Salı, 20 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Katil Şam Rejimine Destek Vermek İran Liderleri İçin Bir Utançtır

İran "Mehr Haber" Ajansı, Cumhuriyet Muhafızları Yönetim Kurulu Eski Genel Sekreteri Muhsin Rıdâî'den şunları aktarmıştır: "Bugün Suriye'de bizler, final karşılaşmasının sonuna tanıklık etmekteyiz." Ve Rıdâî, şöyle devam etmiştir: "Şayet bu ülke Amerikalıların eline düşerse, İslamî uyanış hareketi bir Amerikan hareketine dönüşecektir. Ancak Suriye, bu politikasını korursa da İslamî uyanış, İslam'ın derinliklerine kadar kök salacaktır."

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Müdürü Üstad Osman Bahaş, bu açılamaya müteakiben şöyle demiştir:

Gerçekten bu şaşılacak bir şeydir; zira İranlı yetkili, kanları akıtan, masumları katleden, evleri sakinlerinin başlarına yıkan, on binlercesini tutuklayan ve onları, cürümlerinde ve vahşî işkence üsluplarında stanilizmin istihbaratçılarını bile geçen Suriye istihbarat mahzenlerine koyan Suriye'deki mevcut mücrim rejimin politikasını, evet tüm bunları İslamî uyanışın kök salması olarak ifade etmektedir!!!

Onun bu açıklamalarını okuyan bir kimsenin zihninde, sanki dinsiz kafir Baas rejiminin, Allah'ın şeriatının tatbik edilmesi, cihadın yüceltilmesi ve el-Aksa eş-Şerîf'in Yahudilerin pisliklerin kurtarılması gibi daha öncekilerin getirmediği bir şeyi getireceği yada Batılı hadaratı ve İslam ümmetinin arasına fitne fesat saçan sömürgeci devletlerin politikalarını hezimete uğratacak olan bir hadaratı uygulayacağı canlanır.

Ancak görünen o ki İranlı yetkili, Baas rejiminin, Yahudi varlığı ile onların, bugünkü Şam katilinin Babası helak olmuş Hafız'ın sözde 05. Haziran 1967 savaşında teslim ettiği Golan Tepelerini işgal etmelerini koruduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bu, o gün Golan'ın Yahudilere teslim edilmesinden daha büyük bir şey olmamasına rağmen bu korumayı, başarı üzerine bir başarı olarak ifade etmektedir!!!! Gerçekten haya etmiyorsan dilediğini yap emi!

Ancak bu açıklama, mübarek Ramazan'ın son cumasında Kudüs cuması sloganları yükseltirken Irak'ın servetlerine tahakküm etmesi için küfrün başı Amerika ile gizli anlaşmalar yaptığı gibi Amerikan ordusunun Körfez bölgesine konuşlanması için de gizli anlaşma yapan İran politikasının iki yüzlülüğünü ifşa etmek için gerçekleşmiştir. Hatta en son olarak haber ajansları, sözde İran tehdidine karşı korunmak için Birleşik Arap Emirliği'nin Amerika'dan 12 milyar dolar değerinde füze satın almak için anlaştığını aktarmıştır.

Bizler, İranlı yetkiliye, İran rejimine ve onun arkasındakilere deriz ki; Allah'ın izniyle Suriye'deki ayaklanma, isteseniz de istemeseniz de nusret bulacak ve Raşidi Hilafet'in kurulmasına imza atacaktır. Daha dün, İran Şahı'nın zulmünün kötü anısına karşı ayaklanan İranlı liderlerin, bugün umutsuzca kafir Baas rejimini savunması büyük bir utançtır.

Yoksa İran'da, kesinlikle devrilecek olan Esad rejimini desteleyen mücrim günahkar politikalarını uygulamadan önce liderlerinin elinden tutacak muhlisler yok mudur??

إِنَّ الَّذِينَ يُحَآدُّونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَـٰئِكَ فِى ٱلاٌّذَلِّينَ

"Allah ve resulüne düşman olanlar var ya işte onlar en alçaklar arasındadırlar." [Mücadele 20]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti, Allah'ın Gücü ve Kudretiyle Esad Rejiminin Yerini Alacak Olan Siyasî Projesini Göstermek Amacıyla Lübnan'da Bir Basın Konferansı Düzenlemiştir

Hizb-ut Tahrir / Merkezî Medya Bürosu, basın mensuplarını Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu'nun, "Hizb-ut Tahrir'in, Şam Ayaklanmasına Dönük Siyasî Kartı: İslamî İkinci Raşidi Hilafet'in Doğumuna Doğru" başlıklı basın konferansına katılmaya davet etmiştir. Basın konferansı, H. 28. Ramazan 1433 el-Muvafık M. 16.08.2012'de Perşembe günü Trablus-Lübnan'da düzenlenmiştir.

Basın konferansının açılışını, Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Müdürü Mühendis Osman Bahaş yapmıştır. Sonra Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Mühendis Hişam Baba basın konferansının metnini okumuş ve son olarak da konferans, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Üstad Ahmed el-Kasas'ın konuşmasıyla son bulmuştur...

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu'nun beyanının özeti aşağıdaki şekildedir:

- (Arap Baharı) ayaklanmasının hedefi, sadece yöneticileri değil rejimleri de değiştirmektir. Ayrıca Batılı demokratik rejimi reddedip İslamî siyasî proje için çalışmakta Şam ayaklanmasının özelliklerindendir.

- Uluslar arası güçler, Suriye ayaklanmasının hususiyetini algılamışlar ve İslam ülkelerindeki ajanları ile çıkarlarını devirecek olan köklü bir değişimden korktukları için de onun karşısında durmaktadırlar. Dolayısıyla bir yandan insanların kanlarını akıtan katil Beşar'ın rejimini terk ederlerken diğer taraftan da mühlet üzerine mühlet vererek ona olan desteği artırmaktadırlar.

- Hizb-ut Tahrir, bu ayaklanmanın, laiklik bataklığına saplanmayı ve bir sivil devleti ortaya çıkarmayı hak etmediğini ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'i kurmak için ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu görmektedir.

- Bu nedenle "Hizb-ut Tahrir'in siyasî projesi", Suriye'deki rejimin devrilmesinin ardından uygulanmasına çağırdığı bir yönetim sistemi sunmaktadır. Aynı şekilde bu hedefe ulaşmak için de bir yol haritası sunarak sömürgeci devletlerin projeleri ile üzerine tırmanmaya çalışanların kapıp kaçırdığı ayaklanmaya da hırs göstermektedir.

Üstad el-Kasas konuşmasında, Lübnan'daki Suriyeli masumların kaçırılması gibi Lübnan'da en son meydana gelen güvenlik olaylarına değinmiştir. Konuşmasında geçenlerin en barizleri şunlardır:

"... Mantıklı olan bir kişi, meydana gelenlerde büyüklüğü ve nüfusu ne olursa olsun ne el-Mikdat ailesinin nede ailelerden herhangi bir ailenin ölçü olmadığında ihtilafa düşmez. Bilakis bu, örgüt birimlerinin yapmış olduğu bir türdür. Dolayısıyla bir biri ardına kaçırılan kişilerin seçilmesi ve bunun da düzenli ve kasıtlı bir şekilde olması bu amelin, arkasında çabalarını Suriye'ye musallat olmuş mücrim çeteye hizmet etmek için kullan kirli karanlık odaların bulunduğu bir amel olduğunu ortaya koymaktadır."

Devamını oku...

Soru-Cevap

Aşağıdaki soru bize, şebâbtan birinden gelmiştir ki size sorunun metnini aktarıyorum:

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi Veberakatuh... Suriye'de, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesi hakkındaki tartışma çoğaldı... Bunlardan biri de internet sitesi üzerinden, "Suriyelilerin Bağlanması Gereken Belli Bir Bayrak Var mıdır" başlığı altında "Şam İslam Heyetine" yöneltilen sorudur?

Cevapta şöyle denilmiştir: "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den savaş bayrakları için tek bir renk veya tek bir şekil varit olmamıştır. Nitekim Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bazen siyah bazen de beyaz râyesinin olduğu sabit olmuştur. Aynı şekilde sarı olduğu da söylenmektedir... Dolayısıyla bazı gericilerin hayal ettiği gibi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in bu râyelerin üzerine herhangi bir şey yazdığı da sabit olmamıştır. Nitekim Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesinin üzerinde [لا إله إلا الله محمد رسول الله]'ın yazılı olduğu şeklinde İbn-u Abbas'tan varit olan hadise gelince; bu hadis, alimlerin de dediği gibi batıl bir hadistir."

Sizden, bu konu hakkında detaylı bir cevap vermenizi bekliyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

Birincisi: Liva ve râyenin rengine gelince; varit olan sahih ve hasen şerî deliller livanın beyaz, râyenin ise siyah olduğuna delalet etmektedir ki bu delillerden bazıları şunlardır:

1- Nesâi Sünen-il Kübra'da ve Tirmizî de Cabir'den Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahric etmiştir:

دَخَلَ مَكَّةَ وَلِوَاؤُهُ أَبْيَضُ "Beyaz livası olduğu halde Mekke'ye girmiştir."

İbn-u Ebi Şeybe Musannafi'nde, Amrate'nin şöyle dediğini tahric etmiştir:

كَانَ لِوَاءُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَبْيَضَ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in livası beyaz idi."

2-Ahmed, Ebu Davud ve Nesâi Sünenen-il Kübra'da, Muhammed İbn-ul Kasım'ın Mevlası Yunus İbn-u Ubeyd'in şöyle dediğini tahric etmişlerdir:

بَعَثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ الْقَاسِمِ إِلَى الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ يَسْأَلُهُ عَنْ رَايَةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَاهى؟ فَقَالَ: «كَانَتْ سَوْدَاءَ مُرَبَّعَةً مِنْ نَمِرَةٍ» "Muhammed İbn-ul Kasım beni Bera İbn-u Âzib'e göndererek ona, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesinin nasıl olduğu hakkında sordu? O da şöyle dedi: Nemire kumaşından siyah renkli ve kare şeklinde idi."

3- Tirmizi ve İbn-u Mace İbn-u Abbas'ın şöyle dediğini tahric etmiştir:

كَانَتْ رَايَةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَوْدَاءَ، وَلِوَاؤُهُ أَبْيَضَ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesi siyah ve livası da beyaz idi."

El-Begavî, sünnetin şerhinde Amrate'nin şöyle dediğini tahric etmiştir:

كَانَ لِوَاءُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَبْيَضَ، وَكَانَتْ رَايَتُهُ سَوْدَاءَ... "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in livası beyaz ve râyesi de siyah idi."

İkincisi: Sarı olduğu şeklinde varit olmasına gelince; onun senedinde söylenti vardır. Nitekim hadis şu şekildedir: Bize, Ukbe İbn-u Mukrim aktardı. Bize Selmu İbn-u Kutaybe eş-Şaîrî, Şuğbe ‘den, o da Simak'dan, o da kavminden bir adamdan ve o da onların en sonuncusundan şöyle dediğini aktardı:

رَأَيْتُ «رَايَةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَفْرَاءَ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesinin sarı olduğunu gördüm."

Görüldüğü üzere hadisin senedinde iki meçhul kişi vardır. Dolayısıyla hadis, zayıftır.

Üçüncüsü: (Ali [Radıyallhu Anhu]'nun râyesinin Sıffin günü kırmızı olduğu ve üzerinde [Muhammed Allah'ın Resulüdür ve Onun Râyesi Siyahtır] metninin yazılı olduğu) şeklindeki rivayete gelince; Açıktır ki bu, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den rivayet edilen bir hadis değildir. Bilakis sahabenin bir fiilidir. Ayrıca aynı rivayette aynı şekilde, "O'nun râyesi siyahtır" şeklinde geçmektedir. Bunun yanı sıra itimat edilmesi gerekenin Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisi olduğu da bilinmelidir.

Dördüncüsü: Bu, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesinin ve livasının rengi, yani devletin onayladığı resmî râye ve aynı şekilde livası hakkındadır...

Bazı kabilelerin, farklılık için savaşlarda özel renkte bayraklar almalarına gelince; bu caizdir. Dolayısıyla Şam ordusu savaşta, siyah râye ile birlikte başka renkte bir bayrak alabileceği gibi Mısır ordusu da siyah râye ile birlikte başka bir renkte bayrak alabilir... Bu, mubahlardandır. Nitekim Taberânî'nin el-Kebir'inde, Mezîde el-Abdiyye'nin şöyle dediği varit olmuştur:

إِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَقَدَ رَايَاتِ الْأَنْصَارِ فَجَعَلَهُنَّ صُفَرًا "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Ensar'ın bayraklarını hazırladı ve onları sarı olarak belirledi."

Aynı şekilde el-Âhad ve'l-Mesânî'de İbn-u Ebi Asım'dan Kurzi İbn-u Sâme'nin şöyle dediği varit olmuştur:

...وَإِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَقَدَ رَايَةَ بَنِي سُلَيْمٍ حَمْرَاءَ "... Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Beni Süleym'in bayrağını kırmızı olarak hazırladı."

Dolayısıyla bu, mubahlardandır. Ayrıca aynı şekilde ordunun isimlerinin farklı olması da mubahlardandır. Aynen bu ordulardan her biri için rakam verilmesi gibi. Mesela şöyle denilmesi gibi: Birinci ve ikinci ordu. Veya vilayetlerden herhangi bir vilayetin ya da eyaletlerden herhangi bir eyaletin isminin verilmesi gibi. Mesela şöyle denilmesi gibi: Şam ve Halep ordusu.

Beşincisi: Üzerinde yazılı olana gelince:  Taberânî el-Evsat'da şöyle denildiğini tahric etmiştir:

Bize, Ahmed İbn-u Rişdîne'nin şöyle dediği aktarılmıştır: Bize, Abdulgaffâr Ebu Salih el-Harraniyyu'nun şöyle dediği aktarılmıştır: Bize, Hayyân İbn-u Ubeydilleh'in şöyle dediği aktarılmıştır: Bize, Ebu Miclez Lâhık İbn-u Humeyd'den İbn-u Abbas'ın şöyle dediği aktarılmıştır:

كَانَتْ رَايَةُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَوْدَاءَ وَلِوَاؤُهُ أَبْيَضُ، مَكْتُوبٌ عَلَيْهِ: لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesi siyah ve livası da beyaz olup üzerlerinde şöyle yazılıdır: [لا إله إلا الله محمد رسول الله]"

Bu hadis, İbn-u Abbas'dan sadece bu isnadla rivayet edilmiş olup Hayyân İbn-u Ubeydilleh tek kalmıştır.

Zira Hayyân İbn-u Ubeydilleh, bunun sika olması noktasında ihtilaf etmiştir:

a-İbn-u Habban bunun sika olduğunu söylemiştir. Bu ise "es-Sikât" adlı kitabının (6 / 230) bölümünde geçmektedir:

(7491- Beni Adiy'in Mevlası Hayyân İbn-u Ubeydilleh Ebu Zuheyr, Ebi Miclez ve babasından rivayet etmiş, ondan da Muslim İbn-u İbrahim İbn-u İsmail rivayet etmiştir.)

b- Ez-Zehebî bunu, Mizan-ul İtidal adlı kitabında zikretmiştir, (1 / 623):

(2388- Hayyân İbn-u Ubeydilleh, Ebu Zuheyr, Şeyh Basrî. Ebi Miclez'den. Buhari şöyle demiştir: Es-Saltu bunda karışıklığın olduğunu söylemiştir.)

Es-Saltu, Muhammed Ebu Hımâm'dır. Bunu ise Ebu Hıcac el-Mezzî, (Tehzîb-ul Kemal Fî Esmâ-il Ricâl 2 / 79) adlı kitabında zikretmiş ve şöyle demiştir:

Amman yakınlarındaki Arap Körfezi'nde bir adada "Hârik" kabilesine mensup olan Ebu Hımâm İbn-u Muhammed el-Harikî'dir. Buhari onu, sahih olarak rivayet etmiştir.

Yaşlılığındaki bu karışıklık nedeniyle el-Ukaylî onu, "Ed-Duafâ el-Kebîr 1 / 319" adlı kitabında zayıflardan saymıştır. Zira şöyle demiştir:

"Hayyân İbn-u Ubeydilleh Ebu Zuheyr el-Basriyyu... Bana, Adem İbn-u Musa'nın şöyle dediği aktarılmıştır: Hayyân İbn-u Ubeydilleh Ebu Zuheyr, es-Saltu da karışıklığın olduğunu söylemiştir..."

Zehebî, (El-Mugnî Fi'd Duafâ 1 / 198) adlı kitabında onun hakkında şöyle demiştir: "Hayyân İbn-u Ubeydilleh Ebu Zuheyr el-Basriyyu, Ebi Miclez'den hüccet olmadığını rivayet etmiştir."

Hakeza bu hususta ihtilaf vardır. Zira bazıları onu sikalardan sayarken diğer bazıları ise zayıflardan saymaktadır. Çünkü o, yaşından dolayı karıştırmıştır. Görünen o ki yaşının büyük olmasından dolayı onda karışıklığın olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte mesele, râye ve livanın üzerine [لا إله إلا الله محمد رسول الله]'ın yazılması meselesi olup karışıklığın bu yazıma bir zararı yoktur. Özellikle de onunla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] arasındaki senette iki sika râvi var iken ki bu iki râvi şunlardır: Ebu Miclez Lâhık İbn-u Humeyd ve İbn-u Abbas. Bundan dolayı bizler, râye ve livanın üzerine her iki şehadetin de yazılmasını benimsiyoruz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mekke Zirvesi, Yer ve Zaman Kutsallığından Dolayı Bir Yakarış Olup Müslümanlara Hıyanetten ve Aşağılanmadan Başka Bir Şey Sağlamayacaktır

Bugün Mekke el-Mükkerrame'de, Suriye'deki durumdan Burma'daki Müslümanların haline ve Filistin'in kanayan yarasına kadar İslamî ümmetimizin acısını çektiği elim durumları ele almak için Suriye'nin yokluğunda elli altı [56] zırar devletin katıldığı olağanüstü İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi düzenlenmiştir.

Bugün, Müslüman ülkelerde her gün meydana gelenlerden dolayı kalpler kan ağlamakta, göz yaşları kurumakta ve ülkenin dört bir tarafındaki Müslümanlara çözüm bulmak için ne bir imdatçı nede bir yardımcı bulunmaktadır. Bu örgüt ise kırk üç yıl boyunca bir biri ardına toplantılar yapmasına rağmen Müslümanların sorunlarından her hangi birine hiçbir çözüm bulamadığı gibi ister dünyadaki Müslüman azınlıklardan olsun isterse de sözde 1969 yılında kurulmasının arkasındaki sebep olan el-Aksa eş-Şerif'ten olsun hiçbir şerri de uzaklaştıramamıştır. Dolayısıyla her bir toplantı, kınamadan, inkardan ve reddiyeden ibarettir. Dolayısıyla da o, kendisini Müslüman ülkelerdeki guruplara ve ayrılıkçılara adamış ve tek bir gün olsun Müslümanların birliği için çalışmamıştır. Ayrıca o, politikasından dolayı debelenip durmakta olup Müslümanların maslahatı için hiçbir şey gerçekleştirememektedir. Dahası o, sömürgeci Batı'nın araçlarından bir araç olup Müslümanların meselelerini kayganlaştırmak, kötüye kullansınlar diye onların meselelerini düşmanlarına havale etmek ve dinin ve Müslümanların izzetini korumak için Müslümanların tek bir siyasî varlık altında birleşmelerinin zorunlu olduğunu onların çalışma gündemlerinden uzak tutmak için çaba göstermektedir. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ "Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve Rabbiniz de Benim; O halde Benden ittika edin!" [Müminun 52]

Ve şöyle buyurmaktadır:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine [dinine] sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, kalplerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açılamaktadır. Umulur ki doğru yolu bulursunuz." [Âli İmrân 103]

Onlar, Amerikalı ve Avrupalı efendilerine itaat etmeye çok düşkündürler. Halbuki Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmaktadır:

إذا بويع لخليفتين فاقتلوا الآخر منهما "İki Halife'ye biat edildiğinde onlardan ikincisini öldürün."

Şimdi bu liderler, farzı terk ettikleri halde umre yaparak bir nafileyi yerine getireceklerdir. Ayrıca Suudi Arabistan'ın bu konferansta Suriye'deki ayaklanmayla ilgili en büyük arzusu, gerek Suriye'de uygulanması amacıyla Körfez girişimini gerekse de Beşar ve onunla birlikte olanların güvenli bir şekilde dışarıya çıkışlarını ortaya atmaktır. Dahası Suriye'nin İşbirliği Teşkilatı'na olan üyeliği dondurulmakla birlikte iç savaşı önlemek amacıyla geçiş dönemi seçimlerini garantilemek için Birleşmiş Milletler güçlerinin müdahalede bulunarak buna Müslüman ülkelerin güçlerinin de katılmasını talep etmeleri de olasıdır!

İslam dünyasında, özellikle de Suriye'de meydana gelen galeyan, Hilafet kurulmadıkça ve Allah'ın kitabı ile nebisinin sünnetine biat eden bir halife olmadıkça asla dinmeyecektir. Zira bugün ümmet, üzerine Allah'ın şeriatını tatbik edecek, Müslümanlara yardım etmek için orduları harekete geçirecek ve Müslümanların heybetini ve izzetini geri kazandıracak birine dünden daha çok muhtaçtır. Bu ise Allah'a hiçte uzak değildir.

Doksan yılımızın kaybolması ve bu yıllar içerisinde hainlerin ziyafetlerinden dolayı yetimlerinizin daha fazla helak olur hale gelmesi yetmez mi artık! Bizim, ne tavsiyelere nede kınamalara ihtiyacımız vardır. Çünkü Suriye'deki halkımıza, Burma ve dünyanın dört bir tarafındaki kardeşlerimize yardım etmek sadece bu kokuşmuş rejimleri yerle bir edecek olan orduların harekete geçmesiyle mümkün olacaktır. Nitekim Mekke'nin fethi de bu gibi günlerde olmuştur. Çünkü Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in: نُصرْتَ يا عمرُو بن سالم "Sen yardım olundun ey Amr İbn-u Sâlim." Şeklinde buyurmasının ardından ona yardım olunmuş ve Mekke'nin fethedilmiş olmasının yanı sıra Müslüman bir kadının imdat dilemesinden dolayı Mutasım'ın yardıma koşmasıyla da Ömeriyye fethedilmiştir. Bugün dünya, nefesini tutup korkuyla beklemekte olup ukab râyelerinin günden güne arttığını ve onun Suriye'de yükseltildiğini görmektedir...

Haydi ey Mekke el-Mükkerrame'de toplananlar! Zillet elbisesini kaldırıp atın, efendilerinize uşaklık etmekten vazgeçin ve ayaklanmanın akışı sizleri de sürüklemeden önce sizden öncekilerden ders çıkarın.

Ey Müslümanlar!

Artık sizlerin, ümmetin düşmanlarının çıkarlarına hizmet etmek için gece gündüz uyumayan bu ruvaybida yöneticileri kaldırıp atmanızın, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Raşidi Hilafet'i kurmak için çalışanlarla birlikte çalışmanızın ve sizin için Allah'tan ittika edecek, sizlerin izzetini koruyacak, cihat râyesini yüceltecek ve düşmanlarınızı kahredecek olan bir Halife'ye biat etmenizin zamanı gelmiştir.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması-

Uluslar arası ve bölgesel komploların yoğunlaşmasıyla birlikte mübarek Şam-Suriye'deki ayaklanmanın ulaştığı bu kritik aşamada sizleri:

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti'nin aşağıdaki başlık altındaki basın konferansına katılmaya davet ederiz:

"Hizb-ut Tahrir'in, Şam Ayaklanmasına Dönük Siyasî Kartı: İslamî İkinci Raşidi Hilafet'in Doğumuna Doğru"

 

Konuşmacı:

Mühendis: Hişam Baba.

(Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti Medya Bürosu Başkanı)

 

Yer:

Hizb-ut Tahrir'in, Ebi Semra-Trablus'taki Merkezi.

 

Zaman:

H. 28. Ramazan 1433 / M. 16 Ağustos 2012 Perşembe.

 

Saat: Öğlen 13:30.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Sudan, 03.08.2012 akşamı, Amerika Dışişleri Bakanı'nın Güney'in başkenti Juba'ya dönük ziyaretinden saatler sonra Güney Sudan ile birlikte Addis Abada'daki petrol sorunu çerçevesinde bir anlaşma imzalamıştır. Amerika Devlet Başkanı da anlaşmanın kısa sürede imzalanmasını memnuniyetle karşılamıştır. Peki bu anlaşmanın arkasında ne vardır? Sudanlı bir yetkilinin on gün kadar öncesinde anlaşmanın dokuz gün yada doksan gün içerisinde tamamlanmasının imkansız olduğu açıklamasında bulunmasına rağmen neden Amerika anlaşmanın imzalanması için ağırlığını koymuştur? Sonra bu, Sudan'ın maslahatı için midir? Yoksa bu, Amerika'nın baskısından dolayı Sudan'dan feragat etmek midir?

Cevap: Cevap, aşağıdaki hususların gözden geçirilmesiyle açıklığa kavuşacaktır:

1- Sudan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Avad Abdulfettah şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Güney Sudan'la petrol geçişleri hakkında nihai anlaşmaya vardık ve müzakereler yoluyla diğer sorunları çözmeyi beklemekteyiz." [Sudan Haber Ajansı / 04.08.2012] Dolayısıyla burada, bu anlaşmanın imzalanmasının, diğer sorunların çözümü için bir giriş olduğuna işaret etmektedir. Nitekim Sudan'ın bu resmî haber ajansı, Sudanlı heyet sözcüsü Mutrif Sadık'ın Hartum'a ulaşmasının akabinde şunları aktarmıştır: "Petrol anlaşması ikna edici olmakla birlikte her iki tarafın özlemlerini karşılamamaktadır." Ancak o, şöyle bir eklemede de bulunmuştur: "Uygulama, güvenlik konularındaki anlaşmanın ardından başlayacaktır." Dolayısıyla o, bu anlaşmanın, üzerinde anlaşılacak olan güvenlik konuları için bir giriş olduğunu vurgulamaktadır. Yani Sudan rejimindeki bu iki yetkili, zımnen resmî bir anlaşmaya varılmaksızın önceden üzerinde anlaşılan konuların olduğunu ve anlaşma resmen imzalanıncaya kadar bunun açığa çıkmasının beklenildiğini açıklamaktadırlar.

2-Afrika Birliği arabulucusu ve daha önceki Güney Afrika Başbakanı Thabo Mbeki, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İki ülkenin önünde, hala askıda olan meselenin çözümü için önümüzdeki Eylül ayının 22'sinde sona erecek olan bir zaman olup tartışmalı olan Ebiyi'nin durumunu ele almak için iki Devlet Başkanı Beşir ile Salva Kiir arasında Eylül'de bir görüşme ayarlanmıştır." [Radyo Amerikan Sawa / 05.08.2012] Ve şöyle demiştir: "Petrolün pompalanmasının başlaması için belirlenen zaman içerinde güvenlik anlaşmasına varmanın zaruretini her iki tarafta anlamaktadırlar."  [Reuters / 04.08.2012] Buda bu petrol pompalama anlaşmasının, ayrı değil de diğer anlaşmalar kapsamında olduğuna delalet etmektedir. Bu açıklamalar, ortada petrol pompalama anlaşmasından daha önemli ve daha büyük olan sorunların çözümü için Sudan rejimi ile Güney'i arasında bir anlaşmanın olduğunu açıkça göstermektedir. Dikkat edin bu, Ebiyi sorunudur.

3-Bundan dolayı Hillary Clinton 03.08.2012 günü Juba'ya gelerek Salva Kiir'den bu anlaşmayı imzalamasını talep etmiş ve saatler sonra da anlaşma fiilen imzalanmıştır. Bu imzanın tökezlemeli olduğu bilinmekle birlikte Sudanlı Müzakere Heyeti Sözcüsü Mutrif Sadık, on gün öncesinde şöyle demiştir: "Anlaşmanın dokuz gün yada doksan gün içerisinde tamamlanması imkansızdır. Dolayısıyla bazı konuların tartışılması ve çözülmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır." [BBC / 23.07.2012] Buda Sudanlı heyetin, 02.08.2012'ye kadar imzayı beklemeyeceğine delalet etmektedir. Bu zaman ise Güvenlik Konseyi'nin, 02.05.2012'de her iki ülkenin, sınırların çizilmesini ve üzerinde tartışılan bölgelerle ilgili olarak aralarındaki farklılıkları çözmek için bir anlaşmanın imzalanmasını gerekli kılan aksi taktirde her iki tarafa da yaptırımlar uygulayacak olan 2046 sayılı kararında belirlediği zamandır. Dolayısıyla bir gün geçer geçmez Amerika, her iki tarafı da imza atmaya mecbur bırakmak için ağırlığını koymuştur. Nitekim Amerika'nın Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi'ndeki temsilcisi Susan Rice, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Amerika Birleşik Devletleri, 2046 sayılı karar gereğince her iki tarafı derhal taahhütlerini yerine getirmeye çağırmaktadır." [BBC / 02.08.2012]

4-Anlaşmanın imzalanmasının ardından Amerikan Başkanı Obama, anlaşmayı şu sözleriyle övmüştür: "Sudan Devlet Başkanı ve Güney Sudan, bu anlaşmayla tebriki hak etmişlerdir. Bir çözüm aramak amacıyla her iki tarafı teşvik etmek ve desteklemek için birleşen uluslar arası toplumun çabalarını da tebrik ediyorum." [AFP / 04.08.2012] Aynı şekilde Amerika Dışişleri Bakanı Clinton'da övgüler yağdırarak şöyle demiştir: "Güney Sudan Cumhuriyeti'nin liderleri bu kararın alınmasında cesur davranmışlardır." Ve şöyle demiştir: "Gerek Sudan halkı gerekse gelecekteki diğer zorluklar gölgesinde daha güzel bir geleceğe dönük özlemleri için bu çıkmazı aşmak gerekmektedir." [Aynı kaynak]

5-Sudan rejimi, bu anlaşmada çok büyük tavizler vermiştir. Bu tavizlerden en büyüğü ise Güney'in ayrılmasının tanınması ve müstakil bir varlık olarak belirlenmesiyle birlikte Sudan petrolünün %75'ne sahip olan Güney Sudan için Sudan'ın petrollerinden vazgeçmesi olmuştur. Sonra talep etmiş olduğu fiyat hususunda da taviz vermiştir. Zira Sudan rejimi, kendi topraklarından geçen her bir varil için ücret olarak 36 dolar talep ederken bunun 22.20 dolarından feragat etmekte ve Güney Sudan da 7.61 dolar ödemek için ısrarcı olmaktadır. Ancak o, Güney Sudan Heyetinin Başkanı Pagan Amum'un anlaşmanın imzalanmasından dokuz gün kadar önce söylediği gibi ücretin 9.10 dolara yükseltilmesini kabul etmiştir. [BBC / 23.07.2012] Zira Clinton, müdahalede bulununca Güney Sudan her bir varil için 9.48 dolar tutarındaki miktarı ödemeyi kabul etmiş ve Sudan'da onaylamıştır! Dolayısıyla rakam, Güney Sudan'ın talebine yakın bir rakam olurken Sudan rejiminin talep etmiş olduğu rakama çok uzak olmuştur. Nitekim nihai olarak ilk rakamın dörtte birini ve son rakamın da yarısından daha azını kabul etmesinin yanı sıra Sudan rejimi, Güney Sudan üzerindeki borçların bir parçası olarak 4.9 milyar dolar talep etmektedir. Ancak Güney Sudan yetkilileri, Sudan rejimine 3.2 milyar dolar vermeyi kabul etmişlerdir. Sudan rejimi de feragatte bulunarak bu miktarı kabul etmiştir!

6-Sudan'ın verdiği taviz noktasında en tehlikeli olan şey, Ebiyi bölgesi hususunda çok tehlikeli bir feragat için bir giriş olan anlaşmadır. Zira Sudan rejimi, orada bir referandumun yapılmasını kabul etmiş ve buna bir zemin hazırlamak için de bölgeden kuvvetlerini çekmiştir. Buda bölgeden vazgeçmeye dönük hazırlıkların yapıldığı ve oy hakkına sahip olanlar hakkındaki ihtilafın devam ettiği anlamına gelmektedir. Zira Güney Sudan, Müslüman Misseriya Kabilesi'nin bu oylamaya katılmasını reddetmekte -ki bölgenin çoğunluğunu oluşturan da bu kabiledir- ve referandum hakkının Güney Sudan yanlısı Dinka Kabilesi'ne ait olması hususunda ısrar etmektedir. Buda şayet bu esas üzerine tamamlanırsa referandum sonucunun Ebiyi bölgesinin Güney Sudan'a verilmesi yoluyla koparılmış olacağı anlamına gelmektedir. Amerika, petrol pompalama anlaşmasının imzalanması için ağırlığını koyunca, mesele üzerindeki müzakere belli bir süredir devam edip bir neticeye ulaşılmamasına dahası yukarıda da geçtiği üzere Sudanlı Heyet Sözcüsü'nün söylediği gibi anlaşmanın imkansıza yakın olmasına rağmen Güney Sudan hızla ısrarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla o, yani Amerika, petrol anlaşması ve Ebiyi bölgesi konusunda Sudan rejiminden tavizler koparacağından emin olup zaten Dışişleri Bakanı'nın şu sözleri de buna işaret etmektedir: "Gerek Güney Sudan halkının çıkarı gerekse gelecekteki diğer zorluklar gölgesinde daha güzel bir geleceğe dönük özlemleri için bu çıkmazı aşmak gerekmektedir." Bu özlemler ve zorluklar ise özellikle Ebiyi bölgesiyle ilgilidir. Zira Güney Sudan, buranın Sudan'dan koparılıp kendi yamasına ihlal edilmesinde ısrarcı olurken Amerikan Devlet Başkanı'nın anlaşmayı tebrik etmesi de meselenin, büyük bir mesele olmayan Kuzey yoluyla petrol pompalama anlaşmasının da ötesinde olduğuna delalet etmektedir. Çünkü onun Kenya üzerinden pompalanması olası olmasının yanı sıra bunun üzerindeki müzakerelerde devam etmektedir. Bundan dolayı Güney Sudan, petrolünün Kuzey üzerinden geçmesine çok da ihtiyacı olmadığını hissetmekte ve istemiş olduğu miktar üzerinde ısrarcı olmaktadır. Nitekim Afrika Birliği arabulucusu, meselenin Ebiyi bölgesi çerçevesindeki çatışmanın çözümüyle bağlantılı olduğuna ve bununla ilgili anlaşmaya varmaları için her iki başkana da 22.09 tarihine kadar mühlet verildiğine açık bir şekilde işaret etmiştir.

7-Yukarıdakilerin gözden geçirilmesinin ardından şunları söylemek mümkündür:

Görünüşte petrolle ilgili olan bu anlaşma, gerek petrolle gerekse de diğerleriyle ilgili olanlar da dahil olmak üzere Güney Sudan için birçok faydalar gerçekleştirmiştir:

Petrol hakkında olana gelince; Sudan rejimi, bu anlaşmayla Güney Sudan'ın Sudan petrolünün %75'ne sahip olmasını, sadece petrol geçiş ücreti üzerinde müzakere edeceğini ve petrol mülkiyeti için kendisinin herhangi bir payının olmadığını resmen ve fiilen itiraf etmiş olmaktadır. Buda Güney Sudan'ın, şayet uygun görürse yada Amerika, Darfur veya diğer bölgeler ve meseleler ile ilgili hususlarda kendisine tavizler vermesi için Sudan rejimine baskı uygulamak isterse gelecekte pompalama yönünü Kenya'ya doğru döndürebileceği anlamına gelmektedir. İşte o zaman Sudan, her türlü ücretten kalıcı olarak yoksun kalacak ve özellikle de bu anlaşma, sadece üç buçuk yıllığına geçerli olacaktır. Nitekim Güney Sudan, gerçekten en son sunduğu 9.10 dolarlık rakama yakın ve gerçekten Sudan rejiminin 36 dolar yada 22.20 dolar olarak talep ettiği rakama uzak bir şekilde varil geçişlerinin fiyatlandırılmasını dayatmaktadır.

Güney Sudan'a dönük diğer faydalara gelince; bu, başta Ebiyi bölgesi olmak üzere gelecekte ortaya çıkacaktır. Zira Sudan rejimi, Güney Sudan'ın tamamından feragat etmiştir. Dolayısıyla Ebiyi bölgesinden de feragat etmesi çokta uzak değildir. Nitekim daha önce 2005 yılındaki Nifaşa Anlaşması'yla ilgili protokol kapsamında referandumun yapılmasını kabul etmiş ve geriye referanduma kimlerin katılacağı hususundaki ihtilaf kalmıştır. Dolayısıyla her kim toprakları için self-determinasyon ile ilgili referandumu kabul ederse topraklarından feragat etmeyi kabul etmiş olacaktır. Buna karşılıkta gözlere kum serpilecektir. Dolayısıyla Güney Sudan'ın, Güney Kardufan ile Mavi Nil bölgelerinin sınırlarının çizilmesini kabul etmesi ve Sudan'ın Heglig bölgesini tanıması olasıdır. Zira buranın Sudan'a ait olduğunu 2009 yılında uluslar arası da itiraf etmiştir. Bunun üzerine Sudan rejimi, insanların karşısına çıkarak referandumun yapılması yoluyla Ebiyi bölgesinin feragat edilmesine mukabil tartışmalı sınırların çizilmesiyle birçok başarılar ve kazanımlar gerçekleştiğini iddia edecektir! Tüm bunların gerçekleşmesindeki ana faktör ise kendisine bağımlı olan Sudan rejimine baskı uygulayan Amerika'dır. Zira o, bu hususta uygun gördüğü koşulları bulduğunda feragat etmektedir. Çünkü Hartum'daki mevcut Sudan rejimi, kendisinin devrilmesinden korkmakta ve kendisi için Amerika'nın dışında bir koruyucu da görmemektedir. Bundan dolayı Amerika'nın isteklerine karşılık vermekte ve bu bölgede Yahudi devleti benzeri bir devletin kurulması için İslamî topraklardan kolay bir şekilde feragat etmektedir. Kaldı ki Güney Sudan devleti, Yahudi devleti ile sağlam bir ittifakın yapıldığını, aralarında karşılıklı ziyaretlerin başladığını ve Yahudi devletinin, özellikle Sudan'a karşı Güney Sudan devletini istediği gibi yönlendirmesine imkan veren anlaşmaların yapıldığını ilan etmiştir.

Devamını oku...

Trajedilerin Devam Etmesi Pahasına... Kenane'de Koltuklar Yer Değiştirmektedir

  • Kategori Hizb
  •   |  

Mısır Devlet Başkanı dün akşam, dikkat çekici bir takım kararlar yayınlamıştır ki bunlardan en önemlisi de Askerî Konsey Başkanı Mareşal Tantavi ile yardımcısı Genel Kurmay Başkanı el-Ferik Annan'ın emekliliğe sevk edilmeleri olmuştur... Bu kararlar ise hem Sina'da (silahlı örgütlere) karşı askerî eylemlerin kızıştığı hem (sanıkların) tutuklanması amacıyla evlere dönük polis baskınlarının arttığı hem de muhasara altında olanların üzerlerindeki ablukayı pekiştirmek için tünelleri kapatmaya dönük mekanizmaların diziler halinde geldiği bir vakitte gerçekleşmiştir.

Mısır'daki siyasî olayları takip eden bir kişi, Mısır'ın iki başlılık halinde devem etmekte olduğunun farkına varacaktır ki bunlar: Askeri Konsey'in büyük yetkilerinin olması ve Mısır Devlet Başkanı'nın ise yetersiz yetkilerinin olmasıdır. Dolayısıyla bu iki baştan birinin devrilmesi beklenmekteydi ki zaten buda yakın vadede beklenen bir durumdu! Aynı şekilde siyasî olayları takip eden bir kişi Amerika'nın kollarını, Askerî Konsey ve tabiilerini temsil eden eski siyasî çevreler ile aynı şekilde seçimlerin ardından Mısır Devlet Başkanı ve avenelerini temsil eden yeni siyasi çevrelere uzattığını ve uzatmaya deva ettiğinin de farkına varacaktır. Zira geçmiş dönemlerde özellikle de 25 Ocak'ın ardından yeni siyasî çevrelerdeki yetkililerle bu siyasî görüşmelerin olduğu ve bunun bu kişilerin iktidara ulaşmasıyla sonuçlanmasının gerek Cumhuriyet rejiminin gerek sivil devletin gerek uluslar arası anlaşmaların, özellikle de hain Camp David Anlaşması'nın doğasını değiştirmeyeceği ve aynı şekilde Amerika'nın Arap bölgesindeki çıkarlarına da etki etmeyeceği bir sır değildir...

Bununla birlikte Amerika, Askerî Konsey ile eski siyasî ortamın, siyasî, ekonomik ve askerî çıkarlarını gerçekleştirmeye henüz pratik yönü denenmemiş olan yeni siyasî ortamdan daha muktedir olduğunu görmektedir. Bundan dolayı o, Askerî Konsey'i destekleyip onun yetkilerini güçlendirmesinin ötesinde Mısır Devlet Başkanı ile yeni siyasî çevreleri de desteklemektedir... Nitekim Amerika'nın tutumundaki bu yaklaşım, 14.07.2012'de Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile buna müteakiben 31.07.2012'de Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta'nın ziyaretine ve bu her ikisinin Mısır Devlet Başkanı, Mareşal Tantavi ile iki başlılığın devam etmesinin Amerika'nın çıkarlarını etkileyeceğini, bozuk durumları iki katına çıkaracağını ve özellikle de Mareşal ile yardımcısının, insanların bakışlarını eski rejime doğru tahrik eden eski rejimin temel iki rüknü olduklarını Amerikan dışişlerine gösteren Askerî Konsey'deki yardımcısı ile olan görüşmelerine kadar devam etmiştir!

Bu iki ziyaretin ardından Askerî Konsey'in sesinin, kamusal yaşamda sessiz bir şekilde karartıldığı ve Mısır Devlet Başkanı'nın sesinin ise son derece yükseltildiği mülahaza edilmektedir. Dolayısıyla bunun, Mısır Devlet Başkanı ile Askerî Konsey arasındaki istişare toplantısı öncesindeki en son kararların bir girişi olduğu gayet açıktır. Ayrıca bunu, yeni Savunma Bakanı yardımcısı general Muhammed el-Asar (Reuters'a) açıklamış ve ardından da uygun bir zamanı bildirmek için bu kararlar hakkında bir toplantı türetilmiştir... Buna rağmen Tantavi ve Annan, ordu içerisinde yüksek bir rütbeye sahip olup güçlü bir şekilde Amerika'nın çıkarlarına hizmet etmektedirler. Ancak bu ikisinin emekliliğe sevk edilmeleri işi, bir yumuşatma olup Amerika'nın kolları asla rahat durmayacaktır! Ancak sömürgeci kafirlerin tabileri, rolleri sona erdiğinde Amerika'nın nasıl da kendilerini bir çekirdek gibi çitleyip bir kenara fırlattığını net bir şekilde görmektedirler. Ama onlar, ne ibret almaktalar ne ders çıkarmaktalar nede korkmaktadırlar!

Amerika'nın resmî çevreleri, işlerin gürültüsüz bir şekilde geçmesi için meydana gelen olaylar hakkında yorum yapma hususunda sessizliğe bürünmüş ancak sonra kapalı kapılar ardındaki sırlar ifşa olmuştur! Zira bugün, yani 13.08.2012'de Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü bu kararlar hakkında şöyle bir yorumda bulunmuştur: "Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile buna müteakip Savunma Bakanı Leon Panetta, bizim zaman anlayışımıza göre Mısır'da olduklarında hem ortada bir değişim olacak hem de bir istişare olacaktır. Bu açıdan bakıldığında bu değişim bizim için bir sürpriz olmayacaktır!" Diğer taraftan Amerika Savunma Bakanlığı sözcüsü, "Pentagon yetkililerinin, Mısır Silahlı Kuvvetleri'ndeki yeni liderleri bildiklerini..." vurgulamıştır! Bu nedenle yeni askerî liderlik, yüzlerin değiştirilmesi dışında eski askerî liderlikten farksız olup genel seyir aynı yönde devam etmektedir...

Ey Müslümanlar!

Bu yumuşak değişim, Sina'daki kanların akıtılmamasına imkan vermekte olup özellikle yeni Savunma Bakanı General Abdulfettah Sisi, Mübarek'in atadığı Askerî Konsey'in bir üyesi olup yaş olarak üyelerin küçüğü ve en aktif olmasının yanı sıra onun, Askerî İstihbarat'taki işinin doğası gereği çok fazla açığa çıkmamasına rağmen Askerî İstihbarat ve Keşif Müdürü olması itibarıyla Konsey kararlarında açık bir etkisi bulunmaktadır... Dolayısıyla gerek o gerekse Mareşal ile Korgeneral gibi Askerî Konsey'in boyun kemiklerinin bu durumu, aynıdır! Ancak Amerika'nın kolları, Sina'nın kana boyanması ve tünellerin kapanmasından yararlanmak için koltukların yerinden oynamasını istemektedirler. Zira böylece Yahudi varlığının rahatını endişelendiren Sina'daki silahlı gurupların varlığı ile onların Gazze'ye hayat veren tünellere girdikleri iddiaları istismar edilmiş olacaktır... Bunun istismar edilmesi ise Filistin gaspçısı olan varlığa karşı her türlü direnişi garantilemek içindir. Zira güvenlik, Amerika'nın gerçekten ciddiye aldığı Yahudi varlığının bir saplantısıdır. Nitekim Amerika Savunma Bakanı, Mısır'ı ziyareti sırasında şöyle bir ifadede bulunmuştur: "Amerika Birleşik Devletleri'nin endişesi, Sina'daki güvenlik tehditleri, insanların kaçakçılığı ve sınırlardaki silahlı guruplardır." Ve şöyle eklemiştir: "Bizlerin, güvenliğe herhangi bir şekilde ulaşmak için birlikte çalışmaya devam edeceğimiz anlaşılmalıdır." Bunun bir benzerini ise 11.08.2012'de New York Times Gazete'si şu şekilde yayınlamıştır: "Amerika ile Mısır, Sina'da kötüleşen durum karşısında yeni bir güvenlik hattı belirlemeye çalışmaktadırlar." Bu, Yahudi varlığının güvenliği açısındandır. Diğer açıdan olana gelince; bu, geçitlerin ücretsiz ve tam olarak açılmaksızın Gazze şeridindeki hayat çizgisi olan tünellerin kapanmasına dönük bir atmosfer oluşturmak içindir! Yani Amerikan gözetiminde olan bu yumuşak değişimin çıkış aracı, tagut Mübarek'in yapmış olduğu gibi yeniden Sina ile tüneller sayfasının kapanması yollarında akıtılan kanlar olmuştur!

Ey Müslümanlar!

Mısır, İslam'ın kalesi, fetihlerin başlangıç noktası ve İslam'ın düşmanları olan haçlılar ile Tatarlara karşı zaferlerin kaynağıdır... Ayrıca Mısır, Bağdat'ta ortadan kaldırılmasının ardından Hilafet'in başkenti olduğu gibi Abbasi Hilafet'i ile Osmanlı Hilafet'i arasındaki bağlantı halkası olmuştur... Bugün ona yakışan, yeniden Hilafet'in başlangıç noktası olmasının yanı sıra Filistin'i gaspçı Yahudilerin pisliğinden kurtarmak için orduların hareket noktası olmasıdır... Yoksa sadece koltukların sağdan sola yer değiştirmesi için Amerikan değişiminin başlangıç noktası olması değildir!

Beyanı, her ne kadar ilk nasihatimizi dinlememiş olsa da Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi'ye dönük bir nasihatle kapatıyoruz... Bizler, her bir Müslümana, özellikle de yönetimi teslim almış olan birine nasihat etme hususunda asla ümitsizliğe düşmeyiz. Dolayısıyla diğer konuşanlarla ilgili olarak ilk nasihatimizi takip ediyoruz: Her ne kadar Amerika'nın kolları eski ve yeni siyasî ortamlara uzanmış olsa da bu kolları kesmek kolay ve mümkündür. Zira karşılaşmış olduğun hatayı bir kez düzeltmen karşılaşmış olduğun birçok hatalarda ısrarcı olmandan daha hayırlıdır. Çünkü Amerika'nın kollarının hiçbir faydası ve yararı olmadığı gibi... bilakis o, bu kolların bir parçası ve bir uzvundan ibarettir. Aksi taktirde son pişmanlık asla fayda vermeyecektir! Allah'ın arzı Kenane, güç ve kuvvet sahibi olup onun geçmişi buna bir çok kez tanık olmuştur. Dolayısıyla her kim gerçekten Allah ile birlikte olursa kesinlikle galip gelecektir. Zira ez-Zikr-ul Hakîm bunu söylemektedir. Mısır Devlet Başkanı son konuşmasında şunu tekrarlamıştır: وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21] Evet, Allah doğru söylemiştir: وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا "Allah'tan daha doğru (sözlü) kim vardır!" [Nisa 87]

Dikkat edin! Biz tebliğ ettik  mi? Ey Allah'ın sen şahit ol... Dikkat edin! Biz tebliğ ettik  mi? Ey Allah'ın sen şahit ol... Dikkat edin! Biz tebliğ ettik  mi? Ey Allah'ın sen şahit ol.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Operasyonel Mekanizma" Ortaklığı Büyük Bir Cürüm ve İhanettir

11 Ağustos 2012 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Türkiye'den üst düzeyde yetkililer ve Suriye Muhalefeti ile bir araya gelerek görüşmeler yapmış ve bu görüşmelerin neticesinde Türkiye ile ABD arasında "Operasyonel Mekanizma" gücü oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bu karardan sonra ilk kez 23 Ağustos 2012 de bir araya gelen Türkiyeli ve ABD'li yetkililer, "Suriye muhalefetine destek verilmesi, Beşşar Esed rejiminin son bulacağı ve geçiş döneminin başlayacağı günün hızlandırılması, mülteciler konusu ve en önemlisi Esed rejimi sonrasının ne olacağı" hakkında planlamalar yapmışlardır.

"Operasyonel Mekanizma" ortaklığı kapsamında yapılan açıklamaların detaylarında şu husus net bir şekilde görülmektedir: ABD, Türkiye'nin de yardımlarıyla, halen daha Suriye halkına dayatacağı demokratik geçişi sağlayacak olan ismi bulamamıştır. Ayrıca Suriye'de aylardır katil Beşşar Esed'e karşı mücadele eden ve bu şanlı mücadelelerini bir İslam Devleti kurarak taçlandırmak isteyen Müslümanların varlığından fazlasıyla rahatsızdır. Bu nedenle ABD, Esed'in gitmesini istemekle beraber Baas rejiminin kalmasından yanadır. Zira o, katil rejimin ordusunu dağıtmadan yani bir otorite boşluğu oluşturmadan uygun bir geçiş planlamaktadır.

Allah katında büyük bir cürüm ve mazlum Suriye halkına karşı da büyük bir ihanet olan bu şer ortaklığı, Türkiye yöneticilerinin kâfir ABD ile yaptığı ne ilk, ne de böyle giderse son antlaşma olacaktır. Nitekim NATO üyesi ve Amerika sevdalısı olan Türkiye, ABD'nin Afganistan işgalinde, Irak işgalinde ve diğer her türlü şerir planlarında onun yanında durmayı tercih etmiştir. Şimdi de Suriye'de akan onbinlerce şehit kanına rağmen, Amerikan patentli "Ulusal Konseyi" desteklemekte ve Esed sonrası İslami bir devrim olmaması için ABD ile "Operasyonel Mekanizma" gücü oluşturmaktadır. Vallahi şu an yeryüzünde Allah [Azze ve Celle'nin] gazaplanacağı en kötü ortaklık budur! Şayet Türkiye yöneticileri Suriye sorununu çözecek bir ortaklık oluşturmak istiyorlarsa, bu ortaklık ve yardımlaşmayı, Suriye'de kâfir Esed'e karşı direnen ve Esed'den sonra Hilafet devleti kurmak için çalışan samimi Müslümanlarla yapmalıdır.

ABD'nin "Operasyonel Mekanizma" adı altında oluşturduğu bu sinsi ortaklık, Suriye'deki İslami direnişin, İslami bir devlet ile sonuçlanmaması için hazırladığı şer planlarından yalnızca biridir. Bu nedenle AKP hükümetinin Amerika ile ortak hareket etmesi, onun gerçekleştireceği her türlü zulme ortak olması demektir. Bizler bugüne kadar ABD'nin gerçekleştirdiği bütün operasyonlarda, Müslüman kanının akıtıldığını, bacılarımıza tecavüz edildiğini, çocuk ve sivil ayrımı yapılmaksızın herkesin katledildiğini, kutsal değerlerimizin ayaklar altına alındığını, Müslümanlara ihanet edildiğini ve hepsinin neticesinde Müslümanların zarar gördüğünü gördük. Ancak tamamen batıl olan bu ortaklık, Allah'ın izniyle Suriye direnişinin istikametini değiştiremeyecek ve bu şer planın taraflarına vebal yüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Birr (iyilik) ve takva üzerine yardımlaşın! Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın! Allah'tan ittikâ edin! Muhakkak ki Allah, cezalandırması pek şiddetli olandır. [Mâide 2]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER