Pazar, 05 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Ancak İslami Hilafetle Gerçekleşecek Gerçek Değişim Noktasında İnsanları Özellikle de Kuvvet Sahiplerini Bilinçlendirmek Amacıyla Ülkenin Dört Bir Yanında Binlerce Kişinin Katıldığı ve Otoritelerin Yedi Şebabı Tutuk

Daha önce duyurulduğu gibi hizb, Kasım ayında Paşaver, İslamabad, Lahor, Rahimeyerkhan ve Mutlan gibi Pakistan'ın çeşitli büyük şehirlerinde binlerce insanın katıldığı 43'ün üzerinde Hilafet yürüyüşleri düzenledi.

Hükümetin aldığı sıkı güvenlik tedbirlerine rağmen hizbin cesur şebabı, Lahor şehrinin göbeğindeki Şehitler Mescidi'nin önünde, İslamabad şehrinin merkezindeki ez-Zerkâ bölgesinde, Paşaver'deki Basın Kulübü ve Karaçi'deki Genel Park'ın önünde kalabalık bir yürüyüş düzenlemeyi başardı.

Hükümet, dün hizbin şebabından üç kişiyi bugün de Revalpindi şehrinde dört kişiyi tutukladı. Kayda değerdir ki hizbin şebabı, cuma salahından sonra yürüyüşler düzenlerken Paşaver yakınındaki Dâr Dâm-ul Hayl bölgesindeki mescitte büyük bir patlama meydana geldi. Bu da medyanın patlama eylemine odaklanmasına yol açtı. Hükümetin ve Amerikan katliam şirketlerinin insanların ve medyanın dikkatini çekmek için yaptığı bu tür eylemler bir ilk değildir. Ancak hizb, şunu vurgulamak ister ki hükümet ve Amerika, ne yaparsa yapsınlar Hilafet daveti gün be gün giderek büyümekte olup Hilafet güneşinin doğması ve dünyanın dört bir tarafını aydınlatması çok yaklaştı.

Bugünkü yürüyüşler, ümmetin gerçek değişime meyil etmeye kilitlenmesi hakkında dönüp dolaşanları ifade etmede önemli bir rol oynadı. Artık ümmet, gerçek değişimin yüzlerin değişiminde olmadığını ve kapitalizm nizamının alaşağı edilip yerine Hilafet ikame edilinceye kadar gerçek bir değişimin meydana gelmeyeceğini anladı.

Hizb-ut Tahrir Pakistan ordusunu, Pakistan'ın karşı karşıya kaldığı şu kritik zamanda şeri vecibesini yerine getirmeye ve İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması için nusret vermeye davet eder.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Yeni Patlamalar, Irak Otoritesinin Tamamen Aciz Olduğunu Teyit Etmektedir

  • Kategori Irak
  •   |  

Her günümüzün kanlı bir hale geldiği- Irak'ta kanlı günlerden yeni bir felaket günü daha. Burası başkent Bağdat... Dâr-us Selam. Bağdat halkı, 02.11.2010 salı günü dört ana noktasını vuran yirmi küsur bölgede meydana gelen yıkıcı patlamalarla sarsıldı. Patlamaların sonucunda onlarca masum insan şehit oldu, yüzlercesi yaralandı, binalar ve işyerleri tamamen tahrip oldu. Tüm bunlar ise vakıa zeminindeki varlık amacı, yıkmak ve katletmek ile servetleri ve kamu mallarını yağmalamaktan başka bir işi yapmak olmayan zalim Amerikan işgalinin dayattığı kıytırık bir hükümetin gölgesinde meydana gelmektedir.

Bu olaylara şahit olan bir kimse bu denli silahlarla ve araçlarla donanımlı asker ve polis yoğunluğuna bir o kadar da diğer güvenlik güçleri olmasına rağmen bu felaketlerin meydana gelmesi karşısında şaşkına dönmektedir... Ancak eğitim zayıflığını, deneyimsizliği ve farklı yandaşlıkları göz önüne aldığımızda bu şaşkınlık boşadır. Tüm bunlar ise istenen güvenlik derecesini engellemektedir. Nitekim ellinin (50) üzerinde kişinin ölümü ve yetmiş (70) kişinin yaralanması ile sonuçlanan bir kilisedeki rehinleri "kurtarma" operasyonu bunun kanıtıdır. Bu kişilerin hepsi veya çoğu dua için gelmişlerdi. Dolayısıyla bu tamamen başarısız bir operasyondur.

Burada ön plana çıkan kritik soru şudur: Sözde seçimlerin üzerinden yedi küsur ay geçmesine rağmen bu masa öteki masa, bu "şeffaf" görüşme daha "şeffaf" olan başka bir görüşme derken sürüp giden hükümet kurma görüşmeleri ne zamana kadar devam edecek? Bu kişilerin kana susamışlığı giderilinceye kadar daha ne kadar kan akacak?

 

Ey Irak Halkı!

Şüphesiz bu, eşine ender rastlanan bir saçmalık olup bu yöneticilerin Allah [Azze ve Celle] katındaki hesabı oldukça çetin olacaktır:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrahim 42-43]

Ümmetin, bu kişilerden ve onların arkasındaki azgın küfür devletlerinden kurtulması ancak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in bizleri, ثمَّ تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacak" kavliyle müjdelediği Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmakla mümkündür.

Devamını oku...

Obama'nın Zehrinden Sakınınız Ey Müslümanlar!

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Haberler, daha önce yapmayı planladığı iki ziyaretini iptal eden Amerikan Başkanı Barack Obama'nın 09 Kasım 2010'da Endonezya'yı ziyaret edeceğini aktardılar. Beyaz Saray da başkanın Hindistan ziyaretinin ardından Endonezya'yı ziyaret edeceğine dair yaptığı açıklamalarla bu haberleri doğruladı. Obama, Endonezya'da bulunduğu sırada Güney Doğu Asya'daki en büyük mescit olan İstiklal Mescidi'ni ziyaret ederek oradaki açık bir alanda konuşma yapacak. Obama, Amerika Birleşik Devletleri'nin İslam dünyasına ulaşma çabalarında önemli bir yere sahip olduğunu, hızla ve dinamik bir şekilde gelişen Güney Doğu Asya ekonomileriyle bağlantısı olduğunu ifade etti. ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Ben Rhodes ise 29.10.2010'da şöyle dedi: "Orada Endonezya ile yaptığımız kapsamlı ortaklığı ele alma fırsatını yakalayacağız." Obama, konuşmasında demokrasi, kalkınma, bunların dünyanın dört bir tarafındaki Müslüman nesillere aktarılması konularının yanı sıra Endonezya'da çoğulculuğa ve hoşgörü konularına da değinecek.

Özellikle Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Endonezya Dışişleri Bakanı Marty Natalegawa arasında 18.09.2010'da Amerika Birleşik Devletleri'nde Kapsamlı Ortaklık denilen Ortaklık Anlaşması'nın ilan edilmesinin ardından Obama'nın ziyaretindeki kritik nokta; (12) maddesi siyaset ve güvenlik, (27) maddesi ekonomi ve kalkınma, (15) maddesi kültür, toplum, eğitim, teknoloji ve benzeri konular olmak üzere tüm alanları kapsayan bu anlaşmanın maddelerinin uygulanmasıdır. Bu anlaşmanın uygulanması ise Obama'nın ziyareti sırasında anlaşmayı imzalamasından sonra başlayacak. Böylece siyaset, güvenlik, ekonomi, kültür, toplum, eğitim, teknoloji ve benzeri alanlar olsun Amerika'nın ülkedeki nüfuzu güçlenecektir.

Ey Müslümanlar!

Sömürgeciliğini dünyanın büyük bir alanına yayan sömürgeci bir devlet olan Amerika'nın başkanlığı bakımından Obama ile oğul Bush arasında hiçbir fark olmayıp Amerika, ülkeyi ve insanları ifsat eden bir devlettir. Dünyanın dört bir yanındaki krizlerin ve karışıklıkların arkasında duran bizzat bu devlettir. İslam'a ve Müslümanlara olan adaveti ayan beyan ortaya çıkmıştır. Amerika, şu anda İslam ve Müslümanlar ile fiili bir savaş hali içerisindedir. Binaenaleyh Kapsamlı Ortaklık denilen anlaşma cicili bicili ifadelerle örtbas edilmesine rağmen hayatın tüm alanlarını kapsayan bir sömürü olması bakımından gerçekte özellikle Müslümanlar için öldürücü bir zehirdir.

Ey Müslümanlar!

Bildiğiniz üzere ülkedeki suni terör meselesinin arkasında duran bizzat Amerika'dır. Zira 11 Eylül saldırılarından sonra Amerika, hemen istihbarat birimlerini Endonezya istihbarat birimlerine bağladı ve bu bağlantı, Ömer Faruk ile Hanbelî'nin tutuklanmasında olduğu gibi aranan iki kişinin Amerika'ya teslim edilmesini kapsamaktadır. Ayrıca Amerika, dünyanın altın servetinde en büyük kapasiteye sahip olması bakımından elli küsur yıldan beri hakim olduğu ve mevcut devlet başkanı döneminde yenilemişken Papua'daki altınlar üzerindeki hakimiyetini sürdürmek için oradaki ayrılıkçı hareketleri desteklediği gibi askeri ilişkiler de yeniden normalize edildi. Zira Endonezya ordusuna bağlı özel kuvvetler ile Amerika arasında ortak askeri eğitimlere başlanıldı.

Düşünce, demokrasi, çoğulculuk ve liberalizm merkezlerini seferber eden bizzat Amerika'dır. Zira Endonezya'daki büyük üniversitelerde "Amerikan Corner" denilen bürolar açtı ve bunları finanse etti. Amerika, bu bürolar yoluyla liberal Amerikan kültürünü ülkedeki Müslümanlar arasında yaymaktadır.

Ayrıca Amerika, kadın ve kadını İslami değerlerden uzaklaştırma üzerine de odaklanarak bu amaçla fon oluşturdu. Zira kadın konferansları düzenlemesi ve kadının %30 nisbî temsil etme yasası kılıfı altında kadını hükümete ve parlamentoya sokması için hükümete baskı yaptı. "Cinsiyet" ve yeni veriler adı altında kadın özgürlü fikrini tekrar yaydı ve "eş cinsellik" hareketlerini destekledi. Nitekim Sarabaya'da bir kadın konferansının düzenlenmesine teşvik edilmesinin arkasında Amerika olmasına rağmen ümmetin evlatları bunu boşa çıkardılar. Çünkü bu konferans, kadını kalkındırmak ve onurunu korumak için değil onu aşağılama amaçlı olan bir konferanstı. Amerika bunun da ötesine geçerek medyanın Müslümanlar arasında kendisinin propagandasını yapması için milyonlarca dolar ayırdı. Zira bu zehirleri, "Amerikan İdeali" ve "Hollywood Filmleri" gibi iğrenç filmleri ve televizyon programlarını her eve enjekte eden bir radyo istasyonu kurdu. Amerika'nın ajanları, insan haklarını ve dinî mirası savunma gerekçesi altında pornografik fotoğraflara ve işlere karşı bir kanun çıkarmayı reddettiler.

Eğitime gelince; özellikle de İslami üniversitelerdeki eğitim müfredatının değiştirilmesinde Amerika'nın rolü açıkça ortaya çıktı. Zira buna, geçen yetmişli yıllardan beri başladı ve şu ana kadar da devam etmektedir. Eğitimde dini hayattan ayırma, çoğulculuk, inanç özgürlüğü, dinlerarası diyalog, kadın özgürlüğü, Hilafeti ve şeriatla yönetimi reddetme fikrini yaydı. Özellikle "terörizme karşı savaş" denilen şeyi ilan etmesinden sonra özel İslami enstitülerde de müfredatı değiştirmeye kalkıştı.

Ey Müslümanlar!

Artık genelde Amerika'nın özelde ise Obama'nın zehri ülke ve insanlar için açığa çıkmıştır. Obama'nın Endonezya ziyareti, sadece bu zehirli planları uygulamak, sizleri zayıflatmak hatta kalkınmayasınız diye sizleri öldürmek içindir. Amerika, sizleri nüfuzu altında tutmayı istemektedir. Geçmişte sizleri içerisine boğduğu bu fesat ve ifsat yetmez mi? Bunlardan ibret alıp aynı şeyi tekerrür ettirmeyiniz. Zir Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لاَ يُلْدَغُ المُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ "Mümin bir delikten iki defa sokulmaz." [et-Taberani]

O halde sizlere düşen bu İslam beldesindeki Amerikan nüfuzunu reddetmeniz ve sömürgecilerin planlarını bertaraf etmenizdir ki böylece hem ülkenizi hem de kendinizi kurtarasınız. Aksi takdirde Amerika'nın hain nüfuzu nedeniyle daha kötü bir hale gelir ve daha çok fesada boğulursunuz. Sakın ha sömürgecilerin nüfuzuna veya komplolarının tuzağına düşmeyiniz ey Müslümanlar! Sonra hüsrana uğrayanlardan olusunuz.

 

هَذَا بَلاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الألْبَابِ "İşte bu, kendisi ile uyarılsınlar, (Allah'ın) ancak tek bir ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir." [İbrâhîm 52]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Zorunlu Evliliğin Entegrasyonla Ne Alakası Var?!

Alman politikacılarının, entegrasyon politikasını etkinleştirmek amacıyla kararlı adımlar atmaya niyetli olduklarını ifade ettikleri aylarca süren tartışmanın ardından Alman hükümeti, dün zorunlu evliliği engellemeyi amaçlayan kanun taslağını onayladı. Bu yeni kanuna göre zorla evlilik, beş seneye varan hapis cezasını gerektiren bir suçu işlemek sayılacaktır. Bu kanunda "insani" eğilim de göz ardı edilmemiştir; zira zorla evlilik mağdurları düşünülmüş, onlara birtakım haklar, daha doğrusu Almanya'ya dönme hakkı verilmiştir.

Şimdi bu kanunun ne değeri ve ne faydası var?

Bu sorunun cevabını Adalet Bakanı "Sabine Leutheusser-Schnarrenberger" verdi. Zira o, bu kanunun büyük bir caydırıcı etkisinin olmayacağını ve zorla evlilik yaptıran faillerin cezai kovuşturmasının zor bir iş olacağını itiraf etti.

Dolayısıyla bu kanun, zorla evliliği suç saymasına rağmen bu ispat edilemeyecektir. Alman devlet personellerinin, kız çocuklarının zorla evlendirildiğini ispatlamak için örneğin Türkiye veya Fas veya Ürdün veya benzeri bir ülkedeki herhangi bir köye gideceklerini de sanmıyoruz. Dolayısıyla bu kanun, yüzlerce Alman kanununa eklenecek faydasız bir kanundur.

Bu kanun, entegrasyon karşıtlığını engellemeye dönük kararlı adımlar atma bağlamında onaylanmıştır. Bilindiği üzere entegrasyon karşıtlığını engellemek, Alman hükümetinin iddia ettiği üzere kendisinin temel meselesidir. Yine bilindiği üzere entegrasyon karşıtlığını engellemek, İslam mefhumlarını taşıyan ve onlarla amel eden kimseleri engellemek ve bu kimseleri -Merkel'in isimlendirmesini sevdiği üzere- Almanya'nın Nasranilik-Yahudilik kültürü denilen şeyle asimilasyona sevk etmektir. Burada varit olan soru şudur: Bu kanunun entegrasyonu reddetmekle ne alakası vardır?

Eğer İslam, zorla evliliği mubah kılmış olsaydı derdik ki: Bu İslami hüküm, Alman kanunu ile çelişmektedir. Bundan dolayı Alman hükümeti bunu, Batı kültürü mefhumu ile çelişen bir İslam kültürü mefhumu olarak engellemektedir. Ancak herkes bilmektedir ki "zorla evlilik", İslam'da batıldır. Yani bir evlilik değildir. Yine herkes bilmektedir ki Almanya'daki Müslümanların geneli Türk'tür. Türkler ise kadının kendi başına evlenmesini mubah gören Hanefi mezhebine göre amel etmektedir. Yani veli, evlilik hususunda kadın üzerinde velayet sahibi değildir. O halde "zorla evlilik" mefhumu nereden gelmektedir? İslam'la hiçbir alakası olmayan bir fikirden gelmektedir. Dolayısıyla bu, hem İslam'a hem de Alman kanuna aykırı olan bir iştir.

Şimdi Alman hükümeti, İslam'a muhalefet edilmemesini önemsemekte midir? Tabii ki hayır! Zira Alman hükümetinin alkol kullanan ve domuz eti yiyenleri hapse mahkum eden bir kanun çıkarması düşünülemez. Bunun aksi düşünülmüş olsa bile.

O halde Alman hükümetinin derdi, Alman kanununa muhalefet edilmemesidir. Ancak Alman kanununa muhalefet edilmemesi, Müslümanlarla sınırlı değildir. Bilakis gayrimüslimleri hatta Alman politikacılarını da kapsamaktadır (Helmut Kohl ve İsviçre'deki gizli hesapları hatırlayınız).

Burada varit olan soru şudur: Mademki gerçekte "zorunlu evliliğin" değerler çatışması, yani İslam mefhumu ile Nasranilik-Yahudilik Alman mefhumunun çatışmasıyla bir alakası olmayıp sadece Alman kanununa muhalefet etmektir o halde ne diye entegrasyon içerisine sıkıştırılmaktadır? Şimdi Müslüman bir kimsenin yaptığı her muhalefet, entegrasyonu reddetmesi olarak mı yansıtılacaktır?

Mantıken bu sorunun cevabı hayırken pratik vakıadaki cevabı evettir. Çünkü Müslümanlardan zorla talep edilen ve tüm politikacıların hatta tüm insanların bahsettiği bu entegrasyonun hakikatini ve tanımını hiçbir kimse bilmemektedir. Hiçbir kimsenin de tanımını yapacağını sanmıyoruz. Çünkü tanım, politikacıları ve politikayı disiplinize edecektir ki bu da Batılı politikacıların ve Batılı politikanın istemediği bir şeydir. Bundan dolayı entegrasyon mefhumu, Müslümanları Nasranilik-Yahudilik kültürü potasında eritme maksadını gerçekleştirmesi için hükümete onlara baskı yapma yetkisi veren elastiki soyut bir mefhum olarak kalacaktır. Bunun gerçekleşmesi ise imkansızdır. Çünkü hükümet, teşvik ile gerçekleştirmediği bir şeyi gözdağı vererek asla gerçekleştiremez.

Mühendis Şâkir Âsım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika'nın Skandallarının Yayınlanması, Batı Hadaratının Sahteliğinin Kanıtıdır

"Wikileaks" internet sitesinde yayınlanan "gizli belgelerin" yankıları sonucunda oluşan sözde devletlerarası ilgi, Irak da dahil Müslümanların beldeleri üzerinde dönen devletlerarası çatışmanın bir yansımasından öte bir şey olmayıp Irak halkına duyulan bir ilgi değildir... Zira herkes, işgali desteklemek veya işgale sessiz kalmak üzere Irak'ı işgal etmek ve onu yok etmek için ittifak kurdu.

Bir başka husus ise şudur: Bir web sitesinin veya enstitünün kafir Amerika'nın istemediği bir şeyi yayınlayabilmesi aklen inanılacak bir şey değildir... Bilakis tüm bunlar, bir takım hedefleri ve bir dizi amaçları gerçekleştirmeye dönük bir tuzak ve tedbirdir.

Belirli bir kesimi suçlamak ve başka bir kesimi aklamak için yapılan tartışmalar ise; otoritenin tepesine ulaşmanın sağlayacağı "çıkarlara" dönük çatışmadan ibarettir. Bir yönden böyledir. Diğer yönden ise Afganistan hakkında yayınlanan bu "belgelerin" ve daha önceki belgelerin içerdiği skandallar ve cürümler, boş kınama ve eleştiri dışında bir karşılık görmeyen vahşi hayvanların bile yapmaktan haya ettiği bir insanlık utancıdır. Şüphesiz bu, insanların özgürlük ve insan hakları sloganlarını dillendirmesinden bıktığı Batının bozuk hadaratının sadece görünen kısmıdır.

 

Ey Müslümanlar!

İktidar partilerinin, ortaya çıkan hakikatlerin yanında veya karşısında birleşmesi ve bir araya gelmesi tüm insanlar için bir fenomen olmamıştır. Dolayısıyla bu, skandaldan veya hesap saatinin yaklaşmasından duydukları korkudan dolayı bu kişilerin kapıldığı paniğin kesin bir kanıtıdır. Zira bu kişilerin hepsi de Irak halkının kanını emdi ve elbirlik yaparak servetleri heba etti.

 

Ey Yöneticiler!

Hiçbir muhafız ve danışman olmadan yapayalnız bir şekilde el-Cebbar olan Subhânehu'nun huzuruna çıkacağınızı, güttüklerinizden dolayı sizleri hesaba çekeceğini, o gün Amerika'ya ve başkasına yaltaklanmanın sizlere hiçbir faydasının dokunmayacağını bilmelisiniz. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ وَالٍ يَلِي رَعِيَّةً مِنْ الْمُسْلِمِينَ فَيَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لَهُمْ إِلا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ "Müslümanların çobanlığını üstlenen hiçbir vali yoktur ki onları aldattığı halde ölüp de Allah Cenneti ona haram kılmış olmasın."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Nihayet Almanya, Çok Kültürlülüğün Öldüğünü İlan Etti

Hizb-ut Tahrir / Avrupa'nın 2002 yılında çıkarttığı "Batı Diyarına Göç" kitabında şöyle demiştik:

  • Batının açıkladığı ve uğrunda çalıştığı şey, entegrasyon olmasına rağmen peşinden koştuğu gizli hakikat ve amaç asimilasyondur.
  • Kolektif kültür mefhumuna dayalı ve tek kültürlülük bakışı üzerine kurulu olan entegrasyon politikası, hatalı bir politikadır ve kendisiyle çelişmektedir.
  • "Ya entegre ol yada çek git" söylemi, doksanlı yıllarda ortaya çıktı ve 11.09.2001'deki New York-Washington saldırılarından sonra meşhur oldu. Görünen o ki bu söylem, Batının Müslümanlara olan muamelesinde gelecekteki politikasını temsil edecektir.

Hizb-ut Tahrir / Avrupa'nın 2009 yılında çıkarttığı "İslami Kimlik" kitabında ise şöyle demiştik:

Çok kültürlülük fikri, bazı Batılı ülkelerde aydınlardan ve politikacılardan destekçisi olan popüler bir fikirdir. Bu fikir, bireylerin ve cemaatlerin kimliklerini korumak için hoşgörüye izin vermekte, cebir ve zorlama olmadan gerçekleşen doğal bir süreç olarak gördüğü kısmî entegrasyona çağrıda bulunmaktadır. Ancak -Jurgen Habermas'ın ifade ettiği üzere-: "Bu fikirle fırtına koptu. Mesele akademisyenlerin ötesine geçerek politikacıların yanı sıra güvenilir gazete yazarlarına da dayandı; zira hepsi de 'aydınlanmanın' İslami radikalizme karşı korunması ve savunulması gereken bir kale olduğunu düşünmektedir." Pascal Bruckner ise kendince toplumun parçalanmasına ve farklı değerlere tabi olan birbirinden izole olmuş birden çok gurubun oluşmasına yol açmasını, çok kültürlülük fikrinin hatasına gerekçe olarak gösterdi. Bu nedenle de bu fikri, "ırkçılık karşıtlarının ırkçılığı" olarak isimlendirdi.

Böylece Batı hadaratını savunmak, aydınlanma ve modernite değerlerini korumak amacıyla aydınlanma köktenciliği denilen şey ortaya çıktı. Ardından da laikliği savunma gerekçesiyle Fransa'da başörtüsü yasaklandı, Alman Şansölyesi Angale Merkel, Avrupalıları Radikal İslamcılara ve demokrasi düşmanlarına karşı Nasranilik değerlerini savunmaya çağırdı, Papanın Özel Sekreteri George Chaynsfein, "Batının Müslümanlaşması" olarak nitelendirdiği olguya karşı uyarıda bulunarak Avrupa kimliği için bir tehdit olarak görmesinden dolayı İslami değerlere direnç gösterilmesini, İtalya'daki Kuzey Ligi Partisi, Müslümanların ülkeden kovulmasını ve Hollandalı Vekil Wilders, İslam'ı terk etmedikleri sürece milyonlarca Müslümanın gönderilmesini talep etti. Bunun üzerine bugün güçlü bir şekilde İslam'ı terk et kal, İslam'a sarıl çek git anlamında "Ya entegre ol yada çek git" sloganıyla sembolize olan zorunlu entegrasyon fikri ve asimilasyon politikası ortaya çıktı. Dolayısıyla öteki, yani Müslüman için hadaratsal ve kültürel özelliklerini, yani İslam'ı terk etmekten, Batının kendi standartlarına ve kanaatlerine göre şekillendirdiği diğer kimliğin yerini alması için kendi kimliğini terk etmekten başka bir seçeneği kalmamaktadır. Zira Batı, Müslümanların sadece kendi sistemine boyun bükmesiyle yetinmemektedir. Bilakis onlardan kendi değerlerini ve mefhumlarını benimsemelerini ve İslam'ı terk etmelerini istemektedir. Bu nedenle Batı, dinimizle bağlantısı olan herkese: akideye, şeriata, Hilafete, Kur'an'a, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, ibadete, Arapça diline, peçeye, başörtüsüne, yüzüğe, kurbana, mescitlere, imamlara, medreselere, bayramlara, evliliğe ve benzeri şeylere... karşı azgın bir kampanya yürütmektedir.

Bugün Alman Şansölyesi Merkel, çok kültürlülük politikasının ve çok kültürlü toplum modelinin başarısız olduğunu ilan ederek sözümüzü teyit etmektedir. Bu da zorunlu entegrasyon ve asimilasyon döneminin başlaması demektir.

Bir bütün olarak Avrupa'daki Müslümanların yaşadığı trajik vakıa, geçmişte ve 17.09.2007 tarihli basın açıklamasında sorduğumuz şu soruyu tekrar sormamıza neden olmaktadır: Endülüs trajedisi tekerrür mü ediyor?

Bu sorumuzun cevabını, öngörülerinin geneli doğru çıkan Amerikalı ünlü araştırmacı Gerald Celente, 2010 yılında "Avrupa'daki Müslümanlara karşı etnik temizliğin 2012 ila 2016 yılları arasında başlayacağını" teyit eden ifadeleriyle verdi. İşte o zaman Müslümanlar, giyotine vurulan Maximilien Robespierre'nin "Yaşasın özgürlük! Yaşasın demokrasi" kanaatini dillendireceklerdir.

Mühendis Şâkir Âsım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Fırsatçı Şeyha Hasina, Aşağılık Siyasi Maksatlarını Gerçekleştirmek İçin Kur'an-il Kerim'e İftira Atıyor

Şeyha Hasina, Hindu tapınağında bir Hindu dini törenine katıldı ve Kur'an-il Kerim'deki bir ayeti tahrif etti. Zira tapınakta müşriklerle hoşgörü hakkında konuşurken İslam'ın laikliği benimsemeyi mubah kıldığını söyledi. Kâfirûn suresinin son ayetini [لكلٍ دينه] "Herkesin dini kendisine" şeklinde okuyarak da buna delil getirdi. Şeyha Hasina, siyasi amaçlarına hizmet etmesi amacıyla ayeti bu şekilde okuyarak Kur'an-il Kerim'de varit olan ayeti tahrif etmiştir. Zira ayet; [لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ] "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" şeklinde olup Resulün onların, yani müşriklerin putperest dinlerini reddetmesinden sonra inmiş ve surede onlar kafirler olarak nitelendirilmiştir.

Özellikle insanları haklarından mahrum eden bu fasit nizamın mızrağı altında yapılan seçim zamanında olmak üzere İslami inançlarla oynamada bir uzman olan Şeyha Hasina'nın bu ayet hususunda insanlara yalan söylediğini gözlemlemekteyiz. Zira bu ayet Mekkeli kafirlerin, eziyet etme ve kendi ilahlarına ibadet etmesi karşılığında Allah'a ibadet etmeyi kabul etmeleri gibi orta çözümler yoluyla Nebi [Aleyhi's Salatu ve's Selam]'ı İslam'a davet etmekten vazgeçirmekle meşgul oldukları bir sırada inmiştir. Ancak Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bu teklifleri reddetmiştir. Söz konusu olan sure de bunu teyit etmektedir:

قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ 1 لا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ 2 وَلا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ 3 وَلا أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ 4 وَلا أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ 5 لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ 6 "De ki: Ey Kafirler! (1) Ben sizin taptıklarınıza tapmam! (2) Siz de benim taptığıma tapanlar değilsiniz. (3) Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. (4) Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. (5) Sizin dininiz size, benim dinim de banadır. (6)" [el-Kâfirûn 1-6]

Şeyha Hasina, laikliği benimsemekle hevasını ilah edindiğini ve böylece Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya şirk koşmasından dolayı bağışlanmayacak büyük bir günah işlediğini bilmelidir.

إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yusuf 40]

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ "Her kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." [Âl-i İmrân 85]

Eğer Şeyha Hasina, bu ayetleri inkar ediyorsa ülkedeki Müslümanlara karşı yalan söylediği ve onları saptırdığı ifşa olmaktadır. Zira Şeyha Hasina'nın benimsediği ve bir ilaha dönüştürdüğü laiklik inancına İslam'da yer yoktur. Allahu [Subhânhu ve Te'alâ]'nın yardımıyla Müslümanlar, çok yakında bu nizamın işini bitireceklerdir. Zira bu nizam, ülkedeki binlerce Müslümanı, temel ihtiyaçlarını giderecek ve günlük sorunlarını çözecek bir şey bulamadan açık havada yaşamak ve uyumak zorunda bırakmıştır. Yakında Müslümanlar, Müslümanıyla ve gayrimüslimiyle tüm insanların ihtiyaçlarını giderecek ve haklarını koruyacak Hilafeti kuracaklardır.

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Diktatör Devlet Başkanının Tuğyanına Karşı Ne Zamana Kadar Sessiz Kalacaksınız!

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Gösterdiği büyük çabalara rağmen Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmayan Sovyetler Birliği'nin çökmesinin ardından Orta Asya'daki Müslümanlar, Rusya'yı ve Batıyı endişelendirecek şekilde büyük bir arzu ve şevkle dinlerine teveccüh etmeye başladı. Bunun üzerine bölgede özellikle de Tacikistan'da fitneyi harekete geçirdiler. Böylece yüz binlerce Müslüman, Rusya'nın "Devlet Güvenlik Komitesi" aracılığıyla planladığı iç savaşın kurbanı oldu. Bunun sonucunda Müslümanların İslam'a olan teveccühleri kısa bir süreliğine azaldı ve çok kısa bir süre geçmeden İslam'a olan teveccühleri kat be kat arttı. Buna ise ümmetin muhlis evlatları olan Hizb-ut Tahrir şebabının faaliyetlerinin büyük bir katkısı oldu. Bu kitle, Tacikistan'daki Müslümanların dinlerine geri dönmesi için çok büyük çaba sarfetti. Böylece son on yıl içerisinde gösterdiği fedakarlığı ve sabrıyla çarpıcı sonuçlar elde etti.

Bu durumun ajan devlet başkanı ile kafir efendilerini oldukça endişelendirmesi doğal bir durumdur. Böylece İslam'a, Müslümanlara özellikle de Hizb-ut Tahrir şebabına karşı olan öğütücü savaşlarının dozunu arttırdılar. Nitekim son  on yılda Hizb-ut Tahrir şebabından yüzlercesini uzun süreli hapse çarptırdılar. Bugün onların yüzlercesi hapishanelerdedir.  Rahmanov ve onun mücrim zümresi, son iki yılda kafir efendilerinin emriyle öğütücü savaşını şiddetlendirdi. Mesela "inanç özgürlüğünü ve dini örgütleri" sınırlandırılması, birçok mescidin kapanmasına yol açan mescitlerin tescil edilmesi ve yüksek enstitülerindeki ortaöğretimde başörtüsünün yasaklanması kanununun imzalanması bunlardan bazılarıdır. Sadece Hizb-ut Tahrir ile sınırlı olmayıp "Tebliğ Cemaati", "Selefiler", " Özbekistan İslami Hareketi", "el-Kaide" ve "Tacikistan İslami Kalkınma Partisi" ve diğer Müslümanları kapsayan zulüm, işkence ve tutuklamalara gelince; bu yaygın bir durumdur. Bu husustaki liste oldukça uzun olup diktatör başkanın ve mücrim zümresinin kafir efendilerinin emriyle İslam'a ve Müslümanlara karşı savaştaki yeni bir atılımın olduğunu göstermektedir. Karton tahtından ve dünyevi servetlerinden başka bir derdi olmayan bu ajan yönetici, kendisinden razı olsunlar diye efendilerinin İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşmaya ilişkin emirlerini "tam bir sadakatle" uygulamaktadır. Nitekim son aylarda İslam'a ve Müslümanlara karşı savaştaki çabası doruk noktaya ulaşmıştır. Şimdi de doğrudan açık bir şekilde tüm İslami görüntülere karşı bir savaşa başlamıştır. Resulullah [SallAlllahu Aleyhi ve Sellem], bu zalim yöneticiler hakkında şöyle buyururken ne kadar da doğru söylemiştir: إذا لم تستحيِ فاصنع ما شئت "Haya etmiyorsan dilediğini yap!"

Devlet Başkanı Rahmanov'un insanlarla bir araya geldiği, radyo ve televizyonlara yaptığı açıklamalar esnasında değindiği ardından da uygulamaya başladığı eylemlerden bazıları şunlardır:

- Geri dönmelerini sağlamak, seyahat etmelerini engellemek, anne-babaları tehdit etmek ve benzerleri gibi sert önlemler alarak gençlerin ülke dışında İslam'ı öğrenmelerini yasaklamak.

- Gençleri mescitlerden uzaklaştırmaya çalışmak, ortaöğretim ve enstitülerdeki öğrencileri mescitlerden men etmek.

- Gençleri ve erkekleri takip edip tutuklayarak sakal bırakmalarını yasaklamak, sakallarını kesmek, onları tehdit etmek ve benzeri işleri yapmak.

- Gençlere evlerinde İslam'ı öğreten alimleri tutuklayarak evlerde İslam'ın öğretilmesini yasaklamak.

- Kadınların ve kız çocukların sadece ortaöğretim, enstitüler ve devletin diğer kurumlarında değil bilakis korkutma, tehdit, cezai yaptırımlar ve şeri elbiseleri bırakıp ulusal ve benzeri elbiseleri giyme hususunda hatiplerin verdiği fetvalarla eğitim ve iş alanlarından kovmak gibi farklı önlemler alarak çarşılarda ve diğer mekanlarda başörtüsü takmalarını yasaklamak.

- İleri yaş sınırlaması gibi hac farizasını eda etmek isteyen Müslümanlara yeni sınırlamalar dayatmak.

- Cezai yaptırımlar uygulamak ve dükkanları kapatmak gibi dini kitapların ve İslami kasetlerin satışına yeni sınırlamalar dayatmak.

- İslam Merkezi ve Din Kurulu yoluyla mescitlerin denetimini yoğunlaştırmak, devlet başkanını destekleyen imamlar ve hatipler atamak, vaaz konularının güvenlik komitesi tarafından hazırlanması, biraz olsun İslam'a ihlaslı ve düşkün olan imamları ve hatipleri tehdit etmek ve cezalandırmak.

İslam'ın ve Müslümanların azılı bir düşmanı olan bu diktatör yönetici, İslam'a olan nefrette ve savaşta haddi aşmıştır. O, bu hususta mevkidaşı Yahudi Kerimov'a benzemektedir. İslam'a ve Müslümanlara karşı işlediği tüm bu vahşi cürümlerden ardından zihinlerde şu soru yer etmektedir: Bu zalim katile Müslüman demek caiz midir?

Ülkede cereyan eden bu hususlardan maksat, Tacikistan'daki Müslümanların İslam'a olan teveccühlerini yavaşlatmak için Müslümanlarda bir endişe ve korku oluşturmaktır. Tacikistan'daki Müslümanlar, İslam ümmetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü muhlis alimler, farklı İslami harekete tabi olanlar ve ülkedeki Müslümanların çoğu bugün, Hizb-ut Tahrir'in ve diğer davetçilerin etkisiyle İslam'a ve bu hizbin temeli olan güçlü sahih fikirlere doğru koşuşturmaktadırlar. Bu nedenle bu zalimlere ve efendileri bir korku hakim olmaktadır. Dolayısıyla zulümlerini ve düşmanlıklarını arttırmaktadırlar. Ancak onlar, bu eylemlerinin kendilerine Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamalarını ve çekinmemelerini hatırlatan Müslümanlardaki İslami akideyi ve İslami duyguları harekete geçirdiğinin farkında değiller. Bugün büyük bir hırs ve iştiyakla dinlerine teveccüh etsinler diye Tacikistan'daki Müslümanları harekete geçiren bizzat bu akidedir.

Burada varit olan soru şudur: Bu yöneticilerin İslam'la savaşmada ve Müslümanlara zulmetmedeki tüm bu despotlukların ve inatlarının nedeni nedir? Cevap açıktır ki o, Müslümanları diktatörlük karşısında zillete razı olmaları ve Allah'ın kendilerine farz kıldığı zalim yöneticileri muhasebe etme ve onları İslam'la yönetimi hayata geri döndürmeye zorlama farziyetini terk etmeleridir. Allahu Subhânehu, şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve Biz onu Kıyâmet Günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124]

 

Hizb-ut Tahrir / Tacikistan, İslami hareketler ve mensuplarına seslendiği gibi ülkedeki tüm Müslümanlara ve kerim ihlaslı alimlere sesleniyor, kuvvet ehli ile nüfuz sahiplerinden ihlaslı olanlara sesleniyor:

Ey İnsanlar İçin Çıkartılmış Ümmetin En Hayırlı Evlatları!

Bu zulme ve zillete ne zamana kadar sabredeceksiniz?!

Bu fakirliğe ve Allah'ın size bahşettiği servetleri yağmalayan bu yöneticilerle onların kafir efendilerine ne zamana kadar sabredeceksiniz?!

Sizleri parçalayan ve sizlere zarar veren ihtilaflar ve anlaşmazlıklarla ne zamana kadar meşgul olacaksınız?! Allahuteala'nın şu kavlini işitmediniz mi?

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine [dinine] sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz." [Âl-i İmrân 103]

Haklarınızın gasp edilmesine dahası dininizin mukaddesatlarınızın çiğnenmesine, zalim yöneticiyi muhasebe etme ve onu zulmünden vazgeçirme hususundaki Allah'ın farzının uygulanmasına ne zamana kadar sessiz kalacaksınız?! Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini işitmediniz mi? وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ، أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَاباً مِنْ عِنْدِه،ِ ثُمَّ لَتَدْعُنَّهُ فَلاَ يَسْتَجِيبُ لَكُمْ "Nefsimi elinde tutan [Allah'a] yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz yâhut Allah'ın, üzerinize katından bir ikab göndermesi muhakkak yakındır. Sonra O'na dua edersiniz ama (artık) size icabet edilmez."

Bu zalim diktatör köleden ne zamana kadar korkacaksınız?! Allahu [Subhânehu ve Te'ala]'nın şöyle buyurduğunu bilmiyor musunuz? فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي "Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun." [el-Bakara 150]

Hizb-ut Tahrir sizleri, kendisine kucak açamaya, görüşlerini ve fikirlerini etüt etmeye ve şebabına yardım etmeye davet etmektedir. Zira onlar sizlerin kardeşleri olup sizler de bu kerim ümmetin evlatlarısınız!

Hizb-ut Tahrir sizleri, kendi saflarına katılmaya ve sizler bir farz olmasından dolayı Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatma yolunda çalışmaya davet etmektedir! Zira hakkı sahibine döndürecek ve tüm sorunlarınızı çözecek olan sadece adil bir Halifedir. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: إِنَّمَـا الإِمَامُ (الَخَلِيفَةُ) جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmam [Halife], arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan bir kalkandır."

Hizb-ut Tahrir sizleri, dünyanın ve ahiretin izzetine davet etmektedir! Haydi onun davetine icabet ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER