Çarşamba, 29 Recep 1446 | 2025/01/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Cumhurbaşkanı Gül'ün Amerika Ziyâreti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 8 Ocak'ta başladığı Amerika ziyâretini 11 Ocak'ta tamamladı. Görüşmesinde başta Bush olmak üzere pek çok yetkili ile ve başta Yahudi grupları olmak üzere pek çok kuruluş ile, Gül'ün kendi ifadesiyle "Afganistan'dan Orta Asya'ya, Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, Irak'tan Balkanlara, terörle mücadeleden enerjinin güvenlikli bir şekilde taşınmasına kadar bir çok konuda" görüştü.

Türkiye ile Amerika arasındaki "50 yıllık sınanmış, denenmiş ilişkilerin", "herhangi iki ülke arasındaki ilişkilerin ötesinde olduğunu" söyleyip bu ilişkilerin özünde "ortak değerler" olduğunu belirterek şöyle dedi: "Ortak değerler; demokrasiye olan inanç, insan haklarına olan saygı ve serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi... Biz bu değerleri paylaştığımız için ilişkilerimizin sağlam bir temeli olmaktadır." Çok faydalı diye tanımladığı görüşmelerinden çok mutlu olduğunu söyledi.

Görüşme konularında Türkiye Hükümeti ve Cumhurbaşkanı ile Amerikan yönetimi arasında pürüzsüz, gönülden, bağımlı, ortak ve tek taraflı görüşler ekseninde ele alındığı mâlumdur. Klasik "ver-kurtul" ilkesinin, Türk-Amerikan ilişkileri söz konusu olunca "al-rahatlat" ilkesine dönüştüğü açıktır. Amerika'nın dünyanın en önde gelen sömürgeci, işgâlci ve katliamcı devleti olduğu meşhur olduğuna göre, Gül ile Bush'un hiçbir konuda ihtilâf etmemesi başka ne anlama gelebilir ki? Bu bağlamda Gül'ün, "Amerikan yönetiminin Türkiye'nin terörle mücadelesine destek karşılığında Türkiye'den hiçbir beklentisi yoktur. 'Ben bunu yapıyorum, sen de şunu yap' diye bir şey söz konusu değil" sözüne hangi akıl sahibi inanabilir ki? Bundan kasıt, "ben ne istersen yapıyorum, senin zahmet edip söylemene hiç gerek yok" ise olabilir.

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Gül'ün ziyareti, Bush'un Ortadoğu turunun hemen öncesine denk geldi. Yaklaşık iki ay kadar önce Başbakan Erdoğan'ın Washington'a gitmiş olduğu, Bush'un ertesi gün zaten bölgeye gelecek olması ve Bush'un Mısır'a varmasından bir gün önce Mısır'a gidecek olması ve orada Bush ile tesâdüf etmesi, yada Bush'un bunca ülkeyi ziyâretine Türkiye ziyâretini eklemesi ... gibi hususlar dikkate alındığında görülüyor ki Bush, Gül'ü Amerika'ya dâvet etmemiş, bilakis ayağına çağırmıştır.

İsterdik ki Cumhurbaşkanı Gül'ün, binlerce kilometre yol kat ederek düzenlediği ve Amerika'nın yüzlerce Müslümanı katlettiği bir sırada gerçekleşen bu dört günlük ziyâretin her aşamasını ve ele alınan tüm konularını ayrıntılı bir şekilde değerlendirip Ümmet'e beyân edelim. Ancak buna ne imkân, ne de hâcet var;

Deveye sormuşlar: "Neren eğri?" Demiş ki: "Nerem doğru ki?"

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bush'un Ziyâreti "Barış" İçin Değil, "İsrail" Irkçılığını Güvence Altına Almak İçindir

Bush'un işgâl altındaki Filistin'e ziyâreti etrafında dönen medya sirki, onu bir barış havârisi olarak gösterebildi belki, ancak vahşi "İsrail" ırkçılığına verdiği kepaze desteği ve "İsrail"in güvenliği için doğrudan Amerikan askerî müdâhalesini gizleyemedi. Bush, ayağının tozuyla Birleşik Devletler'in "İsrail" ile müttefikliğinden dem vurup bunun "bir Yahudi devleti olarak İsrail'in güvenliğinin garantisi" olduğunu söyledi.

Bu ziyâreti yorumlayan, Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "Bush, uluslararası toplum ve Annapolis'te onu alkışlayan Arap liderler, milyonlarcasına acımasızca davranan ve vahşice ezen ırkçı bir devletin apolojistleri haline gelmişlerdir. "İsrail"in kafatasçı ve yayılmacı doğası, kalıtsal olarak onu bölgede yıkıcı bir güç haline getirmektedir."

"İsrail(!) Birleşik Devletler Ordusu'ndan gayretlerinde doğrudan yardım almaktadır. Annapolis Zirvesi sonrası Condoleezza Rice, iki Amerikan generali Keith Dayton ile (emekli) James Jones'un ‘güvenlik birimlerinin kurulmasında ve işlerlik kazanmasında Filistin Otoritesi'ne yardım edeceklerini' ve bunun ‘Filistin Otoritesi ile komşu ülkeler arasında güvenlik düzenlemeleri sağlanmasını da içereceğini' duyurdu."

"Hafiften yalanlamalarına karşın Mahmûd Abbâs, Amerikalı generallerin Filistin güvenlik yetkililerine emirler yağdırmalarına izin vererek Filistinlilerin güvenliğinden daha da ferâgat etmiştir. Hiç olmadığını kadar açık ki ABD'nin ‘Filistin eyâleti', kezâ diğer Arap devletleri vizyonu, her şeyden ziyâde "İsrail"'in güvenliği hakkındadır."

"Yalnızca, İslâmî Hilâfet gölgesinde tâbiyeti ırkın üstünde gören bir vizyon; dili, dini, ırkı, rengi her ne olursa olsun bölgenin tüm halklarına istikrâr ve güvenlik sağlayabilir. Târihî örneklerden mâlumdur ki Hilâfet; Ortadoğu'ya adâleti ve uyumu birlikte getirmeye, su ve yakıt gibi doğal kaynakları sonu gelmez çatışmaların temeli olmaktan çıkarıp tüm tebânın maslahatına sunmaya muktedirdir."

 

 

 

Tâci Mustafâ

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Sâdık Hân'ın Dinlenmesi, İngiliz Polis Devleti'ni Müslümanlara Karşı Güçlendiriyor

İşçi Partisi Milletvekili Sâdık Hân ile seçmeni Baber Ahmed arasındaki özel görüşmeler sırasında geçen konuşmaların polis tarafından dinlendiğinin açığa çıkması, söz konusu olan Müslüman toplum ve "teröre karşı savaş" olunca hiçbir kuralın ve bürokrasinin geçerli olmadığının en son kanıtıdır.

Bu olayı yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Söz konusu olan ‘teröre karşı savaş' ve Müslüman toplum olunca, hiçbir kural yada bürokrasi geçerli olmamaktadır, herhangi bir Avrupa ülkesindeki en uzun süre olan, duruşmasız halde 28 günlük gözaltı süresine ilişkin mevcut drakonik yasayı öneren ve oylayan Sâdık Hân için bile olsa! Son birkaç haftadır, Müslümanların, sırf piyasada olan kitapları bulundurdukları için mahkûm edildiklerine, üniversite öğretim üyelerinin Müslüman öğrenciler aleyhine ispiyonculuk yapmaya çağrıldıklarına ve Müslüman topluluklar üzerindeki polisiye gözdağı atmosferinin yoğunlaştığına şâhit olduk. Birçokları haklı olarak McCarthyizm'den [Amerikalı senatör Joseph McCarthy'nin 1950 ilâ 1954 yılları arasında Amerikan devlet kurumları ve toplumu içerisindeki siyâsî muhâliflerini kanıtsız olarak Komünist olmakla suçlayıp yargılanmaları için başlattığı kampanya akımı] ve Müslüman topluma karşı işletilen paralel bir hukuk sisteminin varlığından söz etmişlerdir. Bu tür önlemler ilk kez, gittikçe artan tutuklamalar ve gözaltılar ile Komünist bloktaki totaliter toplumların korunması biçiminde görüldüğü için olsa gerek, Sâdık Hân'ın espiyonajı fazlasıyla şaşırtıcı görülüyor. Hatta bir diğer İşçi Partisi Milletvekili Andrew Mackinlay bile Sâdık Hân'ın dinlenmesi olayının, ‘totaliter bir rejimin tüm niteliklerine' sahip olduğunu söyledi."

"Hükümet'in soruşturma çağrısı da, on yıllardır otoriter önlemlerden çok daha fazlasını yapmaya devam ettikleri gerçeğini gizleyemez. Buna, duruşmasız gözaltı süresinin artırılması, kimlik kartı uygulamasına geçilmesi, kontrol kurallarının sıkılaştırılması ve daha fazla drakonik yasalar da dâhil. Böylesi şeyler Burma veya Zimbabve gibi totaliter rejimlerin gölgesinde açığa çıkarılmış olsa, bu Batılı yönetimlerden pek çok homurtulu sesler işitiyor olurduk. Ne var ki hakikatte bu Batılı demokratik rejimler de kendi vatandaşlarına karşı casusluk yapılmasını engellemek için yeterince güvence sağlamaktan âcizdirler. Şu halde birçok Müslümanın, İngiltere'nin toplumumuza karşı bir polis devletine dönüşmeye başladığına inanmaları haksız mıdır?"

"İslâm, bazı politikacılar ve medya tarafından mütemâdiyen öylesine yanlış gösterilip çarpıtılmaktadır ki ‘oyunun kuralları'nın vatandaştan vatandaşa değişmediğine inancı kırmaya çalışmaktadırlar. Oysa İslâm Âlemi'nde insanların başlarındaki laik sistemlere bir alternatif olarak arzuladıkları Hilâfet Devleti, tebâsına karşı casusluk yapılmasını kesin olarak men eder, suçluluğu kanıtlanana dek herkesin mâsum olduğunu teyit eder ve herkesi hukuka dayalı bir adâlete muhatap kılar. Politik çıkarlar yada materyalist kazançlar uğrunda manipüle edilen, insanların önyargılar ve korkular yoluyla incitilmesine meydan veren bir hukuk sisteminin ve yasamanın varlığına asla izin vermez."

 

 

İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Sâdık Hân'ın Dinlenmesi, İngiliz Polis Devleti'ni Müslümanlara Karşı Güçlendiriyor

İşçi Partisi Milletvekili Sâdık Hân ile seçmeni Baber Ahmed arasındaki özel görüşmeler sırasında geçen konuşmaların polis tarafından dinlendiğinin açığa çıkması, söz konusu olan Müslüman toplum ve "teröre karşı savaş" olunca hiçbir kuralın ve bürokrasinin geçerli olmadığının en son kanıtıdır.

Bu olayı yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Söz konusu olan ‘teröre karşı savaş' ve Müslüman toplum olunca, hiçbir kural yada bürokrasi geçerli olmamaktadır, herhangi bir Avrupa ülkesindeki en uzun süre olan, duruşmasız halde 28 günlük gözaltı süresine ilişkin mevcut drakonik yasayı öneren ve oylayan Sâdık Hân için bile olsa! Son birkaç haftadır, Müslümanların, sırf piyasada olan kitapları bulundurdukları için mahkûm edildiklerine, üniversite öğretim üyelerinin Müslüman öğrenciler aleyhine ispiyonculuk yapmaya çağrıldıklarına ve Müslüman topluluklar üzerindeki polisiye gözdağı atmosferinin yoğunlaştığına şâhit olduk. Birçokları haklı olarak McCarthyizm'den [Amerikalı senatör Joseph McCarthy'nin 1950 ilâ 1954 yılları arasında Amerikan devlet kurumları ve toplumu içerisindeki siyâsî muhâliflerini kanıtsız olarak Komünist olmakla suçlayıp yargılanmaları için başlattığı kampanya akımı] ve Müslüman topluma karşı işletilen paralel bir hukuk sisteminin varlığından söz etmişlerdir. Bu tür önlemler ilk kez, gittikçe artan tutuklamalar ve gözaltılar ile Komünist bloktaki totaliter toplumların korunması biçiminde görüldüğü için olsa gerek, Sâdık Hân'ın espiyonajı fazlasıyla şaşırtıcı görülüyor. Hatta bir diğer İşçi Partisi Milletvekili Andrew Mackinlay bile Sâdık Hân'ın dinlenmesi olayının, ‘totaliter bir rejimin tüm niteliklerine' sahip olduğunu söyledi."

"Hükümet'in soruşturma çağrısı da, on yıllardır otoriter önlemlerden çok daha fazlasını yapmaya devam ettikleri gerçeğini gizleyemez. Buna, duruşmasız gözaltı süresinin artırılması, kimlik kartı uygulamasına geçilmesi, kontrol kurallarının sıkılaştırılması ve daha fazla drakonik yasalar da dâhil. Böylesi şeyler Burma veya Zimbabve gibi totaliter rejimlerin gölgesinde açığa çıkarılmış olsa, bu Batılı yönetimlerden pek çok homurtulu sesler işitiyor olurduk. Ne var ki hakikatte bu Batılı demokratik rejimler de kendi vatandaşlarına karşı casusluk yapılmasını engellemek için yeterince güvence sağlamaktan âcizdirler. Şu halde birçok Müslümanın, İngiltere'nin toplumumuza karşı bir polis devletine dönüşmeye başladığına inanmaları haksız mıdır?"

"İslâm, bazı politikacılar ve medya tarafından mütemâdiyen öylesine yanlış gösterilip çarpıtılmaktadır ki ‘oyunun kuralları'nın vatandaştan vatandaşa değişmediğine inancı kırmaya çalışmaktadırlar. Oysa İslâm Âlemi'nde insanların başlarındaki laik sistemlere bir alternatif olarak arzuladıkları Hilâfet Devleti, tebâsına karşı casusluk yapılmasını kesin olarak men eder, suçluluğu kanıtlanana dek herkesin mâsum olduğunu teyit eder ve herkesi hukuka dayalı bir adâlete muhatap kılar. Politik çıkarlar yada materyalist kazançlar uğrunda manipüle edilen, insanların önyargılar ve korkular yoluyla incitilmesine meydan veren bir hukuk sisteminin ve yasamanın varlığına asla izin vermez."

 

 

İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Filistin Güvenlik Birimleri, Amerika Haçlı Savaşı'nın Lideri Bush'un Ziyâreti Aleyhinde Bir Beyân Dağıttıkları İçin Hizb-ut Tahrir Şebâbını Tutukluyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin güvenlik birimleri, Batı Şeria'nın tüm bölgelerinde Hizb-ut Tahrir şebâbının saflarına yönelik bir tutuklama kampanyası başlattı. Bu da Amerikan Haçlı Savaşı'nın lideri Bush'un Filistin ziyâreti hakkında bir basın açıklamasının dağıtımı sırasında ve sonrasında meydana geldi. Nitekim Hizb'in şebâbı, "Elleri Müslümanların Kanına Bulaşmış Adam, Ne Hoş geldin, Ne de Sefâlar Getirdin!" başlıklı basın açıklamasını, bugün 10.01.2008 Perşembe günü öğleyin aleni bir şekilde pazarlarda ve mescit önlerinde dağıttılar.

Kuzey'deki Cenîn'den güneydeki el-Halîl'e kadar muhtelif bölgelerde tutuklananların sayısı, bu beyânın hazırlanmakta olduğu saat (15:06)'ya kadar Hizb'in şebâbından yaklaşık otuz kişi idi. Kezâ tutuklamalar, Tulkerim, Kalkilye, Nablûs ve Râmallah'a dek uzandı.

Yine emniyet birimleri, Kudüs'ün kenar mahallelerinden er-Râm bölgesinden, Berakât Cerâdât isimli şâbı dört gün önce, bir mescitte verdiği Cumâ hutbesinden sonra kaçırdı ve halen gözaltındadır.

كَتَبَ اللَّهُ لأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ "Allah şöyle yazdı: Ben ve elçilerim mutlaka gâlip geleceğiz. Muhakkak ki Allah Kaviyy'dir, Azîz'dir." [el-Mucâdele 21]

 

Devamını oku...

FPÖ'nün İslâm'a Karşı Nefret Dolu Suçlamaları Hakkında Bir Basın Açıklaması Bu Kadarı da Fazla Artık!

13.01.2008 Pazar günü, Avusturya Özgürlük Partisi [FPÖ] İslâm'a karşı alçakça saldırısında görülmemiş bir seviyeye çıktı. İlk kez, parlamentoda temsil edilen bir Avusturya partisinin başkan adayı olan bir kadın, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i "pedofil (sübyancı) !!!" olarak tanımlayıp Kur'ân-il Kerîm'i, geçirdiği epilepsi krizleri sırasında yazmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Pazartesi günü de azgınlığını sürdürüp pedofilinin Müslüman erkekler arasında yaygın olduğunu iddia etti.

Adı sanı Graz şehrinin sınırları dışına taşamayan bu şirret kadın, Dr. Susanne Winter, açıktır ki bu hakâretlerle, seçmenler nezdindeki çirkin "imajını cilalamak" uğrunda kendisini Avusturya medyasının manşetlerine taşımak arzusundadır. Öyle ki gelecek Pazar günü yapılacak yerel parlamentolar seçiminde partisi için önde giden bir çıkış hazırlasın!

İlk hedef, fiilen gerçekleşmiştir. İkinci hedefine ulaşmayı başarması ise Graz halkının alnında bir utanç lekesi olacaktır. Gerçeklik şöyle dursun, bu şirret kadının söylemleri saçmalıktır. İslâm'a kin kusan iğrenç söylemlerdir ve muhatap alınmaya müstahak değildir. Fakat bu, vicdânî caydırıcılık tanımayan ve ne kadar menfur olursa olsun, politik tamahları uğrunda herhangi bir aracı kullanmaktan kaçınmayan böylesi insanların iğrenç tabiatını ifşâ etmektedir. Açıktır ki kimileri İslâm'a yönelik böylesi saldırıları ile Avusturya halkını aldatmaya ve FPÖ dâhil hiç kimsenin köklü çözümler bulamadığı toplumun gerçek sorunlarından dikkatleri uzaklaştırmaya uğraşmaktadırlar. O nedenle insanlara sunulmak ve üzerine siyâsî çöküntünün ve önceki yılların ağır hezîmetinin sorumluluğu atılmak üzere fedâ edilecek bir kurban aranmaktadır. Kimileri sanıyor ki bu kurban, İslâm'da ve Müslümanlarda bulunmuş haldedir.

Kin ve nefret dolu bu konuşma, sapasağlam İslâm duvarına çarptığında, ona hiçbir zarar vermeden yere çakılmıştır. Zîra İslam en güçlüdür, aklî akîdesi ile en sağlamdır ve mendeburların beş para etmez sövgülerinden ve ucuz politikalarından müteşekkil çer-çöp yığınlarının pis kokusuna karşı dirençlidir. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Dr. Winter gibileri hakkında Kur'an'da bildirdiği haberin doğruluğu her defasında tecelli etmiştir:  لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى "Onlar size ancak eziyet dışında hiçbir zarar veremeyeceklerdir." [Âl-i İmrân 111]

Bu durumu önemseyenlere ve bu ülkedeki akıl sahiplerine soruyoruz: İslâm'ı tanıdığı ve İslâm inancına ve değerlerine saygı duyduğu iddiasındaki bir ülkede böylesine alçakça bir biçimde İslâm'a karşı kışkırtıcı tutum takınma hakkını nasıl kendinde bulmuştur bu şirret kadın?! İslâm'a ve Rasulü'ne böylesine alçakça bir biçimde sövmek için nârâlar atmak dışında bu ülkede özgürlüğüne ne anlamı var?! Bu hordanın sırf bu tür açıklamalar üzerinde bahse tutuşması, insanlar nezdinde oylarını artırmak, seçime yönelik kazanımlar elde etmek ve bu ülkede insanların durumu hakkındaki soruşturmaları savsaklamak içindir. Zîra FPÖ, bulanık suda avlanarak politik kazanımlar elde etmek için kutuplaşma pozisyonu oluşturmak ve gerilim atmosferi meydana getirmek maksadıyla kasıtlı olarak İslâm'a karşı kindar ve karalayıcı bu menfur konuşmanın zeminini hazırlamıştır.

Son olarak; sadece Müslümanları değil, akıl ve ahlâk sahibi gayri-müslimleri de, kullanılabilir tüm araçlar ve üsluplar ile, İslâm'a revâ görülen bu iğrenç saldırıya tepki göstermeye çağırıyoruz. Bu ülkede İslâm'a ve Müslümanlara karşı süregelen bu hakâretlere haddini bildirmenin zamanı artık gelmiştir!

 

Mühendis Şâkir Âsım

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Almanya ve Alman Bölgeleri

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Müslümanların Kanlarına Eli Bulaşmış Adam, Ne Hoş Geldin, Ne Sefâlar Getirdin!

  • Kategori Filistin
  •   |  

قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ  "(Size karşı) duydukları kin ve nefret ağızlarından (dökülen sözlerinden) taşmıştır. Kalplerinde besledikleri (kin ve nefret ise) çok daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, size bu âyetleri açıklamış bulunuyoruz." [Âl-i İmrân 118]

 

George Bush'un îlan ettiği Haçlı Savaşı henüz bitmedi, aksine Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de ve diğer yerlerde turunu sürdüregelmekte, binlerce Müslümanın kanını akıtmaktadır. Bush'un bu ziyâreti de, İslâm'a ve Müslümanlara karşı kinini kusan ve Yahudilerin maslahatlarına hırsını açığa vuran bu felâket turlarından biri olmaktan öte değildir. Gerçek şu ki Bush, bu Haçlı turu ile, Müslümanlar için ölümcül ve tehlikeli bir zehir taşıyarak gelmiştir. Nitekim Filistin'de Yahudi varlığı için maddî ve güvenlik açısından elinden gelen en üstün hizmetleri sunmanın yanı sıra, İran'ın nükleer silahlara sahip olmasına izin vermeyeceği konusunda onları mutmain etmek ve İran'ın nükleer silah sahibi olmaya uğraştığı iddiasını "aklayan" Amerikan Ulusal İstihbârat Konseyi raporundan sonra kapıldıkları endişelerini gidermek için gelmiştir. Tüm bunlar da Cumhuriyetçi Parti'nin, Yahudi lobisinin oylarını kazanması için yürütülen seçim kampanyasının bir parçası gibidir.

Bush'un Yahudi varlığına vereceği güvenlik hizmetleri, ziyâretine başlamasından öncesi kadar dahi, tüm açıklamalarında öne çıkmış ve bu ziyâretinin meşum Annapolis Konferansı'nda Yahudi'ye sunduklarının bir devamı niteliğinde olacağı üzerinde durmuştu. Bush'un güvenlik işleri danışmanı James Bradley 03.01.2008'de şöyle diyordu: "Annapolis'te start alan üç rota var: Birincisi; Filistin Devleti konusunda bir anlaşma çerçevesi oluşturmak üzere Filistinliler ile İsrailliler arasındaki müzâkerelerdir, ikincisi; Yol Haritası'nın uygulanmasıdır, ve üçüncüsü de Filistin Devleti'nin kurumlarının inşâsıdır... (Başkan) nezdinde (bu ziyâret) bu üç rotayı teşvik edecek ve bunlara desteğini gösterecek bir fırsat olacaktır." Sonra bir soruya cevâben şöyle dedi: "Filistin güvenlik güçlerinin yeteneklerini artırmak, Filistin Devleti kurumlarının inşâsından ve daha fazla güvenlik sağlayacak Yol Haritası'nın gereklerinin yerine getirilmesinden bir parçadır."

Bu açıklamalar incelendiğinde, Annapolis'te start alanlar ile George Bush'un bizzat üzerinde durduğu hususların, özel olarak Yahudi'nin ve Amerikalıların hizmetine adanmış Filistin Otoritesi isimli güvenlik projesinin aynısı olduğu, başkası olmadığı açığa çıkar; Bradley'nin işâret ettiği ikinci rota [Yol Haritası'nın ilk aşaması] güvenlik rotasıdır ki Filistin Otoritesi, bunun gereğince, "silahlı örgütlerin dağıtılması ve şiddetin tüm şekillerinin bitirilmesi" adı altında halkına karşı savaşmaktadır. Devlet kurumlarının inşâsına ilişkin üçüncü rotaya gelince; Bradley bunu şöyle diyerek tanımlıyordu: "Filistin güvenlik güçlerinin yeteneklerini artırmak, Filistin Devleti kurumlarının inşâsından ve daha fazla güvenlik sağlayacak Yol Haritası'nın gereklerinin yerine getirilmesinden bir parçadır." [Söylesenize kimin güvenliği?] Yani Annapolis rotalarından iki rota, Yahudi'nin güvenliğinin korunmasına ilişkin iki güvenlik rotasıdır. Bunun için üçüncü rota, güvenlik boyutuna ilintili bir husus olarak "müzâkereler" olmaktadır. Müzâkerelerin özü ve kaymağı, yalanla, palavrayla ve aldatmacayla Filistin "Otoritesi" yada "Devleti" adı verilen Yahudi'ye bağlı bu güvenlik teşkilâtının detaylarından ve formaliteden öte geçmez.

Binaenaleyh George Bush, Filistin Otoritesi kurumlarının inşâsının, bu suni varlığın Yahudi varlığına bağlı bir hizmetçi olarak görevini yerine getirecek şekilde icrasından bizzat emîn olmak için Batı Şeria'ya gelmiştir. Bu da Amerika'ya, projelerine bağlılığı benimsemeyen herkesi bu kurumlardan "temizlemeyi", Yahudilere ve Amerika'ya teslimiyeti ve boyun bükmeyi reddeden herkesi, özellikle de Filistinli grupların muhlis evlâtlarını tasfiye etmeyi ve marjinalleştirmeyi garanti altına alacaktır. Doğrusu Filistin Otoritesi, Dayton ve Jones'un başarılı bir öğrencisi olduğunu kanıtlamıştır. Zîra el-Halîl'deki barışçıl yürüyüşe katılan bir kişinin şehit düşürülmesi, vahşî saldırılar sonucu Batı Şeria'nın dört bir yanında Annapolis Konferansı'nı barışçıl şekilde protesto eden yüzlerce kişinin yaralanması, mescitlerin dokunulmazlığının çiğnenmesi... bu güvenlik birimlerinin ilk sınavı olmuştur. Ayrıca Yahudi ordusunun saldırısına zemin hazırlanan Nablus'taki güvenlik operasyonu da menfur Filistin Otoritesi'nin gizliliğini yaygaraları ile bastıramayacağı apaçık bir görev paylaşımıdır. Bunun içindir ki Haçlı Savaşı lideri, Filistin Otoritesi'nin sözde başarıları ve halkına karşı işlediği cürümler ile hoşnut edilecek ve gerek Bush'un, gerekse en düşük rütbeli "İsrail" subayının üzerlerine bindireceği Amerikan-Yahudi dayatmalarına, Filistin Otoritesi tarafından tam bir icâbet ile uyulduğu gösterilecektir. Çünkü bir kez alçalana, artık alçaklık vız gelir ve Filistin Otoritesi, seleflerine ve haleflerine taş çıkaracak emsâller sergilemiştir.

Gerçek şu ki Bush'un Haçlı Ordusu Müslümanların kanlarını hunharca içerken, her kim onu karşılar, her kim onu selâmlarsa, cürümünde ona ortak olur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Ey îman edenler! Yahudileri ve Nasrânîleri dost edinmeyin! Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden hem kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez." [el-Mâide 51-52] Yine her kim Kâfirlerin ve Müslümanların başındaki yöneticilerden ve Filistin Otoritesi'nden müteşekkil âvânelerinin saptırmalarına uyar, yalanlarını doğrularsa, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinden gâfildir:  لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ "Çünkü onlar size fenâlık etmekten asla geri durmazlar ve hep sıkıntıya düşmenizi isterler." [Âl-i İmrân 118]

Bush'un, Yahudinin güvenliğini korumak üzere inşâsını bizzat denetlemek için geldiği bu Filistin Otoritesi, basîretli gözler önünde, Yahudi varlığı için bir güvenlik kolu olmaktan ve Kâfirlerin kokuşmuş projelerinden bir proje olmaktan başka bir şey değildir. Bu teşkilat, ne geliştirilmeye, ne iyileştirilmeye, ne de şirinleştirmeye müsâittir. Denildiği gibi, Selâm Feyyâd Hükümeti ile diğer kuyruklarının gitmesi ile de ıslah olmaz. Doğrudur, Feyyâd ile "zümresinin", George Bush nezdinde özel bir yeri vardır ve bu nedenle -Bradley'nin açıklamalarına göre- onunla, Ebu Mâzin'in (Mahmûd Abbâs'ın) bulunmayacağı teke tek bir görüşme yapılacaktır. Sorun, varlığı ve üzerine kurulu olduğu esas bakımından Filistin Otoritesi sorunudur. Başında kimin bulunduğunun ve üzerinde kimin egemen olduğunun hiçbir önemi yoktur, ister Laikliğini açık açık dışa vuranlar olsun, isterse İslâmî sloganlar atanlar olsun, isterse ondan bundan bulamaç olsun, fark etmez!

Binâenaleyh, bu ziyâretin tehlikesine karşı Filistin'deki Müslümanları uyarıyoruz. Yalnızca Filistin Otoritesi'nin Filistin'de Yahudi'nin selâmeti üzerinde emîn bir bekçi kılınacak olmasından ötürü değil, aynı zamanda Bush'un beldelerimize, dış politikasının bir parçası ve aracı olduğu kadar, Amerikan başkanlık seçimlerine dönük kampanyalara ilişkin olarak iç politikasının da bir parçası ve aracı olarak muâmele edecek olmasıdır!

Dolayısıyla Filistin halkını, bu yöneticilerden, bu Otorite'den ve Bush ile Yahudi'nin Filistin halkının boynuna bindirmeleri ve sayelerinde kendilerine ve mukaddeslerine karşı komplolar kurmaları muhtemel kuyruklarından berî olduklarını, "Ne Hoş geldin, Ne Sefalar Getirdin, Ne de Sana Selâm Olsun, Ey Kindar Haçlı Bush!" ve "Silahları ile Sabah-Akşam Gazze Halkının Kanı Akıtılan Adam, Ne Hoş geldin, Ne Sefâlar Getirdin!" parolalarını açıkça haykırmaya çağırıyoruz.

Son olarak diyoruz ki bu Ümmet, kendisine karşı hâinlik edenleri ve komplolar kuranları zinhar affetmeyecektir. Allah'ın izniyle çok yakında, gerçekten çok yakında, Hizb-ut Tahrir öncülüğünde Ümmet, işinin dizginlerini eline alacak, Devletini kuracak, Halîfesine bey'at edecek, Rabbinin Şeriatı'nı tatbîk edecek ve işte o gün, mü'minler de Allah'ın nusreti ile sevinecektir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  "Zulmedenler, nasıl bir inkılap ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bush'un Ortadoğu Ziyâreti, Mevcut Tiranlığını Güçlendirmek İçindir

Başkan Bush'un Ortadoğu ziyâreti, bir kez daha Amerika'nın dünyanın en çirkef diktatörlerine aşkını göstermekte ve Amerika'nın bölgeye ilişkin hiçbir olumlu gündemi olmadığına işâret etmektedir. Nitekim Birleşik Devletler Başkanı, hâlihazırdaki gaddar statükoyu ısrarla desteklemiş, Irak'ta yüz binlerce insanın katledilmesine ve yurtlarından edilmesine öncülük etmiş ve "İsrail"in Filistin'de süregelen vahşi ve ırkçı işgâline desteğini dâima sürdürmüştür.

Bu ziyâreti yorumlayan Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Dr. İmrân Vahîd şöyle dedi: "Bush Ortadoğu'yu 51. eyâleti olarak görmektedir; Amerikan tüketimine âmâde kaliteli bir doğalgaz istasyonu, sivillerin değersizce yaşadıkları bir bölge ve şimdilerde Amerika'nın ahlâkî iflâsının kodları olan CIA destekli işkenceye ve Ebu Ğurayb'e ev sahipliği yapan bir mekân. Kendisi öyle bir Ortadoğu tahayyül ediyor ki orada on birlerce kişilik işgâl güçleri on yıllar boyunca kalabilsin, bol miktarda üs edinebilsin, hortumcu krallar ve vahşi despotlar varlıklarını sürdürebilsin, petrol nîmetleri ya Batılı çok-uluslu şirketlere ya da yönetici elitlere aktarılabilsin, parçalanmış ve istikrarsızlaştırılmış, dolayısıyla bir Amerikan varlığına muhtaç halde kalabilsin."

"Bölgeye yönelik güçlü bir vizyona sahip Hilâfet ise, başlıca alternatif olarak bunun tamamen aksinedir. Parçalanmış bir yeri yeniden bütünleştiren bir vizyon, petrolün nîmetlerini ona buna değil herkese dağıtan bir vizyon, yabancı güçlerin bölgede yeri olmadığına inanan bir vizyon... Gerçek adâletin, Filistinlilere 1948 öncesinde sahip oldukları toprakların tamamını geri vermek olduğunu öngören bir vizyon, aynı zamanda tüm ırklara ve dînlere güvenlik garantisi verebilen bir vizyon... Amerika'nın aksine Hilâfet, gaddar statükoyu reddedecek ve siyâsî bölünmüşlükten kurtulup bütünleştirildiği takdirde en üstün başarının elde edilebileceğini bir kez daha göstererek bölgenin kendi dış ve enerji politikasına karar vermesini sağlayacaktır."

"Müslüman dünyasındaki liderler, ardında bıraktığı mirasa yönelik beyhude girişimi uğrunda Bush için kırmızı halılar sereceklerine, savaş suçlarından dolayı onu yargılamalıdırlar. Elbette Müslüman dünyasının liderleri, Bush kadar sorunun önemli parçalarıdırlar. Bu ziyâret bir kez daha kanıtlayacaktır ki Bush'un Irak, Filistin ve daha geniş çapta bölgeye ilişkin vizyonu, hep aynı şeylerin fazlasıdır; daha fazla savaş, daha fazla işgâl, daha fazla katliam, daha fazla diktatör ve daha fazla petrol! Amerika'nın müflis gündemi, bölge halkları tarafından bütünüyle reddedilmektedir. Kamuoyu yoklamaları yapan herhangi bir kuruluş bunu rahatlıkla kanıtlayabilir. Başkanlığının son demlerinde Bush ve danışmanları, Müslüman dünyasında Hilâfet'e yönelik değişim rüzgârlarının şimdilerde daha karşı konulmaz olduğunu fark etmişlerdir. Gelecek yıllar, başkanlığının gerçek mirası olacaktır."

 

 

Dr. İmrân Vahîd

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER