın nuruna, adaletine ve rahmetine kavuşturmak üzere İslam'ı hidayet ve nur Risaleti olarak davet ve cihad yoluyla dünyaya taşımaya başlayacaktır.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لا يَعْلَمُونَ

Allah emrinde galibtir, fakat İnsanların çoğu bilmezler. Yusuf 21

Devamını oku...

Suriye'deki Arap Birliğinin Gözlemcileri; Sağır, Dilsiz ve Kördürler, Daha Doğrusu Onlar Hayvan Gibidirler, Hatta Daha Sapık Yol Üzerindedirler

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye rejimine meydan okumak ve onu devirme isteğini göstermek suretiyle dikkat çekici bir ısrarla dün Cuma günü 30/12/2011'de yüz binlerce Suriyeli ‘Özgürlük meydanlarına ilerleme Cuması' adlı gösteri yaptılar. Göstericiler; düzenledikleri barışçıl gösteriler kanla boyanmasın diye Arap gözlemcilerin aralarında bulunmalarının olumlu bir faktör olacağını zannettiler! Lakin cani rejim mümin ve savunmasız halkına karşı dünyanın gözü önünde cinayet işlemeye devam etti. Rejim gözlemcilerin orada bulunmasını hesaba katmadan bütün bunları işlemektedir. Zira görevlerini yerine getirmek için gözlemcilerin ulaşım ve iletişimin sağlanması ve korumalar gibi hususlarda rejime ihtiyacı vardır. Ayrıca bu gözlemciler bölgeden bölgeye geçmek maksadıyla kör ve sağır için rehberlik eden güvenlik güçleriyle kuşatılmışlardır.

İşte böylece Suriye'ye gönderilen gözlemcilerin yalanı çok çabuk ortaya çıktı, hatta onun başarısızlığı ve kötü davranışı hakkında çok konuşuldu ve bir takım eleştiriler yapıldı. Sanki insanlar ondan hayır bekliyormuş ve ona ümit bağlıyormuş gibi. Oysa o; daha fazla kan dökmek için Suriye'nin cani rejimine ard arda süre tanıyan  ajan Arap Birliğinin ürünüdür. Bunlar yapılırken aynı zamanda şehid kafileleri ard arda geçiyor ve Müslüman, mazlum ve katledilmekte olan -bilhassa Humus- halkının yardım feryatları yükselerek şöyle diyordu: ‘Ey Müslümanlar neredesiniz?! Biz de sizin gibi Müslüman değil miyiz?! Siz kendi aile ve çocuklarınız arasında rahat bir yaşam sürdürmekten hoşlandınız da  Allah'ın, Resulunun ve mü'minlerin düşmanı olan, etimizi yiyen, kanımızı akıtan ve ırzımıza tecavüz eden zalim birine bizi teslim ettiniz?! Allah bizim için yeterdir ve O bizi asla yalnız bırakmayacaktır...biz ise sizin boynunuzda bir emanetiz, dolayısıyla emanetinizi de bizi de yalnız bırakmayın.'

Böylesi bir heyetten hayır bekleyen kimse kendi yanılgısının hastası ve hayrın olmadığı bir yerden hayrı temenni eden kimse gibidir. Çünkü ne şehit kafileleri durdu, ne de sefil ve cani rejimin tankları ve topları çekildi. Şair ne güzel söylemiştir:

Eğer çoban sürünün düşmanı ise; Kurt düşmanlığından dolayı ayıplanmaz

Gözlemci heyetinin suç ortağı olduğunu göstermek için heyet başkanı M. Ahmed El-Dabbi'nin yaptığı açıklamalardan daha açık bir delil yoktur. Açıklamaları ise ‘'heyet üyeleri Humus şehrinde endişeli bir şey görmediler'' şeklinde idi. Bununla yetinmeyen M. Ahmed El-Dabbi kendi gözlemci heyetine süre verilip fazla zamanın tanınmasını talep ederek Reuters ajansına şöyle açıklama yaptı: ‘dikkat etmeniz gerekir. Bu birinci gündür. Fazla zamana ihtiyacımız var.' Halbuki kendisine verilen sürenin insanların canına kıymak ve yeni katliamlar işlemek için Suriye rejimine verilmiş bir süre olduğunu görmezlikten gelir. Zira El-Dabbi arkadaşlarıyla birlikte bunların başlangıcını gördü. Nitekim gözlemciler; evleri içindekilerle birlikte yerle bir eden tankları sakladıktan sonra güvenlik güçlerinin ve yüksek binalarda yerleşen keskin nişancıların açtığı ateşten kaçmak için göstericilerin evlerinde saklandı. Humus'a bağlı Baba Amr mahallesinin halkı ise içlerinde Suriye istihbaratına bağlı bir subayın bulunduğu için heyetle görüşmeyi reddetti. Bu arada şeytan temsilcisi Cihad Makdisi çıkıp şöyle dedi: ‘Heyetin görevi araştırmak değil sadece gözlemek ve izlemektir!'

El-Dabbi'nin bu tutumundan dolayı şaşılacak bir durum yok. Çünkü o ve dostları yalancı şahit hatta şahit olmaktan kaçmayı kendilerine yakıştırarak kendi dininden ve zalim ve sefil bir yöneticiye karşı olan Müslüman bir halkın kanı üzerinde dans ederler. Devrimin aktivistlerinin o heyetin ikinci gününde iken faydasız olduğunu değerlendirmeleri üzerine Amerikan dışişleri bakanlık sözcüsü Mark Toner ise aktivistleri sabırlı olmaya davet etti. Mark Toner'in bu açıklaması ise El-Dabbi'nin açıklamasıyla paralel geliyor. (El-Dabbi: zor görevlerin adamı ve Sudan ordusundan emekli. Darfur olaylarında araştırma yapmak üzere benzer bir heyetin başkanlığını yapmıştı. Ömer El-Beşir'i toplu katliamlar ve savaş suçlusu olmaktan kurtarmak için görev almıştı!) El-Dabbi'nin açıklaması ise cani Suriye rejiminin tutumuyla hem paralel  hem de işine geliyor.

Ey İslam merkezi olan Suriye'deki alnı dik Müslümanlar!

İşte oynanmak istenen oyun budur. Artık onu anlayın ve aldanmayın. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kurtuluşu bir an önce göndermesini niyaz edip,  Şam tağutunu devirecek ordu içinde bize güç sahipleri nasip etsin. Böylece Şam'da Raşidi Hilafet Devleti aracılığıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükmü ikame edilmiş olur. Şüphesiz bu Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya göre güç değildir. Biz de onların Hizb-ut Tahrir'e el uzatmasını bekliyoruz ki gerçek değişimde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yardımcıları olsunlar. Zira Hizb bunun ikamesi için yoğun çalışmaktadır. Çünkü Müslümanları bütün acılarından kurtaracak yegane kurtuluş odur. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] buyurdu ki:

﴿وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ* فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْ أَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ أَجْمَعِينَ﴾

Onlar tuzak kurdular. Biz de -onlar farketmeksizin- bir tuzak kur­duk. Tuzaklarının akıbeti nasıl oldu, bîr bak! Çünkü Biz onları da, ka­vimlerini de hep birlikte helak ettik Neml 50/51

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yeni Anayasa Hakiki Bir İslami Anayasadan Başkası Olmamalıdır

Bu günlerde Mısır'ın siyasi çevrelerinin gündemi yeni anayasadır. Zira partiler ve liberal güçler, hatta askeri konsey de dahil İslami Hilafet Devleti olan İslam yönetimine susamış Mısır halkının ezici çoğunun duygularını ifade eden İslami anayasa istememektedirler. Bunların istememeleri açıktır ve bunda hiç şüphe yoktur. Bu yüzden yeni anayasaya ilişkin kendi görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Tıpkı askeri konseyin sivil, laik ve demokrat devlet anlayışını pekiştiren ‘‘Essilmi Belgesini'' zorunlu kılmaya çalıştığı gibidir. Ancak bunda başarısız olunca alternatif olarak başka bir plan aramaya başladı. İşte bu yüzden millet meclisine eş değerli tuttuğu ve anayasa hazırlığı için ortak kıldığı İstişari Meclisi kurdu. Yine  bunda da başarısız olmuştur. Bu nedenle; anayasa hazırlığı hususunda belli bir tarafın ‘İslamcıların' sınırsız yetki sahibi olmaması için anayasa kurucu meclisinin parlamenter olmayan üyelerinin seçilme prensiplerini koymak için kullanmak gerekirdi. Tıpkı 28/12/2011 tarihinde İstişari Meclisin resmi sözcüsü Muhammed El-huli'nin açıkladığı gibi. Diğer taraftan  Nur partisi başkanı Dr. İmad Abdulğafur'da; yeni anayasanın hazırlanması için partisinin hukuki bir heyet oluşturmaya başladığını ve en iyisini seçmek için bütün anayasa ve ‘eski tecrübeler'den yararlanabileceğini açıkladı. Ayrıca bu partinin sözcüsü Dr. Yusri Hammad 27/12/2011 tarihinde El-mısri gazetesine verdiği demeçte, kendi partisinin hazırlayacağı anayasa tasarısında ülke yapısına uygun olmadığı gerekçesiyle başkanlık sisteminin yer almayarak benimsenmeyeceğini ve devlet yapısında bir dengesizliğin meydana gelmemesi için İslam şeriatını ‘tedrici' olarak tatbik etmeye çalışacağını açıkladı.

Biz de bunlara deriz ki; insanların İslam'a karşı teveccüh göstermesi fıtridir. Bunu da millet vekili seçimlerinin birinci ve ikinci kademeli sonuçları kanıtlamıştır. Batı ise gerçek İslam'ın bir devlet ve bir toplum şeklinde hayat vakıasına tekrar dönmesinden açık olarak endişelenmektedir. Onun avaneleri insanları bu teveccühten ne kadar saptırmaya çalışsalar da ve sivil toplum örgütleri ne kadar imkan sarf etse de, asla başaramayacaklardır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إنّ الّذينَ كَفَروا يُنْفِقونَ أموالَهُمْ لِيَصُدّواعنْ سبيلِ اللهِ، فَسَيُنْفِقونَها ثُمَ تَكونُ عَليهِم حَسْرَة ثُمَّ يُغلَبون.

O kâfirler, şüphesiz mallarını Allah yolundan alıkoymak İçin harcarlar.  İşte paralarını harcayacaklar, ama; sonra bu harcama, onlara bir yürek acısı olacaktır. Sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. Kâfir olanlar, toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.Enfal 36

Mısır'da İslami projeye sahip olanlara da deriz ki; sizin bu anayasanın İslami olması için Mısır anayasanın ikinci maddesini yeterli görmeniz yanlıştır. Çünkü bu madde İslam'ın hükümleri değil şeriatın ‘ilkeleri' şeklinde geçmektedir ki bundan hiç bir fayda sağlayamayan adalet ve eşitlik ilkeleri gibi genel kelimeler kasd edilmektedir. Ayrıca bu madde geçtiği gibi ‘‘yasama için baş kaynak'' ifadesi de İslam dışındaki diğer kaynakların hükmüne başvurmayı reddetmez. Peki biz size sorabilir miyiz: Şeriatı uygulamak devletin yapısında dengesizlik mi meydana getirecek? İslam da tedrici olarak nasıl uygulanabilir? Şayet siz gerçekte İslami anayasa istiyorsanız onun ilk maddesi aşağıda belirtildiği gibi şu şekilde olmalıdır: ‘İslam akidesi devletin esasını oluşturur. Öyle ki, İslam akidesini esas kılmaktan başka hiçbir şeyin varlığı devletin yapısında, kuruluş veya kontrolünde yahut devletle ilgisi olan diğer bütün alanlarda geçerli olamaz. Aynı zamanda İslam akidesi şer'i kanunlar ve anayasanın esasını oluşturur. İslam akidesine aykırı olan kanun veya anayasa ile ilgili hiçbir şeyin bulunmasına müsaade edilmez'. İslam'ın yönetime taşınması ve alemlerin Rabbinin bizden istediği devleti ikame etmek için size bir kez daha hatırlatıyoruz; gelin şu altın fırsatı kaçırmayın.

Askeri konseye de deriz ki; İslam ile yönetilmekten başkasına rıza göstermeyen ümmetin seçtiğinden yana olmalısınız. Bu da ancak Raşidi Hilafet Devleti ile mümkün olabilir. Zira bu hem Rabbimizin vaadi hem de Nebi (صلى الله عليه وسلم) Efendimizin müjdesidir ki bu devlet ümmeti ‘insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet' olan eski konumuna kavuşturacak ve kendini de dünyanın süper gücü olarak kabul ettirecektir. Hizb-ut Tahrir olarak biz sizi nübüvvet metodu üzere bir Hilafet  ilan etmek için bizimle beraber çalımaya davet ediyoruz. Önünüze de bu devlette uygulanması için hizbin hazırladığı anayasayı koyuyoruz.

Mısır'daki Kıptilere deriz ki; onlar veya diğer gayrı müslimler de diğer tebalar gibi İslam devletinin tebalarıdır. Onların hem tebalık, hem koruma, hem yaşam garantisi, hem güzellikle davranma ve hem de yumuşak huylulukla davranma hakkına sahip olduğu gibi yine onlar müslüman ordusuna katılabilir ve savaşabilirler. Ancak savaş onların üzerine mecburi değildir. Aynı zamanda onlar Müslümanların sahip olduğu haklardan da yararlanabilirler, sorumlu olduğu görevleri onlar da yerine getirmekle sorumludurlar. Kadı karşısında, işleri gözetlemede ve muamelat ve ukubat ile ilgili hükümler tatbik edilirken her hangi bir ayırım olmaksızın Müslümanlara davranıldığı gibi onlara da aynı şekilde davranılacaktır. Müslümanlara karşı adaletli davranma görevi onlar için de geçerlidir. İşte bu haklarınızı koruyacak, emanı ve güveni sağlayacak olan tek şey sadece İslam anayasasıdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] buyurdu ki:

فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤمنونَ حَتّى يُحَكَّموكَ فيما شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدوا في أَنفُسِهِمْ حَرَجَاً مِمّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّموا تَسْليما

Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerin­de hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadık­ça İman etmiş olmazlar.Nisa 65

Devamını oku...

Fransa ve Diğer Sömürgeci Devletlere Haddini Bildirecek Tek Güç Hilafet Devleti'dir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Fransız Parlamentosu tarafından 22 Aralık 2011 Perşembe günü kabul edilerek Senato'ya gönderilen ve "Ermeni Soykırımının" da inkârını suç sayan yasa tasarısı, 23.01.2012 günü yapılan oylama sonucunda Senato tarafından kabul edilmiştir. Senato'da kabul edilen tasarı Sarkozy tarafından da onaylanırsa resmen yasalaşmış olacaktır. Bu tasarının kabulü bizlere bir kez daha göstermiştir ki Sömürgeci Batı patentli "düşünce özgürlüğü" gibi fikirler koca koca safsatalardır, aynen demokrasi, insan hakları ve diğer özgürlükçü fikirler gibi!

1915 olayları, Osmanlı Hilafet Devleti ile onun dünya sahnesinden yok olmasını arzulayan Batılı devletlerin sinsi ve milliyetçi planlarla kışkırttığı Ermeni asıllı tebaası arasında çıkan bir meseledir. Yüzyıllardır bir arada yaşamış ve o güne kadar hiç sorun yaşamamış olan Ermeniler, o tarihte kimler tarafından ve neden isyana teşvik edilmişlerdir. Bu hususlar araştırıldığında ortaya çıkacak olan tarihi gerçekler, günümüzde yaşanan olaylara da ışık tutacak ve meselenin aslının ne olduğunu gösterecektir. Ayrıca gerçekleşen tehcir sırasında meydana gelen üzücü hadiseler, Batılıların tüm dünyada yaptıkları gibi bilinçli ve tasarlanmış hareketler olmadığından burada bir soykırımdan söz etmek zordur.

Fransa, Ocak 2001 tarihinde "Fransa, 1915'te Ermenilerin maruz kaldığı soykırımı tanır" ifadesi ile sözde soykırımı zaten yıllar önce kabul etmiş bir ülkedir. O zaman da yaygaralar koparılmış ve büyük laflar edilmiştir. Fakat aynen günümüzde olduğu neticeye tesir eden zerre miktarı ciddi hamleler yapılmamıştır. Ayrıca "Ermeni Soykırımı" ile ilgili iddialar bu zamana kadar yalnızca Fransa tarafından gündeme getirilmiş de değildir, aksine yirmi küsur devlet tarafından kabul edilmiştir.

Bu meselede asıl üzerinde durulması gereken konu, diğer ülkelerle de yaşanan bu tür sorunlar karşısında hükümetlerin neler yaptığıdır. Bu minvalde Türkiye'nin gücünü ve samimiyetini savunanlar acaba şu hususlar karşısında ne diyeceklerdir:

1.    Mavi Marmara saldırısı sonucu kardeşlerimizi katleden Yahudi varlığı "İsrail"e karşı sözde yaptırımlar şöyle dursun, istenen cüzi talepler dahi yerine getirtilememiştir. Kuru bir özür dahi dilettirilemeyen bu gaspçı varlığa karşı uygulanacağı söylenen yaptırımlar acaba uygulanmakta mıdır? 2011 yılı içerisinde "İsrail" ile Türkiye'nin ticaret hacminin %29 civarında artış göstermesi onlara karşı uygulanan yaptırımların mı neticesidir?

2.    Danimarka gibi küçük bir ülkeye dahi siyasi baskı yapamayan ve bir TV kanalı konusunda bile istediği kararı çıkartamayan Türkiye Hükümeti mi güçlüdür? Oysa aynı Danimarka, kendi Başbakanı Rasmussen'i NATO Genel Sekreteri yapmış ve Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e hakaret eden karikatürleri savunan Rasmussen'i bu göreve getiren kritik oyu da Türkiye vermemiş midir?

3.    Aralıkta ayında Fransa Parlamentosu'nda alınan karardan sonra sert açıklamalar yapan ve "Fransa ile tüm askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerin askıya alındığını" duyuran Başbakan Erdoğan'ın açıklamasından sonra gazetecilerin sorusu üzerine "Fransız yatırımcıların başımızın üstünde yeri var" diyen Ekonomi Bakanı mı bu yaptırımları uygulayacaktır?

Bütün bunlar gösteriyor ki yapılanlar, sırf kuru gürültüden ve halkı teskin etmekten başka bir şey değildir. Büyük liderler ve büyük devletler, sırf sözleriyle değil, daha ziyade icraatları ile konuşurlar. Fransa Senatosu'nun bu kararı akabinde Hükümetin fırtına koparacağını zannedenler, Başbakan Erdoğan'ın 24.01.2012 tarihinde yaptığı grup toplantısında söylediği "Henüz sabır aşamasındayız" açıklamasıyla bu konuda da Türkiye'nin geri adım atacağını görmüşlerdir. Zira Dünya Ticaret Örgütü, Gümrük Birliği, AB ve NATO anlaşmaları buna izin vermemektedir. O nedenle diyebiliriz ki Fransa gibi geçmişi katliamlar ve sömürgecilik uygulamalarıyla dolu bir devletin, halkı Müslüman bir ülkeyi aşağılaması karşısında başımızdaki yöneticilerin elleri, kolları bağlıdır. Oysa daha dün, Osmanlı Hilâfet Devleti "hasta adam" olarak tanımlandığı günlerde, yani en zayıf ve en aciz kaldığı dönemde dahi Kâfirlerin kalbine korku salabiliyor, Londra'yı ve Paris'i titretebiliyordu. İşte bunlardan dolayıdır ki Fransa ve diğer sömürgeci devletlere haddini bildirecek olan tek güç, bütün Müslümanların koruyucusu olacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nden başkası değildir.

Devamını oku...

Beşar'ın Dördüncü Konuşmasının Ardından... Ey Suriye'deki Müslümanlar! Hak Üzere Sabit Kalınız Zira Bu Rejim, Bir Uçurumun Kenarında Çökmek Üzeredir

  • Kategori Hizb
  •   |  

Tagut Beşar, halkına karşı en iğrenç bir şekilde işlediği katliamların üzerinden on ay geçmesinin ardından 10.01.2012 Salı günü Şam Üniversitesi'nde dördüncü konuşmasını yapmıştır. Nitekim bu konuşmada; aynı şeyleri tekrarlamış, krize dönük görüşünde ısrarcı olmuş, sınırsız bir şekilde içerisine düştüğü mücrim bir savaşın ortasında olduğunu ilan etmiş, insanların katledilmesini haklı çıkarmak için de dış komplolar, taifeci fitne, terörizmin vurulması ve reforma çağrı gibi aynı kelimeleri kullanmıştır... Daha tehlikeli olanı ise tehdit üzerine tehdit savurarak cürümlerinde ısrarcı olacağını göstermesidir. Zira o, şöyle demiştir: "Terörizmle anlaşma olmayacak, teröristler hafife alınmayacak, yabancılarla gizli anlaşma yapanlara hoşgörülü davranılmayacağı gibi onlara ödün de verilmeyecektir." Yine onun nazarında, güvenliğin tekrar geri gelmesi "ancak teröristlerin vurulmasıyla gerçekleşecektir." Halbuki onun, gizli anlaşma yapanlar ve teröristler olarak nitelendirdiği kimselerin, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla, erkeğiyle, kadınıyla, işçisiyle ve eğitimlisiyle silahsız mümin Suriye halkının olduğu bilinmektedir... Zira Beşar onlardan, "sen zalimsin" dedikleri için intikam almaktadır!

Bu rejim, günden güne bir saat bile yaşamayı hak etmediğini kanıtlamaktadır. Zira o, halkına düşman bir rejim olup yaşamak için öldürmenin kaçınılmaz olduğu olgusu kafasında bir saplantı haline gelmiştir! Bunun için kendisini en ufak bir şekilde bile eleştirmemekte bilakis kendisini kuşatan çete üyelerinin baskısıyla başlayan katletme ve kesip koparma hususunda ısrarcı olduğu görünmektedir. Beşar'ı, bu düzeyde bir cürümü düşünmeye iten tek şey, başta Amerika ve onunla birlikte olan kuklaları olmak üzere tüm uluslararası desteğin olması, Arap-Resmi İslam'ın güçsüzlüğü, muhalefetin zayıflığı, dağılması ve sonrasında da İslam hakkındaki çelişkisi, Arap Birliği ile insanları katletmesi için rejime mühlet üzerine mühlet veren Amerikan kuklası Genel Sekreter'in gizli anlaşmalarıdır... Tüm bunlara rağmen o, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle insanların dirençleri, sabırları ve tahammülleri nedeniyle Suriye'de olanları durdurmaya asla güç yetiremeyecektir! Bununla birlikte Beşar, katliamı artırmaktan başka bir çözüm de görmemektedir. Zira Beşar, yapmış olduğu konuşmasında, tek çözüm yolunun kesip koparmak olduğunu söylemektedir. Nitekim konuşmasında, bu kesip koparmak kelimesini tam on kez tekrarlamıştır.

 

Ey Resulün Şam'ında ve Hayırlı Şam'da Ayaklanan Müslümanlar!

Gerçekten sizler, bu facir rejime karşı koymakla tüm dünyaya en güzel örnek oldunuz ve eşi benzeri bulunmaz orijinal bir madeni ortaya çıkardınız. Şayet nefislerinizde dolup taşan Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya imanınız olmasaydı büyük küçük, kadın erkek bu şekilde bir araya gelebilir miydiniz? O halde kollarınız mübarek olsun! Vahşi ölüm makinesiyle karşı karşıya kalmanıza kadar bu mücrim rejimin hakikatini ortaya çıkaran duruşunuz, çığlıklarınız ve sebatınız mübarek olsun! O halde sebat gösteriniz! Zira bu rejim bir uçurumun kenarında olup Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle en kısa sürede çökecektir. O halde saflarınızı birleştiriniz ve "Allah'tan Başkasının Önünde Eğilmeyiz" şeklinde ahdettiğiniz sözünüze bağlı kalınız! Zira sizlerin de söylediği gibi sonuç, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle sadıkların olacaktır. Çünkü "Siz Allah'a Nusret Verirseniz Allah da Size Nusret Verecektir." Nitekim Humus'ta yükselen çığlıklarınız sırasında söylediğiniz doğru sözlerden en güzel olanları şunlardır: "Nusreti, Obama'dan mı bekliyorsunuz? Nusreti, Erdoğan'dan mı bekliyorsunuz." Dolayısıyla sizler, imanın harekete geçirdiği o ateşli gırtlaklarınızla, "Allah Bize Yeter" diyerek kulak veren tüm dünyayı her defasında şaşkına çevirecek bir cevap verdiniz.

Ey Vaat Edilmiş Hilafet'in Merkezi Resulün Şam'ında ve Hayırlı Şam'da Ayaklanan Müslümanlar!

Mübarek Şam topraklarında, bu mücrim rejimin enkazı üzerine Raşidi Hilafet'in kurulması sizler için bulunmaz bir fırsattır. Bununla birlikte sizler, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Ahir zamanda mübarek topraklarınız üzerinde Hilafet'in kurulmasıyla ilgili vaadini gerçekleştirme şerefine nail olacaksınız. O halde ihlas ve imanla Hilafet'i talep etme ve onu ayaklanmanızın gayesi kılma hususunda Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tevekkül ediniz. Hilafet'in kurulmasıyla birlikte hem kendinizi hem de ümmetinizi, gerek kafir Batı'nın hegemonyasından gerekse demokratik yönetim rejimlerinin vahimlerinden kurtarıp Hanif İslam'ın doğru çözümlerine kavuşturmuş olacaksınız. Aha işte size çok düşkün olan Hizb-ut Tahrir sizleri, metotların en doğrusu olan Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna göre çalışmaya davet etmektedir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللَّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar, basiret üzere Allah'a davet ederiz. Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden de değilim." [Yûsuf 108]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Polisin Görevi Güvenliği Korumaktır İnsanları Taciz Edip Onlardan İntikam Almak Değildir

Hartum Üniversitesi'nden bir gurup öğrencinin, el-Menasır Bölgesi'nin evlatlarıyla dayanışma içerisinde yaptıkları gösterinin ardından polis onlara karşı koymuş ve var güçleriyle gurubu dağıtmıştır. Bundan daha kötü ve acı olanı ise; bu polis kuvvetlerinin bununla yetinmeyip dahası üniversiteye girmeleri, (üniversitenin tam ortasında bulunan) yatılı yerlere kadar baskın yapmaları, hiçbir ayırım gözetmeksizin öğrencileri vahşî bir şekilde dövmeleri ve en basit tabirle intikam operasyonu olarak nitelendirilebilecek bu süreçte bazı öğrencilerde yaralanmalar ve kırıkların olmasıdır. Buda üniversitede bir gerginlik durumunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zira öğrenciler, dersliklerde oturup sınav salonlarına girerek üniversite rektörünün ayrılmasını ve karşılaştıkları kırıkların tedavi edilmesini talep etmişlerdir. Nitekim bu öğrenci gurubu, çözümünde ciddi olmamasına rağmen devletin adil olarak tanımladığı adil el-Menasır meselesiyle dayanışma içerisinde olmak için bu gösteriyi yapmışlardır. Bunun en açık kanıtı ise el-Menasır'daki halkımızın, Nil Nehri Eyaleti'nin ed-Damir şehrindeki hükümet binaları önünde yaklaşık kırk gün boyunca uyguladıkları oturma eylemine rağmen hala meselenin, çözülmemiş bir şekilde yerinde sayıyor olmasıdır.

Hükümet, bu barbar operasyon yoluyla Arap Baharı'nın bu ülkeye taşınmasında etkin bir araç olma riski taşıyan öğrencilerin gücünü kırmak istemektedir. Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, bu vakıa karşısında aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Sorunlarla ilgili muamelelerdeki doğru düşünme metodu, sorunların etkileriyle muamelede bulunmayı değil de sorunların çözümüne dönük müsebbiplere göz atmayı, yani tepki vererek değil de gerçekçi muamelede bulunmayı gerektirmektedir. Nitekim rejimin siyasi fikrinin fesadının neticesindeki zulümden dolayı harekete geçen insanların harekete geçiş sebepleriyle ilgili muamelede bulunmak yerine gösterilere ve barışçıl yürüyüşlere tepki vererek muamelede bulunmalarından dolayı etrafımızdaki birçok rejimler devrilmişlerdir. Dolayısıyla buda hayatın ve insanların fesada uğramasına neden olmuştur.

İkincisi: Bölgelerinde Merovi barajının kurulması nedeniyle yerlerinden olan Menasırlı halkımızın üzerindeki zulmün derhal kaldırılması gerektiği gibi tercih ettikleri seçeneğe göre yerleşmeleri için devletin tüm imkanlarının kullanılması ve devletin de kamu paralarını, danışmanlar, yardımcılar, bakanlar, devlet bakanlarından oluşan ordularıyla bunların dışındakileri memnun etmek için harcamak yerine acil bir şekilde bunu onaylaması gerekmektedir.

Üçüncüsü: Adlî bir soruşturmanın açılmasının yanı sıra emirleri verenlerin ve yatılı yerlerinde güvende olan öğrencilerin hurumatlarını çiğneyenlerin muhasebe edilmesi gerekmektedir. Zira azim İslam ideolojisi, insanların dövülmesini ve onların taciz edilmesini haram kılmıştır. Asıl olan suçlu bulunan herkesin, İslam temelinde hüküm verilmek üzere yargıya gönderilmeleri olup polisin kendi başına kanun benimseyerek insanlara zulmetmesi değildir. Zira Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ "Ateş ehlinden iki sınıf vardır ki ben onları henüz görmedim. (Bunlardan biri), yanlarında sığırkuyrukları gibi kamçılar bulundurup bunlarla insanlara vuran kavimdir."

Ey Müslümanlar!

Sıkıntının, güçlüğün, zorluğun, zulmün, ceberrutluğun ve tugyanın olduğu bu durum, Raşidi Hilafet Devleti'nin tatbik edeceği azim İslam'ın olduğu alemlerin Rabbinin metoduna dönmedikçe asla üzerinizden kalkmayacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Milletvekili Nabil Nikola İle Aoun Hareketi'nden Olan Diğerlerine Bir Cevap: İnsanların Geleceği İle İlgili Kuruntulara ve Maceralara Son Verin Artık

Mtv kanalı, dün yayınladığı haberde, Aoun milletvekili Nabil Nikola'nın, Ortodoksların seçim yasasına dönük önerilerini yorumladığı bir röportajını yayınlamıştır. Nitekim Nikola, Ortodoks toplantısının gündeminde, partilerin gücünden korkulduğunun ve bunların en güçlü topluluklar haline geldiklerinin olduğunu söylemiş ve "Köktencilerin iktidara ulaşması durumunda, mesela Hizb-ut Tahrir'in parlamentoya ulaşabileceğine dikkat çekmiştir." Bundan kısa bir süre önce de "Simon Ebi Ramia", televizyon röportajlarının birinde yasaları ihlal ettiğini iddia ederek ve hizbin 2006 yılında İçişleri Bakanlığı'na sunduğu bilgi ve haberlerin imzalanmasını kınayarak Hizb-ut Tahrir / Lübnan Medya Bürosu Başkanı tarafından yapılan siyasî bir konuşmayı kınamıştı.

Aoun hareketinin sembolleri, genelde İslamî hareketlere özelde ise Hizb-ut Tahrir'e dönük bağnazlıklarını ve düşmanlıklarını bir kez daha göstermiş olup taifeci partizanları araklamak ve ideolojik siyasî İslam olan her şey hakkında yapay endişeleri kışkırtmak yoluyla insanları kutuplaştırmak için yeni ucuz bir girişimde daha bulunmuşlardır. Dolayısıyla kendilerini, Lübnan'da olabilecek yada olmayacak hususlar ile siyaset için çalışmaya uygun olan yada olmayan herkesin vasisi olarak addetmektedirler! Dolayısıyla demokrasi, kanun devleti, fikir özgürlüğü ve siyasî çalışma hakkındaki tüm iddialarını bir kenara atmaktadırlar... Sanki bu ülkenin efendileriymiş gibi onları işaret eden bir kimse suçlu görülmektedir!

Ağır olun ey "siyasetçiler"! Siz hiç tarih okumuyor musunuz?! Yüzyıllar boyunca Lübnan ve bölgenin tarihini yaşatanın, hadaratı, kültürü ve kanunlarıyla siyasî İslam'ın olduğunu görmüyor musunuz?! Güç ve egemenlikte zirveye ulaştığı çağlarda yaşamlarını sürdürmeleri ve şiarlarını uygulamaları amacıyla bütün insanlara kapılarını açmasının yanı sıra hoşgörüsüyle -atalarınız da dahil- herkesin önünü açanın İslam olduğunu ne çabuk unuttunuz?! Ünlü oryantalist Thomas Arnold'un, "Gayrimüslimleri İslam'ı kabul etmeye zorlayan kasıtlı herhangi bir girişim yada Hıristiyan dinini ortadan kaldırmak amacıyla herhangi sistematik bir zulüm de işitmedik" şeklindeki sözünü hiç duymadınız mı?! Yine Müslümanlardan önce Batılı tarihçilerin, Beyt-il Makdis Patriği'nin dokuzuncu yüzyılda kardeşi Konstantinopolis Patriği'ne Müslümanlarla ilişkisinin durumunu haber vermek için yazmış olduğu mektupta, "Müslümanlar, adaletle ayırt edilmekte olup kesinlikle bizlere zulmetmemekte ve bize her hangi bir şiddet de kullanmamaktadırlar" şeklindeki ifadelerin geçtiğini aktardıklarını hiç duymadınız mı?!

Sonra on yıllardan beri Lübnan devleti tarafından kabul edilen ve sırf "bilgi ve haber vermekle" insanlara dernek ve parti kurma hakkı veren -politikacı tabilerinizin ve onların dışındaki hukukçuların kendisiyle gurur duydukları- partiler kanununun, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından yayınlanan bir Osmanlı kanunu olduğunu ve Müslümanlarla yan yana siyasî çalışmaya girmeleri için sizden önceki atalarınızın önünü açtığını ne çabuk unuttunuz?!

En son kilise meclisi konferansındaki kilisenizin beyanında, Orta Doğu'daki Nasranilerin, 19. yüzyılın başlarına, yani İslam Devleti döneminin sonlarına kadarki oranı %20 iken bunun, son yüzyılda, yani laiklerin döneminde %5'e düştüğünü fark etmiyor musunuz?! O halde size karşı daha vefalı olan kim; siyasî İslam mı yoksa laiklik ve laikler mi?! Nankörlükten vazgeçmeniz için sizlere daha kaç kez nasihatte bulunacağız ey "sadıklar"?!

Sonra çevrenizdeki Arap bölgesinde olanları hala dikkate almayacak mısınız ey politikacılar?! İslam dünyasının, tümüyle İslamî hayatı yeniden başlatmaya ve İslam hadaratını tekrar yaşatmaya yöneldiğini görmüyor musunuz?! Çevrenizdeki insanlardan belirlediğiniz herhangi bir gözlemciniz yok mu?! Yoksa amcanız Guru'nun sizlere bahşettiği Lübnanınızın, büyük İslam okyanusundan izole olmuş bir ada olarak kalacağını mı sanıyorsunuz?!

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ "İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?!" [Hûd 78]

Ey Aounlular! Ey kendilerini ve tabilerini çürük azınlıklar ittifakı bataklığının içerisinde boğanlar! Ateşle oynamaktan vazgeçin artık! Zira siyaset, bir oyun ve eğlenceden ibaret olmayıp onu kişisel çıkarları gerçekleştirmenin bir aracı kılmak da caiz değildir. Bilakis siyaset, insanların işlerinin gözetilmesi için olmalıdır. O halde sahifelerinizi karartmaktan ve çevrenizdeki insanlara nefret tohumları ekmekten vazgeçin artık! Zira tarih bunu asla affetmeyecektir!

Sayın milletvekili Nikola, Hizb-ut Tahrir'in parlamentoya ulaşmasından dolayı olan korkuna gelince; emin ol ki Hizb-ut Tahrir'in amacı, gerek senin küçücük parlamentonun gerekse "büyük" Guru'nun Lübnanının çok ötesindedir. Zira bizim amacımız, köklü İslamî ümmet ölçeğinde ve büyük hadarat seviyesinde hayırlı bir devlet kurmaktır. Böylece insanlar, bu devlet içerisinde izzetli ve onurlu bir şekilde yaşayacak, şeriatının adaleti -senin Nasrani kardeşlerin ve diğer dinlere mensup olanlar da dahil- bütün insanları kapsayacak ve Lübnan ile diğer bölgeler, parçalanma, dağılma ve fitne döneminden çıkıp güven verici geniş dünyalarına kavuşacaklardır.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." [el-Enbiya 107]

Devamını oku...

Ey Mısır Halkı! Laik-Demokratik Bir Devleti, Hiçbir Gücü ve Kudreti Olmayan Seçilmiş Halk Meclisi Yoluyla Başka On yıllar Boyunca Tekrar mı Denemeniz Gerekiyor? İslamî Raşidi Hilafet'ten Başka Bir Kurtuluşunuzun Olmadığını Anlayın Artık!

  • Kategori Mısır
  •   |  

Mısır'daki halk meclisine dönük yapılan yasama seçimlerinin sonuçları, "İhvan-ı Müslimin'in" olduğu Özgürlük ve Adalet Partisi ile "Selefiler'in" olduğu Nur Partisi'nin temsil ettiği İslamî akımın ezici zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu ise tek bir şeye delalet etmektedir ki o da; Kenane halkının, zorba zalim yönetimden kurtuluşları olarak gördükleri İslam hakkındaki eğilimlerinin boyutunun, halk meclisi ile onu kazananların, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdikleriyle olan yönetimi tekrar getireceklerini, kendileri için onurlu bir yaşamı gerçekleştireceklerini, Mescid-il Aksa'yı kurtaracaklarını, Müslümanların ülkelerini birleştireceklerini ve on yıllarca süren zulmü sona erdireceklerini zannettikleri yönünde olduğudur... Zira onlar da zaten bundan dolayı seçilmişlerdir.

Ancak seçimi kazanan kişilerin, mümin hakkında ne bir yemin nede bir zimmet gözeten Yahudileri ve Batı'yı mutmain eden çığlıklar atmaları İslamî akıma ses veren insanları şaşkına uğratmıştır. Zira İslamî çoğunlukla gelen bu yönetim sistemi, şeriatın tatbik edilmesi için sokaklara dökülen milyonlara rağmen Yahudilerle olan Camp David Anlaşması'na saygı gösterecek ve asla şeriatı tatbik etmeyecektir!!! Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ "Yahudiler de, Nasraniler de, sen onların dinine tabi olmadıkça asla senden razı olmayacaklardır." [el-Bakara 120]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevalarına tabi olma!" [el-Mâide 49]

Ey Müslümanlar!

Şuan Mısır'daki siyasî arenada meydana gelenler, ayaklanmanın sarmalanmasından öte bir şey değildir. Seçim tiyatrosu ise hiçbir otoritesi olmayan parlamentodaki sandalye çatışması ve yarışmasından başka bir şey olmadığı gibi bilakis bundan, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatının Amerika'yı razı edecek oylamaya boyun eğdirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca gerçek gücü elinde bulundurmasının yanı sıra polis ve ordunun da hakimi olan Askerî Konsey de parlamentonun, Amerika'nın çizdiği ve eski rejimin uzantısı olan yol haritasından sapmasını asla göz ardı etmeyecektir. Dolayısıyla bu tiyatro karşısında sessiz kalmak, bir yamalamadan, fesadın ömrünün uzatılmasından ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkında bir sultan indirmediği tedricilik gerekçesiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatının devre dışı bırakılmasından öte bir şey değildir.

Ey Müslümanlar! Ey Mısır Halkı!

Şeriatın tatbik edilmesi, ancak egemenliğin şeriata ve otoritenin de ümmete ait olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla İslam hükümleri, üzerinde bir referandum yapılmaksızın yada onda bir tedricilik olmaksızın birdenbire kamil bir şekilde tatbik edilmelidir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا "İşte bu gün, dininizi sizin için kemale erdirdim ve üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum." [el-Mâ'ide 3]

Aynı şekilde Eba Bekir [Radıyallahu Anh], mürtedler ve zekatı vermeyenlerle derhal savaşmış ve onlarla tedrici olarak amel etmemiştir. Hakeza ondan sonraki Halifeler de şeriatın tatbik edilmesinde tedriciliği uygulamamışlardır.

Ümmetin elinde olması gereken otoriteye gelince; ümmet, Halifesini seçer, ona şeri hükümleri uygulaması şartıyla biat eder, onu muhasebe eder ve gerektiğinde ise onu azleder. Ordunun gücü de bunu korumak için vardır. Dolayısıyla gücü elinde bulunduran kimsenin bağlılığı sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya olup ne ona ne de ondan bir korku vardır. Bilakis o, ülkenin ve insanların koruyucusu olmasının yanı sıra Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdikleriyle hükmeden kimsenin koruyucusu, hayatın her alanında hak ve adaletle insanların işlerinin gözeticisi ve anayasa ile kanunların da koruyucusudur.

Ancak bağlılığı Amerika ile Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın düşmanlarına olan bir kimse ise; insanlar ve ülke için güvenilir bir kişi olamayacağı gibi insanların işlerini gözetmeyecek, insanların korunmasını ve güvenliğini sağlayamayacak, onlara zulmetmeye, fakirleştirmeye ve aşağılamaya devam edecek ve kendi yolunu takip etmeyen kimseleri de alaşağı edecektir.

Şuan Mısır'da, otorite ümmetin elinde değildir. Bundan dolayı gücü ve kuvveti elinde bulunduran ordunun, ümmetin gönüllü seçimine uymaya zorlanılması gerekmektedir. Böylece ordu, ümmete yardım etmiş, insanları ve ülkeyi koruyacak, Müslümanlar ve gayrimüslimler için adaleti, güvenliği ve onurlu bir yaşamı gerçekleştirecek olan adil bir Halife'nin seçilmesi için otoriteyi ümmete vermiş olsun.

Ey Kahraman Mısır Ordusu İçerisindeki Subaylar ve Askerler!

Bizzat baka baka gözlerinizin önünde Mısırlı kadınların sürüklenmesine razı mı olacaksınız? Bizzat şahit olduğunuz halde Amerika'yı razı etmek için kardeşlerinizin ve bacılarınızın kanlarının akıtılmasını kabul mü edeceksiniz? Bizzat muktedir olduğunuz halde içinizde onlara ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın dinine yardım etmek için harekete geçecek Mutasım gibi bir adam yok mu? Artık Amerika ile kafir Batı'dan kurtulmanın ve izzetinizin ve kalkınmanızın yolu olan nebinizin Hilafet'ini ikame etmenin farkına varmanızın zamanı gelmedi mi? İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?!

Ey Mısır Halkı! Ey Kahraman Mısır Ordusu İçerisindeki Askerlerin ve Subayların Aileleri!

Aynı zorba zalim yönetim altında başka on yıllar boyunca denenmemeniz için ayaklanmanızın sarmalanması amacıyla size karşı planlanan şeylere teslim olmayın! Mısır ordusu içerisindeki asker ve subay olan evlatlarınızı, Hilafet'i kurmak için çalışanlara yardım etmeye yönlendirin ve onlardan, Amerika ile onun müttefiklerinin planları çerçevesinde yürümemelerini bilakis Rabbinizin şeriatını uygulayarak tüm sorunlarınızı çözecek olan İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak için her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Amerika ile onun ajanlarını devirmelerini talep ediniz.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak sizleri, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sizlere farz kılmasının yanı sıra izzetiniz ve tek kurtuluşlunuz olan bu hedefin gerçekleşmesi için onunla birlikte çalışmaya davet ediyoruz.

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER