Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Sağlık Bakanı, Kapitalizmin Kurtarma Projesi Olan Ölü Bir Belgeyi Liberalleştirmektedir

Sağlık Bakanı (Bahar Ebu Garda), Sudan sakinlerinden 13 milyon kişinin gıda yetersizliğinin acısını çektiklerini vurguladı, (13) eyalette yapılan ankette %15 oranında vatandaşın yetersiz beslenmeden şikayet ettiklerini kanıtladı ve Kızıl Deniz, Beyaz Nil, Kuzey Kardufan ve Kuzey Darfur eyaletlerinde toplumun %44.4 oranındaki kesimi ile Güney Darfur ve Kassala eyaletlerinin yaklaşık %30'nun yetersiz beslenmenin acısını çektikleri gibi Sudan sakinlerinin %28'nin yetersiz beslenmenin acısını çektiklerini, %46.5'nin yoksulluk sınırının altında olduğunu ve kırsal alanlarda yaşayanların yaklaşık %57.6'sının da yoksulluğun acısını çektiklerini açıkladı. Nitekim es-Sahafa Gazetesi'nin 28 Şubat 2013'de yayınlanan (7032.) sayısına göre Sağlık Bakanı (Ebu Garda'nın) bu söyledikleri, Kabinenin Gıda Güvenliği Politikaları Forumu'nda yapmış olduğu konuşmalarda geçmektedir.

Allahu Subhânehu'nun, gizli ve açık servetler bahşettiği bu ülke, geniş ve kaliteli arazilere, birçok zengin doğal kaynaklara ve bolca hayvan servetine sahip olduğu gibi tüm bu alanlar için insan yeterliliğine de sahiptir.

Gerçek sorun, 1992 yılının başlarında kamu sektörünün özelleştirilmesine dayalı ekonominin liberalleşmesi politikasının ilanıyla başlayan tarım politikasında gizlidir. Nitekim bu da başta dünyanın en büyük sulama projesi olan el-Cezira Projesi, yeni Halfa ve Rahad projeleri ve benzerleri olmak üzere tarım projelerinin yıkılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla durum, devletin bu yılki tarım bütçesinde sadece (50) milyon doların kalmasıyla son bulmuştur!!

Hükümet, (liberalleşme ve özelleştirmenin) olduğu bu başarısız politikalarıyla, en büyük tarımsal üretim projelerini kaybetmiştir. Dolayısıyla bu büyük projeler, sıradan inanların otoritesinden çıkarılıp ihracat için üretim yapan büyük kapitalist şirketlerin otoritelerine verilmiştir. Ancak bu, insanların yaşamlarına yansımamıştır. Oysa yoksullar ve sıradan insanların hiçbir payının olmadığı devlet hazinesine sahih bir ideoloji istihdam edilmiş olsaydı, Sudan halkına ve kötü bir kıtlık çeken tüm Afrika'ya yeterdi. Dolayısıyla sizin dışınızda bizzat devletin borçlandığı bu korkunç rakamlarla, kapitalizmin projesine dönük ölü bir belgeyi liberalleştirilmektedir. Dahası bundan daha kötü ve acı olanı ise üretim bölgelerindeki insanlar, işsiz guruplara ya da kapitalist ekonominin korsanlarının insafı altında hizmet vermeye dönüştürülmektedir.

Hilafet Devleti'nin tatbik edecek olduğu İslam Sistemi'nde devletin üzerine düşen, ihsanda bulunmak, tebaasının işlerini gözetmek, yiyecek, giyecek, mesken gibi temel ihtiyaçlarının yanı sıra onların eğitimini, tedavisini ve güvenliğini sağlamak, insanların boyunlarında bir yük olan ve tarım projeleri ile tüm üretim araçlarını yıkan harçları ve vergileri yasaklamaktır. Ayrıca devletin üzerine düşen, ümmetin servetlerine büyük kapitalist şirketlerin sahip olduğu özelleştirme gibi cürümsel politikaların benimsenmesini yasaklamaktır. Nitekim Raşidî Hilafet Devleti'nin yokluğunda Batı, laik kapitalist ideolojisiyle ümmetin servetlerini ipotek etmekte ve dünyaya egemen olmaktadır.

Hilafet'in altında uzun yıllar değil sadece iki yıl boyunca azim İslam tatbik edildiğinde; yani efendimiz Ömer İbn-u Abduaziz'in Hilafet'i döneminde zekat memurları dolaşmışlar ama zekat verecek bir kişi dahi bulamamışlardır. Bunun üzerine Halife, şu meşhur sözü söylemiştir: "Buğdayları dağların tepelerine serpin ki Müslümanların ülkesinde bir kuş aç kaldı denilmesin." Dolayısıyla anayasasını sadece azim İslam ideolojisinden alacak olan bir devletin altında hanif şeriat tatbik edilmedikçe Sağlık Bakanı'nın nitelendirdiği bu durum sona ermeyecektir.


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Hanımlar Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Endonezya: Cemaatları düzenleme vesikasını red yürüyüşleri

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Hizb-ut Tahrir Endonezya, 16 Cumadilula 1434 H. elmuvafık 26 Mart 2013 M. Perşembe günü, şuanda parlamentonun üzerinde konuştuğu 'Cemaatları düzenleme vesikası'nı red amacıyla başlattığı kampanya çerçevesinde Endonezya'nın birçok şehrinde yürüyüşler düzenledi. Bu yürüyüşlerin en büyüğü ve göze çarpanı ise Cakarta'da gerçekleşmiş ve 5000 kişiden fazla gösterici katılmış ve katılımcılar parlamento binasını kuşatarak İslam'ı ve Müslümanları hedef alan söz konusu kanunun çıkarılmaması için çağrıda bulunmuşlardır. Ayrıca Hizb-ut Tahrir'in daveti üzerine diğer birçok cemaat ve kuruluşlardan da katılım olmuştur.

Kampanya detayları için tıklayınız...

fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Cemaatleri düzenleme vesikasını red amacıyla basın toplantısı gerçekleştirdi Basın Açıklaması Haberi Cemaatleri düzenleme vesikası: Zorbalık kapısı

  • Kategori Endonezya
  •   |  

21 Mart 2013 tarihinde Cakarta'nın güneyindeki Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosunda İslami kuruluşlar, 'cemaatleri düzenleme vesikasını' red amacıyla basın toplantısı düzenlemişlerdir. Kanunun çıkarılmasını engellemek amacıyla çeşitli kuruluşlardan bir çok önde gelen şahsiyet zirveye katılmış ve kanunun reddini gerektiren hususları aşağıdaki gibi sıralamışlardır.

1)Bu kanun devlete, özellikle kendini eleştiren İslami cemaatlere karşı zorbalık yapmaya imkan sağlayacak hususlar içermektedir. Ayrıca kanunda yer alan 2,7,58,61 ve 62. maddeler yönetime cemaatlerin siyasi etkinliklerini sınırlama yetkisi vermektedir ki; bu tamamıyla zorbalığa dönme anlamına gelmektedir.

2)Dördüncü maddeye bakıldığında ise; cemaatsel örgütlerle, siyasi partilerin yan kolları arasında ayrımcılık yapıldığı gözlemlenmiş burdan da siyasi partilerin kendi konumlarını güçlendirmeyi hedefledikleri açıktır. Zira kanuna; bütün siyasi partilerin yan kolları istinasıyla bütün cemaatsel örgütlerin tabii oldukları beyan edilmektedir.

Hizb-ut Tahrir Endonezya diğer cemaat kuruluşlarıyla birlikte Cuma namazına müteakiben parlamento binası önünde 22 Mart 2013 günü protesto gösterisi organize edecektir.

Ayrıca düzenlediğimiz basın toplantısına önde gelen şu şahıslar katılmışlardır:

M. Amin Lubis (Perti cemaatinden), Zulkifli dan M. Sabi Rauw (Al-Ittihadiyah cemaatinden), Mahladi (Hidayatullah cemaatinden), Azam Khan (Avukat), Zhahir Khan (DDII), Ahmad Michdan (Müslümanlara özel hukukcu), Muti (Sarekat Islam Indonesia cemaatinden), Eggi Sudjana (SIRI), Rahmat Kurnia (Hizb-ut Tahrir Komite faalıyetleri şefi), Wahyudi al-Maroky (Hizb-ut Tahrir komite faaliyetleri üyesi), Ismail Yusanto (Hizb-ut Tahrir Sözcüsü), Rokhmat S Labib (Hizb-ut Tahrir üyesi), Yahya Abdurrahman (Hizb-ut Tahrir Siyasi Komite üyesi), Agung Wisnu Wardana (Hizb-ut Tahrir Entellektüel komite şefi).


Fotoğraflar için tıklayınız...

 

 

(28.03.2013)

 

 

(26.03.2013)

 

 

(22.03.2013)

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Darfur'daki Halkımız: Batı'nın Ülkemizi Parçaladığı Yetmez mi Artık? İşte Sizler, Bir Avuç Dünya Malı İçin Birbirlerinizin Kanlarını Akıtıyorsunuz!

Darfur'daki bazı kabileler, Amerika'nın ülkemizi Kuzey ve Güney olarak bölmesi şeklindeki büyük trajedi ile yetinmemekte, bilakis Batı'nın başlattığı habis planları tamamlamak için koşuşturmaktadırlar. Zira altın madenlerine dönük ucuz bir açgözlülük için kabileler, bir diğer kabilelere saldırmakta ve yüzlerce Müslümanın kanları akmaktadır. Size ne oluyor Allah aşkına! Neler yapıyorsunuz?!

Nitekim Milletvekili Adem Şeyha, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Darfur'un Kuzeyinde bulunan Amer Dağı bölgesindeki altın madenlerine egemen olmak için 06 Ocak ve 23 Şubat arasında geçen dönemdeki kurbanların sayısı kadın ve çocuklar da dahil  510 iken 865 kişi de yaralanmıştır." Nitekim es-Sarif bölgesinin Milletvekili'ne göre; "68 köyün tamamen ve 120 köyün de kısmen yakıldığı sırada 15 kadına tecavüz edilmiş olup savaşın patlak vermesinden bu yana yerinden edilen 20 bin ailenin acil bir şekilde gıdaya ihtiyacı vardır."

2013 Ocak ayının sonunda Birleşmiş Milletler, Amer Dağı'ndaki şiddet eylemleri yüzünden 100 binden fazla kişinin kaçtıklarını ve kabile savaşı sonrasında yerinden edilmiş 1.4 milyon insanın hala Darfur'daki kamplara katıldıklarını açıklamıştır.

Ey Darfur'daki Halkımız!

Sizlere, imanlı ve inançlı bir şekilde hitap ediyor ve sizleri, Allah'ın dini için hırs göstermeye ve gayret etmeye teşvik ediyoruz. Neden kötülük yapıyorsunuz, neden günah işliyorsunuz ve neden birbirinizin kanlarını akıtıyorsunuz?! Allah'ın kitabı ve kerim Nebisinin sünneti için bu çirkin ve iğrenç fiili, sırtınızın arkasına atın gitsin! Yoksa sizler, Allah'ın içerisinde şöyle buyurduğu Kur'an'ınızı okumuyor musunuz:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

Yine şöyle buyuran kerim Resulünüzün sünnetini okumuyor musunuz:

إذا التقى مسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiği zaman, katil de maktul de ateştedir."

Yoksa altının parıltısına aldanıp onunla Allah'ın dinine ve O'nun hanif şeriatına bağlanmayı mı arzuluyorsunuz?! Yoksa kanlarınız, bu sınıra ulaşacak kadar ucuz bir hale mi gelmiştir?! Yapmış olduklarından dolayı bazı günahkar eller helak olsun. Sömürgeci efendisi Amerika'nın direktifleriyle sizlere ve Allah'ın dinine kin besleyen ajan rejimin gözettiği ve ateşiyle beslendiği on yıldır süren elim kanlı savaşlarınız yetmez mi artık? Zira rejim, sizden bir kardeşinizin diğer bir kardeşini öldürdüğünü görmedikçe yaşamdan hoşnut olmaz. O halde hatanızdan vazgeçin, sizleri gözetleyip duranların ellerinden tutun ve Allah'a halis bir şekilde tevbe edip kurtulmak isteyen kardeşlerinizin, işlemiş oldukları iğrençliğe geri dönmelerini engellemek için çalışın. Yoksa dünyada nasibinize düşen aşağılanma olacaktır. Ahiretin azabı ise daha şiddetli ve daha kalıcıdır.

وَلا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ  "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider." [Enfal 46]


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesinin Cenin'deki Güvenlik Birimleri, Siyasileri Kaçırıp Onlara İşkence Ederlerken Yargı da Cürümünü Gizlemek İçin Gizli Anlaşma Yapmaktadır

Filistin otoritesinin 23.02.2013 Cumartesi günü, ikisi Sila el-Harisiye şehrinden, birisi Sanur şehrinin Cenin ilçesinden ve bir diğeri de Tulkerim'den olmak üzere dört Hizb-ut Tahrir üyesinin tutuklandıklarını ilan etmiştik.

Cenin'deki bu tutuklamalar, en son olarak bu iki şehirde otoritenin salon sahiplerini tehdit etmesine ve onların da Suriye ayaklanmasına ait belgesel bir film görüntülemek için hizbin buraları kiralamasını engellemelerine maruz kalan hizbin beyan dağıtımının ardından barbar bir şekilde gerçekleşmiştir.

42 yaşında ve dört çocuk babası olan  "İzzeddin Muhammed" ile 35 yaşında ve iki çocuk babası olan "Ahmed Ömer", Cenin'deki güvenlik birimlerinin sivil giyimli şebbihaları ve baltacıları tarafından ana bir caddeden kaçırılmışlar, kaçırma operasyonu sırasında onları dövmüşler ve ardından da birimlerin merkezlerinde, özellikle Ahmed Ömer'in yüzü ve bedeni olmak üzere yüz ve bedenlerinde açık izler bırakacak şekilde onlara işkence etmişlerdir.

Mahkeme yargıcı, avukatların kaçırılan bu iki kişinin acilen serbest bırakılmaları ve saldırı ve işkenceyi kanıtlamak için Ahmed Ömer'in adlî tıbba gönderilmesi talebini reddetmiş ve tutukluluğunu uzatmıştır.  Dolayısıyla davanın 06.03.2013 gününe kadar ertelenmesi, özellikle "Ahmed Ömer" olmak üzere kaçırılanların tutuklama operasyonu ve soruşturma sırasında maruz kaldıkları darp ve işkence izlerini yok etmek amacıyla tutukluluk süresini uzatmak için yargının, şebbiha güvenlik birimleriyle açık bir şekilde gizli anlaşma yaptığını göstermektedir.

Otoritenin, Cenin'deki güvenlik birimleri ile Cenin ve Tulkerim valilerinin sorumsuz davranışlarına sessiz kalması, hain ve ihmalkar cürümlerinin yanı sıra otorite ile güvenlik birimlerinin işgalci Yahudiler karşısındaki uysallıkları şeklindeki cürümlerine başka bir cürüm daha eklemektedir.

Filistin halkı ile birlikte olan Hizb-ut Tahrir olarak bizler, cürümleri, güvenlik birimlerinin baskınlarını, siyasî vesayet girişimlerini ve siyasî şantajları reddederiz. Ayrıca bizler, gerek kendi haklarımızı gerekse tüm Filistin halkının haklarını elde etmek, otoritenin güvenlik birimlerinin cürümleri ve baskınları ile Filistin halkına yönelik canavarlıklarını durdurmak için tüm gücümüzle çalışacağız. Dolayısıyla otorite ile güvenlik birimlerine deriz ki;  gerçekten aklediyorsanız dünyada insanların öfkesinden ve ahirette de Allah'ın daha kötü ve daha şiddetli olan öfkesinden ittika edin.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrahim 42-43]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Değiştirilmesi Gereken Nedir: Liderlerimiz mi Yoksa Sistem mi?

04 Mart 2013 Pazartesi günü yapılacak olan genel seçimlerde yaklaşık 14.3 milyon Kenyalının oy kullanması beklenmektedir. Bu seçimler, çok partili sistemin altında yapılan beşinci seçimdir. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika olarak bizler de aşağıdaki önemli konulara dikkat çekmek isteriz:

Birincisi: Bu seçimler, sıradan vatandaşlar için hiçbir değişim gerçekleştirmeyecektir. Zira bu seçimler, Kenya'da bir ilk değildir. Çünkü sömürgeci Batı'nın ülkeye çok partili siyaseti getirdiği 1990 yılının başlarından bu yana dört seçim yapılmış olup ezilenlerin hayatlarındaki berbat durum hala şu ana kadar devam etmektedir. Hatta üç aşamada da liderlerin yüzlerinin değiştirilmesine rağmen. Mesela yoksulluk, kötü tıbbî hizmetler, eğitimde zayıflık, yolsuzluk, sonu gelmeyen arazi sorunlarının yanı sıra son elli yıl boyunca çözülemeyen birçok sorunlar baş göstermiş ama politikacılar bu sorunları, her yıl seçmenleri kendilerine çekebilmek amacıyla seçim kampanyaları için bir yem olarak kullanmışlardır!

İkincisi: Demokratik seçimlerin amacı, kitleleri kaçırmaktır. Böylece kitleler, politikacıları seçmelerinin ardından kendilerine baskı uygulayan bu politikacılara mahkum olarak kalmaya devam edeceklerdir. Nitekim bu demokratik sistemin altındaki seçimlerin fikri, seçmenlerin mevcut başkanı fasit olan başka yeni bir başkanla değiştirmek için bir karar almalarıdır ki bu, doğru bir fikir değildir. Hakikatte ise seçimler, liderlerin halka karşı baskıcı anayasa yapmaları için yapılmaktadır. Dolayısıyla göz ardı edilen ve cevaplanması gereken temel soru şudur: Değiştirilmesi gereken nedir: Liderlerimiz mi yoksa sistem mi? Kenya'nın, dahası tüm dünyanın karşı karşıya kalmış olduğu sorunların temeli, kesinlikle fasit başkanlar değildir. Bilakis aşağılık kapitalist sistem ile siyaseti kendilerini zenginleştirmek için bir proje olarak kullanan fasit liderler ortaya çıkaran onun bozuk siyasî sistemedir!

Üçüncüsü: Demokrasinin siyasî akidesi, Laikliktir. Yani dini hayattan ayırmaktır. Dolayısıyla emreden ve nehyeden bizzat insandır. Bu ise tek yasa koyucu olarak Allahu [Subhânehu ve Teâlâ]'yı belirleyen İslam akidesine aykırıdır. Nitekim Allahu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Bundan dolayı demokratik seçimler, sadece bir yöneticinin seçilmesiyle ilgili değildir. Bilakis yasa yapması için otoritenin insana verilmesidir. Nitekim daha önceleri, demokratik sistemin altında zina, eşcinsellik ve içki gibi birçok fasit yasalar kabul edilmiştir.

Sonuç olarak genelde Kenya halkına özelde ise Müslümanlara, senatörlerin görevlendirdiği demokrat politikacılara aldanmamalarını hatırlatırız. Zira onlar, alışık oldukları üzere demokrasiyi temize çıkarma girişiminde bulunmak için sevgili SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in minberinden ayetleri ve hadisleri çarpıtmaktadırlar. O halde kafir demokratik sistemin içerisinde boğulmayınız. Bilakis sizleri beşerin koymuş olduğu anayasaya köle olmaktan kurtaracak ve Allahu [Subhânehu ve Teâlâ]'nın şeriatına bağlanmanızı sağlayacak olan İslamî Devleti geri getirmek için muhlis davet taşıyıcıları ile birlikte çalışınız.

Allahu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءتْ مَصِيرً "Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; orası ne kötü bir yerdir." [Nisa 115]


Şaban Muallim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Doğu Afrika

Devamını oku...

03 Mart 1924: Bugün, Resulullah [SallAlahu Aleyhi ve Sellem]'in Kurduğu Devletin Yıkıldığı Bir Gündür!

  • Kategori Britanya
  •   |  

كانت بنو إسرائيل تسوسهم الأنبياء، كلما هلك نبي خلفه نبي، وإنه لا نبي بعدي، ولكن ستكون خلفاء فتكثر. قالوا: فما تأمرنا: قال: فوا ببيعة الأول فالأول "İsrail oğulları, nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir nebi vefat edince, bir diğer nebi ona halef oluyordu. Ancak benden sonra nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaktır." Dediler ki: "Öyleyse bize ne emredersiniz?" Dedi ki: "İlk olana, ilk olana biatinize sadakat gösterin." [Sahih-i Müslim]

Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Medine-i Münevvera'da kurmuş olduğu devlet, -birbirini takip eden Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidî Hilafet'ten- önce bilinen yönetimin en üst modelini temsil ediyordu.

Raşid Halifelerin ardından gelen Halifeler, durumlarında farklılıklar göstermişlerdir. Mesela onlardan en bariz olan Ömer İbn-u Abdulaziz, Muhammed Fatih, Kanunî Süleyman ve İkinci Abdulhamid çok büyük yöneticilerdi. Hatta onlardan durumu en düşük olanlar bile bugün İslam dünyasındaki mücrim yöneticilerden daha iyidirler. Nitekim Osmanlı döneminde borçlarının ağırlığından dolayı Hilafet zayıfladığında bile hala uluslararası sahada büyük bir gücü bulunmaktaydı. Çünkü Hilafet, sadece İslam Sistemi'nden başkasıyla yönetmemekle ve yönetmeyi bile düşünmemekle kalmamış, bilakis aynı şekilde devletin ve Ümmetin vahdetini korumak için de mücadele etmiştir.

89 yıl önce, yani 03 Mart 1924'de, (Birinci Dünya Savaşı'nın ardından) Hilafet'in uzuvlarının koparılmasından birkaç yıl sonra ve -Mustafa Kemal'in Ankara'da, Habibimiz Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in kurduğu bir yönetim modeli olan Hilafet Devleti'ni ilga etmesiyle- meydana gelen fikrî düşüşten uzun bir süre sonra Hilafet'in ilga edilmesinin İslam dünyasında büyük bir şok etkisi olmuş ve Hilafet'in ilga edilmesini, "İslam ve hadaratın her biri için bir felaket olarak" nitelendirmişlerdir. Nitekim o günkü uyanık kimseler, bundan sonra İslam dünyasının "bozukluk ve kaos" tuzağına düşeceğini beklemekteydiler. Maalesef tahminlerinin doğruluğunu kanıtladılar. Zira o zamandan bu yana Ümmet parçalandı, sömürüldü, istismar edildi ve işgal edildi. Hala da Müslümanlar şu ana kadar yaşamış oldukları sefaletin üstesinden gelmenin yolunu aramaktadırlar.

Müslümanlar, Hilafet'in ortadan kaldırılmasının ardından on yıllar boyunca Batılı kapitalist sistemini ve yönetimlerini zalim tagutların ve fasit demokrat politikacıların idare ettiği ulusalcı devlet modelini arzulamaya devam etmektedirler. Hilafet Devleti'nin yıkılmasından bu yana İslam'ın uygulanması, bireysel inançlar, namaz, Ramazan ayında oruç ve haccın farziyeti ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bireysel ibadetlerde Nebevî Sünneti takip ediyoruz ama siyaset ve yönetim noktasındaki sünnetini terk ediyoruz! Oysa Hilafet Devleti'nin olduğu bu azim kurum sayesinde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bu Ümmete, siyasetin nasıl uygulanacağını, toplumun ve devletin işlerinin Müslümanların ve gayrimüslimlerin lehine nasıl idare edileceğini öğretmiştir.

Hilafet Devleti, Ümmetin vahdetini temsil etmekteydi. Zira Hilafet, bu Ümmetin emiridir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Teâlâ], şöyle buyurmaktadır:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine [dinine] sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz." [Âl-i İmrân 103]

Dolayısıyla Hilafet, bu vahdeti sağlayacak olan şeriatın pratik yoludur. Zira Hilafet Devleti'nde insanları birbirlerine bağlayan tabiiyetlik ilişkisidir. Dolayısıyla gerek Müslüman gerekse gayrimüslim olsun İslamî Devletin tabiiyetini taşıyan herkes, ayrımcılıktan korkmaksızın onun tebaasındaki tüm haklara sahip olurlarken tamamının üzerine düşen, "[لهم ما للمسلمين من الإنصاف وعليهم ما على المسلمين من الانتصاف] Müslümanların sahip olduğu insaf onlar için vardır ve Müslümanların aradığı insaf onlar için de vardır" şeklindeki genel şerî kaideye göre tüm kanunlara uymalarıdır. Bu yüzden Hilafet Devleti, Allahu Teâlâ'nın Kur'an-il Kerim'deki şu kavline bağlı kalarak Aşiret ve etnik kökenine bakmaksızın tüm tebaanın işlerini gözetecektir:

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ "Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok ittikâ edeninizdir." [Hucurât 13]

İslam'ın vahdet sistemi ortadan kalkınca Ümmet, ulusalcı devletçiklere bölündü ve milliyetçilik ve mezhepçilik tehlikesi, ülkemizde ve halkımız arasında savaş, çatışma, bölünme ve fitneden başka bir şey getirmedi.

Hilafet Devleti, otoritenin Ümmete ait olduğu siyasî bir sistemdir ve Ümmetin, İslam'ın hükümlerine göre Halife'yi muhasebe etmesi vaciptir. Nitekim efendimiz Ebu Bekir Sıddîk [Radıyallahu Anh], Halife olarak yönetime geldiğinde Müslümanlara şu şekilde bir hutbe okudu: "Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin üzerinize yönetici oldum. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer hata edersem beni düzeltin... Allah ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Şayet Allah ve Resulüne isyan edersem artık bana itaat etmeniz gerekmez."

Hilafet, hükümetin muhasebe edilmesini zorunlu kılmıştır. Çünkü Allahu [Subhânehu ve Teâlâ], emr-i bil marufu ve'n nehyi an-ilmünkeri İslam ümmetinin üzerine vacip kılmıştır. Nitekim Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

والذي نفسي بيده لتأمرن بالمعروف ولتنهونَّ عن المنكر أو ليوشكن الله عز وجل أن يبعث عليكم عذابا من عنده ثم تدعونه فلا يستجاب لكم "Nefsim elinde olana yemin olsun ki; ya marufu emreder ve münkerden sakındırırsınız yada Allah, katından size bir azap gönderir. Sonra O'na dua edersiniz ama (artık) icabet edilmez." [Tirmizi]

Bundan dolayı şeriattaki yargı otoritesinin dallarından biriyle de yöneticiler ve tebaa arasındaki yargılar kasdedilmektedir. Bu da yönetimdeki akit şartlarına muhalefet etmesi halinde Halife'yi azletme yetkisi olan Mezalim Yargısı [Kadâsı] olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla İslam, siyasî partileri yöneticileri muhasebe etmeye teşvik etmektedir. Sonra Ümmetin seçmiş olduğu temsilcilerden oluşan Ümmet Meclisi'nin de yöneticileri muhasebe etmesi vacip olduğu gibi onun yöneticiler üzerindeki haklarından biri de onunla meşverette bulunmasıdır. Ayrıca bağımsız medya organları da aynı şekilde yapmış olduklarından dolayı hükümeti muhasebe edip inceleyecektir. Oysa demokrasinin, hükümeti muhasebe etmenin tek yolu olduğunu iddia ettikleri bir sırada aslında Pakistan, Bangladeş, Irak ve Afganistan gibi ülkelerdeki sözde demokratik sistem, Ümmetin iliğini kurutan, Ümmetin milyon ve milyarlarca servetini yutan ve ülkemizin kapılarını, iğrenç sömürgeciliğin planları için açan fasit yöneticiler ortaya çıkarmaktadır.

Ekonomik boyutta ise ülkemiz, borçlar, yoksulluk, eşitsizlik ve ekonomik sömürü bataklığında boğulmaktadır. Bu ise Ümmetimizin, birçok doğal kaynaklara, geniş verimli tarım arazilerine ve bol insan gücüne sahip olduğu bir zamanda meydana gelmektedir. Nitekim bu durumun nedeni, bugün bu ümmetin işini üstlenen laik politikacılardır. Zira onlar, kaynaklarımızın Batı'nın elinde kalmaya devam etmesini sağlamak için İMF ve Dünya Bankası'nın politikalarını uygulamak amacıyla Ümmetin servetini çalmak ve sömürgeci güçlere yardım etmek için yatırım yapmaktadırlar. Dolayısıyla açıkça İslam ekonomisinin hükümlerini tatbik edecek sadık İslamî liderliğin dışında hiçbir kimse Ümmeti bu mevcut durumdan çıkaramaz. Zira Halife'nin rolü, -zekat, öşür, haraç ve cizye gibi- gelirler ile aynı şekilde kamu mülkiyetleri ile devlet mülkiyetleri gelirleri gibi İslam'ın izin verdiği her türlü geliri toplamak ve bunları Ümmetin işleri için harcamaktır. Örneğin her bir vatandaş, gıda, giyim ve meskene muhtaç olduğu gibi erkek ya da kız olsun her bir çocuğun eğitiminin sağlanması da gerekir. Aynı şekilde devletin, sağlık ve askerî teçhizat için de harcama yapması gerekir.

İslam dünyası, sorunlarının stresiyle inlemekte olup bir alternatife muhtaçtır ki bu alternatif de İslamî Hilafet Devleti'dir. Nitekim Arap Baharı ayaklanmalarının ardından Mısır ve Tunus, hala siyasî krizin ve kötü idarenin içerisinde boğulmaya devam etmektedir. Çünkü beşerî sistem hala esas olarak kalmaya devam etmektedir. Dolayısıyla akidemize dayalı, kimliğimiz, tarihimiz ve kültürümüzle örtüşen, elinde siyasî, ekonomik ve içtimai olmak üzere çeşitli sorunlarımıza yönelik pratik çözümler olan bir hükümet ortaya çıkarmaya muktedir olan sadece Hilafet Sistemi'dir. Bundan daha da önemlisi sadece Hilafet Sistemi'nin sayesinde Allahu [Subhânehu ve Teâlâ]'nın rızasına nail olabiliriz.

Uzun yıllar boyunca dünyaya hükmeden Batılı kapitalist sistem, daha önceden olduğu gibi bugün de kibirlilik yapmakta ve başka küresel krizler oluşturmaktadır. Ayrıca Batılı güçler, Afganistan ve Irak'a açmış olduğu emperyalist savaşlarda güç sınırlarını aşmıştır. Hatta toplumları, parçalanmış aileler ve toplumsal sorunlarla doludur. Dolayısıysa insanlar politikacılarına, giderek daha fazla yolsuzluk yapan ve bankalara ve büyük ticarî şirketlere boyun büken kimseler olarak bakmaktadır.

Sistemlerinin gücüne karşı olan ümitsizlikleri altında büyük şirketler tarafından desteklenen politikacılar ve medya organları, İslam'ın Nebisi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atmaktalar ve Hilafet Yönetim Sistemi'ni, gerici ve aşırıcıların rüyaları olarak nitelendirmektedirler. Bunun nedeni ise Hilafet Sistemi'nin İslam dünyasındaki siyasî, ekonomik ve askerî hegemonyalarına meydan okuyacağını bilmeleridir.

Ey Kardeşlerim ve Bacılarım!

İngiltere'de yaşayan Müslümanlar olarak bizim üzerimize düşen, İslam'a, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, onun yönetim sistemine ve İslam şeriatına yönelik bu yalanlara meydan okumaktır. Bilakis aslında bizim üzerimize düşen, bugün dünyada yaşayan ve yolunda şüpheye düşen insanlara bunun alternatifini sunmaktır. Dolayısıyla komşularımızı, arkadaşlarımızı ve diğerlerini İslam'a davet etmek yoluyla onlara, İslam akidesinin akla nasıl kanaat getirdiğini, insanın fıtratıyla nasıl örtüştüğünü ve insanlığın sorunlarını çözmeye nasıl muktedir olduğunu açıklamalıyız.

Resulullah [SalAllahu Aleyhi ve Sellem], ilga edilmesinin ardından Hilafet'in Nübüvvet Minhacı Üzere yeniden geri döneceğini vaat etmiştir. Zira Resulullah [SalAllahu Aleyhi ve Sellem], diktatör yönetim döneminin ardından şu şekilde olacağını buyurmuştur:

ثمّ تكون خلافة راشدة على منهاج النبوة، ثم سكت "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidî Hilafet olacaktır. Sonra sustu." [İmam Ahmed'in Müsnedi]

O halde bu dönüşü bekleyip bugün gördüğümüz nebevî yönetim sistemi için bu korkunç bozukluğu çürütmek bizim üzerimizdeki bir hak değil midir? Müslümanlar olarak bizim görevimiz, bu yönetim modelinin görüntüsünü çarpıtıp korku saçan medya organlarını terk etmek yerine bu yönetim modelini öğrenmek ve onun hakikatini başkalarına anlatmak değil midir?

Ey Kardeşlerim ve Bacılarım!

Hilafet, Rabbinizin vaadi ve nebinizin müjdesi olduğu gibi dahası o, farzların tacıdır.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Endonezya: Cemaatleri düzenleme vesikasının reddini görüşmek amacıyla adalet ve kalkınma partisini mekanında ziyaret etmiştir

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Hizb-ut Tahrir Endonezya'ya bağlı heyet 14 Cumadilula 1434H., elmuvafık 26 mart 2013M., Çarşamba günü parlamentonun şuanda üzerinde konuştuğu cemaatleri düzenleme vesikasını red amacıyla yürüttüğü çok yoğun kampanya çerçevesinde söz konusu kanunu ve etkilerini etraflı bir şekilde görüşmek amacıyla Endonezya adalet ve kalkınma partisini mekanında ziyaret etmiştir.

fotoğraflar için tıklayınız...

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER