- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Erdoğan’ın Şam Devrimini Bitirmek İçin Doğrudan Askeri Müdahaleden Başka Bir Seçeneği Kalmadı
Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Merkezi Temas Lecnesi Başkanı
Abdulhamid Abdulhamid’in Kaleminden
-Astana Anlaşması’nın detaylarının ifşa olmasının ve ateşkesi etkin bir şekilde pekiştirmek amacıyla devrimci guruplar ile rejim güçlerinin arasını ayıran “garantör devletlerin” niyetinin açığa çıkmasının ardından, Türk ordusunun Batı Halep’in kırsalına ve yerel olarak en çok gündeme gelen konulardan olan İdlib’e müdahale etmesi konusu bir olasılık haline geldi…Türkiye gerçekten güçleriyle, Kuzey’e müdahale etme niyetinde mi acaba? Bu müdahalenin öncülleri ne olacak? Eğer olursa hedefleri ve gerekçeleri ne olacak? Türkiye, dış siyasetinde Amerika’ya körü körüne bağlı kalır mı yoksa sadece kendi yörüngesinde mi döner? Suriye’nin Kuzeyi ve Türkiye’nin müdahalesi düzleminde ele alınacak olursa bu müdahalenin sonuçları ne olur? Aşağıda kaleme aldığımız satırlarımızda bu konu hakkında kısa bir arayış içerisinde olacağız:
-İlk olarak deriz ki: Bu konuyu çevreleyen tüm olaylar, Türkiye’nin bu riskli rolü üstlenme niyetinde olduğunu göstermektedir. Bu rol ise; Suriye’nin Kuzey Batısındaki tüm yaşam ayrıntılarını etkin bir şekilde kontrol etmek, oradaki devrim durumuna son vermek, sonra da burasını birkaç yıl geçmesinin ardından Amerika’nın itaat evine ve rejimin kontrolüne geri vermek. Bu ise; mücrim rejimin, sonra İran ve Rusya’nın bu önemli askeri görevi yerine getirmede başarısız olmasının ve Türkiye ve Suudi Arabistan gibi Suriye devrimini destekleme rolü aldatmacasını temsil eden, bu zehirli destek sayesinde devrim guruplarının liderlerini bunlara bağlayan, onları bu kararlara uymaya zorlayan, onları ateşkes sarmalının ve müzakere labirentlerinin içerisine sokan, onlara rejimi devirme fikrinden pratik olarak vazgeçme ve bir sonraki aşamada siyasi ortak olmayı kabul etme düşüncesini pazarlayan ülkelerin yetersizliklerinin ardından oldu.
-Ancak bu gurupların bir beis görmediği bu olasılığın gerçekleşmesi, kendi karşıtı kamuoyunun baskısının etkisi altındaki halk için içler acısı ve aşağılık olan bu hattın masadaki tüm komplocuları alt üst edebilecek birkaç dönüşü olacaktır. Zira bu olasılığın gerçekleşmesi, Amerika’nın Türkiye’den başlangıçta guruplar ile rejim güçlerinin arasını ayırdığı gerekçesiyle kendilerini oradaki halkın kabul edebileceğini düşünen güçleriyle bölgeye müdahalede bulunmasını talep etmesini gerekli kılacaktır. Bu da pratik olarak rejimin devrilmesi fikrinin ortadan kalkması, sonra bu güçlerin daha sonraki aşamada Amerika’nın arzuladığı özgürlük dahilindeki kartların tertip edilmesi, genel olarak gurupların rollerinin sınırlandırılması, (terörizm) ile savaş gerekçesiyle Amerika’nın siyasi çözümüne muhalif tüm guruplardan kurtulmak, geriye kalan hasta gurupların da devrik rejimin ardından devrimi aldatmayı hesaplayan bazı muhalif laiklerin yerleştirilerek oluşacak olan ortak hükumeti korumak için güvenlik güçlerinin kumandası altında rejimin ordusuyla entegre olmaya sevk edilmesi anlamına gelmektedir.
-Bu, Amerika’nın Şam halkını büyük bir utancın içerisine düşürmek için oynadığı tehlikeli bir oyun olup onlara hayal ettikleri iki şey arasında kalacaklarını haber vermektedir: Ya devrimlerini ve tüm kazanımlarını düşmanlarına teslim edip elde edilen tüm sonuçları ve yapılan fedakarlıkları heba edecek ya da bakışını, kurşundan başka ilacı olmayan işgalci bir güç olarak (Müslüman) Türk ordusuna çevirecek.
-Nitekim çatışmaların durduğu bölgeleri belirleyen haritaları koymak için Türkiye, Rusya ve İran’ın olduğu üç garantör ülkenin toplantılarının birbirini takip ettiği bir zamanda Kuzey Batı da bu Türk müdahalesine yemin edilmesine ve onun için birçok gerekçelerin oluşturulmasına… Kendilerine karşı bölgeyi savunmak bahanesiyle Türkiye’nin müdahalesine bir gerekçe oluşturmak için Afrin Kürtlerinin Ruslar tarafından desteklenen Simon Dağı’nı kontrol altına alma niyetinde olduğu şeklinde yalan haberlerin yayılmasına.. Türk güçlerinin sınırdaki Atme köyü yakınlarına yoğunlaştığı ve Hatay valisinin Türk kuvvetlerine birkaç gün içerisinde müdahaleye hazırlık için emir verdiği şeklindeki haberlerinin medya baloncukları aracılığıyla sıklaştırılıp sonra haberin tamamen yalanlanmasına, bu adım hakkında kamuoyunun nabzının tutulmasına, bunu kabul eden guruplar ile buna muhalif olan ya da ona karşı savaşmaya hazırlanan gurupların ayırt edilmesine, ayrıca buna karşı farklı bir tutum benimseyen birçok gurubun saflarının bölünmesine tanık olmaya başladık…
-Burada bu konuşmanın odak noktası şudur: Türkiye, devrimi bitirmek için Suriye’ye doğrudan askeri müdahalede bulunmakla ilgili Amerika’nın emirlerini uygulamaya ve dahili olarak bu tehlikeli adımın sonuçlarına katlanmaya tamamen hazır mı? Ya da ortada Türk politikacılarının dikkate alması gereken bazı hususlar mı var?
-Büyük devlete “bağlı” ajan devlet ile “kendi yörüngesinde dönen” devlet arasında fark ile Arap ve İslam ülkelerinin genelinin durumunda olduğu üzere hala Amerika’ya körü körüne bağlı olmayan bir Türkiye’yi düşünecek olursak o, daha önce İngiliz yörüngesinde dönmesinin ardından Amerika’nın Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yönetime getirmesinden ve onun konumunu pekiştirmesinden bu yana sadece kendi yörüngesinde dönüyor… Bu iki hususta derim ki; Erdoğan gerçekten Amerika’nın isteğine rağmen Suriye’ye müdahalede bulunmak istemezse, bunu yapabilir. Çünkü Türkiye’nin Amerika ile olan ilişkisi, çıkar ilişkisi olup tabilik ilişkisi değildir. Yani Türkiye, sadece kendi çıkarlarını aramakta ve Amerika’ya bu tür eylemlerle hizmet etmektedir. Ancak aynı şekilde onun da çıkarlarını gerçekleştirdiği görülmektedir. Doğrudan kendi çıkarlarına zarar veren eylemlere gelince; onun bununla ilgisi yoktur.
-Erdoğan’ın, Amerika’nın yardımı olmadan iktidara gelmesinin ve içeride nüfuzunu pekiştirmesinin imkansız olduğunu bilmesine, akıbetinin yönetimde, ekonomide, orduda ve güvenlik hizmetleri üzerinde büyük bir kontrol sağlamış olan Amerika’ya bağlı olduğunu gerçekten görmesine, hatta Türkiye’nin Amerikan dış politikasının herhangi bir parçasının dışına çıkması çok zor bir durum olmasına rağmen… Tüm bunlara rağmen derim ki: Türkiye’nin devrimi bitirmek için Suriye’ye müdahalede bulunma ve Suriye halkı ve bazı askeri guruplarıyla karşı karşıya gelme kararının, AKP hükumeti için katlanılmaz olumsuz sonuçları olabilir.
-Buradaki müdahalede, Halep’in Kuzeyinde olanların Türkiye içerisinde hiçbir açıklaması yoktur. Zira Türk birlikleri oraya, bağlantıya geçmesi kendisi için riskler taşıyan Afrin Kürtleri ile Haseke ve Kamışlı Kürtlerinin arasını ayırmak ve aynı şekilde iddia ettikleri üzere sınırları “DEAŞ tehlikesinden” uzaklaştırmak için girmişti… Batı Halep kırsalı ve İdlib’e gelince; burada ne Kürtler ne de DEAŞ vardır. Bu sadece halkının, başkanlarının Amerika’nın çıkarı için savaş misyonlarının uygulanmasını yürütmek amacıyla evlatlarını ülke dışına gönderdiğini bir an olsun hissetmesinin halkı karşısında bir risk olduğu için Erdoğan’ın güvenilirliğini göstermek içindir.
-Diğer taraftan Halep’in Kuzeyindeki topraklar, Türkiye’nin girmesi için hazırlanmış olduğu gibi tüm guruplar ona yardım etmek ve onun bayrağı altında savaşmak için hazırlanmıştır. Ama burada durum farklıdır; zira anlaşmanın ardından “Tahrir-uş Şam Heyeti”, Astana Konferansı’nın Suriye devrimine, onun evlatlarına ve kurbanlarına yönelik bir ihanet olduğunu ifade eden ateşli bir açıklama yayınladı ve bazı fasit gurup kırıntılarının benzeri görülmemiş hamlelerinin” sınır şeridini hedeflediğine dikkat çekerek bu gurupların, “liderlerinin, Şam halkının devrimine ve onların cihatlarına yabancı olan projelere sadakat gösterdiğini, zira onların Astana kararları doğrultusunda devrim ve cihat bölgelerinden geriye kalanlarına saldırmak için hazırlandıklarını” açıkladı. Nitekim Heyet, bu guruplarla savaşma ve onların geri dönüşünü engelleme sözü verdi. Bu söz, gerek bu gurupları, “gerekse de rayesi altında onunla çalışmaya izin veren herkesi” kapsamaktadır. Dolayısıyla bu, Açıkça Türkiye’yi işaret etmektedir.
-Bu beklenen çalışmanın amaçlarının ortaya çıkmasının gölgesinde Erdoğan, kendisini iktidara taşıyan ve hala desteklemeye devam eden halkın desteğini feda etmeye cesaret edebilir mi? Evlatlarının Şam’dan tabutlar içerisinde ve Türk bayrağına sarılı bir şekilde geri dönmelerini görmelerinin ardından halkın kendisine yönelik bakışlarına tahammül etme cesaretinde bulunabilir mi? O zaman Erdoğan, ordu içerisinde kalmaya devam eden, ara sıra başlarını uzatan, bulanık sularda avlanan ve yeniden hile ve tuzak kurmaya devam eden İngiliz kalıntılarının komplolarına tahammül etmeye cesaret edebilir mi? Dahası Erdoğan, kendileri ile halis ve muhlis Şam halkının arasında gerçekleşecek olan çatışmanın ardından asker ve subaylarından hayatta kalacak olanlarının Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti fikrini taşıyor olarak ve liderlerinin kendilerini Şam’a Amerika’nın planlarını gerçekleştirmek için gönderdiğine ikna olarak geri dönmelerine tahammül etmeye cesaret edebilir mi? Özellikle ordusunun içerisinde Mevlüt Altıntaş gibi bir çok kahramanların olmasına tahammül etmeye cesaret edebilir mi? Tüm bunlar ileriki günlerde cevap bulacak, Şam’daki halkımız bunları bilinçli bir şekilde tespit edecek ve dost ile düşmanı birbirinden ayırt edeceklerdir.