Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Basın Açıklaması Kurumlar Arası Çatışma Sömürgeci Güçler Arasındaki Çatışmanın Bir Tezahürüdür

    

     Türkiye kamuoyunun son haftalarda tanık olduğu kurumlar arası çatışma, özellikle Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddiası ile başlatılan soruşturmanın ardından kozmik oda diye adlandırılan Kirazlıdere'deki Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığında yapılan aramalar ile dozunu iyice arttırmaya başladı.

Amerikan yanlısı laik AKP ile başta ordu olmak üzere uzun yıllardır ülkeye hakim olan İngiliz yanlısı laik Kemalist kesim arasında büyük bir hesaplaşmanın yaşandığı artık bu son olaylarla birlikte iyice açığa çıktı. AKP hükümeti daha önce vur kaç taktiği uygularken bu defa özellikle Ergenekon davası adı altında Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik yıpratma girişimlerine hız kazandırması, yandaş medyasının ordunun içerisindeki çeteleşme konusunu yoğun bir şekilde işlemesi, AKP'yi bitirmeye yönelik eylem planıyla başlayıp Bülent Arınç'a suikast planıyla devam eden tüm girişimlerin arkasında ordunun olduğunun sıkı sıkıya gündem yapılması ve bunun üzerine de Türkiye tarihinde ilk defa ordunun mahremi olarak bilinen bir yerin sivil bir hakim tarafından aranması ordunun eski konumunun zayıfladığına işaret etmektedir. Hükümetin yargı ve diğer alanlarda yaptığı her şeyin yargı tarafından hukuk dışı ve yargıya müdahale olarak gösterilmesiyle doğal olarak Amerikan yanlısı laik hükümet ile İngiliz yanlısı laik yargı arasında da bir çatışmanın olmasına sebebiyet vermiştir. Bu çatışma, taraflarından birisi diğerine galip gelinceye yada bu iki tarafı tarihe gömecek olan Raşidi Hilafet Devleti kuruluncaya kadar bu çatışma devam edecektir.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Bu, asla sizlerin maslahatına olan bir çatışma değil efendilerini razı etmeye çalışan iki ajan güç arasındaki bir çatışmadır. Yoksa her iki taraf da laiklik, demokrasi, özgürlükler ve benzeri küfür fikirlerini benimsemesine rağmen neden kendi aralarında bir çatışmaya girsinler. O halde İslami değerlerinize hiç bir kıymet vermedikleri gibi dünyanızı da hiç gözetmeyen ancak efendilerini razı etmeye çalışan bu hain yöneticilerin yerine Raşidi Hilafet'in o izzetli günlerini yaşatacak olan bir halifeyi nasbetmek için çalışmaktan başka çıkar bir yolu kalmamıştır.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]


Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Soru-Cevap

        Soru: Son günlerde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Ulusal Kongre Partisi arasında yarı gerginliğin sürdüğü mülahaza edilmiştir: Muhalefet güçleriyle birlikte Cuba Konferansı yapılmış, kalabalık yürüyüşler ve mitingler düzenlenmiştir.... Oysa Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin muhalefetin içerisinde değil de hükümet içerisinde olduğu sanılmaktadır. Ardından Selvakir'in Afrika ile Avrupa turları gerçekleşmesi ve Amerikan elçisi "Gration'un" başarısızlığı hakkındaki söylentilerin yayılmasının yanı sıra parlamento, bu hafta içerisinde Sudan Kurtuluş Halk Hareketi'nin muhalefetine rağmen ulusal güvenlik yasasını onaylamış ve bugün de, yani 22.12.2009'da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin oturumu boykot etmesine rağmen referandum yasasını da onaylamıştır. O halde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Ulusal Kongre Partisi arasındaki bu gerginliğin gerçek bir gerginlik olduğunu söylemek mümkün müdür? Şayet böyleyse Hareket, sadakatini Amerika'dan Avrupa'ya özellikle de İngiltere'ye çevirdiği anlamına mı gelmektedir? Yoksa bu, Amerika'nın çevirdiği sanal bir gerginlik midir?

 

Cevap: Sudan'daki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ile Ulusal Kongre Partisi arasındaki gerginliğin devam etmesi, ayrılmanın öncesine dayanan doğal bir meseledir. Zira ayrılmanın yol açtığı sorunların sonucunda ileriki zamanlarda hasmı tarafından ithamla tehdit edilmemek için bu sonuca ulaşılmasında her ikisi de birbirini suçlamaktadır.

Nifaşa Anlaşması, esasında ayrılıkçı bir anlaşmadır ve Beşir'in, referandumdan birlik tercihi sonucu çıkacaktır iddialarına bizzat kendisi de inanmamaktadır. Zira sadece referandum ilkesinin kabul edilmesi bile ayrılmanın artık Sudan'da bir gerçek haline geldiği ve tüm tarafların hareketleri bu hedefin gerçekleşmesine hizmet ettiği anlamına gelmektedir.

Mergani'nin başını çektiği Demokratik Birlik Partisi liderlerinden biri olan Tac-il Ser Muhammed Salih şöyle demiştir: "Bu günlerde gazete sayfalarına taşınan ve işitilen şeyler alışık olduğumuz şeylerdir... Bu, iki tarafın vizyonunun ihtilaf ettiği tüm meseleler hakkında yaşananların bir tekrarıdır. Zira ikisi de hızlı bir şekilde aralarındaki anlaşmazlıkları medyada yayınlatmaya koşmaktadırlar. Ancak hızlı bir şekilde de bir araya gelmekte, oturmakta ve tekrar anlaşmaktadırlar." Şöyle ekledi: "Her iki ortak da ortak çalışmada (halat çekme oyunu) oynayan bir okulu temsil etmektedir. Her ikisi de kendisine ait gündemi yakalayabilmek için kendi olduğu taraftan çekmektedir." Ve şunları teyit etmiştir: "Bu yöntem, işleri idare etmek için doğru olmayan bir yöntemdir. Çünkü bu, Sudan vatandaşlarının psikolojisini etkilemekte ve onu geleceği hususunda korkuya düşürmektedir." Salih umudunu şöyle ifade etmektedir: "Her iki ortak, aralarında anlaştıkları araçlar yoluyla çözüme ulaşma imkanı buldukları sürece kamu önündeki yönetim farklılıklarını azaltacaklardır." [Hollanda Dünya Radyosu]

Açıktır ki Amerika'yı dost edinen bir parti liderinin söyledikleri, yönetim ortakları arasındaki anlaşmazlıkların, Sudan halkının alışık olduğu bir mesele olduğunu göstermektedir. Ona göre sorun sadece bunların gizlenip kamuoyuna yansıtılmaması gerektiğini düşünmesi ve ortakların ileride tekrar anlaşacakları ihtimalini taşımasıdır.

Bu gerginlikler istenilen bir sonuçtur ve yönetim ortakları arasındaki anlaşmazlıkların tekrarlanması Güneyin self-determinasyonu hakkındaki referandumda ayrılma tercihi ihtimaline yardımcı olacaktır. Şayet her iki taraf tam bir uyum içerisinde olup gerginlik olmaz ise Güney halkının birliği tercih etmesinden korkulmaktadır. Bunun içindir ki ayrılma hedefine ulaşmak için aralarında gerilimin oluşturulması kaçınılmazdır.

Sudan Halk Kurtuluş Hareketinin muhalefete liderlik edip yürüyüşlerde, mitinglerde ve benzerlerinde ona öncülük etmesine, ardından parlamentonun kararlarına bazen itiraz etmesine bazen de protesto etmesine gelince; hükümet ile gizli anlaşma yaptı ithamına maruz kalmamak ve muhalefetin ayrılma tercihini reddetmemesi amacıyladır. Zira Selvakir ve bundan önceki John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, tamamen Amerika'ya boyun eğmektedir ve onun içerisinde Amerika'dan başka faal etkisi olan olmadığı gibi Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin, Avrupa'ya meyledip Amerika'yı terk ettiğine dair hiçbir gösterge de bulunmamaktadır.

Amerikan elçisine gelince; başarısız değildir. Ancak o, ayrılmaya zemin hazırlamanın zorunluluklarından bir zorunluluk olması itibarıyla gerilimin azaltılmasını istememektedir.

Avrupa ve İngiltere'ye gelince: Amerikan karşıtı çalışmalarının etkisi Darfur odaklı olup Güneye yönelik değildir.

Selvakir'in Avrupa ve Afrika devletlerine yönelik turlarına gelince: Bunlardan hedefi devletlerarası açıdan yeni devletin doğuşuna zemin hazırlamaktır. Zira Selvakir bundan önce de Mısır'ı ziyaret etmiş, orada devlet başkanlarının karşılandığı gibi karşılanmış ve Güneyin şimdiden bir devlet olması itibarıyla Mısır birçok anlaşma imzalamıştır!

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Bugünlerde özellikle Avrupa ve Amerika'daki medyada, önümüzdeki 2011 yılında yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıklayan Hüsnü Mübarek'ten sonra Mısır'ın gelecek devlet başkanı hakkındaki analizler artmıştır. Bu bağlamda Cemal Mübarek, Eymen Nur, Muhammed el-Baraday, Amr Musa... ve başkalarının isimleri geçmektedir. Ancak bu ifadeler arasında en çok ön plana çıkanlar Cemal Mübarek'in yanı sıra Eymen Nur'un şansı olduğunu ifade eden analizlerdir.

Bizler Cemal Mübarek'in babası gibi Amerika'ya sadık olduğunu biliyoruz. O halde özellikle Obama'nın ziyaretinin hemen öncesinde serbest bırakılmış olan Eymen Nur da aynı kafileden midir? Yoksa Eymen Nur Avrupa'nın adamlarından mıdır? Şayet bu doğruysa Avrupa özellikle de İngiltere, yıllardır Mısır'daki güçlü Amerikan nüfuzunun ardından Mısır'da kendisine bir dayanak olmasını mı arzulamaktadır?

 

Cevap:

Mısır'da gelişen siyaset takip edildiğinde Hüsnü Mübarek'ten sonra en çok şansı olan kişi büyük olasılıkla Cemal Mübarek'tir. Bunu gösteren pek çok emare vardır:

Birincisi: Amerika, Cemal'in babasına halef olmasına ihtimam vermektetir ve bu ihtimamın göstergeleri şunlardır:

1- Amerikalıların tutumlarından Cemal'i istedikleri ve gelecekteki adaylarının o olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Amerikan devleti, insanlara Cemal Mübarek'in Amerika'nın iradesiyle gelmeyip ancak demokratik oyun yoluyla geldiğini göstermek, onu yakmamak ve muhaliflerine karşı güçlendirmek için bunu açığa vurmamaktadır. Mesela Cemal Mübarek'in adaylığını doğallaştırmak amacıyla Amerika'yı ziyaret etmesi için ona çağrıda bulunduğu gibi başkalarına da çağrıda bulunmaktadır! Şayet Amerika onu istememiş olsaydı ona karşı acımasız bir kampanya başlatırdı ki onu ifşa edecek birçok karta da sahiptir. Çünkü Amerika, her şeyden önce anti demokratik olarak görmesinden dolayı verasete karşı çıkmaktadır. İkincisi ise bulaşmış olduğu yolsuzluk dosyalarını, otoritenin başındaki babası sayesinde sahip olduğu devasa servetlerini... ve buna benzer dosyaları açığa çıkarabilir.

2- Cemal Mübarek, 05.03.2009'da Amerika'ya bir ziyarette bulunarak aralarında Senato'daki Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör John Kerry ile Temsilciler Meclisindeki Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Temsilci Howard Berman'ın da bulunduğu birçok Senato ile Temsilciler Meclisinin liderleriyle bir araya gelmiştir.

3- "Arap Ekonomik" sitesi, 07.11.2009'da Amerikan Kongresinin, 2011 yılındaki devlet başkanlığı seçimlerinde Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in oğlu ve Ulusal Demokratik Parti Politikaları Sorumlusu Cemal Mübarek'in partinin adayı olmasını beklediğine dair bir rapor yayınlamıştır.

4- Amerika, önümüzdeki seçimler gelmeden önce Hüsnü Mübarek'in ölmesinden korkmaktadır. Dolayısıyla bunun için hazırlık yapmaktadır ki o, kendi adamlarından ihtimal dahilinde olan kişileri hazırlamakta ve şu anda da bu kişi büyük olasılıkla Cemal Mübarek'tir. Cemal Mübarek, kendi nezdinde en güvenilir kişidir. Zira o, Bank of Amerika'nın Kahire şubesinde çalışmış ve Londra'daki banka şubesine ise müdür olmuştur. Ayrıca kendisine 2001 yılında Amerika'da bir mason kulübü olan Rotary Kulübü'nde fahri üyelik verilmiştir.

İkincisi: Mısır rejimi, babasından sonra devlet başkanı olması için Cemal'i hazırlamaya ihtimam göstermektedir. Bu ihtimamın göstergeleri şunlardır:

1- Rejim, Cemal Mübarek'i, Ulusal Demokratik Parti Politikaları Kurulu Başkanlığı gibi içerisinde kararların alındığı bir pozisyona terfi ettirdiği gibi aynı şekilde iktidardaki Ulusal Demokrat Partisi'nin genel sekreter yardımcılığına da terfi ettirmiştir. Sonunda devlet içerisindeki en yüksek konumlardan devlet başkanlığına aday olmasına dair sesler yükselmeye başlamıştır. Zira Mısır Başbakanı Ahmet Nazif şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "2011 yılında yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde babasının ardından aday olacak kişi Cemal Mübarek'tir." [Radyo Hollanda Sayfası/28.10.2009]

2- Mısır'daki rejim, insanların kabullenmesini sağlamak, geçmişteki ve şu andaki kötülüklerini her türlü makyaj ürünüyle örtüp en güzel şekilde göstermek amacıyla Cemal Mübarek'e her türlü imkan ve yetkileri vermektedir. Mesela Cemal Mübarek, insanların sorunlarıyla ilgilenip onlara çözümler getirdiğini, fakirler ile ilgilenip onlara yardım ettiğini, aynı şekilde öğrencilere yardım edip onların sorunlarını çözdüğünü göstermeye başlamasının yanı sıra Obama'yı taklit ederek gençlerin sorunlarına cevap vermek için internet hizmeti vermeye de başlamıştır. Yine Rejim, 2009 yılındaki Mısır ligi karşılaşmalarının naklen canlı yayını ile 2009 yılı çimento sübvanse sorunu gibi insanlar için hassas sorunlar icat etmekte ve bunları çözmesi için de Cemal Mübarek'e imkan tanımaktadır. Başkanlığını Memduh Zahari Gerges adında bir Kıpti'nin yaptığı "Naam" gurubu gibi Cemal Mübarek'in babasına halef olmasını destekleyen guruplar da ortaya çıkmıştır. Nitekim bunlardan biri de "Cemal Mübarek... En güzel beldenin güzel rüyası" ifadelerinin yer aldığı broşür ve afişler dağıtan "Ahrar" gurubudur. Bu gurubun kurucusu genç doktor Adil Seyyit şöyle demektedir: "Hareket 2006 yılında kurulmuş olup güvenlik uyarılarına göre gizli olarak çalışmaktır, üye sayısı en büyüklerinin yaşı otuzu geçmeyecek şekilde 40 bine ulaşmıştır ve bunların geneli üniversite öğrencisidir." [el-Cezira/10.09.2009] Bunun yanı sıra liderliğini eski bir milletvekilinin yaptığı ve üzerinde "Sevgi, bağlılık ve sadakat ... Cemal Mübarek'in öncüleri" yazılı olduğu tişörtler giyen genç bir gurup zuhur etmiştir. Bu gurup, Bahira şehrindeki el-Necah köyünde ortaya çıkmış ve Cemal Mübarek burada kalabalık bakanların katıldığı popüler bir konferansta konuşma yapmıştır. [el-Cezira/03.09.2009] İşte tüm bunlar rejimin gözü kulağı önünde dahası onun planlaması sayesinde meydana gelmektedir.

İşte tüm bunlardan ortaya çıkmaktadır ki Mısır'daki rejim ile onun arkasındaki Amerika, cumhurbaşkanlığına babasının ardından Cemal Mübarek'in ulaşmasını kolaylaştıracak şartları hazırlamaktadırlar.

Eymen Nur'a gelince: Onun geçmişi Avrupa'yı özellikle de "İngilizleri" dost edindiğini teyit etmektedir. Bunun içindir ki Mısır'da güçlü bir Amerikan nüfuzu olduğu sürece Mısır'daki rejim ile onun arkasındaki Amerika'nın onun cumhurbaşkanlığa ulaşmasına imkan vermesi muhtemeldir. Aşağıdakiler buna dair göstergelerdir:

1- Eymen Nur, siyasi hayatına Vefd Partisinde başladı, onun başkanı olan Muhammed Fuat Siracettin'e yakın durdu ve Vefd gazetesinin editör yardımcısı oldu. Vefd Partisinin, İngiliz sömürgesi döneminde bir İngiliz partisi olduğu bilinmektedir. Daha sonra bazıları Vefd'den Mısır Partisine ve ekim 2004'te kurduğu Gad Partisine geçtiler. Bu partiler, bazı alt farklılıklara rağmen başkana bağlılıkta Vefd Partisine ortaktırlar.

2- Rejim, Gad Partisini sıkıştırmak için çaba harcamıştır. Nihayetinde parti kurulmasından bir yıl sonra bölünmüş, bölünmenin başını partinin genel sekreteri Musa Mustafa çekmiş ve parti başkanı olmuştur. Ardından da Eymen Nur ile kanadının ayrıldığını ilan etmiş ve bunun sebebi hakkında da şöyle demiştir: "Nur'un kendisine davet ettiği şey, anayasayı ihlal etmeye ve toplumsal barışa zarar vermeye yönelik açık niyetini ortaya koymaktadır." [13.19.2009/Mısır Cumhuriyet Gazetesi] Bu bölünmenin arkasında Mısır rejiminin olduğu açıktır. Zira Mustafa Musa'nın, Eymen Nur'un anayasayı ihlal etmeye ve toplumsal barışa zarar vermeye niyetli olduğu söylemi hükümeti bir suçlamadır!

3- Mısır rejimi tarafından çeşitli gerekçeler altında pek çok tutuklamalara maruz kalmıştır. Ancak bunun, rejim ile politikalarına karşı gizli ve açık olarak çalışmasından dolayı olduğu açıktır... Zira Mısır anayasasının değiştirilmesini veya geçiş dönemindeki hiçbir yetkilinin katılmayacağı yeni bir anayasa için kurucu meclise çağrının yapıldığı bir yıllık bir geçiş dönemi belirlenmesini açık olarak talep etmektedir. Bundan da rejimi değiştirmeye dönük ciddi bir çabasının olduğu görünmektedir. Hatta onun sloganı "Değişim için Bir Umut" olmuştur.

Avrupalılar, şiddetle serbest bırakılmasını talep etmişler, ilk günden itibaren onun tutuklanmasına karşı çıkmışlar ve hapishanedeyken bile onunla bağlantı kurmaya çalışmışlardır. Zira Routers Haber Ajansı, 02.01.2007'de şunu aktarmıştır: "Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı ve Demokrasi ve İnsan Hakları İşlerinden Sorumlu Raportör İngiliz Edward McMillan Scott, dün muhalif Eymen Nur'u ziyaret etmeye çalışmış ancak bir buçuk saat bekletilmesinin ardından buna izin verilmemiştir. McMillan Scott, Mısır rejimine karşı daha keskin ve sert tavır takınması için Avrupa Birliğine çağrıda bulunarak bu rejimin Eymen Nur'u özgürlükten mahrum ettiğini belirtmiştir." Yine el-Cezira, 11.10.2008'de Alman Haber Ajansı'ndan şu haberi aktarmıştır: "Eymen Nur, hapishanedeyken Uluslararası Mahkeme Savcısı Luis Moreno Ocampo'nun geçen 15 ağustosta başta Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, İçişleri Bakanı Habib Adil ve Başsavcı Abdulmecit Mahmud olmak üzere tutuklanmasına ilişkin olarak Mısırlı yetkililer hakkında şikayette bulunduğunu açıkladı." Bu şikayet, Avrupa'nın Mısır rejimine yönelik en güçlü olan baskı çeşididir ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin arkasında Avrupa olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda Konrad Adenauer Vakfı da 2008 yılında Mısır rejiminin Eymen Nur'a yönelik iddialarının sahteliğini gösteren bir dizi rapor yayınlamıştır. Bu da Avrupalıların Eymen Nur'a ne kadar önem verdiklerini ve onu benimsediklerini göstermektedir.

Amerikalı yetkililerin Eymen Nur meselesi hakkında yaptığı açıklamalar, serbest bırakılması yönünde ciddi bir tavrın olmadığı kendi şiarlarının gerektirdiği sıradan açıklamalardır. Ancak Avrupalıların kampanyası şiddetlenip Uluslararası Ceza Mahkemesi boyutuna dayanınca Amerika, Beşir krizinin yanı sıra kendisini dost edinen Mısır rejiminin de devletlerarası bir krizin içerisine düşmesinden kaygılanmıştır... Böylece Obama'nın Mısır'a yönelik ziyaretinin hemen öncesinde demokrasi ile insan haklarına odaklanmaya, medya organları tutukluların serbest bırakılmasını talep etmeye, talepleri içerisinde Dr. Eymen Nuru da anmaya ve bunun Obama'nın ziyaretinin başarılı olmasına yola açacağını ifade etmeye başladılar. Ardından Washington Post Gazetesi, 06.02.2009'da şöyle yazmıştır: "Eğer Mısır Devlet Başkanı mevcut koşullar altında Barack Obama ile görüşme şansını yakalamak istiyorsa Gad Partisi lideri Dr. Eymen Nur serbest bırakılmalıdır ve bu gereklidir." Nitekim gazetenin bunu yazmasından iki gün sonra da Eymen Nur serbest bırakılmıştır. Dolayısıyla onun mahkumiyet süresi dolmadan birkaç ay önce serbest bırakılması Avrupa kampanyası karşısında Mısır rejimi üzerindeki baskıyı hafifletmek ve karar vermede etkili olanın Avrupa değil bizzat Amerika olduğunu göstermek içindir.

Böylece ortaya çıkmaktadır ki racih olan Eymen Nur, Avrupa özellikle de İngiliz yanlısıdır. Zira siyasi hayatına Vefd Partisinde başlaması, partinin eski lideri İngiliz ajanı Muhammed Fuat Siraceddin'in onu yetiştirmesi, Vefd Gazetesi editör yardımcılığına terfi ettirmesi, siyasileri, gazeteleri, medya organları ve Uluslararası Ceza Mahkemeleriyle Avrupalıların ona ihtimam göstermesi; işte tüm bunlar racih olan bu görüşümüzü teyit etmektedir. Bu da Mısır'daki rejim ile onun arkasındaki Amerika'nın ona cumhurbaşkanı olma imkanı vermeyecekleri anlamına gelmektedir. Mısır'da güçlü bir Amerikan nüfuzu olduğu sürece Hüsnü Mübarek'ten sonra cumhurbaşkanı olmaya en çok şansı olan kimse oğlu Cemal'dir.

 

Devamını oku...

Basın Açıklaması Ey Müslümanlar! Kadınlarınızın ve Çocuklarınızın Paramparça Olduğuna Şahit Olduğunuz Halde Daha Ne Zamana Kadar Sessiz Kalacaksınız?! O Halde Bu "Fitnenin" Gerçek Sebebi Olan Amerikan Nüfuzunu Yok Etmek için Ayağa Kalkıp Harekete Geç

 

        Daha Müslümanlar; kadın ve çocuk olmak üzere 17'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan Lahor şehrindeki kalabalık bir pazarda meydana gelen katliam sonrasında yaralarını sarmadan ardından pazar yerinin dışında sokaktan kaçmaya çalışan veya yaralıları kurtarmak için koşuşan sivillerin saflarında büyük kayıpların yaşandığı başka bir patlama daha gerçekleşmiştir. Bugün ise Multan şehrindeki iki büyük patlama, iki binayı yerle bir etmiştir.

Bu patlamalar, Amerika'nın kaos oluşturmak için Irak'ta izlediği aşağılık üslubun aynısıdır. Bugün de Kabileler bölgesindeki savaşını sürdürmek için ülkede kaos ve karışıklık çıkarmak istemektedir. Herkes, bu patlamaların arkasında Amerika'nın olduğunu ve bu patlamaların sadece Amerikan çıkarlarına hizmet ettiğini bilmektedir. Zira bizler daha önce de Amerikan savaşı lehine insanlar nezdinde kamuoyu oluşturmak için Amerika'nın İslam Üniversitesi ve Peşaver sokaklarında yaptığı katliamlarına tanıklık ettik.

Barack Obama, Amerikalılara Pakistan kamuoyunu Amerikan savaşı çıkarına doğru sürüklemeyi nasıl başaracağını açıklayarak son konuşmasında dünyaya yönelik şerir planlarını ifşa etmiştir. Zira o, şöyle demiştir: "Eskiden Pakistan'daki insanlar fanatizme karşı savaşın kendi savaşları olmadığına inanıyorlardı... Ancak geçtiğimiz birkaç yıl boyunca Karaçi'den İslamabad'a kadar Pakistan'da masumların öldürüldüğünü gördüklerinde artık kamuoyu değişmiştir."

Maalesef Pakistan hükümeti, bu kanlı savaşta Amerika'nın ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlamıştır. Zira hükümet, Amerikan Güvenlik Hizmetleri ile Blackwater Şirketini temize çıkarmak için bombalama eylemlerini intihar eylemleri olarak tanımlamaya devam etmesinin yanı sıra ülkedeki Amerikan askeri ve istihbarat varlığının Pakistan hükümetinin Amerika'ya yönelik sınırsız desteğini gösterdiği herkesçe malumdur.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Bu hain yöneticiler, kendi tahtlarını korumak için sadece kadınlarınızın ve çocuklarınızın vücutlarını bombalamakla meşguldürler. O halde ne zamana kadar bunlara karşı sessiz kalacaksınız? Ne zamana kadar omuzlarınızda ceset taşıyamaya katlanacaksınız?

Bölgedeki Amerikan varlığını yok etmek için ayağa kalkınız ki birbirinizle savaşmak istemediğinizi ve Amerika'yı bölgenin dışına fırlatıp atmaya hazır olduğunuzu ilan edeceğiniz net mesajınızı Amerika'ya ulaştırmak için sokaklara dökülmek sizin sorumluluğunuzdur.

Ey Silahlı Kuvvetler İçerisindeki Müslümanlar!

Canlarınızın Amerikan haçlı savaşının yakıtı ve odunu olması yerine Amerika'yı kaldırıp atmak için feda etmelisiniz. Zira gerçek cihat budur ve her kim bu yolda ölürse şehit olarak ölmüş olur. Tüm bunların da ötesinde sizlere düşen Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermektir. Zira kurtuluşun gerçek yolu işte budur.

 

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Basın Açıklaması Hizb-ut Tahrir'den, Amerika'nın Pakistan'daki Gizli Operasyonlarına Dair Yeni Kanıtlar Hakkında Üst Düzey Bir Temsilcinin Muhasebe Edildiği Açık Bir Mektup

       Hizb-ut Tahrir / İngiltere Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Abdulvahid, İngiltere'deki Pakistan "Yüksek" Temsilcisi Vacit Şems-ul Hasan'a Amerikan İstihbarat Servisi'nin [CIA] gizli operasyonları da dahil Amerika'nın Pakistan içerisindeki düşmanca hedeflerine dair yeni kanıtlar hakkında bir mektup yazdı. Zira "New York Times" gazetesindeki Obama Afganistan'daki "Dalgalı" Planına Nasıl Ulaştı başlıklı Pakistan ile alakalı makalede şöyle demiştir: "Sayın Obama ve danışmanlar, Pakistan sınır bölgelerindeki radikallerin takibinin artırılması olasılığını öne sürmüşler ve son olarak da uçakların vurması gereken bölge çapının genişletilmesiyle diğer gizli operasyonlara dair CIA'nın talebini onaylamıştır. Ancak marifet henüz garanti edilmemiş olan Pakistan'ın onayının gerçekleşmesinde olacaktır."

Dr. Abdulvahid mektubunda şöyle dedi:

"Mevcut Pakistan liderliğinin buna karşı sessiz kalması imkansızdır. Çünkü kesin ve kararlı bir şekilde harekete geçilmesinin dışında her şey komplocu bir eylem olacaktır. Binaenaleyh bizler şu hususların bilinmesini istiyoruz:

1- İçişleri Bakanı Rahman Malik, Pakistan'da Blackwater'in bulunduğunu inkar ettiği ve onun faaliyetlerini gizlediği gibi CIA'nın gizli operasyonlarını da inkar etme ve gizleme niyetinde midir?

2- Zerdari-Gilani rejimi, insansız uçakların Pakistan rafinerilerinden yakıt tedarik etmesinde ve Pakistan içerisindeki güzergahlar ile askeri üstleri bu muharip operasyonlar için kullanmasında hala ısrarlı mıdır?

Ayrıca şöyle yazdı: "... Şüphesiz bugün gerçek cürüm Zerdari-Gilani rejiminin, Müslümanların kanlarını akıtmayı, kaos, korku, terör oluşturmayı ve Pakistan'da istikrarsızlığı kapsayan eylemlerinde onlara ortak olmasıdır."

"Aynı hafta içerisinde Revalpindi mescidinde bir cürümün gerçekleşmesi ve hükümetin Amerikan destekli terörün Pakistan'da yayılması karşısında hiçbir tavır takınmaması gerçekten bir hıyanettir."

"Hizb-ut Tahrir ve Müslümanlar, Müslümanları katleden insansız uçaklar ve bombalar gibi Obama'nın yumuşak sözlerinin gizlediği şeylere şahit olmaktadırlar."

"O halde şimdi iflas etmiş bu rejimi kaldırıp bir tarafa atmanın ve yönetimi Müslümanların maslahatlarını Kur'an ve sünnete göre müdafaa edecek muhlis bir lidere, yani halifeye teslim etmenin zamanı değil midir? Bu da bölge ebediyen Amerikan destekli terörden kurtulacağı şekilde bu güvenlik, istihbarat ve yarı askeri örgütleri Pakistan'dan söküp atacak ve her türlü lojistik desteği durduracak olan bir politika demektir."

 

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

     Soru: Yemen'de neler oluyor? Bu, Husiler ile devlet arasında gerçekleşen yerel mezhebi bir çatışma mıdır? Yoksa yerel araçlarla gerçekleşen devletlerarası bir çatışma mıdır? Açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

Yemen'deki olaylar, yerel şartların istismar edildiği devletlerarası bir çatışmadır. Zira Amerika, İngilizlerin adamı olan Ali Abdullah Salih yönetimini (korkutmaya) çalışmaktadır. Amerika, Ali Salih'in yönetime ulaşmaya muktedir hiçbir politikacı bırakmadığının farkındadır. Zira o, farklı sınıftan olan tüm politikacıları öldürmüş, tutuklamış ve sürgün etmiştir... Bu nedenle Amerika, ilerdeki siyasi bir otorite için (kendilerini eğitmek amacıyla) güneydeki bazı küçük politikacıları harekete geçirmesinin yanı sıra Yemen ile Suudi Arabistan'ı korkutacağı sıcak bir nokta oluşturmak için Husileri silahlandırması ve finanse etmesi amacıyla İran'ı da harekete geçirmiştir... Ancak Amerika'nın şu ana kadarki siyasi çizgisi, uzun vadede nüfuzunu tam bir şekilde Yemen'e sokmayı hedeflediği bir sonraki adımlarının ilki olarak Yemen'deki çıkarlarının hareketlenmesini kolaylaştırmak için Ali Abdullah Salih yönetimini tehdit etmektir...

Ali Abdullah Salih de bu hususun farkına varınca kendi yönetimi hakkında sessiz kalmasına razı etmek için güvenlik anlaşması yapma hususunda Amerika'ya tevessül etmiştir... Nitekim 12.11.2009 tarihinde yayınlanan Şark-ul Avsat Gazetesi, son iki gün içerisinde Sana'da düzenlenen askeri ve güvenlik liderleri arasındaki müzakere turlarından sonra Yemen'in Birleşik Devletler ile güvenlik ve askeri alanda bir anlaşma yaptığını yayınlamıştır.

Bu anlaşma, askeri ve güvenlik işbirliği ile her iki alandaki karşılıklı bilgi ve deneyim paylaşımını da içermektedir. Bu anlaşmanın ilanı, Yemen Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Ahmet Ali el-Eşvel ile Amerikan Ortak Liderliğindeki Planlama Müdürü Tuğgeneral Jeffrey Smith arasındaki müzakere turlarından sonra gelmiştir.

Yemen'deki olayların, yerel araçlar yoluyla gerçekleşen devletlerarası bir çatışma olduğu tüm politikacılar tarafından tamamen açık olan bir husustur. Zira bu, ilgili devlet liderleri tarafından imalı şekilde dahası açıkça ifade edilmiştir. Nitekim Orta Doğu İşlerinden Sorumlu İngiliz Devlet Bakanı Ivan Lewis, 24.11.2009 tarihinde Londra'da Yemen Büyükelçisi ile yaptığı görüşme sırasında orada gerçekleşen olaylarda İran'ın rolü olduğunu açıklamış ve şöyle demiştir: "Yemen'de olup bitenler vekaletle yürütülen bir savaştır..." Bunun yanı sıra İngiliz Bakan, Yemen'deki olaylar hakkında belli sayıdaki İngiliz milletvekillerini bilgilendirmek için aynı gün bir toplantı düzenlemiş, toplantıya İran'ın rolünden bahseden Sana'daki İngiliz Büyükelçisi Tim Torlot da iştirak etmiş ve şöyle demiştir: "Orada belirgin ölçüde İran'ın etkisi vardır..." İngiltere, bu yıldan itibaren üç yıl boyunca harcaması için Yemen hükümetine 105 milyon sterlin değerinde yardım taahhüdünde bulunmuştur.

Tüm bunlar Yemen'de meydana gelen olayların, yerel araçlar yoluyla gerçekleşen devletlerarası bir çatışma olduğunun açık bir göstergesidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin'i Savunmak Söylemle Değil Eylemle Olur!

       Başbakan Erdoğan, 11 Ocak 2010'da Lübnan Başbakanı Saad Hariri ile düzenlediği basın toplantısında, Yahudi varlığının Gazze'ye yönelik son vahşi operasyonlarına tepkisini; "Bakın dün Gazze yine bombalandı. Ne oldu da Gazze bombalandı? Ne var?" diyerek göstermesinin ardından Yahudi varlığı, Dışişleri Bakanlığı yoluyla yine aynı gün Erdoğan'ın bu tepkisine "Türkler İsrail devletine  vaaz verecek en son kişiler" diyerek cevap vermiş ve tepkisini, Yahudi varlığı Dışişleri Bakan yardımcısı Danny Ayalon'un, 12 ocak sabahı Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisini Bakanlığa davet ederek Büyükelçi Oğuz Çelikkol'u daha alçak bir kanepeye oturtması ve bunu görüntülemek üzere davet ettiği medyaya da İbranice olarak, "Bizim altımızda oturduğunu ve burada sadece bir bayrak bulunduğunun görünmesini istiyoruz" şeklindeki sert tutumuyla sürdürmüştür.

Müslüman kasabı Yahudi varlığı tarafından Türkiye hükümetine yönelik bu sert ve aşağılayıcı tepkiler gelirken ister Başbakan Erdoğan ister Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ister Dışişleri Bakanlığı isterse diğer yetkililer olsun sadece Yahudi varlığından özür beklediklerini ifade ederek her zaman yaptıkları gibi cılız ve yapmacık bir tepki vermekle yetinmişlerdir. Böylece hükümet, Yahudi varlığının, Filistin'deki masum Müslüman halka yönelik işlediği önceki ve en son katliamı sahte kahramanlık edasıyla gerçekleştirdiği özür manevrasıyla örtbas etmeye çalışmıştır. Zira Başbakan ve diğer hükümet yetkilileri gerçekten Filistinli Müslüman halkın Yahudi varlığı tarafından vahşice katledilmesinden rahatsızlık duysaydı bir avuç Yahudi varlığı karşısında özür tiyatrosu oynamazlar bilakis Müslüman Türk ordusunu harekete geçirip orayı gaspçı Yahudi varlığının başına yıkarlardı. Ancak Amerika'nın kendisine biçtiği rol gereği sanal tepkilerle yetinen Başbakan'ın bırakın bunları yapmasını Yahudi varlığının son tepkisiyle Türkiye'yi aşağılaması karşısında Yahudi varlığından büyükelçiyi geri çekmek gibi küçük bir cesaret örneği dahi gösterememiştir.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Erdoğan hükümetinin bu sahte tepkileri sakın sizleri aldatmasın. Zira o, kendisine biçilen rol gereği bu tepkileri göstermekte ve böylece hem sizleri hem de Müslüman dünyasını kandırmaktadır. Şayet böyle olmasaydı kendi iktidarları boyunca Yahudi varlığının onca vahşi katliam işlemesi karşısında kuru kuru sözlerle tepki vermek yerine orduları harekete geçirmesi gerekmez miydi? O halde bir avuç Yahudi varlığı karşısında bile acziyet gösteren bu hain yöneticileri kaldırıp bu varlığa Selahaddin Eyyubi ve Abdulhamid gibi gerekli tepkiyi verecek olan bir halife nasbediniz ki tüm dünya izzetli ve onurlu bir duruş nasıl sergilenir şahit olsun.  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ"Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat veren şeye davet ettiğinde ona icabet ediniz." [el-Enfal 24]

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Hizb ut-Tahrir üyeleri serbest bırakıldı Pakistan

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Müslümanı Müslümana kırdıran Amerika'nın savaşını protesto eden Hizb-ut Tahrir üyesi 74 Müslüman 31 Mayıs 2009 tarihinde tutuklandıkları mahkemece serbest bırakıldı. Yargıç, tüm bu kişilerin seslerini barışçıl yolla duyurma özgürlüğüne vurgu yaptı...

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER