Cuma, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/06
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Subayların Katledilmesi Operasyonunu Tezgahlayan Şeyha Hasina, Bangladeş Liderliği için Kesinlikle Güvenilmez!!! Haçlı Amerika ile Müşrik Hindistan'ın Komplolarını İfşa Etmelerinden Dolayı Şeyha Hasina, Hizb-ut Tahrir'i Yasaklad

Bangladeş hükümetinin Hizb-ut Tahrir'i yasaklama kararını, Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'i, yardımcısı Mürşid-il Hakk'ı ve hizbin diğer üyelerini tutuklamasını şiddetle kınıyoruz. Zira Hasina hükümeti, hizbi yasakladı. Çünkü hizb, Şeyha Hasina'nın cürümlerini ifşa etti. Şeyha Hasina hükümetinin cürüm listesi oldukça uzundur ki bunlardan bazılarını zikredeceğiz:

1. Şeyha Hasina hükümeti, otoriteyi teslim alır almaz Bangladeş'i haçlı Amerikalılar için askeri bir üsse çevirdi. Bu ise sonu gelmez ortak askeri tatbikatlar vasıtasıyla gerçekleşti. Zira kasım 2009'da "Köpekbalığı-1" ve şubat 2010'da "Liman Çağrısı" adlı tatbikatlar yapıldı. Mayıs 2010'da "Köpekbalığı-2", temmuz 2010'da "Köpekbalığı-3" ve eylül 2010'da "Köpekbalığı-4" adlı tatbikatlar yapılacaktır.

2. Hasina, tamamen Hindistan'a teslim oldu. Mesela Hindistan'a yaptığı son ziyaretinde Chittagong ve Mangula limanını Hindistan'a verdiğini duyurdu ve terörizmle mücadeleye dönük ortak işbirliği yoluyla Bangladeş'in iç işlerine müdahale etmesi için Hindistan'a kapıları arkasına kadar açtı.

3. Şeyha Hasina, sınır muhafızlarına suikast yapmak için baştan sona gizli ittifak kurdu, Bangladeş'in Hindistan'a mücavir sınırlarını korumada ve kollamada sınır muhafızlarını zayıflatmak için çalıştığı gibi herhangi bir takibat veya ceza olmadan hatta tam bir koruma altında katillerin özgürce dolaşmaların izin verdi.

4. Aynen Pakistan yöneticilerinin yaptığı gibi Şeyha Hasina, insanların kafalarını günlük hayat işleriyle karıştırarak dikkatlerin hükümetin, Amerika'nın, İngiltere'nin ve Hindistan'ın ülkeye yönelik komplolarına bulaşmasından başka yere çekmek için elektrik, su ve doğalgaz gibi suni krizler türetti.

5. Şeyha Hasina, Amerika'nın iğrenç cürümlerinin ifşa etmesinden dolayı Hizb-ut Tahrir'i Bangladeş'te yasaklaması talimatlarını yerine getirdi. Nitekim altı ay boyunca zorunlu ev hapsinde tutmasının ardından hizbin Bangladeş'teki Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmedi ve yardımcısı Mürşid-il Hakk'ı tutuklayarak hapse atmasının yanı sıra hizbin pek çok üyesini de tutukladı.

Bu eylemler, inşallah Hilafet Devleti'nin ikamesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Artık ayrı iki kardeş olan Pakistan ile Bangladeş'in, ajan yöneticilerini devirmelerinin ve bu bölgenin İslami ümmetin hepsini birleştirecek olan Hilafet Devleti'nin irtikaz noktası olması için onun altında birleşmelerinin zamanı geldi.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Bir Taraftan Avustralya'da "İslami Finansa" Destek Vermek Öteki Taraftan İslam Dünyasında Müslümanların Katledilmesini Göz Ardı Etmek

Avustralya Hazine Bakanı Yardımcısı "Nick Sherry", Asya Kalkınma Bankasının yıllık toplantısına katılma gezisi çerçevesinde Taşkent'te Özbek hükümeti yetkilileriyle görüştü. Yapılan görüşmelerde Avustralya ile Özbekistan arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesi hedeflendi ve Özbekistan'ın Afganistan'daki savaşta oynadığı rol ele alındı. Bunlar, bakan yardımcısının Avustralya'nın, ülkesinde İslami finans için koşulları hazırlama taahhüdü hakkında yaptığı açıklamalar sonrasında ortaya çıktı.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Temsilcisi Osman Bedr, bu bağlamda şu değerlendirmede bulundu:

"Senatör ‘Sherry'nin', hükümetinin kendi halkına özellikle de Müslümanlara yönelik vahşi baskısıyla nam yapmış başkanlığını demir pençe ile hükmeden ve elleri Müslümanların kanına bulaşmış Andican kasabı ‘İslam Kerimov'u' ziyaret eden ilk Avustralyalı bakan olmaktan memnuniyet duyması doğrusu şaşırtıcıdır. Zira katil ‘Kerimov', 2005 yılında hiçbir yasal dayanak olmadan birkaç gün içerisinde binlerce Müslümanı katletti."

"Avustralya hükümeti, böylesi bir zulüm karşısında onurlu bir tavır takınmak yerine Amerika Birleşik Devletleri'nin peşinden gitmeyi ve birtakım ekonomik kazanımlar için açgözlülük yaparak apaçık baskıyı görmezlikten gelmeyi tercih etti. Şüphesiz bu, Avustralya'daki her dürüst vatandaşın karşı çıkması gereken aşağılık bir tutumdur."

"Bir taraftan Avustralya'da İslami finansa zemin hazırlamak diğer taraftan dışarıda Müslümanlara yapılan baskıyı göz ardı etmekten kaynaklanan bu çifte standart, her meseleyi ekonomik getiri ve kar beklentisi çerçevesinde ele alan kapitalistlerin iğrenç yüzünü ifşa etmektedir. Tüm bunlardan sonra insanlığın kapitalizmin gölgesinde ulaştığı üzücü duruma şaşmamalıyız."

"Avustralya'daki Müslümanlara sırf çıkara dayanan bu tür onursuz politikalara karşı çıktıklarını ifade etmelerinin yanı sıra her şeyi sadece maddi değeri ile ölçen kimselerin ‘İslami finansa' dönük propagandalarına karşı birer uyarıcı olmalarını nasihat ederiz."

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Avustralya
Medya Bürosu

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Telefon: (+61) 438 000 465

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden Bir Nidâ! Güney Sudan'da Yeni Bir Yahudi Varlığı Kurulmasını Engelleyiniz Ey Müslümanlar!

  • Kategori Sudan
  •   |  

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Sudan'da 11-15 nisan tarihleri arasında yapılan seçimler, Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden bir nizamın tayin edildiği, bakanların atandığı ve muhaliflerine karşı çıktığı sıradan bir seçim değildi. Aksine bu seçimler, Sudan tarihinde yapılan en tehlikeli seçimdi. Çünkü bu seçimlerle amaçlanan servet zengini Sudan'ın üçte birini ondan çekip alabilmek için Güney Sudan'ın Kuzeyinden ayrılmasına meşruiyet kazandırmaktı. Bunun için bu seçimlerin öncesinde, yapılması sırasında ve sonrasında, yani hazırlanmasında, idare edilmesinde sonra da ona dürüstlük ve adillik belgesi verilip savunulmasında başarılı olabilmesi için Batının özellikle de Amerika'nın rolü olmuştur. Zira Amerikan, İngiliz ve Norveç dışişleri bakanları, 31.03.2010 tarihinde yaptıkları ortak açıklamada şöyle demişlerdir: "Sudan'daki tüm tarafları nisan ayındaki seçimlerin barışçıl ve adil bir şekilde geçmesini güvence altına almak için acil olarak çalışmaya çağırıyoruz."

Amerika'nın Sudan Özel Temsilcisi Scott Gration, 03.04.2010'da Vatani Seçim Komisyonu ile görüşmesinin ardından şöyle demiştir: "Beni, seçimlerin kararlaştırılan zamanda başlayacağı, mümkün olduğu kadar özgür ve adil bir seçim olacağı hususunda ikna edecek bilgilerle donattılar." Eski Amerikan başkanı ve Carter Merkezi Müdürü -Kahin Jimmy Carter-, 09.04.2010'da Vatani Seçim Komisyonu ile görüşmesinin ardından aynı şeyi ifade ederek şöyle demiştir: "Sudan'da seçimlerin tatmin edici ve kabul edilebilir şekilde yapılacağından eminim." Hatta Carter, Sudan'ı Irak gibi bir Amerikan sömürgesi olarak niteleyip siyasi ortam ve Sudan halkı ile alay ederek bunun da ilerisine geçmiş ve şöyle demiştir: "Amerika, geçmişte Irak'ta idare ettiği gibi Sudan'daki seçimleri de idare etmektedir."

Amerikan Dışişleri Bakanı Sözcüsü Philip Crowley, 13.04.2010'da "Biz seçim sürecinden memnunuz" diyerek adeta seçim süreci için bir masumiyet belgesi yayınlamıştır. Bunun da ötesine geçerek seçim sonuçlarını kabul etmeyenleri tehdit ederek şöyle demiştir: "Hilenin varlığından bahsetmek şu anda seçimlere barut dolu söz karıştırmaktır."

2011 yılındaki referandum yoluyla Güneyin ayrılmasının meşruiyeti için yeterli olması vasfıyla seçim sürecine bulaşan manipülasyonlara rağmen seçim süreci sona erip oy sayım işlemi başlar başlamaz masumiyet belgesi ve seçim sürecine bulaşan bu manipülasyonları azaltmaya dönük bir kampanya başladı. Nitekim AB'nin seçim gözlemci heyeti başkanı Veronique de Keyser, 17.04.2010'daki basın toplantısında şöyle demiştir: "Seçimlerde uluslararası standartların yakalanması için çaba sarf edildi. Ama hepsine ulaşılamadı. Buna rağmen atılan bu adım, kapsamlı barış anlaşmasının uygulanmasının sürmesi için önemli bir adımdır." Aynı şeyi Carter, aynı gün yaptığı başka bir basın toplantısında söyle ifade etmiştir: "Sudan'daki seçimler uluslararası standartlara ulaşamamasına rağmen uluslararası toplumun geneli bunu barış anlaşmasının gerçekleşmesine dönük atılmış ilk adım olarak kabul edecektir." Hatta seçimleri izlemeden sorumlu Carter Merkezi üyesi olan Jack Rudd, 17.04.2010'da el-Hurra gazetesine yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: "Amerika, el-Beşir'in kazanmasını çok istiyor. Çünkü Amerika, onun kazanmasını özellikle geriye kalan referandum süreci olmak üzere anlaşmanın bentlerinin tatbik edilmesi olarak görüyor."

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin geçen asrın altmışlarından bu yana takip ettiği Güney Sudan'ı ayırmanın ardından çeşitli merhalelerinde ve gelişmelerinde kendi öz evlatlarımızdan bir gurubu kullanan kafir Batının [Amerika ve Avrupa'nın] planını uygulamak üzere Sudan'ın geriye kalanını parçalamanın bir aracı olarak bu seçimlerin hakikati işte budur.

Bu merhalelerin ve gelişmelerin en tehlikeli olanları ise aşağıdaki şekildedir:

-Yöneticilerin ve siyasilerin -Güney halkı da dahil- tüm Sudan halkına yönelik reel kötü gözetim sorununun Kuzey ve Güney halkları arasındaki bir sorun olarak ele alınması tuzağına düşmesi.

-Sözde muhalefet güçlerinin haziran 1995'teki hayati meselelere ilişkin Asmara Konferansı'nda Güney Sudan'a yönelik self-determinasyon -ayrılma- hakkını kabul etmesi.

-Hükümet ile bazı isyancı guruplar arasında Nisan 1997'de self-determinasyon hakkını öngören Hartum Barış Anlaşması'nın imzalanması.

-Hükümetin Güneyin ayrılma hakkını öngören 1997 yılındaki İGAD İlkeleri Bildirgesi'ni imzalaması.

-Hükümetin Güneyin ayrılma hakkını öngören Machakos Protokolü'nü sonra da 2005 yılındaki Nifaşa Anlaşması'nı imzalaması.

-Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin ve muhalefet güçlerinin self-determinasyon hakkını güvence altına alan Eylül 2009'daki Cuba Bildirgesi'ni imzalaması.

-Güneyin ayrılması hakkına dönük 2005 yılı geçici Sudan anayasasının yasallaşması.

-Güneyin ayrılması için gerekli meşruiyeti sağlamak için 2010 yılı seçimlerinin yapılması.

Şimdi bu büyük cürümün safhaları ve araçları ortaya çıktıktan sonra şu sorular ön plana çıkmaktadır:

Hükümet ve muhalefet olmak üzere siyasi güçlerin genelini ülkelerini yıkmaları ve parçalamaları için kafir Batının birer aracı olmaya iten şey nedir?

Orduyu, polisi, emniyeti, alimleri, düşünürleri, medya mensuplarını ve nüfusu 40 milyonu bulan Sudan halkının genelini temsil eden gerçek güçler, ülkelerinin kafir Batının çıkarı için parçalanıp bölük pörçük olduğunu gördükleri halde kıllarını dahi kıpırdatmaksızın onları yerlerinde çakılıp kalmaya iten şey nedir? Dahası bu bir avuç siyasinin ve liderlerin bindikleri gemiyi batırdıklarını gördükleri halde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu uyarısını aldırış etmeksizin parmaklarını dahi kıpırdatmamaktalar:

مَثَلُ القَائِمِ عَلَى حُدُوْدِ اللهِ والوَاقِعِ فِيْهَا كَمَثَلِ قَوْمٍ اسْتَهَمُوا عَلَى سَفِيْنَةٍ فَأَصَابَ بَعْضُهُمْ أَعْلاَهَا وبَعْضُهُمْ أَسْفَلَهَا، فَكَانَ الَّذِينَ في أَسْفَلِهَا إذَا اسْتَقَوْا مِنَ المَاءِ مَرُّوْا عَلَى مَنْ فَوْقَهُمْ، فَقَالُوْا: لَوْ أَنَّا خَرَقْنَا في نَصِيْبِنَا خَرْقَاً ولَمْ نُؤْذِ مَنْ فَوْقَنَا، فَإِنْ تَرَكُوْهُمْ وَمَا أَرَادُوْا هَلَكُوْا جَمِيْعَاً، وَإِنْ أَخَذُوْا عَلَى أَيْدِيْهِمْ نَجَوا ونَجَوا جَمِيْعَاً» "Allah'ın hadleri üzere kaim olanların ve içerisinde bulundukları vakıanın misali, bir gemi üzerinde kura çeken bir kavmin misalidir. Nitekim (kura sonucu) bazılarına (geminin) üst katı, bazılarına da alt katı isabet eder (çıkar). Suya susadıkları zaman, (yukarı çıkmak için) üsttekilerin arasından geçmek zorunda olan alttakiler, "üstümüzdekilere eziyet vereceğimize, bir delik açıp yerimizi delelim" derler, (üsttekiler de) onları (kendi hallerine) terk ederlerse, hep birlikte helâk olurlar. (Engellemek için) ellerinden tutarlarsa kurtulurlar, hep birlikte kurtulurlar." [Buhari, rivayet etti]

Hükümete gelince; ümmetin kendi yöneticisini seçme (otoritenin ümmete ait olması) hakkının gaspedilmesiyle parçalanmaya başlayıp ardından Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedegelen otoritede kalmaya hırs göstermektedir. Böylece insanlara zulmetti, ekini ve nesli helak etti. Sonra bununla da yetinmeyerek kabul ettiği Güney Sudan'ın self-determinasyon hakkı yoluyla ülke hakkında ifrata kaçarak onun birliğini de tehdit etti. Böylece Sudan'dan geriye kalanına Carter Merkezinden veya Avrupa Birliğinden aldığı meşruiyet ile hükmetmeyi ummaktadır!!!

Otorite için çırpınıp duran muhalefet güçlerine gelince; ülkeye ve insanların maslahatlarına hükümetten daha düşkün değillerdir. Zira hem meşum Nifaşa cürümünü kabul eden hem de hayati meselelere ilişkin Asmara Konferansı cürümünü işlemesi için hükümete zemin hazırlayan bizzat onlardır. Onlar, -kafir Batının zehirli yemeği- Nifaşa Anlaşması'nı kabul ettiler. Çünkü onlar, hem değişime muktedir sahih siyasi bir çalışma yapmaktan acizdirler hem de Nifaşa Anlaşması'nın demokrasi ve otoritenin barışçıl dönüşümüne hamledilmesinin yalancı bir hamletme olduğunu, Nifaşa Anlaşması cürümünün Sudan'ı yıkmak ve parçalamak olduğunu anlamasını sağlayacak siyasi uyanıklıktan yoksundurlar. Bu nedenle bu siyasi güçler, aynen hükümet gibi cürüme zemin hazırlamaktadırlar ve ülkenin birliği için akıttıkları timsah gözyaşlarının hiçbir önemi yoktur.

Ordu, polis ve emniyet gibi ülkenin birliğini ve güvenliğini korumakla görevli gerçek güçlere gelince; aşağıdaki hususları idrak etmeleri halinde ülkenin birliğini ve güvenliğini korumayı sürdürmeye muktedir olurlar:

-Güçlerinin kaynağı Rabbleri Subhânehu ve Te'alâdır ve izzetlerinin kaynağı dinleridir. Dolayısıyla yalnızca Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tevekkül etmeliler ve ondan yardım istemeliler:

وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ "Her kim Allah'a tevekkül ederse o, ona yeter." [et-Talak 3]

وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." [et-Tevbe 51] Keza izzet İslam'ın hükümleri, kanunları ve onun tutumlarıyla olur.

مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا "Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 139]

وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ"Oysa izzet Allah'ın, Resulünün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmezler." [Münafikun 8]

-Bu güçler, ümmetin gücü ve otoritesi olup hıyanet ve komplo yollarına girecek derecede peşinde giderek ümmetin otoritesini gaspeden hükümetlerin ve nizamların bir gücü yoktur.

-Bu güçler, daha dün bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan ülkenin dört bir tarafında savaşmışlar ve dahası ülkenin birliğini ve güvenliğini korumuşlardır. Tüm bunlar ise donanımları ve teçhizatları ülke dışından geldiği bir zamanda olmuştur. O halde şu anda donanımlarını ve teçhizatlarını kendileri ürettikleri halde ülke ve insanları düşmanlarına teslim edilir mi hiç? Ayrıca Allah yolunda cihat aşkıyla yanıp tutuşan savaşmaya muktedir milyonlarca er bulunmaktadır!

-Bu güçler, herhangi kafir bir düşmandan daha güçlü bir ülkede bulunmaktadırlar. Vietnam kafirleri, bunları yapmış ve Amerika'yı hezimete uğratmışlardır. Peki bizler, Allahuteala'nın maiyetinde olduğumuz halde Amerika'yı, hatta ülkemizdeki tüm Batıyı hezimete uğratmaktan aciz miyiz?! O halde niçin ülkemizi alçaltıyoruz?!

Alimler, aydınlar, medya mensupları ve toplumun diğer etkin kimselerine gelince; bunların içerisindeki muhlis kimseler, referandum karşıtı bir kamuoyu oluşturmayı hedefleyip saptırma maksadıyla hakkı çarpıtmak yerine onu göstermenin bir aracı olan platformların, gazetelerin ve muhlis medya organlarının nimetlerine evliyalar gibi şükretmek yerine bunları organize eden sürükleyici bir kampanya yürüterek kafir Batının planlarını boşa çıkarmaya muktedirdirler. Zira kafir Batının piyonları, bu planları allayıp pullayarak insanları bunları kabul etmeye hazırlamadıkça komplolarını hayata geçirmeyi asla başaramaz. Bunun içindir ki muhlislerin yapması gereken bu planları ifşa etmeleri ve insanları bunlara karşı seferber etmeleridir. Bunları imha etmenin ve ülkeyi bunların tehlikelerinden uzaklaştırmanın garantörü işte budur.

Sudan halkının geneline gelince; acziyet duygusu evhamından kurtulup kendilerine düşmanının planlarının hedefi olarak duran yeise kapılmış aciz bir ümmet olarak değil de hayrı iki cihanı da kuşatan en hayırlı bir ümmet olmalarını isteyen akidelerinin perspektifinden bakmaları halinde Allahu Subhânehu'nun izniyle Amerika'nın planları ve kafir Batının karşısında durmaya muktedirdirler. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmaktadır:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehyeder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110] Dolayısıyla Sudan halkı, (Rabbiyle, diniyle, akidesiyle, tarihiyle ve hadaratıyla) tüm kuvvet nedenlerine sahip olup bunların hepsi, kendisine ve akidesine güvenmesi halinde ümmetin güçlü olduğunu ifade etmektedir.

Evet, geçen beş sene içerisinde köprünün altından çok sular geçmiş ve bunların hepsi Kuzey ve Güney olmak üzere Sudan halkı arasındaki uçurumu derinleştirme yönünde akmıştır.

Mesela Amerika'nın temsilcileri yoluyla bizzat uygulanmasının resmi gözlemcisi olduğunu gösteren Nifaşa Anlaşması'nın maddelerinin uygulanması hususunda çoğu zaman yönetim ortakları arasında süregelen suni gerilimler bunlardandır.

Projenin sahibi kafir Batıya hizmet etmek için son derece saf bir şekilde Güneyin ayrılmasının hatta Kuzeyin Güneyden ayrılmasının propagandasını yapan platformlar ve partiler bunlardandır.

İnsanlara türlü türlü eziyetler uygulasınlar diye Güneyin -tüm Güneyin- isyancı çetelere, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'ne teslim edilmesi bunlardandır. Zira orman kanunu hüküm sürmektedir ki böylece Kuzey halkını Güneyden tehcir etmek ve Güneyi Uganda, Kenya, Etiyopya ve benzeri ülkelerdeki kafirlere açmak için maksatlı eylemlerde bulunmaktadırlar. Maliyeti 2,5 milyar doları bulan hava, deniz, kara birlikleri ve askeri üsler inşa etmek yoluyla Güney ordusu eğitildiği gibi Amerika, Güney devletinin altyapısının inşasına harcanması için her yıl Güneye 1 milyar doları bulan mali destek vermesinin yanı sıra egemenlik sahibi devletlerin yaptığı gibi Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, dünyanın birçok ülkesinde konsolosluklar açmaktadır.

Bu ve benzeri birçok eylemlerle hedeflenen Güneyin Kuzeyden ayrılma sürecinin kolaylaştırılmasıdır. İşte o zaman mevcut siyasiler, seslerini ayrılmanın düşmanca değil barışçıl şekilde olması için yükselteceklerdir. Hatta bazıları, hüsnü zanda bulunarak sinsi parçalama planının sahibi kafir Batının ajanlığını sergilemeseler de acziyetin canlı bir örneğini sergilemek üzere ayrılmanın düşmanca olmaması için insanlardan seçimlerde bunun için oy kullanmalarını talep edecektir!! Hatta yönetimin ortakları, cezbedici birlikten söz etmenin gözleri boyamaktan başka bir şey olmadığını teyit ederek iğrenç ayrılıkçı yüzlerini açığa vurdular. Nitekim el-Beşir, 01.03.2010'da Güney Sudan'da Cuba şehir stadyumundaki Vatani Kongre partisinin seçim kampanyasının tanıtımında şöyle demiştir: "Birliği veya ayrılığı seçmeniz halinde sizlerle kutlama hazırlığı yapacağız." El-Beşir, Güney halkına hitap ederek onlara ayrılığın tehlikelerini açıklamak yerine bunu söylüyor.

Güney Sudan hükümeti başkanı Salva Kiir, ayrılıkçı akımın yanında olduğunu teyit ederek aynı yolu takip etti. Zira 28.03.2010'da eş-Şuruk kanalıyla yaptığı röportajda şöyle demiştir: "Önümüzdeki dönemde birliğe davet eden akıma liderlik etmeyeceğim." Artık bundan sonra aklı başında bir kimse bu yöneticilerden ülkenin birliğini koruyacakları beklentisi içerisine girebilir mi hiç?!

 

Ey Müslümanlar! -Allah takdir etmesin gerçekleşmesi halinde- Güney Sudan'ın ayrılması şu anlamlara gelmektedir:

Birincisi: Önce Sudan halkını sonra da Müslümanları kuşatacak olan bir günah ve masiyet demektir. Çünkü onlar, geçmişte ve şu anda Müslümanların otoritesine tâbi olmuş İslami bir toprak hususunda ifrata kaçtılar, onun bir karışında bile ifrata kaçmaları Müslümanların haramdır.

İkincisi: Sudan'ın -Güneyin ayrılması emsali yoluyla- durmadan ilerleyip duran bir parçalanma girdabının içerisine kayması demektir. Zira Sudan'da oyunun dizginlerini elinde bulunduran Amerika, Güneyin ayrılmasının ardından marjinalleşme talepleriyle Darfur'u, ardından Kordufan'ı, el-Nil el-Ezrak'ı ve Doğu Sudan'ı koparmaya hazırlanmaktadır. Bunun içindir ki Nifaşa Anlaşması'nın kalıcı barışı getireceğini söylemek büyük bir yanılgı ve yalandır. Bilakis o, Sudan'ın her parçasına kapsamlı savaş tohumlarını ekmeye dönük bir anlaşmadır.

Üçüncüsü: Güneyin ayrılması, bir komplo kurma ve savaşları, çatışmaları ve cürümleri tahrik etme yuvası olması için Güney Sudan'da yeni sözde bir Yahudi varlığının kurulması demektir. Zira Güney Sudan İsyancı Hareketi ile Yahudi devleti arasındaki tarihi ilişkiyi hepimiz bilmekteyiz. Öyle ki Yahudi devleti, kurulmasından bu yana (çevreleme stratejisi) diye bir şey ortaya atarak bununla Arap dünyasını çevreleyen devletlerle ittifak kurmayı ve önce tarafları daraltma sonra da parçalama politikasını tatbik etmeyi amaçlamaktadır. Böylece Yahudi devleti, Güney Sudan'a müdahale ederek gerek eğitmek gerek uzmanlar göndermek gerekse ağır makinelerle desteklemek yoluyla isyancı hareket ile güçlü ilişkiler kurdu. Mesela Etiyopya eski devlet başkanı Mengistu döneminde, Yahudi devleti tarafından kendisine gönderilen silahların bir kısmını Güney Sudan'daki isyancı harekete vermesi şartıyla Etiyopya ile Yahudi devleti arasında büyük anlaşmalar imzalandığı gibi Yahudi devleti, uydu fotoğraflarını da isyancı harekete göndermiştir. Ayrıca (Garang), Yahudi devleti ile ordusuna birçok Yahudi askeri uzmanların tedarik edilmesini içeren bir anlaşma imzalamıştır. Zira 1990 yılında (15'in) üzerinde Yahudi uzman gelmiştir.

(Garang), 1992 yılında Nairobi ziyaretinde Kenya'daki Yahudi büyükelçisi ile görüşmesi sırasında yaklaşık dört milyon EK-47 tipi makineli tüfek mermisi, 130 milimetrelik top, bu toplar için (6) bin adet mermi tedarik etmesinin yanı sıra (5) milyon dolar tutarında mali yardımda bulunmasını talep etmiştir. Tüm bunlar, Güney Sudan'daki Kapoeta ve Torit şehirlerini geri almak için yapılmıştır.

Yahudi devleti, işte bu çevreleme stratejisi ve tarafları daraltma politikası yoluyla müdahale etmekte olup Darfur sorunu gibi Sudan'ın sorunlarında büyük rolü olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim bunun en çarpıcı örneği eski Yahudi başbakanı katil (Şaron'un) 2003 yılında -kötü hatıratlı- hükümetinin toplantısında sarfettiği şu sözleridir: "Sudan'ın batısına müdahale etmenin zamanı gelmiştir. Sudan'ın ‘İsrail'e düşman olan Arap devletlerini destekleyen bölgesel bir devlete dönüşmemesi için aynı araçlar vesileler ve aynı hedeflerle Sudan'ın güneyine müdahale edeceğiz." Yahudi devletinin o zamanki iç güvenlik bakanı (Avi Dichter) ise bir toplantısında şöyle demiştir: "Güney Sudan gibi Darfur da ayrılma hakkına sahip olmalıdır." Yahudi devleti, mücavir devletleri istismar ederek işte bu şekilde müdahalede bulundu ve bu tuzağı kurdu. Hele bir de ülkemizin böğrüne dahası içerisine yerleştiğinde bize neler yapacağını merak etmiyor musunuz?!

Bu nedenle Güneyin ayrılması bundan sonra Kuzeye doğru genişleyecek olan ikinci bir Yahudi devletinin kurulması demektir. Zira Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, 06.03.2010'da er-Rusayris şehrinde düzenlediği sempozyumda en-Nil el-Ezrak Valisi (Malik Akar), Güney İsyancı Hareketi'ni temsilen kendi vilayetinde laik esas temelinde Hartum'dan bağımsız bir devlet kurulmasını talep etti ve bu maksatla en-Nil el-Ezrak'ın güneyindeki Kermak şehrinde (20) bin savaşçı topladığını teyit etti. Zira Âhir Lahza gazetesinin 07.03.2010'da belirttiğine göre bu sempozyumda Siyonist varlıkla ilişkisi olduğunu itiraf etti.

Geçenlerde Yahudi varlığı Başbakanı (Benyamin Netanyahu'nun) katılımıyla Washington'da düzenlenen Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi [AİPAC] konferansında Yahudi hükümeti, Güney Sudan'ın bağımsızlık arzularını desteklemeye, siyasi, ekonomik ve güvenlik olmak üzere ortaya çıkacak olan devlete her türlü desteği vermeye hazır olduğunu belirtti. Dahası Yahudi Ulusal Güvenlik Danışmasını (Gori Arad), Halk Hareketi'nin Washington'daki temsilcisi (Paul Ezekiel) ile konferansın oturum aralarında üç saat süren bir görüşme yaptı. Zira Yahudi yetkili ona, Yahudi başbakanının Sudan Halk Kurtuluş Hareketi liderine selamlarını ve Güneyin bağımsızlık arzularının gerçekleşmesi temennilerini ileterek önümüzdeki sene düzenlenecek konferansta Güneyde bağımsız bir devletin kurulmasını ümit etti. Zira hareketin temsilcisi (Ezekiel), geniş çaplı bir Yahudi deneyiminin ortaklığı ve su alanlarında önemli projeler sunulması ve bunların uygulanması yoluyla devletin inşasına dönük sivil ve güvenlik kurumlarının inşasını kapsayan Güneyin ihtiyaçlarını ilişkin Yahudi hükümetine yazılı bir istekte bulunarak Yahudi desteğini övdü.

Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin temsilcisi, konferansın açılış oturumunda bir konuşma yaparak kendi iddiasına göre Yahudilerin otuz yıl boyunca Güneydeki silahlı direniş hareketine ve hareketin özgürlük savaşındaki zaferine verdiği desteği övdü.

Dördüncüsü: Güney Sudan'da yeni bir Yahudi varlığını kurulması Yahudilerin Nil havzasına uzanması ve Mısır ile Sudan'ın güvenliğini doğrudan tehdit etmeleri demektir. Zira bazı kaynaklar, Amerika ile Yahudi devletinin ya Yahudi devletinin su ihtiyacını Nil sularından temin etmesine ya da (Yahudilerle seçkin ilişkileri olan) Etiyopya'da dev barajların inşa edilmesine muvafakat etmesi için Mısır'a baskı yapmaya çalıştıklarını belirttiler. Böylece Yahudi devleti, Mısır'dan Nil'in ağzının Akdeniz'den Negev çölüne döndürülmesini talep etmişken Sudan ve Mısır'a akan su oranı minimum orana düşecektir. Nitekim Mısır dışişleri bakanlığı, ekim 2009'da Yahudi devletinin hem Tanzanya hem de Ruanda'dan su depolamak için dördü Tanzanya'ya ve biri Ruanda'ya ait olmak üzere (5) adet baraj yapılmasını finanse etmeye muvafakat ettiğini ortaya çıkarmıştır. Tüm bunlar ise 1929 yılı Nil Suları Anlaşması'nın öngördüğü üzere Mısır'ın onayını almadan gerçekleşmiştir. Bilindiği üzere Yahudi devleti, Yahudi Dışişleri Bakanı (Liberman'ın), eylül 2009'da Nil havzasındaki üç ülkeye yaptığı ziyaretin sonrasında buna muvafakat etmiştir.

Güney Sudan'da bir devletin kurulması, Nil havzasındaki devletlerin su paylarının yeniden gözden geçirilmesi için güçlü bir argüman ve gerekçe oluşturacaktır. Çünkü ortaya çıkan yeni bir devlet vardır. Dolayısıyla onun payının belirlenmesi ve bundan en çok zarar görecek olanların Sudan ve Mısır olması kaçınılmazdır.

Beşincisi: Müslümanlara dilediklerini yapmaları için Güney Sudan'daki Müslümanları kafirlerin otoritesine teslim etmektir. Zira Güney hükümeti başkanı (Salva Kirr), Müslümanlara genel hayatta İslam'ı terk etmelerini ve dinin mescitlere hasredilmesini şart koştu. Nitekim 01.03.2010'da Güneyli Müslümanlarla buluşmasında onlardan dini siyasete sokmamalarını talep etti.

Dahası Güneyin ayrılması, Afrika'nın derinliklerine açılan kapıları Güneyli Müslümanlara kapatmak demektir.

Altıncısı: Geçmişte olduğu gibi bir devlet ile isyancı bir cemaat arasında değil de Kuzey ve Güney devletleri arasında sınır savaşlarının ortaya çıkması demektir. Özellikle bu savaşlar, uluslararası tahkimin Ebiyi'ye ilişkin adaletsiz kararı ve yaşamı Güney Sudan'ın derinliklerinde idame ettiren Altamas kabilelerinin hayati maslahatları gölgesinde olacaktır.

İşte bu altı meseleden herhangi birisi kapıları, salgın şerre arkasına kadar açacak olan bu cürüm planını durdurmak için değerli ve kıymetli her şeyi harcamak için yeterlidir. O halde bizler ne yapacağız?

 

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, Sudan'daki halkımıza sıcak bir nidâda bulunarak enerjilerini bu cürüm planını durdurmak için seferber ediyoruz:

 

İlk Nidâ Sudan Yöneticilerine: Sizlere önceki yazılarımızda da hitapta bulunmuştuk. Her ne kadar bunların sizlerin davranışlarına bir etkisi olmadığını, sizleri harekete geçirmediğini ve sizde bir değişim meydana getirmediğini görmüş olsak da Allah [Celle Celaluhu]'nun şu kavli ile amel ederek sizlere bugün de hitap ediyoruz:

وَإِذَ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُواْ مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azap ile azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: "Rabbinize mazeret beyan edelim diye ve bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)." [el-A'râf 164] -Sizlerin bu nizamı da dahil- bu ülkeyi yönetmek için peş peşe gelen nizamların ortak özelliği, Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetmeleridir. Bu nedenle de ülkenin sorunları karmaşıklaşmıştır. Ayrıca sizler, İslam'ın şiarlarını kaldırıp attınız. Sizlere, İslam'ın şiarlarının bu diri ümmettin enerjisini nasıl ateşleyerek onun ordusunu bir zaferden öteki zafere taşıdığını hatırlatırız. Nitekim İslam'ın bazı şiarları sayesinde Güney Sudan'daki silahlı isyancı hareket sönüp gözlerden kaybolmak üzereydi. Dolayısıyla İslam, Raşidi Hilafet Devleti yoluyla ümmetin akidesinden alınmak üzere hayatın vakıalarına ve sorunlarına indirgenip sorunları köklü bir şekilde çözdüğü ilk haline dönüşürse sizler nasıl olursunuz.

Madem sizler, hem ülkenin birliğini ve güvenliğini korumaktan aciz kalıp bir tavizden öteki tavize sürüklenerek ülkeyi ve insanları, isyancı hareket mücrimlerine, Birleşmiş Milletler kuvvetlerine, Avrupa ve Afrika Birliği'ne teslim ediyorsunuz hem de yönetimde kalmanız Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmetme münkerinin, zulmün ve fıskın devam etmesi demektir:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin tâ kendileridir." [el-Mâide 45]

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar fasıkların tâ kendileridir." [el-Mâ'ide 47]

Ve madem Allah, zalimler ve fasıklar topluluğunu hidayete erdirmeyecektir:

إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." [el-Mâide 51]

إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ "Şüphesiz Allah, fasıklar topluluğunu hidayet erdirmez." [Munafikun 6]

Ve Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bir Müslüman acz ile fücur arasında seçime zorlanması halinde aczi fücura tercih etmesine hükmetmiştir: Ebî Hurayra'dan Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir:

يَأْتِي عَلَيْكُمْ زَمَانٌ يُخَيَّرُ فِيهِ الرَّجُلُ بَيْنَ الْعَجْزِ وَالْفُجُورِ فَمَنْ أَدْرَكَ ذَلِكَ الزَّمَانَ فَلْيَخْتَرْ الْعَجْزَ عَلَى الْفُجُورِ "Sizin üzerinize öyle bir zaman gelecek ki kişi o zamanda acz ile fücur arasında seçime zorlanacaktır. Her kim bu zamana ulaşırsa aczi fücura tercih etsin." [Ahmed tahric etti]

Binaenaleyh acziyetinizi ilan edip ümmetin gasbedilen otoritesini ona iade ederek üzerinizdeki günahı hafifletiniz. Ümmet de Raşidi Hilafeti ilan ederek sadık, kavi ve muttaki evlatlarının arasından birisini kendisi için halife olarak seçsin ki o da ümmetin işlerini İslam ile gözetsin ve durumları aşağıdaki icraatlarla düzeltsin:

- Nifaşa utanç anlaşmasını uygulayarak veya partizan nedenlerle veya emeklilik yaşına ulaşmaları veya şeran muteber olmayan benzeri nedenlerle ordudan, polisten, emniyetten, subaylardan, astsubaylardan ve erlerden olup kurumlarından uzaklaştırılan savaşmaya muktedir askerilerin hepsi seferber edilmelidir. Bu kişiler, kamplar, askeri akademiler ve kurslar yoluyla hazırlanmalarında ve eğitilmelerinde kamu malından onca harcama yapılan bir servettir. Bunun içindir ki mevcut ordunun yanı sıra bu askerlerin seferber edilmesi sayıları en az iki milyonu bulan bir orduyu temin etmenin garantörüdür. Ayrıca naim cennette ebedi bir hayatı özleyip duran milyonlarca gönüllü vardır. İşte bu ordu, ülkenin otoritesinden çıktı çıkmak üzere olan Güneydeki veya Darfur'daki veya başka yerlerdeki ülkenin parçalarını döndürmenin garantörüdür.

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Allah size yardım ederse artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse ondan sonra, artık size kim yardım eder? O halde müminler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [Âl-i İmrân 160]

-Güney Sudan'daki veya Darfur'daki veya başka yerlerdeki isyancı hareketlere bağlı orduların hepsinin lağvedildiğine, bu kişilerin ağır silahlarını derhal teslim etmeleri gerektiğine, aksi takdirde iki güzellikten birine (ya zafere ya şahadete) nail olmak için savaşacak bir orduyla karşı karşıya kalacaklarına dair bir emir çıkartılmalıdır.

-İslam hükümleri, kanunları ve nizamları vakıa zeminine indirgenmelidir. Zira Müslümanı ve kafiriyle devletin tebaası arasında adaleti yaymanın ve ülkede tehlikeli bir şekilde yayılan zulmü bitirmenin garantörü budur.

-Gıda güvenliği alanında ıslah edilmeyi gerektirmeyen (250) milyon dönümlük tarım arazilerinin ziraatı için (mısır, buğday, sebze ve benzeri) tohumlar temin etmelidir. Ayrıca devlet, el-Cezira ve Kuzeydeki beş milyon sulak arazi için hemen su temin etmelidir. İşte bu, kendimize olan bağımlılığımızın garantörüdür. Bundan önce bu tarım arazilerini atıllaştıran ve nadasa bırakan gayrimeşru ilişkilerin hepsi ilga edilmelidir.

-Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya güvenilmeli ve nusretin ancak Allah katında olup onu sadık ve muhlis kullarına bir lütuf olarak bahşedeceği bilinmelidir:

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ "Azîz ve Hakîm olan Allah'ın indinden (gelenden) başka nusret yoktur." [Âl-i İmrân 126]

إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve îman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz." [Ğâfir/Mu'min 51] İşte o zaman kafirlerin toplulukları ve kuyrukları onları korkutamaz.

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللَّهِ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ "Bir kısım insanlar onlara (müminlere); "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı (bir ordu ile) toplandılar, aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını daha da arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler. Bunun üzerine kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan Allah'ın nimeti ve keremi ile geri döndüler. Böylece Allah'ın rızasına ittibâ etmiş oldular. Muhakkak ki Allah, büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. O halde -eğer îmân etmiş kimseler iseniz- onlardan korkmayın, benden havf edin (korkun)!" [Âl-i ‘İmrân 173-175]

İşte bu ve benzeri icraatlar panzehiri olarak hastalık bölgesine koyularak vücut iyileşir ve onda hayat emareleri kımıldamaya başlar. Böylece Müslümanların parlak tarihini tamamlamak üzere ilk sîretine geri döner ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır.

 

İkinci Nidâ, Ordu, Polis ve Emniyet içindeki Ümmetin Evlatlarına: Her şeyden önce sizlerin ülkenin birliğinin emniyet supabı olduğunuzu anlamanız kaçınılmazdır. O halde sizler, düşmanlarla savaşmaya ehil ve muktedir olduğunuzun bir alameti olarak nişanları, yıldızları ve madalyaları takıp topraklarının ve hurumatlarının bekçiliğini yaparken ülkenizin bağlarının koparılması ve etrafının kırpılması dünyada ve ahirette bir utanç ve zillettir!

Ümmetin mukaddesatlarını ve hurumatlarını korumaya yemin edenler sizler değil misiniz?! O halde kendilerine hak beyan olduğunda Medine'nin başına geçmek üzere yönetici seçilen İbn-u Ebî Selul'e izin vermeyerek bu dini ve onun emin resulünü barındırıp nusret veren Ensarın devamı olunuz.

Size düşen bu yöneticilere yaptıkları bu şeyin Allah'a, resulüne ve müminlere bir hıyanet olduğunu bildirmeniz. Şayet hıyanetlerinden vazgeçmezlerse hâlıka isyanda mahlûka itaat yoktur. Zira sizler, hurumatları ve mukaddesatları korumaya muktedirsiniz. Dahası Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmayan değişime muktedir kimselere nusret vermeye muktedirsiniz.

 

Üçüncü Nidâ, Alimlere, Aydınlara, Medya Mensuplarına, Etkin Olan Herkese: Ey Kardeşler:

Sizler, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın razı olduğu tavırları takınarak bu planı başarısızlığa uğratmaya muktedirsiniz ki bunlardan bazıları şunlardır:

-Güney Sudan'a yönelik self-determinasyon hakkı referandumundan beri olmanızdır. Dolayısıyla şeri yada beşeri bir kılıf sağlamayınız. Zira bu bir cürümdür ve sorunu tedavi etmeyecektir. Aksine sorunlarımızı karmaşıklaştıracak ve ülkemiz parçalayacaktır.

-Medya organları yoluyla tüm enerjileri seferber ederek bu fiili (Güney Sudan'a yönelik self-determinasyon hakkı referandumunu) çirkinleştiriniz, zemmediniz, şeran ve vakıasal olarak birliğin vacip olduğunu müjdeleyiniz ve ülkemizi parçalamaya çalıştığı bir sırada Batının birleşmek için nasıl çalıştığını açıklayınız.

 

Dördüncü Nidâ Sudan Halkının Geneline: Birtakım hakikatler vardır ki eğer bunları idrak eder ve azı dişlerinizle bunlara sımsıkı sarılırsanız bunlar sizler için kafirlerin planlarından ve tuzaklarına karşı bir beraat, izzete, onura ve şerefe götüren bir yol olur:

-Şüphesiz sizler Müslümansınız ve sizlerin Rabbi olan Allah Kavî ve Metindir:

فَلاَ تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ وَاللَّهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ ْ Sakın gevşekliğe kapılmayın ve sakın üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Muhakkak ki Allah sizinle beraberdir ve o, amellerinizi asla heder etmeyecektir. [Muhammed 35]

-Güney arazisi haraci olan İslami bir arazidir. Onun gözetimi Beyt-ul Mâl'e ait olup menfaati Müslümanıyla ve kafiriyle üzerinde oturanlara aittir.

-Ne hükümetin ne Sudan halkının ne de tüm Müslümanların İslami olan bir arazinin herhangi bir karışından dahi taviz vermesi caiz değildir.

-Yönetici kalmak için Güney arazisinden feragat edenler bizzat sizlerin evlatlarıdır. O halde bu iğrenç cürümü işlemelerine engel ve mani olunuz. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ. فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ. فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ. وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ. وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa beri olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim razı olur ve tabii olursa (o başka)!"

Tarih boyunca Müslümanların mukaddesatlarını ve hurumatlarını koruyan ve kafirlerin planları ile tuzakları karşısında engelleyici bir set olarak duran, zamanı gecikmiş olan Raşidi Hilafet'tir.

Dolayısıyla Müslümanların arazisinin korunması meselesi, karşısında ölüm-kalım tavrı takınılacak hayati bir meseledir.

 

هَـذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ

"İşte bu, insanlar için bir açıklama ve müminler için de bir yol gösterici ve bir öğüttür." [Âl-i ‘İmrân 138]

 

Ve's Selâmu Aleykum ve Rahmetullahui ve Berakâtuh

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Emperyalistlerin Ülkeye Yönelik Komplolarını İfşa Etmelerinden Dolayı Hain Şeyha Hasina'nın Hükümetinin Tutukladığı Hizb-ut Tahrir Üyelerinin ve Aktivistlerinin Sayısı Artıyor

Hain Şeyha Hasina'nın hükümeti, dün ülkedeki haçlı Amerikan askeri varlığı ile hükümetin müşrik Hindistan ile gizli ittifakını ifşa eden neşriyatı dağıttıkları sırada Hizb-ut Tahrir'in 14 üyesini ve aktivistini daha tutukladı.

Hükümet şunu iyi bilmelidir ki Hizb-ut Tahrir'in üyeleri, aktivistleri ve destekçileri, İslam davetini taşımaktalar ve gayelerini gerçekleştirmede kararlıdırlar. Zira onlar, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ve sahabe-i kiramının sîretinden kendilerine bir metot benimsemektedirler. Onlar, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sîretinden şunu öğrendiler ki Allah'ın izniyle hak kesinlikle muzaffer ve batıl yok olacaktır. Nitekim Kureyş müşrikleri de yalan söylentiler yaymak, işkence yapmak ve boykot uygulamak da dahil farklı üsluplar kullanarak Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve sahabe-i kiramının yoluna engeller koymuşlardı. Ancak sonunda Kureyş mağlup oldu ve hak karşısında teslim olduğunu ilan etti. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile sahabe-i kiramının azim ve kararlığına karşı koyamadılar. Böylece Resulullah ve sahabe, Allah'ın yardımıyla İslami Devleti ikame ederek Kureyşli müşrik liderlerin zulümlerine son verdiler.

Allah'ın izniyle Hasina hükümetinin ve emperyalist efendilerinin akıbeti de Kureyşli müşrikler, Firavun, Nemrut, Ebu Cehil ve benzerlerinin hali gibi olacaktır.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Kuvvet Sahiplerine Bir Hitapta Bulunacak

 

Aleyhi's Salâtu ve's Selam Şöyle Buyurmaktadır:

مَا مِنْ قَوْمٍ يُعْمَلُ فِيهِمْ بِالْمَعَاصِي ثُمَّ يَقْدِرُونَ عَلَى أَنْ يُغَيِّرُوا ثُمَّ لا يُغَيِّرُوا إِلا يُوشِكُ أَنْ يَعُمَّهُمُ اللَّهُ مِنْهُ بِعِقَابٍ

"Değiştirmeye muktedir oldukları halde değiştirmedikleri masiyetlerin işlendiği hiçbir toplum yoktur ki Allah'ın onları katından bir azap ile kuşatması yakın olmasın." [Ebu Davud tahric etti]

 

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, 09 Mayıs 2010'da başkent İslamabad'daki basın kulübünün önünde kuvvet sahiplerine bir hitapta bulunacaktır. Kendisini Müslümanların düşmanlarının kucağına atan Pakistan nizamının işlediği masiyetleri değiştirmeye muktedir olanlar tamamenPakistan'daki kuvvet sahipleridir. Bu ajan nizam, Müslümanların kanlarını heder etmeleri için işgal kuvvetlerine lojistik destek sağlamak ve hava üslerini hizmetlerine vermek yoluyla onlara destek vermekle yetinmeyerek işgal kuvvetlerine hizmet etmek ve onlara Afganistan'da destek olmak için Pakistan ordusunu kabileler bölgesindeki mümin kardeşlerine karşı savaşmaya sevk etmeyi seçti!

Ama şimdi Müslümanlara karşı yürütülen haçlı saldırısının lideri Birleşik Devletlerin Afganistan bataklığından çıkış yolu aramaya başlamasıyla tarihin akışını değiştirmeleri, ümmetin yeni tarihine şerefli ak sayfalar yazmaları ve bunu her mütecaviz, saldırgan ve günahkara ibret yapmaları için Pakistan'daki kuvvet sahiplerinin eline uygun bir fırsat geçti!

Bundan dolayı bizler Hizb-ut Tahrir / İskandinavya olarak Pakistan'daki kuvvet sahiplerine sesleniyor ve onları Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti'nin 9 mayıstaki hitabına açık kalp ve akıl ile kulak vermeye çağırıyoruz. Keza medya organlarını ajan nizamın istediği gibi bu hitabı sansürlememeye, tüm Müslümanları da önümüzdeki günlerde yapılacak bu hitabın insanlara ulaştırılmasına katkıda bulunmaya çağırıyoruz.

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...

Ürdün, IMF'ye Başvuruyor

  • Kategori Ürdün
  •   |  

IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, geçen hafta Amman'a bir ziyarette bulunarak Ürdün Kralı Abdullah ve bazı yetkililer ile görüştü. Ardından bir basın toplantısı düzenleyerek şöyle dedi: "Ürdün bütçesindeki rekor açık küresel ekonomik krizin gölgesindeki istisnai bir durum değildir. Ancak bir endişe kaynağı olarak kalacaktır." Ve şöyle ekledi: "Ürdün dinarının Amerikan dolarına endekslenmesi politikasının değiştirilmesi tavsiye edilmez. Bu endeks, Ürdün ekonomisine fayda vermektedir." Ürdün'ün bütçe açığını çözmede IMF'den yardım almasına hiç değinmedi. Peki, IMF başkanı, Ürdün'e sadece krala selam vermek ve onunla hoş beş etmek için mi geldi? Yoksa bereketin bollaşması ve çöküntü içerisindeki bu ekonominin iyileşerek ayağa kalkması için eliyle Ürdün ekonomisinin alnını mest etmek için mi geldi?!

Ürdün Başbakan Yardımcısı Recai Muaşer, geçen şubat ayında Ürdün televizyonunda katıldığı Altmış Dakika programında ekonomik durumun olduğu gibi kalması halinde IMF'ye başvurma tehdidinde bulundu ve Ürdün ekonomisinin ulaştığı çöküntüyü şu şekilde ifade etti: Büyümenin yavaşlaması %2,7'ye dayandı, bütçe açığı 1,4 milyar Ürdün dinarına yükseldi, kamu borcu 11 milyar dinara ulaşmış olup bu milli gelirin %60'ına denk gelmekte, işsizlik oranı %12,9'a çıktı, ihracat %19,4 oranında düştü, yabancı yatırımlar %51 oranında düştü, yurtdışındaki işçilerin getirirleri %5,2 oranında düştü, Amman borsasındaki işlem hacmi büyük oranda düştü... Çöküş listesi bu şekilde uzayıp gitmektedir... Ayrıca Muaşer, bütçe açığının önümüzdeki beş yıl içerisinde olduğu gibi devam etmesi halinde kamu borcunun 16 milyar dolara ulaşacağını belirterek şu uyarıda bulundu: "Bu rakamlara ulaşmamız halinde IMF günlerine geri döneceğiz ve ondan yardım talep edeceğiz..." Acaba Recai Muaşer, bu rakamlara henüz ulaşmadı mı?!

 

Ey Müslümanlar!

IMF'nin devletlerin ekonomik sorunlarına müdahale etmesi bir cürümdür. Çünkü IMF, sorunları karmaşıklaştırır, çözmez. Hatta IMF, sorunun bir parçasıdır. Çünkü IMF, ülkelere ve insanlarına hiç bir faydası dokunmayan üretim amaçlı olmayan tüketim projeleri için devletlere faizli kredi imkanı sağlamaktadır. Faizle bile olsa gerçek üretim projeleri için devletlere kredi imkanı sağlamamaktadır. Böylece borçlar birikmekte ve devletler bu borçları ödeyememektedir. Böylelikle de bu borçlar, milletlerin ve halkların boyunlarına musallat olan bir kılıç gibi durmakta ve sömürgeci devletlerin hakimiyeti altında kalmaktadırlar. Bu borçlar biriktiğinde IMF, devreye girerek akıbeti, sorunları çözmek yerine karmaşıklaştırmak olan habis özelliği ile krediler vermektedir. Zira IMF, vergilerin arttırılması ve yerel üretimini teşvik etmediği temel emtia üzerindeki sübvansiyonların kaldırılması şartını koşmaktadır. Bu da fiyatların yükselmesine ve paranın değerinin düşmesine yol açmaktadır.

(Dünya Bankası ile Dünya Ticaret Örgütünün yanı sıra) IMF, sömürgeciliğin özellikle de Birleşik Devletlerin en etkin aracıdır. Zira devletlere, serbest piyasa, özelleştirme, yabancı sermaye yatırımı ve devlet kaynaklarının idare edilmesi politikasını sunmaktadır... Nitekim IMF'nin 1989 krizinden sonra Ürdün'e girmesinden bu yana Ürdün, fonun cürümsel politikaları nedeniyle trajediler ve ekonomik felaketlerle boğuşmaktadır.

Ürdün dinarının Amerikan dolarına endekslenmesine gelince; bu da bir cürümdür. Çünkü bu, dinarı doların yükselmesiyle yükselen ve düşmesiyle düşen ona bağlı sırf bir kağıt parçası haline getirmektedir. Doların tarihi ise -İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan- Bretton Woods Anlaşması'ndan bugüne kadar sürekli olarak düştüğünü göstermektedir. Bu da sürekli olarak dinarın değerinin düşmesine ve fiyatların sürekli olarak yükselmesi anlamına gelen alım gücünün düşmesine yol açmıştır. Paranın değerinin sürekli olarak düşmesi ise insanların mallarını batıl yolla yemektir ve bu şeran haramdır. İslam, nakdi sadece altın ile gümüş yapmış ve bu ikisinden başkasının olmasını haram kılmıştır. Banknot para kaçınılmaz olduğunda ise devlet, Beyt-ul Mâl'e veya devletin kasasına çıkartılan banknot paranın değeri ile tamamen eşdeğerde altın ve gümüş koymalı, herkes banknot parasını altın ve gümüş değeri karşılığında değiştirebilmelidir. Devletin bu altın ve gümüşte tasarrufta bulunması helal değildir. Çünkü bunlar bir emanettir ve bu emanetin sahipleri bunların yerine geçen bu kağıt paraları taşıyan kimselerdir.

 

Ey Müslümanlar!

Dünyadaki krizlerin gerçek sebebi, akidesi, nizamı, vakıayı tedavi edememesi ve krizlerin kendisinden ayrılmaz bir parçası olmasıyla kapitalist nizamının bozukluğudur. Zira o, Allah'tan başkasının katından olan bir nizamdır ve bir kimse Allah'tan başkasının katından olan bir nizama göre hareket ederse dünyasını kaybeder. Dolayısıyla sıkıntılı bir hayatı olur, ahretini kaybeder ve kör olarak haşredilir.

Kapitalist nizam, ekonomik sorunu mal ve hizmetlerin yetersizliği olarak görür. Ona göre çözüm, mal ve hizmetin piyasada bolca bulunmasını sağlamak için üretimi arttırmaktır. Bu mal ve hizmetlerin insanlara dağıtılmasının aracı ise serbest piyasa ve servetin elde edilmesinde insanların serbest bırakılmasıdır. Buna rağmen peş peşe gelen krizler bir türlü sona ermemektedir ve dünyanın tarihi buna şahittir. Çünkü sorun, servetin insanlara dağıtım aracını serbest piyasa, yani orman kanunu yapan nizamın kendisindedir. İşte şu anda mal ve hizmet fazlalığı bulunmasına rağmen Batı ağır bir ekonomik ve mali kriz yaşamaktadır. İslam ise piyasayı Habîr ve Alîm olan Allah Subhâanehu indinden inen şeri hükümlerle disiplinize etmiştir. Zira faizi, ihtikarı, anonim şirketlerini, hisse senetlerinin ticaretini, kumarı, borç tahvilleri çıkartılmasını, sahip olunmayan şeylerin satışını ve bugün bankaların yaptığı aynı anda birden fazla kişiye aynı miktarın kredi verilmesini yasaklamıştır... Ve benzeri şeri hükümler vardır. Yine servet dağılımını şeri hükümlerle düzenlemiştir. Zira servetin bazısını ferdi mülkiyet, diğer bir kısmını kamu mülkiyeti ve bir üçüncü kısmını devlet mülkiyeti kılmış ve tarım arazilerinin sahiplenilmesini bunları eken kimselere vermiştir... Ve benzeri şeri hükümler vardır... Ey insanlar, bunlar, Allah tarafından indirilmiş bir dağıtım aracıdır.

 

Ey Müslümanlar!

Özellikle ekonomide olmak üzere kapitalist nizamı benimseyen Batılı büyük devletler, üretim bolluğuna rağmen mali ve ekonomik krizin üstesinden gelmekten aciz kalmışlardır. O halde yöneticileri sömürgeci kafirlerle birlikte Müslümanlara komplo kurduğu İslam dünyasındaki ajan küçük devletler bunun üstesinden nasıl gelebilir ki?! Zira ne yeterli bir tarım var ne gerçek bir sanayi var. Böylece Müslümanlar, sömürgeci devletlerin hakimiyeti altında kalmaktadır. Başlarında bu ajan yöneticilerin bulunduğu İslam dünyasındaki bu nizamların varlığı, Müslümanların bunları kökünden söküp atarak alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş nizamı getirmek için muhlis çalışanlarla birlikte çalışarak halletmeleri gereken gerçek bir sorundur. Çünkü bir halifeyi çıkarmak ve Allah'ın kitabı ile Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti ile amel etmesi şartıyla ona biat edilmesi her Müslüman üzerine bir farz olup bunu terk eden günahkar olur ve bunun için çalışan ise sevaplandırılır. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ خَلَعَ يَداً مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لاَ حُجَّةَ لَهُ، وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim itaatten elini çekerse kıyamet günü hüccetsiz olarak Allah'a kavuşacaktır. Her kim de boynunda biat olmadan ölürse cahiliyye ölümü ile ölmüş olur." Biat ise ancak halifeye olur. O halde ölümünüzü cahiliye ölümü kılmayınız ey Müslümanlar!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Medvedev'in Türkiye Ziyareti

Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev 11-12 mayıs tarihlerinde, resmi ziyarette bulunmak üzere Suriye'den Türkiye'ye geldi. Medvedev`in ziyareti sırasında enerji anlaşmalarının yanı sıra denizcilik, hava ulaştırma ve vize muafiyeti konusunda 12 anlaşmanın imzalanması öne çıktı. Aynı zamanda bu ziyaret, Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler bakımından "tarihi" bir gelişme olarak nitelendirildi.

ABD'nin, ajanı AKP hükümeti yoluyla Türkiye'yi bir doğalgaz koridoru yapmaya çalıştığı, Orta Asya ve Kafkasya ilişkilerini Türkiye üzerinden yürüttüğü, bu ilişkilerle Rusya'yı kızdırmama politikası izlediği öteden beri bilinmektedir. İmzalanan bu anlaşmalar, bu yönde değerlendirilebilir. Ancak bu ziyaret sırasında sömürgeci kafir ABD'nin Ortadoğu Barış Süreci adını verdiği konu hakkında AKP yöneticilerinin Medvedev'le neleri görüştüğü kamuoyuna yansıtılmamıştır.

Zira geçtiğimiz hafta sonu, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, Suriye Cumhurbaşkanı Esad ve Katar Emiri Şeyh El-Tani ile bir görüşme yaptılar. Türkiye-Suriye-Katar Üçlü İstişare Toplantısı konusunda bilgi veren Dışişleri Bakanı Davutoğlu, şöyle söylemiştir; "Suriye, bu dolaylı barış görüşmelerinin bir an önce Türkiye'nin arabuluculuğu ile kaldığı yerden başlaması konusundaki kararlılığını bir kez daha ifade etmiştir." [Zaman Gazetesi, 10.05.2010] Öte yandan Moskova'da gerçekleşen 9 mayıs Zafer Bayramı törenlerine katılan Yahudi varlığı başkanı Şimon Peres, Medvedev'le görüşmesinde Rusya'dan Suriye ile ilişkilerde arabuluculuk yapmasını talep etmiş, bunun üzerine Medvedev, Suriye'ye ziyarette bulunmuştu. Medvedev, Suriye ziyaretinden sonra Türkiye'ye gelmiştir. Medvedev'in Türkiye ziyareti gerçekte, gasıp Yahudi varlığının güvenliği için, Suriye ile akim kalan dolaylı görüşmelerin yeniden başlatılması adına yapılan bir ısınma turudur. Sonuç olarak, Erdoğan'ın, "one minute" aldatmacası ile Müslümanların duygularını istismar ederek, Yahudi varlığı ile kontrollü bir gerilim politikası izlemesinden dolayı, meşum Yahudi varlığı- Suriye görüşmeleri meselesi, Rusya üzerinden halledilmek istenmektedir.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Başınızdaki hain yöneticilerin Filistin'deki Müslüman kardeşleriniz için döktükleri timsah gözyaşlarına aldanmayın. Zira onlar gayri meşru Yahudi varlığının güvenliği ve Müslümanlar tarafından meşru kabul edilmesi için canhıraş bir şekilde çalışmaktadırlar. Bu hainleri alaşağı edecek, gasıp Yahudi varlığını yok edecek olan Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak için çalışan, Hizb-ut Tahrir'e desteklemekte acele edin.

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet Allah'a aittir! [Nisa 139]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsünün Güney Sudan Meselesi ve Güneyin Ayrılmasını Engellemek için Yapılması Gerekenler Hakkında Yeni Yayının Tanıtımına İlişkin Okuduğu Basın Açıklamasının Metni

Sayın katılımcılar, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, Güney Sudan'ın ayrılmasını engellemek amacıyla sözde self-determinasyon (ayrılma) hakkını iptal etmek üzere ümmetin enerjisini hareket geçirmek için düzenlediği bu basın konferansına hoş geldiniz. Zira Güney'in 2011 ocak ayında yapılması planlanan referandum yoluyla ayrılması için Amerika ve kafir Batı tarafından tertipler düzenlenmektedir.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak geçen asrın altmışlarından bu yana neşriyatlar, kitapçıklar, farklı siyasi çalışma üslupları ve vesileleri yoluyla bu meseleyi takip etmekteyiz. Bu meseledeki gelişmeler bağlamında aşağıdaki hususları açıklarız:

- Güney Sudan halkına yönelik reel kötü gözetim sorununun farklı iki halk arasındaki bir sorun olarak ele alınmasının tehlikesi.

- Güney Sudan'a yönelik özerkliğin, federalizmin ve konfederalizmin tehlikesi ve batıl olması.

- Sözde self-determinasyon, yani ayrılma hakkının batıl olması ve tehlikesi.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak ümmete ve ülkeye karşı büyük bir cürüm olması vasfıyla 2011'de yapılması planlanan referandumu kesin bir şekilde reddediyoruz. İster hükümet ister muhalefet ister ordu ister emniyet isterse polis birimleri içerisinde olsunlar isterse siyasilerden, aydınlardan ve medya mensuplarından olsunlar ümmetin tüm muhlis evlatlarına çağrıda bulunarak Sudan'ı parçalamaya ve servetlerini yağmalamaya çalışan bir Amerikan planı olması itibarıyla var güçleriyle bu referandumu reddetmelerini talep ediyoruz.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bu konferans vesilesiyle Güney Sudan meselesi hakkındaki yayın serilerimizin bir devamı niteliğindeki, "Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden Bir Nidâ! Güney Sudan'da Yeni Bir Yahudi Varlığının Kurulmasını Engelleyiniz Ey Müslümanlar!" başlıklı kitapçığı duyururuz.

Bu kitapçık, (seçim sonrasında) yaşanan mesele hakkındaki yeni gelişmeleri, sonuçlarını ve bu hususta Sudan'daki tüm etkin güçlerden yapmaları talep edilenlerin ne olduğunu ele almaktadır.

Şüphesiz hepimiz Allah'a itimat eder ve ona tevekkül edersek ülkemizi parçalamaya ve bağlarımızı koparmaya çalışan bu Amerikan cürüm projesini durdurmaya muktedir oluruz.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER