Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, Radyo İmanî'nin Kapatılmasını Kınar!

Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, "Murugor'a" bağlı Radyo İmanî'nin (Radio Imani), geçen yıl yapılan konut ve nüfuz sayımına katılmamaları için Müslümanları etkilediği gerekçesiyle "Tanzanya Telekomünikasyon Düzenleme Kurumu" tarafından altı ay süreyle kapatılmasını şiddetle kınar.

Telekomünikasyon Kurumu'nun bu uygulaması, "ifade özgürlüğü", "medya özgürlüğü" ve demokratik sistemlerdeki anayasalarda temel haklar bildirgesinin garanti ettiği "bilgi edinme hakkı" gibi aldatıcı ilkelerin yalan olduklarını ortaya koymaktadır... Evet tüm bunlar, açıkça utanç verici bir durum ortaya koymaktadır.

Bu uygulama, Müslümanlara baskı yapmak için son zamanlarda kullanılmaya devam edilen bir stratejidir. Öyle ki geçtiğimiz birkaç ay içerisinde Müslümanlar, kefalet olmaksızın cezaevlerine atılmışlardır. Hiç bitmeyen bu baskı, daha Zengibar'daki Katolik Rahip'in öldürülmesi hakkındaki soruşturmalar sona ermeden önce güvenliğin ihlal edildiği ve İslam'ın vahşî bir şekilde terörizme bağlanıldığı gerekçesiyle devam etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, (eşcinsellik) gibi Şeytanî bir amelin propagandasını yapmak için mücadele eden Radyo Klouds FM (Radio Clouds FM) için çıkarılan hafif cezaya ve aynı şekilde Nasranileri katliamlar konusunda kışkırtan ve Mavanza ilinde bulunan Gita'da şiddete ve katliama yol açan Nasrani bir istasyon olan Kva Nema FM (Kwa Neema FM) için verilen cezaya kıyasla Radyo İmanî'ye verilen zalim cezadan dolayı şaşkındır.

Bu da Telekomünikasyon Kurumu'nun bu eylemenin, Radyo Klouds FM ile Kva Nema FM'i hedef almadığını, bilakis Radyo İmanî'yi hedef aldığını göstermektedir. Ancak bu iki istasyon, bir günah keçisi olarak cezalandırılmaktadır.

Radyo İmanî'ye verilen bu caza uygulaması, radyo istasyonu ile İslamî kimliğe sahip olan diğer medya kurumlarının içerisine korku tohumu ekmek için gerçekleştirilmiştir ki böylece İslamî olarak itibar edilen tüm medya kurumları, çalışmalarında İslam şeriatının ilkelerine uymamalarına rağmen İslam'a aykırı olan emirlere boyun eğsinler.

Sonuç olarak Hizb-ut Tahrir her bir akıl sahibini, demokratik sistemin ikiyüzlülüğünü ve iflasını görmeye ve bir alternatif için çalışmanın vacip olduğunu anlamaya davet eder. Aynı şekilde bizler tüm Müslümanları ve İslamî kimliğe sahip olan medya kurumlarını, böyle bir sıkıntı içerisinde olsalar bile dini tutumlarını satmak için hazır olmamaya davet ediyoruz. Çünkü artık İslam'ın yayıldığı ve doğal yollarla yapılan davet sayesinde dünyanın geneline hakim olduğu bilinmektedir. Nitekim bu dönemde Müslümanların sayıları az olduğundan bugün olduğu gibi gelişmemiş iletişim araçlarını kullanmaktadırlar. Bununla birlikte gayrimüslimlerin İslam'a olan kinleri nedeniyle 1924 yılında İslam Devleti'ni yıkabilmelerine rağmen İslam dünyaya hakim olmuş ve zirvede kalmaya devam etmiştir.


Mesud Müslim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi Yardımcısı
Doğu Afrika

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Hilafet'in Yıkılması Geri Dönmesini Gerektirir" Sloganı Altında Sempozyumlar ve Yayınların Dağıtılması Kampanyası

-Miladî tarihe göre- M. 03 Mart 1924 el-Muvafık H. 28 Receb 1342'de Hilafet'in yıkılışının yıldönümünde Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, insanlara Hilafet'i kurmak için çalışmanın farziyetini hatırlatmak için Pakistan'ın büyük kentlerinde sempozyumlar düzenledi. Sempozyumların konusu ise "Hilafet'in Yıkılması Geri Dönmesini Gerektirir" olmasının yanı sıra Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, "Hilafet'in Yıkılması Geri Dönmesini Gerektirir" başlıklı Hilafet hakkında bir kitapçık yayınlayarak onu Pakistan halkına dağıttı. Dolayısıyla Hilafet kitapçığı hepimize, İslam'da Hilafet meselesinin çok önemli ve Ümmetimizin merkezi olduğunu hatırlatmaktadır. Zira Hilafet, bizlere parlak bir gelecek sunmak için ecdadımızın Hint Yarımadası'nda kendisi için mücadele ettiği bir meseledir. Ayrıca kitapçık, tüm Müslümanları İslam'ın yanında yer almaya ve Hilafet'i kurmaya davet etmektedir. Özellikle de bugün Ümmet, Hilafet'in kurulması için kıvranıp duruyorken.

SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmaktadır: أطيب ريح في الأرض الهند "Ben Hindistan'dan serin bir esinti hissediyorum." [Müstedrak]

Şüphesiz biz Müslüman bir halkız ve İslam'da bizim kimliğimiz, amacımız, tarihimiz ve servetimizdir. Dolayısıyla İslam'ın Hindistan Yarımadası ile bağlantısı sıkı olup miladî yedinci yüzyıldan bu yana da ondan ayrılmamıştır. Bu yüzden bu ülkenin halkı, tarihleri boyunca kendilerini İslam'ı tatbik etmeye mecbur hissetmişlerdir. Hatta İngiliz sömürgeciliği zamanında Hilafet'in yıkılmasını önlemek için çalışmışlardır. Nitekim bunun için konferanslar düzenlemişler, Hilafet'i kurtarmak için para toplamışlar, üzerine Kur'an-il Kerim'den ayetlerin yazılı olduğu Hilafet Rupisi basmışlar, Hilafet dergisi dağıtmışlar, sömürgeci İngiltere'nin savaşındaki haçlı saldırılarına karşı Osmanlı Hilafeti'ne yardım etmişlerdir. İngiliz sömürgesinin ardından, İslam'ın bu ülke halkının nezdinde önemli bir yeri olmuştur. Nitekim Pakistan'ı İslam'ın merkezi yapmak için büyük fedakarlıklar göstermişlerdir. Bununla birlikte hıyanete maruz kalmışlar ve altı on yıldan fazla bir dönem boyunca demokratik ve diktatörlük gibi insanın imal ettiği rejimlerin acısını çekmişleridir. Şimdi de bizler, Amerikan sömürgeciliğinin altında boğulduğumuz gibi askerî ve siyasî liderliklerdeki hainlere emreden ve nehyedenler bizzat Amerikalılardır. Bu da bizim, İslam'ı güçlü bir şekilde yenileme arzumuzu uyandırmıştır. Zira artık Ümmetin hak ettiği konumuna geri dönmesi amacıyla Hilafet'i geri getirmek için tek bir saf halinde hareket etmemizin zamanı gelmiştir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerikan Dışişleri Bakanı'nın Kahire Ziyaretini Nasıl Bir Dengeyle Tartabiliriz?

Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry, 02.03.2013 Cumartesi günü öğleden sonra bir biri ardına birçok görüşmeler gerçekleştirdi ve görüşmesine, başta Suriye krizi, aynı şekilde Orta Doğu'da barış ve terörizmle mücadele olmak üzere çeşitli konularda görüşmek için Arap Devletleri Ligi Genel Sekreteri Nebil el-Arabî ile başladı. Bunun ardından birçok siyasî partilerin liderleriyle görüştüğü gibi son olarak da birçok Mısırlı işadamları ve Mısır Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil Amr ile görüştü.

Pazar günü, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî ile Cumhurbaşkanlığı sarayında görüşecek ve sonra da bunu, en barizleri mevcut siyasî durum olmak üzere çeşitli konuları görüşmek ve aynı şekilde geçtiğimiz dönemlerde bazı halk guruplarının ordunun yönetime geri dönmesini talep etmesinin tahrik edilip Sina'daki güvenlik durumuna teşvik edilmesinden dolayı askerî liderliğin tutumunu ve iki ülke arasındaki askerî desteği öğrenmek için Savunma Bakanlığı'nda Mısır Savunma Bakanı Abdüfettah Sisi ile görüşmesi takip edecektir.

Kerry, Mısır'ın başkentinden Riyad'a ayrılmadan önce Kahire ziyaretini, Pazar akşamı Sivil Toplum Kuruluşları'nın birçok temsilcileriyle görüşerek sonlandırdı. Amerikan Washington Post Gazetesi, Kerry'nin Mısır'a uyguladığı baskılar noktasında uyarıda bulundu ki bu baskılar -gazeteye göre-, İMF'nin talep etmiş olduğu ekonomik reformlara karşı halkın öfkesinin artmasından dolayı Mısır'da bölünmelere yol açmıştır.

Amerika'nın bu ziyaretinden bizim gördüğümüz, onun bir taş ile birçok kuş vurmayı istemesidir ki istedikleri şunlardır:

1-Dr. Mursî'nin hükümetine destek vermek, zor kararların alınmasında ve İMF'den kredi almak için ekonomik reformların uygulanmasında Mursî'ye yardımcı olmak.

2-Genelde Amerikan yörüngesinde dönen tüm çatışma taraflarına tavizler vermekle birlikte durumun olduğu gibi kalmaya devam etmesi.

3-Dr. Hişam Kandil hükümetinin düşürülmesi ve gelecek ay yapılacak olan parlamento seçimlerine katılacak olan Kurtuluş Cephesi'ne dayalı muhalefet partilerinin de katılacağı yeni bir hükümetin oluşturulması.

4- Yahudi devleti ile daha sıcak bir barışın sağlanması ve Yahudi devletinin güvenliğine bağlı kalınacağının ikinci, üçüncü ve dördüncü kez vurgulanması.

5- Özellikle Suriye sahasında meydana gelenler olmak üzere Mısır hükümeti ile koordinasyon içerisinde olmak ve Beşar Esed'den sonraki dönem için Amerika'nın Suriye'deki nüfuzunu koruyacak bir çıkış oluşturmak için girişimde bulunmak.

Şimdi sorarız: Ümmetin amansız düşmanı bizzat bu Amerika değil midir? Elleri hala Irak ve Afganistan'daki Müslümanların kanlarına bulaşan bizzat bu Amerika değil midir? İman edenlere insanların en şiddetli düşmanı olan Yahudi varlığının başkanını destekleyen, ona para ve silah yardımında bulunan ve zalim uluslararası kararlarda ona destek veren bizzat bu Amerika değil midir? İslam ülkelerini işgal eden, katleden, işkence eden, Müslümanlara karşı cürümler işleyen, Ümmeti aşağılayan tagut yöneticileri destekleyen, İslam'a, Kur'an'ına, Nebisine ve mukaddesatlarına hakaret eden bizzat bu Amerika değil midir? En büyük Şeytan, Müslümanların ilk düşmanı ve İslam Ümmeti'ne dönük tüm şerlerin kaynağı bizzat Amerika değil midir? Ümmetin evlatlarını, yargılanmaksızın Guantanamo'da tutan bizzat bu Amerika değil midir? Dolayısıyla bizler, İslam Ümmeti'ne karşı işlemiş olduğu cürümleri ne kadar sayarsak sayalım asla bitiremeyiz. Ayrıca ilk devlet suçunu işleyen odur. Bize ne oluyor ki hala Mısır ile Amerika arasındaki "stratejik ilişkinin gücü ve derinliğine" yönelik vurguları işitiyoruz?! Nasıl oluyor da Amerikan Büyükelçisi ülkenin dört bir tarafında dolaşıp duruyor? Yoksa Amerika gibi düşman bir devletle olan bu tür bir durumun uygulanmasını vacip kılan bir şerî hüküm mü var? Ya da daha dün devrik lider ve eski rejim haramdı da bugün helal mi oldu?! Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

Şerî vacip, kesinlikle Amerika gibi İslam'a ve Müslümanlara düşman olan bir devletle her türlü ilişkiyi kesmek, onun Dışişleri Bakanı ile görüşmemek ve onun, bazı Muhalefet liderleri ve sözde Sivil Toplum Kuruluşları'nın temsilcileri ile görüşmesine izin vermemektir.

Kerry'nin Mısır'a yönelik ziyaretinde tartılması gereken denge, İslam dengesi olup başka bir şey değildir. Dr. Mursî'nin üzerine düşense, hangi yönde durduğunu açık bir şekilde ilan etmesidir. Yani o, ya Ümmetin sorunlarını benimseyip başta Amerika ve üvey çocuğu Yahudi devleti olmak üzere düşmanlarına karşı onu savunarak Ümmet ile birlikte olacak ya da İslam'ın ve Müslümanların düşmanı Amerika ile birlikte olacaktır. Biz kendisinin Ümmetin safında olmasını ümit ediyoruz. O halde ümmetin safında yer alsın ki böylece Allah'ın Mısır-Kenane topraklarındaki Amerikan nüfuzunu söküp atsın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُواْ لِلّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" [Nisâ 144]


Hizb-ut Tahrir
Mısır Vilâyeti
Medya Bürosu Başkanı
Şerif Zâyid

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'ni" Uygulamaları Bizlerden Uzak Olup İslam, Müslüman Kadının Haklarını Garantilemektedir!

Mısır Ulusal Kadın Konseyi Başkanı Büyükelçi Murvet El-Talavî, 21 Mart günü düzenlenen basın konferansında, Mısır'ın üzerine imza attığı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nin, yasalarının konulmasına rehberlik etmesi amacıyla ülkeler için manevî bir yükümlülük olduğunu söyleyen Büyükelçi, Birleşmiş Milletleri'nin insan hakları şemsiyesi altında kabul ettiği çok sayıdaki konuları ve özgürlüklerden tam olarak faydalanma hakkını desteklediğine dair tutumunu tekrarlayarak bu tutumların, diğer dinlerden önce kadını şerefli kılan ve ona haklarını veren İslam'a aykırı olmadığını vurguladı. Ayrıca bildirgeye saldıran kimseleri, dine karışan bir suçlu ve Mısır'ı tora boraya dönüştürmeye ve onu dünyadan tecrit etmeye dönük bir girişim olduğu şeklinde cevap verdi.

Aynı bağlamda el-Ehram Gazetesi 11 Mart günü yayınlanan sayısında, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Bakinam Şarkavî'nin lisanı üzerinden şunu aktardı: "Seyahate çıkmadan önce resmî heyet üyelerine verilen görevlerin dağılımı hakkında Cumhurbaşkanı ile Ulusal Kadın Konseyi arasında tam bir koordinasyon oldu." Yine Murvet El-Talavî, konferansın düzenlendiği dönem boyunca görüşlere yakınlaşma hususunda Mısır'ın öncü bir rolünün olduğunu vurguladığı gibi Mısır'da düzenlenen Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nın başarısı ve Pekin Eylem Platformu'nun kurulması hususunda Mısır'ın rolünden bahsetti. Ayrıca daha önce de Birleşmiş Milletleri'nin sitesinde, Mısır heyetinin resmî başkanı Büyükelçi El-Talavî'nin 05 Mart 2013 günü, "Anayasa ve Devletin İnşa Edildiği Bir Süreçte Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi" başlığı altında teslim ettiği kağıdın metni yayınlandı. Nitekim kağıdın üçüncü sayfasındaki Mısır'ın durumu fıkrasında şöyle geçmektedir: "Dini esasa dayalı cemaatler, kadınları başörtü (peçe) takmaya, erken evliliğe, kadınların sünnet olmasını haklı çıkarmaya, talak kanunlarının (boşanma kanunlarının) ortadan kaldırılmasına ve çocukların 15 olan tutukluluk yaşlarının 7 yaş olarak değiştirilmesine çağrıda bulunmak yoluyla kadına karşı şiddete teşvik etmektedirler." Le Havle ve La Kuvvete İlla Billah.

Mısır heyetinin başkanı New York'ta, Müslümanlara şerî hükümlerin uygulanmasını kadına yönelik şiddetin bir türü olarak nitelendirmiş ve İslam'ın kadını şerefli kıldığı argümanının lokal olduğunu tekrarlamıştır! Şayet onun tarafından buna kanaat getirilmişse, Müslüman kadınları, Müslümanların dinine, kültürüne ve tadına aykırı olan Birleşmiş Milletleri'nin sözleşmelerini etkinleştirmeye davet etmek yerine şeriatın kamil ve eksiksiz bir şekilde tatbik edilmesi daha evla değil midir?! Şayet İslam, kadının haklarını koruyan tek din ise o halde yabancı diğer kanunlara çağrıda bulunmakta ne oluyor?!  Yoksa bu, sadece satılmayan emtiaların pazarlanmasına dönük ifadeler midir?! Nitekim sürekli olarak incelenmeye muhtaç olan kanunlar, başarısız ve eksik kanunlardır. Onurlu şeriata gelince; o, Habîr ve Latîf olanın katındandır. İslam'ın tutumu ise; çekici adıyla kadınların kötü durumunu istismar etmesinin yanı sıra kadınların, orman kanunlarını dayatan, ırzları ve hurumatları korumayan beşerî kanunların hegemonyası altında acısını çektikleri zulüm ve baskı türlerinin acısını çekmelerini istismar eden Batılılaşmış bu bildirgeden daha açıktır. Dolayısıyla bu konsey, Mısırlı Müslüman kadını temsil etmediği gibi tagutların karşısında duran ve Mısır'daki ayaklanmanın görüntüsünün, milyonlarca örtülü kadının görüntüsüyle ilişkilendirilmesi ve dünya medyasının ilk sayfalarında yer alması için meydanlarda olmayı gerekli bulan kadınların umutlarını ve arzularını da ifade etmemektedir. Mısırlı kadınların şeri kıyafetlere bağlı kalması, zayıflık ve zorlama ifadesine itibar etmek yerine açık bir kimliği ve güçlü bir iradeyi ifade etmek için bazı kadın yazarların tutumlarını değiştirmeye itmiştir.

Mevcut rejimin Müslüman kadınları, geçmişteki acıları silip atacak, Müslümanların onurlarını geri iade edecek ve İslam toplumunu yıkımdan koruyacak olan Allah'ın şeriatının tatbik edileceği İslam'ı sevmeyi ve güvenmeyi tercih etmişlerdir. Ancak Mübarek rejiminin şekli olarak değiştiğini, hiçbir şeyin değişmediğini, gözeticilerinin önünde ve onların onayıyla İslam ve Müslüman kadın hakkında kurulan komploların devam ettiğini ve pozisyonlarına aykırı olması ve bu değişime dönük sahih bir vizyonun olmaması nedeniyle insanların talep ettiğimiz istikrarı kaybettiğini görmekteyiz. Ama sisteme ve kuyruklarına dönük ideolojik ve köklü bir değişim olmadıkça ve insanların akidesi ile örtüşen, onlara Rablerine itaat etmede yardımcı olan ve onlar için helalin ve doğruluğun yollarını hazırlayacak olan bir sistem kurulmadıkça asla bu istikrar geri dönmeyecektir.

وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptığınız şeyleri çok iyi bilir." [Nahl 91]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ne Kadına Yönelik Şiddeti Ne de Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesini Kabul Ediyoruz!

Uzun bir tartışmanın ve bekleyişin ardından Birleşmiş Milletler, 19.03.2013'de resmî sitesinde Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesine dönük nihai bir metin yayınladı. Nitekim bu, bazılarının düşündüğü gibi yeni değildir. Bilakis bu, yıllar önce İslam dünyasındaki mevcut devletçiklerin imzaladığı 1994 yılındaki Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesinin etkinleştirilmesidir. Üye ülkeler, ülkelerin heyetleri arasındaki uzun görüşmelerin ve görüşlerin, kadına özel küresel politikaları takip eden ve ülkelerin cinsiyet eşitliğinin ve kadının etkinleşmesinin (kadının güçlenmesinin) gerçekleştirilmesi alanında yapmış oldukları ilerlemeyi sunmak için yıllık olarak toplanan teknik bir komisyon olan Kadının Statüsü Komisyonu'nun denetimi altında son formüle ulaşmaya yakınlaşmasının ardından 15.03.2013'deki sözleşmenin nihai metnini onayladılar. Ayrıca bu komisyon, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi [CEDAW], Pekin Eylem Platformu ve Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı gibi Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinin takibi ve aktivasyonunu denetlemektedir.

Daha önce bu sözleşme, dünya çapında yapmış olduğu kasıtlı ve etkili bir medya kampanyasında kadına yönelik şiddetin, dünyanın en büyük sorunu olduğunu ortaya çıkarmış ve yerel ve uluslararası medyada bir slogan olarak namus cinayetlerini yayınlamıştır. Durumun vahameti hususunda birbirini takip eden raporlar ise bunun cabasıdır. Hatta bir kişi bunun, dünyanın önceliklerinden olduğunu hisseder hale gelmiş, bunu ise şiddete bir milyar kadının yürüyüşü (iki bin DVD) takip etmiş, sonra da bugünkü kadının uluslararası sloganı olarak "Söz, Sözdür: Kadına Yönelik Şiddet Son Bulsun" sloganı benimsenmiştir. Nitekim dinlerini kıskanan bazı Müslümanlar, kendilerine kadın düşmanı ve gerici suçlamaları yapılmasına rağmen bu sözleşmeyi reddetmişlerdir. Oysa bir kişi, nasıl kadını şiddetten koruyan bir bildirgeyi reddetmeye cüret edebilir ki? Sanki bu bildirge ve onun için bir araya gelenler, bizzat kadının koruyucuları ve dayanıklı kaleleriymişler gibi!! Nitekim bizler, liberalizme ve fikrî çoğulculuğa çağrıda bulunanların açık bir argümanı olmaksızın fikrî terör ve görüşün tekelleşmesi kampanyasına tanık olduk ve bu da bizlere, işgalci Yahudiler ile barışı reddetmenin kesinlikle barışı reddetmek ve şiddete davet etmek sayılacağını söyleyen kimseleri hatırlattı. Bildirgenin başlığından ve ortaya koyulan yönteminden maksat, görüşlerin bodurlaştırılması ve diğer hadaratın yumuşak bir şekilde parçalanmasıyla karakterize olmuş yöntemin korunmasıyla ilgili anlaşmazlığın önlenmesidir. Dolayısıyla sözleşme, şiddete karşı bir milyon kadının yürüyüşüyle farklılık göstermemektedir.

Burandan da herkesin, sorunları kökünden çözmek için ciddi ve muhlis bir ideolojinin yanında durmak yerine çoğunluğun arkasından soluduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla herhangi bir kişi, Birleşmiş Milletleri'nin fikri ve kültürü karışık olan halklar arasındaki kadına karşı şiddet sorunu hakkındaki tartışma fizibilitesi hakkında bir şey sormamaktadır. Mesela semptomların tedavisine ve gerçek nedenlerin ihmal edilmesine dönük küresel tıbbî bir buluşmayı asla işitmemekteyiz! O halde onurlu şerî hükümlerle kayıtlı olan bir kimse ile sahip olduğu standartları değiştiren ve aşağılık bir şekilde hevasına tâbi olan bir kimse arasında nasıl bir uyumluluk olabilir Allah aşkına?

Bu bildirgenin, manevî bir yükümlülüğü olmuş olsaydı ona imza atanlar için bağlayıcı olmazdı. Ancak o, gerçekten tehlikeli olup ilgili mefhumların propagandasını yapmak amacıyla fikrî formülü ve halk kültürünü geri getirmek ve toplumları orta çözüme çekmek için çalışmaktadır. Böylece ülkeler arasındaki akidevî, fikrî ve kültürel farklılıklar sulandırılmış olacaktır. Bundaki hedefleri ise kadının korunması değildir. Zira ilerici liberalizm fikri olarak isimlendirdikleri hususun uygulandığı ülke kadınlarının durumu, diğerlerinden daha kötü olup felaketlerin acısını çekmektedirler. Bu ise raporlarda gayet açıktır. Burada şunu sorarız; şayet bir panzehire sahipler ise neden onu kullanma ve kapitalist hadaratlarının ifsat ettiği hususları tedavi etme girişiminde bulunmuyorlar?!

Oysa amaç, kadına yönelik maddî görüşlerini ve kadına dayatılan şiddet noktasında küreselleşen hatalı fikri yaymaktır. Böylece fesat ve kaçınılmaz sonuçları, egemen bir hale gelmiş olacaktır. Diğer bir ifadeyle "kadının hastalığı ortaya konulmuş ve uzaklaştırılmış" olacaktır. Dolayısıyla Batı ülkelerinde korkunç boyutlara ulaşan şiddetin, kendi tanımlamalarına göre dünyadaki başka şiddet türleriyle paralel olması kaçınılmazdır. Nitekim bu, kadına yönelik şiddetin daha kapsamlı bir şekilde tanımlanmasıyla ilgili adlandırılan hususları kabul etmelerinde ortaya çıktığı gibi son bildirgenin, "Komisyon, kadınlara ve kızlara yönelik şiddetin, kadın ve erkek arasındaki güç ilişkilerinde bulunan yapısal eşitsizlik bakımından tarihsel köklerinin olduğunu, bunun da dünyanın her bir ülkesinde insan haklarını arzulamak için apaçık bir ihlal oluşturduğunu teyit etmektedir. Zira cinsiyete dayalı şiddet, kadınların ve kızların tüm insan hakları ve temel özgürlükler arzusunu ciddi bir şekilde ihlal edip engelleyen ya da ortadan kaldıran ayrımcılık şekillerinden bir şekildir. Dolayısıyla kadına ve kızlara yönelik şiddet, otoritenin kamusal ve özel alanları kötüye kullanması olarak nitelendirilmelidir" şeklindeki onuncu bendinde de ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu bildirge, gevşek pelerinin arkasındaki amaçları gizlenerek gelmiştir. Dolayısıyla kadına yönelik şiddet adlandırması, zihinde oluşan anlama tamamen aykırıdır. Hatta yemeklerde erkeklerin kadınlara sunum yapması, bazı toplumlarda kendi görüşlerine göre ayrımcılığın bir türü olarak nitelendirilmekte ve buna, kadına karşı bir şiddet olarak itibar etmektedirler. Aynı şekilde eğitimde erkek ve kadınların ayrılmasının, kızlara karşı yönlendirilmiş bir şiddet olduğunu, böylece eğitimden yoksun bırakılan kızların mağdur olduklarını ve bu kızları yoksun bırakanların da suçlu olduklarını söylediler. Nitekim bununla ilgili durum, (en azından Uluslararası Ceza Mahkemesi [UCM] için teorik bir durum olmasına) kadar ulaşmıştır. Aynı bağlamda Müslüman bir kadın; kadının miraslarda en yüksek payı elde etme, nafaka, mihir, erkeğin kadını korunması gereken bir namus olarak koruması ve yaratıcı Azze ve Celle'nin kadına yönelik diğer şerî hükümleri gibi şeriatın kadın için belirttiği hakları hususunda iddia edilen tam eşitlikten mahrum bırakılmaktadır. O halde hakların gasbedilmesini bir özgürlük olarak mı adlandırmalıyız? Yoksa Mevlamız Azze ve Celle'nin şeriatını, geriye dönüş yaptığımız için bir cürüm ve Allah korusun her iki dârda da hüsrana uğramamız olarak mı adlandırmalıyız?!!

Bu bildirge, erkek düşmanlığını barındırmakta ve erkeği bir cani ve kadını da bir kurban olarak görmektedir. Bu ise durumun vakıasına ve selim fıtrata aykırıdır. O halde erkeğin düşmanlığı ve evladın, babanın, kardeşin ve kocanın suçlanması yoluyla kadına sağlanmak istenen istikrar ve güvenlik bu mudur yani! Dolayısıyla kadına yönelik bu tam önyargı ve erkeğin de şer odağı olarak nitelendirilmesi, gerici bir fikir olup kadını kınayan ve her şeyde onu olumsuz olarak nitelendiren Batılı kültürel mirasın bir reaksiyonudur. Oysa bu güdük bakış açısı, asla kadına insaflı olamayacağı gibi asla aileyi koruma ve onu muhafaza etme zahmetinde de bulunmayacaktır. Zira bu tür bir ayrımcılık, adalet mefhumuna aykırı olup bunun eşitlik olarak nitelendirilmesi de bir yalan ve hiledir. Ayrıca onların ortaya koydukları, dar aile içi şiddet görüntülerini azaltırken devlet terörlerini ve çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere masum insanların insansız uçaklarla gelişigüzel bir şekilde bombalanmalarını göz ardır etmektedir. Dolayısıyla aile şiddetinden bahsederlerken etnik temizlik ve Bosna, Kongo, Myanmar ve Suriye'deki kadınların bir savaş aracı olarak istismar edilmeleri karşısında uluslararası sistemin başarısızlığını göz ardı etmektedirler.

Bu bildirge, kendi tanımlamalarına göre şiddetten vazgeçme fikriyle başa çıkılması, daha önceki bildirgeler ve sözleşmelerle uyumlu olması ve halkların bu fikirleri kabul edip etmemesine bakmaksızın insan hakları ve şahsî özgürlüklerle örtüşmesi için yasaların geliştirilmesine çağrıda bulunduğu gibi evlilik için asgari yaşı belirlemeye, cinsellik ve üreme haklarına insan hakları olarak itibar edilmesine, gençler için gebeliği önleyici yöntemlerin sağlanmasına, onların erken gebelik ve hastalıkların önlenmesi noktasında eğitilmelerine çağrıda bulunmaktadır. Ayrıca bildirgede geçtiği üzere sosyal ve kültürel faktörlerin değiştirilmesi amacıyla cinsellik kültürünün girdirilmesi için eğitim ve kültürel müfredatlara müdahalede bulunulmasına teşvik etmektedir. Yine bildirge, CEDAW ve diğer sözleşmelere yönelik rezervasyonların kaldırılması için tüm ülkelere ısrarcı olmaktadır. Nitekim Batılı ve Güney Afrika ve Brezilya gibi bazı ülkeler, eşcinsellik hakları ile kürtaj ile ilgili sorunlara ilişkin bentlerden feragat ederlerken İslamî heyetler de bir Müslümanın içerisinde olmaması gereken basmakalıp müzakereler yoluyla İslam'ın özünden ve onun hayat sisteminden feragat etmişlerdir. Zira onlar, iğrenç eylemlerine bazı tavizler elde ettiklerini gerekçe olarak göstermekteler ve özel kültürel fikrin girdirilmesi için ısrar etmektedirler. Şakşakçılığını yaptıkları bu belirsizlik ne zaman özel oldu ki? Kainatın ve insanın yaratıcısının tamamladığı, dünyaya lider olan ve kendisine saygı duyulan azim ideoloji nerede hani?

Müslümanların yöneticilerinin cürümleri, bu büyük sözleşmeye imza atmalarıdır. Nitekim bu önemli meselenin meydana gelmesinde onların hiçbir özürleri yoktur. Zira onlar, buna ne mecbur bırakılmışlar ne de buna zorlanmışlardır. Bundan daha kötüsü ise onların bu meselenin cahili olmamalarıdır. Bilakis onlar, bunu tam olarak bilmektedirler. Zira Birleşmiş Milletler, 20.03.2013 tarihinde sitesinde, konferans için bir hazırlık raporu yayınlamıştır ki bu, sonuç bildirgesi hakkında çok daha kapsamlı ve şümullü bir rapordur. Buna rağmen Müslüman heyetler, iflas etmiş mefhumların ve bir Müslümanın diliyle bile söylemekten uzak durduğu meselelerin pazarlanması hususundaki tartışmalara katılmışlardır. La Havle ve Kuvvete İlla Billah. Hatta onlar gitmelerinin ardından, İslam'ı, onun hayata bakış açısını ve tüm insanlığın çekmiş olduğu acının tedavisinin nasıl da sadece İslam olduğunu  ortaya koymadıkları  gibi dahası onlardan bazıları ne İslam'dan bahsetmiş ne de ona temas etmiştir. Kadına nasıl şiddet uygulanabilinir ki? İşte Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], kadın hakkında "billurdan bir dost" olarak buyurmakta, kadınlar için hayır tavsiyesinde bulunmakta ve savaş halinde düşman kadının öldürülmesine ve onlara işkence edilmesine bile öfkelenmektedir.

Zaten onlar, azim İslam ile insana zulmeden beşerî sistemleri ve hiçbir temeli olmayan putperestliğin miraslarını aynı çerçeveye koymaktadırlar. Çok iyi biliniz ki İslam bizleri şerefli kılmıştır. O halde Rabbimizin dinini nasıl bu konuma koyabiliriz?! Onların yaptıkları şey, gerçekten ne kötüdür.

وَٱللَّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ ٱلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ ٱلشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيماً "Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler." [Nisa 27]


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Irak'a Yönelik Amerikan Savaşının Üzerinden On yıl Geçmesinin Ardından: Irak Kadınlarının Hayatı Kabusa Dönüşmüştür

Irak'a yönelik Amerikan savaşının onuncu yıldönümü 03 Mart 2013 gününe tevafuk etmektedir. Amerika'nın, Irak'ı kitle imha silahlarından temizleme ve Irak halkını zulüm, zalimlik ve baskı gibi acılardan kurtarma gerekçesiyle girdiği işte bu savaştır. Nitekim bu savaşın üzerinden on yıl geçmesinin ardından Irak kadınları, hala özgürlükten uzak oldukları gibi dahası hayatları kabusa dönüşmüştür. Zira geçen on yıl boyunca Iraklı kadınlar, ölümün, yıkımın, yerinden edilmenin, tutuklamanın, ırzların çiğnenmesinin ve güvensizliğin acısını çekmiş ve -hala da çekmeye devam etmektedirler-... Bunun yanı sıra bakacak kimsesi ve çocukları olmayan binlerce dul kadın bulunmaktadır. Bu da o kadınlardan birçoğunu, kendileri ve çocukları için bir lokma ekmek kazanmak amacıyla dilenmeye sevketmektedir.

Irak'a yönelik Amerikan savaşı, insanları özgürleştirmek ve onlar için rahat bir hayat sağlamak için olmamış, bilakis Amerika gibi kapitalist bir devletin salyasını akıtan petrole egemen olmak için bir savaş olmuştur. Zira kapitalizm, insanların hayatını önemsemeyen ve tek önem verdiği şey de tüm Irak halkının ölmesi pahasına bile olsa Irak'ın petrol kaynaklarına egemen olmak yoluyla ekonomik kazançlar elde etmek olan vahşî bir Amerika ortaya çıkarmıştır.

Ey Raşîd Ülkedeki Müslüman Bacılarım!

Irak rejimi de dahil yabancı güçler ile onların kuyrukları sonsuza dek ortadan kaldırılıp onların tahtlarının enkazlarının üzerine Raşidî Hilafet kurulmadıkça bu yoksulluk ve sefalet silsilesi asla durmayacaktır. Zira sizler ve evlatlarınız için korunmayı ve gözetimi sağlamaya muktedir olan sadece Hilafet'tir. Ayrıca Müslüman bir kadının ırzını çiğneyen ve ona ihanet eden herkesten intikam almak için Mutasım gibi orduları harekete geçirecek olan sadece Hilafet'tir. Yine sizlerin bakacak bir kimsesi olmadığı ya da bakacak olan kişinin nafaka vacibini yerine getirmekten aciz kaldığında sizler ve çocuklarınız için temel ve lüks ihtiyaçları sağlayacak olan sadece Hilafet'tir. Bunun yanı sıra sizlerin konumlarını yükseltecek ve sizlere siyasete ve ekonomiye katılma hakkı verecek olan da sadece Hilafet'tir.

Bundan dolayı ey Irak'taki ve tüm dünyadaki Müslüman kadınlar! Bizler sizleri, kokuşmuş kapitalizm ile beşerî sistemlerin altındaki fakirlik ve yoksulluktan kurtulmanız için Raşidî Hilafet'i kurmak için çalışanlarla birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Böylece dünyada onurlu ve izzetli bir yaşamı elde edeceğiniz gibi Allah'ın izniyle ahirette de genişliği gökyüzü ve yeryüzü kadar olan cenneti elde edeceksiniz.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ  "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır." [er-Rûm 4-5]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hakeza Rejimin Destekçisi Şeyh El-Bûtî Mescidinde Ölüp Gitti... Rejim İse Bu Yapılandan Pekte Uzak Değildir, İbret Alın Ey Akıl Sahipleri!

21.03.2013'de facir yalancı Suriye haberlerine göre Şeyh Saîd Ramazan el-Bûtî, haftalık düzenli olarak ders verdiği Şam'ın el-Mezraa mahallesindeki eski el-İman camisinde meydana gelen bombalamada kırktan fazla kişi ile birlikte öldü ve onların iki katıda yaralı bulunmaktadır. Adetleri olduğu üzere Suriye'deki resmî televizyon istasyonları, hızla suç alanına koşuşturdular ve güvenlik otoriteleri ise haberi ve suçlamayı bizzat denetlemek için onların dışındaki görüntü ve haberleri yasakladılar. Ancak buna rağmen haber kanalları, suç unsurlarının bizzat devleti işaret ettiğini söylediler. Çünkü Şeyhin oturmuş koltuğun ön kısmı hafif bir zarar görürken büyük koltuk sağlam olarak kalmıştır. Sonra kanlar ve vücut parçaları, Şeyhin koltuğuna yakın bir yere değil de caminin orta kısmına yakın bir yerde yoğunlaştığı gibi kanların ortasında terkedilmiş ayakkabılar da bulunmaktadır. Nitekim Müslümanların, mescitlere ayakkabılarla girmedikleri bilinen bir husustur. O halde öğrenciler, mescitteki Şeyhin halkasında ilim için oturuyorlarken nasıl olur da katılımcıların ayakkabıları dağınık olabilir ki? Bombalamanın manzarasının temiz olması da cabası! Çünkü mescidin duvarları, direkleri, minberi ve diğer mobilyalarının üzerinde herhangi bir kirlilik veya dikkat çekici siyah etkiler veya şarapneller veya mobilya yada lamba kırıkları bulunmamaktadır! Sonra Şeyh el-Bûtî'nin cesedi, gösterilmediğinden hiç kimse onu görememiştir. İşte tüm rivayetlerde bu, "bilinen " çok önemli bir "noktadır." Dolayısıyla şayet mescitte ölmüş olsaydı, büyük bir zarar görmeyen koltuğu ile çevresindekilere kıyasla cesedine büyük bir zararın isabet etmemesi gerekiyordu. Ancak kameralar, Şeyhin cesedini göstermemişledir ki bu da onun ölümüne dair bir kanıtın olmaması içindir. Nitekim bizler, rejimin cürümlerine ve fabrikasyonlarına alışığız. Bundan dolayı bizler, aksi ispatlanıncaya kadar rejimi suçluyoruz. Özellikle de uzun zamandır kendisini destekleyen birini satıp öldürmüşken. Görünen o ki kasap Beşar, kendisinden öğrenmek için kabirdeki babasının defterlerini karıştırmaktadır.

Ey Şam-Suriye'deki Müslümanlar:

Sizler, bu rejimin pisliğini çok iyi biliyorsunuz. Dahası rejimin, bu tür fabrikasyon eylemler gibi alçakça hamlelerinin en iyi tanıkları sizlersiniz. Mesela çevrenizdeki ticarethanelerin bombalanmaları ile araba bombalamaları sizlere çok uzak değildir. Nitekim bu, başarısızlığı temsil ettiği gibi mücrimi de ifşa etmektedir. Zira Allahu Teâlâ, aptal varlıkların başlarının yapmış olduğu her ameli ifşa etmektedir. Nitekim rejim, suçunu hafifletmek için evlatlarını kolaylıkla öldürmektedir. Hatta o, onlardan hiçbirini bırakmayacağı gibi devrilmesinden önce ya onları öldürecek ya da bu sırada elde edeceği herhangi bir kazanç için istihdam ettiği sürece onları ayakları altına alacaktır. O halde onlar bunu idrak edip güzel bir karar alabilecekler mi acaba?

Ey Allahu Teâlâ'nın İzniyle Nusret Bulacak Olan Suriye'deki Müslümanlar:

Şeyh el-Bûtî'nin ölüm haberi bizlere ulaştığında bu tür bir sondan dolayı gerçekten çok üzüldük. Zira o, oğuldan önce babanın da olduğu Esed ailesinin yardımcısı olmuş ve kasap Beşar'ın cürümlerinde ve ayaklanmacılara yönelik kampanyasında çok ileri gitmiştir. Hatta yapmış olduklarından dolayı çok şaşırdık; zira ilmi ile bu desteği nasıl bir araya getirebildi acaba?! Gerçekten seksen yaşlarında biri olarak onun, zorbalığında hiçbir içtihadı olmayan bu tagut karşısında şehitlik fırsatını yakalamışken daha önceden hak bir tutum sergilemesini dilerdik. Umulur ki böylece geçmiş günahları da silinebilirdi. Ancak Rabbimiz, şöyle buyurmaktadır:

إِنْ هِيَ إِلا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَاءُ وَتَهْدِي مَنْ تَشَاءُ أَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ "Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim mevlamızsın, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın!" [Âraf 155]

Ey Dâr-ul İslam'ın merkezindeki Şam ayaklanmasının sahipleri, bizim Allah'tan başka ne bir sığınağımız ne de bir korunağımız vardır. Allah için imanından mutmain olan kaç Müslüman, Rabbi ile birlikte olduğunda gücü ve izzete hissedebiliyor? İman sahibi kaç Müslüman, nusretin sadece Allah'ın elinde olduğunu, zamanı geldiğinde nusretin sebeplerini hazırlayacağını ve hazırlamış olduğunu en önemli sebeplerden birinin de bizim sadece O'nun ile birlikte olmamız olduğunu tayin edebiliyor? O halde Allah'ın sizin için emretmiş olduğu şeyleri yaparak Allah'ın dininin sadece kendisiyle izzet bulacağı ve Allah'ın kelimesinin sadece kendisiyle yüceleceği İslamî Hilafet'i kurmak ve Müslümanların Halifesi'ne biat etmek için ısrarcı olunuz. Ayrıca onun ehlinden ve ensarlarından olunuz ki Allah sizinle insanları, taşları ve ağaçları ıslah etsin. Haydi o zaman nusrete ve biate koşun. Vallahi sizler buna çok muhtaçsınız ve bunu yapanlar da insanların en hayırlısı olacaktır. Gerçekten bunun ardından Allah'ın ahir zamandaki ensarları olacaksınız. O halde hangi şeref sizleri bekletmektedir?! Nitekim Allahu Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

قُلِ ٱللَّهُمَّ مَالِكَ ٱلْمُلْكِ تُؤْتِى ٱلْمُلْكَ مَن تَشَآءُ وَتَنزِعُ ٱلْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَآءُ وَتُعِزُّ مَن تَشَآءُ وَتُذِلُّ مَن تَشَآءُ بِيَدِكَ ٱلْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü hayır senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye kadirsin." [Âli İmran 26]


Devamını oku...

Bir Uyarı ve Açıklama Hizb-ut Tahrir, Hiç Kimseyi Temsil Etmeyen ve Hiç Kimsenin de Kendisini Temsil Etmediği Farklı Bir Siyasî Partidir

Birçok kez meydana geldiği üzere bazı medya organları, özellikle Suriye'de ve aynı şekilde diğer ülkelerdeki olayları aktarırken, Hizb-ut Tahrir ve metodu ile Hizb-ut Tahrir'den farklı fikrî programları ve çalışmaları olan diğer örgütlerin ve İslamî hareketlerin tutumlarının ve amellerinin arasını karıştırmaktadırlar.

Bu ise bizi, aşağıdaki hususları açıklamaya sevketmiştir:

1-Hizb-ut Tahrir, ideoloji İslam olan ve Hilafet Devleti'ni kurmak için Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in çalışmasından elde edilmiş şerî metodu takip ederek İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışan siyasî bir partidir.

2-Hizib, çalışma metodunu fikrî çatışma ve siyasî mücadele ile sınırlandırmış olup Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna bağlı kalarak maddî eylemleri reddetmektedir.

3-Hizib, Batı'nın Ümmete dayattığı batıl sistemi yıkmak ve Allah'ın şeriatı ile hükmedecek bir Halife'ye biat etmek için tüm İslam Ümmetine acil çalışmayı farz kılan şerî hükme bağlı kalarak Hilafet Devleti'ni kurmayı amaçlamaktadır. Ayrıca Hilafet'i kurmak için çalışmak,  sadece Hizb-ut Tahrir ile sınırlı olmayıp bilakis tüm Müslümanların üzerine vaciptir.

4-Ortada İslamî Devleti ya da Hilafet Devleti'ni kurmak amacıyla çeşitli metotları takip eden örgütler, hareketler ve cemaatler bulunmaktadır. Hizb-ut Tahrir olarak bizler, tüm Ümmete Hilafet'i kurmak için çalışmanın vacip olduğunu hatırlatıyoruz ama bizim her ne şekilde olursa olsun herhangi bir cemaatle bir ilgimiz olmadığı gibi bunlardan herhangi biriyle örgütsel bağlarımızda yoktur. Zira hizbin, ne dalları ne kanatları ne de farklı başka kuruluşları vardır. Dolayısıyla hizib, her zaman sadece açık ismiyle çalışmakta olup isimlerin ya da başka odakların arkasına gizlenmek metodumuzdan değildir.

5-Hizb-ut Tahrir şebâbı, amellerinde ve aktivitelerinde iki tür râye olan İslam'ın râyesi ile tevhid râyesini kaldırmaktadır ki bu her iki râye de zemini beyaz veya siyah olan [لا إله إلا الله محمد رسول الله] şahadet kelimesini taşımaktadır. Dolayısıyla hizib, başka herhangi bir slogan ya da râye kullanmamaktadır. Nitekim el-Ukab Râyesi, Müslümanların râyesi olup herhangi bir birey veya bireyler veya başka bir cemaat onu kaldırdığında bunların, uzak ya da yakından mutlaka Hizb-ut Tahrir örgütü ile bir ilgisi olduğu anlamına gelmez.

6-Hizbin çalışma alanlarında medya temsilcileri bulunmakta olup hizib, olaylara ve meselelere karşı tutumlarını açıkladığı neşriyatlar yayınlamakta ve ona da imzasını eklemektedir. Dolayısıyla medya organlarının, Hizb-ut Tahrir'in tutumları hakkında aktardıklarında ve ona atfettiklerinde hassas olmaları gerekir ve hizbin Beyrut'taki Merkezî Medya Bürosu da dahil yaygın medya bürolarına çok kolay bir şekilde ulaşılabilinir. Bu yüzden medya organlarının, hizbin temsilcilerine ulaşılmasının zor olduğu şeklindeki çağrıları kabul edilemez. Ayrıca bizler kamuoyunun, ister hüsnü niyetle isterse başka şekilde olsun propagandası yapılan söylentiler ve hizbe atfedilen tutumlar da dahil doğruyu araştırıp beyyinat üzere olmasını ümit ediyoruz.

7-Hizbin, laiklik, ulusalcı ve demokrasi gibi ithal ve yabancı mefhumlar ve akideler ile sosyalizm, kapitalizm ve şeriatın değil de halkın egemenliği gibi diğer mefhumlara egemen olan şerî bakışa bağlı olma noktasındaki tutumu açık ve katıdır. Dolayısıyla bunların hepsi, İslam'ın tamamen reddettiği tehlikeli mefhumlardır.

8-Hizib, herhangi bir kafir devletin veya herhangi bir yapancı devletin ajanı olan rejimin yardımını kabul etmez. Bilakis Batı'nın imal ettiği ve kendisiyle İslam Ümmetinin vahdetini parçaladığı bu varlıkları yıkmak için çalışır.

9-Hizbin İslamî cemaatlere karşı olan tutumuna gelince ki bu; onlarla ilişki kurmak ve İslam akidesinin metotlarına ve şerî hükümlere bağlı kalındığı sürece Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışma yolunda nasihatleşmektir. Nitekim hizib, daha önce de fikrî farklılığa veya bazı meselelerdeki faklı içtihatlara rağmen zalim rejimlerin zulümlerine maruz kalan İslamî hareketler içerisindeki Müslüman kardeşlerine yardım etmek için birçok tutumlar benimsemiştir. Dolayısıyla onlardan herhangi birinin tevile veya sapkın mefhumları yorumlamaya gitmesi durumunda söz ve amelinde doğru olacağını ümit ederek ona halisane nasihatte bulunmak için çok çaba sarfettik.


Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER