Pazar, 05 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanının, Lübnan ve halkı arasında kendisini gösteren fitne atmosferlerine dair bir yorum olarak Beyrut'ta okuduğu basın açıklamasının metni:   - Basın Açıklaması - Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Sizl

Fırkacı guruplar ve bu gurupların arkasındaki bölgesel ve devletlerarası taraflar arasındaki çatışmanın odağı olması amacıyla Batılıların ortaya çıkardığı bu bahtsız ülkedeki fitne hayaleti tekrar hortladı. Zaten bu ülke, her türlü fırkacı fitnenin sıkıntısını çekegelmektedir.

On dokuzuncu yüzyıldan beri Avrupalı devletler, dini azınlıkları koruma bahanesi altında Osmanlı Devleti'nin işlerine daha çok müdahale etmeye başladılar. Nitekim Lübnan Dağı'nda fırkacı fitnenin patlak vermesi ve bu fitnede kanların akması Avrupa'nın İslam beldelerine sızmasının bir sonucudur. Zira Avrupa'nın konsoloslukları, Osmanlı Devleti'nin işlerine müdahale etmek üzere daha fazla gerekçe sağlamak için bu fitnenin ateşini tutuşturmaktaydı. Böylece bu devletler, Lübnan Dağı'nda özel bir sistem oluşturması için imparatorluğa baskı yapınca Lübnan Dağı'nın yönetimini büyük Avrupa ülkelerinin onaylaması şartıyla imparatorluğun atayacağı Nasrani olan bir Osmanlı valisinin üstlenmesini hükmeden Mutasarrıflık Sistemi'ni oluşturdu. Mutasarrıflık Sistemi, Mutasarrıf'a yardım edecek bir Yönetim Konseyi'nin kurulmasını ve koltuklarının, "3500" km2'lik bu dar coğrafi bölgede makam ve mevki için birbirileriyle rekabet etmeye devam eden farklı taifelere dağıtılmasını içermekteydi. O zaman "taifeler" kavramı, imparatorluğun tebaasından olan bir dine mensup milletler için kullanılıyor ve Müslümanların bu isimle bir ilgisi yoktu. Çünkü onlar, bir taife olmayıp yüzlerce sene Hilafet Devleti'nin temsil ettiği coğrafi, etnik ve milli sınırları aşan bir ümmetti.

Birinci dünya savaşı ve Şam beldesinin bir kısmının Fransız işgali altına girmesinin ardından bir Fransız subay olan Gora, sadece Lübnan Dağı Mutasarrıflığı'nı genişletmek iddiasıyla Büyük Lübnan adında yeni bir varlık inşa etmeye koyuldu. Böylece Osmanlı'nın Beyrut vilayetini ve yine bir Osmanlı vilayeti olan Şam'ın bir parçası olan el-Beka bölgesini Lübnan Dağı'na kattı. Böylelikle de 1920 Eylül ayının başında ilan edilen yeni varlığın yüzölçümü, Mutasarrıflığın yüzölçümünün üç katına ulaştı. Derken Fransızlar, daha önce Lübnan Dağı'na egemen olan fırkacılık çekişmesini bu varlığın içerisine yerleştirmeyi amaçladı. Böylece -herkese kucak açan bir ümmet olmaları itibarıyla- Mutasarrıflık Sistemi'nin idarecileri olan Müslümanların farklılığına rağmen fırkacılık kotasını yeni varlığın yönetimi ve idaresine temel yaptılar ve bu iğrenç fırkacı sistemin bir parçası olmasına karar verdiler. Bu yakın tarih dönemini araştıran herkes Müslümanların, istememelerine rağmen ilhak edildikleri bu varlığa ve İslami muhitteki diğer kardeşlerinden koparılmalarına şiddetle karşı çıktıklarını bilir.

Ancak Fransızların yerleştirdiği fiili vakıa Müslümanların, zamanla bu yeni varlığa kısmen entegre olmaya kabullenmesidir. Müslümanların Lübnan'da yavaş yavaş peşine sürüklendiği daha beter olan şey ise Lübnan'daki taifelerden bir taife olmayı kabullenmeleridir. Daha beteri ve daha kötüsü ise bölgesel devletler veya küresel güçler adına biri diğerine karşı güçlenmek amacıyla nüfuz, makam ve mevki için birbirleriyle rekabet eden iki taifeye bölünmeleridir. O kadar ki artık Lübnan'daki mevcut siyasi sahnenin adresi, Şii-Sünni çekişmesi oldu. Böylece her iki gurubun liderleri, duygulara hitap etmek, fırkacı homurtuları tahrik etmek, propaganda kampanyaları yürütmek, anayasal yetkileri kullanmak, birbiriyle rekabet eden güvenlik birimlerini kullanmak, ödenekler, yardımlar ve iaşelerle oy toplamak ve diğer fırkacı güçlerin sadakatini kazanmak için laf yarışı yapmak gibi her türlü araçlarla hasımlarına karşı güçler dengesinde kendi kefelerinin ağır basmasına tevessül etmeye başladılar. Askeri güç kullanmak dışında başka bir seçenekleri kalmayınca, her bir gurup hasmına baskı yapacağı yeni bir koz elde etmek amacıyla mahallelere, sokaklara ve geçitlere hakim olmak için birbirleriyle savaşsınlar ve kan akıtsınlar diye yandaşlarını ve kuyruklarını silahlandırmaktan çekinmediler. Dışarıdaki efendilerin kararıyla uzlaşma dönemine girilince liderler, sokaklarda akıttıkları kanları bir çırpıda unutup öpüşerek, koklaşarak, birbirlerine yemekler ısmarlayarak Arap başkentlerinde bir araya geldiler ve başkentlerde alınan uzlaşma kararlarına teslim oldular. Nitekim 2008 Mayıs ve akabindeki olaylar bize hiç de uzak değildir.

Lübnan'daki fitnenin iç faktörleri açısından böyledir. Ancak tehlike, sadece Lübnan'ın fırkacı yapısının doğasında yatmamaktadır. Zira dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar arasında kin ve ırkçılığın tahrik edilmesi, bu tür tuzaklarda uzmanlaşan Batılı ülkeler ve Yahudiler gibi Müslümanların düşmanlarının her zaman bel bağladığı bir araç olmuştur. Mesela İslam Devleti'nin son zamanlarında Arap, Türk ve Kürt olmak üzere Müslümanları kavmiyetlere bölerek Hilafet Devleti'ni ortadan kaldırmayı başardılar. Ardından suni bölgesel devletler inşa ederek Müslümanları bölgesel şekilde parçalamaya koyuldular. Böylece bunu yerleştirmek için vatancılık ırkçılığı adında yeni bir ırkçılık icat ettiler. Bugün ise İslam dünyasında yeni bir Hilafet Devleti'nin kurulma ihtimalini, bunun hadaratsal, siyasi ve ekonomik hegemonyaları için oluşturacağı büyük tehlikeyi ve bu tehlikeyi bertaraf etmeyi hesap eden Batılı ülkeler ve onların türetmesi olan "İsrail", asırlardır uyuyan yeni bir ırkçılığı ve fitneyi hortlatmaya koyuldular. Dikkat edin! O, mezhepçilik fırkacılığıdır. İşte Amerikalılar, Irak'ı işgal ettikten sonra Lübnan'daki fırkacı sisteme benzeyen bir siyasi sistem inşa ettiler. Müttefikleri ile birlikte, Şiiler ile Sünniler arasındaki fitneyi tahrik etikçe ettiler. Böylece bu kişiler, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan birbirlerinin kanını akıttılar. Körfez ülkelerinde, Yemen'de, Pakistan'da, Afganistan'da ve Hindistan'da fitili tutuşturulan fitne de bu fitnenin aynısıdır... Nitekim medyayı ve gazeteleri takip eden bir kimse Batılı ülkelerin, türetmeleri "İsrail'in" ve Batılı ülkelerin yandaşı olan İslam dünyasındaki yöneticilerin, bu fitneyi tahrik etmeye azmettiklerini somut olarak görür. Aynı zamanda bir taraftan kendilerine düşman olan uydu kanallarını engelleyip kapatırlarken diğer taraftan her iki Müslüman gurup içerisinde kin ve ırkçılığı tahrik ederek onları fırkacı savaşa teşvik edenleri desteklemektedirler. Keza şaibeli kişileri ve suni kuruluşları, duyguları provoke etmeye, dini mukaddesatları çiğnemeye ve fitnenin fitilini tutuşturmaya teşvik etmektedirler. Nitekim müminlerin annesine hakarette haddi aşan bir soysuzun yaptıkları ve bunun sonunda meydana gelen tepkiler bizden hiç de uzak değildir.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Küresel bir ümmete bağlılıktan birbiriyle çekişen iki Lübnanlı taifeye dönüşmeyi, bölgesel sistemler ve devletlerarası güçleri güçlendiren kabileci liderlerin yandaşları olmayı ve hiçbir ilginiz olmayan çekişmenin yakıtları olmayı kabullenerek yaş mı yaş bir tahtaya bastınız. Bugün gitgide sürüklendiğiniz daha iğrenç nokta ise birbirinizle savaşmanız, birbirinizin kanlarını akıtmanız ve birbirinizin boyunlarını vurmanızdır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Sizler, Lübnanlı bir taife olmaktan daha iyisine laiksiniz! O halde size ne oluyor da iki taifeye bölünüyorsunuz?! Dahası sizler, dünyanın asırlarca kendisine boyun büktüğü ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vasat ümmet kıldığı bir ümmetin parçasınız. Zira şöyle buyurmuştur: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi vasat bir ümmet kıldık." [el-Bakara 143]

O halde Rabbinizin kitabını temsil edin ve şöyle buyuran Subhânehu'nun emrini işitip itaat edin: وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

Keza Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın şu kavlini işitip itaat edin:فَلا تَرْجِعُوا بَعْدِي كُفَّارًا يَضْرِبُ بَعْضُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ... "Sakın Benden sonra birbirlerinizin boynunu vurarak Kâfirler olarak gerisin geriye dönmeyin!"

Ve şu kavline: إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiğinde katil de maktul de ateştedir."

Biliniz ki aranıza fitnenin girmesinde en büyük çıkar sahibi olanlar, düşmanlarınız Yahudiler ve müttefikleridir. Dolayısıyla onlara uymanız halinde uzak bir sapıkla sapmış olursunuz. Bu hususta Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ 100 وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنْتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آَيَاتُ اللَّهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللَّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ 101 يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 102 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَأَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آَيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ 103 "Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden küfre sevkederler. Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah resulü de aranızda iken nasıl küfre saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı sarılın ve sakın ayrılığa düşmeyin! Allah'ın üzerinize olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de O sizin kalplerinizin arasını kaynaştırmış, böylece O'nun nîmeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan da sizi yine O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız." [Âl-i İmrân 100-103]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, Yıllık Konferans Çalışmalarını Büyük Bir Başarıyla Tamamladı

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, 03 Ekim pazar günü Uluslararası Bella Center Merkezi'nde "Batıdaki Müslümanların Rolü" başlığı altında yıllık konferansını düzenledi. Konferansa, İsviçre, Hollanda, İngiltere'nin yanı sıra Danimarka'dan yaklaşık 1500 kişi katıldı. Ayrıca Mauritius ve Sudan gibi farklı ülkelerden yüzlerce kişi, konferansı internet üzerinden canlı olarak izlediği gibi bu kişilerden birçoğu ele alınan konular hakkında yorumlarda bulunarak ve sorular sorarak konferansa iştirak etti.

Bazı kindar politikacıların konferansa karşı çıkmasına ve boykot çağrılarına rağmen soruları ve yorumlarıyla konferansa canlılık kazandıran Batıdaki gayrimüslim vatandaşlardan bariz bir katılım olduğunu gördük. Bu kişilerin katılımı, bir nevi bu politikacıların İslam hakkında fikri ve objektif münazaranın yapılmasını engelleme girişimlerinin başarısızlığının göstergesi niteliğindeydi.

Konferansta verilen mesajlardan birisi Batıdaki Müslümanları, İslam'ın anlatılması ve mevcut meselelere bakış açısının sunumu maksadıyla bu ülkenin vatandaşları ile verimli ve etkili ilişkiler kurmaya teşvik etmekti. Nitekim bu konferans, verilen bu mesajın canlı bir örneği mesabesindeydi. Zira konferans, Müslüman ve gayrimüslim katılımcılar üzerinde olumlu bir etki bıraktı. Bu, katılımcılardan birisinin konferansın sonunda İslam'a girdiğini ilan etmesi ve şahadet kelimesini getirmesi ile taçlandırıldı. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'dan kendisini ve tüm Müslümanları, iman üzere sabit kılmasını ve bu dine hizmet edenlerden kılmasını temenni ederiz.

Son olarak bu büyük başarıdan dolayı öncelikle Allah'a şükreder, destekleriyle bizleri yalnız bırakmayan ve duygularıyla bizleri coşturan Müslümanlara en içten teşekkürlerimizi bildiririz. Ayrıca bu konferansa katılarak kin ve nefrete tahrik eden politikacılara meydan okuyan gayrimüslim Batılı vatandaşlara da teşekkür ederiz.

* Editörlere Not: Konferans faaliyetlerini izlemek için:

http://hizb-america.org/activism/global/1318-video-role-of-muslims-in-the-west-hizb-ut-tahrir-scandinavia-conference-2010

 

http://www.youtube.com/watch?v=v5UA8AHRVRQ&feature=player_embedded

 

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- NATO'ya ve Kararlarına Bağlı  Kalmak Şeran Haramdır!

19-20 Kasım 2010 tarihlerinde Portekiz'in Başkenti Lizbon'da meşum bir NATO toplantısı daha gerçekleşti. Gerçekte varlık sebebini yitirdiği halde sömürgeci kâfir ABD tarafından ayakta tutulmaya çalışılan NATO'nun bu toplantısında "NATO'nun gelecek 10-15 yılına yön verecek yeni stratejik konsept" ya da "yeni görev tanımı" adı altında, en çok öne çıkan ve tartışılan konu, sömürgeci kâfir ABD'nin projesi olup NATO projesi olarak sunulan ve radar sistemlerinin Türkiye'ye yerleştirilmesinin planlandığı "Füze Kalkanı" meselesiydi.

Türkiye'de Ekim ayı ortalarından beri tartışılan bu konuda her şey sanki Türkiye'nin vereceği karara endekslenmiş gibi garip bir hava oluşturuldu. Zira Türkiye'nin hokkabaz yöneticileri tarafından "bir takım çekincelerin" olduğu ve bu projenin "şartlı olarak onaylanabileceği" dillendirilmişti. Toplantı sonrasında ise "Türkiye'nin şartları kabul edildi", "Türkiye istediğini aldı" şeklindeki haber başlıkları eşliğinde sanki bir "zafer" kazanılmış gibi "güçlü devletlere isteklerini kabul ettirebilen" bir Türkiye imajı oluşturuldu. "Diplomatik zafer" addedilen konu ise füze kalkanı meselesinde "hedef ülke" belirtilmemesidir. Gerçekte ise bunun anlamı ileride herhangi bir ülkede gerçekleşebilecek rejim değişikliği sonrasında balistik füze geliştirilmesi durumunda tehdit algılamasının değişebileceğidir. Sömürgeci kâfir Batı'nın kâbusu haline gelen bu tehdit, İslami beldelerden birinde veya bir bölgesinde yeniden Hilafet'in kurulmasıdır ki; Fransa, kâfir Batı'nın bu korkusunu Lizbon Toplantısı'nda "hedef" olarak "Ortadoğu"nun belirlenmesini talep ederek açığa çıkarmıştır. Öyleyse "hedef"in belirtilmemiş olması "özrü kabahatinden büyük" bir cürümdür.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Türkiye yöneticileri hokkabaz maharetiyle sömürgeci kâfir ABD yararına sundukları hizmeti bir başarı gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki İslam'ı tehdit olarak algılayan, ABD'nin çıkarlarını korumakta kullandığı maşası NATO'ya bağlı kalmak caiz olmadığı gibi NATO bünyesinde alınan kararlara ve bu kararları uygulamaya koymak için koşuşturan hain yöneticilere uymak, sömürgeci kâfir ABD'nin Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da ve Yemen'de halen işlediği gibi gelecekte işleyeceği cürümlerine de ortak olmaktır, haramdır.  O halde sömürgeci kâfirler ve yerli hizmetkârlarının tasallutundan kurtulmak için Müslümanların koruyucu kalkanı olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak üzere Hizb-ut Tahrir'e desteğinizi artırın.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hükümet, Amerikan Havucuna Uyum Sağlayarak Ülkeyi Parçalama ve Bu Parçalamanın İnşasına Katkıda Bulunma Sözü Verdi

ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı John Kerry, Hartum'un iki referandumu yapması ve sonuçlarını kabul etmesi halinde Güneyin ayrılması için belirlenen 2011 Haziran ayında erkenden Sudan'ın ismini Amerika'nın terörü finanse eden devletlerin listesinden kaldırma havucunu sallayarak iki hafta içerisinde ülkeye geri döndü.

Bu havuçla uyum içerisinde ilkesel olarak cürüm referandumunun yapılmasına ilişkin Amerikan talimatlarını icabet etmeye hazır olduğunu açıklayan el-Beşir, şöyle dedi: "Sudan; zihinlerde, gönüllerde ve kültürlerde tek olarak kalmaya devam edecek. Referandumun sonucu birlik veya ayrılık çıksın her iki durumda da Güneydeki kardeşlerle iletişim sağlanacak ve Kuzeyliler, Güneylilere birer yabancı olarak davranmayacaktır." Hatta Vatani Kongre Partisi, Hartum Vilayeti'nde siyasi sekreter yardımcısı aracılığı ile yaptığı basın açıklamalarında Güneyde kurulması amaçlanan devletin inşasına yardım edeceğini ifade ederek şöyle dedi: "Güvenliğin sağlanması, ekonomi, petrol sektörünün geliştirilmesi ve benzeri hususlarda Güneye yardım edilmesine ilişkin Kerry'inin talebine muvafakat ettik."

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak aşağıdaki hususları vurgularız:

Birincisi: Hükümetin çekici birlikten bahsetmesi ve bu maksatla komisyonlar kurması, sırf gözlere kum zerrecikleri serpme kabilindendir. Zira hükümet, Amerika'nın ve kainatın Rabbini razı etmeye değil Amerika'yı razı etmeye hırs göstermektedir.

İkincisi: Hükümetin cürüm referandumunu yapma sözü vermesi, Amerika'nın ülkeyi parçalama planına göre hareket etmede ısrar etmesi demektir ki bu da tüm insanların özellikle de bu planı iptal etmeye muktedir güç ve kuvvet sahiplerinin bunun uygulanmasına karşı durmaları gereken korkunç bir münkerdir.

Üçüncüsü: Bu ülkedeki tüm Müslümanlar, bu planı durdurmada güçleri miktarınca sorumluluk almalıdırlar. Aksi takdirde kendilerinden sonraki nesiller, "ülkenizin parçalanmasını engellemek için ne yaptınız" diye sorduklarında onlara ne diyeceklerdir?! Dahası Rabb-il İzze sizlere, "bu münker karşısında ne yaptınız" diye sorduğunda O'na ne cevap vereceksiniz?!

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cürüm Referandumunu Reddeden Milyonlara Ulaşacak İmza Kampanyası Devam Ediyor

Önümüzdeki yılın başında yapılması planlanan ülkemizi parçalamaya kararlı cürüm referandumu öncesinde hükümet, ülkenin mukaddesatlarını mubah kılan ve egemenliğini çiğneyen sömürgecilerin payandalarına, her sabah referandumun zamanında yapılacağına ve günahı izzete yeğleyen sonucunu kabul edeceğine dair vaatlerde ve tavizlerde bulunarak gururu onu günaha sevk etmektedir.

Bu ülkedeki Müslümanlar, bu cürümü reddettiklerini, kendilerinin kurdun Yakup Aleyhi's Selam'ın kanından berî olduğu gibi insanların alemlerin Rabbi için kıyama kalkacağı o günde sevabını umdukları bir beraat ile bu cürümden berî olduklarını ifade etmeye ve bu cürüm referandumunun iptal edilmesini talep eden seslerini yükseltmeye akın etmektedirler.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak cürüm referandumunun yapılmasını reddeden belgeyi imzalamak isteyen halkımızın talebine icabeten, imza kampanyasının H. 03 Zilhicce 1431 el-muvafık 09 Kasım salı gününden itibaren Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Bürosu'nda her gün sabah saat 9:00'dan akşam salahına kadar devam ettiğini duyururuz. Büronun adresi aşağıdaki şekildedir:

Doğu Sudan / Melik Sokağı İle 21 Ekim Sokağı Kavşağının Batısı


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Avn, Müslümanların Kanıyla Beslenmek İsterken Basil, Hizb-ut Tahrir'e Yine İftira Atıyor

Mişel Avn, kendisine ve akımına halk desteği koparmak için yine fırkacılık telinden çalmaya başladı. İşte o, tek kelimeyle terbiye ve nezaketten nasibini almamış açıklamalarda bulunuyor. Fitneyi tahrik etmesi de cabası. Zira Müslümanlar arasında adaveti ve fitneyi tahrik etme girişimi altında şöyle diyor: "Sorunum olmadığı tek gurup Şiilerdir. 1943, 1957, 1958 ve 1975 yıllarında Sünnilerle sorun çıktı. Direnişin yanında yer aldığımda mirasımı, kültürümü ve tarihimi inkar ettim diye bana küfreden Sünnilerdir. Sünniler, içeride otorite için çatışıyorlar. Bizim ve Şiilerin sahip olduğu gibi onların hiçbir meselesi yok. Ben Şiilerle dayanışma içerisindeyim..." Kendisine ve öfkesine pirim vermeyen "İslamcıların" olduğu Trablus'a tahriklerde bulunmayı da unutmuyor.

Yandaşı Gibran Basil'e gelince; herhangi bir gerekçe ve münasebet olmadan Hizb-ut Tahrir'e tekrar saldırarak şöyle diyor: "Bu bölgede bulunmak ve kalmak Nasranilerin kaderidir. Kendilerini tehdit eden el-Kaide ve Hizb-ut Tahrir değildir..."

Avn'a gelince ona deriz ki: Artık Müslümanların arasına tefrika sokma cambazlığını bırak. Müslümanları kahramanlar ve hainler veya davasına sahip çıkanlar ve onda ifrata kaçanlar şeklinde tasnif etme hakkına sahip değilsin. Zira Müslümanlar tek bir ümmettir ve senin gibilerin aralarında adaveti tahrik edeceği iki Lübnanlı fırka olarak kalmayacaktır. Müslümanların sığınacağı bir çatının ve onları bir araya toplayacak bir devletin olmadığı süreçten geçtikleri bu istisnai dönem seni aldatmasın. Ayrıca Yahudi varlığına ve onu kuran, destekleyen ve arkasında duran kafir devletlere adavet beslenmesi hususunda Müslümanlar arasında hiç anlaşmazlık yoktur. Zira Müslümanların birbirlerine olan dostlukları, seni yalnız başına bırakan ve siyasette hasmını destekleyen şefkatli annen Fransa'nın çizdiği Lübnan'ın dar sınırlarını aşmaktadır. Yüzlerce sene hem sizi hem kiliselerinizi hem de onurunuzu koruyan kendilerine saldırdığın ve kendileriyle sorunun olduğunu söylediğin Müslümanlardır. İnancınız hususunda sizlere zulmeden kendi milletinizin evlatlarından kaçmak amacıyla Suriye'nin Kuzeyinden göç etmenizden sonra miladi yedinci asırdan beri sizleri Lübnan dağında barındıran da Müslümanlardır.

Bakanın Basile de deriz ki: Hizb-ut Tahrir, Nasranilerin bölgedeki varlığını ne zaman tehdit etti?! Hizbin metodunda, seyrinde ve tarihinde maddi eylem veya şiddet olmadığını bildiğin halde ne diye hizbe iftira atıyor ve yalanlar uyduruyorsun?!

Her ikisine de deriz ki: Hizb-ut Tahrir'in kurmak için çalıştığı Hilafet Devleti, insanın kutsallığını bilen, sizin yaptığınız gibi fırkacılık temeline binaen tebaasının arasında ayrım yapmayan, insanları dinlerinde fitneye düşürmeyen bir devlettir. Çünkü o, Allahuteala'nın şu kavlini fehmetmiş bir devlettir: لاَ إِكْرَاهَ فِى ٱلدِّينِ "Dinde zorlama yoktur." [el-Bakara 256]

Bu bahtsız ülkedeki Müslümanların liderlerine gelince onlara da deriz ki: Şüphesiz Avn'ı bu kabak tadı veren ifadelerle gevezelik yapmaya tahrik eden şey; ırkçılık ve fırkacılık yoluyla Müslümanların dostluğunu kazanmak için takip ettiğiniz çizgidir. Sonra da birbirinize karşı güç kazanmak üzere diğer taifelerin dostluğunu kazanmak için birbirinizle rekabet etmeye başladınız. Bu adamı Müslümanlarla alay etmeye ve onların kanlarıyla beslenme ümidiyle aralarında adaveti tahrik etmeye iten faktör; bölünmüşlüğünüz ve bunun sonucunda oluşan dostluklarınızı bölgesel örgütler ve büyük devletler arasında dağıtmanız ve Müslümanların iki Lübnanlı taifeye bölünmesini güçlendirmeniz değil midir?! Umulur ki Allahuteala'nın şu kavlini hatırlarsınız: وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider." [Enfal 46]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'deki İktidar Rejimi, İngiliz Efendilerinden Tavsiyeler ve Nasihatler Alıyor

Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programına bağlı Yemen Formu, Londra'daki İngiliz Kraliyet Araştırma Enstitüsü Chatham House'da 01-02 Kasım 2010 günlerinde "Yemen: Siyasi Dinamizm ve Uluslararası Politikanın Genel Çerçevesi" başlıklı bir konferans düzenledi. Birincisi ekonomi ve reformlar, ikincisi siyaset ve demokrasi, üçüncüsü kalkınma yardımı ve insani destek, dördüncüsü güvenlik ve diplomasi olmak üzere konferansta dört sunum yapıldı.

Katılımcıların farklılığına rağmen konferansta en önemli rolü ve güçlü sesi, 27 Haziran 2010'da Yemen'i ziyaret eden ve Ali Abdullah Salih ile görüşmek için Ramazanın başı olan 11 Ağustosta Londra'ya gelmesini emreden İngiltere Uluslararası Kalkınma Bakanı Alan Duncan yoluyla yaptığı açıklamalarıyla ev sahibi İngiltere oynadı.

Duncan konferansta, Yemen'de su ve petrolün tükenmekte olduğunu, Yemen'in başarısız bir devlet olmasının an meselesi olduğunu, dünyanın da sabrının tükendiğini, devrilmesinden sonra ona yardım etmekten daha kolay olacağından Yemen'e şimdi yardım edilmesi gerektiğini, "Amerika'yı kastederek" bağışçıların ayrı ayrı para yardımında bulunmasına gücendiğini, bunun Yemen'i bölünmeye götüreceğini ifade etti ve bağış yapan devletleri koordinasyon içerisinde çalışmaya ve hep birlikte para yardımı yapmaya çağırarak bu koordinasyonu, büyük bir meydan okuma, "yani Amerika'ya" büyük bir meydan okuma olarak gördü. Bu da İngiltere'nin, Yemen'i desteklemek için bir fon oluşturulması amacıyla yapılacak olan New York Konferansı öncesinde Yemenli dostlarını davet etmesine açıklık getirmektedir. Ayrıca Duncan bağış yapan devletleri, davranışlarını düzeltmeye çağrıda bulunarak Yemen'e sunulan seçenekler hakkında ise Yemen'in ya başarısız olacağını yada kendisine çeki düzen vereceğini ancak İngiltere'nin duracak ve bekleyecek mecali kalmadığını ifade etti!

Şura Meclisi Başkanı AbdulAziz Abd-ul Gani de İngiliz Milletler Topluluğu Bakanı Orister Bert ve Lordlar Kamerası Başkanı Barones Hayman ile görüştüğünde konferansta ne diyeceğini arz etmek için 26 Ekim salı günü erkenden Londra'ya geldi. Gerek 2006 Kasım ayında gerek 2010 Şubat ayında gerekse bu ayda düzenlenen Yemen için bağış konferansların hepsine Londra'dan çağrı yapılmış ve Londra'da düzenlenmiştir. İngiltere'yi tüm bunlara iten faktör ise Yemen'i bitirmek ve Amerika'ya teslim etmeleri için Dünya Bankası'nı ve IMF'yi Yemen'e göndermesinden beri Amerika'nın Yemen'deki tamahlarıdır. Kayda değerdir ki Chatham House, Yemen'deki iktidar rejiminin on öncelikli düzenlemelerinin arasında gelmektedir. Tüm bunlardan sonra Ali Abdullah Salih, kalkmış bir de hiçbir kimsenin iç işlerimize müdahale etmesine izin vermeyiz diyor!

Artık iki gözü olan herkesin İngiltere'nin kendi çıkarları için iktidar rejimine tavsiyelerde bulunduğunu, ona kendisine nasıl itaat edeceğini ve ajanlık yapacağını gösterdiğini görmemesi imkansızdır. Yemen'deki ajanlarını korumak için Amerika ile çatışması da cabasıdır. O halde ey Yemen halkı! Londra sizlerin, iman ve hikmet beldesi olan ülkenizin geleceğini belirleyene kadar ayakta çakılıp kalacak mısınız? Yoksa içerinizde hala kendilerinin ve ümmetlerinin durumunu fark edip İngiltere'nin ve Amerika'nın önünü keserek kapitalizm fikirleri ile Allah'ın hakkında bir sultan indirmediği Müslümanların sorunları için ithal edilen çözümlerin ilmiğinden kurtulacak, Allah'ın emrine icabet edecek, sadece Allah'ın dostları olacak kimseler var mıdır?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'deki Bomba Paketleri Olayı, Bir Amerikan Tezgahıdır

Bir Yemenli resmi kaynak, Yemen Haber Ajansı Saba'ya UPS Şirketine bağlı bir Amerikan kargo uçağında patlayıcı bulunmasına şaşırdığını açıklayarak Yemen havaalanlarında çok ciddi ve sıkı güvenlik tedbirleri alınmasının yanı sıra İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ne direkt veya aktarmalı uçak olmadığını ifade etti. Açıklamasının sonunda ise terörün herkesin güvenliğini ve barışı tehdit etmesinden dolayı Yemen'in terörle mücadelede çabalarını ve bu alanda devletlerarası toplumla işbirliğini sürdüreceğini ifade etti. Bu açıklamadan bir gün sonra ise Ali Abdullah Salih, bir basın toplantısı düzenleyerek paketler hakkında elde ettiği bilgilerin Amerikan kaynaklı olduğunu ifade etti.

Amerika Birleşik Devletleri, Amerika'nın Chicago kentindeki iki Yahudi sinagoguna gönderilen ve Yemen'den dönen bir Suudi yolcu tarafından ihbar edilen iki şüpheli paketin bulunmasında ve ihbar edilmesinde oynadıkları rolden dolayı Suudi istihbaratına teşekkür etti.

Bu olay Amerikalıları, "terörizmle" mücadeleye soyunan demokratları seçmeye sevk etmek ve Yemen'deki hava saldırısını sürdürmesi amacıyla iktidar rejimine şantaj yapmak için Amerikan kongresindeki ara seçimler öncesinde gerçekleşti. Bu şüpheli bomba paketleri olayı, bizlere 11 Eylül olayından sonra Amerika'da ortaya çıkan ve CIA ajanları gönderdiği halde el-Kaide'ye yaftalanan habis şarbonlu mektup paketleri olayını hatırlatmaktadır.

Şayet Ali Abdullah Salih ve rejimi, bu tezgaha bulaşmamışlarsa niçin açık bir şekilde Amerika'ya, "Yemen'in bir yıkıma dönüşmesinde asla size ortak olmayacağız" demiyor ve kendi muvafakatiyle insanların akan kanlarından dolayı pişmanlık duymuyor. Yoksa yarısı güvenlik ve askeri, diğer yarısı da Amerika'nın istediği gibi harcayacağı yardımlar adı altında Amerika'dan gelen 300 milyon dolar, kurbanı üniversitedeki bir masum kız öğrenci olsa da Amerika Birleşik Devletleri tarafından sadır olan her türlü davranışlara göz yummak için yeterli midir?

Bu tezgah, bu tür cürümlerde deneyimli olan Pakistan'dan gelen yeni Amerikan Büyükelçisi Firestein'in, paketlerin sorumluluğunun iktidar rejimine yüklenmemesine ilişkin olarak 01 Kasım günü yaptığı açıklamadan ve Obama'nın 02 Kasım günü Salih ile yaptığı telefon görüşmesinin ve el-Kaide'ye karşı iktidar rejiminin yanında olma söz vermesinden sonra ortaya çıktı.

İslam ümmetinin tamamı, yöneticilerinin Amerika karşısında zelilleşmesine ve aşağılanmasına son verecek, azgınlaşan Amerika'nın eziyetlerine cevap verecek, Amerika'nın Müslümanların beldeleri ve dünya üzerindeki hakimiyetini uzaklaştıracak, İslami ümmeti yeniden insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet seviyesine geri kavuşturacak, onu tek bir devlet altında birleştirecek, ona İslam ile hükmedecek ve geçmişinde olduğu gibi onu, ümmetleri Allah'a hidayete erdirecek yeryüzünün kandili haline dönüştürecek bir kimseye iştiyak duymaktadır. Bu ise ancak zamanı uzayan ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bizleri, ....ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacak" kavli ile müjdelediği İkinci Raşidi Hilafet ile mümkündür.

أَلاۤ إِنَّ نَصْرَ ٱللَّهِ قَرِيبٌ "Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın nusreti yakındır." [el-Bakara 214]

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER