Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, "Pakistan, Hilâfet'e ve İslâmi Alemin Birleşmesine Doğru" Başlıklı Hizb-ut Tahrir'in "Manifestosunu" Yayınlama ve Dağıtma Kampanyasına Başlıyor

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Lahor'da, "Pakistan, Hilâfet'e ve İslâmi Alemin Birleşmesine Doğru" başlıklı Hizb-ut Tahrir'in "Manifestosu" adında genel resmi bir beyanın yayınlanarak dağıtımına başlanacağını açıklamak amacıyla genel bir toplantı düzenledi. Toplantıda konuşan Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmi Sözcüsü Nâvid Butt şöyle dedi: "Hizb-ut Tahrir, Hilâfet Devleti'ni kurmak için elli küsur yıldır İslâmi Ümmet'in içerisinde çalışmaktadır. Hatta Hizb, dünyanın en büyük siyâsi İslâmi hizbi haline gelmiştir. Hizb, İslâm mefhumları ve Hilâfet Devleti'nin tatbik keyfiyeti hususunda Müslümanları bilinçlendirmek amacıyla pek çok kitap, kitapçık ve neşriyat yayınlamıştır. Bugün ise Hizb, yönetim nizamı, iktisat nizamı, içtimâi nizam, ukûbat nizamı, harici siyaset, dahili siyaset, eğitim ve medya siyaseti hakkında kısa bir görüntünün verildiği birçok parçadan oluşan bir "Manifesto" kitapçığı hazırlayarak Ümmet'in kalkınması projesine yeni bir katkıda bulunma adımı atmıştır. Yine kitapçığın son sayfalarında Hizb'in tanıtımı ve çalışması da yer almıştır. Kitapçık, Pakistan'da Hilâfet Devleti'nin kurulması ve İslâmi alemin diğer beldelerinin ona ilhâk edilmesi amacıyla çalışılması noktasında Ümmeti, şer'î vecibesini yapmaya davet etmektedir. Kitapçık, İngilizce ve Urduca dilleri ile yayınlanmıştır."

Katılımcılarla tartışması çerçevesinde Nâvid Butt, Müslümanların, İslâm ile hükmeden birden fazla devletin olmasının câiz olmadığını, bu devletin de kendilerini bir araya toplayacak olan Hilâfet Devleti olduğunu, bunun için de İslâmi Ümmet'in İslâm'dan tamamen uzak vatancı ve laik mefhumlara dayanan 57 devletçiğe parçalanması şeklinde bir fikre İslâm'da yer olmadığını belirterek Pakistan'daki Müslümanları, İslâm Nizamı'nı ve tatbik keyfiyetini anlamaları için Hizb ile kenetlenmeye, sürekli ilişki kurmaya ve şebâbı ile konuşmaya davet etti. Toplantının yanı sıra yönetim nizamına, iktisat nizamına, içtimâi nizama, ukûbat nizamına, harici ve dahili siyasete, eğitim ve medya siyasetine değinen Hizb'in kitaplarına ek olarak İslâmi akideyi arz eden kitaplar ile Hizb'in dünyadaki faaliyetleri hakkındaki neşriyatlarına yönelik bir sergi açıldı.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Pakistan Hükümeti, 15 Şubat 2009'da, Pakistan Talibanı destekçileri ve Tatbiku'ş Şerîa el-Muhammediye Cemaati ile bir anlaşmaya vardığını açıkladı. Anlaşma maddeleri, Svat Vadisi bölgesinde İslâm'da ukûbat nizâmının tatbik edilmesini içermiş ve Taliban hareketi de ateşkes ilan etmiştir... Zîra Taliban Hareketi Resmî Sözcüsü Muslim Hân şöyle demiştir: "Taliban Hareketi, iyi niyet gösterisinde bulunmak için tek taraflı ateşkes ilan etmiştir. Dolayısıyla savaşçılarımız, Pakistan güvenlik adamlarına ve hükümet kurumlarına saldırmayacaktır." Ancak o, savaşçıların mevzilerinde kalmaya devam edeceklerini ve uğrayacakları herhangi bir saldırı karşısında kendilerini müdafaa edeceklerini de eklemiştir. Anlaşma, dâhili ve hârici olmak üzere birçok eleştirilere yol açmıştır.

O halde bu anlaşmanın arka planında ne vardır? Svat Vadisi'nde barışı sağlayacak mıdır?

Cevap: Tatbiku'ş Şerîa el-Muhammediye Cemaati'nin, Hükümet ile Svat Vadisi'nde yaptığı bu anlaşmanın ilk kez yapılan bir anlaşma olmadığına dikkat çekilmesi kaçınılmazdır. Zîra iki taraf arasında 1994, 1999 ve 2007 yıllarında da bu anlaşmaya benzer anlaşmalar imzalanmıştır. Ancak bu anlaşmalar, uzun ömürlü olmamış, her defasında Pakistan Hükümeti, bu anlaşmaları kendi özel maksatları için kullanmış ve bu defa da Hükümet'in bu anlaşmaya bağlı kalma niyetinde olduğu görünmemektedir. Râcih olan; Hükümetin, pek çok hedefe ulaşmak için bu anlaşmayı istismar edecek olmasıdır ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Pakistan ordusu, kabîleler bölgesindeki Taliban Hareketi, Beytullah Mesûd ve "Tahrîku Talibanı Pakistan" Cemaati ile savaşa girmişken aynı zamanda Svat'taki silahlı gruplarla çetin bir savaşa bulaşmak istememektedir. Yani bu anlaşma, başka yerlerde kullanılması amacıyla kendi saflarını dağıtması için Pakistan ordusunun önünde bir saha açacaktır.

İkincisi: Pakistan Hükümeti, bu anlaşma yoluyla Svat Talibanı ile el-Kaide yanlısı Taliban'ın saflarını parçalamayı hedeflemektedir. Nitekim Pakistan'ın Washington'daki Büyükelçisi Huseyin Hakkânî şöyle demiştir: "Bir taraftan el-Kaide ile Taliban silahlı gruplarının, diğer taraftan da şeriatın tatbiki için çalışan Svat'taki yerel hareketlerin saflarını parçalamaya çalışıyoruz. Bu da teröristlere karşı yerel sakinleri inkılâba, dolayısıyla da teröristlerin kuşatılmasına ve bitirilmesine sevk edecek ordu ile siyasî stratejinin realitesinin bir parçasıdır."

Üçüncüsü: En önemli hedef budur ki Amerika, ilkbaharda Afganistan'da bir saldırı planlamaktadır. Nitekim bu maksatla on yedi bin (17.000) ek asker göndermiştir ve bu ek takviye ile Afganistan'daki Amerikan kuvvetleri %40 oranında artacaktır. Bu ek kuvvetler, zırhlı "Stryker" araçları ile donanımlı sekiz bin (8.000) deniz piyadesi, dört bin (4.000) kara kuvvetleri ile beş bin (5.000) destek personelinden oluşmaktadır. Bu kuvvetler, Kâbil'i kuşatan bölgelerdeki işgalin pençesini güçlendirmek ve başkenti kuşatarak sarmalayan yolları korumak amacıyla -genellikle yaz ayında tırmanan- muharip operasyonlarda kullanılacaktır. Bunların da ötesinde 2009 Ağustosta yapılacak devlet başkanlığı seçim sürecinin güvenliği için Afganistan'ın Güneyindeki NATO kuvvetlerini desteklemek amacıyla kullanılacaktır.

Dördüncüsü: Afganistan'da istikrarı oluşturmaya yönelik Amerikan planına destek verilmesi içindir. Zîra Amerika, Pakistan ordusunu, Svat'taki silahlı gruplarla geçici anlaşma yapmaya sevk etmiştir ki böylece ordu, çabalarını kabîleler bölgesine yoğunlaştırsın. Bunun yanı sıra bu plan, Pakistan'ın hazır olmasını ve Hint sınırı ile meşgul olmamasını öngörmektedir. Bu nedenle Amerika, kendi dostu Pakistan Hükümeti'ne Hindistan'ı hoşnut etmesini, ardından da onunla olan gerilimi bitirmesini emreder etmez Hükümet, buna icabet ederek Başbakanın İçişleri Danışmanı Rahmân Mâlik, Bombay olaylarında Pakistan'ın kısmen sorumlu olduğunu açıklamıştır. Pakistan Hükümeti'nin Bombay olaylarından kısmen sorumlu oluğunu açıklamasından birkaç gün önce de Amerikan yanlısı Hindistan'daki Baharatiya Cenata [BJP] Partisinden "Singh Modi", Pakistan ile gerilimi tırmandıran Kongre Partisine öfke kusmuştur. Zîra söz konusu partinin üyesi, Bombay olaylarında içsel faktöre yoğunlaşarak şöyle demiştir: "Bombay olayları hakkında en ufak bilgi ve deneyime sahip olan Hindistan'daki hangi vatandaşa sorarsak soralım bize diyecektir ki bu olaylar, içeriden destek alınmamış olsaydı kesinlikle meydana gelmezdi." Dolayısıyla Pakistan ve Cenata Partisi'ndeki her iki Amerikan ajanı da Zerdâri Hükümeti ile Kongre Partisi liderliğindeki Hindistan Hükümeti arasındaki gerilimin düşürülmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu da Kongre Partisi'nin Pakistan'a yönelik askerî operasyon yönünde kullanacağı bir gerekçe üretememesinden dolayıdır. Tüm bunlar da Amerika'nın, kabîleler bölgesinde kendisi ile ortak askerî eylemler yapması için Pakistan ordusunu boşa çıkarmak amacıyla Pakistan-Hindistan sınırındaki gerilimi bertaraf etmek istemesinden dolayıdır!

Beşincisi: Svat Anlaşması hakkındaki çelişkili Amerikan açıklamalarına gelince; mülahaza edilen odur ki anlaşmanın ilanı, "Holbrook'un" Pakistan'dan ayrılmasından sonra gelmiştir ve bunun Amerika'nın bilgisi dışında olduğu düşünülemez. Bunun yanı sıra Amerikan resmî yetkililer tarafından yapılan ilk açıklamalar, NATO ile İngiltere'nin açıklamalarının aksine anlaşmayı övücü açıklamalardır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı "Gordon Duguid", Savunma Bakanlığı'ndaki Pakistan resmî yetkililerinin anlaşma hakkında belirttiklerini yineleyerek şöyle demiştir: "İslâmî hukuk, Pakistan anayasasının bir parçasıdır. Dolayısıyla Pakistan dışındaki herhangi bir kimsenin, özellikle de bu kürsüde bulunan bir kimsenin bu meseleyi tartışması için bir gerekçe göremiyorum." Gazetecilerden birinin, bunu Pakistan Hükümeti ile Taliban Hareketi arasındaki bir anlaşma olarak tanımlaması üzerine ise ona şöyle cevap vermiştir: "Pakistan'da meydana gelen duruma yönelik tespitinizden emîn değilim. Bu nedenle bunu size açıklaması için sizi, Pakistan Hükümeti'ne havale ediyorum." Bu açıklamalar, İslâmâbâd'daki İngiliz Yüksek Komiseri tarafından yapılan açıklamalarla çelişmektedir. Zîra o, şöyle demiştir: "Bir önceki barış anlaşması, kapsamlı ve Svat sorununa yönelik kalıcı bir çözüm olmamıştır. Bu anlaşmanın da şiddeti sona erdireceğinden ve şiddetin artmasına yönelik geniş bir alan oluşturmayacağından emin olmalıyız."

Altıncısı: Holbrook'un anlaşma hakkındaki sert açıklamalarına gelince; bundan kasıt bir taraftan NATO, Hindistan ve diğer ülkelerin ortaya koyduğu çekinceleri gidermektir. Diğer taraftan ise Washington'un, anlaşmanın maksadının aşılmaması şeklinde Pakistan ordusuna güçlü bir mesaj vermek istediğini göstermektir. Anlaşmanın maksadı ise, orada geçici bir sakinlik oluşturup Afganistan ile Pakistan-Afganistan sınırındaki Taliban ile savaşa intikal etmek, ardından da Svat'taki silahlı grupları bitirmektir. Çünkü Amerika, Hükümet'in kabîleler bölgesindeki silahlı gruplarla benzer bir anlaşma yaptığı 2006 yılının tekerrür etmesini kabullenmeyecektir. Nitekim o tarihte silahlı gruplar, kendilerini toparlamaya başlayarak Afganistan içerisinde silahlı saldırılarda bulunmuşlardır. Bu nedenle Pakistan ordusu, anlaşma imzalanmasına rağmen Svat Vadisi'ndeki kuvvetlerini çekmeyecektir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Cemaat-i İslâmi'deki Kardeşlerimize Bir Nasihat: Çin Komünist Partisi ile Mutabakat Anlaşması İmzalanması, Doğu Türkistan-Sing Yangh Bölgesindeki Müslümanların Yarasına Tuz Basmaktır

Pakistan'daki Cemaat-i İslâmî'nin Çin Komünist Partisi ile imzaladığı mutabakat zaptı, Şeriata muhalefet etmektir. Zira bu anlaşmaya göre Cemaat-i İslâmi, Çin'in Doğu Türkistan bölgesinde hakkı olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Çin, 1949 yılından bu yana bu İslâmi bölgeyi gasp etmektedir. Ancak Cemaat-i İslâmi bu anlaşmayı imzalayarak Doğu Türkistan bölgesinde Çin'e hak vermiş ve "her şeyden önce Çin'in" politikasını desteklemiş olmaktadır.

Doğu Türkistan bölgesine ilişkin şer'î hüküm; Filistin, Keşmir ve Çeçenistan'ın hükmü ile aynıdır ki o, bu beldeler, işgal edilmiş İslâmi beldelerdir ve bunların Sömürgeci Kâfirden kurtarılması İslâmi Ümmet'e vâciptir. Her ne kadar bugün Ümmet, boynuna musallat olan ajan yöneticiler yüzünden bu beldeleri kurtarmaktan aciz veya geri kalmış olsa bile bu, hiç bir kimsenin veya makamın kendisini Ümmet'in temsilcisi yerine koyarak bu toprakları Kâfirlere terk etmeleri için bir gerekçe oluşturmaz. Ayrıca bu anlaşmaya göre Cemaat-i İslâmi'nin, artık Çin'in içişlerine müdahale etme hakkı kalmayacaktır ki bu da Cemaat-i İslâmi'nin, mescitlere saldırmak, Müslüman kardeşlerimizi ve bacılarımızı katletmek gibi oradaki Müslümanlara yönelik Çin'in cürümleri karşısında sessizliğe mahkûm olması demektir. O halde oradaki Müslüman kardeşlerimizin bu şekilde kolay bir lokma olarak Kâfire teslim edilmesinden daha açık bir yüz üstü bırakma var mıdır?

Cemaat-i İslâmi, laik, komünist partiler ve küfür akidesine dayanan devletler ile kardeşlik bağlarını güçlendirmek yerine Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmalıdır. Bizler, tüm İslâmi hareketleri, "her şeyden önce Çin'in" politikasını benimsemek yerine "Tek Bir Ümmet ve Tek Bir Hilâfet" mefhumunu benimsemeye çağırıyoruz. Allah'ın izniyle Müslümanlara zulmeden herkesin karşısında duracak ve işgal altındaki İslâmi beldelerin kurtarılması için cihâd ilân edecek Hilâfet Devleti'nin kurulması uzun sürmeyecektir. İşte o ana kadar Cemaat- İslâmi de dahil İslâmi hareketler, sabretmeliler, sabrı tavsiye etmeliler ve dinlerine azı dişleri ile sımsıkı sarılmalılar.

 

Şehzâd Şeyh
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Vekîli

Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik Serbest Kalmıştır

Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında Hizb-ut Tahrir üyeliği ve mevcut laik (dinsiz) cumhuriyet düzeninin yerine Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışmak gerekçesiyle verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının Yargıtay'da onanıp Sincan F-Tipi Cezaevi'ne konulmasının ardından bugün 20 Şubat 2009'da serbest bırakıldı.

O dönemde "yaftalamadan düşünmek için" sloganı ile yayın yapan, insaftan ve Allah korkusundan yoksun yayın organları, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye'deki Resmi Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik'i İngiliz türemesi Ergenekon Terör Çetesi ile ilişkilendirme cüretinde bulunarak iğrenç bir iftira kampanyasına imza attılar. Hizb-ut Tahrir'in, ideolojisi İslâm olan bağımsız ve küresel bir siyâsî parti olduğunu bilmelerine rağmen söz konusu yayın organları, bir kaçı müstesna, birbiri ardına gönderdiğimiz tekzip metinlerini yayınlamaktan imtina ettiler. Umuyorlardı ki atılan bu iğrenç iftira, İslami Ümmetin samimi evlatları ile Müslüman Türkiye Halkı arasında bir duvar oluşturur.

Öte yandan bu iftira kampanyasının nedenlerinden biri de Sayın Yılmaz Çelik'in Türkiye'de etki ve yetki sahibi kimseler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, siyasi partiler, milletvekilleri, dernekler, vakıflar, yazarlar, akademisyenler ve medya çevreleriyle, İslâmî Ümmet'in mevcut durumu, İslâmî çözüm yolları, Hilâfet'in farziyeti ve Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında yürüttüğü dâvet çalışması hakkında bilgilendirmek kastıyla, karşılıklı ihtiram çerçevesinde gerçekleştirdiği temaslar ile söz konusu çevrelere İslam'ın siyasi fikirlerini taşımasının, mevcut küfür sisteminde ve Amerikancı Muhâfazakâr-Demokrat AKP çetesinde oluşturduğu rahatsızlıktır.

Bugün Sayın Yılmaz Çelik ve Türkiye Vilayeti'nde sözcülüğünü yapmakta olduğu Hizb-ut Tahrir'e atılan iğrenç iftira ve karalamanın bir kez daha boşa çıktığı, yalancıların bir kez daha rezil oldukları gündür. Ayrıca bugün mevcut demokratik-laik küfür devleti için sonun başlangıcı, yeniden kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nin yaklaştığının habercisidir. Zira bugün Sayın Yılmaz Çelik hakkında verilen hapis müddetini Allah'ın yardımıyla tamamlayarak serbest kalmıştır.

Bu vesileyle, bu asılsız ve tiksindirici iddialara prim vermeyerek, yanımızda durup bizi kucaklayan, destekleyen, yardımlarını ve dualarını esirgemeyenlere, bu karalama korosuna katılmayan insaflı medya organlarına ve "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" olan İslâmî Ümmet'in Türkiye'deki tüm yiğit evlatlarına en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Gümrük Müzayedelerinde Satılan Mallar Gasp Edilmiş Mallardır, Bunların Satın Alınması veya Mülk Edinilmesi Haramdır

Deniz Limanı ve Gümrük İdaresi, sahiplerinin almayarak uzun bir dönem gümrükte bekleyen unutulmuş mallar olmaları itibarıyla muhtelif eşyalar, araçlar ve benzerlerini içeren konteynırları satmak için ara sıra müzayedeler düzenlemeyi alışkanlık haline getirdi. Unutulan bu mallar iki türdür: a) Limana ulaşan ve aslen sahiplerinin almaya gelmediği mallar. Bu ilân edilir, ardından da devletin lehine satılır. b) Sahiplerinin gümrük vergisini ödeyemediği veya gümrük yasası ve yönetmeliklerine aykırı olan mallar. Bunlar da devlet lehine satılır.

Bu satış, gazete ve benzeri medya organlarında reklam verilerek açık müzayedeler yoluyla insanlara yapılmaktadır. Bu bağlamda insanlara açıklamak isteriz ki sahiplerinin gümrük vergisini ödeyemediği veya gümrük yönetmeliklerine aykırı olması itibarıyla alıkonan bu mallar, gasp edilmiş mallar olmaları itibarıyla satın alınmaları şeran caiz değildir. Zira ister satmak, ister satın almak, ister hibe etmek, isterse benzeri yollarla olsun gasp edilmiş bir malın mülk edinilmesi şeran câiz değildir. Katâde'den, o da Hasan'dan, o da Semere'den Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: عَلَى اليَدِ مَا أَخَذَتْ حتى تُؤَدِّيَهُ "Aldığı şeyi ( sahibine) iade etmesi ele vâciptir.

مَن اشترى سرقةً وهو يعلمُ أنَّها سرقةٌ فقد شرك في عارِها وإثمها "Her kim, çalıntı olduğunu bildiği halde çalıntı malı satın alırsa, onun utancına ve günahına ortak olmuştur." Gasp ise, haramlılık bakımından hırsızlıktan daha üst derecededir. Bunun yanı sıra İslâm, şer'i vecih dışında insanlardan malın alınmasını haram kılmıştır. Rasul Aleyhi's Salâtu ve's Selâm şöyle buyurmuştur: لاَ يَحِلُّ مَالُ امرِئٍ مُسْلِمٍ إِلاَّ بِطِيْبِ نَفْسِ مِنْهُ "Gönül hoşnutluğu ile olmadıkça Müslüman bir adamın malı helal olmaz." Müslüman ise, ancak şeriat ile hoşnut edilir.

Gümrüğe gelince; o bir vergidir ve ister Müslümanlar isterse de başkaları olsun devletin bunu tebaasından almasını şeriat haram kılmıştır. Ukbe bin Âmir, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Selem]'in şöyle dediğini işittim dedi: لاَ يَدْخُلُ الْجَنّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Meks sahibi, Cennet'e giremez."

Ancak vergi, şayet devleti bizim devletimizin tebaasından vergi alıyorsa harbî tüccardan alınır. Zira Müslümanların Halifesi, Müslümanların maslahatı ve rahatı için, onlardan vergiyi muaf tutmak isterse, buna hakkı vardır. Nitekim bugün Müslümanların beldelerinde -ki bunlardan biri de Sudan'dır- devletin tebaasından gümrük alması, şeran haram olup kâfir Batı'yı taklit etmek ve iktisatta onun metodunu takip etmektir. Oysa Allah'ın izniyle gelmekte olan İslâmi Devlet İkinci Hilâfet Devleti kurulduğunda tüm vergiler ile bugünkü mevcut gümrükleri kaldıracağı gibi malı ve tasarrufunu Hanîf Şeriat esasına göre yapacaktır. Bu devlet kurulana kadar devlet ve gümrük idaresi yetkililerine deriz ki, Allah'ın kulları hakkında Allah'tan ittikâ ediniz ve bu gasp edilmiş malları sahiplerine iade ediniz. Muhakkak ki Allah, gözlerin dışarıya fırladığı o günde bunu size soracak ve sizi muhasebe edecek.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Bilindiği üzere Adalet ve Eşitlik Hareketi, Fransa adına çalışmaktadır. O halde nasıl olur da Sudan Hükümeti ile Katar'da bir araya gelerek İyi Niyet Anlaşması yaptığını ilan edebilir? Ayrıca ilgili devletlerin bu anlaşmaya ilişkin tutumları ve tepkileri nedir? Bu, Amerika ile Avrupa'nın, el-Beşîr'in suçlanması hususunda orta bir çözüme ulaşmak üzere oldukları anlamına mı gelmektedir?

Cevap:

1. Sudan Hükümeti ile Adalet ve Eşitlik Hareketi arasında sekiz gün boyunca görüşmeler yapıldığı, 17.02.2009'da, Doha'da taraflar arasında İyi Niyet ve Karşılıklı Güven Oluşturma Anlaşması denilen bir anlaşmaya varıldığı doğrudur.

Anlaşmada, barış görüşmeleri yürütülmesi ve Darfûr krizinin çözülmesi için anlaşmanın en fazla üç ay içerisinde uygulanması amacıyla tarafların bir araya gelmesi zarureti belirtilmiştir. Anlaşma maddelerinden biri de tarafların iki hafta içerisinde tekrar müzakereye dönmesidir.

2. Devletlerarası tepkiye gelince; Amerika'nın Birleşmiş Milletlerdeki Büyükelçisi şöyle demiştir: "Anlaşmanın, barış yönünde atılmış mütevazi bir adım olması muhtemeldir." Bu da anlaşmayı teyit eden bir dildir. Bu büyükelçiye, el-Beşîr'in akıbeti ile bu anlaşmanın ilişkisi hakkında sorulduğunda gazetecilere şöyle demiştir: "Hiçbir ilişki göremiyorum." [eş-Şark-ul Avsat / 18.02.2009] Yani bu anlaşmanın, el-Beşîr'i kurtarma anlaşması olduğunu inkâr etmeye çalışmıştır. Çünkü herkes bunu anlamıştır. Zîra Devletlerarası Ceza Mahkemesi'nin el-Beşîr hakkındaki kararını bu hafta içerisinde açıklaması muhtemeldir.

Dolayısıyla Devletlerarası Ceza Mahkemesi'nin aylardır el-Beşîr'i tehdit etmesi, Amerikalılarla birlikte kendilerini hoşnut eden bir orta çözüme ulaşmak için Avrupalıların bir baskı girişimidir. Dolayısıyla da Doha görüşmeleri bu çerçevede gelmiştir. Görüldüğü üzere o, Sudan'da Amerikalıların yanı sıra Avrupalıları da hoşnut edecek orta bir çözümün veya bir anlaşmanın şekillenmesini oluşturma yönünde atılmış ilk adımdır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban-Ki Moon, bunu olumlu karşıladığı gibi şu andaki BM Güvenlik Konseyi'nin Başkanı da -ki o, Japon Büyükelçisi Yukio Takasu'dur- bunu olumlu karşılayarak şöyle demiştir: "Bu, Darfûr'daki çatışmayı sona erdirmek için doğru yönde atılmış bir adımdır." [el-Cezîra / 18.02.2009] Bu iki olumlu karşılama da Amerika'nın hanesine puan olarak geçmektedir.

Bu davada etkin olan Fransa tarafından bu anlaşmaya yönelik herhangi bir tepki gelmemiştir. Sanki o, önümüzdeki birkaç gün içerisindeki Devletlerarası Ceza Mahkemesi'nin kararının çıkmasını veya yayınlanmasını beklemektedir. Ancak Birleşmiş Milletlerdeki Sudan Büyükelçisi AbdulMahmûd AbdulHalîm şöyle diyerek onu eleştirmiştir: "O, yani Fransa, ateşli ve barış sürecini baltalayan açıklamalarda bulunduğu halde hala isyancıların liderlerinden biri olan ‘AbdulVahîd'i' beş yıldızlı bir otelde tutmaktadır." Ve şöyle eklemiştir: "Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, kendisinin de katıldığı bir toplantıda barış sürecine dahil olmadığı takdirde AbdulVâhid'in gönderileceğini el-Beşîre iletti." [eş-Şark-ul Avsat / 18.02.2009] Bu da Fransa'nın, el-Beşîr ile kendisinin desteklediği hareketlerin katılacağı bir orta çözüme ulaşmak istediği anlamına gelmektedir.

Adalet ve Eşitlik Hareketi ise, Fransa adına çalışmaktadır ve onun tarafından desteklenmektedir. Dolayısıyla onun, görüşmelerin yürütülmesini kabul etmesi, Fransa'nın muvafakati olmaksızın yapılması mümkün değildir.

Tarafların "arasını bulan" ve onlara ev sahipliği yapanlar ise Katar'daki İngiliz ajanlarıdır. Bu da İngiltere'nin bu davada bazı kazanımlar elde etmeye istekli olduğunu göstermektedir.

3. Devletlerarası Ceza Mahkemesi'nin kararı, olumsuz şekilde, yani yargılanması için el-Beşîr'in tutuklanması istemi yönünde çıkarsa, Ceza Mahkemesi'nin kararının uygulanmasını, yenilenebilir olmak üzere bir seneye kadar ertelenmesini belirten 16. maddenin işletilmesi yönünde Güvenlik Konseyi'nde çalışma başlatılması beklenmektedir. Özellikle de Rusya ve Çin gibi devletler, alenî bir şekilde bunu desteleyecek olmalarının yanı sıra Amerika da ajanları yoluyla doğrudan veya dolayı şekilde bir takım girişmelerde bulunacaktır.

Nitekim başta Mısır olmak üzere Amerika'nın ajanları bu yönde harekete geçmişlerdir. Zîra Ebû el-Geyt, el-Beşîr ile görüşmesinde şöyle demiştir: "Güvenlik Konseyi'nin arabulucu üyeleri olarak Sudan'a ve Devlet Başkanı el-Beşîr'e yönelik her türlü işlemin durdurulması amacıyla Ceza Mahkemesi temel kanunun 16. maddesinin uygulanması için hareket ediyor ve çalışıyoruz." Ayrıca, "Gerek Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Fransa ve İtalya'ya, gerekse kendisinin Washington'a yapmış olduğu ziyaret çerçevesinde Amerika Dışişleri Bakanı ile görüşmesinin Darfûr krizine yönelik bir çözümün ortaya çıkarılması lehine olduğuna" dikkat çekmiştir. [el-Cezîra / 15.02.2009] Sarkozy de kendisi açısından Mübarekli Mısır'ın değerini bilmektedir ve bu da Gazze konusunda ortaya çıkmıştır. Zîra Yahudiler, Mısır girişimine değer verdikleri halde Sarkozy'nin girişimine bir değer vermemişlerdir. Nitekim Sarkozy, bu girişimi kendisi ile birlikte Hüsnü Mübarek başlatmış gibi gösterip Mısır-Fransız girişimi olarak isimlendirmesine rağmen başkaları, özellikle de Yahudiler bu isimlendirmeyi reddederek bunu Mısır girişimi olarak isimlendirmişlerdir. O nedenle Devletlerarası Ceza Mahkemesi yoluyla bu kararın çıkarılmasından son anda vazgeçmesi için Hüsnü Mübarek, Sarkozy'ye iltifatta bulunmuştur.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İslâmi Ukûbatın Bir Kısmının Tatbik Edilmesi, Şeriat'ın Tatbik Edilmesi Değildir, İslâm'ın Tatbiki için Tek Pratik Metot, Hilâfet'tir

İslâmi Şeriat'ın tatbiki için tek metot, mevcut nizâmın kökünden sökülüp atılarak Hilâfet Devleti'nin ikâme edilmesidir. Orta çözümlerle ve Kâfirlerin onaylamasıyla İslâmi Şeriat'ın tatbik edilmesi mümkün değildir. Çünkü İslâmi ukûbatın bir kısmının tatbik edilmesi, İslâmi Şeriat'ın tatbik edilmesi demek değildir. Zîra İslâm, hayatın tüm yönlerine şâmil olan bir hayat nizâmıdır. Mesela İktisâdi Nizam, Yönetim Nizamı, İçtimâi Nizam, Eğitim-Öğretim Siyaseti ve Harici Siyaset ondandır ve bu nizamların hepsi de beşeriyet için saadeti ve rahmeti gerçekleştirecek olan Hilâfet Devleti'nin dâhilinde tatbik edilir. Nitekim Hükümet de onun arkasındaki Batı da bunun farkındadır. Ancak onlar, Svat Vadisi'ndeki ukûbat nizamlarının güzelliğine temas ederek insanları saptırmaya çalışmaktadırlar. Oysa İslâmi Şeriat, kâmil, kapsamlı mütecanis bir şeriat olup hükümleri de birbirleriyle uyumludur ve Hilâfet Devleti dışında Allah'ın istediği gibi tatbik edilmesi mümkün değildir. Zira Allah, Şeriat'ın bir cüzünün tatbik edilmesini kabul etmeyi ve diğer cüzlerini terk etmeyi haram kılmıştır. Zira el-Hak [Tebârake ve Te'âla] şöyle buyurmuştur:

أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنْكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ "Yoksa siz, Kitab'ın bir kısmına imân ediyor, bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası, bu dünya hayatında alçaklıktan ve Kıyâmet Günü de azâbın en şiddetlisine çarptırılmaktan başkası değildir." [el-Bakara 85]

Bu anlaşmanın hedeflediği ateşkes meselesine gelince; buna aldanmamalıyız. Zira Hükümet, Amerika'nın emriyle daha önce de bunun gibi birçok anlaşmayı ihlal etmiştir ve Hükümetin, bazen silahlı kuvvetleri, bazen de barış anlaşmalarını kullanması, İslâm'a karşı savaşta hem kendisinin hem de Amerika'nın bir stratejisidir. Nitekim anlaşma, bu stratejiye dair capcanlı bir örnektir. Dolayısıyla Pakistan askeri varlığının, Svat Vadisi bölgesinde kalması, hala başka bir askeri operasyon yapmaya hazır olduğuna dair bir delildir. İslâmâbâd ve Peşaver'deki laik ajanlar tarafından İslâm'ın tatbik edilmesini beklemek saflık ve saçmalık olup aynı delikten sokulmaktır. Dolayısıyla bu anlaşmayı kutlamak amacıyla tatlı dağıtanlar, Afganistan'da Taliban'a yaptığı gibi Hükümet'in Beytullah Mesûd ile yaptığı anlaşmayı bozmasının çok kolay olduğunu hatırlamalıdırlar. Zira geçen doksanlı yıllarda onları desteklemiş, ardından da onları terk edip yüz üstü bırakmıştır. Dolayısıyla onun ne bir emanı ne de bir misâkı vardır. O halde sakının ey Müslümanlar!

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Dışarı Sızan Bir Habere Göre İngiliz Hükümeti, Müslümanları Liberal-Laik Değerleri Benimsemeye Zorlamayı Amaçlıyor

The Guardian gazetesi tarafından yayımlanan bir rapora göre İngiliz Hükümeti, "Tüm İslâmî mezhepler arasında müşterek ve meşhur olan İslâmî öğretileri" "aşırıcılık" olarak tanımlamayı hedefleyen planlar tasarlıyor. Bu öğretiler ise, İslâmî beldelerde Hilâfet ile İslâmî Şerîat'ın ikâme edilmesi farîzasını, Müslümanların topraklarına yönelik işgale direnmek için cihâdı ve istilâcıların saldırılarına karşı bu beldelerin korunmasının yanı sıra livata hakkındaki İslâm'ın hükmünü kapsamaktadır. Hükümet ise, bu fikirlere inananlara uygulayacağı cezaları henüz ortaya çıkarmadı.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ, bu rapora ilişkin değerlendirmesinde şöyle dedi: "Bu planlar uygulandığında, insanların emânını gerçekleştirmek üzere muhasebeye boyun eğen âdil bir nizâmı oluşturmanın güvencesi İslâmî hükümleri yasaklamaya çalışan İslâmî âlemdeki despotik devletlerin kullandığı üslupları hatırlatacaktır. Nitekim bu devletlerin nizâmları, insanların bu İslâmî fikirleri benimsemesini engellemek amacıyla kullandıkları despotik üsluplara rağmen, bu fikirlerin yayıldığına ve bu nizâmlara karşı nefreti ve öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramadığına şahit oldular. Katılığı bakımından İngiliz Hükümeti'nin planları, dîni fikrilerin yasaklanarak devletin değerlerine düşman olarak tanımlandığı Stalin'in altındaki Sovyetler Birliği'ne ulaşmamış olsa da onlar, kimi politik kanaatlerin o, "Amerikalı değildir" damgasını vurduğu geçen asrın ellili yılındaki Senatör McCarthy'in politikalarına benzer bir yolla yürümektedirler."

"Bugün tanık olduğumuz şey, devletin siyâsî ve sosyal fikrileri devletleştirme girişimidir. Zîra bu hükümetin tanımlayıp Muhafazakâr partinin içerisindeki pek çok kişinin yanı sıra bazı solcu araştırma derneklerinin de desteklediği üzere ‘İngiliz değerleri' aslında muayyen liberal-laik değerlerdir. Ayrıca laik liberaller nezdinde kapsamlı eğilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte derin dinsel kanaate veya muhafazakâr sosyal görüşe sahip olanların tasfiyesi gittikçe artmaktadır. Buna rağmen Müslüman jenerasyonu hedef alan bu öneriler, muteber artı bir adım teşkil edecek, modern İngiltere'nin siyâsî ve toplumsal fikirlerden oluşan tek bir toplam dışında başka bir şeyi kabullenmeyeceğini gösterecektir. Bu da bizzat bu laik-liberal değerleri dünyaya dayatmak amacıyla yüz binlerce insanın kanın akıtan ‘terörizme karşı savaşın' ortaya çıkardığı beceriksiz felsefenin en büyük başarısı olarak addedilecektir. Ama nafile!"

"Böylesi planların iç yüzünü öğrendiğimizde işte o zaman soracağız; bugünün dünyasında gerçek aşırıcılar kimlerdir?"

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Britanya
Medya Bürosu

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER