Kıtalararası Slogan Atmaların Dönemi Bitti Şimdi Eylem ve Başarı Zamanıdır
- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber-Yorum
Kıtalararası Slogan Atmaların Dönemi Bitti
Şimdi Eylem ve Başarı Zamanıdır
Haber:
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, ülkesinin “İsrail” ile normalleşme konusundaki tutumunun “sabit bir şekilde reddedildiğini” vurguladı ve bunu düşünmenin “yenilginin bir ifadesi” olduğunu belirtti.Bu, Tunus Cumhurbaşkanı’nın 03/11/2023 Cuma günü, ülkenin resmi televizyonunda yayınlanan ve ardından bir Anadolu Ajansı muhabirinin izlediği bir video konuşmasına göre geldi.
Said şöyle dedi: “Tunus’un normalleşme konusundaki tutumu, sabit bir şekilde reddedilmiştir, benim kamusumda normalleşme kelimesi yoktur, bu şekilde düşünmek yenilginin bir ifadesidir, bir direnişçi ve fedainin bu şekilde düşünmesi mümkün değildir.”
Ve şöyle ekledi: “Şimdi buna girmek, mantıklı değildir; çünkü bizler, bir fedai ve direnişçinin kararlılığı sayesinde Filistin halkının en iğrenç suçlarla karşı karşıya kaldığı tarihi anları yaşıyoruz; bu, kendisiyle paylaştığımız kararlılığın aynısıdır; onun ifadesine göre çünkü bizler, zafer ve şehadetten başkasına razı olmayız.”
Tunus Cumhurbaşkanı, ülkesinin “kıtalararası füzelere sahip olmadığına ancak kıtalararası konumlara sahip olduğuna ve pazarlığı kabul etmediğine” dikkat çekti.(Anadolu Ajansı)
Yorum:
Filistin meselesi tüm Müslümanların meselesidir; dolayısıyla o, bir toprak parçası üzerindeki Filistin “İsrail” çatışmasına indirgenebilecek ulusalcı bir Filistin meselesi olmadığı gibi İslam nizamının varlığını dışlayıp Arap-Siyonist çatışmasına indirgenebilecek milliyetçi bir mesele de değildir; aksine Filistin meselesi, orta çözümleri kabul etmeyen İslam ile küfür arasındaki çatışma meselesidir. Nitekim geçen yüzyılın başında kâfir güçler, İslam ümmetinin kalbinde zehirli bir hançer ve Batı’nın İslam beldelerindeki, dahası İslam dünyasının atan kalbi Filistin’deki ileri üssü olsun diye Yahudi varlığını İsra ve Miraç topraklarına dikmeye kastetmiştir; bunu da Müslümanların akideleri ve dinleri temelinde birleşmemeleri ve çatışmanın sömürgecinin türettiği hayali sınırlar üzerine kalmaya devam etmesini sağlamak ve Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla olan yönetimi pekiştiren, dini devletten ayıran laikliğin tatbik edilmesini dayatan ve kıtalararası sloganlar ne kadar yüksek olursa olsun sadece İslam ümmetine karşı Siyonist-Haçlı ittifakının çıkarlarına hizmet eden ajan yöneticilerin varlıklarını korumak için yapmıştır…
Buna göre Filistin davasına yönelik yapılan ihanet, pusulanın kaybolması ve mübarek toprakları Yahudilerin pisliğinden kurtarmak için tek şerî çözüm olması vasfıyla İslam’ın ve hükümlerinin ortadan kalkmasıyla başlamıştır, dahası İslam bayrağının indirilmesi, İslam’ın zirvesi olan “Allah yolunda cihat etmenin” ortadan kaldırılması ve vatancılık sloganları altında ümmeti parçalara ayıran sömürge bayraklarının yükseltilmesiyle başlamıştır; işte bu varlığın kurulduğu günden beri onunla suç ortaklığı yapan rejimlerin alışkanlık haline getirdiği şey budur.
Evet, İslam’a ve Müslümanlara yönelik büyük ihanet bu şekilde başlamıştır; zira Balfour Deklarasyonu’nun hayata geçirilmesinin başlangıcı olarak Osmanlı Hilafetinin kaldırılmasından ve “normalleşme” konusunun ister ret ister kabul yoluyla olsun tartışmaya açılmasının sona ermesinden bu yana yaşanan durum budur; çünkü her ikisinde de bir varoluşu kabullenmek vardır, o halde meseleyi eylem olmaksızın sözle sınırlamak, ihanetin ta kendisidir. Nitekim Netanyahu hükümetinin sözcüsü geçtiğimiz günlerde,meselenin sınır meselesi değil, varoluş meselesi olduğunu söyledi diğer Siyonistler de bunu tekrarladı; zira onlar, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti için çalışıyorlar; peki istisnai konumlara hırslı olan cumhurbaşkanı, savaşın çatısını İslam’ın bayrağını yükseltecek ve Allah yolunda cihat etme vacibini yerine getirecek olan bir İslam Devleti yönünde yükseltebilecek mi yoksa kıtalararası sloganlarla takipçilerini uyuşturup sonra Burgiba’nın mezarını okşamaya ve laik cumhuriyetçi rejimi korumaya geri mi dönecek; savaşın “şerrine” karşı Allah’ın desteği müminler için yeter?!
Tüm yöneticilerden her biri, kendi kapasitesine göre konuşma füzelerini atma ve her biri kendi çabasına göre hayali savaşlara girme konusundaki rollerinin üstesinden geldiler. Eyleme gelince; en azından komplo teorisine göre Siyonist düşman abartılmaktadır; nitekim “Daniel” kasırgası ve “teröristlerin” kaçırılması, en önemlisi yabancı çıkarlara zarar vermemek gerekçesiyle resmi olarak “normalleşmeyi” suç sayan bir yetim yasasının çıkarılamaması ve elini tiran Beşar’ın kana bulaşmış ellerinin üzerine koyduktan sonra kötülüğü ifşa olan “direniş” ekseninde açıkça bir hizalanmanın olması hakkındaki konuşma bize uzak değildir.
Tunus’ta herkesin sessiz kaldığı gerçek ise, yasanın her yıl Cerbe'ye akın eden "İsrailliler" tarafından reddedilmesidir. Zira onlar, ziyaretlerini koruyan ve çıkarlarını güvence altına alan ulusalcı bir çatının dahilinde olsa bile kendilerini kınayan bir yasanın varlığını reddediyorlar. Bu ulusalcılığı ortaya çıkaranın, onu pekiştirenin, onu gözetenin ve onu, Yahu varlığını koruyan ve bu mutant varlığı kökünden söküp atmak ve Allah yolunda şehit olmak için ümmetin cihat etmesini engelleyen bir demir kubbe yapanın Allah yüzünü çirkinleştirsin.
Gazze’deki olaylar, İslam ümmetinin yüzleşme gününe özlem duyduğunu ve kararlı bir pozisyona hazır olduğunu teyit etmiştir; yani İslam ümmeti, Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu ve onun Yahudilerin pisliğinden temizlenmesi için hazır ve nazır hale gelmiştir. Dahası “Aksa Tufanı”, İslam ümmeti için gerekli bilinci oluşturmuş ve onun hayali konuşma ile gerçek başarının arasındaki ayrımı yapmasını sağlamıştır; yani tüm rejimlerin onlarca yıldır başaramadığını Gazze’deki kahramanlar birkaç saat içinde başarmıştır. Bu nedenle ümmet pusulasını, beldelerimizdeki mevcut rejimler tarafından gasp edilen ve Yahudi varlığını koruyan bir güç olan ordularına çevirmiştir. Dolayısıyla kurtuluş planının, ümmetin çalınan otoritesine geri elde etmekle ve yöneticilerini, orduları Filistin’e doğru harekete geçirmeye zorlamakla başlaması gerekir; şayet yöneticiler reddederlerse, onları devirmek vacip olduğu gibi İslam’a boyun eğecek ve bize bu konuda liderlik edecek bir Halife’yi ikame etmek de vaciptir. İşte o zaman Filistin’e giden yol açılacak, zafer iki mızrak boyu veya daha da yakın olacak ve bizim lisanı halimiz de Allahu Teala’nın şu kavli gibi olacaktır: ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللهِ فَتَوَكَّلُوا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.” [Maide 23]
Evet, bizim, Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ne liderlik edecek ümmetin tufanıyla randevumuz var; o halde her kim zafer ve şehadeti istiyorsa, İslam’ın kurtuluş gemisi olduğundan emin olsun. Her kim de reddederse, Kâbe’nin örtüsüne sarılsa bile ümmetin tufanı onu silip süpürecektir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ “Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeye mutlak surette kadirdir.” [Hac 39]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Visam Atraş – Tunus