Pazar, 08 Recep 1447 | 2025/12/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İslam İle Müslümanların "Hoşgörüsü" ve "Bir Ötekini Kabul Etmeleri"  Yeniden Mercek Altında

Avustralya Gazetesi [THE AUSTRALIAN], "Şeyhin, "İlk Günden İtibaren" Fosilleşmiş Şeriatı Tatbik Etmeye Dönük Vizyonu" başlıklı Paul Mali'ye ait bir makale yayınlamıştır. Nitekim makalede, yazarın fabrikasyon yalanları temelinde Hizb-ut Tahrir kınanmakta, İsmail Vahvah'ın yaklaşık iki hafta önce Melbourne'de sunduğu genel derse dikkat çekilerek makale sahibi "Şeyh İsmail Vahvah'ın, Avustralya'da kurulması ümit edilen bir yönetim sistemi için gelecek için endişe verici bir vizyon sunduğunu ve Hizb-ut Tahrir'in de İslamî Hilafet'i yada "İslam Şeriatı" ile hükmedecek Hilafet'i kurmayı amaçlayan bu hedefini gerçekleştirmek için çalıştığını" iddia etmektedir. Bunun ardından yazar, "Avustralya'daki İslamî Sistemin" nasıl olacağının profillerini vasıflandırmakta ve Hizb-ut Tahrir'in, bu "radikal" bakış açılarından dolayı neden Avustralya'da yasaklanmadığını sorgulamaktadır.

İşte bu, temel medya sorumluluğunu yerine getirmeyerek yazarın kışkırtılmasına özenle hırs gösterdiği korku duyguları yoluyla İslam'a ve Müslümanlara karşı sosyal gerginlik oluşturan bir "gazeteye" dair tipik bir örnektir. Zira İsmail Vahvah, kesinlikle dersinde "Avustralya'da" ibaresini zikretmemiştir. Nitekim bu, İslam dünyasında Hilafet'in kurulmasının talep edildiği dersi takip eden herkes için açık bir hakikattir. Zaten dersin tüm kayıtları yakın bir zaman diliminde sitemize yüklenecektir. Zira "Avustralya'da Hilafet" noktasına hiçbir paragrafta yer verilmemiştir.

Uzak yakın herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasında Hilafet Devleti'ni kurmak çalışmakta olup Avustralya'daki siyasî sahneyi değiştirmek için çalışmamaktadır. Sayın Mali, Hizb-ut Tahrir'in bu mesele hakkındaki tutumunu çok iyi bilmektedir. Zira geçmişte birçok münasebetle Medya Temsilciliğimize konuşmuştur. Ancak bu durumda kendisi, belki de kasten hakikate ulaşmayı engellemek ve hakikati çarpıtarak okuyucu için heyecan verici bir hikaye oluşturmak için makaleyi yazmadan önce bize ulaşma zahmetinde bulunmamıştır. Bu sırada SBS Gazetecileri gibi diğerleri, olayın gerçek olup olmadığından emin olmak için Hizb-ut Tahrir / Medya Bürosu ile bağlantı kurmak yoluyla meslekî ahlaka uygun davranmışlardır.

Belki de Avustralya Gazetesi [THE AUSTRALIAN]'indaki editörler, Paul Mali'nin istenilen ve bu makale nedeniyle Medya Büromuzda bilfiil varit olan iğrenç ve nefret dolu mesajlarda ortaya çıkan hedeflerini elde ettiği çalışmasını öğrenmelerinden dolayı şuan çok mutludurlar. Nitekim diğer medya organlarından birçoğu ve aynı şekilde birçok politikacılar makaleyi, saldırının başlamasına ve İslam'a ve Müslümanlara karşı nefret duygularını devem ettirme noktasındaki bu role katkıda bulunulmasına bir gerekçe olarak almışlardır.

Nitekim aynı şekilde son girişimlerden dolayı derhal ortaya çıkan Daily Telegraph Gazetesi de bu sabah aynı hikayeyi yinelemek ve "Şeyh İslam Vahvah" Avustralya'da şeriatın tatbik edilmesinden bahsetmektedir şeklindeki yalanı tekrarlayarak ve diğer taraftan da bu iddiaları araştırmak için Hizb-ut Tahrir ile bağlantı kurma zahmetinde bile bulunmayarak hiçbir değişiklik olmaksızın sadece İslamlarını uygulamak isteyen Müslümanlar hakkında saptırıcı şüpheler oluşturmaya hız vermiştir.

Sorumluluk ve meslekî ahlaktan uzak aynı duygulara sahip olan politikacılar açısından olana gelince; nitekim Queensland Valisi Steve Cebu, Müslümanların üzerine düşenin hoşgörü ve bir ötekini kabul etmek noktasında Avustralya'nın değerlerini benimsemesi gerektiğine dair yukarıda geçen aynı yorumlara eklemede bulunmuş ve "kindarlığa teşvik eden ve Avustralya'nın sahip olduğu ilkelerin ve temellerin devrilmesine çağıran insanların" karşısında durulması gerektiği çağrısında bulunmuştur. Burada Sayın Cebu'ya sorarız: Sen, Avustralya'nın hangi değerlerinden bahsediyorsun Allah aşkına? Avustralya'nın, Avustralya'nın yerli sakinlerini ortadan kaldıran ve kasıtlı ve sistematik bir şekilde onların değerlerini yok eden değerlerinden mi yada Avustralya'nın, medya organları ve politikacılara İslamî kimliklerini korumaya çalışan Müslümanlara saldırmalarına izin veren değerlerinden mi yada Avustralya'nın, masum kadınların, erkeklerin ve çocukların katledilmesi ve sakat bırakılması gibi Afganistan'daki iğrenç değerlerinden mi?

İsmail Vahvah'ın dersi, şayet doğru bir şekilde ele alınmış olsaydı onun, İslam dünyasına dönük bu sömürgecilik gerçeğinin ardından devletinin bir şeklinin olmasından dolayı İslam vizyonunu göstermeye çalışan Hizb-ut Tahrir'in amellerinden bir parça olduğu anlaşılır ki aslında bu, modern kapitalist dünyanın sömürgecilik gerçeğine aykırı bir vizyondur. İşte bu nedenle politikacılar ve medya organları, yurtdışındaki siyasî ve askerî müdahaleyi haklı çıkarmak için içeride İslam'a ve Müslümanlara karşı bir korku oluşturmak yoluyla hep birlikte bu Şeytanî hedef için çalışmaktadırlar.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Halep Üniversitesi Katliamı: Artık Müslümanların Kendi Dışındakilere Karşı Tek Bir Yumruk Olmalarının Zamanı Gelmedi mi?!

Öğrencilerin yoğun bir katılımının olduğu Halep Üniversitesi'nin sınavlarının başladığı bir gün olan 15.01.2012 Salı günü, Üniversite kapılarının kapatılmasın ve Suriye güvenlik birimlerinin üniversiteden çekilmesinin ardından küfür ve ahlaksız el-Esadî rejimi, güvenliğin, muhafızların ve şebbihaların hemen çıkmasının ardından ilki "mimarlığın göbeğine" ikincisi de üniversite konutunun ikinci birimine düştüğü Mig Pilot füzeleriyle üniversiteyi bombalamıştır. Nitekim füzelerin düştüğü sırada üniversitede bulunan öğrenciler, rejimin bazı destekçilerinin bir araya gelerek meslektaşlarının organlarının parçalanmış bir şekilde oraya buraya savrulduğu bir sırada şebbihaların Başkanı kasap Beşar lehine sloganlar atmaya başladıklarını vurgulamışlardır. Bunun üzerine kaşla göz arasında, hazırlanmış görüntüleri ve haberleri yayınlamaya başlayan rejimin "Dünya" televizyonunun kameraları ortaya çıkmış ve patlamanın, bomba yüklü araç sonucunda olduğunu ilan etmiştir. Sonra geri dönüş yaparak ifşa olmuş olan yalan tutumunu şu sözleriyle doğrulamıştır: "Bunlar, silahlı çeteler tarafından atılan termal füzelerdir." Bu sırada katliamdan kısa bir süre önce üniversitenin yakınında bulunan suç ortaklığı ifşa olmuş olan Rus Konsolosluğunun kapatıldığı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Rus otoriteleri, daha sonra Konsolosluğun kapatıldığını ve Halep'teki güvensizlik durumu sonucunda çalışanlarının buradan çekildiklerini açıklamak zorunda kalmışlardır. Nitekim bu, kurbanların sayısının seksenin üzerine çıktığı ve vücut parçalarının geniş alanlara yayıldığı, sadece kasap Beşar'ın değil, bilakis onun yanında ve arkasın duran herkesin felaketini kınayan korkunç bir manzaradır...

Ey Müslümanlar: Yöneticileriniz, işte bu gibi şeyler için ordular inşa etmekteler ve silahlar satın almaktadırlar. Zira onlar, düşmanla savaşmadıkları gibi asla ve asla da toprakları kurtaramayacaklardır. Bilakis onlar kendilerini, düşmanlarıyla işbirliği yapmalarının ve sizlere karşı komplo kurmalarının karşısında durmaya kalkışmanız halinde sizleri katletmek ve öldürmek için hazırlamaktadırlar. Dolayısıyla düşmanlarınız için ajanlık yapmada, sizlere düşman kesilmede ve sizlere kin gütmede biri diğerinden farklı olmayan işte bu yöneticilerinizdir. Zira onlardan her birisi, sizlerle savaşmak için düşmanınızın ok kılıfına katkıda bulunmaktadırlar. Nitekim bunun karşınızdaki en canlı örneği "Mali'dir"! O halde daha ne zamana kadar bekleyeceksiniz? Sizler, Rabbinizin emrettiği gibi diğer ümmetler dışında tek bir ümmet değil misiniz? Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]  sizlerden, uzağınız ve yakınınızda olanlara yardım etmenizi ve sizlerin dışındakilere karşı tek bir yumruk olmanızı talep etmiyor mu?!

Ey Dâr-ul İslam'ın merkezindeki Şam halkı: Gizlisi saklısı kalmayan gururlu ayaklanmanız için cömert olunuz ve İslam'a ve Müslümanlara yönelik savaşın gerçeğine de kör kalmayınız. Yoksa Allahuteala'nın, haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olursunuz:

لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir." [el-A'râf 179]

Hizb-ut Tahrir olarak bizler Allahuteala'dan, bu zor doğumun Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vaadi olan Raşidi Hilafet Devleti'nin doğumuyla ve müminlere nefislerinden daha evla olan bir Halife'ye biat edilmek yoluyla Allah'ın şeriatının kurulmasıyla sonuçlanmasını temenni ediyoruz. İşte sadece o zaman pahalıya mal olan bedel hafifler. Dolayısıyla bizler, bütün günahkar ve yalancı mücrim tarafından aldatılan her bir Müslümana insaflı davranacağımız ve onların kanının pazarlıklar ve komplolar mezbahanesinde heder olmasına izin vermeyeceğiz hususunda Allah'a söz verdik... O halde tüm İslam ümmetini etkileyen musibetinize karşı sabredin ve hiç üzülmeyin ey Halep halkı! Zira Allah'ın izniyle bizim ölülerimiz cennette ve Allah ve Resulünün düşmanları ise cehennemdedir. Şayet bizler zarar görüyorsak Allah'a hamd olsun Allah'ın düşmanlarının hayatları ve çabaları da helak olmaktadır. Nitekim Allahutela, Uhud Savaşı'nın ve şehitlerin çok olmasının ardından kerim Resulü'ne şöyle buyurmuştur:

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلا بِاللَّهِ وَلا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلا تَكُ فِي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ  إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ "Sabret! Senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır. Onlardan dolayı üzülme; kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da kaygılanma! Çünkü Allah, ittika edenler ve muhsinlerle beraberdir." [Nahl 127-128]


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Suriye Vilayeti
Medya Bürosu Başkanı
Mühendis: Hişam el-Baba

Devamını oku...

Soru-Cevap: Küresel Ekonomik Kriz

Soru:

Amerika'da başlayan, önce  Avrupa'yı sonra da dünyayı silip süpüren ekonomik kriz nereye doğru gitmektedir?

Cevap:

Bu konuya ışık tutmak için aşağıdaki hususları zikredeceğiz:

1-Amerika'daki gayrimenkul piyasasının çöküşü, dünyanın dört bir tarafına uzanmış ve bu da birçok bankaların çökmesine yol açmıştır.  Bunun üzerine hükümet, küresel ekonomik çöküşü durdurmak için benzeri görülmemiş bir müdahalede bulunmuştur. Bununla birlikte sonuç, şuan büyük buhran olarak adlandırılan şey olmuştur ki buda 1929'dan bu yana en kötü buhrandır. Nitekim bu küresel ekonomik kriz, aslında geçen on yıl içerisindeki (ekonomik) patlamanın gerçeğinin borçlar neticesinde olduğunu ortaya koymaktadır. İşte üzerinden beş yıl geçen bu krizin çözümünde dünyadaki en büyük ekonomilerin başarısızlığı devam etmektedir!

2-Krizin çözümüne ulaşmak için koordinasyon çalışmaları amacıyla dünyanın en büyük ekonomileri tarafından ortak girişimlerde bulunulmuştur. Bu koordinasyonun temeli, küresel etkileri sonucunda küresel ekonominin karşılıklı bağımlılığı ve kolektif global yaklaşımın dünya çıkarı için en iyisi olacağıyla ilgili söz olmuştur. Ancak bu birleştirme yaklaşımı, ekonomik milliyetçiliğin yayılması nedeniyle uzun süre devam etmemiştir. Zira her bir ülke, bireysel olarak kendi bekası için mücadele etmektedir. Çünkü her bir ülke, diğer ülkelerle küresel rezervlerin finanse edilmesi amacıyla çalışmayı beklemektedir. Nitekim bu, G20 ülkelerinin çöken ekonomilerin kurtarılmasını finanse etme girişimleri noktasındaki çeşitli toplantılarında ve konferanslarında ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla sonuç, finansman projelerinin genelinin üzeri yazılı kağıtları geçmemesi şeklinde olmuştur. Dolayısıyla da bu, büyük ülkelerin ekonomik milliyetçilik algılarından dolayıdır. Nitekim Ekonomist Gazetesi, 2012 yılında şu ifadeleri yayınlamıştır: "Ancak modern tarihin en karanlık hayalet döneminin yeniden canlanması, çeşitli, dahası ciddi tepkileri gerektirmektedir. Zira içerideki (her ülke içindeki) iş fırsatları ile sermayeleri korumaya çalışan ekonomik milliyetçilik, ekonomik krizin siyasî krize dönüşmesine yol açmakta ve dünyayı durgunlukla tehdit etmektedir. Dolayısıyla ekonomik milliyetçilik acilen defnedilmediği taktirde sonuçlar çok vahim olacaktır."

3- Küresel ekonominin geleceği için en iyi yol hakkında Almanlarla ile Amerikalılar arasında keskin rekabetler meydana gelmiştir. Zira diğer ülkelerin büyük çoğunluğu ile birlikte Angela Merkel, Amerika'nın kullandığı borçlanmayı (kredileri) ve ucuz borçlanmayı körüklediği büyümeye, sürdürülemez bir büyüme modeli olarak itibar etmektedir. Zira hükümetin bakış açısına göre büyümeye teşvik etmek için paranın kullanılmasına, eskimiş bir model olarak itibar edilmektedir. Avrupa'nın yöntemine gelince; her ülkenin bütçe açığı düzeylerinin kemer sıkma önlemleri yoluyla kontrol edilmesine ihtiyaç olduğu şeklinde temeyyüz etmektedir. Dolayısıyla şayet ortada hükümetin, borçları geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirmeye güç yetiremeyeceği şeklinde bir tehdit söz konusu olursa genellikle kemer sıkma önlemleri alınmaktadır. Dolayısıyla bu mesele, haddi zatında ekonomik büyümeye aykırı bir hedef olarak görülmektedir. Zira dünyanın en büyük ekonomilerindeki kredi derecelendirmelerinde bir tehdidin varlığıyla birlikte genellikle kemer sıkma politikasına, yani finansal piyasaları tatmin etmek için devlet açığının azaltılmasına başvurulmaktadır. Nitekim kemer sıkma yöntemindeki sorun, aslında toplumda iş ve gelir fırsatları oluşturma bağlamında büyümenin oluşmasını hedeflemeyen, dolayısıyla genel ekonomik büyümeye yol açan, dahası devletin borcunu azaltmayı hedefleyen bu tür bir politikadır.

4-Amerika'nın büyümeye dönük çalışması, en iyi sonuçlar gerçekleştirmeyecektir. Zira teşvik, devletin, öncelikle (Çin gibi) yurt dışından kredi olarak aldığı fonları (Aynen Amerika'nın durumunda olduğu gibi) kullanması yada merkez bankalarının sırf bilgisayarlardaki numaraların girdirilmesi sayesinde pompaladığı paraları kullanması yoluyla daha fazla harcama yapmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla tüm bu önlemler, zayıf ekonomileri belli bir süre harekete geçiren geçici önlemler olup ancak sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek için değildir. Dolayısıyla büyümenin gerçekleşmesi, aslında geçici bir etkisinin olması hedeflenen teşvik icraatlarının sonuçlarının şişirilmesinin neticesidir. Dolayısıyla teşvik, sadece hükümetin işlerine ve teşvik sona erdiği anda son bulacak olan hizmet sektörlerine dönük bir destek olup devlet ekonomisi genellikle, teşvikin başlangıcında olduğu aynı durum üzere bırakılmaktadır.

5-Batılı hükümetler, aynı şekilde elektronik para basma aracı olarak kullanılan yeni bir gelişme olan nicel gevşemeye başvurmaktadırlar. Zira bu politika, geleneksel politikalar başarısızlığa uğradığında ulusal ekonomiyi canlandırmak amacıyla merkez bankaları (yani hükümet) tarafından geleneksel olmayanı kullandığı bir politikadır. Binaenaleyh bu merkez bankaları, daha önceden belirlenmiş miktarı ekonomiye enjekte etmek için tahvil ve hisse sentleri gibi finansal varlıkları [Financial assets] satın almak yoluyla nicel gevşeme [Quantitative Easing] yada [QE] olarak bilinen şeyi uygular hale gelmişlerdir. Nitekim bu satın alma yoluyla hükümet, elektronik fabrikanın yeni parası sayesinde bankalara finansal varlıklar sağlamaktadır. Yani hükümet, söz konusu finansal varlıkların fiyatlarını gerçek olmayan elektronik bankalara ödemektedir. Dolayısıyla bu prosedür, bankaların rezervlerini artırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte 2013 yılının başlarındaki küresel ekonomi, 2012 yılının başlarındakinden daha iyi değildir. Bilakis ekonomik durgunluk, kendisini kapsamlı durgunluktan kurtarmaya çalışan bazı ülkelerin kemiklerini kemirmektedir. İşte 2013 yılının başlarından beri ortaya çıkan raporlar, hanesindeki rakamlar trilyon dolarlara uzanmış borçların altında ezilen kendi dışındaki bazı Avrupa ülkeleri gibi kuvvetle muhtemel İngiltere'nin de büyük bir ekonomik durgunluğa gireceğinden bahsetmektedirler. Hakeza aslında etkili bir sonucu olmayan nicel gevşeme de sona ermiştir. Bilakis ekonomik krizden beş yıl sonra küresel ekonomi, özellikle de işsizliğin sürekli artış göstermesi nedeniyle hala acı çekmektedir. Zira Avrupa'da fiilen sosyal bir kaos başlamış ve krizi çözmeye dönük bütün girişimler borçlara dayalı büyüme sorununu çözememiştir. Nitekim sorunun nedeninin borçların olduğu bir sıradaki ekonomik çözüm girişimleri, borçların daha fazla artmasıyla sonuçlanmaktadır. Hakeza Batılı hükümetler, hastalığı hastalıkla tedavi etmeye çalışmaktadırlar.

6- Son olarak, sonunda ekonomik canlanmaya yol açabilecek üç ihtimal vardır ki biz bunları baştan aşağı zikredeceğiz:

Birincisi: Çift dipli durgunluğun, durgunluğa ve fiyatlarda önemli bir düşüşe dönüşmesi. Bu da kredi, gayrimenkul ve emtia fiyatlarının inişine yol açmaktadır. Dolayısıyla ekonomik büyümeyi başlatmaya dönük bir destek olup bu kredilerin kolayca ödenmesini temsil etmektedir. Bu, zayıf bir ihtimaldir. Çünkü kapitalist ekonomi, esasında kredilere ve bundan çıkan faize dayalı olup kredi "faiz" fiyatlarının düşüşü ise kapitalist ekonomi var olduğu sürece uzun bir süre devam etmeyecektir.

İkinci ihtimal: Çin'in Batı sayesinde kurtulması. Nitekim Çin'in büyük ticareti ve artı paraları, Amerika, İngiltere ve euro bölgesindeki geniş kesimlerin borçlarıyla bağlantılı olup bu, sürdürülemez büyük borçlardır. Dolayısıyla Batı'nın kurtulması Çin'in çıkarına olacaktır. Aynı şekilde bu, Batı dünyasının Çin'in küresel liderliğini kabul etmeye mecbur kalması anlamına da gelmektedir.  Ancak buradaki mesele, Batı'nın ileride bu gibi bir kurtarmayı kabul edecek olmasıyla ilgili bir mesele değil, bilakis Çin'in bu gibi bir politikayı benimseyecek olmasıyla ilgilidir.

Üçüncü ihtimal: Hilafet Devleti'nin güneşinin doğması ve İslamî Ekonomik Sistem'in tatbik edilmesidir. Nitekim bundan sadece Hilafet Devleti faydalanmayacak, bilakis onunla ilişkiye giren dünya ülkeleri de faydalanacaklardır. Bu da bu tür küresel krizlerin ortadan kalkmasına yada kontrol edebilecek bir durumda olmasına neden olacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Navit Butt'un Kaçırılmasının İnsanlardan Gizlenmesi, Bunun Basîr Olan Subhânehu ve Te'âla'dan da Gizlendiği Anlamına Gelmez Keyâni ve Zerdâri, Navit Butt'un Serbest Bırakılmasına Dönük Küresel Kampanyaya Yanıt Vermektedirler

Hizb-ut Tahrir, Keyâni ve Zerdâri rejiminin Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un serbest bırakılmasını talep eden www.freenaveedbutt.com web sitesini yasaklamasını kınar. Zira rejim, Hizb-ut Tahrir'in, Pakistan'da Hilafet'i savunanlar arasında büyük bir saygınlığa sahip olan Navit Butt'un derhal serbest bırakılmasını talep eden küresel kampanyasına bir yanıt olarak bu siteyi Pakistan'daki internet sörfçülerinden yasaklamıştır. Çünkü dünyanın dört bir tarafındaki birçok Müslüman, gösteriler düzenlemişler ve Navit Butt'un serbest bırakılmasını talep etmek için Pakistan Büyükelçiliklerine heyetler göndermişler ve Hizb-ut Tahrir de medya organları, hukukçular ve İnsan Hakları Komisyonları içerisindeki liberalleri, rejimin İslam'a davet edenlere ve onun için çalışanlara dayattığı ucuz sansüre karşı seslerini yükseltmeye ve davet kampanyasını savunanlara katılmaya çağırmıştır.

İnsanlardan Müslüman olanların, akidelerini savunma ve bu akidelerine göre yargılanmayı talep etme hakları yok mu yani? Ayrıca bu ümmetin, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın indirdikleriyle hükmedilme ve ülkede şeriatın egemen olmasını talep etme hakları yok mu yani?

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti Müslümanlara, Hilafet'in Allah'ın izniyle çok yakında kurulacağını ve ister web siteleri düzeyinde olsun ister televizyon kanalları düzeyinde isterse de yazılı medya organları düzeyinde olsun medyanın nezih bir siyasete ve bilgilere tanık olacaklarını vurgular. Nitekim en son olarak Hizb-ut Tahrir, "Pakistan İçin 2013 Misakını" yayınlamış ve misakta, İslam ülkelerini Hilafet Devleti'nin gölgesinde birleştirmeye dönük ana hatları açıkladığı gibi aynı şekilde İslam'a güçlü ve etkili bir şekilde davet etmek ve İslamî fikirleri insanların duygularıyla raptetmek için medya organlarının takip etmeleri gereken ana hatları da açıklamıştır. Bu da insanların İslamî hayata dönmesine ve ileride medyanın, İslam Devleti içerisindeki küfür ve fasit fikirleri erozyona uğratmak için çalışmasına teşvik etmek içindir ki böylece ümmet, sömürgecilerin kültürel saldırısı karşısında sağlam bir şekilde durabilsin. Buna binaen Hilafet de kapitalizmin fasit fikirlerini ortadan kaldırmayı ve İslam'ın yüce değerlerini güçlendirmeyi garanti altına alacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Keyâni, Zerdâri ve rejime bağlı baltacıları, cürümlerinin Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya gizli kalmayacağı noktasında uyarır. Ayrıca Hizb-ut Tahrir ve onunla birlikte ümmet, onların boğazlarına sarılıp bu ümmete ve İslamlarına karşı işlemiş oldukları cürümlerinden dolayı muhasebe edeceklerdir. O halde istediğiniz şeyi gizleyin ey tagutlar! İsterseniz kendinizi de gizleyin. Peki kendinizi, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'dan ve kanalizasyon kanallarında yada fare deliklerinde olsanız bile sizlerin boğazlarına sarılacak olan ümmetten gizlemeye güç yetirebilecek misiniz?

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar." [İbrahim 42-43]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Tunus'tan, Kurucu Meclis Üyelerine Yönelik Bir Konuşma

  • Kategori Tunus
  •   |  

 

فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ "Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını çok iyi görendir." [Mümin 44]

 

Kuluna kitabı indiren ve onda hiçbir eğrilik göstermeyen Allah'a hamd olsun.


Selat ve selam, sağlam bir kulp ile gönderilen kimsenin üzerine olsun. Zira her kim ona sımsıkı sarılırsa kurtulur, herkim de onu terkerderse kaybedenlerden olur.

Sayın Kurucu Meclis Başkanı,

Saygıdeğer Temsilciler,

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh ;


Ülkemiz Tunus'un, İslam ile güçlü ve izzetli uzun bir tarihi olmuştur. Zira o, mücahitler fethetmeden önce Bizanslı Rumların egemenliği altında aşağılayıcı bir esir konumunda idi. Ama Tunus fethedilince, bir fırsat yakalamış, yönetim ve bir hayat nizamı olan İslam'ı taşımış, Kuzey Afrika'ya, dahası bundan daha fazlasına liderlik etmiş, Tunus halkı İslamlarıyla izzetli olmuş ve Tunus, geniş İslam ülkesinin izzetli bir parçası haline gelmiştir. Zira Kuzey Afrika'nın Fatihleri, Endülüs ve Sicilya'ya ulaşıncaya kadar ilerlemişler, üniversitelerinden ilmin ışığı doğmuş ve ilim öğrencilerinin kıblesi olmuştur.

Sonra bunların ardında. üzerlerine yönetim ve sandalyelerinin arzuları galebe çalınca geri kalmışlardır. Zira Hilafet Devleti'den bağımsızlaşmışlar, yüzlerini Batı'ya çevirmişler, kendilerini reform ve modernleşme sözleriyle aldatan, onlara aldatıcı sözlerle süslenmiş projeleri süslü gösteren, kendilerine boş vaatlerde bulunan, bunun ardından üzerlerine gerek kendilerini gerekse ülkeyi fesat ve zulüm döngüsünde boğacak şekilde paralar ve krediler yağdıran, sonra ülkenin üzerine çullanıp yağmalayan ve halkını da köleleştiren ve onları zulüm ve zalimlikle çürüten sömürgeci Fransa'nın kolay bir lokması olmuşlardır. Nitekim sömürgeci askerler, aşağıdaki hususları garanti altına alıncaya kadar ülkemizden çıkmamışlardır :

-Ülkenin başındakilerin, kendi fikirlerine aşık ajanları olması ve demokratik kapitalist sistemin egemen olması.

-Ülkenin, diğer İslam ülkelerinden ayrılmayı sürdürmesi. Böylece ülke, üzerine kolayca egemen olunabilecek zayıf bir ülke olarak kalabilsin.

-İslam'ın, gerek yönetimden gerekse insanların işlerini gözetmekten uzaklaşmasını garanti altına almak. Böylece İslam'ın fikirlerine savaş açılsın, Zeytune Üniversitesi kapatılsın ve alimleri de sürgün edilsin.

-Fikirlerde, programlarda, projelerde ve finansta sömürgeciliğe bağlı kalınması.

Nitekim sömürgeci, sömürgeci kafirin hizmetkarı olmaya rıza gösteren ülkenin evlatlarından küçük bir gurubun yardımıyla istediğini elde etmiştir. Dolayısıyla insanları, zulüm, baskı ve cehaletle yönetmişler ve ülke ise krizlere ve sarsıntılara tanık olmuştur. Nitekim bu iki hususu insanlar, Batılı politikacıların laboratuvarlarında yazılan politikalar ile sömürgeci çevrelerden gelen paralar sayesinde Burgiba ve onun ardından gelen Bin Ali'nin iktidarları altında tatmışlardır. Bunun üzerine ülke, toplumu parçalayan ve enerjilerini bitiren türbülansların ve krizlerin girdabına girmiştir. Ayrıca bu zalim politikalar yüzenden, bu rejimlerin ayıplarının ifşa olmasının, fesatları burunların direklerini sızlatmasının, insanların rejimi devirme çağrısında bulunmalarının ve köklü bir değişimin zaruri olduğu üzerinde birleşmelerinin ardından öfkeli ayaklanma durumu patlak vermiştir. Nitekim ayaklanmanın sloganı "Halk Rejimin Devrilmesini İstiyor" şeklinde olmuş ve bu kaosun ortasında bazı insanlar, sömürgeci kafirin istediği değişimi gerçekleştirmek için kurucu meclis seçimlerine girmişlerdir. Ancak bu defa kendilerini "ılımlı ve arabulucu" İslamcılar olarak adlandıran bazılarının elleriyle olduğu gibi bunun dışındakiler ise dışarıdan ithal edilen Batılı isimler eliyle olmuştur... Dolayısıyla bu değişim, rejimi, yapısını, Batı velayetini ve fikirlerini koruyan ve sadece yüzleri ve eşkalleri değiştiren bir değişim olmuştur.

Bizler, dün olduğu gibi bugün de tüm bölgenin liderliğini geri almak ve İslam'ın yönetim ve yaşam nizamı olduğu ilk günlerde olduğumuz gibi hidayetin fenerleri olmak için bir fırsat daha yakaladık.

Saygıdeğer Temsilciler:

İnsanlardan sizleri seçenler, gerek kendilerinin temsilcileri gerekse sömürgecilerin ülkeye girmelerinden bu yana düştükleri durumdan çıkaracak köklü bir değişime esas olacak yeni bir sistem koyan vekiller olasınız diye seçmişlerdir. Yine insanlardan sizleri seçenler, İslam'a bağlı kalasınız diye seçmişlerdir. Ancak sizler, hiçbir değişim yapmadığınız gibi gerçekten iğrenç ve çelişkili Batılı aksesuarlardan başka bir şey de değiştirmediniz ve en önemlilerini aşağıda sıraladığımız anayasa taslağı projesini sundunuz:


-Bu ülkede Müslümanların akidesinin bir ağırlığı olmadığı gibi ona itibar da edilmez. Zira İslam, ekonomide, öğretimde, medyada, İçtimaî Nizam'da, ahlakta, hatta ibadetlerde ve her şeyde insanların işlerini gözetmekten ayrılmıştır...

-Kapitalist sistemin Cumhuriyet yüzü ile Burgiba'nın, onun ardında da Bin Ali'nin bizleri yönettiği bir sistem olan demokratik aracı korunmalıdır.

-Ülkenin, diğer İslam ülkelerinden ayrı olması muhafaza edilmelidir. Böl ve yönet politikası gibi.


Bununla birlikte sizlerin, Batı'ya doğru yöneldiğinizi, onun hoşnutluğunu kazanmak için kapılarının eşiğinde beklediğinizi, bazılarınızın Batı sertifikalarıyla övünüp durduğunu, anayasa taslağı noktasında sömürgecilerin müdahalede bulunmasına ve onun, doğrudan yada şüpheli Batılı fonlara sahip olan Sivil Toplum Kuruluşları olarak adlandırdığınız bir yolla denetlenmesine karşı şüpheli bir şekilde sessiz kaldığınızı görüp işitmekteyiz. Dolayısıyla insanlara, süper güçlerin sömürgeci bir kolu olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı himayesinde tartışılması için taslak projenizi sundunuz. Buda bizleri, savunduğunuz taslak projesini sunma girişiminin ülkeyi kurtarmak için samimi ve dürüst olmadığına, ancak bunun sizin tarafınızdan tek başına verilmiş bir karar olmadığı görüntüsünü ortaya çıkarmaya dönük bir girişim olduğuna, ayrıca bunun insanların katılımı ve onayı ile koyduğunuz bu şeyleri pazarlamanızın ardından insanların kendisine karşı ayaklandığı rejimi onaylamaya dönük şüpheli bir çalışma olduğuna ve insanların hayatlarını ifsat eden ve onları tehlikelere sürükleyen aynı rejimi üretmeye geri döndüğünüze inanmaya sevketmiştir.


Ey Saygıdeğer Üyeler:

Bizler tüm bunları bilmemize rağmen sizler, işlerinize sımsıkı sarıldınız. Yine bizler meclisinizin, bazı şekli hususların dışında daha önceki parlamentolardan farkı olmadığını bilmemize rağmen,

Sizler aynen onlar gibi, fikir ve metotta Batı'ya tabi olmayı ve İslam'ı hayattan uzaklaştırmayı istiyorsunuz. Dolayısıyla sizler bu çabalarınızla ülkeyi, Batı'nın kendisinden ve yöneticisinden hoşnut olmasını bekleyen sömürgeci kafirin elindeki bağımlı ve zayıf rehin bir ülke yapıyorsunuz.

Bizler tüm bunları bilmekle birlikte, aynı şekilde sizlerin Müslümanlar olduğunuzu da bildiğimiz gibi insanın, Rabbine döndüğü, ciddi ve muhlis bir şekilde tefekkür ettiği saatler olduğunun, hata yapabileceğinin, dahası günah işleyebileceğinin, tekrar doğruya geri dönebileceğinin, ümmetinin, ailesinin ve ülkesinin işlerini dünyada ve ahirette düzeltecek bir çalışmaya bağlı kalabileceğinin, özellikle bununla ilgili yapılan şeylerin tehlikesini ve saptırıcı bir yola tutunduğunda ümmetine, halkına ve ülkesine ulaşan yıkıcı zararın boyutunu idrak edince ümmetini, halkını ve ülkesini helak edecek her şeyi kaldırıp atabileceğinin, dahası bunlarla savaşabileceğinin de farkındayız. İşte bu bağlamda bizler sizlere, aşağıdaki hususları hatırlatır ve samimi bir kardeş nasihatiyle nasihat ederiz:

-Kapitalist sistem, beşerin koymuş olduğu bir sistem olup ister fikrî ister isterse de siyasî olsun her boyuttaki fesadı ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra o, bir taraftan Avrupa'daki düşünür ve filozoflar ile din ile ilgili bir sultan indirmediği şeklinde Allah'a iftira atan Kilise arasındaki orta çözüm sonucunda uzlaşılmış bir fikir olduğu gibi diğer taraftan da gerçeğe dayanmayan ve vakıaya mutabık delil getiremeyen bir fikir olan dini hayatta ayırma fikrine dayalı bir sistemdir.

-Sorunlarına çözümler üreten kapitalist sistemin temel mekanizmasına gelince; o, orta çözüm mekanizması yada sizlerin sımsıkı tutunmuş olduğunuz "uyumluluk" mekanizmasıdır. Dolayısıyla bu mekanizmaya bakan bir kimse, onun insanın sorunlarına dönük gerçek ve sahih çözümler üretmediğini, sadece (azınlıktan oluşan) güçlülerin topluma dayattıkları çözümler ürettiğini ve bunu da medyalarını, nüfuzlarını ve paralarını kullanarak sahih bir çözüm ve tedavi edici bir ilaç şeklinde pazarladıklarını görecektir...

-Hiçbir delili olmayan akidesi ve toplum içerisinde doğal olarak, dahası zorla çatışma çıkaran mekanizması olan bir sistem hakkında ne düşünüyorsunuz Allah aşkına? Ümmetiniz, halkınız ve ülkeniz için razı olduğunuz şey, bu mu yani?!

Bu, teorik fikrî boyutta olanı idi.  Yönetim boyutuna gelince; gerçekte demokrasiyi, güçlü ve nüfuz sahipleri temsil etmektedirler. Zira sizler, demokrasinin ve köklerinin mızrak ucu Amerika'daki demokraside, büyük şirketlerin siyasî kararlara nasıl tahakküm ettiğini, kongreye veya senatoya veya başkanlığa sadece büyük şirketlerin destek verdiği kişilerin ulaştığını, büyük şirketlerin seçim kampanyalarını finanse ettiklerini, medyada bu kimselerin imajlarını parlattıklarını, bunun ardından politikaların belirlenmesinde ve kendi çıkarlarına hizmet eden kanunların çıkarılmasında onları kullandıklarını ve tüm bunları da sözde özgür ve nezih seçimler adı altında insanların katılımıyla yaptıklarını görmektesiniz. Ancak artık Batılı aydınlar, yarım küsur yüzyıldan beridir demokrasinin kötü bir sistem olduğunu ve onun yönetmeye muktedir olamadığını fark etmişlerdir. Nitekim Batı'nın yaşadığı vakıa, hiçbir bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde demokrasinin hayalî bir fikir olduğunu kanıtlamaktadır. Aslında yönetimde olanlar, sermaye sahipleri olduğu gibi kanunların belirlenmesine katılanlar halk olmayıp bilakis insanlar için ölçüler koysunlar ve onlar için neyi yapıp yapmayacaklarını belirlesinler diye yasama meselesinde kendilerine yetki verilen birkaç kişiden ibarettir. Dolayısıyla bu, köleliğin bir çeşidi olup Batı, Ortaçağ'daki din adamları ile feodalların köleliğinden modern asırdaki parlamentoların köleliğine geçiş yapmışlardır. Aynı Batı, demokrasinin yönetim için elverişli olmadığına, 50 küsur yıldır Batılı aydınlar ile politikacılar arasında dolaşan yönetmeye muktedir olamayan bir ıstılah haline geldiğine [ungovernability] ve  kaygılı aydınların demokrasinin alternatifini araştırır bir hale geldiğine tanık olmuştur.


Ekonomik yöne gelince; kapitalist sistemin başarısız olduğu iki gözü olan herkes için açığa çıkmıştır. Zira kasıp kavuran ekonomik krizler, hala devam etmektedir. Dolayısıyla Batı, bugünün ürünü değildir. Bilakis onun ömrü yaklaşık yüz yıla uzanmakta olup sistemlerinin, para işlerini, insanların ihtiyaçlarını fıtratına uygun bir yolla doyuracak şekilde idare etmekten aciz kalmaları nedeniyle ekonomik sorunları belirlemede başarısız olmuşlar, bunun ülkelerin kaynaklarının azlığında gizli olduğuna itibar etmişler, insanın fıtratını anlamaktan aciz kalmışlar, insanın temel ihtiyaçları ile lüks ihtiyaçlarının arasını ayırmamışlar, sahip oldukları malın doğasının cahili olmaları nedeniyle mülkiyet özgürlüğünü kontrol edilemez bir hale getirmişler, para ve değerini ifsat eden faizi ekonomik sistemlerinin temeli kılmışlar ve yok edip bitiren ve sorunları daha da ağırlaştıran para sistemine itimat etmişlerdir. Nitekim her defasında onların, felaketlerini iyileştirme girişiminde bulunduklarını ancak sistem alt üst oluncaya kadar yamaların genişleyip parçalandığını görmektesiniz. Ayrıca bizler, kapitalist ülkelerin ideolojileri için bir darbe sayılan kamulaştırma politikasını takip ettiklerini görür hale geldik. Zira kapitalizmin çocuklarından biri olan Roger Terry'in "Ekonomi Çılgınlığı" adlı kitabında söyledikleri şu ifadeler bu kapitalist sistemin fasit olduğuna kanıt olarak yeterlidir: "Sorun, ekonomik sistemimizin tatbik keyfiyetinde gizli değildir. Bilakis sorun, bizzat ekonomik sistemimizin kendisidir. Dolayısıyla hata, ekonomik sistemimizin temel yapısında olup kısmî çözümler ile sonuçların pansuman edilmesi sorunları giderecek bir çözüm olmayacaktır. Şayet bizler, benzerlerimize ulaşmak istediğimizde, bazı kartları karmamamız ve sorunları kökünden söküp atmamız gerekir. Dolayısıyla bizim üzerimize düşen, temelleri ve hakikatinde olduğu üzere sistemimizin yürüttüğü ve ortaya çıkardığı tüm varsayımları yargılamaktır. "


Dış politikalarına ve halklarla olan ilişkilerine gelince; kapitalizmin akidesinin başarısız olduğu, dahası insanlık için tehlikeli olduğu ortaya çıkmıştır. Zira 60 milyondan fazla insanın öldüğü iki dünya savaşına liderlik etmişlerdir. Çünkü kapitalist akide, ölçü olarak maddî menfaati benimsemekte ve bu menfaatin gerçekleşmesi için de insanlar arasındaki çatışmayı pekiştirmektedir. Ayrıca kapitalist akide, halklarını tek bir bayrak altında birleştirme noktasında sefil bir şekilde başarısız olmuştur. İşte Amerika hala vücudunu kemiren ırkçılık hastalığının acısını çekmektedir. Ayrıca Batı hadaratı, kendisine inanmaksızın yaşayan kimseleri kendi bünyesinde tutmaya güç yetirememektedir. Çünkü hakikatinde vakıaya bir tepki olan fikirleri, özel bir bakış oluşturmakta olup diğer halkları kazanmak için dünyaya açılmaya muktedir olamadığı gibi fikirleri ve temelleri de özel olarak kalmaya devam etmiştir. Dolayısıyla Batı'nın kendi dışındaki halklar ile yaptığı her şey, silah ve sömürgecilik gücüyle olmakta ve herhangi bir Müslüman halkı da kendi fikirlerine boyun büktürmeye güç yetirememektedir. Bilakis kanlı çatışmaların olduğu yüzyılın ardından Batı şimdi, yenilgi ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde kuyruğunu kıstırarak ülkemizden çıkmaktadır. Dolayısıyla kendi merkezinde Müslüman kadının başörtüsüne tahammül edemeyen bir özgürlüğü kutsayan kanunları, utanç ve yüz karası olarak Batı'ya yeter.

Her şeyden önce o, -yani kapitalizm-, Kur'a ve sünnetten istinbat edilmeyen, bilakis bu ikisi ile her gün savaşan kafir hükümleri ve fikirleri olan bir akidedir.


Saygıdeğer Temsilciler:

Bu özet olarak aktardıklarımızda dikkatlerinizi, dini hayattan ayıran akidenin tehlikesine, faydacı ölçeğinin iğrençliğine ve orta çözüm mekanizmasının başarısızlığına çektik. Dolayısıyla sizleri, fesadı sizler için açığa çıkmasının ardından hala bizlere kapitalist sistemi onaylamamız için gelmenizden dolayı uyardığımız gibi bu fani dünya hayatını ahiretin ötesine geçiren kapitalist sistemin tehlikesi hususunda da uyardık. Zira Rahman'ın öfkesi ve Cehennem ateşi ne kötü bir durak yeridir:

تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ  قَالُوا بَلَى قَدْ جَاءَنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ "Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah'ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik." [Mülk 8-9]


Saygıdeğer Temsilciler:

Sizlere, Allah'ın kitabından ve kerim Nebisi'nin sünnetinden alınmış yakinî kesin delillerle sabit olan İslam akidesine dayalı (ve insanlardan şunu veya bunu razı etmek için olmayan) bir anayasa projesi sunuyoruz. Nitekim bu akide, insan fıtratına uygun, akla kanaat getiren ve kalbi gerçek bir mutmainlikle dolduran ve doğru kanıtları dillendiren bir akidedir. Yine bu akide, insan gerçeğine karar veren, insanın Allahuteala'nın yaratığı olduğunu, onun öleceğini, dünyada yapmış olduklarından dolayı hesap vermek için Rabbine gönderileceğini, ya cennette sağcılar ehlinden olacağını yada cehennemde -Allah korusun- solcular ehlinden olacağını beyan eden bir akidedir. Bundan dolayı dünyadaki gerçek mutluluk, Allahuteala'nın rızasına nail olmak için çalışmaktır. Zira yakinî kesin deliller Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın, Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'i vahiyle bir hâdi, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdiği gibi onun üzerine içerisinde hayatın tüm alanlarına ilişkin kapsayıcı bir sistem indirdiği bir kitap da gönderdiğini kanıtlamaktadır. Dolayısıyla bu akideye dayalı olarak yönetimi, ekonomiyi, ukubatları, dış siyaseti ve diğerlerini düzenleyen kapsamlı hayat sistemleri ortaya çıkmaktadır. Zira bunların tamamı, insanın yaratıcısı katından gelen bir vahiy olup Allahu [Subhânehu ve Te'âla] ile olan ilişkinin bütün detaylarını da ortaya koymaktadır. Bundan dolayı İslam, bir ideolojidir. Ancak kendi dışındaki ideolojilerden farklıdır. Zira o, insanlara bir rahmet olarak Alîm ve Habîr olan Allah katından vahiyle indirilen tek ideolojidir. Dolayısıyla onun kaynağı insan olmadığı gibi İslam'ın fikirleri ve çözümleri de özel bir vakıaya tepki olmamasının yanı sıra bilakis akidesi ve sistemleri, hayatlarını bu esasa göre düzenlesinler diye yaratıcının yaratığına gönderdiği bir cevap ve çözüm niteliğindedir. Buna dayalı olarak İslam felsefesi, (yönetim, ekonomi, içtimaî, öğretim ve dış siyaset gibi) tüm hayat sistemleri için olup maddenin ruh ile mezcedilmesine, yani bağlılık ve uygulama sırasında insanın Rabbi ile olan bağını idrak etmeye dayanmaktadır. Dolayısıyla bu ilk garanti, insanlar nezdinde bir üstünlüğe sahip olan, gönüllü ve hızlı bir şekilde bağlanılan, Allahuteala katından gelen şeri hükümler olmaları itibarıyla benimsenmiş anayasa hükümleri ve kanunlarla mukayyet olunan anayasasının ve aynı şekilde kanunların Müslümanların akidesinden kaynaklanıyor olması olmuştur. Bu yüzden tam bir fikrî bağlılık sonucunda kanunlara tam bir bağlılık olacaktır. Yoksa demir yumrukla değil. Bu, akidevî bakış açısı boyutunda olanı idi. Siyasî boyuta gelince; İslam'da yönetim, makamlara ulaşmak için manevra ve aldatmalara değil gözetime dayalıdır. Zira Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

كلّكم راع وكلّكم مسؤول عن رعيّته، فالإمام راع وهو مسؤول عن رعيّته... "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz. İmam [Halife], çobandır ve güttüğünden mesuldür."

Allahuteala bu gözetimi, insanların Rablerinin şeriatını tatbik etmesi ve kendilerini onunla gözetmesi için biat ettikleri Halife'nin boynuna yüklemiştir. Dolayısıyla Halife'nin, kendi arzusundan yada bir maslahata tabi olmak için bir emir yayınlama hakkı yoktur. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Müslümanların yöneticilerine şunu emretmiştir:

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet ve onların arzularına uyma!" [el-Maide 49]

Dolayısıyla Halife, istediği gibi yada mal ve nüfuz sahiplerinin arzularına göre hükmet gibi mutlak yetki sahibi değildir. Zira o, muhasebe edilecektir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Halife'nin yada herhangi bir devlet yetkilisinin muhasebe edilmesini, Müslümanlara farz kılmıştır. Yoksa Müslümanları, "istedikleri zaman muhasebe edebilirler istedikleri zaman da terkedebilirler" şeklinde muhayyer bırakmamıştır. Ancak Müslümanlar, kendi arzularına veya bireysel yada partisel çıkarlara göre veya Temsilciler Meclisi yoluyla değil İslam'a göre muhasebe etmelidirler. Çünkü muhasebede, konuşma, protesto ve gürültü özgürlüğüne yer yoktur. Bilakis muhasebe için, etkin, belirli ve açık bir keyfiyet belirlenmiştir ki bu da; Mezalim Mahkemesi'dir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Ey iman edenler! Allah'a, resule ve sizden olan ulul-emre itaat ediniz. Eğer herhangi bir hususta çekişirseniz, -Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve resule götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ 59]

Ekonomik meseleye gelince; İslam, para işlerinin, yani ekonomik siyasetin gözetim keyfiyetini beyan etmiş, toplumdaki hastalık yuvalarına parmak basmış ve bunlara çözümler getirmiştir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmaktadır:

كَيْ لا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الأَغْنِيَاء مِنكُمْ "İçinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın diye." [el-Haşr 7]

Yani paranın toplumdaki küçük bir gurubun elinde yoğunlaşmasını önleyen hükümler koymuş demektir. Zira İslam'ın siyasetten uzaklaştırılmasının ardından para, zenginler arasında dolaşan bir güç olmuştur. Dolayısıyla halkın geneli zar zor hayatta tutunmaya çalışırlarken milyarlara sahip olan küçük bir gurup ortaya çıkmıştır. Yine İslam'ın siyasetten uzaklaştırılmasıyla, yeryüzündeki nüfusun %20'si mevcut servetin %80'nine sahip olurlarken %80'ni de geriye kalan %20'si için savaşmaktadırlar. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şu kavlinde faizi haram kılmıştır:

وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا "Allah alış-verişi helal, ribayı (faizi) haram kılmıştır." [el-Bakara 275]


Dolayısıyla doğal sermayenin tekerleği döndüğü için devlet içerisinde oluşturulan gerçek para, ekonomik krizlerin oluşmasını önleyecektir. Hatta bazı zamanlarda fakir bile bulunmadığından dolayı vermek için fakir bile araştırılmıştır. Ama İslamımızın siyasetten uzaklaştırılmasının ardından faiz bir alışkanlık haline gelmiş ve toplum ekonomik krizlerle kasıp kavrulmuştur. Hatta Batı bile bizim servetlerimizi çalmanın dışında bu krizleri çözmek için çözümler bulmaktan aciz bir hale gelmiştir. Ayrıca İslam, Resulullah'ın hitabında insanları şu üç şeyde ortak kılmıştır:

الناس شركاء في ثلاث الماء والكلأ والنار "İnsanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş."

Doğalgaz, petrol, fosfat ve benzerleri gibi yeraltı kaynakları ise tüm Müslümanlar için kamu mülkiyeti olup Halife'ye bunlarda tasarruf hakkı verilmemiştir. Nitekim bununla birlikte, herhangi bir varlığın Allah'ın sadece insanlar için belirlediği malları çalmaları da önlenecektir. Ama İslam'ın siyasetten uzaklaştırılmasıyla, servetlerimiz çalınmış ve sömürgeci yağmacı şirketlere imtiyazlar verilirken halkımız bunlardan mahrum bırakılmıştır.

Halklar arasındaki ilişkiler boyutuna gelince; İslam, tüm halkları kucaklamayı benzersiz bir şekilde başarmıştır. Zira tek bir ümmeti, Acem olanın Arap olana bir üstünlüğünün olmadığı, üstünlüğün ancak takva ile olduğu Allah için kardeşler olarak eritmiş ve gayrimüslimler, İslam'ın gölgesinde buldukları gibi bir adalet asla bulamamışlardır.

Dış siyaset boyutuna gelince; Araplar, zilletin ardından İslam ile izzetli oldukları gibi İslam Devleti de Allah'ın Nebisi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerine indirdiği hayrı taşıyan ve kafir ve münafıklarla cihad eden dünyanın süper devleti olmuştur. Dolayısıyla İslam Devleti, Müslümanları koruyan bir kalkan olmuştur. Zira Müslümanlar, gezip dolaşmışlar ve kafirler onlara karşı cüretkar olamamışlardır. Ama İslam'ın hayattan ve insanların işlerini gözetmekten uzaklaştırılmasının ardından Müslüman, katledilen, servetleri yağmalanan ve sürgün edilen aşağılık ve zelil birisi olmuştur. Müslümanların yöneticileri ise Allah ve Resulüne düşman olanlara sevgi beslemekteler, dahası terörizmle mücadele olarak adlandırdıkları hatalı ve zalim kampanya altında İslam ve Müslümanlarla savaşan kafirlerle birlikte çalışmaktadırlar.

Ey Temsilciler:

Kapitalist laik rejime sımsıkı sarılmanıza rağmen sizlere, Azîz ve Kerîm olan Rabbimizin şu kavlinden dolayı bizden bir öğüt olarak bu kitabımızı gönderiyoruz:

قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ " (Öğüt verenler) Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)' dediler." [el-A'râf 164]

Umulur ki sizler de ittika edersiniz de ahireti ve hesap gününü hatırlarsınız. Zira adil hakem, el-Kavî, el-Azîz ve'l Cebbar olacak ve o gün hiçbir kimseye zulmedilmeyecektir. Dolayısıyla ya cennetlik yada cehennemlik olacaktır:

فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ ٱلنَّارِ وَأُدْخِلَ ٱلْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ "Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir." [Âli İmran 185]

Umulur ki sizler de ittika edersiniz de nasıl bir ömür yaşadığınızı ve kesinlikle toprağa gireceğinizi idrak edip tahtları, taçları, serveti, zenginliği ve şaşalı bahçeleri terk edersiniz. Yoksa haliniz şöyle olur:

كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ  وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ، وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ  كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا ءَاخَرِينَ  فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ "Onlar geride nice şeyler bıraktılar. Ekinler, güzel konaklar ve zevkü sefa sürdükleri nice nimetler! İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi." [Duhan 25-29]

Umulur ki sizler de ittika edersiniz de taşıdığınız günahın ağırlığını anlarsınız. Zira kendinize, Allah'ın dışında yasa koyma hakkı verdiniz, Allah'ın kitabını ve Nebisinin sünnetini de terk ettiniz, Allah'ın düşmanlarını dostlar edindiniz ve böylece de güzel bir şey yaptığınızı sandınız.

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالا  الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا  أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا  "De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları haber vereyim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız." [Kehf 103-104-105]

Bizler sizleri, işler bakımından ziyana uğrayanlardan olarak görmek istemiyoruz. Umulur ki sizler de Rabbinizden ve yaratıcımızdan ittika edersizin. Dolayısıyla sizler, Allah'ın kitabında belirlediği iki şey arasındasınız:

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.." [et-Tevbe 109]


Hizb-ut Tahrir olarak bizler, sizlere ve imanınıza yardım çağrısında bulunuyoruz:

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَإٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِير "Allah'tan geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmezden önce Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz." [Şura 47]

Şayet bu kitabımızın konusuna icabet ederseniz, beşerî hükümler hakkında koyduklarınızdan beri olursunuz. Dolayısıyla bizler de sizlerin önüne, uygulama konumuna getirmek için İslam temeli üzerine tartışanız diye Allah'ı kitabından ve Resulünün sünnetinden alınmış bir anayasa taslağı ile birlikte tüm maddelerinin delilleriyle esbab-ı mucibesinin açıklandığı bir mukaddime koyuyoruz.

Yok eğer icabet etmez iseniz hiçbir şekilde Allah'a zarar veremeyeceğiniz gibi Hilafet'in kurulmasını da engelleyemeyeceksiniz. Zira Subhânehu'nun bir vaadi ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in bir müjdesi olan Hilafet, Allah'ın izniyle kurulacaktır. Tüm bunların ötesinde sizler, her iki dârda da aşağılık ve hüsran elbisesini giyenlerden olacaksınız. ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ "İşte apaçık hüsran budur." [Hac 11]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "İrbid Şehrinin Şam Ayaklanmasına Destek" Gösterisi Allah'a Hamd Olsun Başarıyla Tamamlanmıştır

Müslümanların Şam ayaklanmasına destek kampanyası kapsamında, Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti'nin bugün, yani H. 28 Safer 1434 el-Muvafık M. 11 Ocak 2013 günü davet ettiği İrbid şehrindeki Fayha mescidinin önündeki gösteri Allah'a hamd olsun tamamlanmıştır.

Soğuk havaya rağmen Hizb-ut Tahrir'in, mücrim rejimi devirmeye çalışan Şam'daki Müslümanlara destek gösterisinde bulunmaya dönük davetine ezici bir kalabalık icabet etmiştir. Nitekim ayaklanmacıların, mücrim Beşar'ın enkazının üzerine Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmakla ilgili ayaklanmaları ve hedefleri üzerinde sebat göstermelerini talep eden birçok konuşma yapılmıştır. Ayrıca (Hilafet)'in olduğu hedeflerini, bir ajanı başka bir ajanla değiştirmek amacıyla (kafir laik) sivil bir devlete dönüştürmek için kafir ülkeler ile Sykes-Picot rejimlerinin ayaklanmalarına yönelik komplo ve tuzaklarından sakınmaları da talep edilmiştir.

Ayrıca gösteriye, birçok medya organları da iştirak etmiş ve Medya Bürosu Başkanı ve birçok katılımcılarla birçok röportajlar gerçekleştirmişlerdir.

Bunun yanı sıra katılımcılar birbirleriyle kaynaşmışlar ve rejimlerin ülkelerindeki mültecilere karşı olan tutumlarını kınayan sloganları atmışlardır ki bu sloganlardan bazıları şunlardır; "Ez-Zaaterii Bir Ölüm Kampıdır...", "Sadece Şam'da Ölüm ve Aşağılanma Yoktur, Ez-Zaateri'de de Ölüm ve Aşağılanma Vardır", "Ez-Zaateri, Karar Sahiplerinin Alınlarındaki Kara Bir Lekedir" ve "Şam Ayaklanması, İslam İçin Olan Bir Ayaklanmadır."

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER