Cuma, 20 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Amerikan Projesine Hizmet Eden Erdoğanlı Türkiye’nin Tutumunun Vahameti

بسم الله الرحمن الرحيم

Amerikan Projesine Hizmet Eden Erdoğanlı Türkiye’nin Tutumunun Vahameti

Yazan: Asam Şeyh Ğanem

Erdoğan, Türkiye’nin Amerika’ya ve onun politikasına hizmet etmek için attığı adımları ve ülkenin kaynaklarını bunun için kullandığını aktardı. Zira kendisi, davranışlarında Müslümanların kılığına bürünmek, İslami hareketleri-Ilımlı İslam’ı- desteklemek ve bundan daha da kötüsü kendisine inanan ve dost sayan Müslümanları bölmek hususunda mahirdir. Bu ise bize, bir ölçüde Mısır Devlet Başkanı Abdul Nasır’ın yaptıklarını hatırlatıyor. Zira o da kitleleri coşturup heyecanlandırıyor ve medya organları ise insanlara onu Yahudileri yemeye hazırlanan bir balıkmış gibi sunuyordu.  Nitekim insanlar ona inanmış, onu alkışlamış ve takip etmişlerdi. Ancak ümmeti 48 hezimetinden 67 hezimetine sürükledi, ümmet daha da kötüleşti ve daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Az bir farkla da olsa Erdoğan bugün geri döndü. Suriye’de olduğu gibi ümmet uyanmadan felaketlerden oluşan yeni rolünde bazı insanlara kendini kabul ettirmek için kendisini İslami bir lider gibi gösteriyor. Nitekim Erdoğan ümmeti, Beşşar ve rejiminin felaketinden Halep’in teslimi felaketine sürükledi ve ümmeti gerisin geriye götürmek için kendisi de aynı yolda yürümeye devam etti. Bu durumun vahametini hissettiğimiz  için bu hususa parmak basmak gerekir. Öncelikle gerçekten iman ediyorsak bu hususu dinimize götürmeli, sonra da kendimizi Erdoğan’ın Amerikan istihbaratı ile birlikte Müslümanlar için kazmış olduğu kuyudan uzaklaştıracak tutumlar benimsemeliyiz.     

Bunun da öncesinde müminin ihtiyatlı ve uyanık olması, boş sözlere aldanmaması, dahası gerçekten doğru sözlülerden ise liderlerin konuşmalarını takip etmesi ve vakıaya uygunluk boyutunu görmesi gerektiğini söylemeliyiz. Zira sırf konuşma, tam olarak gerçeği yansıtmaz. Mesela Netanyahu’nun 2017’de Washington’u ziyareti Trump yönetiminin Yahudi varlığına yönelik desteğini teyit ettiği gibi aynı şekilde Abbas'ın Washington’u  ziyareti de Amerika’nın Filistinliler’e yönelik başka bir desteğini teyit ettiğini görmüyor musunuz? Nitekim birçokları her iki ziyarette de diplomatik güzel bir konuşmanın olduğunu işittiler. Ancak işin aslı tüm Amerikan yönetiminin sıkı bir şekilde Yahudi varlığının arkasında durduğu ve Washington tarafından Filistinlileri desteklediklerine dair kayda değer bir konuşmanın sadır olmadığıdır.  Ayrıca Erdoğan, Suriye devriminin başında ikinci bir Hama’nın yaşanmasına izin vermeyeceğini söylemişti. Bu güzel bir sözdü. Ancak Abdul Nasır’ın Yahudiler ve Filistin hakkında söylediği söz gibi tamamen aldatıcı sözden ibarettir.  Oysa uyanık ve ihtiyatlı bir Müslüman, Suriye devriminin sürdüğü yıllarla ilgili şu soruyu sormalıdır: Beşşar’ın katliamlarına karşı Suriye halkını korumak için Erdoğan ne yaptı?  Cevap korkunç olacak! Ama Erdoğan hiçbir şey yapmadı. Dahası Amerika, İran ve Rusya gibi uzak ülkeler tarafından Suriye’deki mücrim rejime yardım verilmesini sağladı. Ancak Kuzey Suriye sınırına yerleşen Erdoğan, insanları rejimin katliamlarından korumak için tek bir adım dahi atmadı. Dahası mücrim rejimin bombalarından birçoğu Türkiye’ye kadar ulaştı. Hatta Türklerden bazılarını öldürmesine rağmen Erdoğan konuşmaktan başka bir şey yapmadı.          

Erdoğan’ın yaptıkları, insanları aptal yerine koyma sınırına yükseldi! Aksi taktirde yorumcular, Erdoğan’ın 2016 yılında Yahudi varlığı ile olan bütün ilişkilere yeniden başlama kararı almasını, Hamas Hareketi’nin lideri Halid Meşal’i davet etmesini ve Ankara’da onunla bir araya gelmesini nasıl yorumluyorlar acaba? Sanki o Türkiye halkına şunu söylemek istiyor: Türkiye’nin Yahudi varlığı ile olan bütün ilişkilere yeniden başla hususunda atmış olduğu bu adımını Hamas Hareketi destekliyor. Yoksa bu adımın anlamı nedir? Dolayısıyla siyasi adımları değerlendirirken saf olmak caiz değildir. Zira siyasi meselelerde saf olan bir kimse, ayaklar altında ezilen bir kimsedir. Çünkü ne Amerika gibi kafir devletlerde ne de Erdoğan gibi Amerika’yı takip edip savunan ve onun çıkarlarını gerçekleştirmek dışında hiçbir şey yapmayan kimsede bir hayır yoktur. İşte bu gerçekleri anlamayan bir kimse, kendisini ezilmek için ayaklar altına koymuş demektir. Maalesef ılımlı İslam olarak adlandırılan birçok hareketlerin ve Erdoğan ile birlikte olan Suriye örgütlerinin yapmış oldukları işte budur.    

Burada dikkatlerimizi Muhammed (s.a.v)’in Dırar Mescidini yıkmasına verelim; içimizden bu eyleme naif (safca) bir şekilde bakan bir kimse, Kerim Rasul’ün içerisinde Allah’a ibadet edilen bir mescidi yıktığını sanacaktır! İşte bu saf bakış, bu eylemi reddedecektir! Ancak bu mescidin nifak ve Allah’ın dininden uzaklaştırmak üzerine bina edildiği idrak edildiğinde tam olarak bu eylemin önem ve ehemmiyeti de idrak edilmiş olur. Müslümanların Efendimiz Muhammed (s.a.v)’in yapmış olduğu şeylere tam bir teslimiyet gösterip bu fiilini çok fazla tartışmadıkları doğrudur. Ancak Müslümanların çoğunda var olan saf bakış, onları (Dırar Mescidinde Allah’a ibadet edilmesi hakkında söylediğimiz gibi) Erdoğan’ın İslami bir yüze sahip olduğu görüşüne sevk ederken onun iki yüzlü olduğu görüşüne sevk etmiyor. Ayrıca bu kimseler, Erdoğan hakkındaki aşağıdaki gerçekleri de sorgulamıyor:

Bu “Müslüman Lider”, söz ve amel olarak İslam’a ve Müslümanlara son derece düşman olan, Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’te, dahası elinin uzandığı her yerde öldüren, yıkan ve ölüm saçan Yahudi varlığı ile diplomatik ve askeri ilişkilere neden devam ediyor? Sadece bu bile Erdoğan’ın yönetimde ikiyüzlü olduğu, yani davranışının Dırar Mescidinin davranışı gibi olduğu hususunda yeterli değil midir?!

Neden Erdoğan İslam ile yönetmiyor? Neden laik küfür hükümleri üzerinde devam ediyor? Gücü mü yetersiz geliyor? Oysa ordu kendi elleri altında, halk kendini destekliyor, partisi parlamentoda mutlak çoğunluğa sahip ve kanunları baştan aşağı değiştirmeye de muktedir! Bazıları kendisini “tedricilik düşüncesiyle oyalıyor”.    Oysa Erdoğan 2003 yılından günümüze kadar iktidarda olduğu halde Türkiye’de tatbik ettiği kaç tane yada kaç oranında İslami hüküm var? “Kendisini bununla oyalayan” kimse bu oranın sıfır olduğunu görecektir. Zira Türkiye parlamentosu İslam’ın herhangi bir hükmünü kabul etmemektedir. Dahası bundan daha fazlasını bile görecektir. Zira  BBC’nin 27.08.2016 tarihli haberinde şöyle geçti: “Türkiye hükumeti, cumartesi gününden itibaren bayan polislerin üniformasıyla aynı renk olması ve herhangi bir desen içermemesi koşuluyla resmi polis şapkasının altından turban takması kararı aldı.”  Oysa Sisi ve diğer Arap rejimlerinin, uzun zamandan beridir başörtüsüne izin verdikleri biliniyor. Yani “Müslüman Lider” Erdoğan, İslami eğilimlerde Sisi’den daha da geridedir.   

Müslüman Kardeşlerin Mısır Başkanlığını kazanmasının ardından yaptığı Mısır ziyaretinde “Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısırlılara anayasanın laik devletin ilkelerine göre olması çağrısında bulundu. Yine Erdoğan, uydu kanallarının birinde katıldığı bir programda, Mısırlılara Laiklik ilkelerine dayalı bir anayasanın hazırlanması çağrısında bulundu.[Kanal El-Alem-14.09.2011.] Yönetimde İslam’ın benimsenmediği bu açık çağrının karşısında aklı başında birinin, Erdoğan’ın “İslami bir model” mi olduğunu söylemeli yoksa Müslümanları İslamdan uzaklaştırma ve laikliğe yaklaştırma çağrısında bulunan ikiyüzlülüğün canlı bir modeli mi oluğunu söylemeli? Peki bu aldatılan Müslümanlar Allahu Tea’lanın şu kavlinin Erdoğan’a uygun olup olmadığını hiç düşündüler mi:

إِنَّ اللّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًاElbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.[Nisa-140] Eğer uygunsa ona karşı takınılması gereken tutum ne olmalı acaba?

Dahası “Müslüman bir lider”, neden Amerikan uçaklarının Türkiye’deki İncirlik’ten kalkıp Suriye’deki Müslümanları bombalamasına izin veriyor? “Nitekim üst düzey Amerikan yetkilileri, Perşembe günü Türkiye’nin, ülkenin güneyinde bulunan İncirlik hava üssünü DEAŞ örgütüne baskınlar düzenlemek için Amerika’nın kullanmasına izin verdiğini açıkladı ki bu da Amerikan liderliğinde uluslararası askeri ittifakın kapasitesini artıracaktır. Yine yetkililer, Amerika başkanı Obama ile Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir telefon görüşmesi sırasında bir anlaşmaya vardıklarını söylediler.[El-Cezira.net-27.07.2015] Nitekim Amerikan baskınlarının DEAŞ, El-Nusra Cephesi, Ahraruş Şam ve diğer örgütleri kapsadığı da  biliniyor. Şimdi “Müslüman bir lider” nasıl olur da kafirlerin Müslümanları öldürmesine izin verip onlara olanaklar sağlayabilir?!

Suriye’deki güçlerine asker ve mühimmat temin etmek için Rusya’nın kullandığı geçitler, bizzat İstanbul ve Çanakkale boğazlarıdır. Rusya’nın doğrudan katılımı öncesinde de bu deniz geçitleri, Suriye’deki Müslümanları katletmek amacıyla gerekli olan silah ve mühimmat için mücrim Beşşar rejimine uzanıyordu. Peki “İkinci bir Hama’nın” olmasına izin vermeyeceğini söyleyen “Müslüman bir lider” neden Rus ölüm makinelerinin Avrupa ve Asya’yı ikiye ayıran bir kanal olan İstanbul’un göbeğinden  geçişine izin veriyor? Şimdi bazıları bu geçitler hakkında uluslararası anlaşma var Türkiye bunu ihlal edemez diyeceklerdir? Bunlar, kendilerini ikna etmek için bir yol arayan aciz kimseler olup bu anlaşmayı imzalayan Türkiye’nin bunu değiştirebileceğini, hatta geçişleri Rusya’nın yüzüne kapatabileceğini idrak edemedikleri gibi yönetimin manasını da idrak edemiyorlar. Efendimiz Muhammed (s.a.v), Medine-i Münevvera’ya hicretten önce yardımına aşırı şekilde ihtiyaç duymasına rağmen Beni Şeybe Kabilesinin “Kisra’nın nehirlerinin olmamasını” şart koştuğu yardımını reddetti.   Oysa Beni Şeybe’nin şartı çok basitti. Kendisiyle aralarında anlaşmanın olduğu Fars devletinin dışında Muhammed (s.a.v)’in savaşılmasını emrettiği herkesle savaşacaktı! Şimdi bu kişiler, onların yardımını reddetti diye Efendimiz (s.a.v)’in aşırıcı olduğunu mu yoksa Beni Şeyben ile Fars devleti arasında yapılan uluslararası anlaşmalara bağlı kalmayıp  onun ihlal edilmesi çağrısında bulunduğunu mu söyleyecekler? 

Yukarıda belirtilen bu dört nokta, Erdoğan’ın ikiyüzlülüğünün sadece denizde damlaları kadardır. İslam’ın ve Allah’ın indirdikleriyle yönetmenin onun nazarında hiçbir değeri yoktur. Onun için varsa yoksa Amerika ve Batının istekleridir. Erdoğan’ın yanında ağırlığı olan şey işte budur. Allah’ın ayetlerine ve Müslümanlara yardım etmeye gelince; bunların hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı gibi bunların onun zihninde ve fiillerinde hiçbir değeri de yoktur. Ayrıca o, bazen sözlerini gizliyor ki bu, kendilerine düşman olanların saflarında olmalarına rağmen müminlerin yanında durumlarını ortaya çıkaran münafıkların vakıasıdır. Erdoğan’a olumlu bakan bir Müslüman, bu olumlu bakışının ahirette makamını yükselteceğini mi sanıyor yoksa salih amellerinin veya bir kısmının boşa gitmesine sebep  olacağını mı? Ya da kitabı verilinceye kadar bunun aklını başına getireceğini mi!

Şimdi Erdoğan’ın Amerika’ya hizmet etmek için takip ettiği politikanın vahametini açıklayacağız ki bu hususta en çok dikkatimizi çeken dünyanın gündemine oturan bir nokta olması hasebiyle Suriye’ye yönelik politikasıdır:   

Suriye, Amerika için çok büyük İslami riskler içermekle birlikte Allah’ın şeriatı ile yönetilmesine ilişkin sadık ve ciddi talepler devrimin, İslami bir devrim olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Suriye, Batı’nın hızla kontrol altına aldığı Mısır, Libya ve Tunus örneğinde olduğu üzere diğer devrimler gibi olmamıştır. Zira Amerika, Suriye devrimi ile savaşmak için tüm araçlarını çalıştırma ihtiyacı hissetmiş, devrimin hararetini söndürmek için İran ile Rusya’yı devreye soktuğu gibi soğuğun şiddetini azaltmak için de Suudi Arabistan ve Türkiye’yi devreye sokmuştur ki bunu da çevreleme politikası olarak adlandırmışlardır. Nitekim Amerika bir takım cihetleri savaş için devreye sokarken Türkiye ve Suudi Arabistan gibi diğer bir takım cihetleri de sözde devrime yardım etmek için devreye sokmakta ve “eğer devrimi durdurmak istiyorsan, onu baltalamak için kesenin ağzını açacaksın” teorisi üzerine devrimcileri dolarlara boğmaktadır. İşte Erdoğanlı Türkiye’nin yaptıkları bunlardır.  Nitekim Türkiye, Suriye sahasında aşağıdaki şekilde Amerika’ya hizmet etmeye başladı:

Birincisi: Amerika’nın Suriye Büyükelçisi Ford, devrimin liderliğini oluşturmak için Türkiye’de konferanslar düzenlemektedir. Zira Amerika, bunun akabinde Suriye Devrim Liderliği adı altında kendisine ajanlık edecek bir liderlik oluşturmak istemektedir. Devrimci Suriye halkının liderliğini ele geçirmek umuduyla da bunları uydu kanalları yoluyla tanıtıp meşhur etmekte ve başkanlar ve krallar gibi karşılamaktadır. Amerika’nın atmış olduğu adımlar bu minvalde olup Türkiye ise bir maşadır. Dolayısıyla o, konferanslar düzenlemekte, otel muhalifleri olarak bilinen Suriye muhalefetinin seyahat ve otel masraflarını karşılamakta ve Türkiye’de Suudi Arabistan gibi Amerika’nın diğer kalan araçlarını belirlemektedir. Bilcümle Türkiye, devrimin siyasi liderliği olarak gösterilecek olan Suriye muhalefetini oluşturmak için açık bir şekilde Amerika ile birlikte hareket etmektedir. Mesela Suriye Ulusal Konseyini oluşturdu, ardından Koalisyonu ve sürgün hükumetini oluşturdu. En son olarak da Bugün Cenevre’de tanık olduğumuz Müzakere Heyetini oluşturdu.     

İkincisi: Askeri düzeyde; Türkiye, CIA ile görüştürmek için Beşşar rejiminden ayrılan muhalif subaylara çağrıda bulundu. Ayrıca Amerikan ajanlarının faaliyetleri özellikle (2011, 2012, 2013) yıllarında çok büyük seviyede oldu. Eğer “Müslüman lider” Erdoğan onlara istihbarat sağlayarak açık bir şekilde hizmet etmemiş olsaydı kesinlikle Suriyelilerle temasa geçmeleri imkansız olurdu. Bu istihbarat faaliyetleri, Suriye Devrimi Askeri Komutanlığı, Yüksek Askeri Komuta Konseyi ve son olarak da Askeri Konsey gibi kuruluşları üretmiştir. Türkiye ve Amerika istihbaratları tarafından doğrudan üretilen bu kuruluşlar, Suriye’deki grupların liderliğini almaya çalışmakta olup buda Türkiye’nin sağladığı bu mali desteği elde etmeye sevk etmektedir. Nitekim milyonlarcasının ayartılması ve devrimci unsurlara maaşlar ödenmesi sayesinde kuruluş liderlerinden birçokları, Türkiye’nin istihbaratı ve CIA ile ilişki kurmak için Türkiye’ye akın etmişlerdir. Türkiye’nin bu istihbarat çabaları, Suriye devriminde tugay ve ketibe liderlerinden kendisiyle çalışan bir ağ kurma imkanı vermiştir. Aşırı tefrite kaçan bu liderlerden bazıları, milyonların gözleri önünde, doğrudan Amerikan İstihbaratının ajanları olup onun emirlerine itaat etmektedirler. Ama orta derecede tefrite kaçanlar ise kendilerine Amerika’nın emirlerini dolaylı olarak sağlayan Türkiye istihbaratının ajanı olmuşlardır. Bilcümle “esneklik” ve “ılımlı İslam” kokusu gelen Suriye liderlerinden birçoğu Türkiye istihbaratının ağına düşmüştür. Her ne kadar bazıları doğrudan Amerikan istihbaratıyla birlikte olsa da.

“Russia Today” internet sitesi 01.04.2017 tarihinde bu ilişkileri ifşa etti ve “Amerikan İstihbaratı “CIA’nın” idare ettiği “Askeri Operasyonlar Odasının” tek bir varlık altında birleşmek koşuluyla “ılımlı” olarak ifade edilen Suriye Muhalif guruplarının tamamına ulaştığını” söyledi. Ayrıca “El-Hayat” Gazetesi “Muhalif Liderlik” adı altında şu sözlere yer verdi: Türkiye’nin güneyinde “Askeri Operasyonlar Odasındaki” yetkililer, “gurupların elemanlarına yeniden aylık maaşlar ödemek ve Amerikan tipi anti tank füzelerinin teslim edilmesi de dahil silahlandırmak yerine yeni bir varlık oluşturup askeri bir liderlik kurmak için Feylak'uş Şam'ın lideri Fadlallah Hacı başkalığındaki tek bir varlığın altında birleşmek koşuluyla mali ve askeri destek için gurup liderlerinin Washington listelerine dahil edildiğini bildirdiler. Gazete şunu da ekledi: Karar, “Ceyş En-Nasr”, “Ceyş el-İzze “, “Özgür İdlib Ordusu”, “Ceyş-ul Mücahidin”, “Tecemmu Festakim” ve iki sahil gurubu da dahil gurupların Halep, Hama, Lazkiye ve İdlib ilinin kırsal alanlarına yayılmalarını içeriyor. Ayrıca bu adımın, Fethuş Şam da dahil birtakım  gurupları içeren “Heyet Tahrir el-Şam” ile savaşmayı hedeflediğini de ekledi.   Gazetenin adını vermek istemediği bir liderlik ise şöyle dedi: “CIA, katılımcıların birleşmelerini dayattı ve bize kabul edebileceğimiz başka bir seçenek bırakmadı.

Bu ilişkileri gizleyen El-Cezire’ye gelince; çünkü Katar ülkesi, Türkiye ile iletişim halinde ve Ürdün ise Suriye devrimini sabote ediyor. Aslında El-Cezire bir haber yayınladı ancak Amerikan istihbaratının talebiyle Astana’daki ihanet forumunda yeni bir varlığın oluşacağından bahsetmedi.  

Üçüncüsü: Amerika, “Almog” ve “Moum” olarak Ürdün ve Türkiye’de Suriye devriminin gidişatını kontrol eden odalar inşa etmiş ve bu odalardan, Suriye arenasındaki askeri eylemleri kısır döngü içerisinde yürütmeyi amaçlamaktadır.  Bu odalardan kaynaklanan en önemli şey “kırmızı çizgiler” ve çalışmalarını bu Amerikan odaları ile koordine eden örgütler oldu. Türkiye, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün desteğini alan bu örgütlerin Şam, sahil şehirleri ile Hristiyan, Alevi ya da Şia’nın olduğu herhangi bir şehide savaşmaları yasaktır. Bu odalarla bağlantısı olmayan örgütler ise “terör örgütleri” olarak adlandırılmaktadırlar. Bu nedenle Suriye’deki devrim, Şam ve sahil şehirlerine yaklaşmaksızın kısır bir döngü içerisinde döner hale gelmiştir.

Dördüncüsü: Bu örgütlerin büyük ölçüde bu Amerikan odaları ile bağlantısı olduğundan Amerika bu örgütlerden “Terörizm” ile savaşmalarını, yani Beşşar rejimiyle savaşmayı terketmelerini ve DEAŞ ve El-Nusra ile savaşmaya yönelmelerini talep etmektedir. Tabii DEAŞ’de de birçok hatalar söz konusudur. Zira bu ajan örgütler, DEAŞ ile savaşmaya transfer olmak gerekçesiyle Almog ve Moum odalarını buldurlar. Ancak Nusra Cephesi ile savaşmak için bir gerekçe bulamadılar. Ya da DEAŞ ile savaş ile rejim ile savaşı birbirine karıştırır hale geldiler. Ancak bunları sadece “kısır döngü” çerçevesinde yaptılar. Yani bunu, muhterem Amerikan odalarının verdiği mali desteğe ve harekete geçirdiği askeri desteğe göre yaptılar. Böylece devrimciler arasında haram olan iç savaş patlak verdi ve bu sayede Beşşar rejimi de rahat bir nefes aldı.

Beşincisi: Suriye devrimi, Moun ve Almog odalarının pençesine düşmeyen birçok muhlis gurupları da içermektedir. Dolayısıyla Amerika’nın Suriye devrimini vurması için ağır darbeye ihtiyacı vardı. Bu ise yönetimine birtakım başarılarla son vermek isteyen Obama yönetiminin bitmesine yakın bir zamana denk geldi. Nitekim Amerika, kendisine sadık guruplar ve büyük ölçüde de istihbaratlarının rolleri sayesinde son bir baskı için “Müslüman Lidere” büyük baskı uyguladı. Zira muhlis örgütler, Halep’in doğusundaki kuşatmayı kırmak amacıyla bunlarla savaş gerilmeye başladı. Çünkü Amerika, kuşatmayı kırma girişimlerinde başarılı olmaması için Türkiye’nin Halep dışındaki savaş alanlarından kendisine sadık guruplar çıkarmasını istiyordu. Nitekim savaş Halep çevresinde şiddetlendiği sırada “Müslüman Lider” Erdoğan, 24.08.2016 tarihinde DEAŞ ile savaşmak için “Fırat Kalkanı” operasyonu açıkladı ve Türk askerleri, Türk topraklarında bulunan “Ilımlı Muhalefetin” yüzlerce savaşçıları eşliğinde –ki bu savaşçılar, bu maksatla donatılmışlardı- Suriye’nin kuzeyindeki Cerablus şehrinin sınırlarını geçmeye başladı. Bazı saflar da bunun Halep kuşatmasını kırmak için atılan bir adım olduğunu zannetti ama bu “Müslüman Liderin” düşüncesinde olandan çok uzaktı.

Türkiye kendisine sadık olan guruplara şiddetli baskı uygulama isteği aldı ki böylece Türkiye’nin DEAŞ’e karşı “Fırat Kalkanı” operasyonuna katılımıyla birlikte bu gurupların liderlerine para temin etti, onlara Türkiye’de barınak ve oteller sağladı. Böylece bu guruplar Halep’in çevresinden çekildiler ve Ceraplus’taki Türkiye cephesine ayrıldılar. Nitekim Rusya El-Yevm 25.08.2016 tarihinde, “Fırkat-ul Hamza”, “Feylak-uş Şam”, “Sultan Murad”, “Hareketu Ahrar-uş Şam”, “Zengi Hareketi”, “Ceyş-ut Tahrir”, “Sukurul Cebel”  ve “Şam Cephesi” gibi guruplardan binlerce savaşçının Türkiye’nin emirlerine istinaden Halep’in Güney Batısından çekildiklerini bildirdi.[Rusya El-Yevm-25.08.2016]. Haber kaynakları, şuan “Fırat Kalkanına” katılan toplam Özgür Suriye Ordusu güçlerinin beş bin savaşçıya ulaştığından bahsediyorlar.  “Müslüman Lider” Erdoğan’ın “Fırat Kalkanı” operasyonunun en önemli sonuçlarından biri de Halep Cephesini zayıflatmak ve Halep’in güneyindeki Ramuse ile tüm askeri bölgeleri yeniden işgal edilmesi, yani Halep’in doğusundaki kuşatmanın yeniden tıkanması için Rusya ve İran tarafından desteklenen mücrim Beşşar güçlerine imkan sağlamaktır.   

Altıncısı: “Müslüman Lider” Erdoğan’ın bu büyük başarısının ardından Amerika, şuan Suriye devrimine daha sert bir darbe indirebileceğini gördü. Bu yüzden Erdoğan’dan, Halep’ten çekilmeleri için kendisine sadık olan guruplara baskı uygulamasını istedi ve o da bunu yaptı. Zira devrimcilerle birlikte en büyük şehri rejime teslim etmeye zorlamak için bu guruplara şiddetli baskılar uyguladı. Nitekim 16.12.2016 tarihinde Rusya El-Yevm Kanalı, “Rodoskui’nin, ılımlı muhalefetin militanlarından yaklaşık 3500 tanesinin silahlarını bırakıp teslim olduklarını ve bunlardan 3 bin tanesinin affa uğradığını söylediğini “ açıkladı. Yani “Müslüman Lider” Erdoğan, ordusu Kuzey kırsalında iken Halep’i kurtarmak yerine kendi cemaatinden olduklarından dolayı Halep’ten çıkmaları için onlara koridor sağladı. Erdoğan, Halep yaralıları için Türk hastanelerinin açıldığını açıkladı. Ayrıca haberler şöyle bir eklemede de bulundular; Halep’teki muhlis guruplar, diğer gurupların karargahlarını ve savaşmaksızın arkalarında bıraktıkları silah depolarını kontrol altına almıştır. Bu da büyük oranda bu gurupların, Türkiye’nin isteğine yanıt verdiğini veya ya doğrudan, ya müzakere heyeti yoluyla, ya Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından sunulan zehirli kirli paralara eli bulaşan askeri liderler yoluyla ya da Türkiye’nin yalan politikası yoluyla baskılara boyun eğdiklerini göstermektedir. Sonuç olarak bu guruplar, ister kendilerine Türkiye garantörlüğündeki orduya teslim etme görüntüsü vererek ayrılma şeklinde olsun, ister yenilgi görüntüsünün ardına sığınma ve özellikle Halep’in güneyinde olmak üzere geriye kalan gurupları yüzüstü bırakma şeklinde olsun Halep’te savaşmayı bıraktılar ve böylece Halep’i teslim etme operasyonu fiilen gerçekleşmiş oldu. Eğer bu sahneler olmamış olsaydı mücrim ordu hızlı bir şekilde Halep’i kontrol edemezdi. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyindeki devrimin kalesi ve Amerika’nın boğazına takılan diken şayet askeri yeteneklerle olmuşsa bu da Halep’te tam bir yıl boyunca sert bir direnme gücünün olduğunu göstermektedir. Yine aynı şekilde “El-Yevm El-Cedid” 07.12.2016 tarihinde Türkiye yanlısı bu guruplar hakkında şöyle bir haber yayınladı: “Halep’teki guruplar” ilk defa Halep’teki sivillere şehri terkedip ölümden kurtulmalarını talep eden broşürler dağıtmaya başladılar. Aynı şekilde “Asya News” 07.12.2016 tarihinde şunu dile getirdi: “Muhalefet sayfaları, liderleri hakkında “devrimcilere ihanet ettiler” şeklinde sızıntılar aktardılar. Zira haber, Çarşamba sabahından itibaren şehrin teslim edilmesi ve tamamen boşaltılması için Halep’teki bazı silahlı gurup liderlerinin Washington ile temaslarının olduğunu onayladı. Sayfalarında da bunu, “kendi ifadelerine göre liderlere Halep’i Suriye hükumeti ve İran’a teslim etmek zorunda bırakan Rus-Amerikan anlaşması olarak” nitelendirdiler.  

Halep’te rejime, Rusya’ya ve İran’a yönelik hummalı bir şekildeki kampanya paralelinde diğer bir askeri yön ise Türkiye’nin el-Bab şehrinde DEAŞ’e karşı başka bir kampanya başlatması olmuştur. Dolayısıyla “Müslüman Lider” Erdoğan’ın Halep teslimatını tamamlamak için kustuğu son zehir işte budur. Çünkü bu şekilde tam da Halep’e hummalı bir kampanyanın başlatılmasına paralel olarak savaşçıların hızla Halep şehrinden çıkıp el-Bab şehrinde kendilerine ihtiyaç duymak zorunda kalmalarına yönelik bir gerekçe ortaya çıkmış olacaktır. Amerikan projelerini  uygulama hususunda ruhsat alıp bu derece dejenere olmaktan memnun olan “Müslüman Lider” Erdoğan’ın nezdinde Halep’teki Müslümanları korumanın ve onları savunmanın hiçbir değeri yoktur. Dolayısıyla Türkiye’nin kendisine yakın gurupları yalnızlığa terketmesi ve “Fırat Kalkanı” altında el-Bab savaşına katılması için onlara ağır baskı yapmasıyla birlikte muhlisler kendilerini Halep çevresinde en zayıf bir durumda bulmuşlar ve kuşatma altındaki şehirde bulunan kardeşlerini kurtarmak için yeterli gücü bulamamışlardır.

Yedincisi: Bu geri çekilmeler ve bunun öncesinde şehrin kuzeyindeki teslimat operasyonları, güney-batıya geri çekilinceye kadar devrimcilerin kontrolü altında olan diğer mahalleleri de daraltmıştır. Mesela diğer mahallelerden kaçan sivillerin büyük rakamlara ulaşmasının ardından dar bir alanda kalan Selahaddin ve El-Sakra’nın kolları gibi. Ama burada şok edici ve daha da korkunç olanı, silahlı gurupları ve sivilleri Halep’ten tahliye etmek için Türkiye’nin Rusya ile bir anlaşmaya vardığını açıklaması olmuştur. “Suriye muhalefeti kaynakları, ateşkes yapılması ve Halep’in doğusunda muhasara altında kalan mahallelerden silahlı gurupların ve sivillerin tahliye edilmesi için Esed rejimiyle anlaşmaya varıldığını ve uygulamanın Çarşamba sabahı başlayacağını vurguladılar. Nitekim Fransız Haber Ajansı, Nureddin Zengi gurubu içerisindeki bir yetkilinin şu sözlerini aktardı: Anlaşma, Rusya ve Türkiye’nin sponsorluğunda gerçekleşmiş olup ilerleyen saatlerde uygulamasına başlanacaktır. Ayrıca Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Halep’te bir ateşkese varmak özellikle ayrılmak zorunda kalsınlar diye sivillere bir alan açmak için ülkesinin Rusya ile temaslarını yoğunlaştıracağını açıkladı.” Şimdi 13.12.2016 haberleri: Halep’i teslim etmesi karşılığında Erdoğan’a bahşedilen değer, Obama’nın ağzından çıkan şu çok basit birkaç söz olmuştur; “Başkan Obama, muhalefet ve sivillerin güvenli tahliyesine izin verilmesi için Halep’te aracılık etmesinden dolayı başkan Erdoğan’a şükranlarını ifade eder.” ABD Dişişleri Bakanlığı Twitter Hesabı-16.12.2016.

Böylece “Müslüman Lider” Erdoğan’ın birbirini takip eden hizmetleri ve uzun yıllar boyunca Suriye devriminin tasfiyesi için Amerika’ya yönelik istihbaratları netleşmiştir. Peki Türkiye, Suriye devriminin bel kemiğini kıran Amerikan girişimleri için nasıl Amerika ile adım adım yürüyebildi? Nitekim çevreleme, iletişim ve bağlantı girişimleri Amerikan istihbaratının odalarında oldu ve devlet hazinesinden milyonlarca doların boşaltılması politikasını devrimi desteklemek için harcamak yerine Amerika için kullandı. Bu paraların birçoğu ise Suriye’deki ajan liderlerin şahsi hesaplarına gitti ki Türkiye bunu biliyor ve hatta buna teşvik ediyordu. Zira ajanların düşürülmeksizin inşa edilmeleri imkansızdır. Hatta paralar, maaş olarak dürüst bir şekilde devrimcilere gitmiş olsa bile bu liderlere baskı yapmak zor olacaktı. Zira düşürme operasyonları olmadıkça baskı kolay ve mümkün olamazdı.  

Suriye devrimindeki muhlislerin çok olması nedeniyle çevreleme politikasının, hatta liderleri Türkiye’ye sadık olan bu gurupların içindekilerin bile başarısız olmasının ardından Erdoğanlı Türkiye, bu gurupları Beşşar rejimine karşı savaşı terketmeye taşımak ve Erdoğan’ın “Fırat Kalkanı” operasyonu altında iç savaşa yönlendirmek için Amerika ile birlikte başka bir adım daha attı. Sonra bundan daha tehlikeli bir adım daha attı. Yani Halep’i mücrim rejime teslim etti ve devrimcileri Kazakistan’ın başkenti Astana’daki ihanet kavşağına sürükledi. Dolayısıyla gurup liderlerinin katılmasından önce ateşkesin garantörlerinin düşmanları İran ve Rusya’nın olmasıdır.

Müslüman Lider” Erdoğan’ın mücrim Ruslarla yan yana liderlik ettiği ateşkesin anlamı, “Terörle Savaş”, yani ateşkesi onaylamayan diğer guruplarla savaş devam ederken rejim, Rusya ve İran’ın Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” operasyonuna katılan Suriye gurupları ile ateşkes istememeleridir. Dolayısıyla Türkiye, rejim ile müttefikleri Rusya ve İran’a imkan vermek için bu gurupları “Terörle Mücadele” adı altında bölük bölük Suriye devrimini ortadan kaldırmaya sürükledi. Sonuç olarak Türkiye yanlısı guruplar ateşkese vardı ve rejim de diğer guruplarla savaşmaya yoğunlaştı.   

Amerika “Müslüman Lider” Erdoğan’ı Suriye’de Rusya ile tam bir koordinasyon kurmaya sevketti. Nitekim 24.11.2015 tarihinde Türk ordusunun Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından özür dilemesi talebinde bulunmasının ardından Suriye devrimini vurmaya dönük tam bir koordinasyon başladı ve Erdoğan, Astana’daki ihanet buluşma yerine ulaştırıncaya kadar kendisine bağlı gurupların liderliğini üstlendi. Zira Astana müzakereleri, katılımcı gurupları Fethuş Şam “Cephetul Nusra” ile savaşmanın yanı sıra DEAŞ ile de savaşmayı kabul ederek Suriye devrimini durdurmak amacıyla başka bir adım daha atmaya sürükledi. Bu, “Rusya, Türkiye ve İran’ın”  olduğu üç garantör ülkenin son açıklama öğelerinden biridir. Dolayısıyla bu, Türkiye’yi kendi yandaşlarıyla birlikte Suriye alanına sevk eden çöküşün boyutunu gösteren daha ciddi bir gelişmedir. Bu eğilimi teyit etmek için Türkiye, Fethuş Şam “Cephetul Nusra” örgütünün terörist bir örgüt olduğunu açıkladı. “Nitekim Türkiye Dışişleri Bakanlığında bir kaynak şöyle dedi: Türkiye, DEAŞ örgütü ile şuan Cephetul Fethuş Şam olarak bilinen Cephetul Nusra örgütünün iki terörist örgütler olduğunu ve buna göre hareket edeceğini ifade eder.”  Reuters-26.01.2017. Asta müzakerelerine dönük bu ciddi başarı, Erdoğanlı Türkiye’nin kendisine olan sadakati nedeniyle Amerikan politikasının Suriye’deki bazı gurupları çevreleme düzeyinde bir ilerleme kaydettiğini göstermektedir. 

Münafıklar kendilerinin başarılı olduklarını sanıyor ve Allah’ın kendilerine cehennemin en alt tabakasına yönelik vaadine hiç aldırış etmiyorlar. Hatta bu akıllarından bile geçmiyor. Özellikle dinini az bir dünya menfaati karşılığı satan alimler de onların bu yaptıklarını süslü gösteriyorlar. Bunun üzerine bu münafıklar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar ve Amerika ile yapacaklarından korktuklarından ve Allahu Teala’nın dışında ona sıkı bir dost olduklarından dolayı kalplerinde olanları da gizliyorlar. Ancak Allahu Teala, onları ahiretten önce bu dünyada da gözetlemektedir.    

Bu “Müslüman Lider” Erdoğan, alimleri getirip Türkiye topraklarında “İslami” konferanslar yapmalarını sağlıyor, özellikle “Ilımlı İslam” olarak nitelendirilen İslami hareketlerin liderleriyle bir araya getiriyor, insanları hoşnut edecek sözler söylemelerini, yani onları aldatmalarını sağlıyor. Ancak Allah onu birkaç boyutta uyarıyor:  

Birincisi: Suriye’de Halep’in teslim edilmesinin ardından devrimciler uyandı ve Erdoğanlı Türkiye’nin oyunlarını farkettiler. Nitekim gurupların içerisindeki muhlis kişilerin ayrılmalarının ardından ikincil guruplar konumunda oldukları için Erdoğan’a sadık olan guruplar da bölünmeler olmaya başladılar. Böylece Allah, Suriye devrimindeki muhlisleri güçlendirdi ve Erdoğan’ın atıklarından yiyip içen liderlerin ve gurupların nüfuzlarını da zayıflattı.

İkincisi: Amerika, en sadık ajanlarını cezalandırıyor ve onları hiç önemsemiyor. Hatta ajanlarının sadakati arttıkça o daha da pervasızlaşıyor. Nitekim “Müslüman Lider”, el-Bab hareketinin ardından Rakka hareketine başlayacak olmasından dolayı övünüyordu. “Zira Erdoğan, 27 Ekim Perşembe günü yapmış olduğu bir konuşmasında şöyle demişti: “Cerablus’u kurtardık ve şimdi halkı oraya geri dönüyor… Bir sonraki hedefimiz el-Bab şehri… Böylece DEAŞ buradan ayrılacak. Bunun ardından Menbiç ve Rakka’ya doğru yöneleceğiz.[Rusya-El-Yevm-27.10.2016.] Yani Amerika’ya şunu söylüyor: el-Bab’ın ardından Menbiç ve Rakka’daki Müslümanların kanlarını akıtarak size hizmet etmeye devam edeceğim. Ama buna rağmen Amerika onu hiç önemsemedi, Kürt gurupları destekledi ve Menbiç kentinde Türk ordusu ile  “Fırat Kalkanı” altındaki Suriye guruplarının ve Kürtlerin arasını ayırmak için doğrudan asker gönderdi. Nitekim BBC 06.03.2017 tarihinde şunu bildirdi: “Amerika Savunma Bakanlığı “Pentagon”, bir yönden Türk askerleri ile Suriye tarafından desteklenen Suriye güçleri arasındaki herhangi bir çatışmayı engellemek için Amerikan ordusunun bir dizi askerlerini Suriye’nin kuzeyinde yer alan Menbiç şehrinin batısındaki yerlere konuşlandırdığını açıkladı. Pentagon Resmi Sözcüsü Jeff Davis, şunu dile getirdi: “Amerikan askerleri, orada bulunan güçlerin çatışmalarını önlemek için bir şehirde konuşlandırıldılar ve Menbiç Askeri Konseyi olarak adlandırılan silahlı Arap muhalefeti guruplarının tabi olduğu bu şehre Türkiye güvence veriyor.” Yani Amerika, Müslümanların kanlarının akıtılmasına yönelik hizmetler hakkında reçete yazıyor. Bundan dolayı ona yolları kapattı ve Türkiye ile kendi tarafından desteklenen Kürt guruplara yaklaşan Suriye guruplarını istemediği için kendi askerlerini yerleştirdi ve ondan diğer emirleri beklemek için durmasını talep etti. Nitekim Türkiye, Başbakan Bin Ali Yıldırım’ın ifadesiyle “Fırat Kalkanı” operasyonunun sona erdiğini, yani yeni emirleri beklemek için durduğunu açıkladı.

Amerika’nın Kürtleri desteklemesi, “Müslüman Lider” Erdoğan için Türkiye halkı karşısında büyük bir utanç mesabesindedir. Zira Amerika ile olan güçlü bir hizmet ilişkisine rağmen Türkiye’nin herhangi bir çıkarını hiç dikkate almamaktadır. Kuzey Suriye’de bir Kürt varlığının kurulmasından korktuğu bu çıkarlar, Türkiye Kürtlerinin ayrılmasına yönelik bir baskıyı ifade etmektedir. Nitekim Amerika, Türkiye’nin Kürtlerle ilgili isteklerini reddetti. Zira Amerika’nın bugünkü çıkarları, Türkiye’nin çıkarlarına bakmaksızın Kürtlerin desteklenmesini gerektirmektedir.

Şimdi geriye bu “Müslüman Lider” ile birlikte aldatılan bu kimselere söylenmesi gereken şu söz kalıyor: Amerika’nın, hizmetleri, devlet kaynakları ve istihbarat bağlantıları olmaksızın Müslümanların hedeflemediği şeyleri ve Müslümanların katledilmesini etkinleştirmesinin, dahası ayrıca ölümü gerçekleştirmesinin ardından Türkiye’nin Amerika’ya yapmış olduğu bu büyük hizmetler, “Mescid-i Dırar Sahiplerinin” ikiyüzlülük hanesine yazılması için yeterli değildir… Bu nedenle devrimcilerden kendisine güvenen, yani para ve maaş akıttığı kimseyi kendisine bağlı bir hale getirdiği gibi muhlisleri yalnız bırakmaya ve Astana ve Cenevre'de düşmanlar ile müzakereye sevkediyor. İşte şimdi onları, “DEAŞ” adlı ilk gurup ile savaşmalarının ardından “Cephetul Nusra” adındaki ikinci gurupla savaşmaya sevkediyor. Tüm bu hizmetler ve Müslümanların kanlarıyla oynanması, sanki bir marifetmiş gibi algılanıyor. Tüm bunlardan sonra hala Türkiye de kalkınma ve fabrikaların inşa edildiğini terennüm ediyor, ona övgüler yağdırıyor ve onun bir rol model olduğunu düşünüyoruz. Oysa onun yerine “asrın büyük münafıklarını” koymayan bir örneklik ve bakış açısı ne kötüdür. İslam dairesi dışındaki bir düşünce ne kötüdür. Zira Erdoğan’ın Allah’ın dinine yönelik cürümleri çok büyüktür. Bunu hafife alan bir kimse, ya cahildir ya da Allah dinine hiç değer vermiyor demektir. Zira Allah’ın Resulü (s.a.v), şöyle buyurmuştur: 

سباب المسلم فسوق وقتاله كفرMüslümana sövülmesi fâsıklıktır ve onun öldürülmesi küfürdür.

Ve Aleyhissalatu Ve’sselam şöyle buyurmuştur:

أبى الله أن يجعل لقاتل المؤمن توبةAllah, müminin katili için tevbe etmeyi reddetti.

O halde onun düştüğü bu çukura başka bir Müslüman düşmesin diye hızla bu münafığı reddetmek ve onu herkesin önünde ifşa etmek gerekir.  

Kaynak: El-Wai Dergisi-Sayı (366-367) / H. Recep-Şaban 1438 - M. Nisan-Mayıs 2017

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER