Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Ocampo, Avrupalı Efendilerine Sadık Kaldı, Sizler de Âlemlerin Rabbine Sadık Kalınız Ey Sudan Yöneticileri!

Beklendiği gibi Ocampo, Cumhurbaşkanı Ömer Beşir'in tutuklanmasına ilişkin Ceza Mahkemesi'nden bir karar çıkardı. Ocampo, bu alçaltıcı karar çıkana kadar, kendisini atayan Avrupalılara sadık kaldı ve kendisini onlara hizmete adadı. Herkesçe bilindiği üzere Devletlerarası Ceza Mahkemesi, Avrupa'nın dünyaya, özellikle de üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan ülkelere egemen olmayı ve nüfuz etmeyi hedefleyen planları önünde duranlara karşı kullandığı bir Avrupa mahkemesidir. Nitekim Sudan Hükümeti tarafından Darfûr bölgesinde Avrupa lehine daha fazla taviz verilmesi için Sudan'a karşı kullanılmıştır. Bu da Hükümet'in Amerika lehine aşağılayıcı ve küçültücü tavizler verdiği meşum Nifâşa Anlaşması'ndan sonra Amerika'nın Güney Sudan'da yalnızlaşması üzerine olmuştur. Dolayısıyla Darfûr çatışması ve son kararın çıkarılmasına dayanması, bunun acı bir semeresi olmuştur.

Aslında Avrupa, Beşir'in veya bir başkasının yargılanmasını istememektedir. Bilakis o, sadece -belirttiğimiz gibi- bizleri tavizler vermeye alıştıran hükümet tarafından tavizlerin verilmesini istemektedir. Zira Darfûr'da soykırım cürümleri veya başka bir şeyin işlenmesi, Avrupa'nın hiç umurunda değildir ve Sudan halkının toptan yok edilmesi dahi umurunda değildir. Onun istediği tek şey, Güney Sudan'dan çıktığı gibi Darfûr'dan da çıkmayı istememesidir. Bundan dolayı önümüzdeki günlerde Devletlerarası Ceza Mahkemesi kanununun 16. maddesi uyarınca kararın uygulamasının bir yıllığına ertelenmesine ilişkin Güvenlik Konseyi'nden bir kararın çıkması beklenmektedir. Böylece bu karar, Sudan Hükümeti'nin tepesinde duran bir kılıç olacaktır ki böylece talep edilenleri bir yıl öncesinden vermeye koşacaktır. Böylelikle de Güney Sudan'ı kaybetmemizin ardından benzer senaryolarla Darfûr'u da kaybedeceğiz. Dinen bilinmesi gerekenlerden biri; fıskı her ne olursa olsun bir Müslümanın önünde yargılanmaması gereken bir tağut olması itibarıyla Batılı küfür mahkemelerine muhakeme olunmamasıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

Dolayısıyla devlete düşen, sadece Devletlerarası Ceza Mahkemesi'ne muhakeme olmayı reddetmesi değildir. Bilakis Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi küresel küfür örgütlerine muhakeme olmayı da reddetmelidir. Zira bunların hepsi de Allah'ın Kitâbı ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmayan kurumlardır. Dolayısıyla bunlara katılmak, bunlara muhakeme olmak ve kararlarını tanımak şer'an haramdır. Darfûr sorunu, hatta Sudan'ın tüm sorunlarının çözümü, her işi Allah'ın Kitâbına ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine döndürerek Râşidi Hilâfet'in ilan edilmesiyle olur. Bunu da Allahu Te'alâ'nın şu kavline itaat ederek yapacaktır:فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasülü'ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]

Böylece sorunlar bitecek, haklar sahiplerine döndürülecek ve insanlar arasında adalet yayılacaktır. Böylelikle de Rabbinizi razı etmiş, zilleti kaldırmış, düşmanlarınızın ülkenize uzanan ellerini koparmış olacaksınız.

 

Devamını oku...

Anayasa Mukaddimesi veya Esbab-ı Mucibesi

  • Kategori Kitaplar
  •   |  


- Birinci Bölüm -

(Genel Hükümler, Yönetim Nizamı,
İçtimai Nizam)
مُقَدِّمَة الدُّسْتُور
أَو
الأَسْبَاب المُوْجِبَة لَه
القِسْم الأَوَ ل
(أحكام عامة، نظام الحكم، النظام الاجتماعي)
Hizb-ut Tahrir Neşriyâtındandır

Birinci Baskı
H. 1382 – M. 1963
İkinci Baskı
(Mutemet Baskı)
H. 1430 – M. 2009

 

Kitabı indir / oku (3 MB)

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, Allah da razı olmuyor. Fakat kâfirler istemeseler d

Bugün Hilâfet'in yıkılışının 85. yıldönümü. Hicrî 28 Recep 1342 el-muvâfık Mîlâdî 3 Mart 1924 tarihinde Hilafet, Ankara'daki İngiliz aşığı ve uşağı bir avuçluk çetenin uyduruk hükümeti tarafından ilga edilmiştir. Bu olay İngilizlerin ortaya attığı "Şark Meselesi"nin en önemli ayağını oluşturmuştur. Böylelikle İslam Ümmeti için 1300 yıllık geçmişinde hiç tatmadığı zilletin kapısı aralanmıştır. Bu vahim olaydan sonra Müslümanların canlarına, mallarına, ırzlarına dokunulması kolay bir iş haline gelmiştir. Bunca yıldır Ümmetin akan gözyaşı kurumamış, Ümmetin başına çöreklenen ve Müslümanlardanmış gibi görünen hain yöneticiler ise sömürgeci kafir efendilerinin çıkarları için memleketlerimizde şırça köşklerinde bekçilik yapmışlar, İslam Ümmeti için timsah gözyaşı dökmeyi de ihmal etmemişlerdir.

Ancak Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izni ve yardımıyla bu Ümmet, kendi içinden hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, İslam'ı bir ölüm-kalım meselesi olarak kavrayan, İslam Ümmetini kalkındırarak, yeniden layık olduğu izzete ve zirveye taşıyacak, ideolojisi İslam ve siyasi bir hizb olan Hizb-ut Tahrir'i var etmiştir. Hizb, İslami Ümmeti kafirlerin ve yerli uşaklarının çeşitli entrikalarını deşifre ederek siyasi uyanıklığa, insan aklının ürünü olan fikir ve ideolojilerin batıllığını ve fasitliğini göz önüne sererek fikri uyanıklığa sevk etmek için çalışmıştır. İnsan aklını tatmin eden, fıtrata uygun, kalbe huzur ve sükûnu yerleştiren İslam'ın fikirleri sayesinde Hizb, küresel bir çalışmaya dönüşmüştür. Hizb, kurulduğu 1953 yılından bugüne, kafirlerin ve yerli uşaklarının elele vererek Ümmete unutturmaya çalıştığı Hilafet'in, son günlerde giderek artan sulandırma ve bulandırma faaliyetlerine rağmen, yeniden ikame edilmesinin farziyetini hiç taviz vermeden, zamana, mekana ve şartlara göre sözlerini eğip bükmeden sürekli hatırlatmış, bu sayede Hizb, İslami Ümmet nezdinde kafirlerin tasallut ve tahakkümünden kurtulmanın ümidi haline gelmiştir.

Öyle ki kafirlerin önceleri kabus dedikleri şimdilerde ise bir gerçek olarak karşılarında duran, İslami Ümmet içinde İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması yönünde oluşan samimi kamuoyunu bertaraf etmek, Ümmetin ağzına bir parmak bal çalmak adına, ABD'nin Türkiye'ye biçtiği rol gereği yıldızını parlattığı Amerikan Kültürü Partisi (AKP) Başkanı Recep Erdoğan'a "Davos Çıkışı" adlı tiyatral gösteriyi yaptırmak zorunda kalmışlardır. Ancak ne var ki yeniden doğuşunu geciktirmeye çalıştıkları İkinci Raşidi Hilafet Devleti, er ya da geç Allah'ın izniyle kurulacak ve kafirler ise layık oldukları hüsran ve zillete düşeceklerdir. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İnsanlar, Orduyu ve Sınır Muhafızlarını Yok Etmeye Yönelik Hint Komplosunu Boşa Çıkarmalı ve Bu İşte İhmalkârlık Göstererek Gizli İttifak Kuran Hükümeti Muhasebe Etmelidirler

Saygıdeğer Gazeteciler!

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, hem Sınır Muhafızları Komutanlığı'ndaki sözde isyana ilişkin bakış açısını arz etmek hem de ülkenin silahlı kuvvetlerini yok etme komplosunu ifşa etmelerinden dolayı Hizb'in şebâbının tutuklanması da dâhil ilgili son gelişmeler hakkındaki bakışımızı arz etmek için bu basın toplantısını düzenledi.

Saygıdeğer Gazeteciler!

Bangladeş'teki insanlar, 25 ve 26 Şubat'ta, Sınır Muhafızları Karargâhı'nda yaşanan trajik olaylardan, özellikle de yüzün üzerinde subayın gizli bir şekilde hunharca katledilmesinden dolayı öfke ve kin kustular. Ayrıca subayların ve masum aile fertlerinin katledilmesinin affedilmez iğrenç bir cürüm olduğunu, katledilenlerin cesetlerinin parçalanması ve yakılması, evlatlarının, hanımlarının, hamile kadınların katledilmesi ve kadınlara tecavüz edilmesi cürümlerinin tamamını, Hindistan'ın ödlek ajanlarından oluşan bir çetenin yaptığını teyit ettiler.

Artık insanlar, orduyu zayıflatıp Bangladeş silahlı kuvvetlerinin saflarını parçalamaya yönelik Hindistan'ın komplosunu fark etmişlerdir. Hindistan, daha önce yaptığı gibi Bangladeş'teki ajanları vasıtasıyla komplo planının uygulanması için fırsat oluşturdu. Nitekim sözde isyan olaylarının gelişmesinden ortaya çıkmıştır ki bu, Hindistan ile Hükümet dışına ve içine yuvalanmış ajanları tarafından tezgâhlanan komplonun uygulanması için ilk adım oldu. Bilindiği üzere sırf müşrik Hindulara ve ajanlara hizmet etmedikleri için birçok yetenekli subay katledildi.

Komployu düzenleyenler, Sınır Muhafızları Komutanı'nı ortadan kaldırmayı başardılar. Şimdi onlar, Sınır Muhafızlarını ordu komutasından tasfiye etmeye hazırlanıyorlar. Açıktır ki bu çaba ülkenin güvenliğini tehdit etmektedir. Sınır Muhafızlarının ordudan ayrılmasında ve iki kuvvet arasında bölünmüşlük oluşturulmasında çıkar sahibi olan düşman Hindistan'dır. İki kuvveti birbirinden ayırma çabası, kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla iki kuvvet de tek bir liderlik altında kalmalıdır ve bunların birbirinden ayrılması ülkeyi düşmanlarının, özellikle de Hindistan'ın karşısında zayıflatır.

Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla "Avami Birliği" Hükümeti'nin şüpheli rolü ortaya çıkar:

Bu komplonun iğrençliği Hükümetin gözünden mi kaçtı? Hükümet, isyancıların can güvenliğini sağlamak amacıyla bu önemli güvenlik hususunda isyancılarla görüşmeleri için üst düzeyde bakanlar ve askerî polis temsilcisi gönderdi mi? Neden Hükümet, subaylar ile ailelerinin kanlarını ve onurlarını korumak hiçbir tedbir almadı? Özel korumaları olmaksızın defalarca Sınır Muhafızları Karargâhı'na girmelerine rağmen bir bakanın veya askerî polis temsilcisinin isyancılar tarafından herhangi bir eziyete maruz kalmadıkları doğru değil midir? Hükümetin, isyancılar hakkında genel af ilan etmesinin, subayların ve ailelerinin akıbetlerini açıklamamasının maksadı nedir? Bu genel affın ilânı; katillerin cürüm mahallinden uzaklaştırılmasını, bölge sakinlerinin tahliyesini ve güvenlik kuvvetlerinin bölgeye konuşlanmasını gizlemek amacıyla değil midir?

Saygıdeğer Gazeteciler!

Silahlı kuvvetler de dâhil olmak üzere tüm insanlar, bu sorulara yanıt ve açıklama beklemektedir. Ama bu soruların cevabı yerine bizzat Başbakan, parlamentoya ek sorular teklif etmiştir! Bu sorular ile Hükümet, Hint medyasının peşinde yürümüş ve başkalarını suçlamış olmaktadır!

Başbakan, olayı araştırmak için Hükümetin, Amerika'dan, İngiltere'den ve Birleşmiş Milletler'den yardım isteyeceğini açıkladı. Bunu ise onların Hükümetin gerçek dayanakları olduğunu herkes bilmesine ve dünyanın dört bir tarafında elleri Müslümanların kanlarına bulaşmış olması gerçeğine rağmen yapmaktadırlar. Bu halde olan kimselerden hala hayır bekleyebilir miyiz?

Katillerin olay mahallinden kaçmasına izin veren Hükümetin hangi adaletinden bahsetmektedirler? Zira 25 ve 26 Şubatta Başbakan ile diğer bakanlar, kendi hükümetlerinde katillerle bir dizi görüşmeler yapmışlardır. Peki, şimdi nerede o katiller?

Hükümet, bu katilleri tutuklamak yerine kendisinin komplodaki rolünü ifşa etmelerinden dolayı Hizb-ut Tahrir'in şebâbını tutuklamakla meşgul olmuştur. Bildiğiniz üzere Hükümet, Hizb-ut Tahrir'in 27 üyesini tutuklamıştır ki bizler, bu tutuklamayı kınıyor ve Hükümetten derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

Mevcut kriz bağlamında Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları aşağıdaki adımları atmaya davet eder:

Ordu ile sınır muhafızlarını yok etme komplosunu boşa çıkarmaya çalışılması. Bu cürümün meydana gelmesini engellemek için gerekli adımları atmaması ve komplodaki şüpheli rolünden dolayı Hükümetin muhasebe edilmesi. Komploya ve katliama ortak olan kişilerin muhasebe edilmesinin talep edilmesi. Müslümanları birleştirecek, aralarında Amerika'nın, Hindistan'ın ve İngiltere'nin de bulunduğu muharip devletlere karşı koymaya muktedir olacak silahlı kuvvetleri güçlendirecek Hilâfet Devleti'nin kurulmasında acele edilmesi.

 

Devamını oku...

Hilâfet'in 85 Yıllık Yokluğu, Yıkıma, Bölünmeye ve Durgunluğa Yol Açmış, Artık Değişim Anı Gelmiştir

Bugün, İslâmî Hilâfet Devleti'nin Sömürgeci ajanı Mustafa Kemal tarafından yıkılışının 85. yıldönümüdür. İslâmî Ümmet, o zamandan beri bölünmüşlüğün, işgalin ve ekonomik durgunluğun yanı sıra yabancı hegemonyanın sıkıntısını çekegelmektedir. Buna rağmen Allahu Subhânehu ve Te'alâ'nın fazlı sayesinde pek çok göstergeler, durdurulması imkânsız büyük bir değişimin, Şeriat, İslâm ve Hilâfet için yükselen bir nidanın varlığını göstermektedir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ, bu önemli yıldönümüne ilişkin yaptığı değerlendirmesinde şöyle dedi: "1924'ten beri yöneticilerinin, Sömürgeci güçler ile birlikte halklarına karşı düzenli ilişki içerisine girdiği elli küsur zayıf ve etkisiz devlete parçalandık. Zira Filistin, Irak, Afganistan, Somali ve diğer yerlerdeki kardeşlerimiz ve bacılarımız katledildi. Bizler, Hilâfet ile temsil edilen koruyucu zırhımızın yokluğu altında en habis sömürgeci saldırılara maruz kaldık."

"Buna rağmen işler, İslâmî âlem boyunca değişime doğru gitmektedir ve emareler herkesin göreceği şekilde açıktır. Zira Ümmet, Gazze katliamı karşısında birlik olup harekete geçerek ajan yöneticilerin alaşağı edilmesi ve Filistin'in kurtarılması amacıyla Müslüman orduların harekete geçmesi çağrısında bulundu. Ümmet, insanlığa yıkım getirecek olan malî kriz deryasındaki Kapitalizmin küresel başarısızlığını görmekte olduğu gibi Ebu Garip ve Guantanamo hapishanelerindeki ‘özgürlüğe ve demokrasiye dair' yalancı vaatlerin ifşa oluşuna da şahit olmaktadır."

"Müslümanlar, diktatörlüğü, sosyalizmi, demokrasiyi, krallığı ve vatancılığı deneyip başarısızlıklarına şahit olmalarından sonra yükselen seslerle yeniden adil bir Halîfenin gölgesinde İslâm nizamlarının ikamesini talep etmektedirler. Allah'a hamd ve şükürler olsun."

"Müslümanların topraklarında Hilâfetin yeniden kurulması, Ümmetin tamamına farzdır ve şu anda pek çok insan bu İslâmî kurumun yokluğunun manasını kavramıştır. Zira Müslümanların toprakları, yeni bir liderlik altında siyasî birlikten yoksun olduğu bir ortamda tecrit olmuş veya milliyetçi devletlerin eski dar bakış açısı ile bakıldığı sürece Atlantik kıyısındaki Fas'tan başlayıp Pasifik Okyanusu sahilindeki Endonezya'ya kadar uzanan Ümmetin içerisinde yaşadığı karmaşık ve çeşitlenen sorunların çözümü neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Doğrusu İslâmî âlemin, dünya nüfusunun yaklaşık %20'si, petrol rezervinin %60'ı, doğalgaz rezervinin %55'inin yanı sıra altın ve dünya parasının %37'sine ve dünyanın toplam askerinin yaklaşık %25'ine sahip olması müthiş bir durumdur. Buna rağmen o, parçalanmışlık ve sömürülmüşlük gölgesinde neredeyse hiçbir siyasî etkiye ve bu muazzam serveti işletme liderliği şansına sahip değildir."

"İslâmî âlemdeki azgınlığın ve fesadın alternatifi şüphesiz Hilâfet'tir. Feodal toprak ağaları ile tâğut yöneticilerden otoriteyi söküp almanın, gerçek bir hukuk otoritesi oluşturmanın yanı sıra sadece azınlık için değil herkes için refahı sağlamanın ve İslâmî âlemin geleceğine ilişkin siyasî kararların Londra ile Washington'da değil Kahire, İstanbul ve İslâmabad gibi yerlerde alınacağının teminatı ancak odur. "

"Artık Müslümanların topraklarını birleştirecek, Filistinli ve Iraklı annelerin yanı sıra Somalili ve Keşmirli annelerin de çığlıklarına icabet edecek Hilâfeti yeniden kurmak için çalışmamızın zamanı gelmiştir. Ayrıca değişim rüzgarının, Hilâfet, Şeriat ve İslâm fikirlerini beraberinde taşıyarak bölge boyunca esmesinin zamanı da gelmiştir ki geçen 90 yıl boyunca yaşanan boğucu hayatı ortadan kaldıran gerçek bir vakıa haline gelsin."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Şarm Eş-Şeyh Konferansı, Yahudi Varlığının Cürümlerini Örterken, Sorumluluğu Filistin Halkına Yüklemektedir

Arap, Müslüman ve yabancı devletlerden seksen temsilci, "Gazze'nin İmarı" için Şarm eş-Şeyh'de bir araya geldiler. İmara erişilmesi için, Yahudi varlığı ile Filistinliler arasında sakinliğin oluşması, uzlaşmanın gerçekleşmesi ve vatanî birlik hükümetinin oluşması şartını koştular. Zira Mübarek şöyle dedi: "Yeniden imar sürecinin başarısı, sınır kapılarının yeniden açılmasını sağlamak için Gazze'de ‘İsrail' ile Filistinliler arasında ivedilikle sakinliğe ulaşılması, Vatanî Otorite ile gruplar arasında uzlaşmanın gerçekleşmesi ve imar sürecini denetlemesi için vatanî birlik hükümetinin oluşturulması da dâhil birçok faktöre bağlıdır." Yine Selâm Feyâd'ın şöyle dediği aktarılmıştır: "Ancak yeniden imar, hala kalıcı sakinlik anlaşmasının imzalanmasına bağlıdır." Bu bağlamda şunları söyleriz:

1. Belirlenen şartlar, Amerika, "İsrail" ve Mısır'ın savaş öncesi ve savaş sırasında talep ettiği şartların aynısıdır. Dolayısıyla sakinlikten, uzlaşmadan ve vatanî birlik hükümetinden maksat, Filistin halkı ile bölge devletlerinin tanımaları sayesinde Yahudi varlığının güven, mutmain ve huzur içerisinde yaşadığı bir ortama ulaşmaktır.

2. Bir araya gelen bu devletler, Yahudi varlığının Gazze'ye saldırısı sırasında gerçekleştiremediğini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Dahası onlar, mağdurlar aleyhine alçaltıcı ve insafsız şartlar belirleyerek Yahudi varlığını temize çıkardılar ve cürümlerini örttüler.

3. Gazze'nin imarı için timsah gözyaşları döken bu devletler, Filistin halkına sırtlarını dönerek Gazze'ye yönelik savaşında Yahudi varlığı ile gizli ittifak kuran devletlerin aynısıdır. Hatta Yahudi varlığını ortaya çıkararak para, silah ve devletlerarası kararlarla onu destekleyen bizzat Avrupa ile Amerika'dır. Şimdi ise masum kanları, cesetleri ve enkazları Yahudi varlığını korumanın bir aracı olarak istismar etmektedirler.

4. İslâmî Ümmet, Filistin halkına karşı Yahudi varlığı, Amerika ve Avrupa ile gizli ittifak kuran yöneticilerini asla affetmeyecektir. Zira bu yöneticiler, bu aşağılanmaya ve bu insafsız şartlara maruz kalmadan erzak ve para yardımını doğrudan Gazze halkına ulaştırmaya muktedirdiler.

5. Tek başına erzak ve para yardımı, geçmişte Filistin halkını kurtarmadığı gibi şu anda da kurtarmayacaktır. Zira Filistin halkı, kendilerini işgalin pençelerinden ve vahşî cürümlerinden kurtaracak ordulara muhtaçtır.

6. Yahudi varlığına gelince; mübarek arzı işgalini ve sonuncusu Gazze'de olmak üzere Müslümanlara karşı sürekli işlediği vahşî cürümlerini affetmemiz imkânsızdır. Bu varlık ortadan kaldırılıp dünya onun şerlerinden kurtulmadıkça tepkiler asla yürekleri ferahlatmayacaktır. İşte Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Allah'ın izni ile bunu gerçekleştirecek Hilâfet'in ikamesi için çalışıyoruz.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, 27 Üyesinin Tutuklanmasını Şiddetle Kınar

Hizb-ut Tahir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı basın açıklamasında 1-2 Mart günlerinde Hizb'in 27 üyesinin tutuklanmasını şiddetle kınayarak derhal serbest bırakılmalarını talep etti.

Resmî Sözcü şöyle dedi: "Başbakan ile Hükümet üyeleri, Sınır Muhafızları Karargâhı'ndaki katliamın meydana geldiği iki gün boyunca katiller ile bir araya geldiler. Hükümet, bu katilleri tutuklamak yerine Sınır Muhafızları Karargâhı'nda meydana gelenleri "isyan" olarak isimlendirdikleri komployu ifşa etmelerinden dolayı Hizb-ut Tahrir'in şebâbını tutuklamakla meşgul oldu. Zîra Hizb, Hindistan ve hükümet içindeki ve dışındaki ajanları tarafından tezgâhlanan komployu ifşa eden bir beyan yayınlamıştı."

Ayrıca Muhyiddîn Ahmed, soruşturmalara yardımcı olmaları amacıyla Hükümetin, Birleşmiş Milletleri, Amerika'yı ve İngiltere'yi çağırmasını da kınadı. Oysa dünyanın birçok bölgesinde Müslümanların kanlarının akıtılmasında haddi aşan ve bu hükümete destek veren bizzat Birleşmiş Milletler ile bu devletlerdir.

Ayrıca Başbakanın oğlu ve danışmanı olan Sâcid Vâcid'in el-Cezîre kanalına yaptığı, "İsyanın makul sebepleri vardır" şeklindeki açıklamasına ilişkin değerlendirmesinde şöyle dedi: "İnsanlar, kelimenin tam anlamıyla yaşananların bir komplo olduğunda tam bir bilinç ve idrak üzere olmalarına rağmen bu açıklama gözden kaçmış olabilir. Ancak bu açıklama, hükümetin olaylarda oynadığı şüpheli roldeki insanların şüphesini teyit etmiştir."

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Bangladeş İnsanları, Ordu ile Sınır Muhafızlarının Arasını Açmaya Yönelik Hint Komplolarını Bozmaya ve Hükümetin Gevşekliğini Kınamaya Çağırır

Hizb-u Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı basın açıklamasında şöyle dedi: "Bangladeş'teki insanlar, 25 ve 26 Şubat'ta, Sınır Muhafızları Karargâhı'nda yaşanan trajik olaylardan, özellikle de yüzün üzerinde subayın gizli bir şekilde hunharca katledilmesinden dolayı öfke ve kin kustular." Ayrıca subayların ve masum aile fertlerinin katledilmesinin affedilmez iğrenç bir cürüm olduğunu, katledilenlerin cesetlerinin parçalanması ve yakılması, evlatlarının, hanımlarının, hamile kadınların katledilmesi ve kadınlara tecavüz edilmesi cürümlerinin tamamını, Hindistan'ın ödlek ajanlarından oluşan bir çetenin yaptığını teyit etti.

Artık insanlar, orduyu zayıflatmak ve Bangladeş silahlı kuvvetlerinin saflarını parçalamaya yönelik Hindistan'ın komplosunu fark etmişlerdir. Hindistan, daha önce yaptığı gibi Bangladeş'teki ajanları vasıtasıyla komplo planının uygulanması için fırsat oluşturdu. Nitekim sözde isyan olaylarının gelişmesinden ortaya çıkmıştır ki bu, Hindistan ile Hükümet dışına ve içine yuvalanmış ajanları tarafından tezgahlanan komplonun uygulanması için ilk adım oldu. Böylece sırf müşrik Hindulara ve ajanlara hizmet etmedikleri için birçok yetenekli subay katledildi. Şimdi sorumluluğu, istihbaratın acizliğine ve ordu ile sınır muhafızları arasındaki sözde anlaşmazlığa yüklüyorlar. Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla "Avami Birliği" Hükümeti'nin şüpheli rolü ortaya çıkar.

Komployu düzenleyenler, Sınır Muhafızları Komutanı'nı ortadan kaldırmayı başardılar. Şimdi onlar, Sınır Muhafızlarını ordu komutasından tasfiye etmeye hazırlanıyorlar. Açıktır ki bu çaba ülkenin güvenliğini tehdit etmektedir. Sınır Muhafızlarının ordudan ayrılmasında ve iki kuvvet arasında bölünmüşlük oluşturulmasında çıkar sahibi olan düşman Hindistan'dır. İki kuvveti birbirinden ayırma çabası, kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla iki kuvvet de tek bir liderlik altında kalmalıdır ve bunların birbirinden ayrılması ülkeyi düşmanlarının, özellikle de Hindistan'ın karşısında zayıflatır.

Mevcut kriz bağlamında Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları aşağıdaki adımları atmaya davet eder:

Ordu ile sınır muhafızlarını yok etme komplosunu boşa çıkarmaya çalışılması. Bu cürümün meydana gelmesini engellemek için gerekli adımları atmaması ve komplodaki şüpheli rolünden dolayı Hükümetin muhasebe edilmesi. Komploya ve katliama ortak olan kişilerin muhasebe edilmesinin talebi. Müslümanları birleştirecek, aralarında Amerika'nın, Hindistan'ın ve İngiltere'nin de bulunduğu muharip devletlere karşı koymaya muktedir silahlı kuvvetleri güçlendirecek Hilâfet Devleti'nin kurulmasında acele edilmesi.

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER