Pazar, 08 Recep 1447 | 2025/12/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Fransa'nın Mali'ye Yönelik Saldırısı

Kuzey Afrika'da, dahası tüm Afrika'da ve her nerede olurlarsa olsunlar Müslümanlar için her türlü kurnazlığı yayan bu kindar sömürgeci Fransa devletidir... İşte o, cürümsel kanlı yüzünü göstererek Mali'ye müdahalede bulunmaya karar vermiş ve Kuzey halkı ile müzakere yapmak için şeriatın tatbik edilmemesini şart koşmuştur! Dolayısıyla Libya hükümetinin kerhen ve Tunus'un da zorla koymuş olduğu şart işte budur. Nitekim Fransa, derin bir tarihe sahip olmasının yanı sıra yağmalanan Müslüman bir ülke olan Mali'ye yönelik saldırıda bir geçit ve destek olmak için tüm ayaklanmaları reddeden ve ona yönelik her türlü kurnazlığı yapan Cezayir'in desteğini kazanmak için bu saldırının zeminini hazırlamıştır. Cezayir'in ardından Fas, Fransa'ya her türlü desteği sağlamıştır. Ardından işte siyasî tutumunu ehlileştiren diktatörlüğü karşı isyanı ve ayaklanmayı başlatma şerefine nail olan Tunus'ta, Fransa'nın yıkıcı savaş makinelerinin bir parçası olmaktadır. Nitekim Dışişleri Bakanı Refik Abdusselam, Afrika Kıtası dışındaki herhangi bir askerî müdahaleyi reddetmesinin ardından... işte o, özel bir radyoya hiç utanmadan ve şeri hükmü de itibara almadan (bu güvenlik operasyonu olaylarını anlayabildiklerini) ve bu cerrahi operasyonun istisnai durumlarda geldiğini düşündüğünü açıklamıştır. Bu şekilde Dışişleri Bakanı ve hükümeti aşağıdaki birçok cürümü işlemiş olmaktadırlar:

1-Müslümanların zimmeti tek olup onlara en yakın olanlar onlarla çalışmalıdır ve onlara saldırmak yada onlara karşı günah işlemek caiz değildir... Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

بحسب امرئ من الشر أن يحقر أخاه المسلم. كل المسلم على المسلم حرام : دمه وماله وعرضه "Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslümanın kanı, ırzı ve malı diğer Müslümana haramdır."

2-Bu cürümde, Müslümanlara karşı kafirleri dost edinmek ve onlara dayanmak vardır. وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141] Yoksa renk ırkçılığı, Mali halkından olan kardeşlerimizi bu hükümet nezdinde ikinci sınıf mı kılmaktadır?

3- Mali'nin Tunus'a ve İslamî Fas ülkesine yakın olması, dolaylı bir şekilde olsa bile Tunus'u çatışma sahnesi kılacak ve bu halk bin bir hesap yaparken kendi sömürgecisi olan ülkeyi korumak için ülkenin güvenlik ve askerî gücünü kullanacaktır. Oysa biz onun, bizleri işgal ettiğini, bizleri yağmaladığını ve halkımızı katlettiğini unutmadık... Zira çöllerdeki mayınlar,i bugüne kadar hala evlatlarımızı öldürmektedir.

4-En kötü olanı ise Dışişleri Bakanı'nın, savunma aşamasından saldırıya geçilmesi için bu halka vaaz-ı nasihatte bulunmasıdır. Zira o, bu askerî operasyonun sonuçlarına katlanmak için halkın tüm evlatlarının kendisiyle birlikte çalışmalarını istemekte ve tüm Tunusluları ve tüm ulusal güçleri şiddete ve terörizme meydan okumadaki sorumluluklarını yüklenmeye çağırmaktadır... Hakeza, evet hakeza, ordu, güvenlik birimleri ve tüm vatandaşlar, bu saldırının güvenli bir bekçisi ve arka hattı olacaklardır.

5-Tunus hükümetinin bu tutumu, şeri ölçüye göre haram kılınmış olup Allah katındaki cezası ise daha şiddetlidir. وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ "Kim Allah'a ve resulüne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır." [Nisa 14] Dolayısıyla bu tutum, ne ümmetin layık olduğu nede bu ayaklanmanın en güzel ve en doğru bir şekilde iticisi olan bir tutumdur. Zira yönetimin dayandığı ana neden, insanların gücünün daha fazlasına muktedir olması değildir. Bilakis ana neden, herkesi kendisi için harekete geçiren Batı'yı razı etmek ve Müslümanların kanları pahasına olsa bile onun hoşnutluğunu kazanmaktır!

Hizb-ut Tahrir, ayaklanmanın semeresini görememekte ancak bize karşı zalimleri destekleyen her türlü yabancı bağımlılığı engellemekte ve Allah'a ve Resulüne ihanetten önce buna ülkeye ve insanlara bir ihanet olarak itibar etmektedir... İçerisinde olduğumuz  sefalet nedeniyle sömürgeciliğin dairesi dışında karar almaya muktedir olamayan bir ayaklanmanın ne değeri var ki? Dolayısıyla bizler herkesi, özellikle de medyayı, politikacıları ve muhlis aydınları, yabancının düğümünden kurtulmaya ve bu ümmete dayanmaya davet ediyoruz. Bunun da ötesinde azim İslam, şerrin her çeşidini püskürtecek ve hakkı ve adaleti gerçekleştirecektir.


Hizb-ut Tahrir
Tunus Medya Bürosu Başkanı
Üstad Rıza Bil-Hâc

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mısır Ayaklanmasının İkinci Yıldönümünde Mısırlı Kadınların Halleri Hala Mübarek Döneminde Olduğu Gibi Geriye Gitmektedir

Mısır ayaklanmasının başlamasının üzerinden iki yıl geçmiş ama bu tarihî olay, Mübarek rejiminin devrilmesinde önemli ve merkezî bir rol oynayan binlerce kadının umutlarını ve özlemlerini gerçekleştirememiştir. Zira bu günümüzdeki Mısırlı kadınlar, hala protestoculara vahşî bir şekilde saldıran, hurumatları çiğneyen ve ardından da caniyi cezadan kurtaran askerî diktatörlüğün altında yaşamaktadırlar. Dolayısıyla bu kadınlar, ekonomik durumun kötüleşmesi, gıda güvensizliği, temel ihtiyaçlarının güvenliğinin sağlanamaması ve aşırı açlık nedeniyle yetersiz beslenmenin içler acısı boyutlarının acısını çeken çocuklarının hüznüyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Tüm bunların yanı sıra kadının onuruna yönelik suçlar da yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla Mısırlı kadınların hayalleri umutsuzluğa dönüşmekte ve laik rejim ile Mübarek'in alternatifi olan liderlik de kadınların umutlarına ve fedakarlıklarına ihanet etmektedir.

Buna rağmen onların bazılarının mücadeleleri Mısırlı kadınlar için daha parlak bir gelecek için içerisinde cinsiyet eşitliği yasası metninin geçtiği laik anayasaya çağırmak hakkında olduğu gibi diğer bazıları da  yeni parlamentoda kadınlar için çok yüksek payların olmasını garantileyen seçim yasası projesi için mücadele vermektedirler. Oysa bu saptırıcı mücadele, Mısırlı kadınların ciddi fedakarlıklarını zayi etmektedir. Zira kanunları beşerin yaptığı laik rejimler, hiçbir kadına garantiler sağlayamaz. Çünkü bu kanunlar, göz açıp kapayıncaya kadar otorite bulunan kişilerin arzularına göre ilga edilmektedir. Aynen Batılı laik ülkelerde peçe ve başörtüsünün yasaklanmasında açığa çıktığı gibi.  Halbuki bu, -erkek ya da kadın olsun-  tebanın tüm hakları sabit olan İslamî anayasaya aykırıdır. Çünkü İslam'da kanunlar, beşerin akıllarından değil Allahuteala ile O'nun emirlerinden gelmekte olup hiçbir erkek ya da kadın bunları değiştiremez. Bunun yanı sıra yıllarca sanki kadının durumunu iyileştirmeye dönük sihirli bir değnek gibi sunulan cinsiyet eşitliği hakkındaki bu Batılı fikir, aslında kadın hakları için mücadele eden bir afyondan ibarettir. Nitekim o, kadına dönük saygıyı, insafı ve adaleti gerçekleştirmek için bir saplantı olarak ortaya çıkmış, ancak hakikatte bu hususta hiçbir şey gerçekleştirememiştir. Yani saygı, liberal değerleri nedeniyle toplumlarında şiddetin ve cinsel saldırıların yüksek boyutlarının acısını çeken kadın için Batılı laik ülkelerin kanunlarında belirtilen cinsiyet eşitliği öğelerini getirmiştir. Ayrıca iki cins arasındaki hakları ve görevleri düzenlemek için çalışan bu cinsiyet eşitliği kadını, gerek kendisinin gerekse ailesinin geçimini sağlamak için erkeğin sorumluluğunu yüklemeye sevketmiştir. Oysa kadının, gözeticisi tarafından daima maddî olarak korunuyor olmasından dolayı ayrıcalıklı bir kutsallığı vardır. Bunun yanı sıra aciz ve etkisiz bir parlamentodaki sembolik koltuklar için yapılan mücadele, rejim tarafından göz açıp kapayıncaya kadar feshedilmekte olup Mısırlı kadınlar için hiçbir şey gerçekleştiremeyecektir.  Kadının parlamentoda büyük paylar elde etmesi, normal bir kadının hayatında mutlaka en güzel seviyeyi elde edeceği anlamına gelmez. Bilakis kadınlardan belirli bir tabakanın faydalanacağı anlamına gelir. Nitekim Mübarek rejiminin altındaki parlamentoda %20 oranında kadın bulunmuştur. Halbuki Bangladeş, Pakistan, Sudan, Tunus ve Cezayir'deki kadınların parlamentodaki oranı bile bundan daha yüksektir. Ancak kadınların parlamentodaki oranını %100 yapmış olsalar bile bu, zalim ve fasit olan bu kapitalist rejimlerin altındaki bir kadının değişmesine yol açmayacaktır... Zira önemli olan Parlamentodaki kadınların koltuklarının fazla olması değildir. Dolayısıyla fasit laik beşeri bir sistem olan bu rejim tatbik edildiği sürece erkek ve kadının her ikisine de zulmedilecektir!

Mısır'da ayaklanan azize bacılarımız, henüz gerçek hedeflerini gerçekleştirememişlerdir ve Hilafet Devleti'nin uygulayacak olduğu halis İslamî bir anayasa olmadıkça da gerçekleştiremeyeceklerdir. Zira kadınların hayallerini gerçekleştirecek ve onların onurunu, güvenliğini ve kalkınmasını garantileyen yaşam özlemlerine karşılık verecek olan sadece Hilafet'tir. O halde hayatı karışıklık ve kaosla dolduran ve insanların işlerini düzenlemede deneme yanılma yöntemine dayanan beşerin koyduğu bir rejimi kabul etmeyiniz. Nitekim Allahuteala, sizin tüm sorunlarınızı çözecek, haklarınızı koruyacak ve sizin seviyelerinizi yükseltecek kanunlar için tam kapsamlı planlar koymuştur. Bundan dolayı sizleri, sadece İslam'a dayalı olmasının yanı sıra kitaplarımızda geniş çaplı detayları olduğu gibi şu an gerek Mısır gerekse İslam dünyasındaki bugünkü kadınların gerçek vakıada en iyi bir yaşam hususundaki hayallerini gerçekleştirmek amacıyla karşı karşıya kaldığı tüm sorunlar için güvenilir ve kapsamlı çözümleri garantileyen tatbik edilmeye hazır bir anayasa taslağı olan Hizb-ut Tahrir'in Hilafet hakkındaki vizyonunu benimsemeye davet ediyoruz.

Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif'tir, Habir'dir" [el-Mulk 14]


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Fransa, Mali'deki Sömürgeci Nüfuzunu Korumak İçin Müslümanların Kanlarını Akıtırken "İslamcıların" Hükümetinin Himayesindeki Fas da Ona Destek Vermektedir

11.01.2013 tarihinde Fransa, haçlı bir kampanya başlatmış ve İslamcı militanların ülkeye egemen olması için ilerlemesini engellediği gerekçesiyle Mali'deki Müslümanların üzerine ölüm lavlarını yağdırmıştır. Nitekim Fransa, Mali'nin kuzeyindeki geniş bölgelerde bu cemaatlere egemenliğini empoze etmeyi başarmasının ardından aylardır cihadî hareketlere karşı kışkırtıcı küresel bir kampanya başlatmıştır. Zira Fransa, onları ayıplayacak bir şey bulmayınca, sözde evliyaların olduğu bazı türbeleri yıkmaları ve buna da tarihî anıtlara zarar verme olarak itibar etmesi nedeniyle onlara iftira atmıştır. Evet,  Fransa'nın insana ve insanlığa yönelik hırsı, türbelere ve kabirlere ağlama boyutuna kadar ulaşmıştır... Ancak Suriye rejimi, aylardır on binlerce kişiyi öldürürken, Burma rejimi Müslümanlara karşı ölüm, yakma ve yerinden etme cürümünü işlerken, Yahudi varlığı on yıllardır Filistin'deki Müslümanların kanlarını dökerken ve Amerika, Irak ve Afganistan'da yüz binlerce kişiyi kontrolsüz bir şekilde katlederken Fransa bunlara göz yummakta yada siyasî çözümlerin ve müzakerelerin önceliği söz konusu olmaksızın askerî müdahaleyi açıklamaktaydı. Ancak  burada sadece bir türbe harap edilip yıkıldı diye Fransa, insanlıktan bahsetmektedir!

Sonra Fransa bununla da yetinmemiş, dahası açık ve küstah bir şekilde Mali'de şeriatın tatbik edilmesini kabul etmenin imkansız olduğunu ve İslamî hareketlerle yapılacak müzakere şartlarının ilkinin de bu hareketlerin şeriatı tatbik etmek için çalışmaktan vazgeçtiklerini ilan etmeleri olduğunu açıklamıştır...

Burada şu soruyu sormak bizim hakkımızdır: Ey Fransa, bizimle derdin ne senin? Bizim şeriatı yada bir başkasını tatbik etmemizden sana ne? Bizim hangi sistemi tatbik edeceğimizi belirme hakkını kim veriyor sana? Nitekim Fransa'nın sorunu, hala sömürgeci geçmişinin yücelikleri üzerinde yaşaması olup tüm Afrika'nın, özellikle de eski sömürgelerinin emirlerine itaat eden ve onların ne yapıp yapmayacaklarını belirleyen tabii ülkeler olduğunu düşünmesidir.

Ancak insanı yaralayan şey, ordularımızın, mallarımızın ve hava sahalarımızın kendilerini üzerimize yöneticiler olarak diktikleri kimselerin izniyle olan bu günahkar saldırıda Fransa'nın tasarrufu altında olmasıdır. Halbuki onlar yakinen bilmektedirler ki halkları onu, kesin bir şekilde reddetmekteler, dahası kardeşlerinin haksız yere akıtılan kanlarını gördüklerinde damarlarındaki kanlar kaynamaktadır. Ancak tüm bunlar bile onları, ümmetin düşmanlarının saflarında yer almaktan engellememektedir. Nitekim Fas ve Cezayir, Fransa'nın yağmacı uçaklarına hava sahalarımızı açmışlar, binlerce kilometre uzaklıktaki Dubai  askerî kampanyayı finanse ettiğini açıklamış, bazıları kabir sessizliği gibi bir sessizliğe bürünmüş ve diğer bazıları da memnuniyet kardeşlerini düşmanlarına teslim etmek olduğu halde memnuniyet sessizliğine bürünmüşlerdir. Ayrıca daha önce de bunu, Filistin, Irak, Afganistan, Çeçenistan, Myanmar, Keşmiş ve daha uzun bir listesi olan ülkelerdeki kardeşlerine yapmışlardır... Dolayısıyla onların lisan-ı halleri şöyle demektedir: Ey Fransa acele et, bizim sokaklar patlamadan ve iş bizim kontrolümüzden çıkmadan önce görevini tamamla.

Kalpleri kanatan şey ise Güvenlik Konseyi'nin Mali'ye Afrika güçlerinin gönderilmesine hükmettiği ve Fransa'nın da aktivasyonunu hızlandırmak için çalıştığını iddia ederek sömürgeci savaşı için bir gerekçe olarak aldığı 2085 nolu kararın, Fas'ın Güvenlik Konseyi'ne başkanlık ettiği bir sırada ve kendisinin "İslamcı" olduğunu söyleyen Fas hükümetinin gölgesinde alınması olmuştur. Aynı şekilde Fransız Cumhurbaşkanı'ndan, Fransız güçlerinin Fas hava sahasını ihlal ettiği haberleri gelirken "İslamcıların" hükümeti kabir sessizliğine bürünmüştür. Sanki o bu şekilde, halkın öfkesini kendisine çekmemek için halk gaflet içerisindeyken Fransa'nın ihtiyaçlarını karşılamak için gizli saklı yardım etmektedir.

Ey Müslümanlar!

Fransa için Mali'de önemli olan buranın toprak bütünlüğü değildir. Zira tarih, Şam ülkesindeki Sykes-Picot Anlaşması ile başlayan ve Kuzey Afrika'nın bölünmesiyle devam eden İslam ülkelerini parçalamaya dönük habis eylemlerine şahittir.  Ayrıca bugün onun ellerinin, Darfur Bölgesini Sudan'dan ayırmak için çabaladığı da gün gibi ortadadır. Ayrıca hizmetinde adanmışlık derecesine ulaştıkları sürece Fransa için Mali yöneticilerinin selameti hiç önemli değildir. Zira daha yakın bir zaman önce rakibi Amerika ile yaptığı bir anlaşmanın ardından Fransa, has ajanı Laurent Gbagbo'dan vazgeçmiş ve 11.04.2011'de yatak odasının ortasından iç çamaşırlarıyla aşağılık bir şekilde tutuklanmıştır.

Ayrıca Fransa güçlerini, Fas Büyükelçisi'nin 18.01.2013'de Radyo Akdeniz ile yaptığı bir röportajda iddia ettiği gibi bölgenin güvenliğini savunmak için göndermemiştir. Bilakis çıkarlarını garanti altına almak ve nüfuzuna geri dönmek için göndermiştir. Nitekim Fransa'nın ölüm makineleri masum insanları  korkutmakta, harabeleri yaymakta ve Amerika ile NATO'nun Afganistan'da yaptığı gibi insanları yerinden etmektedir.

Fransa için önemli olan, altın, fosfat, kaolin, boksit, demir ve uranyum gibi maden servetleri açısından zengin bir ülke olan Mali'deki çıkarlarıdır... Bu yüzden özellikle Amerikan ajanlarının iktidara geldiği 22.03.2012 darbesinin ardından Mali'ye dönük uluslar arası rekabet şiddetlenmiştir. Dolayısıyla Fransa, Mali'nin kendi nüfuz dairesinden çıkmasından ve kaynaklarını yağmalamaya devam etme imkanını kaybetmekten korkmaktadır. O zaman mesele, ne silahlı hareketler ne türbelere yada özgürlüklere olan hırs ne de iddia edildiği gibi terörizm meselesidir. Bilakis sadece mesele, ateşli bir şekildeki sömürgecilik çatışmasıdır. Zira onların hepsi, iğrenç tamahkar kapitalizmin iştahını kabartan ülkemizi kemirmek istemektedirler. Bu yüzden Fransa'nın tek düşündüğü, Mali'nin Afrika'daki havzasına geri dönmesidir. Amerika'ya gelince; o Mali'yi, Fransa'nın bölgedeki tarihî varlığıyla mücadele etmek ve buraya egemen olmak için zemin hazırlamak amacıyla komşular arasındaki nüfuzunu genişletmek için hareket edeceği bir dayanak noktası yapmaya çalışmaktadır.

Ey Müslümanlar!

Mali halkı, bizin di n kardeşlerimiz olup onlarla akidevî, tarihi ve coğrafî birlikteliğimiz bulunmaktadır. Dolayısıyla onların üzüntüsü bizim üzüntümüz ve onların sevinci de bizim sevincimizdir. O halde onları düşmanlara teslim etmeyiniz ve bunu yapan yöneticilerinize karşı sessiz kalmayınız. Ancak onları reddediniz. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmaktadır:

المُسْلِمُ أَخُوُ المُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez."

Çok iyi biliniz ki Fransa, şayet Müslümanların kendilerini koruyan, onları savunan ve onlara saldıranlara Şeytanın vesvesesini bile unutturacak bir ders verecek olan bir devletlerinin olduğunu bilmiş olsaydı kardeşlerinizi vurmak için denizleri ve çölleri kesmeye cüret edemezdi. Ancak o, Müslümanların acılar içinde kıvrandığını ve yöneticilerinizin de sizler için bir kalkan olmak yerine kendisine yardım ettiklerini görmesinden dolayı bunları yapmaktadır. Dolayısıyla ister sakalı isterse sakalsız olsun gizli anlaşma yapma ve Batı'yı hoşnut etme anlayışında olan yöneticiler arasında hiçbir fark olmayıp hepsi de aynıdır.

Bundan dolayı hatırlamaya ihtiyacınız olmasından dolayı sizlere hatırlatıyoruz: Sizin kurtuluşunuz, İslam'ın yönetime ulaşmasındadır. Yoksa "İslamcıların" ona ulaşmasında değildir. Zira sizlerin koruyucusu Hilafet olacak olmasının yanı sıra Müslümanların Halifesi de kendisiyle düşmanlarınızı korkutacağınız kalkanınız, dahası kendi merkezinde takip edeceğiniz silahınız olacaktır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmaktadır:

إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "İmam [Halife], ancak arkasında savaşılan ve onunla korunulan bir kalkandır."

O halde Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın ve çok kısa bir zaman içerisinde gerçekleşecek olan Hilafet'i kurmak için adımlarınızı hızlı atın. İşte böylece kanlarınız dökülmeyecek, ırzlarınızı koruyacak ve servetlerinizle refah içersinde yaşayacaksınız. Tüm bunların da ötesinde Rabbinizin rızasına nail olacağınız gibi dünyanın ve ahiretin saadetine kavuşacaksınız.

Devamını oku...

Ürdün'deki Parlamento Seçimleri Ülkemizde Küfür Yönetimini Pekiştirmeye Dönük Bir Üsluptur

  • Kategori Ürdün
  •   |  

Ürdün rejimi, on yedinci temsilciler meclisi olarak adlandırılan ve 23 Ocak 2013'de yapılması planlanan parlamento seçimlerini yapmaya hazırlanmaktadır. Nitekim rejim, büyük oranda bir katılımın olması için adamlarını, birimlerini ve araçlarını seferber etmiştir. Çünkü rejim bu seçimlere, bölgemizde esen değişim rüzgarlarının kendisine dokunmadığı ve dizginlerin elinde olduğu hususunda kafir Batı'yı ikna etmek için iddia edilen reformlarının popülaritesinin bir göstergesi olarak itibar etmektedir. Ayrıca Ürdün rejimi, insanları fasit vakıayla meşgul etmek ve onları gerçek değişim için çalışmaktan uzak tutmak amacıyla her defasında seçim oyunlarıyla insanların dikkatlerini dağıtmayı bir alışkanlık haline getirmiştir.

Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Parlamentonun temel faaliyeti yasa koymak ve Ürdün rejiminin sizleri kendisiyle müjdelediği demokrasi olup kendisini demokratik bir sistem olduğu şeklinde pazarlaması da sadece Allah'ın dışındaki bir yönetim olduğu anlamına gelmektedir. Zira sizler çok iyi biliyorsunuz ki yasa koymak, dünyada hiçbir kimseye helal değildir. Bilakis o, sadece Allah'a aittir. Nitekim Subhânehu ve Te'âla, şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

O halde Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın haram kıldığı bir şeyin içerisine düşmeyi ve Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emrine tenakuz ve aykırı olan bir şeyin yardımcısı ve bir parçası olmayı nasıl kabul edebilirsiniz?

Mesele, seçim sürecinin temeli üzere yürütüldüğü seçim yasasının nevinde değildir. Bilakis sorun, bizzat parlamentonun faaliyetindedir. Zira parlamentonun daha önce işledikleri size uzak mı? Ayrıca günahkar Wadi-Araba Anlaşması nereden çıktı ki? Dahası ümmetin servetlerinin yağmalandığı özelleştirme yasaları ile imtiyaz sözleşmeleri nereden çıktı acaba? Bunların yanı sıra ülkeyi fesadın ve fasitlerin içerisinde boğan birbirini takip eden hükümetlere güven oyu veren kim? Bunların tamamı, seçilmiş olan parlamentonun bir ürünü değil midir?

Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Sizler, Ürdün rejiminin yalanlarını ve oyunlarını on yıllar boyunca tecrübe ettiniz. Zira onun fesadı burunların direklerini sızlatmakta ve büyük-küçük tartışmalar olmaktadır. O halde Rabbinizi razı edecek, dininizi koruyacak ve sadece kafir Batı'yı hoşnut ve memnun etmek için Allah'ın öfkelendiği bir şekilde yürümesi halinde rejime açık bir mesaj gönderecek bir tutum sergilemenizin zamanı gelmedi mi? Çünkü sizler, kullarından herhangi birini hoşnut etmek için asla Allah'ı öfkelendiremezsiniz.

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti olarak bizler sizleri, izzete, kurtuluşa ve Rabbinize itaat etmeye davet ettiğimiz gibi tüm küfür rejimlerini kaldırıp atmaya ve Rabbinizin vaadi ve kerim nebinizin müjdesi olan Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmak yoluyla Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın şeriatına geri dönmeye davet ediyoruz. Zira düşmanınızın tuzağına ve dünyanın izzetine ve ahiretin sevabına nail olmanızın yolu işte budur.

يَا قَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّـهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ وَمَن لا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّـهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءُ أُولَـئِكَ فِي ضَلالٍ مُّبِينٍ "Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.. Allah'ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah'tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. " [Ahkâf 31 32]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un Serbest Bırakılması İçin Pakistan Büyükelçiliği'ne Bir Heyet Göndermiştir

Pakistanlı diktatör otoritelere baskı yapmak amacıyla dünyanın dört bir tarafında devam eden kampanya kapsamında Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, 08.01.2012 Salı günü Dârusselam'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne on küsur Hizb-ut Tahrir üyesinin katıldığı özel bir heyet göndermiştir. Ziyaretin ana hedefi, ülkelerindeki sekiz küsur ay önce evlatlarının önünden kaçırılan Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un serbest bırakılmasını talep etmektir.

Heyete, Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika Medya Temsilcisi Yardımcısı Mesud Müslim ile Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Şeyh Musa Kilyo başkanlık etmiştir. Nitekim Muhammed Müştak adlı Büyükelçilik yetkilisi ile bir araya geldikleri gibi ardından da heyetin, ülkesi Pakistan hükümetine ulaştırması için bir mektup teslim ettiği Büyükelçi İkbal Muhammed ile bir araya gelmişlerdir.

Bu ziyaret münasebetiyle Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, tüm Müslümanları ve adalet savunucularını, otoritelere göre işlemiş olduğu en büyük "cürüm" hakkın yayılması ve insanlara zulmetmesinden ve Müslümanlara dönük öldürme ve işkencede kafir Amerika ile işbirliği yapmasından dolayı hükümetin muhasebe edilmesi hususundaki çelik tutumu olan ve bunu da kuvvet kullanmaksızın fikrî ve siyasî konuşma yoluyla yapan şâb Navit Butt'un serbest bırakılması için Pakistan otoritelerine yönelik baskıyı sürdürmeye davet eder.


Mesud Müslim
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi Yardımcısı
Doğu Afrika

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- 13 Ocak, Güney Yemen'e Egemen Olması İçin Amerikalıların Planlarına Hizmet Eden Bir Gün Olmasın Diye

13 Ocak 2013 geçen Pazar günü, Aden şehrindeki el-Arûd Buhur Meksar Meydanı'nda 13 Ocak 1986 yılında "cuntacı ve gurupçu" savaşçıların olduğu Yemen Sosyalist Partisi'nin tarafları arasındaki uzlaşma ve hoşgörü için büyük bir festival yapılmıştır.

Bu yılki hoşgörü ve uzlaşma festivali için ciddi bir hazırlık yapılmıştır. Bu da Ali Salim el-Baid'in aralarında yirmi altı yıl süren bir kopmanın ardından kardeşinin oğlunun ölüm yıldönümü münasebetiyle Ali Nasır Muhammed için bir taziye mesajı göndermesi yoluyla olmuştur. Ardından savaşta mağlup olan cunta lideri Ali Nasır Muhammed ile on gün devam eden ve şahısların genelinin Yemen Sosyalist Partisi'nin sivil ve askerî kadrolarından olan on üç bin kişinin (13.000) kurban verildiği 13 Ocak 1986 savaşında galip gelen cunta lideri Ali Salim el-Baid'in bir araya geldiği Beyrut görüşmesi olmuş ve bunun ardından da Güney'de gelecekteki siyasî rollerini ve aralarındaki pozisyonları  paylaşmak için Ali Nasır Muhammed ile Hüseyin Salim Muhammed'in yardımcısı Ahmed'in Birleşik Arap Emirlikleri'nde bir görüşmesi olmuştur.

Uzlaşma ve hoşgörü fikri, 13 Ocak 2006 yılında Uzlaşma ve Hoşgörü Radfan Derneği tarafından Güney şehirlerinin, özellikle de 13 Ocak 1986 savaşının patlak verdiği iki kutup olan "Abyan ve ed-Dali" şehirlerinin evlatları arasında başlatılmıştır ki böylece bunun hemen ardından, yani 2007 yılında Güney Hareketi oluşturulmuş ve bu hareketin faaliyetleri ise genellikle Aden'de bulunan ve bu da Ali Abdullah Salih'i uzun bir süre kalması için Aden'e gitmesine ve birçok kez de Stephen Seche ile görüşmesine neden olan eski Amerikan Büyükelçisi Stephen Sèche'nin bulunduğu 2008 yılı günlerde zirveye ulaşmıştır.

Amerikalılar, 13 Ocak 1986 yılındaki başarısızlıklarının ardından Güney Yemen'deki egemenliklerini teslim etmemişledir. Zira onlar, Amerikalıların daha önce gerçekleştirmede başarısız oldukları şeyleri gerçekleştirmek amacıyla 13 Ocak tarihini, kendi elleriyle çalışarak Güney halkına ulaşmanın yeni bir istasyonu kılmak yoluyla hedeflerini gerçekleştirmek için yeniden geri dönmüşlerdir.

Nitekim 2006 yılındaki festivale ilk saldıranlar ajanları Ali Abdullah Salih'in lisanı üzerinden İngilizler olmuş, bu saldırılarını adamları vasıtasıyla Güney Hareketi'nin dalgası takip etmiş ve daha sonra Abyan'da yaptıkları gibi onu siyasî olarak başarısız kılmak, askerî olarak karşı karşıya bırakmak ve onu ortadan kaldırmak amacıyla da silahlı bir harekette bulunmuşlardır. Aynı şekilde İngilizlerin çabası, ziyaretlerde bulunmak ve ayrılık fikrinden vazgeçirmek amacıyla Güney Hareketi'nin fraksiyonlarıyla görüşmeler yapmak yoluyla Avrupa Birliği tarafından da desteklenmiştir. İşte bunun için Güney Yemen'i işgal ettikleri sırada onları şöhretlerini genişleten saltanatlarına getirmişler ve ayrılmalarının ardından bugüne kadar Suudi Arabistan'da sürgündeyken bile Güney'de siyasî hayata katılmaları amacıyla onlar için yeni bir alan açmışlardır.

İngiltere, 30 Kasım 1967'de Cenevre'de Ulusal Cephe ile yaptığı gizli görüşmelerden dokuz gün sonra Aden'den ayrılmıştır. Bunu da yönetimde kalmaları ve ellerinin de Amerika'nın teşvik ettiği yoldaşlarıyla savaşmaları yoluyla Güney Yemen'deki siyasî egemenliğinin devam etmesi için yapmıştır. Aynen Ali Salim el-Baid ile Ali Nasır'ın 13 Ocak 1986'da yaptıkları gibi. Dolayısıyla bu devlet hala Yemen üzerinde egemen olmak için Amerika ile çatışmaktadır!

Nitekim 2007  Uzlaşma Festivali, Güney Hareketi'nin doğmasına neden olmuştur. Dolayısıyla 2013 Uzlaşma ve Hoşgörü Festivali de "Anad, Sokotra ve Mayon" gibi Yemen topraklarının her birinde askerî bir varlık elde etmelerinin ardından Yemen'i parçalama ve ona egemen olma noktasında Amerikalıların planlarının pekişmesini sağlayan siyasî eylemlerin gerçekleşmesi için yapılmaktadır.

Altmışlarda Güney Yemen'deki İngiliz sömürgesi karşıtları, Amerika'nın 1961 yılında Birleşmiş Milletler kürsüsünden İngilizlerin yerine yeni bir sömürgecilik elbisesi gerçekleştirmek amacıyla eski Avrupa sömürgesinin baskısı altında ezilen halkların "kendi kaderini belirleme" noktasında yaptığı çağrısına icabet ederek İngiliz sömürüsünden ve onun egemenliğinden kurtulma sloganlarını yükseltmişlerdir. Bu da İngilizleri, Amerikalıların Güney'den vazgeçmemelerine karşı hızlı hareket etmeye sevketmiştir. Nitekim bunu çok erkten hissetmelerinden dolayı gerçekleştirmede başarısız oldukları 1957 yılındaki ilk projeleri "Güney Arabistan Federasyonu'nu" getirmişlerdir. Ancak onlar, 1967 yılındaki Cenevre görüşmelerinde başarılı oldukları "Güney Yemen Halk Cumhuriyeti" projesine geri dönmüşler ve bu ise Amerikan yanlısı ve takipçisi olan Ali Salim el-Baid'e kadar devam etmiştir...!

İşte yaklaşık elli yılın ardından bugün bizler, İngilizler ile Amerikalıların bizim üzerimizdeki düzenbazlarını henüz bitiremedik. Nitekim ellerini onlara yada şunlara uzatan, onların akliyetleriyle düşünen ve onların planlarını kurtaran Yemen evlatları oldukça da bu olmayacaktır?! Nitekim İngilizler, kendilerinin iktidar oldukları dönem boyunca Güney Yemen üzerindeki siyasî egemenliğini etkinleştirmişler ve bugün de iktidardan çıkmalarının ardından Yemen'e Amerikalıların egemen olması için geri dönmek istemektedirler!

Ey İman ve Hikmet Sahibi Yemen Halkı!

Yıllar boyunca sizleri yönetenlerin kimler olduğunu bilmiyor musunuz? O halde onların hepsini kaldırıp atın ve düşmanlarınız olan İngilizler ile Amerikalıların sizin için çizdikleri planlar çerçevesinde hareket etmeyin. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ "Yahudiler de Nasraniler de sen onların dinine tabi olmadıkça asla senden razı olmayacaklardır." [el-Bakara 120]

Yemen'in İngiliz egemenliği altında tek olarak kalmaya devam etmesinin yada Amerika'nın arzu ettiği şekilde parçalanmış olarak kalmaya devam etmesinin asla sizlere hiçbir faydası olmayacağı gibi İslam'ın yönetimden uzaklaştırılmasına razı olmanızdan ve Allah'ın sizlere inkar etmenizi emretmiş olduğu tagutların yönetimini kabul etmenizden dolayı geçmiş yıllarda olduğu gibi sizleri dünyada zillete ve ahirette de aşağılanmaya sürükleyecektir. Zira Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدً "Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tagutu inkar etmekle emrolundukları halde ona muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." [en-Nisâ 60]

Dolayısıyla sizlerin, gerek kendinizin gerekse dünyanın efendisi olmanız için İslam'ın şerefine ve izzetine geri dönerek yapacağınız gerçek bir zaferiniz yok mudur? Böylece Yemen, ister İngiltere isterse Amerika olsun sömürgeciliğin tüm şekillerinin kaldırılıp atılmasıyla tek bir yapı olacağı gibi Hilafet Devleti'nin altında İslam ile hükmedileceksiniz.

Hizb-ut Tahrir sizleri, İmam Ahmed'in Müsnedi'nde geçtiği üzere Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in bir müjdesi olan Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatmak amacıyla kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." Sonra sükut etti.

Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kazan'da Allah'ın Evine Saldırı!

16 Ocak 2013'de polis güçleri, Kazan'daki el-İhlas Mescidi'ni kapatmıştır. Zira özel silahlar, birçok otobüs ve kamyonlarla takviye edilmiş çok sayıdaki İçişleri Bakanlığı güçleri, mescidi ve çevresini sabah saat yediden bu yana muhasara altına almış ve polisin emirlerine uymadıkları gerekçesiyle de on Müslümanı tutuklamıştır.

Hükümet, mescidin ve çevresinin restorasyonu sırasında Toprak ve Mülkiyet Bakanlığı ile yapılan kira sözleşmesine muhalefet edildiği gerekçesiyle mescidi kapatmıştır. Halbuki sözleşmenin 2014 yılına kadar uzatıldığı, "sözleşmeye muhalefet edildiği" şeklinde iddia ettikleri şeyin sekiz yıl önce yapıldığı ve o zamandan bu yana da hiçbir uyarının olmadığı bilinmektedir.

Nitekim hükümet, mescide, imamlarına ve şeyhlerine karşı geniş bir medya kampanyası başlatmıştır. Bu da gösteriyor ki mescidin kapatılmasının nedeni, bu mescitteki imamların ve şeyhlerin cesur tutumlarıdır. Zira geçtiğimiz iki yıl boyunca imamların çabaları, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinin geri dönmesi ve toplumda İslamî değerlerin yaşatılması hakkında olmuştur. Dolayısıyla hükümetin planlarına ve İslam'dan korkmasına rağmen el-İhlas Mescidi, hala dininin hakikati ve gayesi noktasında ümmeti bilinçlendirme şeklindeki hedefi üzerinde sabit durmaktadır.

Ayrıca el-İhlas Mescidi, hükümet tarafından sunulan ve kendileri için özel yetki ve nüfuz elde etmeleri karşılığında imamların İslam'ı çarpık bir şekilde sunmasını da içeren fetva verme siyasetini reddetmiştir. Bunun yanı sıra bu mescidin şeyhleri ve cemaati, altı yüz Müslümana arama, tutuklama ve işkencenin de yapıldığı 2012 yazındaki tutuklamalar kampanyası kapsamında tutuklanan Müslümanları savunmuşlar ve savunma kampanyalarında yöneticilerin hakikatini ve komplolarını ifşa etmişlerdir.

Burada el-İhlas Mescidi'nin, İslam'a, İslam şeriatının eksiksiz ve şartsız bir şekilde tatbik edilmesine ve mescidin dört duvardan ve minareden ibaret olmayıp bilakis saf İslam'ı yayan bir fener olduğuna dönük çağrısı üzerinde sabit kaldığının vurgulanması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu mescide yönelik tüm bu düşmancıl uygulamaların arkasındaki gerçek neden işte budur.

İslam'ın saf fikirleri ile Allah'ın hükümleri, Allah'ın kitabı ve kerim Resulünün sünnetinde muhafaza edilmekte olup bunların silinmesi veya söndürülmesi veya da devre dışı bırakılması imkansızdır. Dolayısıyla hakkı tüm çıplaklığı ile haykırmak bu şekilde devam edip gidecektir.

Temim ed-Dârî, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'den şu hadisi rivayet etmiştir:

الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir." [Müslim rivayet etti]

 

Osman Salihov

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Rusya Medya Bürosu Başkanı

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER