Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Soru-Cevap

Soru: Wikileaks internet sitesi tarafından CIA'nın resmi belgelerinin sızdırılması özellikle de Obama'nın Afganistan ve Pakistan'daki savaşın sürdürülmesi stratejisi hakkında büyük bir medya yaygarası kopartıldı. Gerçekten bu belgelerin sızdırılması Obama'nın bu iki ülkedeki savaşına yönelik büyük bir tehlike mi teşkil etmektedir? David Cameron'un Pakistan ve Pakistan'ın terör ihraç ettiği yönündeki son açıklamalarının bu meseleyle bir ilgisi var mıdır?

Bu soruya cevap vermeden önce aşağıdaki noktaların mülahaza edilmesi gerekir:

1. Başkan George Bush yönetiminin Afganistan savaşını idare ederken takip ettiği stratejisinin ağır bir başarısızlığa uğradığı artık bir sır değildir. Bush'un stratejisi Karzai'yi desteklemeye, yönetimine ve yönetim üzerindeki gücüne meşruiyet kazandırmaya, Afgan ordusunun gücünü iyileştirmeye, Peştunlu direnişçiler arasındaki ılımlı unsurları hükümete katmaya, Taliban'a ve kabile bölgelerinde bulunan diğer silahlı unsurlara karşı harekete geçmesi için Pakistan'a baskı uygulamaya dayanmaktaydı. Obama, 2009 yılında yönetimi devraldığı zaman yönetiminden Bush'un stratejisini kapsamlı olarak gözden geçirmesini talep etti.

Özetle Obama'nın öncelikli stratejisi; savaşa katılan Amerikan askerlerinin sayısını arttırmakla birlikte Pakistan topraklarındaki silahlı guruplara karşı insansız uçaklarla düzenlenen saldırıların dozajını arttırmak, kabileler bölgesinde özellikle de Veziristan bölgesinde operasyonlar yapması için Pakistan ordusuna karşı ek baskılar yapmakla birlikte Bush'un benimsediği temel ilkeler üzerinde devam etmektir. Bu stratejinin yerel ve devletlerarası kamuoyunda daha çok kabul görmesi için siviller arasındaki kayıpları düşürmeye ve sivil kuruluşları güçlendirmeye dönük girişimler gibi bu stratejide başka düzenlemeler de olmuştur.

Buna rağmen Obama'nın 2011 yılına kadar Afganistan'da konuşlanan Amerikan kuvvetlerinin sayısını azaltmaya yönelik süregelen çabası, sürekli olarak stratejiye zarar verdi, Obama yönetimi ile Amerikalı askeri komutanlar arasında tartışmaya yol açtı, müttefikler ile Afgan ve Pakistan gibi diğer yönetimler arasındaki anlaşmazlıkları derinleştirdi. Obama'nın bakış açısına göre çekilme zamanı takvimi, demokrat partinin 2012 yılındaki Amerikan başkanlık seçimlerinde etkin şekilde seçilme şansını arttırmak için kaçınılmaz bir husustur. Buna rağmen bazı askeri ve siyasi liderler, kendilerine göre gerçekçi olmayan bir dönemde Amerikan ordusundan birçok talepte bulunması sebebiyle Obama yönetimine şiddetle karşı çıktılar. Bu seslerden en dikkat çekici olanı ise erken yaşta Amerikan ordusundan emekli olmak zorunda bırakılan McChrystal'dir. Hatta onun yerine gelen Petraeus, mevcut Afganistan stratejisini uygulamayı ileriye taşımada tamamen aciz kalınca bu stratejinin bazı maddelerinde daha fazla değişiklik yapmak için çaba harcamak zorunda kalmıştır. Zira Karzai, koalisyon güçlerinin Afganistan'da istikrarı sağlayıncaya kadar 2011 yılı sonrasına dek kalması yönünde pek çok açıklamada bulunmuştur. Bu sırada Pakistan ise Amerika'nın tekrar Afganistan'ı terk etmesine ve Pakistan'ı sınırın her iki tarafında azgın bir savaşta Peştunlarla karşı karşıya bırakmasına şiddetle karşı çıktı. Ayrıca bu belgelerin sızdırılma olayının öncesinde de Obama yönetimi, kendi taraftarlarının sert eleştirilerinin yanı sıra hükümet, askeri kesim ve Amerikan ordusu içerisinde giderek artan bir muhalefet ile karşı karşıya kalmıştı.

2. Amerika Birleşik Devletleri, geçen dokuz senede bıkmadan Pakistan'ı Afganistan'da istikrarın sağlanmasında daha büyük bir rol oynamaya zorlamak için çalıştı. Bu da Pakistan ordusu komutanlığının kabile bölgesinde yaşayan vatandaşlarına karşı savaşa girmesi için ordusunun zihniyetini değiştirmeye yönelik mücadele vermesi demektir. Nitekim bu bağlamda temel rol Müşşerref'indi ve artık Amerikalı efendilerine hizmet etmesi mümkün olmayınca onu kaldırıp attılar ve selefinden daha etkin olması ümidiyle onun yerine Keyani'yi getirdiler. O kadar ki Amerikalılar, Pakistan hükümetini genelkurmay başkanı olarak görev süresini üç sene daha uzatmak zorunda bıraktılar. Nitekim Pakistan Devlet Başkanı Gilani, Keyani'nin görev süresinin uzatılması zamanı hakkında şöyle demiştir: "Zor dönemdeki bu operasyonlar ve bu operasyonların başarısının sürekliliği, yüksek askeri komutada sürekliliği gerektirir." [Financial Times/23.07. 2010] Buna rağmen Amerikalılar, Keyani'nin Pakistan ordusunu Kuzey Veziristan'daki Pakistan Talibanının yanı sıra diğer silahlı guruplara karşı harekete geçme hususunda Amerika'nın Kandahar'daki askeri operasyonlarına destek vermeye seferber etme çabaları karşısında büyük bir düş kırıklığına uğradılar. Nitekim son zamanlarda Amerikalı yetkililerin Pakistan'a yönelik birçok ziyaretine, sivil ve askeri yardımlarına rağmen Keyani, Taliban hareketinin ve silahlı gurupların Pakistan topraklarını kullanmasını engelleme hususunda elle tutulur bir başarı elde etmede başarısız oldu. İlk etapta bu başarısızlık Kandahar operasyonunun ertelenmesine ve seçim kampanyası sırasında Obama'nın Amerikan kuvvetlerini Afganistan'dan çekeceği vaadine etki etmesine yol açtı.

3. Obama yönetiminin Afganistan'daki bu başarısızlığı özellikle de bu başarısızlığın beraberinde getirdiği sivil katliamlar, cumhuriyetçilerin Obama'nın Afganistan politikasına yönelik ağır eleştirilerine yol açtı... Böylece Obama, ister bu senenin sonundaki yarıyıl seçimleri isterse 2012 yılındaki başkanlık seçimleri olsun bu seslerin demokrat partinin gelecek seçimlerde kazanma şansına etki etmesinden kaygılanır oldu.

İşte tam bu sırada belgelerin sızdırılması yaygarası kopartıldı.

4. Doksan bin (90.000) veya yaklaşık bu civarda olan sızdırılan bu belgelerin dakik bir şekilde incelenmesi sonucunda bu belgelerin Birleşik Devletleri'nin Afganistan veya Pakistan stratejisine ilişkin olarak yeni bilgileri ifşa etmediğini mülahaza ederiz. Bilakis Afganistan ve Pakistan ile bağlantılı bu belgelerin büyük çoğunluğu, Bush'un izlediği politikaları eleştirmektedir. Bu da şaşırtıcı değildir. Zira belgelerin tarihleri, Obama'nın görevini teslim almasının ve Afganistan ile Pakistan'a yönelik stratejisini ilan etmesinin öncesine dayanmaktadır. Bunun içindir ki bu belgelerin sızdırılması Obama yönetiminin değil Bush yönetiminin hatalarını ifşa etmektedir. Bu da Amerika Birleşik Devletleri'nin belgelerin sızdırılmasına yönelik şişirilen tepkisinin bu sızdırmanın Beyaz Saray'da Obama yönetimi tarafından tezgahlandığı yorumlarına neden olmaktadır.

Nitekim 27.07.2010'da "salon.com" internet sitesinde New York Times'ten iki yazar "Mark Mazzetti ve Eric Achmitt'in" belgelerin sızdırıldığı tarihin bir hafta öncesinde yayınlanması planlanan şeyler hakkında yönetimi bilgilendirmek için Beyaz Saray'a gittikleri ve hepsinin altın yıldız aldıkları(!) şeklinde yayınlanan haber bunu teyit etmektedir. Söz konusu site devamla şu sözlerini aktarıyor: "Biz bunu, yorum ve değerlendirme yapması için yönetime bir fırsat vermek amacıyla yaptık. Nitekim yaptılar da. Ayrıca belgelere yaklaşım yöntemimizden dolayı bize övgüde bulundular. Çünkü biz hem kendilerine meselenin tartışılması fırsatını verdik hem de bir sorumluluk olmasından dolayı bilgileri dikkatle ele aldık." [ New York Times reporters met with White House before publishing WikiLeaks story, Salon, Jul 27 2010, http://www.informationclearinghouse.info/article26025.htm]

5. Yukarıda belirtilenlere binaen bu soruya cevap olarak diyebiliriz ki bu eski istihbarat belgelerini sızdıran bizzat Obama yönetimidir ve bunu şu iki maksatla yapmıştır:

Birincisi: İç maksatladır ki Amerikan yönetimi muhaliflerine başarısızlığın temelinin eski yönetim dönemine dayandığını, bu belgelerin de bunu kanıtladığını ve kendisini geçen sonbaharda kapsamlı bir gözden geçirmeye iten şeyin bu eski politika olduğunu göstermektir. Nitekim Obama bunu şu sözleriyle açıklamıştır: "Kişileri veya operasyonları tehdit edebilecek savaş alanındaki hassas bilgilerin ifşa edilmesi karşısında endişe duymuş olsam da gerçek şudur ki bu belgeler, geçmişte kamuoyu ile tartışılmayan Afganistan'la ilgili hiçbir meseleyi ifşa etmemiştir. Aslında bu belgeler, beni geçen sonbaharda politikalarımızı kapsamlı şekilde gözden geçirmeye iten aynı zorluklara işaret etmektedir." [BBC Online/27.07.2010]

İkincisi: Dış maksatladır ki Pakistan ordusunu Taliban'a ve Kuzey Veziristan'da bulunan Hakkanî Cemaati'ne karşı harekete geçirmek üzere seferber etmesi için Keyani'ye daha fazla baskı yapmaktır. Burada şunu belirtmek gerekir ki, Keyani Müşerref'in yerine gelmeden önce 2004-2007 yılları arasında Pakistan istihbaratı başkanıydı. Dolayısıyla bu belgelerin sızdırılması Keyani'yi zor durumda bırakmıştır.

6. David Cameron'un Pakistan'ın ikiyüzlülüğü hakkındaki yorumlarına gelince; bunun başka bir yönü vardır. Zira bu, Pakistan'a baskı yapmak ve Amerika'nın Afganistan politikasını destekleyen bir görüntü vermek içindir. Oysa bundan maksat İngiliz politikasının adeti olduğu üzere Amerikan halkı Pakistan istihbaratının Amerikalıları öldürmesi için Taliban'a destek verdiğini öğrendiğinde Amerikan yönetimi ile Pakistan'ın arasını açma girişimi altında "perdenin" arkasından Pakistan'ı Amerikan halkı karşısında zor durumda bırakmaktır!

Ayrıca ikiyüzlü bir devlet yaftalaması ile Pakistan'ı sarsan her türlü açıklama, İngiltere'nin müttefiki olan Hindistan'ın konumunu güçlendirecek ve İngiltere yanlısı Kongre Partisi'nin ötesinde Hint halkının genelinin dostluğunu cezp edecektir. Çünkü İngiltere'nin Pakistan karşısında takınacağı her türlü aksi tutum, İngiltere ile Hindistan ilişkisini daha da güçlendirecektir. Hele ki Cameron, en göze çarpanı büyüyen ekonomik pazarıyla Hindistan'ın olduğu diğer güçlü devletlerle ticari ilişkiler kurarak ekonomik durgunluğu çözebilmek için mevcut İngiliz hükümetinden büyük bir ticari heyet eşliğinde Hindistan'ı ziyaret etmişken ve iki ülke arasındaki dostane ilişkilerin güçlenmesi ekonomik faaliyete yansıyacakken.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerikalı Gangsterler, Gündüz Gözüyle Sokaklardaki Masum Afganlı Sivilleri Öldürüyorlar

Dün, yani 30 Temmuz 2010 günü, Amerikalı gangsterler, Amerikan Büyükelçiliği yakınlarında bir lüks mahalle olan Makruryan'da dört sivili öldürdüler. Korkunç olay, normal bir binek otomobilin bir Amerikan aracına çarpması sırasında meydana geldi. Zira bu olay üzerine Amerikan silahlı kuvvetleri ateş açarak geride Kabil'in nüfusunun en yoğun olduğu bir bölgenin sokağında dört ölü ve iki ağır yaralı bıraktılar.

Tüm bu yaşananlar ise bu olayın sorumluğunun "teröristlere" yüklenebileceği Kandahar, Helmand ve Vardak Meydanı gibi bir yerde meydana gelmemiştir. Bilakis bu olay Afganistan'ın başkentinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla hakikatte bu, Karzai rejiminin yüzüne vurulmuş şiddetli bir şamar mesabesindedir. Amerika Birleşik Devletleri tarafından kurulan ve desteklenen Karzai rejimi, vahşi işgalciler masum sivilleri katlettiği arka bahçesini kontrol etmekte bile tamamen başarısız olmuştur.

Aslında, Amerikan kuvvetleri ve müttefiklerinin meselesinin, beldelerimizi işgal etmek, erkelerimizi ve kızlarımızı öldürmek ve servetlerimizi yağmalamak olduğu gerçeğini bundan daha iyi gösteren bir şey olamaz. Buna karşılık Afganistan'daki siyasetçiler ve yöneticiler ise kotluk yarışıyla meşgul olmaktadırlar. Zira onlardan her biri, kardeşlerini ve bacılarını sarıp sarmalayan vahşeti görmezden gelerek parlamentoda koltuk elde etmeye göz dikmektedir.

Hileli seçimleri boykot etmek, sömürgeci kuvvetlerin Afganistan'dan tamamen çekilmelerini ve sömürgecilerin kabusu olan Hilafet Devleti'nin yeniden kurulmasını talep etmek için uygun olan vakit işte bu vakittir. Çünkü sömürgeciler, Hilafetin Müslümanların beldelerindeki meşru olmayan vahşi hakimiyetlerini sona erdireceğini ve Müslümanların ordularını ümmeti ve topraklarını tüm işgal çeşitlerinden kurtaracak olan samimi bir Hilafet liderliği altında birleştireceğini bilmektedirler.

Devamını oku...

Ey Müslümanlar: İslamınıza Sımsıkı Sarılınız ve Demokratik Seçimleri Boykot Ediniz

  • Kategori Doğu Afrika
  •   |  

Kenya'nın bağımsızlığına kavuşmasından bu yana 4 Ağustos 2010'da ikinci defa anayasa referandumunun yapılması kararlaştırılmıştır. Bu günlerde her yerde zirveye ulaşan referandum kampanyası hazırlıkları başlamıştır. Ne yazık ki oradaki bazı şahsiyetler, katılımın sadece bir görev olmayıp bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın mukaddes bir farzı olduğuna vurgu yaparak Müslümanları bu referanduma aktif olarak katılmaya teşvik etmektedirler!

Bu bağlamda demokratik nizamın vakıasını, onun aslını, demokrasinin kaynaklandığı akideyi açıklamamız ve demokratik seçimlere katılmanın şeri hükmünü beyan etmemiz çok önemlidir ki böylece muhlis Müslümanlar azim İslamlarının kendilerine emrettiği duruma sımsıkı sarılsınlar.

Demokrasi; insanlar manasına gelen "Demos" ile yönetim veya sulta manasına gelen "Kıratus" olmak üzere Yunanca iki kelimeden oluşan bileşik bir isimdir. Yani insanlar tam bir egemenlik ve otorite hakkına sahip oldukları gibi herhangi bir cihetin hiçbir müdahalesi olmaksızın hayat işlerini idare eden kanunlar koyma hakkına da sahiptirler. İşte bu esasa binaen de demokratik nizamdan temel özgürlükler fışkırmıştır. Bunlar ise akide özgürlüğü, fikir özgürlüğü, mülkiyet özgürlüğü ve şahsi özgürlüktür. Yani insana dilediğini söyleme ve ifade etmede tam bir özgürlük verilmiştir.

Demokrasi; Batılı bir yönetim nizamı olup dini hayattan veya siyasetten ayıran laiklik akidesinden fışkırmıştır. Bu laiklik akidesi ise eski yunanlılardan gelmiştir. Tarihsel olarak da miladi 18. asırda Avrupa ve Birleşik Devletlerdeki ideolojik devrimler sonrasında ortaya çıkmıştır. Bunun ardından 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri anayasası ilan edilmiş bunu ise M. 1789'daki Fransız devriminin ardından Fransız anayasası takip etmiştir. Laiklik, İngilizce "ibadet yerinin dışındaki alan" anlamına gelen sekülarizm demektir. Bu akidede insan, hayatı ile dininin arasını ayırmaktadır ki böylece din, ibadet alanındaki dört duvar arasına hapsedilmiş siyasî, iktisadî, anayasa, yargı ve benzeri işler gibi genel hayat işlerine hiçbir katkısı ve etkisi olmayan bir şekilde kalagelsin... Bunun yerine laiklik, tüm bu işleri gözetmek için çıkarılan kanunlarda beşeri isteklere ve sınırlı bir akıla hasredilmektedir.

Demokrasinin vakıasının açıklanmasından sonra İslam'ın, demokrasinin bir küfür nizamı olduğuna hükmettiğinde ve bir Müslümanın ona inanmasını veya onun tatbik edilmesine davet etmesini haram kıldığında şüphe yoktur ki bu da aşağıdaki nedenlerden dolayıdır:

Birincisi: Demokratik akide, "dinin hayattan ayrılmasıdır" (bu da laikliktir) ki bu, zayıf bir mahluk olan insanın otorite hususunda yaratıcısıyla çekişmesi, yaratıcının otoritesini ibadet rolüyle sınırlandırması ve yaratıcının bunun ötesinde hiçbir otoritesi olmadığı anlamına gelmektedir! İşte bu akide, yaratıcının otoritesinin kayıtsız olarak her şeyi kapsayacak şekilde geniş olduğunu açıkça belirten İslam ve tevhit akidesi ile tamamen çelişmektedir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ "Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne de yücedir." [el-A'râf 54]

Ve şöyle buyurmuştur:

لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." [el-Bakara 255]

İkincisi: İslam'da yasama, sadece Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkı iken demokrasi bu hakkı ve gücü kendileri için kanunlar yapsınlar diye insanlara vermektedir. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!" [en-Nîsâ 65]

Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], (kapsamlı ideolojik) bir din inzal etmiştir ki o da İslam'dır. İslam ise insanın cehaletten kurtulması ve tüm işlerinde kalkınma üzerine çalışması için ibadet, iktisat, ekonomi, siyaset, ahlak, ve benzeri işleri kapsayan hayatın tüm yönlerine dair kanunları barındırmaktadır. O halde insanlığın bu ilahi kanunlara tamamen boyun eğmekten başka hiçbir seçeneği yoktur. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, ne mümin bir erkek ne de mümine bir hanım için o işlerinde herhangi bir serbestlik olur. Her kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

Üçüncüsü: Madem ki demokrasi bir küfür nizamıdır o halde onların terminolojilerindeki mevcut manasıyla her türlü şeri kısıtlamalardan kurtulmak anlamına gelen "özgürlük" de dahil bu esastan fışkıran her şey de aynı şekilde küfürdür. Nitekim İslam, insanın bu dünyada "özgür" olmadığını bilakis bizlerin Allah'ın kulu olduğumuzu açıkça belirtmiştir. Bunun içindir ki bizler, her nerde olursak olalım yaratıcımızın İslami şeraitine bağlıyız.

Burada bazı Müslümanlar, demokrasinin meşruiyetine başvurmaktalar ancak bunu doğrudan yapamamaktadırlar. Zira küfür nizamını dolaylı olarak meşru göstermek için çeşitli bahaneler kullanmaya başvurmaktadırlar. Bu bahanelerden biri, gerçek maslahatlarımızı bilen yalnızca Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] olmasına ve bu maslahatları da Resulü Muhammed [ SallAllahu Aleyhi ve Sellem] yoluyla ortaya çıkarmasına ve küfrün herhangi bir maslahatını kabul etmemesine rağmen "Müslümanların bazı faydaları demokrasinin gölgesinde elde edebileceklerini" söylemeleridir! Bunun yanı sıra şeri hükümler, Batının mikyasına kıyas edilmez ki o "menfaattir." Bilakis helal ve harama kıyas edilir. Şeri hüküm zaten demokratik nizama ortak olmanın haram olduğunu yukarıda belirlemiştir.

Diğer bazıları da şöyle söylemektedirler; demokratik seçim sürecinin dışında kalmamız bize zarar verecektir ve kafirler tüm güç merkezlerini ele geçireceklerdir. Bu gerekçenin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü burada mesele, İslam bizim bu sürece katılmamıza izin veriyor mu yoksa vermiyor mu? Buna ek olarak bu gerekçe, kendisinden zinayı bırakması talep edildiğinde "şayet ben zinayı bırakırsam diğerleri onu yapmaya devam edeceklerdir" diyen zaninin gerekçesine benzemektedir! Bu ise kesinlikle İslami bir gerekçe değildir. Kureyş kendisine mal mülk teklif ettiğinde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onlara karşı çıkarken onlara böyle mi söylemiştir? Yani o, tüm yönetim ve otorite merkezlerini tekellerine alsınlar diye kafirleri kendi hallerine mi bırakmıştır? Yoksa o, yani Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükmüne mi sımsıkı sarılmıştır? Evet, Müslümanların, küfrü, yani demokrasiyi sadece kafirlere terk etmeleri gerektiğini ve kafirleri küfürlerinde taklit etmemizin haram olduğunu açık ve net olarak ilan etmeliyiz. Bilakis bize düşen Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in küfrü kökünden söküp atmak ve onun yerine İslam'ı ikame etmek için getirdiği şekilde nevine münhasır olan İslam'ın biricik siyasetini takip etmektir!

Şayet Müslümanlar demokratik siyasi hayata katılmazlar ise zarara maruz kalacaklardır gerekçesine gelince; kesinlikle bu doğru değildir. Hakikatte ise Müslümanların seçim sürecine katılmaları, pratik açıdan İslam'a tabi olmamaları, mevcut demokratik ve laik kapitalizm küfrünü sağlamlaştırmaları ve devam ettirmeleri sayesinde imanlarını zayıflatmakla onlara zarar verecektir. Buna rağmen küfür yapısı itibarıyla zayıftır ve onun çöküşünün kaçınılmazdır!

Son olarak burada güya demokratik seçimlere katılmanın "bir zaruret" olduğunu ve bu katılımın bazı kazanımları elde etmelerini kolaylaştıracağını iddia eden kimseler vardır. Ümmetimize Mekke-i Mükerreme'de Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte olan Müslümanların bizim bugünkü halimizde olduğu gibi Dâr-ul Küfür'de yaşadıklarını hatırlatmak isteriz. O zaman onlar azınlıkta ve zayıf olup işkence, zulüm ve katliamın tüm çeşitlerinin acısını çekmişler ve buna rağmen iddia edilen bu "zarureti" kendileri için bir gerekçe olarak kullanmamışlardır. Bilakis İslam'a davetin sorumluluğunu yüklenme hususunda tahammül etmişler, sabretmişler, kurban vermişler ve tüm cehtlerini harcamışlardır. Şeri sınırlar içerisinde kendi hakları için mücadele ettikleri bir vakitte bazı zamanlar bazılarının ölümüne yol açsa bile cahili küfür nizamına ortak olmamışlardır. O halde bugün bizim, dünyevi maslahatımız için sevgili nebimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile onun sahabesine hıyanet etmemiz, Rabbimize isyan etmemiz ve küfür nizamlarına ortak olarak nefsimizi tahkir etmemiz caiz olur mu?!

Ey Müslümanlar!

Sizlere Rabbimiz karşısında dürüst olmanızı nasihat eder ve deriz ki; Allahuteala'dan ittika ediniz, İslam'ın cahili olduğunuz mazereti altında hüsnü niyetle yapsanız bile davet ettiğiniz şeylerden sakınınız, sizleri laik demokratik seçimlere katılmaya davet edenleri dinlemeyiniz. Zira sizleri kendisine davet ettikleri şey açık bir küfürdür! Bunun da ötesinde sizler, asil bir yönetim olan Raşidi Hilafete davet etmek yerine şerir fasit nizamlarını tatbik etmek ve uygulamak amacıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliğindeki Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın düşmanları ile Batılı sömürgecilerin yanında yer almaya davet ediyorsunuz. Doğu Afrika'daki Müslümanlar, demokratik seçimlere katılan ve bundan dolayı da İslam'a hizmet ettiklerini zanneden Mısır, Cezayir, Türkiye, Pakistan, Nijerya, Filistin ve diğer beldelerdeki kardeşlerimizin hatalarından ders çıkarmalıdırlar. Ancak bunun yerine bir gurup kafir tarafından tehlikeli bir tuzağa düşürülerek küfür nizamına bulaştılar ve ümmeti hayal kırıklığına uğrattılar. Çünkü onlar, küfür nizamı gölgesinde kapsamlı bir İslam'ı asla tatbik edemeyeceklerdir.

Ey Kerim Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika sizleri, kerim nebiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kendisinden asla taviz vermediği metoduna bağlanmaya davet etmektedir ki o, cahili küfür nizamlarına asla ortak olmamış bilakis sebat edip fedakarlık göstererek İslam'a davet etmiştir. Zira Medine-i Münevvera'daki ilk İslami Devleti kurmayı başarıncaya kadar maddi kuvvet kullanmaksızın fikri çatışma ve siyasi mücadele yoluyla fesattan, cehaletten, fakirlikten kurtulmanın yolu işte budur.

 

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkıp çoğalan ve bazen kooperatif veya tekafül (dayanışma) veya İslami sigorta şirketleri diye de adlandırılan şirketlerin şeri hükmü nedir? Bilindiği üzere bu şirketlerin sahipleri ve bunun reklamını yapanlar; bunun haram olan ticari şirketlerden farklı olduğunu, çünkü bunun şirkete ödedikleri primler karşılığında birisinin başına bir kaza geldiğinde Müslümanların birbirlerine yardımcı olma çerçevesinde kendi aralarındaki bir yardımlaşmadan ibaret olduğunu söylemektedirler. Ayrıca bu bağlamda Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, konuyla ilgili olarak ek bahiste açıklandığı üzere yardımlaşmalarından dolayı Eşarileri övdüğü hadisi zikretmektedirler.

Cevap: Konuya ilişkin olarak gönderdiklerinizi mütalaa ettiğim gibi başka kaynakları da mütalaa ettim. Bunun sonucunda ise aşağıdaki hususlara ulaştım:

Birincisi: Bu sigortanın vakıası:

1. Kooperatif, tekafül (dayanışma) ve İslami sigorta, oluşumu ve işlev yönetimi bakımından bu sigortadan farklı değildir... Bunların hükmü aynıdır.

2. Bu sigorta şirketinin yetkilileri; bu sigortanın yangın veya araba kazası veya benzeri olaylar gibi bir kaza riski yaşandığında kişilerin birbirlerine yardım etmek maksadıyla belirli meblağlarda verdikleri bağışlar olduğu şeklinde reklamını yapmaktadırlar... Buna rağmen sigorta şirketi tarafından "bağışçı" ile bir akit imzalanmaktadır!

3. Bu sigorta şirketinin kar amaçlı kurulmadığını bilakis iyilik ve takva üzerinde bir yardımlaşma olduğunu söylemektedirler.

4. Kar amacı güden, sigortalılar tarafından kar elde etmek için ödenen fonların işletilmesini hedefleyen ve başına ne zaman kaza geleceğini bilmediği halde prim ödeyen sigortalı kimse açısından garar (belirsizlik) içeren haram kılınmış ticari sigortadan farklı olduğunu söylemektedirler!

5. Meşruiyetine dair kendilerine bir açlık isabet ettiğinde her birinin yiyeceğini bir mekana koyarak onu hep birlikte yiyen Eşariler ile ilgili hadisi delil getirmektedirler. Bize Muhammed İbn-u'l Alâi ve Hammâd İbn-u Usame, Burayde'den o da Ebî Burde'den o da Ebî Musa'dan Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini tahdis etti:

إِنَّ الْأَشْعَرِيِّينَ إِذَا أَرْمَلُوا فِي الْغَزْوِ أَوْ قَلَّ طَعَامُ عِيَالِهِمْ بِالْمَدِينَةِ جَمَعُوا مَا كَانَ عِنْدَهُمْ فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ ثُمَّ اقْتَسَمُوهُ بَيْنَهُمْ فِي إِنَاءٍ وَاحِدٍ بِالسَّوِيَّةِ فَهُم مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ. "Eşariler; savaşta erzakları tükendiğinde veya Medine'deki ailelerinin yiyecekleri azaldığında yanlarında ne varsa tek bir elbise içerisinde toplarlar sonra da tek bir kap içerisinde eşit bir şekilde aralarında paylaştırırlardı. Onlar bendendir ben de onlardanım" [Müttefikun Aleyh]

6. Bu kooperatif şirketleri..."reasürans" [Reasürans: bir sigorta şirketinin üzerine aldığı riski tekrar sigorta ettirmesidir] işlevi görmektedir. Yani yerli veya küçük kooperatif sigorta şirketi, sigortalılardan aldığı elindeki aidatları havale etmesi ve işletmesi için başka büyük bir sigorta şirketine vermesidir.

Reasüransa ilişkin olarak kitaplarında ve yayınlarında şöyle geçmektedir:

"Küçük sigorta şirketleri, büyük zararları tazmin edemedikleri gibi gemi ve uçakların sigorta risklerini de üstlenememektedirler. Bu nedenle kendilerini (üstlendikleri riskleri) Avrupa ve Amerika gibi dünyanın büyük başkentlerindeki dev sigorta şirketlerine yeniden sigorta ettirmek zorunda kalmaktadırlar. Buna da reasürans denilmektedir."

7. Bu kooperatif sigortasının yetkilileri...ticari sigortanın haram olduğunu inkar etmemekteler. Çünkü bunun haram olduğuna dair bu kimselerin meşruiyetini onayladığı birçok cihetten fetva yayınlanmıştır. Şunlar gibi:

"Suudi Büyük Alimler Konseyi, Merkezi Cidde'de Bulunan İslam Konferansı Örgütü'ne Bağlı Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi, Merkezi Mekke'de Bulunan Rabıta El Âlem İslamiye'ye Bağlı İslami Fıkıh Akademisi ve Ezher İslami Araştırmalar Akademisi."

Ancak onlar, kooperatif sigortasının bundan farklı olduğunu dolayısıyla bunun helal olduğunu söylemekte olup bunu ticari sigorta şirketleri ile reasürans faaliyetleri yürüten ticari bir yatırım değil de bir bağış olarak görmekteler... Suudi Büyük Alimler Konseyi'nin H. 04.04.1397 tarihli kararını da bu sigortanın reklamını yaparken istismar etmeye çalışmaktadırlar.

Açıklayıcı olması bakımından bu kararın nasıl alındığını ve hükümete bağlı olmasına rağmen konseyin bu karara nasıl vardığını belirtmemizde fayda vardır. Bunda bir iş var ama yine de biz insaflı davranarak olanları zikredeceğiz:

Bu sigortanın yetkilileri, Suudi Büyük Alimler Konseyi'ne meselenin yukarıda açıkladığımız gibi işletme veya kar amaçlı değil de iyilik ve takva amaçlı bir bağıştan ibaret olduğunu arzettiler. Bunun üzerine Konsey, kendisine arzedilen bilgiler ışığında kooperatif sigortasına cevaz veren H.04.04.1397 tarihli 51 sayılı bir karar aldı ve kararının başında şöyle dedi:

(Kooperatif sigortası, zarara maruz kalan kimsenin zararlarını tazmin etmek için tahsis edilmesi amacıyla kişilerin parasal katkılarda bulunarak felaketlerle karşılaşma zamanında riskleri bertaraf etmek ve sorumluluğa ortak olmak üzere yardımlaşma hamlesinin amaçlandığı bağış akitlerindendir. Kooperatif sigortası gurubunun maksadı başkalarının paralarıyla ne ticaret yapmak ne de kar elde etmektir. Maksatları sadece riskleri aralarında paylaşmak ve zararı yüklenmede yardımlaşmaktır.)

Kararın sonunda ise şu talep edilmiştir: "Bu kooperatif şirketine yönelik tafsili maddelerin konulmasını, devletin seçtiği bu konuda uzmanlaşmış bir gurup üstlenmeli ve bunu yaptıktan sonra yazmış oldukları şeyleri etüt etmesi ve şeri kurallara vurması için Büyük Alimler Konseyi Meclisine iade etmelidir. Allah muvaffak etsin."

Açıktır ki konsey kararında bunu, herhangi bir kar veya kar amacının güdülmediği bir bağış olarak görmüştür. Çünkü Konsey bu işi, bu sigorta yetkilileri tarafından kendisine sunulan bilgilere göre iki kişi tarafından yapılan bir muavede akdi olarak değil de bir bağış akdi olarak nitelendirmiştir.

Söz konusu sigorta, bir bağış olmamasından ve şirketler de bunun farkında olmasından dolayı konseyin kararını faaliyetlerinin reklamını yaparlarken istismar etmeye kalkıştılar. Bu da Konsey içerisindeki Bilimsel Araştırma Daimi Komitesi'ni bir bildiri yayınlamaya sevk etmiştir ki onda şu ifadeler geçmektedir: "Emmâ ba'd: Daha önce Büyük Alimler Konseyi, zarara, büyük risklere ve insanların mallarının batıl olarak yenmesine yol açmasından dolayı ticari sigortanın tüm çeşitlerinin haram olduğuna ilişkin bir karar yayınlamıştı... Ayrıca Büyük Alimler Konseyi, muhtaçlara ve felaketzedelere yardım etmeyi amaçlayan, -sermaye, kar ve geri dönüşü olan yatırım gibi- hiçbir beklentileri olmayan hayırseverlerin bağışlarından oluşan kooperatif sigortasının caiz olduğuna dair de bir karar yayınlanmıştı. Çünkü ortakların maksadı, muhtaçlara yardım etmek yoluyla Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sevabını elde etmektir kesinlikle dünyevi bir beklenti değildir. Bu da Allahuteala'nın şu kavli: وتعاونوا على البر والتقوى ولا تعاونوا على الإثم والعدوان "İyilik ve takva üzerine yardımlaşın günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın." [Maide 2] ve Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli: والله في عون العبد ما دام العبد في عون أخيه "Bir kul kardeşinin yardımına koştuğu sürece Allah da onun yardımına koşar." kapsamına girmektedir. Bunda bir sorun olmadığı gayet açıktır. Ancak son zamanlarda, bazı kurum ve şirketlerin insanların kafalarını karıştırdıkları ve hakikatleri çarpıttıkları ortaya çıkmıştır. Zira haram olan ticari sigortayı kooperatif sigortası olarak isimlendirmekteler ve insanları aldatmak ve şirketlerinin propagandasını yapmak için de mübah olduğu hakkındaki sözlerini Büyük Alimler Konseyi'ne dayandırmaktadırlar. Büyük Alimler Konseyi, bu amelden tamamen uzaktır. Çünkü ticari sigorta ile kooperatif sigortasını birbirinden ayıran kararı çok açıktır ve ismin değiştirilmesi asla hakikati değiştirmez. İnsanlara açıklamada bulunmak, aldatmayı ifşa etmek, yalanı ve iftirayı çürütmek amacıyla da bu bildiri yayınlanmıştır." [Kaynak: Önemli Beyanatlar ve Fetvalar, Bilimsel ve Fetvalar Araştırma Daimi Komitesi, İbn-u el-Cevzî Kitapevi, Damam / Suudi Arabistan H. 1421 M. 1999]

İkincisi: Lafızlarla oynanması dışında bu sigortanın ticari sigortadan hiçbir farkı yoktur:

1. Bu sigorta, iyilik ve takva amaçlı bir yardımlaşma değildir. Bilakis ödenen paraların (aidatların) işletilmesi ve karlarının ortaklara dağıtılmasıdır. Ancak bunu, ticari sigorta şirketleri ve bankaların isimlendirdiği gibi kar veya faiz olarak değil de "fazlalık" olarak isimlendirmektedirler!

2. Bu sigorta, bir bağış değildir. Bilakis bu sigortaya ortak olan kişiye ortaklığından dolayı "fazlalık" denilen kar verilmediğinde bu kişinin şikayette bulunma ve dava açma hakkının olması deliline binaen ticari sigortada olduğu gibi bir hisse ortaklığıdır. Eğer bu bir bağış olsaydı onun böyle bir hakkı olmazdı. Aynı şekilde bağış, tek taraflı bir tasarruf olup müzakereye konu olacak akitleri ve şartları imzalamasına gerek yoktur... Çünkü bağış yapan kişinin bağışla birlikte rolü sona ermektedir.

3. Bu sigorta, ortakların fonlarının (paralarının) işletilmesi olup bağışların işletilmeksizin fonlara konulması değildir. Dolayısıyla bu, ticari sigortanın fonlarının işletilmesi gibidir...

4. Bu sigorta şirketi yetkilileri, reasüransın olduğunu, yani ticari sigortanın yaptığı gibi fonların, işletme gücü daha büyük olan bir şirkete verileceğini ifade etmekteler...

5. Bu sigortanın işlerinin idaresini, aidatlarının, yani "hisselerinin" oranına göre ortakları temsil eden bir yönetim üstlenmektedir. Öyle ki ticari sigortada olduğu gibi yönetim kuruluna hakim olan daha fazla aidatı olan kişi olmaktadır.

6. Bu sigortada ticari sigortada olduğu gibi garar (belirsizlik) vardır. Zira ortak olan kimse başına ne zaman kaza geleceğini bilmemektedir...

7. Bu sigortanın programı ile yangın, araba kazası, kara, hava ve deniz eşyası, tekne, petrol, doğalgaz ve benzeri şeyleri sigorta eden ticari sigortanın programı arasında hiçbir fark yoktur. Tek fark şudur ki ticari sigorta sigortayı açıkça zikrederken kooperatif sigortası programında; yangın tekafül sigortası programı, araba kazası tekafül sigortası programı, kara, hava ve deniz eşyaları tekafül sigortası programı ve benzerlerini yazmasıdır.

Üçüncüsü: Kooperatif veya tekafül veya İslami sigortanın şeri delili olması bakımından -ki o Eşarilerin hadisidir- ticari sigortadan farklıdır sözüne gelince; bu istidlal doğru değildir. Çünkü Eşarilerin hadisi, olayın meydana gelmesinden sonra söz konusudur. Zira onlar, olayla karşılaştıklarında yardımlaşmaktadırlar. Mesela bir kuraklık veya açlık veya felaket anında, onlardan her birinin bu felaket karşısında durmak amacıyla gücü nispetinde vermeleriyle bu olay karşısında yardımlaşmaktadırlar yoksa olay meydana gelmeden önce olayı def etmek için ortak olmamaktadırlar.

Zira hadisin metni açıktır:

إِنَّ الْأَشْعَرِيِّينَ إِذَا أَرْمَلُوا فِي الْغَزْوِ أَوْ قَلَّ طَعَامُ عِيَالِهِمْ بِالْمَدِينَةِ جَمَعُوا مَا كَانَ عِنْدَهُمْ فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ ثُمَّ اقْتَسَمُوهُ بَيْنَهُمْ فِي إِنَاءٍ وَاحِدٍ بِالسَّوِيَّةِ فَهُمْ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ. "Eşariler; savaşta erzakları tükendiğinde veya Medine'deki ailelerinin yiyecekleri azaldığında yanlarında ne varsa tek bir elbise içerisinde toplarlar sonra da onu tek bir kap içerisinde eşit bir şekilde aralarında paylaştırırlardı. Onlar bendendir ben de onlardanım." Dolayısıyla onlar, erzakları tükendiğinde... yanlarında ne varsa bir elbisenin içerisinde topluyorlar ve onu paylaştırıyorlardı...

Dördüncüsü: Bu sigortanın şeri hükmü haramdır. Çünkü:

1. Bu sigorta, bir bağış değildir. O halde bu sigorta bu esas üzerine ele alınmaz.

2. Bu sigorta, başına bir kaza gelen ortağa karşı şahısların aidatlarından oluşan sigorta şirketinin bir garantisidir (kefaletidir). Bunun içindir ki İslam'daki kefalet şartları, onun üzerine uygulanmalıdır:

a) Yani ortada zimmette kazanılmış bir hakkın olması gerekir. Yani önce kazanın meydana gelmesi ardından şirketin, başına kaza gelen kişinin sigortasını, yani onun üzerine düşen şeyleri ödemelidir.

b) Muavede akdi olmamalıdır. Yani ister kar ister fazlalık isterse prim adı altında olsun dâmin (garanti eden kimse) tazminat almamalıdır...

c) Sigorta şirketinin akdi, İslam'daki şirketlerin şartlarını karşılayan şeri bir akit olmalıdır. Yani sermaye ortaklığı değil sermaye ve beden ortaklığı olmalıdır. Bahse konu olan sigorta ise bir sermaye şirketi olup tüm şirket ortakları para ödemektedirler. Hatta şirketin işinde tasarrufta bulunan yönetim kurulu, onların bedenlerinin değil sermayelerinin temsilcisidir. Dolayısıyla onlar içerisinde bedeniyle ortak olan hiçbir kimse bulunmamaktadır. Bilakis sermayesiyle ortak olmaktadırlar. Dolayısıyla şirket olması bakımından bu sigortanın vakıası anonim şirketin, yani sermaye ortaklığının vakıası gibidir...

d) Adı her ne olursa olsun ister yatırım ister reasürans olsun sermayenin işletilmesi meşru olmayan yollarla, yani diğer şirketler yoluyla olmamalıdır.

Bunun delilleri, sermaye şirketlerinin ve dâminin (kefaletin) delilleri olup bunların hepsi İktisat Nizamından alınmıştır.

Velhasıl; kooperatif veya tekafül veya İslami sigorta, ne İslam'daki kefalet şartlarını ne de İslam'daki şirketlerin şartlarını taşımaktadır. Dolayısıyla bu sigorta şirketi, şeran caiz değildir.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Tefkîr kitabında şu metin geçmektedir: "Buradan da fikrî metnin anlaşılması için sabık malumatların yanı sıra şu üç şart koşulur. Birincisi: Sabık malumatların, anlaşılması istenilen fikrin seviyesinde olması. İkincisi: Vakıasının sınırlandırılıp başkasından ayırt edilerek olduğu gibi idrak edilmesi. Üçüncüsü: Bu vakıanın, hakkında gerçek görüntü veren sahih bir tasavvurla tasavvur edilmesi."

Burada vakıanın tasavvur edilmesi ile idrak edilmesi arasında ne gibi bir farkın olduğunu örneklerle açıklayabilir misiniz?

Cevap: Vakıanın idrak edilmesi, bir şeyin mahiyetinin analiz edilmesidir. Mesela şahsi özgürlüğün vakıasının idrak edilmesi bu metnin analiz edilmesidir ki bu metinden bir şahsın, herhangi birinin engellemesi olmadan dilediğini yapabileceği dolayısıyla dilediğini giyebileceği ve dilediği bir üslupla dilediği birisiyle ilişki kurabileceği anlaşılır...

Vakıanın tasavvur edilmesine gelince; vakıayı uygulamalı olarak canlandırmanız ve bunun doğurduğu sonuçları görmenizdir. Böylece şahsi özgürlüğün tatbik edildiği durumun sonucunu anlayabilir ve ahlaki çöküntüyü, fesadın büyüklüğünü ve bireysel arzuların serbest bırakıldığını görebilirsiniz...

Yani onu adeta iki gözünüzle görüyormuşsunuz gibi uygulamalı olarak tasavvur etmektesiniz.

Mesela örnek olarak laikliği ele aldığımızda onun vakıasını idrak etmek; laikliği etüt etmeniz ve onun dini hayattan ayırmak, dini mescide hapsetmek ve insanlar arasındaki alakalara dinin bir müdahalesi olmaksızın beşeri kanunlarla hükmetmek anlamına geldiğini öğrenmenizdir...

Bu vakıanın tasavvur edilmesine gelince; vakıayı uygulamalı olarak canlandırmanızdır. Böylece laikliğe inanan bir Müslümanın şizofreni hastası olan bir kimseye ne kadar çok benzediğini göreceksiniz. Zira o,وَأَقِيمُوا الصَّلاةَ "Namaz kılınız" ayetini okuyup uygulayarak salahı kılırken وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ "Onların aralarında Allah'ın inzal ettikleri ile hükmet" ayetini okuduğu halde bunu uygulamamakta bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın, وأقيموا الصلاة "Namaz kılınız" ve وأنِ احكم "Hükmet" şeklindeki her iki ayette de emreden olmasına rağmen küfür kanunlarına muhakeme olmaktadır. Hakeza İslam'a muhakeme olmayan bilakis beşeri kanunları alan Müslümanların kalkınamadıklarını ve fiilen kuvvet nedenlerini elde edemediklerini görürsünüz. Çünkü onlar, iman etmedikleri şeyleri tatbik ediyorlar ve Müslüman oldukları halde İslam'dan başkasına muhakeme oluyorlar!

Velhasıl; vakıanın idrak edilmesi; mahiyetinin, bileşenlerinin, metinlerinin ve muhteviyatının bilinmesi manasına gelmektedir... Vakıanın tasavvur edilmesi ise vakıanın uygulamalı olarak canlandırılması, onun doğurduğu sonuçlar ve bunun sonucunda ortaya çıkan şeylerdir...

Devamını oku...

Amerika, Doğrudan ve Dolaylı Müzakerelerde Otorite İle Dalga Geçerken Otorite Hayasızca, Utanmazca Aşağılanmış Zelil Bir Şekilde Boyun Eğmektedir!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Ortadoğu Dörtlüsü [ABD, AB, Rusya ve BM], 20.08.2010 Cuma günü Filistin Otoritesi ile Filistin işgalcisi Yahudi varlığı arasında doğrudan müzakerelerin başlamasını talep eden bir bildiri yayınladı. Yine aynı gün Amerikan Dışişleri Bakanı, 02.08.2010'da iki taraf arasında doğrudan müzakerelerin başlanmasına çağıran ve bunun da bir yıl içerisinde de sonuçlanmasını beklediğini belirten bir açıklamada bulundu! Mısır Cumhurbaşkanı ile Ürdün Kralını da müzakerelerin açılışına katılmaya davet etti. Çünkü bu ikisi Allah'ın, resulünün ve müminlerin düşmanı olan Yahudi devletinin büyükelçiliğine açıkça kucak açan iki devlettir! Clinton çağrısında açıkça müzakerelerin ön koşulsuz olacağını belirtti... Yani bu açıklamada defalarca "yerleşim birimlerinin kaldırılması yerine(!)" yerleşim birimlerinin durdurulması ve Yahudi devletinin 1967 işgalinin sona ermesini onaylaması şeklindeki iki şarttan sonra ancak doğrudan müzakerelere başlayacağını açıklayan Filistin Otoritesinin yüzsuyunu koruyan tek bir cümle dahi geçmemektedir. Böylece otorite çağrıda bulunduğu şeyleri bir çırpıda "yalayıp yuttu." Hatta otoritenin ayıbını örten bir incir yaprağı olarak gördüğü Ortadoğu Dörtlüsü'nün açıklamasında bile yerleşim birimlerinin durdurulması belirtilmemektedir. Bilakis her iki tarafı provokasyonları durdurmaya çağırmaktadır! Tüm bunlara rağmen otorite, muvafakat etmeye koştu!

Filistin Otoritesi, 1993'deki meşum Oslo Anlaşması'ndan bu yana Yahudi devleti ile olan müzakerelerin içerisine saplanmıştır. Bu uzun yıllar boyunca taviz üzerine taviz vermekten başka hiçbir şey elde edememiştir. Böylece müzakerelere katılanlar ve katılacak olanlar karşısında müzakerelerin yüzkarası ve utanç lekesi olmuştur.  Zira onlar, aralıksız taviz üzerine taviz vermekten bir an bile kendilerini alıkoyamamışlardır!

Bir kez alçalana, artık alçaklık vız gelir
Ölü olan birine hangi yara zarar verebilir?

Otorite, müzakerelerden bir şey elde etmek hayaliyle yıllar boyunca Amerika ile Ortadoğu Dörtlüsünün arkasından gitti. Bir önceki Amerikan Başkanı zamanında ayıpları ortaya çıkıp eli boş olarak geri dönünce belki yüzsuyunu koruyacak bir şeyler koparırım diye bir sonraki başkana övgüler yağdırdı... Ta ki Obama gelinceye kadar böyle sürüp gitti. Obama gelince Filistinli gurupların ve otoritenin gözlerini aldatıcı sözlerle boyarken Yahudi varlığı ise ondan silah, gıda... ve yerleşim birimlerini koparmayı kazandı! Buna rağmen onlar, Yahudilere baskı yapma hususunda Obama'nın ciddi olarak çalıştığını görmekteler ve baskı yapmadaki başarısızlığını ise güç yetirememesiyle gerekçelendirmekteler! Zira onlar, Yahudilerin Allah'ın ve müminlerin ipine sarılmadıkça kendilerine karşı koyamayacaklarını ve Allah ile olan bağlarının ise uzun zamandan beri koptuğunu anlayamadılar. Bunun içindir ki onlar, bugün olduğu gibi insanların ipine sımsıkı sarılmaya devam etmektedirler. Zira Amerika onların kuvvet ve yaşam nedenlerini genişletmektedir. Dolayısıyla Amerika, şiddetle onlardan bir şey talep etmiş olsa onlar bunu boyun eğerek yerine getireceklerdir! Doğrusu Amerika'nın yerleşim birimlerini durdurması için Yahudilere bilfiil baskı yaptığını Yahudilerin de buna aldırış etmediğini söylemek safdillikten ve akıl kıtlığından öte bir şey değildir.

Amerika mevcut durumunda tarafları müzakerelerle meşgul etmek dışında Filistin meselesine veya Ortadoğu meselesi denilen şeye önem vermemektedir. Böylece bölgenin sakinleşmesini sağlamakta ve içeride ekonomik kriz, dışarıda Afganistan ve onun uzantılarının olduğu öncelikli meseleleriyle meşgul olacağı sakin bir zaman kazanmaktadır. Hele ki Amerika'da bu yılın sonlarında yarı dönem seçimlerine gidilecek olması Yahudi varlığına fiili bir baskının yapılmamasını gerektirmektedir. Aksine müzakere kılıfı yoluyla daha fazla genişlemesi ve otoriteyi daha çok aşağılaması için Yahudi varlığına imkan verilmesini gerektirmektedir... Clinton'un açıklamasında bahsettiği bu bir yıllık süre bilakis daha fazlası Amerika sorunlarından kurtulmadan veya kurtulmak üzereyken tükenebilir. Sonra da ardından dikkatini ciddi olarak Ortadoğu meselesine verecektir!

Ey Otorite: Bizler ve tüm akıl sahipleri biliyoruz ki Ramallah'daki otoriteniz hatta Gazze'deki otorite Filistin işgalcisi Yahudi varlığını yok etmek diye bir düşünceye sahip değilsiniz. Bilakis sizlerin en fazla istediği şey 1967'de işgal edilmiş topraklardır ki o, bu topraklar bile kendi otoritesini tam olarak elde edemeyecektir... Evet, bizler bunların farkındayız. Çünkü Yahudi varlığını yok etmeyi ve Filistin'i İslam diyarına iade etmeyi işgal altındaki bir otorite yapamaz. Bilakis bunu yapmak Filistin fatihi Ömer [Radıyallahu Anh] ile onu haçlılardan kurtaran Salahaddin [Rahimehullah]'ın yaptığı gibi Allah yolunda savaşan ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan sadık mücahit bir komutanın liderliğindeki bir orduyu gerektirir.

Ancak en azından sizlerden kalbi olan ve kulak veren herkesin yapması gereken meseleyi, tanımaksızın veya müzakere etmeksizin Müslüman orduların içerisinde yanıp tutuşan meselenin adamları ve ehilleri gelinceye kadar kendi haline bırakmasıdır. Böylece onlar, Yahudilerin kalelerini yerle bir etsinler ve onlara hesap etmedikleri yerden geliversinler. Böylece de daha önce benzerlerinin başına gelenler onların da başına gelsin.

وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم مِّنَ اللَّهِ فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الأَبْصَارِ "Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (O'nun azabı), onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Onların kalplerine öyle bir korku saldı ki; evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın." [Haşr 2] Ardından da Filistin, daha önce Salahaddin'in ordusunun kılıçlarıyla İslam diyarına döndürüldüğü gibi yine bir bütün olarak Müslümanların ordularının kılıçlarıyla İslam diyarına döndürülmüş olsun.

Ey Otoritenin Adamları: Bizler otoritenin Amerika ile Yahudi varlığının kucaklarında gelişip büyüdüğünü bilmemize rağmen yine de sizlere muhlis sadıklar olarak çağrıda bulunuyoruz: İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu? Umulur ki vardır da müzakereler saçmalığını, tanıma hıyanetini, Amerika ve Yahudilere zelil bir şekilde bağlanmayı durdurabilir? İki gözü olan herkes için sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkmıştır ki; Amerika, Ortadoğu Dörtlüsü ve Yahudilerin peşinde soluk soluğa kalmanın Filistin ve Filistin halkı için hayır veya biraz hayırla sonuçlanacağını iddia eden özür sahibinin hiçbir özrü ve hüccet sahibinin hiçbir hücceti kalmamıştır!      

Ey Filistinli Gurupların Adamları: Sizler, Filistin'i fetheden ve kurtaran o sadık mücahitlerin torunları değil misiniz? Sizler, kendilerine iki güzellikten birisi ulaşıncaya kadar Allah yolunda hakkıyla cihat eden o mücahitlerin torunları değil misiniz? Sizler, her bir karışı şehit kanı ile sulanmış veya mücahitlerin atlarının ayak tozlarına bulanmış mübarek tayyip beldenin halkı olan Filistin halkı değil misiniz? Sizler, etrafındaki saldırganların kılıçlarını paramparça ederek onları boynu bükük olarak gerisin geriye gönderen bu azim beldenin halkı değil misiniz? O halde Filistin'in genelini Yahudiler lehine onaylamayı ve Filistin'in bazısının bazısı üzerinde onlarla müzakere etmeyi nasıl kabul edebilirsiniz?! Sizler için geçmişte ders ve ibret vardır. Akıllı bir kimse dalaletinde ısrar eden ve vehimler içerisinde boğulan kimse değil ders ve ibret alıp doğru yolu bulan kimsedir! Şüphesiz müzakereler ne aç bırakır ne de doyurur. Bilakis müzakereler, ülkeyi ve insanları yok etmenin yolu olduğu gibi dünyada rezilliğe ve ahirette azaba giden bir yoldur. Zaten bu müzakerelerin, mümin hakkında ne bir zimmet ne de bir ahit gözetmeyen Amerika'nın gözetiminde yürümesi otorite için zillet ve aşağılanma olarak yeterde artar bile!

Ey Müslümanlar! Ey Müslümanların Orduları!

Hizb-ut Tahrir, Yahudi varlığını yok etmede sizlere liderlik edecek ve Filistin'i bir bütün olarak İslam diyarına döndürecek muhlis bir yönetici olan raşid Halifeyi çıkarmanız için sizlerin azmini bilemektedir. O halde haydi uykunuzdan uyanınız, dinlenmeyi bırakınız, gayret ediniz, Raşidi Hilafeti geri getirmesi ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve sellem]'in şu hadisini gerçekleştirmesi amacıyla Hizb-ut Tahrir'e nusret vermek için çalışınız:

...تُقَاتِلُونَ الْيَهُودَ حَتَّى يَخْتَبِيَ أَحَدُهُمْ وَرَاءَ الْحَجَرِ فَيَقُولُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ "...Yahudilerle savaşacaksınız. Hatta onlardan biri taşın arkasına saklanacak da taş diyecek ki: "Ey Allah'ın kulu arkamda bir Yahudi var gel onu öldür." [Muttefekun Alyh/Lafız el-Buhari'ye ait] Bu hadis, Yahudilerin kalbini saran korkunun boyutuna delalet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, alarm zilini çalmaktadır. Zira Filistin, İslam beldelerinin kalbidir. İşte Filistin, Amerika'nın ve Ortadoğu Dörtlüsü'nün yazdığı başrollerini Yahudi varlığı ile Filistinli gurupların oynadığı, imza atma görevini ise Allah'tan, resulünden ve müminlerden utanmayan otoritenin üstlendiği, hepsi olmasa da Filistin'in genelinin Yahudilere teslim edildiği müzakere senaryosuna göre ucuz bir bedele hatta bedelsiz olarak aşamalı bir şekilde satılmaktadır. Tüm bunlar ise sizlerin gözü önünde olduğu halde sizler buna sessiz kalmaktasınız ve bu Allah katında büyük bir günah olduğu halde sizler bunu hafife almaktasınız ey Müslümanlar!

Ey Müslümanlar: Filistin, ordularınızı müzakereci elleri koparmak, ülkeyi ve halkını kurtarmak üzere harekete geçirmeniz için sizlere haykırmakta ve sizlerden imdat dilemektedir. O halde icabet edip kurtulanlardan mı olacaksınız yoksa yüz çevirip zalimler ve hain döneklerle birlikte azaba uğrayanlardan mı olacaksınız?

 

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ramazan, İslam ve Furkan Ayıdır Ramazanın Bereketini Fırsata Çevirenlere Müjdeler Olsun

Bir kez daha Ramazan ayına girmemiz münasebetiyle her yılın ve sizler için binlerce hayır ile geçmesini, İslam ümmetine tekrarını yaşatmasını, nusret ve temkinle şereflendirmesini, Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni lütfetmesini, bu mübarek ayı hayrın anahtarı, izzetin ve şerefin kapısı kılmasını Allah'tan temenni ederiz.

Ramazan ayı, cennetin kapılarının açıldığı, cehennemin kapılarının kapandığı, şeytanın zincire vurulduğu ve cinlerin kovulduğu bir aydır. Dolayısıyla bu ayda gündüzünü saim gecesini kaim olarak geçiren, zerre kadar sapmaksızın Rabbinin şeriatına bağlanan ve şeriatın tatbiki için çalışan kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, nusretin, fetihlerin ve Müslümanların izzetinin kokusunun estiği bir aydır. Dolayısıyla Ramazanın kendilerini ümmeti geçmişteki dönemine kavuşturmak için çalışmaya iten ve devletini kurarak temkinine sevk eden kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, Kur'an aydır, Kur'an'a ve tatbik edilmesine davetin yapıldığı bir aydır. Dolayısıyla Kur'an'ın hadlerini ve harflerini ikame etme uğrunda daveti taşıyan kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, ümmetin hayra çevirmesi gereken bir fırsat ayıdır. Sadece hayati meseleleriyle meşgul olmaları ve farzların en büyüğü sayesinde Aliy-yl Kadir olan Allah'a yaklaşmaları için bir fırsattır. Bu farz ise tartışmasız Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaktır. Çünkü İslam'ın ikamesi, hükümlerinin tamamının tatbik edilmesi, paramparça olan ümmetin dört bir tarafının bir araya getirilmesi, İslam'ın tüm insanlığa bir hayır ve hidayet risaleti olarak taşınması ancak onunla mümkündür.

Ramazan ayı, Allah'ın hükümlerini koymasından İslam'la amel etme ve davetini taşıma ayı olup sadece oruç tutma ayı değildir. Ramazan, Kur'an'ın fazlı ve şerefi sayesinde ikram, izzet ve şeref ayıdır. Ramazan, sadece Kur'an'ın tilavet ve tertil edildiği bir ay değildir. Bilakis Kur'an'a, Kur'an'ın hadlerinin ve harflerinin ikame edilmesine davetin yapıldığı bir aydır. Ramazan, davet ayıdır, hidayet risaletini taşıma ayıdır:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ "Ramazan ayı; içerisinde, insanlar için hidayet ve hidayet ile furkanın (doğruyu yanlıştan ayırt etmenin) beyyineleri (apaçık delilleri) olarak Kur'an'ın inzal edildiği aydır." [el-Bakara 185]

O halde Kur'an'ı tatbik edecek devleti ikame etmeden hidayetin ve furkanın manasını gerçekleştirebilir miyiz?! Hidayeti taşıyan bir devlet olmadan onu insanlığa nasıl yayabiliriz? Devlet olmadan insanların hakkıyla Allah'a ibadet etmelerini sağlamamız, aralarında hadleri ikame etmemiz ve onlara şeriatı tatbik etmemiz nasıl mümkün olabilir?! Dahası bir devlet olmadan dünyanın dört bir tarafında Müslümanların çiğnenen hurumatlarını -ki bir gurup Yahudi yerleşimci tarafından sahabenin kemiklerine saldırılması ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sövülmesi bunların sonuncusu değildir- nasıl savunabiliriz?! Bir devlet olmadan Müslümanların meseleleri dahası dinlerinin hükümleri ve şiarları ile alay eden -yöneticilerin ve zümrelerinin- önüne nasıl geçebiliriz?! Bir devlet olmadan işgal altındaki Müslümanların beldelerini nasıl kurtarabiliriz?!

Ümmete düşen şudur ki Hilafet Devleti olmadan ne kurtuluşu ne dininin şiarlarını hakkıyla ikame etmesi ne Rabbinin şeriatını hakkıyla tatbik etmesi ne izzetine kavuşması ne bir kalkanın ne de korumasının olması mümkündür.

O halde bu Ramazan ayı, ümmet çapında Hilafeti kurmak için çalışmanın dönüm noktası ve her birimiz açısından Hilafet için çalışmanın başlangıç noktası olmalıdır. Dolayısıyla çalışmaya soyunan kimse çalışmasını arttırmalı, gaflete düşerek çalışmayı terk eden kimse kafileye katılmalı, acele ederek adımlarını hızlandırmalı ve Hilafet çalışmasına savaş açan veya bunu engellemeye çalışan kimse bundan sakınmalıdır. Zira onun için en hayırlı olan budur.

O halde sizleri Allah'a yaklaşarak ve ümmeti izzetlendirmek için Hilafeti ikame etmek için çalışarak Ramazan ayını hayra çevirmeye davet ediyoruz ey Müslümanlar!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

Ey Müslümanlar: Mübarek Ramazan Ayında... Dinin Livasının Yükselticisi ve Müslümanların Beldelerinin Hamisi Hilafet İçin Çalışarak Alemlerin Rabbine İcabet Ediniz

  • Kategori Sudan
  •   |  

Ey Müslümanlar: İşte başı rahmet ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş ayının olduğu hayır ve bereket ayı olan Ramazan ayına girdiniz. Bu ayda ve her Ramazan ayında olduğu gibi nefisler imanla imar olur, Ramazan ve diğer ayların Rabbi el-Melik-ud Diyan'a itaat etme istekleriyle dolup taşar, insanlar rahmetine göz dikerek ve azabından korkup cennetini ümit ederek Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya yönelirler.

Sahabe-i Kiram ve Tabiin nezdinde Ramazan ayı, amelde bulunma, Allah yolunda cihat etme ve büyük fetihleri gerçekleştirme ayı idi. Çünkü onlar, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden dolayı Ramazan ayında ecrin ikiye katlandığının bilincindeydiler: يَقُولُ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلا الصِّيَامَ هُوَ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ "Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: Ademoğlunun her ameli kendisine aittir ancak oruç hariç. Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben vereceğim." [Muslim rivayet etti] Ancak bugün Müslümanlar Ramazan ayına nasıl bir halde girmekteler?! Müslümanlar Ramazan ayına Irak, Afganistan, Filistin ve başka yerlerde olduğu gibi ya doğrudan ya da Batılı kafir nizamlarına boyun eğerek dolaylı şekilde sömürgeci kafirler tarafından işgal edilmiş bir halde girmekteler. Böylece İslam tamamen devlet ve toplumdan sökülüp atılmış, Müslümanların Ramazandaki yaşantıları cihat ve fetih yaşantısı olmaktan çıkmıştır. Beldelerimizin merkezinde bize savaş açılır, İslam'dan başkasıyla yönetilir, Kur'an-il Azim ve Sünnet-i Mutahhara hükümlerinden başka hükümlerle muamele görür olduk. Böylece sıkıntılarla dolu bir hayatımız oldu.

Ey Kerim Kardeşler! Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde Sudan beldesinde kötü durumlar içerisindeyiz. Zira vazgeçilmez emtia fiyatları vergiler ve ihtikar yüzünden kötüleşmekte ve artmaktadır. Hatta insanların büyük bir çoğunluğu isyankar bir hale geldi. Dolaylı ve dolaysız vergiler artarak ticari, zirai ve sanayi üretimini durdurmakta ve iş bulma ümidini kesmiş bir işsizler ordusu oluşmuştur. Tüm bunların sebebi ise insanların mallarının batıl yolla yenmesidir ki bu da insanların hayatını daha da fakirleştirmekte, kötüleştirmekte ve sıkıntılı bir hale sokmaktadır.

Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde Darfur'da Müslüman Müslüman kardeşini öldürmektedir. Oysa bu Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu üzere haram bir savaştır: إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiğinde katil de maktul de ateştedir." [el-Buhari rivayet etti] Daha sonra meseleler, İslam esasına göre değil de kafir Batının çıkarlarını gerçekleştirecek otoritenin ve servetin paylaşımı olan aynı yöntemle çözülmeye çalışılmaktadır.

Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde bizzat yöneticilerin ellerliye yaptıkları şeyler, siyasi ortamın gizli işbirliği ve insanların sessiz kalması yüzünden Sudan musibetlerin en büyüğü ile karşı karşıya kalmış bir durumdadır. Zira Sudan, kendisini parçalanmaya götürecek haram olan bir referandum ile Güney ve Kuzey olmak üzere ikiye bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ardından bunu ise yıkım, yok olma ve ülkenin servetlerine göz diken Amerika'ya icabet ederek Müslümanların beldelerinden şerefli bir parçanın bölünmesi takip edecektir.

Ey Sudan'daki Müslümanlar!

İyi biliniz ki Ramazanın Rabbi, diğer ayların da Rabbidir. O, küfür hükümleri ve batıl nizamların tatbik edilmesi karşısında sessiz kalmanıza asla razı olmayacaktır. Zira O, bizleri şu kavli ile zalimlere boyun bükmekten ve eğmekten sakındırmıştır:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de bulmazsınız." [Hûd 113]

İçerisinde yaşadığımız durum sadece dua etmek ve ibadetlerle iştigal etmekle asla değişmeyecektir. Bilakis bizleri izzetimize, onurumuza, şerefimize, dünyada şerefli bir hayata ve ahirette kurtuluşa kavuşturacak olan alemlerin Rabbini razı edecek amelin yapılması kaçınılmaz bir husustur. O amel ise Ramazan ayında gündüzleri saim, geceleri kaim olarak geçirmek ve Kur'an okumakla birlikte Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için samimi bir şekilde çalışmaktır. İşte tüm bunlar ve diğer salih ameller, ümmeti Allah'ın kitabı ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti ile hükmeden, insanları zalim kapitalist zulümlerinden Allah'ın adaletine ve dünyaya tapmaktan dünyanın ve ahiretin Rabbine tapmaya çıkarmak için Allah yolunda cihat eden İslami bir ümmete çevirecek farzların tacını yerine getirmesi noktasında mümin için birer teşvik ve takviyedir. O halde bu sene Ramazan ayı, bu samimi çalışmanın başlangıcı, batıla boyun eğip ondan razı olmanın sonu ve dinin livasını yükselten, Müslümanları birleştiren ilk İslam Devleti'ni kuran Habib-ul Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile Sahbe-i Kiramın yolu üzerinde yürüyeceğimize dair Allah'a söz vermenin yeni belgesi olsun.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER