Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Erdoğan İzlemiş Olduğu Gayri İslami Siyasetle İslam Ümmetinin Liderliğini Asla Hak Etmiyor!

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Vai Dergisi

Erdoğan İzlemiş Olduğu Gayri İslami Siyasetle İslam Ümmetinin Liderliğini Asla Hak Etmiyor!

YILMAZ ÇELİK

İslam ümmeti 3 Mart 1924’te Hilafetini kaybettikten sonra rotasını kaybetti ve oradan oraya savruldu. Her ne zaman ümmet yitiğini tekrar bulmak istese, bu konuda kıyama kalkmak istese bir üst akıl hemen devreye giriyor ve ümmeti hatalı ve saptırıcı yanlış yollara sürüklüyordu. Müslüman Türkiye halkı İslam’a olan inancından dolayı her daim kendine yakın gördüğü bir takım şahsiyet ve iktidarları desteklemiştir. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda Türkiye toplumu laik İngiliz jakoben uygulamalardan dolayı zulme uğramıştır. O dönem iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş açmış ve İslam’ı hatırlatan her ne varsa hayattan silmiştir. Bu uygulamalar sonucunda ise toplumda ciddi anlamda birtakım rahatsızlıklar meydana geldi. Müslüman Türkiye halkının sisteme olan kin ve düşmanlığının önüne geçmek ve toplumu yeniden sisteme entegre etmek için sistem kurucuları genel başkanlığını Adnan Menderes’in yaptığı Demokrat Partiyi devreye soktu. Adnan Menderes iktidara gelir gelmez yaptığı ilk icraat ise Türkçe okunan ezanı Arapça aslına çevirdi. Halk bu uygulamadan dolayı Demokrat Partiyi İslami bir parti olarak görmüş ve onu senelerce desteklemiştir.

Daha sonra ise Demokrat Parti’den daha fazla İslami görünüme sahip olan Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah partisini kuran Necmettin Erbakan’a yönelmiştir. Müslüman Türkiye halkı senelerdir sözde bir takım İslami söylem ve görünümlü olan, İslam’la hükmetmeyen aslında ise İslam’la yakından ve uzaktan hiç alakası olmayan bu tür demokrat partiler tarafından yıllarca aldatıldı. Şimdi de Müslümanları sisteme entegre rolünü üstlenen ve bu zincirin son halkası olan genel başkanlığını Erdoğan’ın yaptığı AK Parti ile kandırılmaya devam edilmiştir.

Biz bu makalemizde Erdoğan’ın yirmi yılda uyguladığı iç ve dış politikalar üzerinden AK Parti ve Erdoğan’ın siyasi kimliğini değerlendireceğiz. Erdoğan, İslâmcı, ümmetçi bir lider mi yoksa cumhuriyetçi, milliyetçi, demokrat bir lider mi ya da AK Parti, İslâmcı bir parti mi yoksa laik, demokratik, muhafazakâr bir parti mi?

2002 yılında iktidara gelen AK Parti ve Erdoğan öncelikle daha önce kopuk olan toplum ile devlet ve toplum ile yöneticiler arasındaki bağları yeniden tesis etmeye koyuldu. Amerikan’ın kendisine vermiş olduğu destekle ilk olarak siyaseten laik jakoben İngiliz anlayışını terk etti. Yerine daha yumuşak olan Amerikan demokrasisi ile halkı yönettiğinde senelerdir zulme maruz kalan bu toplumun kendisine olan teveccühünü gördü. Tabii ki Erdoğan’ın bu siyaseti kendisini iktidara getiren tam bir Amerikan kurnazlığı idi. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslami bir görüntüye sahip olması yani namaz kılması, Kur’an okuması, eşinin başörtülü olması, toplumda özellikle de Müslümanlar içerisinde büyük bir etki meydana getirdi. Ümmet Erdoğan’ı bu özelliklerinden dolayı sevmeye başladı, ona büyük bir teveccüh gösterdi.

Erdoğan, Amerika’nın kendisine vermiş olduğu siyasi destekle halkı memnun edici birtakım icraatlar ortaya koydu. Mesela; senelerdir kangren haline gelmiş eğitim ve kamudaki başörtüsü yasağını yasa ile değil toplumsal bir mutabakat ile çözüme kavuşturdu. Devlet daireleri, üniversiteler, ordu ve emniyet içerisinde bayanların başörtüsü takma yasağını kaldırdı. İmam Hatip okullarına getirilen kısıtlamaları kaldırdı. Erdoğan tarafından atılan bu adımlar Müslümanlar içerisinde İslami bir icraat olarak algılandı. Halbuki Erdoğan bunları demokratik özgürlükler çerçevesinde yapıyordu. Bir taraftan halkı memnun edici sözde adımlar atarken, diğer yandan sömürgeci kafirleri razı eden kapitalist demokratik küfür nizamını tatbik ediyordu. Öyle ki içeride laik, Kemalist, demokrat bir zümreyi razı etmek ve dışarıda ise kendisini iktidara getiren Amerika’yı ve Batı’yı memnun etmek adına Allah’ın haram kıldığı zinayı serbest bıraktı. Bu durumu özellikle zinayı serbest bırakma noktasında Erdoğan kendi ağzından şöyle ifade etti. “Biz AB’nin talepleri vs. doğrultusunda orada (zinayı serbest bırakma noktasında) böyle bir adımı attık ama yanlış yapmışız” derken diğer taraftan ise “benim dönemimden önce serbest kalmıştı” demiştir.

Oysa ki Allah Subhanehu ve Teala zinayı kesin bir şekilde haram kılmış ve şöyle buyurmuştur:

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَٓاءَ سَب۪يلاً

“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur.” [İsra 32]

Yine Erdoğan her ne kadar “İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ifade etmiş olsa da İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme çerçevesinde çıkarılan kanunlar ile aile kurumunun çatısı yıkıldı, temelleri sarsıldı. Eşcinsellik ve sapkınlık toplumda, özellikle genç nesilde yaygınlaştı. AB uyum yasaları kapsamında uygulamaya konulan tüm bu özgürlükçü yasalar, halkı İslâm’dan daha çok uzaklaştırdı. Muhafazakârlık vaadi ile “geleneği koruyacağını” söyleyen AK Parti, geleneğin tüm değerlerini yok etti.

Erdoğan bir taraftan “Küresel ekonomik sömürü düzenin kalbinde ne var, faiz var. Faiz düzeni zulüm düzenidir. Faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar, biz de bu düzene savaş açtık. 19 yıldır bunlarla savaş halindeyim. Hiçbir zaman da bu can bu tende olduğu sürece faizcilere hiçbir zaman yürüyün diyemem, onların ne yanında ne arkasında yer alamam. Çünkü bizim inandığımız bu noktada değerler silsilesi içerisinde faizin yeri yok. Biz faizle ayağa kalkan değil, inşallah hep söylüyorum, faiz sebeptir, enflasyon neticedir." ve aynı şekilde "Benden faizleri düşürmeyi beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu" derken diğer taraftan “faiz dünya gerçeğidir” diyerek İslam’ın haram kıldığı faizi meşrulaştırmıştır.

Halbuki Allah Subhanehu ve Teala faizi Allah ve Resulüne savaş açmak olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ

“Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizden arta kalanı terk etmezseniz) Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin.” [Bakara-279]

İslam’ın faiz hakkında bu açık nassına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, faiz, bankacılık, parasal sistem ve buna benzer münkerleri yaygınlaştırıcı bir siyaset takip etti.

Yine aynı şekilde bir dönem AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olan Binali Yıldırım, 2014 senesinde yapmış olduğu bir konuşmada “Biz iktidara gelmeden önce Tekirdağ’da 2 rakı fabrikası vardı, AK Parti iktidara geldikten sonra 18 fabrika oldu, önceden 1 marka vardı şimdi 7 marka var” diyerek partinin “İslâmcı(!)” kimliğini ortaya koydu.

Halbuki Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” [Maide-90]

Bunun yanı sıra yaklaşık yirmi yıllık AK Parti döneminde kumar ve bahis oyunları hakkında istatistik bilgisi vermeye gerek yok bile. Son yirmi yılda meşru bahis oyunları aracılığıyla kumar yaygınlaştırıldı. Bankalar üzerinden kredi ve faiz yaygınlaştırıldı. Özelleştirme adı altında devlet ve kamuya ait ne varsa birilerine peşkeş çekildi. Erdoğan bu ekonomik politikalarda İslâmcı hiçbir politika ve icraat ortaya koymamıştır. Kendisinin İslamcı(!) olduğunu söyleyen Erdoğan kendi koltuğunu koruma ve Batıyı razı etme adına İslam’a ne kadar muhalif uygulamalar varsa hepsini uygulamıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Kemalizm konusunda da son derece inişli çıkışlı bir politika izlemiştir. İktidara gelmeden önce bu konuda Müslümanları istismar etmiş ve ciddi bir şekilde makas değiştirmiştir. Erdoğan’ın 1994 yılında, “Elhamdülillah şeriatçıyız” 1996’da “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur”, yine aynı yıllarda; “Hem laik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya laik.” sözlerinden bugünlere gelindi. Ve yıl 2022… Hem laiklik hem de Atatürkçülük revaçta… Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı olan Erdoğan; Müslümanları hem laiklik hem de Kemalizm’e davet ediyor…

Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, “Şaşkınlıkla takip ettik ki, birileri tüm Türkiye'nin ortak değeri olan Atatürk'ü hala tekellerinde görmeye devam ediyor. AK Parti Anıtkabir'de, AK Partililer Anıtkabir'de. Bre ahmaklar, AK Parti kurulduğu günden beri Anıtkabir'e gidiyor, 10 Kasım törenlerine de katılıyor. AK Parti'nin hiç kimseye Atatürkçülüğünü kanıtlamaya ihtiyacı yoktur.” demiştir.

Görüldüğü üzere Erdoğan ve AK Partinin sistemle, Cumhuriyetle ve Mustafa Kemal’le hiçbir sorunu olmamıştır.

Nitekim eski AK Parti Sözcüsü Mahir Ünal ise katıldığı bir TV Programında; “Bizim, AK Parti siyasetinin Mustafa Kemal Atatürk ile ve cumhuriyetle hiçbir zaman, hiçbir sorunu olmadı… Bizim 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı kutlama afişlerimize baktığımızda, 'Biz kurduk', 'Biz koruduk' ve 'Biz yücelttik'. Bizim cumhuriyetimiz, biz milletiz… Bizim laiklikle, cumhuriyetle, Atatürk ile ilgili duruşumuz son derece nettir. Bizim bugüne kadar cumhuriyetle, cumhuriyetin kazanımları, değerleriyle, Mustafa Kemal Atatürk ile bir sorunumuz olmadı ki.” ifadelerini kullandı.

AK Parti sözcüsü Ömer Çelik de Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu vurgulayarak “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Kurtuluş Savaşı’mızın başkomutanı, devletimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Savaşı kahramanlarını rahmetle ve saygıyla yad ediyoruz. Cumhuriyetimiz, milletimizin asırlara dayanan büyük devlet geleneğinin birikimi ve billurlaşmış halidir.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapımı tamamlanan Atatürk Kültür Merkezi (AKM)'nin açılışında yapmış olduğu konuşmada İSE “sözlerimin hemen başında Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. yıldönümünü tebrik ediyorum. Cumhuriyetimizi bize armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm Millî Mücadele kahramanlarımızı yad ediyorum. Cumhuriyetimizi kuranlara borcumuzu 2023 hedeflerimizi ortaya koyarak ve bunları gerçekleştirmek için gece gündüz çalışarak ödemenin gayretindeyiz.” dedi.

Erdoğan’ın tüm bu gayri İslami söylem ve icraatlarına rağmen halen bugün daha Erdoğan’ın ajandasında İslam olduğunu zanneden ve bu konuda AK Parti ve Erdoğan’ı destekleyen Müslümanlar büyük bir yanılgı içerisindedirler. Aksine Erdoğan’ın ajandası laiklik, demokrasi, özgürlükler, milliyetçilik ve vatancılık gibi gayri İslami fikir ve hükümlerle doludur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bir taraftan kendi tabanını konsilide etmek için İslami söylemlere sarılırken diğer taraftan ise Batı’ya hoş görünmek ve onları razı etmek adına kendilerinin İslami bir parti olmadıklarını söylüyordu.

Erdoğan 10 Şubat 2008 tarihinde, Newsweek dergisi ile yaptığı söyleşide şöyle demiştir: “Türkiye, ‘İslam, demokrasi, laiklik ve modernite’ arasında bir denge sağlayarak insanların, hiçbir zaman başarılamayacağını söyledikleri bir şeyi başardı. Hükümetimiz dindar bir insanın laiklik fikrini koruyabileceğini kanıtlıyor. Batı’da AKP, her zaman ‘kökleri İslam’da olan bir parti’ olarak gösteriliyor. Bu doğru değil. AKP, sadece dindar insanlar için bir parti değil, biz ortalama Türk’ün partisiyiz...”

Yine 7 Nisan 2010 yılında Fransa’da yayımlanan Le Figaro gazetesine konuşan Erdoğan, Paris’e yapacağı ziyarete büyük önem verdiğini ifade ediyordu: “Bazı Fransızlar, bizim üye olmamıza ön yargıyla bakıyor. Bu görüşün değişmesi için çalışmamız gerekir.” Erdoğan, “Kendinizi ılımlı İslamcı bir parti olarak görüyor musunuz?” şeklindeki soru üzerine “Biz kendimizi böyle tanımlamıyoruz. Avrupa’da Hıristiyan Demokrat Partiler var. Ben siyasal İslam’ı kabul etmiyorum. AK Parti İslamcı bir parti değildir. Biz kendimizi muhafazakâr demokrat olarak görüyoruz. Avrupalı dostlarımız da bizi böyle görürlerse hakkımızdaki önyargılarından kurtulabilirler.” diyordu.

Yine aynı şekilde Suudi Arabistan’ın El-Arabiya kanalına konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Hilafetin geri getirilmesi gibi bir hayaliniz ya da isteğiniz var mı?” şeklinde yöneltilen soruya “Artık dünya bir değişim ve dönüşümün içerisinde. Bu değişim ve dönüşüm içerisinde bizler zaten hangi sistemi getirmek istediğimizi, şu anda nasıl bir dönüşümün olması gerektiğini bugüne kadar anlattık… Yani şu anda Türkiye’nin öyle bir hilafet derdi, bir hilafet meselesi ya da benzeri bir şey söz konusu değil.”

Ancak Erdoğan tüm icraatlarını İslami bir kisveyle sunmakta son derece maharetli ve profesyonel bir siyaset takip ediyordu. Olabildiğince makyavelist ve pragmatist bir bakış açısına sahip olması, çıkarları doğrultusunda kıvrak dönüşler yapabilmesi de en bariz özelliklerindendir.

Erdoğan’ın istismar ettiği konulardan bir diğeri ise şüphesiz ki demokrasi ve laikliktir. Dini devletten ayıran laiklik esası üzere devleti yönetirken; bir taraftan kendisinin ve bireyin laik olamayacağını söyleyip diğer taraftan cüretkâr bir şekilde devletin laik olabileceğini söyleyebilmekte ve siyasetini de bu paradigma üzerinden devam ettirmiştir. Nitekim 2006 yılında o dönem Başbakan olan Erdoğan, Mısır'da gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu Ortadoğu toplantısında bir gazetecinin "AKP din eksenli bir parti mi?" sorusuna "Biz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin mensubuyuz ve bütün çalışmalarımızı bu çerçevede yürütüyoruz. Bireysel olarak durumumu sorarsan; dindar olmaya çalışan bir Müslümanım ama bunun derecesini takdir etme yetkim yok." şeklinde yanıt vermiştir.

Oysa ki; Allah Subhanehu ve Teala demokrasi ve laiklik konusunda şöyle buyuruyor:

اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Hüküm yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk/ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [Yûsuf- 40]

Erdoğan, yine aynı şekilde demokrasi hakkında da makyavelist bir tavır ortaya koymuştur. Mesela; Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde söylemiş olduğu “Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız…” “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz.” Fakat bugün AK Parti ve Erdoğan açısından demokrasi bir araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmiştir. Her defasında demokrasiye vurgu yapması, onu övmesi bunun en bariz göstergesidir. Halbuki yarım yüzyıldan fazla, demokrasi, laiklik ve Cumhuriyete düşman olan ve onun değerlerine mesafeli duran Müslüman Türkiye halkı, AK Parti’nin uygulamada görünmeyen İslami söylemleri üzerinden rejimle barıştırıldı. Bu süreçte sapmalar yaşayan bazı İslami kesimler, menfaat gereği de olsa demokrasiye ve Cumhuriyete eklemlendi.

Erdoğan, Müslümanları sadece demokratik laik sisteme entegre etmekle yetinmemiş aynı zamanda Hilafet’in yıkılışının ve şu anda Ümmetin birliğini/vahdetini engelleyen sınırların tapusu olan Lozan konusunda da zikzaklar çizmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasının 94. yıldönümü nedeniyle yayınladığı mesajda, “bugün, Cumhuriyetimizin kurucu belgesi olan Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz. Aziz milletimizin her türlü yokluğa, yoksulluğa ve imkânsızlıklara rağmen yazdığı istiklal destanı, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanında tescil edilmiştir. Türk Milleti, Lozan Anlaşması ile bu topraklardaki bin yıllık varlığını hedef alan Sevr'i yırtıp atmış, bağımsızlığından asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya kabul ettirmiştir.” İfadelerini kullanmıştır. Fakat Erdoğan'ın Lozan Antlaşması'na ilişkin bir önceki yıl sarf ettiği sözler ise bunun tam tersiydi. Nitekim yıl dönümünden iki ay sonra ise Erdoğan, Lozan Anlaşması hakkında bu defa da “bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'da verdik. Zafer bu mu?' demişti.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm icraatlarında tam bir pragmatist bir zihniyete ve bakış açısına sahiptir. İşte bu zihniyet ve bakış açısını yansıtan olaylardan biri de şüphesiz ki; 2009 yılında düzenlen Davos zirvesiydi. O dönem Başbakan olan Erdoğan’ın Yahudi varlığının Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e yönelik bebek katili sözü zirveye damgasını vurmuştu. Fakat ne hazindir ki, bugüne kadar çocukları, kadınları, yaşlıları katleden ve onları yurtlarından süren gasıp Yahudi varlığı ile ilişkiler “bebek katili” bir ülke statüsü ile değil, dost ve müttefik bir ülke statüsü ile sürdürülmeye devam etmiştir. Mesela; Yahudi varlığı tarafından Gazze’ye uygulanan ambargoyu delmek için Türkiye’den yola çıkan Mavi Marmara gemi hadisesinde önce Yahudi askerleri tarafından Müslümanların katledilmesinden sonra Yahudi varlığı için terörist ve katil tanımlamasını kullanmış, sözde Yahudi varlığı ile tüm siyasi ve ticari ilişkileri kopardığını ilan etmişti. Ancak yine adeti olduğu üzere bu tavrından ve söylemlerinden dönüş yaparak Mavi Marmara yolculuğunu organize eden kuruluşlara tepki göstermeye başlamıştır. Fakat 2016’da önceki tavrından ve söylemlerinden dönüş yapan Erdoğan “Siz kalkıp da Türkiye'den böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı, Gazze'ye bugüne kadar hep yaptık, yapıyoruz. Filistin'e yaptık, yapıyoruz ama bunları da yaparken bizler bir yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi neyse bu diplomasi içinde yaptık, yapıyoruz. Bundan sonra da yapacağız. Bunları davul zurna çalarak değil, edebi, adabı içerisinde yaptık, yapıyoruz.” Demiştir. Ardından katledilen kişileri aileleri için istenen tazminat ile meselenin üzeri kapatılarak ilişkiler normalleştirilmiştir. İşin daha da ilginç yanı ise güya Türk-İsrail ilişkilerin en kötü olduğu dönemlerde dahi aralarındaki ticaret hacminin artmış olmasıdır. Nitekim Erdoğan’ın “İşgal ve terör devleti” olarak nitelendirdiği Yahudi varlığı ile arasındaki ticaret hacmi rekor kırmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 1,4 milyar dolar olan Yahudi varlığı ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, şu an yaklaşık 6,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırmıştır. Üstelik askeri ilişkiler de daima süregelmiş, Yahudi varlığının pilotları Türkiye’de eğitim görmeye devam etmiştir.

Erdoğan bir taraftan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği 16. konferansı açılış oturumunda “Filistin meselesinin İslam işbirliği Teşkilatı’nın yapı taşlarından olduğunu, Kudüs’ü savunmanın insanlığı savunmak olduğunu, Gazze’ye yönelik haksız ve vicdansız ablukanın devam ettiğini, Kudüs davasının sadece bir avuç cesur Müslümanın davası olmadığını ve İslam aleminin tamamının ortak davası olduğunu” söyleyerek Filistinli Müslümanlara sıcak mesaj gönderirken diğer taraftan ise “Türkiye İsrail ilişkileri bölgemizin istikrarı ve güvenliği bakımından hayatidir. Özellikle batılı ülkelerde yükselen İslam düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı karşıtlığı ile mücadelede dayanışma içerisinde olmamız gerekiyor" diyerek Yahudilere sıcak mesajlar göndermiştir.

Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe'de Türk Yahudi Toplumu ve İslam Ülkeleri Hahamlar İttifakı üyelerini kabulünde şunları söylemiştir:

“Kudüs başta olmak üzere Filistin meselesinde atılacak adımlar, sadece Filistinlilerin değil, İsrail'in de güvenlik ve istikrarına katkı yapacaktır. Gerek İsrail Cumhurbaşkanı sayın Herzog, gerekse Başbakan sayın Bennett ile yeniden canlanan diyaloğumuzu bu bakımdan önemsiyorum. Türkiye-İsrail ilişkileri bölgemizin istikrarı ve güvenliği bakımından hayatidir. Tabii bu konuda özellikle sizlerin desteğini önemsiyorum. İş birliğimizi geliştirmeye, yüksek potansiyelimizi daha iyi değerlendirmeye hazırız. Temas ve diyaloğu sürdürmeye önem veriyorum, zira bunun ortak menfaatimize olduğuna inanıyorum."

Yine aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan, işgalci Yahudi varlığı Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile görüştüğünü belirterek, Türkiye’yi ziyaret edebileceğini belirtti. Erdoğan, Doğu Akdeniz’de işgalci Yahudi varlığı ile iş birliği olasılığını değerlendirerek bu konuda şöyle dedi: “Amaç, olumlu yaklaşımlarla ilerleme sağlamaktır. Karşılıklı kazan kazan esasına dayalı olduk sonra elimizden geleni yapacağız.”

Halbuki daha önce “Ben görevde olduğum müddetçe İsrail’le olumlu bir şey düşünmem mümkün değil. Ben varsam İsrail yok!” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni Amerikan siyaseti gereği daha önce bebek katili ve terör devleti dediği işgalci Yahudi varlığıyla iş tutuyor. Sözde gergin olan diplomatik ve ticari ilişkileri de yeniden güçlendirmek istiyor. Yine Amerikan siyaseti gereği işgalci Yahudi varlığıyla normalleşme-ihanet- adımları atıyor. Bir taraftan Kudüs bizim davamızdır gibi içi boş, sahte ve yerine asla getiremeyeceği popülist söylemlerle Müslümanları aldatırken diğer taraftan Amerika ve Yahudi varlığını razı etmek için tüm gücünü bu uğurda sarfediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ihaneti sadece Filistin’le sınırlı değildir. Aynı ihanet adımlarını Suriye’de de attığını görüyoruz.

Arap Baharı’nın 15 Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıçraması ile birlikte Amerika tıpkı Afganistan ve Irak işgallerinde olduğu gibi Suriye rejimini korumak için Türkiye’yi harekete geçirdi. Türkiye, rejimin devrilme ihtimaline karşı “Suriye Ulusal Koalisyonu” adı altında Türkiye’de ağırlayarak örgütlemeye başladı. Diğer yandan da sahadaki mücahit grupları maddi ve askerî olarak destekleyerek onları “İslâmi Hilâfet” fikrinden “demokratik Suriye” fikrine dönüştürmeye çalıştı. Amerika’nın kurduğu Cenevre masasını tek çözüm yolu olarak gösterdi. Zira 30 Mart 2012’de BM Güvenlik Konseyi’nin daimî temsilcilerinin yanı sıra Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin katılımıyla toplanan Cenevre 1 Konferansı’na göre güvenlik ve askerî kurumlar korunarak sözde muhalefet ile rejim arasında ortak geçici hükümet kurulması hedefleniyordu. Böylece Batı, devrimi kontrol altına alabilecek, nübüvvet metodu üzere Hilâfet’i ilan ederek, Müslümanlar tarafından doldurulacak siyasi bir boşluğun oluşmasına izin verilmeyecekti. Bu çözüme direnenleri ise “terörist” ve “radikal” yaftasıyla yaftalayarak, onları rahat bir şekilde vuracak, öldürecek ve böylece Hilâfet’in kurulması projesi ve İslâm’la savaşmanın bir aracı olarak kullanacaktı. Batı’nın ve bölge devletlerinin propagandasını yaptığı “sivil ve çoğulcu devlet” kavramı ise sadece gözleri boyamak, hak ile bâtılı birbirine karıştırmak içindi.

AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ümmetin en acılı coğrafyası olan Suriye’ye ilişkin siyasetini tamamen bu gaye üzerine bina etti. Muhacirlerin Türkiye’ye alınması ve zaman zaman Suriye’de Amerika’ya parazit çıkaran Avrupa’ya karşı bir şantaj malzemesi olarak kullanılması bu gaye içindi. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatları bu gaye içindi. Rusya ve İran’la yapılan Astana ve Soçi mutabakatları bu gaye içindi. Muhaliflerin İŞİD ve PYD ile savaş bahanesiyle mevzilerinden çıkarılarak başta Halep olmak üzere birçok şehrin Esed rejimine teslim edilmesi bu gaye içindi. Ateşkesler, çatışmasızlık bölgeleri bu gaye içindi. Suriye halkının İdlib’e sıkıştırılarak sonunda Esed rejimine boyun eğdirilme planı yine bu gaye içindi. Oysa ki Erdoğan’ın bütün imkanlarını seferber ederek büyük bir aldatmaca ile ihanet ettiği Suriye halkının gayesi “Suriye laikliğin son kalesidir” diyerek efendilerini yardıma çağıran zorba Esed rejimini İslâmi Hilâfet Devleti ile değiştirerek âlemlerin Rabbini razı etmekti. Lakin Erdoğan Suriye halkına gözünü ve kulağını kapayarak onları cellatlarına teslim etti. Banyas’tan gelen mektuplara, Hûle’den, Guta’dan Halep’ten ve daha nice şehirlerden yapılan yardım çağrılarına icabet etmedi. Tıpkı Amerika gibi Esed rejiminin devrilmesindense, Suriye halkının devrilmesini tercih etti. 10 yaşındaki Suriyeli bir kız çocuğunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik feryadında dile getirdiği gibi “Suriye halkı boğazlanırken ordusunu seferber etmeyen bir iktidar” olarak tarihe geçti. Kısacası Amerikan yörüngesinde hareket eden Erdoğan, Suriye devrimine ve halkına ihanet etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yine aynı şekilde ihanet adımlarını Doğu Türkistan politikasında da devam ettirdi. Çin’in kirli ve kanlı parası karşılığında, Doğu Türkistan işgali ve Müslüman Uygurlara yapılan soykırım seviyesindeki korkunç zulüm, işkence ve asimilasyon politikaları görmezden gelindi. 2000 yılında 1 milyar dolar olan iki ülke arasındaki ticaret hacmi, AK Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber şu an 126 milyar 80 milyon doları buldu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70’inci Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla hazırlanan “Çin Kültür Günü” etkinliği kapsamında Ankara’nın simgelerinden Atakule’ye Çin Halk Cumhuriyeti’nin bayrağı yansıtılarak işgalci katil devletin 70’inci kuruluş yıldönümünü kutladılar. Türkiye’de ki bazı belediyeleri Çin’le kardeş belediye ilan ettiler. İktidarın İstanbul Havalimanı’na, Çinli yolcuların deneyimlerini artırmak için hayata geçirdiği uygulamalar neticesinde “Çin Dostu Havalimanı” belgesi verildi. Çince levhalar, Çince bilen personeller, Çince dijital uygulamalar vb. şeyleri hayata geçirdiler.

AK Parti sözcüsü Ömer Çelik 2021 yılında yapmış olduğu bir konuşmasında şöyle diyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti Çin'in egemenliğine ve tek Çin politikasına saygı duymaktadır. Dünyanın her yerindeki ülkelerin terörle mücadelesinde tabii ki saygı duyuyoruz. Ama burada Uygur Türklerine dönük ihlaller, oradan yansıyan görüntüler, oradan bize ulaşan mesajlar aslında baktığımızda da hem tutumumuzu hem de bu konularla ilgili beraber çalışma arzumuzu Çin makamlarıyla da paylaşıyoruz, paylaşmaya devam ediyoruz. Bu konudaki çalışmalarımızı da devam ettiriyoruz.’’

Yine aynı şekilde 2019 yılında Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne ilişkin yapmış olduğu açıklamada dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Bizim beklentimiz tek Çin çatısı altında Uygur kardeşlerimizin huzur ve barış içinde yaşamalarıdır" dedi.

Aslında hem Çavuşoğlu hem de Ömer Çelik iktidarın, Çin’in Doğu Türkistan’a dönük uygulamış olduğu asimilasyon politikalarına, Doğu Türkistan'ın işgaline ve zulmüne destek verdiğini açık bir şekilde ifade etmiş oldular.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Afganistan’la ilgili politikasında da Amerikan çıkarlarına göre hareket etti. AK Parti iktidara geldiğinde Türk askerlerini Afganistan’dan çekmeyerek ABD öncülüğündeki Haçlı koalisyonun yanında yer aldı. Ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan ve 16 Ocak 2002’de İngiltere’nin liderliğinde göreve başlayan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti’ne (ISAF) kendisinden önceki hükümet gibi destek vermeye devam etti. ABD’nin 20 yılın sonunda Taliban ile anlaşarak Afganistan’dan çıkmasıyla birlikte Türkiye’de 27 Ağustos 2021 tarihinde Afganistan’dan tüm askerlerini geri çekti. Bu süreçte Türk askeri Afganistan’da her ne kadar muharip bir güç olarak yer almasa da kafir ABD ve bir Haçlı örgütü niteliğinde olan NATO ile birlikte hareket ederek bir İslâm beldesinin işgaline ve Amerika’nın suçlarına ortak oldu. Müslümanların kanını döken Amerika ile birlikte tam bir iş birliği ve koordinasyon içerisine girdi. Tabii ki AK Partiyi Afganistan’a sürükleyen saik, Amerika ile birlikte yürüttüğü müttefiklik ve sıcak dostluk ilişkisi idi.

Buraya kadar anlatılanlardan şu sonuca ulaşmak mümkündür. Cumhurbaşkanı Erdoğan iç siyasette Amerika ve kendi çıkarına göre hareket ederken dış siyasette ise tamamen Amerikan siyasetine ve çıkarlarına göre hareket ediyor. Irak, Afganistan, Suriye, Filistin, Mısır ve Libya gibi Ortadoğu bölgesine yönelik temel siyasetinde Amerikan yörüngesinden dışarı çıkmıyor. Her ne kadar iç kamuoyunda Amerikan karşıtı bir siyaset yürütüyormuş gibi görünse de bölgede Amerika adına vekalet savaşı yürütüyor. Bu konuda Amerika’nın ayak izlerini adımı adımına, karışı karışına takip ediyor. Ümmetin uyanışına ve kurtuluşuna vesile olmak şöyle dursun, Erdoğan Müslümanları uyutan ve sömürgeci kafirler teslim eden bir politika izlemiştir.

İşte tüm bunlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yürütmüş olduğu politikaların sonucudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan her daim pragmatist ve popülist bir siyaset takip etmiştir. Siyasetinin merkezine sahih olanı (İslami) değil reel olanı esas almıştır. Erdoğan inişli çıkışlı günü birlik siyasetle Müslümanları senelerce oyalamıştır. Bununla birlikte Erdoğan’ın tüm politika ve icraatlarında görülen tek yön ne yazık ki İslam değil, başta sömürgeci Amerika olmak üzere Batılı devletlerin maslahatlarıdır. Erdoğan’ın icraatları asla ve kat’a İslami değildir. Yaklaşık 20 yıllık iktidarı boyunca tek bir konuda dahi İslami bir icraatı olmamış, bilakis iç ve dış siyasetinde Allah’ın haram kıldığı bir siyaset üzere yürümüş ve halen de yürümeye devam etmektedir.

Halbuki 2002 yılında Erdoğan ve partisi iktidara geldiğinde gerçek bir lidere hasret kalan İslam Ümmeti, ne kadar da heveslenmiş, nasıl da ümitlenmişti. Eski izzetli günlerine dönecekleri ümidiyle Erdoğan’a, kalplerinin kapılarını açmışlardı. Ama o bu fırsatı kaçırdı ve bu şerefi elinin tersiyle itti. Allah’ın indirdiği en üstün din olan İslam’ı hayata hâkim kılmaktansa, Batılıların projelerine meyletti. Belki Batılıların nezdinde bir itibar kazandı ama İslam Ümmeti nezdinde itibarını kaybetti.

Son olarak Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın şu sözü ile bitiriyoruz:

يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَؕ

“(Aslında) onlar, (böylece) Allah’ı ve iman etmiş olanları kandırmak isterler. Hâlbuki kendilerinden başka kimseyi kandıramazlar ve bunu da fark etmezler.” [Bakara 9]

Kaynak: H. Receb-Şaban-Ramazan 1443 – M. Şubat-Mart-Nisan 2022 tarihinde yayınlanan El-Vai Dergisi’nin 426. 427. ve 428. sayısı.

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER