- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Kapitalizm Tam Bir Irkçıdır İslam ise İnsanlık İçin Bir Rahmettir!
Bu yılın 24 Şubat’ında Rusya'nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’nın ulusal sınırlarını sonuna kadar açmasına ve iki haftadan kısa bir süre içinde üç milyondan fazla Ukraynalıyı kabul etmesine neden olan büyük bir mülteci kriziyle sonuçlandı! Avrupa’nın gösterdiği bu istisnai tepki, Avrupalı liderlerin ve Batı medyasının gösterdiği Avrupa merkezli güçlü ırkçı siyasi irade nedeniyle bu büyük mülteci krizini yönetme yeteneğini ortaya koymuştur.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bu noktaya değinerek şöyle dedi: “Putin’in bombalarından kaçmak zorunda kalan herkes açık kollarla karşılanacak.”
Dolayısıyla 2017 yılından bu yana Ukraynalılara hemen geçici koruma sağlanarak erkek, kadın, çocuk ve evcil hayvanlarının -ki evcil hayvanlar için vize veya pasaport gerekmeksizin- AB ülkelerine giriş yapma ve istedikleri ülkeyi kendileri seçebilme imkanı sağlanmıştır.
Danimarka Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Matthias Tesfaye de Danimarka'nın Ukraynalıları korumak için Avrupa merkezli tercihini yineleyerek şunları söyledi: “Avrupa’da savaş olduğunda ve bir Avrupalı komşu Ukrayna’da gördüklerimize maruz kaldığında, aklımızda hiç şüphe olmaksızın: Ukraynalıları Danimarka topraklarında ağırlamak yoluyla elimizden geldiğince yardım etmeliyiz...” Ayrıca Danimarka hükümeti, sığınma kurallarını askıya alacak yasalarla Ukraynalılar için bu karşılamayı kolaylaştırmaktadır. Danimarka’da iktidardaki Sosyal Demokrat Parti’nin bir sözcüsü CNN’e şunları söyledi: “İltica sisteminin bir parçası olmayacaklar.” Bunun yerine, Danimarka Göçmenlik ve Entegrasyon Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, okula, eğitime veya işe hızlı bir şekilde başlayabilmeleri için önerilen yasa Ukraynalıların oturma izni almasını kolaylaştıracaktır.”
Partisini sözde mücevher yasası projesine zorlayan eski Liberal Parti göçmenlik bakanı Inger Stöjberg, Facebook’ta (9/3/2022)’de yazdığı bir yazısında açıkça ırkçılığı ve Avrupalı Hristiyanlığı hakkındaki görüşlerini ifade ederek şöyle dedi: “Ukraynalı mültecilere yardım etmeyi Somalililere ve Filistinlilere tercih ettiğimiz gerçeği konusunda dürüst olabiliriz... Kimse bunu olduğu gibi söylemeye cesaret edemiyor: Bunun nedeni Ukraynalıların bize daha çok benzemesi ve öncelikle de Hıristiyan olmalarıdır.”
Ardından Bulgaristan Başbakanı Kiril Petkov şöyle dedi: “Bu insanlar zekiler; kültürlü insanlar... Bu, kim olduğundan emin olamadığımız insanlardan oluşan, alışık olduğumuz mülteci dalgası gibi değildir. Zira onlar gizemli bir geçmişe sahipler, hatta terörist bile olabilirler.” Son olarak ve açık bir şekilde İspanyol aşırı sağ partisinin lideri Santiago Abascal, İspanya parlamentosu önünde alkışlanırken şunları söyledi: “Bunlar gerçek mültecilerdir: kadınlar, çocuklar ve yaşlılar Avrupa’ya kabul edilmelidirler. Artık herkesin, bu mülteciler ile Avrupa’yı istikrarsızlaştırmak ve sömürgeleştirmek amacıyla sınırlarımızı geçen zorunlu askerlik çağındaki Müslüman gençlerin işgali arasındaki farkı anlaması gerekiyor.”
Ayrıca Batı medyası da, Avrupalılar için bir yasa, Müslümanlar ve Afrikalılar için de başka bir yasa olması konusundaki ırkçı ve barbar tutumlarını yüksek sesle ve net bir şekilde dile getiriyor.
CBS News’in baş dış muhabiri Charlie D'Agata canlı yayındayken şunları söyledi: Ukrayna, “tüm saygıyı hak etmekle birlikte Irak veya Afganistan gibi on yıllardır şiddetli çatışmalara tanık olan bir yer değildir. Bu, nispeten bir uygarlık, nispeten de Avrupalı. -Yine bu kelimeleri çok dikkatli seçmem gerekiyor- Ayrıca şehir, orada bunların olmasını beklemediğimiz veya meydana gelmesini ummadığımız bir şehir.”
Sonra eski Ukrayna Başsavcı Yardımcısı ile röportaj yapan ve ağa şunları söyleyen BBC de vardır: “Bu beni çok duygulandırıyor. Çünkü mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalıların… her gün öldürüldüğünü görüyorum.” BBC sunucusu, soru sormak veya yorumu eleştirmek yerine, “duygularınızı anlıyorum ve saygı duyuyorum” diye kesin bir yanıt verdi.
Gazeteci Philippe Corby, BFM France’ta Ukrayna hakkında şöyle söyledi: “Burada Putin destekli Suriye rejiminin bombalamasından kaçan Suriyelilerden bahsetmiyoruz. Hayatlarını kurtarmak için bizim arabalara benzeyen arabalarla ayrılan Avrupalılardan bahsediyoruz.” Son olarak Polonya’dan bir ITV kanalındaki bir gazeteci şunları söyledi: “Şimdi onlara hayal bile edilemeyecek şeyler oldu. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa!”
Gazeteci ve yazar Peter Oborne şunları söyledi: “Batılı kardeşler olarak bizler, kendimizi gözden geçirmeye ve değerlerimizin neler olduğunu sormaya ihtiyacımız vardır? Her zaman ve her yerde gerçekten bağlı olduğumuz bir takım etik standartlarımız var mı? Çünkü Avrupa’daki insanlar için birtakım değerlerimiz ve Avrupalı ve beyaz olmayan insanlar için de birtakım değerlerimiz yoksa, o zaman biz ırkçıyız ve aynı zamanda barbarız demektir.”
Bu nedenle Avrupa’nın, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupalı mültecileri koruma ve “evrensel” bir uluslararası dilde ifade edilen ve “herkesin” başka bir dili arama ve bu dilden yararlanma hakkını taahhüt eden 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin arka planı mesabesinde olan tarihsel bir tercihi vardır. Zulümden dolayı sığınılacak ülkeler; Gerçek şu ki, Avrupa, Amerika, Kanada, Avustralya veya Yeni Zelanda’daki sığınma başvuruları, tercihen beyaz Avrupalı Hıristiyanlara verilmektedir.
İslam açısından olana gelince; sığınmacıların korunmasına ilişkin sözleşme, Hilafete zimmet ehline yönelik belirli yükümlülükler yüklemiştir. Dolayısıyla onlar, Allah’ın, Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ve İslam dininin kefaletiyle bizim barınağımız ve himayemizdeki komşularımızdır. Bu yüzden her kim onlardan birine karşı haksız bir sözle veya itibarını zedelemek veya ona eziyet vermek suretiyle bu yükümlülükleri çiğnerse, Allah’ın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ahdini çiğnemiş olur. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَلَا مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِداً أَوْ انْتَقَصَهُ أَوْ كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ أَوْ أَخَذَ مِنْهُ شَيْئًا بِغَيْرِ طِيبِ نَفْسٍ فَأَنَا حَجِيجُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Dikkatli olun. Kim bir zimmiye zulüm ederse yahut onu(n hakkını) kısarsa, veya ona gücünün yetmeyeceği bir vergi yüklerse, ya da gönülsüz olarak ondan bir şey alırsa, kıyamet gününde onun hasmı benim.”
Hilafetin tarihinde mülteciler için nasıl sığınak ve koruma sağlandığını gösteren birçok örnek vardır:
- Yahudilerin 1492’de İspanya’dan sürülmesinden sonra Halife İkinci Beyazıt onlara Osmanlı Hilafetine sığınmalarını emretti, hatta onları toplamak için İspanya’ya gemiler gönderdi. 250.000 mülteci geldi ve ağırlıklı olarak İstanbul ve Selanik’e yerleştiler.
- On beşinci yüzyılın yetmişli yıllarında, (teslis (inancını) inkar eden) muvahhid Hristiyanlar, kardeşlerinin zulmünden kaçtılar ve onlara İslam topraklarında sığınak verildi.
- Rusya’nın 1784’te Kırım’ı, 1864’te de Kafkasya’yı işgal ettikten sonra bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar, gemi ve kara yoluyla Anadolu’ya geldiler.
- 1917-1921 yılları arasında 200.000 kadar Çarlık Rusu, Bolşevik Devrimi’ne karşı çıkmalarının ve buna müteakip iç savaştan kaçmalarının ardından gemiyle İstanbul’a nakledildiler; başlangıçta kalıcı evlere ve binalara taşınmadan önce mülteci kamplarına yerleştirildiler.
- Tarihçi Stanford Shaw, “Yahudiler, Türkler ve Osmanlılar: On Beşinci Yüzyıldan Yirminci Yüzyıla” adlı kitabında şunları yazdı: “Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca Avrupa’dan gelen Yahudi mülteciler için güvenli bir sığınak sağlamıştır. On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudilerin büyük ölçekli göçlerinin olduğu iyi bilinmektedir ...Bununla birlikte daha sonraki Yahudi nüfusunun Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik hareketleri çok daha az bilinmektedir. Ancak yıllar içinde, birçok Avrupalı Yahudi bireysel veya küçük gruplar halinde siyasi, ekonomik veya dini nedenlerden dolayı Osmanlının kontrolü altındaki bölgelere yerleşmeye devam ettiler. On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında, küçülen Osmanlı topraklarına yönelik Yahudi mülteci akını yeniden artış gösterdi.”
1845 İrlanda’daki büyük kıtlık sırasında Osmanlı Hilafetinin cömertliği net olarak belgelenmiştir. Nitekim Halife Birinci Abdülmecid, başkalarına yardım ederken İslami cevabı şu sözlerle özetledi: "Benim dinim beni konukseverlik yasalarına uymaya zorluyor." Müslümanlar zaten herhangi bir maddi kazanç olmadan özverili yerleşik bir hayırseverlik (sadaka) mefhumuna sahiplerdir. Çağımızda ihtiyacımız olan şey ise bu zihniyetin seviyesini yükseltmek ve bunu devletin siyasi düzleminde uygulamaktır. Ki ancak bu şekilde bugün dünyadaki milyonlarca mülteci gözetilebilecek ve korunmaları için topraklara yerleşmelerine izin verilebilecektir. Böylece ümmet, sadece insanlığın geri kalanına karşı olan görevini yerine getirmekle kalmayacak, bilakis dünyaya İslam’ın adaletini de göstermiş olacaktır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazdı
Sureyya Emel Yesna