Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hizb'in Rajşahı'ndaki Üyelerinin Tutuklanmasını ve Faaliyetlerinin Yasaklanmasını Protesto Etmeye Yönelik Faaliyet Programını Duyurur

 

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

es-Selâmu Aleykum,

 

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum. Hepinizin bildiği gibi Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in üyelerinden ve aktivistlerinden on kişi, 18.09.2008 günü Rajşahı'nda tutuklandı ve ardından çeşitli medya organları Hizb hakkında çeşitli yanlış ve saptırıcı haberler yayınladılar. Bu basın toplantısında, sizinle bu konuyu tartışmak ve gündeme gelen konular hakkındaki sorularınızı almak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Hizb'in mübârek Ramazan ayı münâsebetiyle hazırladığı programların bir parçası olarak, Ramazan'ın ilk günü bir beyanname yayınlayıp dağıttık. 09.09.2008 günü bu beyânı Rajşahı'nda da dağıttık ve ardından çeşitli medya organları, Hizb aleyhinde bir propaganda kampanyası başlattılar. Hizb aleyhindeki bu bâtıl propagandaya karşılık vermek maksadıyla, 18.09.2008 günü Rajşahı Basın Kulübü'nde bir basın toplantısı düzenledik. Yine de yerel polis basın toplantısını durdurdu ve orada hazır bulunan üyelerimizden ve aktivistlerimizden on kişiyi haksızca tutukladı.

Medyaya yaptıkları ilk açıklamada polis, o basın toplantısının izinsiz düzenlendiğini ve olağanüstü hâli ihlâl ettiğini iddia etti. Hepimizce mâlum olduğu üzere 09.09.2007 günü Baş Müşavir [Bangladeş'te Devlet Başkanı olarak görevlendirilen Geçici Hükümet'in Başbakanı, Fahruddîn Ahmed] dâhili politikalar üzerindeki yasağın kaldırıldığını ve 50 kişiden az katılımlı toplantılar düzenlenmesi için izin almaya gerek kalmadığını duyurmuştu. Ardından 12.05.2008 günü Hükümet, bir genelge yayınlayarak bu sayıyı 200'e çıkarmıştı. Dolayısıyla 200 kişiden daha az sayıda katılımla düzenlenen böyle bir toplantının yapılması için hiçbir izne gerek yoktur ve dolayısıyla polisin suçlaması tamamen yanlıştır.

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

Beyannamemize gelince; onu okuyan herkes görecektir ki mevcut çöküntü, gerileme, zillet ve sefâlet içindeki halleri hakkında Müslümanlara yönelik bir mesaj içermektedir. Beyanname Müslümanlara, izzetli geçmişlerini hatırlatmakta ve Râşidî Hilâfet'i yeniden kurarak bütünleşmeleri gerektiğini ve Kur'ân ve Sünnet hükümlerini uygulamaları gerektiğini, böylelikle lider bir ümmet olarak layık oldukları konuma erişebileceklerini bildirmektedir. Kezâ beyanname Müslümanlara, İslâm Âlemi'nde, hepsi de Sömürgecilerin ajanı olan mevcut yöneticileri kaldırmaları farzını yerine getirmeye çağırmaktadır.

Sizlere duruşumuzu bir kez daha hatırlatmak isterim; bütün bu farzlar, yalnızca Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna gore yerine getirilmelidir. Bu metot, siyâsî bir ideoloji olarak İslâm hakkında genel bir kamuoyu ve uyanıklık oluşturmayı gerektirdiği gibi, bu bozuk yöneticilere karşı siyâsî mücâdele yürütülmesini ve onları bertaraf etmek üzere toplumu harekete geçirmeyi de gerektirir. Kuruluşundan beri Hizb-ut Tahrir'in benimsediği metot işte budur ve bizler, başarı için Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tevekkül ederek bu metot üzerinde sebât etmekteyiz.

Bunun içindir ki Hizb-ut Tahrir şiddetten uzak küresel siyâsî bir partidir ve hiç kimse dünyanın hiç birinde, hiçbir zamanda Hizb'in hiçbir üyesinin herhangi bir şiddet eylemine karıştığına dair en ufak bir delil dahi gösterememiştir, gösteremez. Zîra Hizb-ut Tahrir, Hilâfet'i yeniden kurma çalışmasında şiddete asla başvurmaz ve bunu, Kur'an'a ve Sünnet'e aykırı eylemler olarak değerlendirir. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Her kim bir mü'mini kasten öldürürse, onun cezası içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nîsa 93]

O nedenle Hizb-ut Tahrir Cemâat-ul Mucâhidîn-i Bangladeş (JMB) [Bangladeş Mücâhitler Cemaati: Bangladeş'te silahlı bir İslâmî örgüt] ile herhangi bir bağlantısı olduğunu kesin bir dille reddeder ve Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'i JMB ile ilişkilendirmeye çalışanların kötü niyetli olduklarını teyit eder. Bunun için bizi JMB ile ilişkilendirmek için kullanılan mektubun kaynağına yönelik bir soruşturma yapılmasını talep etmekteyiz.

Ayrıca Hizb-ut Tahrir, amaçlarına ulaşmak için mevcut sistemle uzlaşma ve bünyesine katılma metodunu da benimsemez. Zîra Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Mekke'deki fâsit ve zâlim yöneticilerle asla uzlaşmamıştır ve dolayısıyla mevcut sisteme katılım, Hilâfet'i yeniden kurmanın metodu değildir ve böyle yapan hiç kimse, Sömürgeci Kâfirlerin kanlı ellerini sıkmaktan kaçınamayacaktır.

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

Son olarak, 19.09.2008 günü Mühendisler Enstitüsü'ndeki protesto toplantısında yapılan beyanlarımızı saptırarak veren bazı medya organlarının aleyhimizdeki bu şerir kampanyalarına cevap vermek istiyorum. Hizb'in üyelerinin ve aktivistlerinin serbest bırakılması talebimizin reddedilmesi halinde insanlara karşı şiddet eylemlerine girişmekle tehdit ettiğimiz şeklinde yalanlar yaymaktadırlar. Dikkat ederseniz görürsünüz ki aleyhimizdeki bu medya propagandasının elebaşı Prothom Alo - Daily Star Grubu'dur. Hepinizin bildiği gibi Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, sürekli olarak bu medya grubunun ve kezâ Sömürgeci efendilerinin İslâm'a ve ehline karşı entrikalarını ve plânlarını ifşa edip onlara karşı koymaya teşvik etmektedir. Sizi ve halkımızı temin ederiz ki Hizb'in üyelerinin ve aktivistlerinin haksızca tutuklanmasına karşı yapacağımız protesto faaliyeti, daima benimsediğimiz mezkur metot gereğince olacaktır ve asla halkın huzurunu ve güvenliğini tehdit eden hiçbir faaliyet programımız olmayacaktır.

Şimdi, üyelerimizin ve aktivistlerimizin serbest bırakılmasını sağlamaya yönelik haklı mücâdelemizde izleyeceğimiz adımlara dönmek istiyorum ki şunlardır:

1.   Mahkemedeki yasal prosedürü sürdürmek ve bu bağlamda mümkün olan her vesileyi değerlendirmek,

2.   Üyelerimizin ve aktivistlerimizin serbest bırakılması için kamuoyunu harekete geçirmek,

3.   Uygun zamanlarda ve mekânlarda protesto toplantıları düzenlemek, ki ileride sizleri bu konuda bilgilendireceğiz,

4.   26 Eylül 2008 Cuma günü Millî Mescit önünde Asr (ikindi) salâhından sonra bir protesto yürüyüşü düzenlemek.

Bugünkü toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkür ederek konuşmama son vermek ve dürüst gazetecilik adına yarın hepinizi bu basın açıklamasının içeriğini yayınlamaya davet etmek istiyorum.

 

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Samanyolu Televizyonu'nun Bir Haberine Reddiye

 

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Sayın Samanyolu Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni,

 

19 Eylül 2008 Cuma günkü ana ve ara haber bültenlerinizde, Ergenekon terör örgütü hakkında verdiğiniz bir haberin içeriğinde şu ifadeleri işittik: "Operasyonun Ankara ayağında gözaltına alınan sivil şahıslarla ilgili olarak da gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu şahısların Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları ve eylem hazırlığında oldukları iddia ediliyor. Ergenekon terör örgütüyle irtibatı olan zanlıların, yeni bir 28 Şubat sürecine zemin hazırlamak için dînî hassasiyetleri olan gruplara sızmaya çalıştıkları belirtiliyor."

İlk olarak haberi siz verdiğinizden ve ajanslara düşmediğinden anlaşıldığı kadarıyla bu haberi, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ndeki kaynaklarınıza dayandırarak vermektesiniz. Oysa bir Müslüman olarak bu zâlim ve fâsık şubeden aldığınız haberler hakkında Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini göz önünde bulundurmanız gerekirdi:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ  "Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, (doğruluğunu) etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." [Hucurât 6]

Yine bu haberi yaparken Allah korkusu ve insaf hudutları dâhilinde hareket ederek, hiç olmazsa Hizb-ut Tahrir'in nasıl bir kitleleşme olduğunu, ne tür bir temele, düşüncelere, metoda ve gayeye sahip olduğunu, internet sitelerinde nasıl yayınlar yapıldığını, bütün bunlar ile İngiliz türemesi Ergenekon şebekesi arasında paralellikler veya azıcık da olsa benzerlikler olup olmadığını incelemeniz gerekirdi.

Yine de bunları görmezden gelerek, Allah'tan korkmaz zâlimlerin ve fâsıkların haberlerine ve iftiralarına itibar ederek, onların Hizb-ut Tahrir'i bu azgın şebeke ile ilişkilendirmeye yönelik komplolarına alet olarak bu haberi yaptığınızı düşünmek istemiyoruz. Bilakis hakkınızda bir Müslümana yaraşır biçimde hüsn-ü zan besliyoruz ve Hizb-ut Tahrir'i ve muazzam Hilâfet projesini gayet iyi bildiğinizin farkında olduğumuz halde, size gayet açık, net ve her akıl ve insaf sahibinin anlayacağı dilden tekrarlıyoruz:

Hizb-ut Tahrir, İslâm ideolojisine dayalı bağımsız, ideolojik, küresel bir siyâsî partidir. Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak gâyesiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emrettiği ve Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerinde seyrettiği metoda sımsıkı sarılarak yalnızca fikrî ve siyâsî çalışmalarla kendisini sınırlandırır ve bu şer'î metot gereği İslâm'a aykırı her tür şiddet eylemini, örgütünü ve aracını kınar ve reddeder.

Sadece Ergenekon gibi İngiliz güdümlü terör şebekelerini reddetmek ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışmakla kalmaz, aynı zamanda AKP Hükümeti gibi Amerikan güdümlü fitne şebekelerini de reddeder ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışır.

O halde bizim Amerikan uşaklarına karşı takındığımız bu keskin tutum ve sert reddiye, sakın sizleri İngiliz uşaklarına meylettiğimiz yahut onlarla ilişkimiz olduğu zehâbına kapılmanıza yol açmasın. Bilakis Allah'tan korkunuz ile her zaman dürüst olunuz, hele şu mübârek Ramazan ayına ihtirâmınız ve oruçlu ağzınız ile daha bir dürüst olunuz.

Sizinle aynı fikirleri paylaşmayan, sizin çizginizde sizinle buluşmayan Müslüman kitlelere takındığınız tavır Bush'un 11 Eylül saldırılarından sonraki tavrına ne de çok benziyor. O da ABD ile birlikte hareket etmek istemeyen her devleti asılsız ve küstah bir şekilde "teröre destek vermekle" itham etmişti. Siz de böyle mi diyorsunuz?

 

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ  "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78]

 

Erdem ve basın etiği ilkelerine uygun hareket edip bu reddiyemizi yayınlamanız dileğiyle,

Ve's Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Doğan-Erdoğan Çekişmesi, Çirkin Bir Demokrasi Tiyatrosudur

Son bir haftadır Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı Recep Erdoğan ile ülkenin en büyük medya grubunun patronu olan Aydın Doğan arasında karşılıklı atışmalar ve restleşmeler görülmektedir. Süregelen bu çatışma, hafta sonu Erdoğan'ın beklentileri boşa çıkararak hiçbir somut açıklama yapmaması ve bahsi kapatması ile yatışmaya başlamıştır.

Doğan grubu medyasının, ucu AKP Hükümeti'ne varan dört önemli yolsuzluk olayını gündeme getirmesine, Erdoğan'ın halka hitaplarında sert tepki göstermesiyle başlayan bu kavga sahte bir kavgadır. Zîra Doğan grubunun ortaya attığı iddialar, buzdağının bir kısmıdır sadece. Üstelik bu grup, 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP'yi açıkça gündeme taşıyıp reklamını yaparak iktidara ulaşmasında kritik bir rol oynamıştır. AKP iktidarı boyunca da Hükümet'in izlediği politikaların ve reform adımlarının çoğuna destek vermiştir. Bununla birlikte bu grup içerisinde Amerikan ve İngiliz ağızlarının bulunması Hükümet'i rahatsız etmekte, Aydın Doğan'ın bu İngiliz uzantılarını kovmasını istemektedir. Zîra bu uzantılar, Erdoğan'ı sert dille eleştirmekten, yolsuzluklarını ifşa etmekten ve Erdoğan muhâliflerine dolaylı destek vermekten çekinmemektedir. Ayrıca bu tartışma, AKP hakkındaki yolsuzluk iddialarının gündeme getirilmesinden sonra başlamış gibi görünse de, burada aslında kapatma davasından AKP'nin suçlanarak ve yıpranarak çıkmasının, son zamanlarda sıkça gelmeye başlayan asker cenazelerinin ve Başbuğ'un Genelkurmay Başkanlığı ile birlikte Ergenekon soruşturmasının sekteye uğramış olmasının üzerini örtmek vardır. Çünkü kamuoyunu böylesine meşgul eden bir tartışma çıkmamış olsaydı, gündemde AKP'nin burunların direklerini kıran yolsuzlukları, neredeyse her gün gelmeye başlayan asker cenazeleri ve hızını kaybeden Ergenekon soruşturması olacaktı. Ayrıca önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesi başörtüsü ve kapatma davalarının gerekçelerini açıklayacaktır ki Erdoğan bu sahte kavgayla, o zaman başlayacak tartışmalara zemin ve mazeret hazırlamaktadır.

Kavganın içi de boştur. Çünkü Erdoğan'ın "açıkladın açıkladın, açıklamadan bir hafta sonra ben açıklayacağım" deyip de yan çizdiği şeyler, suçsa savcılara suç duyurusunda bulunup haklarında dava açılmasını talep edebilir, bir hafta bekleme süresi vererek suça ortaklık etmezdi, suç değilse o zaman bu kadar celâllenmesinin manası kalmazdı. Doğan grubunun ne olduğunu ve 28 Şubat dönemindeki aktivitelerini herkes iyi bilir. Erdoğan'ın hafta sonu yapacağı açıklamalardan geri adım atması, varsa suçların, kirli işlerin ve çirkin oyunların üzerini örtmüştür ki bu bir şahsiyetsizlik ve suça ortaklıktır. Yok, eğer açıklayacağı bir şey yoktu da blöf yapıyorduysa, o halde kamuoyunu ihtirasları ve popülaritesi uğrunda meşgul etmiş, insanları boş beklentiler içine sokmuş demektir ve bu da bir zulümdür. Biz zaten biliyoruz ki bu Kapitalist-Laik-Demokratik sistem, kokuşmuş bir küfür sistemidir. Bu sistem içerisindeki hükümet de, medya da, diğer güç odakları da aynı bataklık içinde yüzmektedir. Allah'ın bilip de bizim bilmediğimiz nice çirkeflikler mevcuttur. Bir gün mutlaka bunlar aydınlığa çıkacaktır. Fakat üzücü olan şu ki halkımız hala bu zâlim ve küstah demokratlardan medet ummakta, onları mazlum, mağdur ve masum görüp haklı bulmaktadır. Oysa Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

 

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Büyük Bedir Gazvesi'nin Yıldönümünde, Sâdık el-Mehdî Laik Demokratik Nizâma Çağırıyor ve Hilâfet'i Mâzide Kalmışlıkla Nitelendiriyor

Rabb-ul İzze Subhânehu'nun, [يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ] "[Hak ile Bâtılın ayrıldığı] Furkân günü ve iki ordunun karşılaştığı gün" [el-Enfâl 41] olarak isimlendirdiği Bedr-il Kubrâ Gazvesi'nin yıldönümünde, el-Ensâr'ın imâmı Sâdık el-Mehdî, Hizb-ut Tahrir'in davet ettiği Hilâfet'i, mazide kalmış bir nizâm olarak nitelendirmekte ve onu, İran'daki Velâyet-ul Fakîh'e benzetmektedir. Oysa bilmektedir ki İran'daki nizâm ile Hilâfet nizâmı arasında hiçbir benzerlik yoktur. Zîra şöyle diyordu: "İslâmî Âlem'de gerçek seçenek, sloganlar ve dolduruşa getirme merhalesini aşma zarureti ve şu iki programdan birinin tercih edilmesidir: Ya mazide kalmış Hilâfet ve Velâyet-il Fakîh programı, ya da vatandaşlık haklarını ve dinlerin özgürlüğünü garantileyen İslâmî referansa sahip sivil demokratik devlet programı ki bizim tercihimiz bu ikincisidir."

Herhangi bir nizâmın sağlamlığı ve çözümlerinin doğruluğu, ne tarihten ne de günümüzden kaynaklanır. Bilakis vakıaya mutabıklık boyutundan ve çözümlere kaynak teşkil eden referans noktasının doğruluğundan kaynaklanır. Hiç kuşkusuz herhangi bir nizâm, "fikir ve metot olarak" bir ideolojiye dayanmalıdır. Fikrin esasını ise, aklı ikna eden ve kalbi mutmain kılan doğru bir akîde ile bu fikrin vakıa zemininde infâz edilmesi ve korunması için fikrin cinsinden bir metot oluşturmalıdır. Aklı ikna eden, kalbi mutmain kılan doğru akîdenin de sadece İslâmî Akîde olduğu ve ondan kaynaklanan hükümlerin de siyâsî, iktisadî ve içtimaî yönlerden olmak üzere hayatın tüm sorunlarını çözecek yegane sahîh çözümler olduğu noktasında yeryüzündeki iki Müslüman ihtilâfa düşmez. Çünkü o, insanın yaratıcısı olan Âlemlerin Rabbi Allah'ın katındandır. Nitekim İslâm, azîm İslâm ideolojisinin, vakıa zemininde, yani onu tatbik edecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla dünyaya taşıyacak devletin gölgesinde tatbikine yönelik pratik metodu beyân etmiştir. İşte bu devlet, el-Habîb [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sütunlarını tesis ettiği ve temellerini pekiştirdiği Hilâfet Devleti'dir. Bu devlet, sivil demokratik devlet teorisinin sahibi olan Sömürgeci Kâfirin yıkmasına kadar 13 asır boyunca, dünyadaki tüm bakışların odağında bulunan gözde bir konumda olmuş, adalette ve hayırda dünyaya liderlik etmiştir. Kim ne derse desin artık Ümmet izzetinin yolunu seçmiştir ve bu, Sömürgeci Kâfirin fikirlerinden ve nizâmlarından kurtulmak yoluyla onun ilmiğinden kurtulmaya çalışmaktadır. Çünkü Ümmet, hem Allah'tan başka hiçbir sığınağının olmadığına inanmıştır, hem de Hilâfet'in kurulmasının farz olduğunu idrâk etmiştir ve böyle iki tercih arasında kalmadığının artık bilincindedir.  وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkeğin ve mü'mine bir kadının artık işlerinde hiçbir seçeneği yoktur." [el-Ahzâb 36] Hilâfetin farziyetini inkâr eden herkese cevap olarak İmâm el-Kurtubî'nin şu sözü yeter de artar bile: "Bunun (Hilâfet'in) farz olduğu hakkında ne Ümmet arasında, ne de (müctehid) imâmlar arasında hiçbir ihtilâf yoktur, Şeriat'a kadar sağır oldukları için sağırlaşanların rivâyetleri hariç!" Ayrıca Hilâfet, Kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir ki şöyle buyurmuştur:  ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Doğrusu bizler, artık Hilâfet'in zamanının geldiği, vaktinin gelip çattığı, önce Allah'ın izniyle, sonra Ümmetin muhlis evlatlarının çalışmasıyla yaklaşmakta olduğu kanaatindeyiz.

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Müslümanların Topraklarında Bir Yanda Savaşlar, Öte Yanda Tatbikatlar

Kâfirlerin Müslümanların topraklarını istilâ etmeleri, işgâl etmeleri, bombalamaları, servetlerini yağmalamaları, evlatlarını katletmeleri, nesillerini ifsât etmeleri yetmiyormuş gibi, Müslümanların hava ve kara sahaları üzerinde ve karasularında askerî tatbikatlar yapmaktan da geri kalmamaktadırlar ve son zamanlarda bu tatbikatlarda ciddi çekici bir artış gözlenmektedir. Ağustos ayı sonunda Amerikan, Türk ve Yahudi donanmaları arasında Akdeniz'de yapılan deniz tatbikatı, Gürcistan gerilimi öncesinde 40 gün içinde Amerika'nın katıldığı üç ayrı tatbikat ve sonrasında yine Karadeniz'de icrâ edilen NATO tatbikatı, Avrupa Birliği teşvikiyle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında icrâ edilen tatbikat, Eylül ayı sonunda Kırım'da yapılması plânlanan tatbikat ve şimdilerde Konya semâlarında sürdürülen ve Amerika, İngiltere, Yahudi varlığı ve Türk savaş uçaklarının katılımı ile düzenlenen Anadolu Kartalı isimli tatbikatlar...

Havalarımız, karalarımız ve denizlerimiz bize düşman Kâfirlerin kara, hava ve donanma kuvvetlerinin rahatlıkla tatbikat yapabildikleri, topraklarımızın jeolojik özelliklerini yakından görebildikleri, ordularımızın yeteneklerine ve imkânlarına âşina olabildikleri tatbikat alanları haline getirilmiştir. Üstelik bu tatbikatlar, Müslümanlara ilişkin özel maksatlı tatbikatlardır. Meselâ; Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin birlikte katıldığı mezkur tatbikatın senaryosu âdeta Kıbrıs Adası'nı işgâl, Türkiye'den giden göçmenleri kovma ve oradaki Türk askerî varlığını çıkarma planı gibidir. Yine Karadeniz'de yapılan tatbikatlar Rusya'yı hedef alıyor gibi görünse de, aslında hedef bir bütün olarak İslâmî coğrafyadır. Konya'da yapılan ve Yahudi varlığının da katıldığı tatbikat ise İran'ı hedef alıyor gibi görünen bir senaryoya sahiptir. Bilindiği gibi Konya semaları, uzun bir süredir, Yahudi varlığının askerî eğitim alanı haline gelmiştir. Çünkü Yahudi varlığının, Konya ovası gibi geniş ve açık semaları yoktur. 2001'den beri yapılan Anadolu Kartalı isimli eğitim amaçlı tatbikatlar ise genelde yılda dört kez yapılan ve her tür Kâfiri ağırlayan bir yapıdadır. Hiç kuşkusuz tatbikatlar, savaşa hazırlık içindir ve tatbikat yapan söz konusu devletlerin Müslümanlara karşı savaştan başka savaşları yoktur. İster Akdeniz'de, ister Karadeniz'de, ister Ege'de, ister Konya'da, isterse Hayfa'da yapılsın bunları hepsi Müslümanlara karşı savaşın hazırlıklarına dönüktür. Müslümanların toprakları üzerinde böylesi tatbikatlara izin vermek ise Mü'minler aleyhine Kâfirlere egemenlik vermektir ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bunu kesin bir hükümle yasaklamıştır. وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir, Kaldırım Kenarına Oturtulacak Kadar İhmâl Edilmeye Lâyık Bir Hizb Değildir

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nin davet edilmediği sözde "Sudan Halk Girişimi" bugün başladı. Bunu organize edenler ise, hiçbir kimseyi bundan istisna etmediklerini iddia ederek yalan söylediler. Zîra er-Râid Gazetesi, 17 Şevvâl 1429 el-muvâfık H. 16 Ekim 2008 tarihli, 61 sayılı baskısında, Vatanî Kongre'nin Siyasî İşler Sekreteri "Muhammed Mendûr el-Mehdî'nin" şu açıklamasına yer verdi: "Aralarında Cumhurbaşkanı ile dört milletvekilinin de olduğu tüm siyâsî güçler, Sudan halkını birleştirici bir vizyona ulaşmak için dört gün boyunca bir araya gelecekler."

Hizb-ut Tahrir, kaldırım kenarına oturtulacak kadar ihmâl edilmeye lâyık bir Hizb değildir ki insanların meseleleri ve sıkıntıları üzerinden geçinsin. Bilakis sahip olduğu fikri ve çözümleri, sıhhati kesinleşmiş bir esasa -ki o, Sudan halkının akîdesi olan İslâm Akîdesidir- dayanan siyâsî bir Hizb'tir.

Siyâsi sahadaki etkisine gelince; siyâsetle iştigal eden veya siyâsî ortamda yaşayan herkes buna şâhittir. Dolayısıyla o, ihmâl ve göz ardı edilmeye lâyık değildir ki davet edilmesin. Zîra Darfûr veya Ümmet'in diğer sorunlarına yönelik çözümlere Hizb-ut Tahrir sahip olamayacak da kim sahip olacak?

Bu toplantıyı organize edenleri, Hizb-ut Tahrir'i boş vermeye ve davet etmemeye sevk eden faktör, bu toplantının da diğerleri gibi müzakere seçenekleri oluşsun diye sırf Kâfir Batı'nın çıkarına hizmet edecek hususları benimsemekle alâkalı olacağının farkında olmalarıdır. Nitekim iktidardaki Vatanî Kongre Partisi'nin Siyâsî İşler Sekreteri şöyle demiştir: "Bu toplantının, Doha'daki müzakere heyetinin ifâde edeceği seçenekler ve öneriler toplamının belirlenmesinde ortaya çıkacak muayyen bir misyonu vardır." Özellikle İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa, Devletlerarası Cezâ Mahkemesi'nin, Cumhurbaşkanı Umer el-Beşîr'i tutuklama talebine göz yumulması için Hükümet tarafından tavizler verilmesini talep etmiş, bu da Cezâ Mahkemesi'nin icraatlarını durdurmasına ilişkin olarak Fransızların ileri sürdükleri dört şart içerisinde geçmiş ve bu şartlardan birini Ajans Press şöyle nakletmiştir: "Hükümet ile farklı isyancı gruplar arasında kalıcı siyasî bir anlaşma üzerinde mutabık kalınmalıdır." İşte böylece Darfûr, self-determinasyon hakkını onaylayan meşum Nifâşa Anlaşması ile daha önce ayrılan Güney gibi ayrılmaya hazır hale gelmiştir. Oysa self-determinasyon hakkı, bu bâtıl hakkı onaylayan hayatî meselelere ilişkin meşum Asmarâ Konferansı'na kadar büyük bir hıyanet olarak sayılmaktaydı. Dolayısıyla bu, ülkenin vahdetine saplanmış bir kama mesâbesindedir.

Darfûr sorununun, dahası Sudan'ın sorunları da dâhil Ümmet'in tüm sorunlarının kesin çözümü, yönetimde, muhasebede, anlaşmazlıkların hallinde, dahası tüm siyâsî çalışmada İslâm'ın asâ kılınmasıdır. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar Câhiliye yönetimini mi arıyorlar? Oysa yakîn sahibi bir toplum için yönetimi Allah'tan daha güzel olan kim vardır?" [el-Mâide 50]

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Ermenistan Ziyareti Gaflet, Azerbaycan Ziyareti Dalâlet, Ama Amerika'ya Uşaklık Hıyânettir

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hafta sonu Türkiye ile Ermenistan arasında yapılan futbol maçı münasebetiyle Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın dâvetine icabet ederek Ermenistan'a gitti.

Türkiye ile Ermenistan arasında, genel anlamda üç önemli sorun vardır. Birincisi; Osmanlı Devleti'nin 1915-16 olayları sırasında Ermenileri soykırıma uğrattığı iddiasıdır. Bu iddia gerek şu anda görünürde askıda olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerini bozmakta, gerekse buna dayalı olarak Ermeni diasporası Türkiye aleyhinde diğer ülke parlamentolarında soykırım tasarıları çıkarmak için uğraşmaktadır. Ermeni diasporası denilen kesim, bulundukları ülkelerin güdümünde çalışan gruplardan müteşekkildir ve tavırları o devletlerin Türkiye'ye yönelik tavrına göre şekillenmektedir, dolayısıyla onları kontrol etmek zaten mümkün değildir. İkincisi; Ermenistan'ın 1993 yılında Azeri topraklarının beşte birini işgâl etmesiyle başlayan Dağlık Karabağ sorunudur. Üçüncüsü de Ermenistan'ın I. Dünya Savaşı sonrası doğu sınırını belirleyen Kars Anlaşması'nı kabul etmeyerek Sevr Anlaşması'na göre Türkiye'nin doğusunu "Batı Ermenistan" olarak tanımlayıp toprak talebinde bulunmasıdır ki bunu da dönemin Amerikan Başkanı Wilson yapmıştı. Türkiye, bugüne kadar soykırım tezlerini çürütmek için gösterdiği çabalarda ciddi bir başarıya ulaşamamıştır. Çünkü bu Sömürgeci Kâfirlerin kullandığı bir kozdur. Hükümet'in tarih komisyonu kurulması önerisi de Ermenistan tarafınca savsaklanmıştır. Ermenistan devleti, anayasasında belirttiği üzere Türkiye'nin doğusuna "Batı Ermenistan" demekten ve resmî toprak talebi meylinden vazgeçmiş değildir, bunun aksi söylendiğinde ise Ermenistan yöneticilerinin lafta kalan söylemlerinden öte geçmemektedir. Karabağ'ın işgâlinin sona ermesi yönünde de hiçbir ilerleme yoktur ve vazgeçecek gibi de görünmemektedir. Aksine Türkiye, Azerbaycan'ı da susturmak için çaba harcamaktadır ve Ermenistan ziyaretinden dört gün sonra Cumhurbaşkanı Gül, bu kez Azerbaycan'ı ziyaret etmeye hazırlanmaktadır. Oysa Azerbaycan yöneticileri de Amerikan dostu olduğundan, bu ziyaret Azeri kamuoyunda duyulan hoşnutsuzluğu gidermeye dönüktür.

Sonuçta bu ziyaret, Amerika'nın talepleri doğrultusunda yapılmıştır. Çünkü Amerika, Ermenistan'ın Rus nüfuzundan çıkarılmasını, Türkiye ile ilişkiler geliştirilerek Ermenistan'a bir giriş kapısı açılmasını arzulamaktadır. Türkiye, bu utanç verici tavizler tablosu pahasına Amerika'ya böylesi bir hizmetin yanı sıra Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine ve Kıbrıs sorununun çözümü yönünde adım atılmasına özel önem atfeden Avrupa Birliği'ne yaranmaya çalışmaktadır ki Amerika'nın Türkiye politikası için oldukça önemli olan müzâkereler ve reformlar kaldığı yerden sürdürülebilsin. Nitekim 03.09.2008'de Beyaz Saray, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başkan George W. Bush arasında yapılan telefon görüşmesinde, "iki liderin, Türk-Ermeni ilişkilerinin ilerletilmesi çabalarına verdikleri desteğin de ele alındığını" açıkladı. Konunun hassasiyetinden ve yaklaşmakta olan yerel seçimler öncesinde kamuoyunda oluşturabileceği rahatsızlıktan ötürü Hükümet, bu ziyarette ön plana çıkmamış, milletvekillerine Ermenistan'a gidiş yasağı koymuş ve Cumhurbaşkanı Gül'ü göndermeyi tercih etmiştir. Bir futbol maçına bağlanan böylesi bir diplomasi (Amerikan ajanlarının anlayacağı dilden soccer diplomacy) gerçekte siyasi zafiyetin ürünüdür ve bu zafiyet, başımızdaki yöneticilerin, İslâm'ın ve Müslümanların azılı düşmanı Amerika'ya tamamen boyun bükmelerinin bir sonucudur.

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Pakistan'da Zerdârî'nin bugün Cumhurbaşkanlığı yemini edeceği bildirildi. O halde bu, Zerdârî'nin Amerikan maslahatlarının gerçekleştirilmesine hizmette Başbakan Gilânî'nin önüne geçtiği anlamına gelir mi? Şayet böyle değilse, Pakistan devlet başkanl

Soru 1: Pakistan'da Zerdârî'nin bugün Cumhurbaşkanlığı yemini edeceği bildirildi. O halde bu, Zerdârî'nin Amerikan maslahatlarının gerçekleştirilmesine hizmette Başbakan Gilânî'nin önüne geçtiği anlamına gelir mi? Şayet böyle değilse, Pakistan devlet başkanlığına gelmesinde Amerika'yı onu desteklemeye yönelten husus nedir?

Cevap 1:

1.   Hem Zerdârî, hem de Gilânî Amerikan pençesindedir. Her ikisi de Amerika ile uyumlu çalışacağını ve bölgedeki hegemonya ekseninde Amerikan plânlarının etrafında döndüğü en bariz mesele olan sözde "teröre karşı savaş"ta onunla işbirliği yapacağını açıklamıştır. Üstelik her ikisinin söylemleri ve tutumları gece ve gündüz, siyâsette ve meydanda açıktır, nettir. Bunun yanı sıra Amerika, ordu liderliğini elinde tutmaktadır. Nitekim Müşerref'in halefi olarak ordu liderliğine Kiyânî'nin atanmasının arkasındaydı.

2.   Rıza Gilânî daha güçlü bir şahsiyettir ve Amerikan plânlarını uygulamaya daha muktedirdir. Zerdârî ise açık yolsuzlukları ve zayıf şahsiyeti ile tanınır. O kadar ki Benâzir Butto'nun kocası olana kadar siyâsette ve şahsi ismiyle hiç tanınmamıştı. Zaten Butto'nun kocası olana kadar siyâsî çalışmada öne çıkmadığını ve siyâsî ortama katılmadığını kendisi de itiraf etmektedir.

3.   Amerika'nın onu destekleyip devlet başkanlığına ulaştırmasının ise iki sebebi vardır: Birincisi: İngiltere'yi râzı etmek ve Halk Partisi'ndeki İngiliz yanlısı cenahları sakinleştirmektir. Şu itibarla ki Zerdârî, İngiltere'de nice "sürgün" seneleri geçiren ve bu seneler boyunca İngiltere'nin bağlılığını kesbedebildiği ve dolayısıyla  Halk Partisi'nin pek çok lider şahsiyetine sayesinde etki edebildiği Butto'nun kocasıdır. Zerdârî'nin Amerika ile işbirliği yapacağını ve onun bineğinde ilerleyeceğini ilan etmesine rağmen, Zerdârî'nin Butto'nun kocası olması İngiltere'yi rahatlatmakta, Pakistan'daki çalışmasını kolaylaştıracağı yönünde onu ümitvar kılmaktadır. İkincisi: Göstergelerden açığa çıkmaktadır ki Pakistan, yönetimini Başbakan elinde yoğunlaştırmaya, dolayısıyla Cumhurbaşkanının yetkilerini azaltmaya yönelmiştir. Bu durumda Başbakanlık makâmı ve kezâ orayı işgâl eden daha güçlü olacaktır.

 

Soru 2: Dimeşk'teki (Suriye'nin başkenti Şam) dörtlü zirvenin ardında ne vardır? Bağlılık açısından Suriye ile farklılık arzettiği halde Katar nasıl orada hazır bulunmuştur? Zîra Suriye ve Türkiye Amerika'ya bağlı iken, Katar İngiltere'ye bağlıdır.

Cevap 2: Bu zirve, yeni Amerikan yönetimi gelinceye kadar müzâkerelerde alışverişleri sürdürerek bölgede ılıman atmosferler oluşturmak içindir ki seçimlerle meşgul olduğu şu sıralar Amerika'yı rahatsız edecek sıcak odak noktaları oluşmasın.

Amerika, seçimlerle meşguliyeti sebebiyle bölgede oluşan boşluğu doldurmak üzere Sarkozy'ye vekâlet vermiştir. Amerikalılara fazlasıyla yakınlaşan Sarkozy, onlara ikiyüzlülük yaptığı halde, Amerika onu kendisine vekâleten bu tür siyâsî görevlere elverişli bulmuştur. Dimeşk'te el-Esed, Sarkozy, Erdoğan ve Katar Emîri arasında düzenlenen bu toplantının en bariz hedefi ise; Yahudi varlığına, Olmert'in istifasından sonra dahi müzâkerelere devamlılığın zarureti mesajını vermektir. Suriye Devlet Başkanı bu hususta şöyle diyordu: "Altı nokta belirleyip bunların ‘İsrail'e teslim edilmesi beklentisiyle Türk tarafına bir emanet olarak verdik. ‘İsrail'in önereceği noktalara tepkimiz olumlu olacaktır ve doğrudan müzâkerelere geçeceğiz. Bu geçiş ise yeni Amerikan yönetiminin kurulmasından sonra gerçekleşecektir." Muhakkak ki el-Esed ve Erdoğan Amerikan uşaklarıdır. Amerikan yönetiminin, Yahudi varlığı ile müzâkerelerin sürdürülebilirliği için Fransa'nın gözetiminde onları çalıştırması, istihdâm etmesi, hegemonyasını ve nüfûzunu gerçekleştireceğini düşündüğü kararlar alabileceği yeni bir yönetim kuruluncaya kadardır.

Katar ise zirvede İngiltere'yi temsil etmektedir ve kendisini istekli taraf kılan bir şekilde bölgedeki müzâkerelerden, anlaşmalardan veya maslahatlardan herhangi birinde Amerikan ve Yahudi taleplerini gözlemlemektedir.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER