Pazar, 15 Muharrem 1446 | 2024/07/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Raye Gazetesi

Yahudi Varlığının Ortadan Kaldırılması Rabbani Bir Karardır… Ve İslam Ümmetinin Bu Kararı Uygulaması Gerekir!

Hizb-ut Tahrir Mübarek Toprak (Filistin) Medya Bürosu Üyesi Halid Said’in Kaleminden

Yahudi varlığının ortaya çıkışı, dünyadaki herhangi bir devletin ortaya çıkışı gibi doğal değildir; zira onun temeli cürüm ve kan dökülmesine dayalı olup Haganah, İrgun ve Stern çeteleri, en iğrenç suçları işleyen varlık ordusunun ilk çekirdeğini oluşturmuş, insanları katledip toprakları gasp etmiş ve o dönemde İngiltere liderliğindeki sömürgeci güçler tarafından desteklenen cürmündeki büyük yalanın propagandasını yaparak tüm bunları örtbas etmeye çalışmıştır; bu yalanlardan biri, Filistin’in halksız bir toprak olduğunun söylenmesidir. Nitekim meşum Balfour Deklarasyonu ile meşhur olan İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un beyanatı, bu yalanı doğrulamak ve mübarek toprakları anormal ufuklar için bir yurt haline getirmek amacıyla gelmiştir; oysa bu, hakkı olmayan birinin, hak etmeyen birine verdiği bir vaattir.

Gerçek şu ki; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılmasının ve mirasının İngiltere ve Fransa liderliğindeki sömürgeci güçler arasında paylaşılmasının ardından İslam Devleti’nin yokluğu olmasaydı, İngilizlerin bu günahkâr saldırısı olmayacaktı. Zira Sultan İkinci Abdülhamid Rahımehullah’ın temsil ettiği Hilafet Devleti, Batı’nın Müslüman ülkelerdeki arzularına karşı güçlü bir kale oluşturduğu gibi Yahudilerin mübarek topraklar Filistin’deki hayallerini ve emellerini gerçekleştirmelerine giden tüm yolları kesmiştir. Nitekim mesele, Sultan Abdülhamid’in, dönemin Siyonist hareketinin lideri olan Herzl’e yazdığı mektupta ifade ettiği şu sözlerde gayet açık ve nettir: “Doktor Herzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben Filistin topraklarından bir karış dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil, İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar için savaşmış ve orayı kanları ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet Devleti parçalanırsa işte o zaman (Yahudiler), Filistin’i para ödemeden alabilirler… Ancak biz hayatta kaldığımız sürece bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade etmeyiz.”

Bu kısa mektup ve sayılı kelimeler karşısında bir yanda sömürgeci Batılı güçleri ve diğer yanda Yahudiler, Hilafet Devleti’nin bölgedeki emellerini gerçekleştirmenin önünde aşılmaz bir engel olduğunu anladılar. Bu yüzden sömürgeci Batı’nın projesi ile Siyonist proje arasında sefil bir evlilik oldu; zira Hilafeti yıkmayı taahhüt ettiler ve ne yazık ki onlar için bu, hala acısını çektiğimiz ve bu güne kadar göğsümüze çöreklenen yöneticilerin altında zillet, aşağılanma, parçalanma, kaybolma ve bölünme gibi acılarını tattığımız bazı Arap ve Türklerin ihaneti ve gizli anlaşmalarıyla gerçekleşti; zira onlar, bir yandan beldemizdeki sömürgeci efendilerinin çıkarlarını gözetmek için çalışırlarken diğer yandan da ümmetin ve canlı güçlerinin, Yahudi varlığını kökünden söküp atma ve ortadan kaldırma yönünde hareket etmesini engelleyerek Yahudi varlığı için koruyucu bir çit oluşturdular.

Nitekim bu günümüzde bir deformasyon oluncaya kadar Filistin davasını cüceleştirmek için Filistin davasına karşı birçok yalan ve saptırma uygulandı. Zira Filistin davası, iki milyar Müslümanla ilgili bir davayken Filistin ile ilişkiler sadece Araplarla sınırlandırıldı, ardından mesele, Filistin davasını maruz kaldığı en büyük yara olarak gören Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsili çerçevesinde cüceleştirildi; zira dava, işgalciyle (ajanlık) güvenlik koordinasyonunu kutsayan bir otoritenin ve herhangi bir düzeyde siyasi vizyonunun olmamasının yanı sıra varlıkları ve hareketlerinde Filistin’i çevreleyen müfrit ve engelleyici ajan ve hain rejimlerle bağlantıları olmasından dolayı kararları kaybeden çatışan grupların altında onu sınırsız bir düşüş ve çöküş düzeyine ulaştıran ulusal bir çerçeveye hapsedildi.

Yahudi varlığı, gerek Batılı güçler tarafından sağlanan yaşam nedenleri ve güç açısından, gerekse Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimler tarafından sağlanan himaye ve koruma açısından sahip olduğu her şeye rağmen hala bir yok oluş karmaşası içinde yaşamaktadır; varlığın liderleri ve sakinleri de bu mübarek topraklarda bulunmalarının meşru olmadığı noktasında kolektif bir bilince sahip olup delil arama ve araştırma yönündeki tüm girişimleri ise kendilerini ikna etmek içindir. Sonra dünyayı toprak hakları olduğu noktasında ikna etmede başarısız oldular ve başarısını sıvazlamaya ve günlerini saymaya başladılar; hatta liderlerinin ve fikri ve siyasi seçkinlerinin çoğu, varlıklarının sekizinci on yılına ulaşamayacağından korktuklarını açıkladılar.

Yahudi varlığının yok olacağının kaçınılmazlığı, tartışmaya ve yoruma tabi değildir; zira Kur’an-ı Kerim, Yahudi varlığının yok olacağını vaat ederek buna karar vermiştir: وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُBu, Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden asla dönmez.” [Rum 6] Dolayısıyla bu vaadin vuku bulması ve gerçekleşmesi sadece bir an meselesidir. Dolayısıyla Yahudiler ne kadar zorba ve kibirli olurlarsa olsunlar, her geçen gün onları ölüme biraz daha yaklaştırmakta olup mesele, İslam ümmetinin bu vaadi yerine getirme sorumluluğuna ne ölçüde ikna olduğuna bağlıdır. Şüphesiz bu kanaat, İslam ümmetinin içindeki geniş bir akımda mevcuttur; bunun kanıtı ise, ümmetin varlığı kabul etmeye yönelik tüm ehlileştirme projelerini kabul etmemesidir. Zira ümmetin kitleleri, Yahudi varlığı ile normalleşmeyi kesin bir şekilde reddediyorlar ancak Yahudi varlığını ve mübarek toprakları işgal etmesini reddetmenin dışında talep edilen şey, ümmetin beldemizdeki mevcut rejimlerin kendisini varlıktan ayıran, ona ulaşmayı ve ondan kurtulmayı engelleyen bir duvar olduğunu idrak etmesidir. Bu yüzden vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir bağlamında, ümmetin bu yöneticileri ortadan kaldırması ve Filistin’e giden yolu engelsiz bir şekilde açması gerekir.

Burada biz, imkansız ve olmayacak bir şeye davet etmiyoruz; zira olaylar, Yahudi varlığının kırılganlığını ve zayıflığını ve herhangi bir gerçek arenada karşı karşıya gelemeyeceğini defalarca kanıtlamıştır. Ayrıca ümmet, özellikle ordular olmak üzere maddi ve insani gücün unsurlarına da sahiptir; bu da ümmetin, Yahudi varlığını en düşük maliyetle ortadan kaldırmaya muktedir olduğunu, hatta bedeli ağır olsa bile ümmetin ve Filistin halkının buna hazır olduğunu göstermektedir. Zira onlar, Filistin Nakbası’nın (büyük felaketin) 75 yılı boyunca, mübarek toprakları müdafaa etmek, muhafaza etmek ve ondan vazgeçmemek için en kıymetli ve değerli şeyleri feda etmekten geri durmadılar ve bunu ihmal etmediler.

Bizler, Allahu Teala’nın vaadini yaşayacağımızdan eminiz ve kalplerimiz buna olan imanla doludur: فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” [İsra 7] Allah’tan, vaat edilen zafer gününün şahitleri ve askerleri olmayı niyaz ediyoruz.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 445. Sayı - 31/05/2023

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER