Salı, 27 Muharrem 1447 | 2025/07/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Sudan'ın Amerikan Parçalama Makinesine Düşmesini Engellemek İçin Nifaşa Anlaşmasını İlga Ediniz

Sudan Basın Hizmetleri Merkezi [SMC], (Muhammediler) denilen Darfur'daki Mini Minnawi Hareketi'nin askeri komutanının, bu hareketi Cuba üzerinden kendisine dayanak edinen Güney Sudan'da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nden askeri destek almak için Arap Denizine doğru harekete geçtiğine ve bu desteğin Güneyin ayrılmasının ardından Hartum'a resmen savaş açmanın altyapısı niteliğinde olduğuna dair bir haber aktardı.

Diğer taraftan ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nafi Ali Nafi, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'ni Darfur'daki hareketleri ağırlayarak ve onları destekleyerek Amerikan ajandasını hayata geçirmekle suçladı.

Ne üzücüdür ki Darfur'da yaşanan çatışma, (Amerika ile Avrupa özellikle de Amerika ile Fransa ve İngiltere) olmak üzere devletlerarası sömürgeci kutuplar arasındaki bir çatışmadır. Zira Amerika, bir taraftan Güney Sudan'ı tamamen ayırmayı planlarken diğer taraftan parçalanması üzerinde ittifak edilen Sudan pastasından pay alma çabası altında Fransa'nın İngiltere ile birlikte türettiği Darfur dosyasını ele geçirmeye çalışmaktadır.

Bu nedenle Amerika'nın şımarık çocuğu Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin, Mini Minnawi Hareketi'ni ağırlayarak onu teçhizat ve silahla desteklemesi ve yeniden canlandırması, önümüzdeki günlerde yapılacak Nifaşa parçalama komplosu benzeri ayarlamalarda meydanı tamamen Avrupa'ya bırakmamak için Amerika'nın Darfur'daki isyancı hareketlerin içerisinde elinin olması içindir.

Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin bu eylemi, daha önce defalarca bozduğu Nifaşa Parçalama Anlaşması'nı bozmak sayılır. Hükümetin, bozulan bu anlaşmanın uygulanmasını tamamlamaya devam etmesi ise çekici birlik yalanlarını çürütmekte ve hükümetin ülkeyi parçalamaya hırs gösterdiğini teyit etmektedir.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak yöneticilere, siyasilere ve Sudan halkına deriz ki: Nifaşa Anlaşması'nı uygulamaya ve Amerika'nın çıkarına olan Güney Sudan'ı ayırmaya devam etmek Sudan'ın diğer bölgelerini Amerikan parçalama makinesine düşürecek olan ilk domino taşının devrilmesi demektir. O halde tüm bölgelere yayılmadan ve pişmanlık saati gelmeden Nifaşa Parçalama Anlaşması illetini söküp atmak ve alemlerin Rabbinin, azim İslam'ın nizamı olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'in olduğu panzehirini bir an evvel hastaya vurmak için acele ediniz.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ebîyi ve Halk İstişaresi Nereye Gidiyor?!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Lecnesi, hizbin Hartum'daki bürosunda "Ebîyi ve Halk İstişaresi Nereye Gidiyor?" başlıklı aylık forumunu düzenledi. Bunu ise hizbin, ümmetin meseleleri hakkında yapıcı ve maksatlı fikrî ve siyasî diyalog kapıları açma, ülkenin krizlerden çıkmasına ilişkin olgun bir vizyon oluşturma, ülkenin birliğini ve selametini korumak için dış komplolara karşı koyma çalışması çerçevesinde gerçekleştirmiştir. Forma şu kişiler katıldı:

  • Kurdufan bölgesinin eski yöneticisi ve Ebîyi'de yoğunlaşan el-Mesîriyye Kabilesinin ileri gelen liderlerinden Üstaz Abdurresul en-Nûr: Konuşmasında tarihi ve siyasi açıdan Nifaşa Anlaşması'na kadar olan süreçteki Ebîyi meselesine değinerek oradaki durumların koşullarına ilişkin bakışını ve gördüğü çözümleri açıkladı.
  • Temel Adalet Partisi Başkanı Üstâz Mekkî Ali Belâyil: Konuşmasında Güney Kurdufan Halk İstişaresi konusuna değinerek hedefini ve bu husustaki görüşünü açıkladı.
  • Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Lecnesi Başkanı ve Toplantı Görevlisi Üstâz Nasır Rıza.

 

Tartışmaya şu kişiler katıldı:

1-      Beja Kongresi Resmi Sözcüsü Üstâz Salah Nureddin

2-      Müslüman Kardeşler Partisi'nin Başkanı Şeyh Yasir Osman Câdallah

3-      Birlik Platformu Başkanı Dr. Abdülaziz

4-      İslami Sosyalist Partisi Başkanı Üstâz Dr. Nasraddîn es-Seyyid

5-      Baas Arap Sosyalist Partisi Sekreter Yardımcısı Üstâz Osman ebu Râs

6-      Temel Adalet Partisi Liderlerinden Üstâz İsa Ali Aceb

7-      El-Rezîkât Kabilesinden Emîr Hamit Yusuf

Ayrıca katılımcılar arasında birçok işçi partisi ve kabile liderleri de vardı.

 

Son olarak Üstâz Nasır Rıza, forumu aşağıdaki şekilde özetledi:

  • Belaların başı olmasına rağmen Ülke meselelerinin Nifaşa Anlaşması temelinde ele alınması üzücü bir durumdur.
  • Nifaşa Anlaşması ve [Ebîyi, Güney Kurdufan ve en-Nîl Erzak'ın] olduğu üç protokolünün birer Amerikan dayatması olduğu artık açık bir hal almıştır.
  • Katılımcıların hepsi, forma ve sunumun yüksek seviyesine övgüde bulunarak devam etmesinin gerekliliği ve ihtilaflı meselelere katılımın geniş çaplı olması temennisinde bulundular.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Batı ve Kusuru Başkasına Atmak

Bir kimsenin kusuru başkasına atmasının anlamı, kendisinin yaptığı kabul edilemez bir fiil sebebiyle onu suçlaması veya kendisinin karakterize olduğu olumsuz bir sıfatla onu nitelendirmesidir. Mesela saldırgan bir kimse, saldırganlık duygusunu bir başkasına atarak onu kendisine gece gündüz tuzak kurduğunu düşünür ve zarar vermek için onu gözetler durur. Zira kusur bulan bu kimse, bazen yalanı yalanlar bazen onu doğrular ve tüm iğrenç eylemler ile kötü sıfatları başkasına yaftalayarak kendisini unutur. Çünkü bu, onu bütün kusurlardan tenzih eder.

Bu psikolojik analizden hareketle bazı kişileri ve cemaatleri başkalarını sevmemeye ve kendisini temize çıkararak kusuru başkalarına atmaya iten faktörün ne olduğunu anlayabiliriz.

Almanya'daki Müslüman gençlerin şiddet eylemlerinde bulunmaya eğilimli olmalarını kültürel köklere dayandıran Alman Gençlik Bakanı "Christina Schroeder'in" açıklamalarını bu bağlamda anlayabiliriz. Bakan, bu sözleriyle sizlerin İslam'a mensup olmanızı kastetmektedir. Bu da sizin şiddete eğilimli olmanız demektir.

İsviçre halkının, büyük suçlar işleyen yabancıların sınır dışı edilmesini kabul etmesini de bu bağlamda anlayabiliriz.

Böylece Batı, her başarısızlığı yabancılara, yani Müslümanlara atar oldu. Dolayısıyla hükümet ve halk olarak Batı, başkalarını kusurlu bulmada ideolojik, fikri, toplumsal ve siyasi sistemlerinin başarısız olduğunu düşünmedi. Sadece bu başarısızlığı başkalarına attı. Yani Batı, açık ve net olarak bize diyor ki: Sorun sistemimde veya halkımda değil. Bilakis sorun, Müslümanlardadır.

Kısacası Batı zihniyeti, kendisini hatalardan tenzih etmek ve hadaratı ile kültürü ile çelişen kanunlar çıkarmak için mantıkî gerekçeler üretmektedir.

Hıristiyan Demokrat Partisi'nin zihniyeti olan Alman zihniyeti, bizim hakkımızda şöyle bir karara varmaktadır: -Dindar olsun veya olmasın- Müslüman bir kimse, şiddet eyleminde bulunduğunda şiddet dini olmasından dolayı bunu İslamî dürtüyle yaparken Alman bir kimsenin şiddete meyilli olmadığını, şiddet eyleminde bulunduğunda ise bunu (Merkel'in isimlendirdiği üzere) Hıristiyan-Yahudi kültürü dürtüsüyle değil psikolojik rahatsızlık gibi başka bir dürtüyle yapmaktadır.

İsviçre zihniyeti ise bizim hakkımızda şöyle bir karara varmaktadır: İsviçre asıllı vatandaşlar, Eflatun'un özelliklerine sahip olup hırsızlık yapmayan, öldürmeyen, vergi kaçırmayan ve yardım almak için dalavere yapmayan ideal bir vatandaştır.

Müslüman ise ikinci sınıf bir vatandaş olup hırsızlık yapan, öldüren, vergi kaçıran ve dalavere yapan bir vatandaştır. Bundan dolayı "ideal toplum" onun şerrinden kurtulmalıdır.

Bu, bize Filozof Marcus Tullius Cicero'nun şu sözünü hatırlatmaktadır: "Kanunlar ne kadar artarsa adalet o kadar azalır." Bir devlette adalet azaldığında ise o devlet çöker. Martin Luther King Jr, bir defasında şöyle demiştir: "Her nerede olursa olsun adaletsizlik, her yerde adalet için bir tehdittir." Biz de deriz ki: "Herhangi bir yere adaletsizlik egemen olursa herhangi bir yerde adaletin ortaya çıkması kaçınılmazdır."

Zira adalet devleti olan Hilafet Devleti kesinlikle ortaya çıkacak ve dünya, onun altındaki gayrimüslimlerin hak ve yükümlülükler bakımından Müslümanlar gibi olduğunu görecektir. Zira Batının adalet kaidesi şöyledir: Bizim lehimize olanların bir kısmı onların da lehinedir, bizim aleyhimize olanların çoğu onların aleyhinedir. İslam'ın adalet kaidesi ise şöyledir: Bizim lehimize olanlar onların da lehinedir, bizim aleyhimize olanlar onların da aleyhinedir. Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآَنُ قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi ona karşı adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun ki bu, takvaya daha yakındır. Allah'tan ittika edin. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." [el-Maîde 8]

Mühendis Şâkir Âsım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen'in Siyasi ve Ekonomik Durumu, Tiksinti ve Utanç Verici Rezil Bir Konumdayken Şimdi Futbol Sahalarındaki Maçlarla mı Övünelim?

Aden'deki 20. Körfez Futbol Şampiyonası'nın başından sonuna kadar Devlete bağlı es-Sevre gazetesi sayfalarına, "Yemen, 20. Körfez Futbol Şampiyonasına ev sahipliği yapma hünerini gösterdi. Büyük bir siyasi ve moral zaferi elde etti" gibi Ali Abdullah Salih ve maiyetinin 20. Körfez Futbol Şampiyonası'nı düzenleme başarısına ilişkin başlıklarını ve açıklamalarını taşıdı.

20. Körfez Futbol Şampiyonası açılışını yaparak ve düzenleyerek insanları ülkenin kötü siyasi ve ekonomik durumu hakkında aldatmayı başaracağına Ali Abdullah Salih'in kendisi bile inanmamaktadır.

Zira Ali Abdullah Salih'in Yemen'in durumu ve Yemen'i önceliklerinin başına koyduklarını ve onu İngilizlerden çekip almaya odaklandıklarını gizlemeyen Amerikalılar ile yüzleşmemek için futbol sahalarına kaçtığını artık herkes bilmektedir!

Yemen, Necd, Hicaz ve Körfez yöneticileri, gençlerin dikkatini hayati meselelerinin üzerinden başka yöne çekmek için futbola yüz milyarlarca para harcamaktalar. Bu hayati mesele ise tüm Müslümanların altında gölgeleneceği, Rablerini razı edecekleri ve Amerika'nın liderliğini yaptığı haçlı saldırısına karşı koyacakları Hilafet Devleti'ni kurmaktır. Nitekim Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır. Onunla korunulur ve onun arkasında savaşılır."

20. Körfez Futbol Şampiyonası hakkında yapılan açıklamaların maksadı, hem ulaştıkları kötü boyut noktasında hem de önümüzdeki yılın başlaması ile yürürlüğe girecek olan gelir vergisi yüzünden yakında başlarına gelecek şeyler noktasında insanları aldatmaktır. Zira memurlar, bu uygulama ile tam da rahatladık derlerken rejim, önümüzdeki yılın Şubat ayında yapılacak olan Riyad konferansına gitmeden ve bizleri sadece dünyadaki emtiaların açık pazarı haline getirecek olan Dünya Ticaret Örgütü'ne katılmadan önce petrol türevleri üzerindeki sübvansiyonları kaldırarak onların bu rahatını bozacak.

Celil ve faziletli alimler, 20. Körfez Futbol Şampiyonası'nın bir takım zararları hakkında bir bildirge yayınladılar. Şeri hükümleri umursamayanlara karşı hak sözü söylemekten korkmayan bu faziletli alimlere deriz ki: Bu davranışınızdan dolayı sizleri kutlarız. Siyaset noktasında bilinç sahibi olmanız için bakış açınızı ve düşüncenizi daha geniş tutunuz. "Zira siyaset, bir pislik değildir!" Aynı şekilde bu ülkenin ekonomisinin ve diğer işlerinin nasıl idare edildiğini tedebbür ediniz ki böylece, hem bunların İslam'la hiçbir ilgisi olmayan fikirler ve akliyetler ile idare edildiğini yakinen görünüz hem de bunların İslam'la nasıl idare edileceğini öğreniniz. Ayrıca Yemen'in ötesinde tüm Müslümanları hatta yeryüzündeki tüm insanları kuşatacak İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde siyaseti, ekonomiyi, dış siyaseti ve eğitimi şeri hükümlere göre belirlemek için İslam'ı vakıa zemininde ortaya çıkarmaya çalışanlarla birlikte çalışınız. Nitekim Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet olacak."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Wikileaks Yöneticilerin Hıyanetlerini İfşa Ediyor!

Wikileaks internet sitesi, Amerikalı diplomatların yazışmalarını yayınlayarak tüm dünyayı sarstı. Pakistan'a ilişkin olanlar hususunda Holbrooke ve Hilary Clinton, bu belgelerle ilgili hiçbir tereddüt yaşamamalarının yanı sıra ne bu yazışmaları yalanladılar ne de bunların bir dayanağı olmadığını iddia ettiler. Bizler bu sızıntıların Amerikan yönetiminin kontrolü dışında olabileceğini onaylamamamıza rağmen bu belgeler Pakistan halkının, hain yöneticilerinin Amerika'yı dost edindiklerine ilişkin kanaatini güçlendirdi. Zira bu belgeler, Amerika'nın sömürgeci despot bir devlet olduğunu ve tüm dünyaya egemen olmak için güç, korkutma ve kanunsuz üslupları kullandığını teyit etmiştir. Bunun da ötesinde ajan yöneticiler hakkındaki gizli gerçekler de aynı şekilde ifşa olan bir sır haline gelmiştir. Zira bu belgeler, dünyanın yedinci en büyük ordusuna ve nükleer silaha sahip olan devletin yöneticilerinin konumunun, muz cumhuriyetinin yöneticilerinden bile daha kötü bir halde olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim Hizb-ut Tahrir, bu yöneticilerin hıyanetini bu yıl Kasımın beşinde düzenlediği Hilafet yürüyüşlerinde pratik olarak ifşa etmiştir.

Bu belgeler, Amerikan kuvvetlerinin Pakistan'daki varlığı, Amerikan insansız uçaklarının saldırısını Pakistan hükümetinin desteklediği ve Pakistan nükleer silahlarına Amerikan ellerinin uzandığı haberleri hakkında yaptıkları yorumlarında sürekli bunların birer komplo teorileri olduğunu gerekçe gösteren tüm bu laik unsurların ve hükümet sözcülerinin yüzlerine vurulmuş bir tokat mesabesindedir. Ancak bu belgelerin yayınlanması ile Amerika'nın Pakistan'ın işlerinin idaresine olan gözetiminin ve tahakkümünün derecesi açık bir hale gelmiştir. Zira sızıntılara göre Pakistan yöneticileri, Zerdari'nin Amerika'nın talimatlarına göre her şeyi yapacağını söyleyecek kadar en önemsiz şeylerde bile Amerikan büyükelçisinden talimatlar almaktalar. Aynı şekilde Nevaz Şerif, "Amerika Birleşik Devletleri'nin dostu" olduğu hususunda Amerikalılara güvence vermiştir. Belgelere göre on birinci kolordu komutanından, Amerikan kuvvetlerinin Veziristan'daki askeri operasyonları gözetlemesine izin vermesi talep edilmiştir. Bu durum, Pakistan Genel Kurmay Başkanını Amerikalılardan Pakistan'a, ordusunun "kiralık" bir orduymuş izlenimi veren bir tarzla muamele edilmemesi talebende bulunmaya itmiştir!

Amerika, Amazon.com internet sitesinin sahibini Wikileaks internet sitesini kapatmaya zorlamasının yanı sıra Cumhuriyet Partisinin eski başkan adayı Mike Huckabee, Wikileaks internet sitesinin sahibinin idamını talep etmiş ve Amerika, bu siteyi girmenin, içeriğini okumanın veya ondan dosya indirmenin yasal olarak ceza gerektiren bir suç olduğunu ilan etmiştir.

Oysa İslam'a karşı açık küfür işleyen kimselerin güvenliğini sağlayanlar ve mürtedin öldürülmesini bir suç olarak görenler işte bizzat bu "ifade özgürlüğünün" kahramanlarıdır! Zira bu hükümetler, küfrü yayan ve İslam'a saldıran internet sitelerinin kapatılmasına karşı çıkmıştır. O halde "ifade özgürlüğü" ve "liberalizm" sloganları hani nerede kaldı?

Wikileaks belgeleri, aydınları ve siyasi analistleri, geçmişte demokrasinin en iyi yönetim sistemi olduğuna dair iddialarını ve demokratik siyasi partilere umut bağlayan yorumlarını tekrar düşünmeye ve gözden geçirmeye teşvik etmelidir! Zira diktatörlük ve demokrasi bir paranın iki yüzü gibi olup Amerika her ikisini de istediği şekilde kullanmaktadır.

Ey Pakistan Ordusu İçerisindeki Muhlisler!

Bu hain yöneticilere ne zamana kadar sabredeceksiniz? Onların hıyanetleri hakkında hiç bir şüphe kaldı mı? O halde harekete geçiniz ve bu yöneticileri alaşağı ederek Hilafeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki dünyada ve ahirette kazananlardan olasınız.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Endonezya, Amerika İle Çin Arasındaki Çatışmanın Neresinde Yer Almaktadır?

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Kuzey Kore'nin 23.11.2010 çarşamba günü Güney Kore'ye ait bölgelere füze saldırısında bulunmasının ardından iki ülke arasındaki gerilim arttı. Çin, Sarı Denizde ortak askeri tatbikat yapma kararı almalarının ardından Amerika ile Güney Kore'yi gerilimi tahrik etmekle suçladı ve Kuzey Kore'nin yaptığı şeyler karşısında sessiz kaldı. Bu gerilim, Amerikan dışişleri bakanı yardımcısının Amerika ile Çin arasındaki ilişkiyi Amerika'nın Asya'daki ajanlarının stratejik güvencesi olarak isimlendirmesinin ardından ortaya çıktı!

Nitekim 29.11.2010 tarihli Kombas gazetesi yaptığı analizinde, Kore yarım adasında yaşanan gerilimin Kuzey ile Güney Kore arasında olmadığını bilakis bunun aşağıdaki sebeplerden ötürü Amerika ile Çin arasındaki bir çatışma olduğunu yazdı:

Birincisi: Daha önce Amerikan Başkanı Barack Obama, Çin'den parasının değerini düşürmesini talep etmiş ancak Çin, bunun kendi sorunu olmayıp Amerika'nın iç sorunu olduğunu gerekçe göstererek buna şiddetle karşı çıkmış ve bunun üzerine Amerika'nın ticari bütçesi Çin karşısında zayıflamıştı. Bunun üzerine Amerika, Çin'e karşı düşmanca muamele etmek yerine dostça muamelede bulunmaya çalışmış ancak Çin, tutumunu değiştirmeyerek bunda ısrar etmiştir.

İkincisi: Amerika, Çin para birimi yuanın değeri üzerinde baskı oluşturmak için yüz milyarlarca dolar bastı ve yuanın değerini düşürmeyi başardı. Ancak bu defa da enflasyon sorunu ile karşı karşıya kaldı ve ekonomisi giderek zayıfladı.

Üçüncüsü: Çin'in Amerika karşısında gücü arttı ve bunun üzerine Obama, şu açıklamada bulundu: "Amerika, Çin'in ihtirasları ile sadece bu bölgede karşı karşıya kalmamıştır."

Şimdi burada varit olan soru şudur: Özellikle Amerika, Endonezya hükümeti ile Kapsamlı Ortaklık adında bir anlaşma yapmışken Endonezya, bu sorunun neresinde yer almaktadır? Amerika'nın yanında mı yoksa Çin'in yanında mı yer almaktadır? Yoksa tarafsız bir tutum mu takınmaktadır? Gerçek şu ki bu krizin çıkmasını isteyen Amerika'dır. Zira Amerika, bu sayede kendi iradesine karşı çıkan Çin'i rahatsız etmeyi, onu Kuzey ile Güney Kore'nin askeri sorunlarına boğmayı ardından sıcak bir odağa kilitlemeyi, bölgenin güvenliğini tehdit etmeye çalıştığını göstermeyi dolayısıyla Asya ülkelerini Çin'e karşı tahrik ederek bu ülkeleri ondan uzaklaştırmayı amaçlamaktadır. Bütün bunlardan açığa çıkmaktadır ki mesele, Amerika ile Çin arasında olup Endonezya ile bir ilgisi yoktur. Dolayısıyla Amerika ile Çin'in Endonezya'yı şu veya bu tarafa çekmeye çalışmasına rağmen Endonezya'nın iki ülkeden herhangi birisinin yanında yer alması kesinlikle doğru değildir. Çünkü bu iki ülkeden birisinin yanında yer alması ne şimdi ne de gelecekte Endonezya'nın lehine olmayacaktır. İslam beldeleri içerisinde en büyük ülke olan Endonezya, müstakil bir iradeye sahip güçlü bir devlet olmalı ve bu anlamda gerekli imkanlara da sahiptir. Ancak akidesinde ve nizamlarında İslam akidesine ve ondan fışkıran nizamlara sahip olan kendi ümmetine dayanıp Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti haline gelmedikçe güçlü bir devlet olması imkansızdır. Zira izzet, Amerika'nın veya Çin'in yanında değildir. İzzet ancak Allah'ın elindedir.

وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ "Oysa izzet Allah'ın, Resulünün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmezler." [Münafikun 8]

Evet, Ey Müslümanlar! Allahuteala'dan sonra kendimize ve kendi gücümüze güvenmeliyiz. İşte Hilafeti kurma çalışması vecibelerini yerine getirmeleri için Müslümanların eline altın bir fırsat geçmiştir. Aksi takdirde Müslümanlar, selin köpüğü gibi birer köpük olarak kalmaya devam edeceklerdir. Zira Endonezya'yı sömürgeci kafirlerin devletlerinden bağımsız güçlü bir devlete dönüştürecek, Endonezya'yı ve Müslümanları Amerika ile Çin'in hakimiyetinden, vahşiliklerinden, ülkeyi ve insanları fesada boğmalarından kurtaracak, [لا إله إلا الله محمد رسول الله] rayesi altında dünyaya liderlik edecek, Müslümanların beldelerini ve ordularını Amerika'ya, Çin'e ve diğer küfür devletlerine karşı birleştirecek olan bizzat Hilafettir.

Ey Müslümanlar! Ey Kuvvet Sahipleri!

Ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaya çalışmak, sömürgeci devletlerin ülkenizi ve servetlerinizi yağmalamasından kurtarmak için elinize bir fırsat geçmiştir.

 

Devamını oku...

Erdoğan, Gasıpların Ölümüne Üzülürken "İsrail", Daha Fazla Türk Öldüremediği İçin Özür Diliyor

Türkiye Başbakanı "Erdoğan", bütün hamasi söylemleri yok eden bir tutumla işgal altındaki Hayfa şehri yakınlarında çıkan yangının söndürülmesine yardım edilmesi amacıyla yangın söndürme uçakları göndererek "Yahudi varlığı" içerisindeki Allah'ın ve müminlerin düşmanlarını pohpohlamaya koştu. Bunu ise meşru olmayan bu dinsiz devletten açık veya gizli bir yardım talebi gelmeden yaptı ve 41 gaspçının ölümünden dolayı üzgün olduğunu bildirdi. Zira Erdoğan, şöyle dedi: "Kırk bir kişinin ölüm haberinden dolayı üzüntü duyduk. Başınızdaki felaketten ve musibetten dolayı size yardım etmek insani ve İslami bir görevimizdir. Haber alır almaz bu hususta talimatlar verdim ve halkım adına size taziyelerimizi iletirim."

Görünen o ki bu dinsiz devlete karşı düşmanlık rolüne soyunan Erdoğan, bu devletle olan ilişkilerin hiçbir şaibenin bulaşamayacağı veya bulandıramayacağı şekilde yeniden berraklaşmasına ve sakinleşmesine oldukça hırs göstermiş olmalı ki Allah'ın ve müminlerin düşmanlarına karşı iyi niyetini ve samimiyetini kanıtlamak için yardım etmeye koştu.

Bunun üzerine İsviçre'nin başkenti "Cenevre'de" -var olan- ilişkilerin -yeniden kurulmasından ziyade- tekrar eski altın dönemine döndürülmesi amacıyla Türk ve mücrim Yahudi devleti yetkilileri arasında yapılan görüşmenin ardından Türkiye, mücrim Yahudi devletinden akan şehit kanlarının ve Türk karasuları sayılan bir bölgede yaşanan gemi saldırısının bir bedeli veya en azından Türkiye devletinin ayıbını örtecek ve yalan söylemlerinin sahiplerinin yüzsuyunu koruyacak bir kılıf olarak özür dilemesini ve maddi tazminat ödemesini talep etti. Ancak hakikat, Allah'ın düşmanlarının bu talebe cevap olarak verdikleri şu sözleriyle ortaya çıktı: "Marmara gemisini ele geçirirlerken 'İsrail' askerlerinin son derece mutedil davranmalarından ve sadece 9 Türk teröristi öldürmelerinden dolayı özür dileriz."

 

-Görüldüğü üzere Türkiye, hamasi söylemlerine rağmen "İsrail'in" peşinden koşuşturmakta ve onu pohpohlamaktadır.

-Görüldüğü üzere Türkiye, Marmara gemisi olayının ardından çiğnen sözde egemenliği ve onuru adına ortaya hiçbir ağırlık koyamamaktadır.

-Görüldüğü üzere Türkiye, Yahudilerin günahkar ellerinin akıttığı masum kanlar adına hiçbir varlık gösterememektedir.

-İşte Yahudi devleti, hem Erdoğan hem de Türkiye ile alay etmekte ve herkesin gözü önünde daha fazla Türk öldüremediği için pişman olduğunu ilan etmektedir.

 

Peki, Erdoğan'ın şimdi yapacağı bir şeyi kaldı mı?

Bize şaşalı söylemlerle hitap ederek şehit edilen Türklerin kanlarını birkaç kelime ve birkaç dolarla temizlerken şimdi bu kanları deniz suyunun bile temizleyemeyeceğini mi söyleyecek? Ya Erdoğan'a aldananların yapacağı bir şeyi kaldı mı? Türkiye ve Müslümanların kanlarıyla alay ve istihza edilmesi karşısında Erdoğan'ın sessiz kalmasını, ancak yüz yıl sonra anlayabileceğimiz kusursuz siyasi bir tecrübe olarak mı görecekler? "Erdoğan", sadece dokuz Türk hakkında konuşurken Filistinli şehitler ve Filistin'in gasp edilmesi karşısında nasıl sessiz kalabilir?

Bir zamanlar bizler, Halifeler İslam ile hükmederken izzetli söylemler iştir ve izzetli eylemlere şahit olurduk. Şu olay gibi: "Müminlerin Emiri Harun'dan Rum köpeği Nekfur'a: Cevabı işitmeden göreceksin ve's selam." Ve şu olay gibi: "Müminlerin Emiri Mutasım Billah'ten Rum köpeğine: O kadını serbest bırak. Şayet bunu yapmazsan sana bir ucu burada bir ucu orada olan bir ordu gönderirim."

Ne var ki bugün bizler, Müslüman bir yöneticinin, daha fazla Müslüman öldürmeyi temenni ettiği halde saldırganın imdadına koştuğunu işitmekteyiz ve şahit olmaktayız! Bu ise yöneticilerimizin İslam'ı bırakıp Batılı devletler ve mefhumlarıyla övünmesinden başka bir şey değildir.

Şayet bugün başımızda bir Halife olsaydı kesinlikle eyleme dönüştüreceği şu söylemini işitirdik: "Müminlerin Emirinden Yahudi eşeğine; Ya olduğun yerde kal ya da kaç. Ordumun seninle savaşması kaçınılmazdır."

 

Ey Müslümanlar!

Bizler, Wikileaks internet sitesini ve derin tahlilleri gerektirmeyen bir takım hakikatlerle karşı karşıyayız. Bu açık hakikatlerin muhlis Müslümanları, bu yöneticileri alaşağı etmeye ve Türkiye de dahil tüm İslam beldelerindeki yönetim nizamlarını değiştirmek için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya itmesi kaçınılmazdır.

Hizb-ut Tahrir, bir lider olup her neye mal olursa olsun ehline yalan söylemez. Ya bu nizamları değiştirecek ya da bu uğurda yok oluncaya kadar metoduna devam edecektir.

Devamını oku...

Soru-Cevap

İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 417. sayfasında şu ifade geçmiştir: "...Zira mesela, bir sene bir evde oturmaya karşılık bir hayvanın satılması caiz olmaz. Fakat bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiralanması sahih olur. Çünkü alış-veriş malın mal ile değişimidir. Dolayısıyla malın menfaat ile değişimi alış-veriş sayılmaz. Kiralama ise böyle değildir. Zira o, bir bedel karşılığı menfaat üzerine sözleşmedir. Bu bedelin, mal olması zaruri değildir, menfaat de olabilir."

İktisat Nizamı kitabının 375. sayfasında ise şu ifade geçmiştir: "...İslam, kira ve alış-veriş hükümlerini açıklarken mal ve hizmetlerin kıymetleri ile ilgili belirli bir mübadele aracı belirtmemiştir. İslam, karşılıklı rızaya dayanan mübadele konusunda insanı serbest bırakmıştır. Örneğin; Kur'an öğrenmesi şartıyla, bir erkeğin bir kadınla evlenmesi caiz olduğu gibi, bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi ve belirli miktarda hurma karşılığında başka bir kişinin yanında bir gün çalışması da caizdir..."

Benim Burada İki Sorum Var:

Birincisi: İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünde geçtiği üzere alış-veriş malın mal ile değişimi/mübadelesi olması itibarıyla bir evde oturma karşılığında bir hayvanın satılması caiz değildir. Oysa bu durum, bir malın evin menfaati ile mübadelesidir. Ancak bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiraya verilmesi caizdir. İktisat Nizamı kitabında ise bu alış-veriş caiz kılınmış ve şöyle denmiştir: "Bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir." Yani malın bir hizmetin menfaati karşılığında satılmasıdır. Dolayısıyla müşteri, sahibinin yanında çalışmasının menfaati karşılığında malı almaktadır. Görüldüğü üzere Şahsiyet ile İktisat kitapları arasında bir çelişki vardır. O halde bunun hangisi doğrudur? Bir malı menfaat karşılığında satmak caiz midir yoksa caiz değil midir?

İkincisi: Şayet caiz değilse haracî arazinin satışı menfaatinin satışı olduğu bilindiği halde bu nasıl gerçekleşmektedir? Çünkü haracî arazinin rekabesi, Müslümanların mülkü olup haracî arazinin sahibi onun menfaatinden başka hiçbir şeyine sahip olamaz. O halde haracî arazinin menfaatinin mal ile mübadele edilmesi bir satış olarak isimlendirilir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder mi?

Birinci Sorunun Cevabı:

1- Bir yerde (mübadele), başka bir yerde (alış-veriş), bir başka yerde (kira/icara) olarak isimlendirilmiştir.

2- İslam mübadeleyi, haram olmadıkları sürece mal, hizmet ve menfaat arasında kullanmıştır. Dolayısıyla bir arabanın veya iki arabanın bir ev ile mübadele edilmesi caiz olduğu gibi bir arabanın bir evde birkaç ay oturma ile mübadele edilmesi de caizdir.

Yine bir günlük veya bir aylık çalışmanızı belirli meblağda bir para ile mübadele etmeniz caiz olduğu gibi bir günlük veya bir aylık veya bir senelik çalışmanızı bir ev veya araba ile mübadele etmeniz de caizdir...

Yani -dediğimiz- gibi haram olan bir mal veya haram olan bir menfaat veya haram olan bir işte verilen hizmet olmadığı ve karşılıklı rıza olduğu sürece bir hizmetin bir mal veya bir emtia veya bir menfaat ile mübadele edilmesi caizdir.

3- Alış-veriş bir tür mübadele olup malın mal ile mübadelesidir. Bu nedenle iki nakit arasında veya nakit ile emtia arasında olması gibi mübadele, bir mal ile başka bir mal arasında olduğu sürece bu, bir alış-veriştir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder.

4- İcara/kira, mübadelenin başka bir türü olup bir bedel karşlığında menfaat üzerinde yapılan akittir. Bedel ise mal olabileceği gibi menfaat te olabilir. Dolayısıyla belirli meblağda bir nakit veya buğday yada hurma gibi bir mal karşılığında bir gün veya bir ay çalışmanız caiz olduğu gibi... bir evde bir ay oturmanız karşılığında birgün veya bir ay çalışmanız da caizdir.

Dolayısıyla mübadele, menfaat ve emtia veya mal arasında olduğu sürece bu, bir icaradır ve buna icara hükümleri intibak eder.

5- Bunları öğrendiğimizde İktisat Nizamı'nda ve İslam Şahsiyeti'nin ikinci cüzünde geçen ifadeleri aşağıdaki şekilde anlamamız kolaylaşlacaktır:

a- İktisat Nizamı'nda geçenler nakit babı hususunda olup mübadele genel olarak zikredilmiş ve emtia, hizmet ve menfaat arasında olmasına cevaz verilmiş... Ardından da İslam'da nakitte mübadele aracının altın ve gümüş olduğuna ulaşılmıştır.

Dolayısıyla nakit babındaki bahs mübadele hakkında olup bu, sahihtir. Yani mübadele mal, emtia ve hizmet arasında olmaktadır.

b- İslam Şahsiyeti'nin ikinci cüzünde geçenler ise icara/kira hakkında olup icara ile alış-verişin arasını ayırmak içindir. Dolayısıyla İslam Şahsiyeti'nde araçlarından her birinin (mal) olduğu genel mübadelenin bir türünden bahsedilmektedir. Bu da alış-veriş olarak isimlendirilir ve kendisine has hükümleri vardır. Keza araçları (menfaat veya hizmet ile) (mal) veya (menfaat ve hizmet) ile (menfaat ve hizmet) olduğu genel mübadelenin başka bir türünden bahsedilmektedir ki bu da icara olarak isimlendirilir.

c- Binaenaleyh İktisat Nizamı ve İslam Şahsiyeti kitaplarında geçenlerden her biri kendi babında sahihtir.

d- Ancak İktisat Nizamı'nda mübadeleden bahsedilirken verilen misalde (alma) lafzının kullanılmasından dolayı bir karıştırma olmuştur ki bu, şu ifadedir: "...bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir..." Bundan maksat şudur: "Malı, sahibinin yanında bir günlük çalışma ile mübadele etmesi caizdir" Zira konu, mübadele hakkında olup bu şekilde belirtilmiş olsaydı karışıklık ortadan kalmış olurdu. Çünkü bize göre bu tür bir mübadele, icara babına girer ve buna alış-veriş hükümleri değil icara hükümleri intibak eder. Zira bir gün çalışan bu adamın ücreti, bu mal olup bu duruma alış-veriş hükümleri intibak etmez.

İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 375. sayfasında alış-veriş bahsinin başında: "Alış-veriş lügatte mutlak olarak mübadele olup almanın zıttıdır..." şeklinde geçtiği üzere alış-veriş, lügatte mübadele olarak isimlendirlmesine rağmen şeran mübadele türlerinden bir tür olup malın malla mübadelesidir. Nitekim yukarıdaki ifadenden sonra şu ifade geçmiştir: "Şeriata göre alış-veriş; karşılıklı mülkiyet hakkını devretme ve devir alma şeklinde bir malın bir mal ile değişimidir..."

Bundan dolayı karışıklığı ortadana kaldırmak için bu cümleyi yukarda belirtiğim şekilde tashih edeceğiz. Yani: "..bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir..." cümlesi yerine şu cümleyi koyacağız: "Malı, sahibinin yanında bir günlük çalışma ile mübadele etmesi caizdir."

Çünükü bize göre doğru olan şeran alışveriş, İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 375. sayfasında geçen alış-verişin tanımında olduğu gibi (malın malla mübadele edilmesidir).

Ayırca menfatin, hizmetin ve malın mübadelesini belirli şartlarda alış-verişe dahil eden ve malın malla mübadelesi ile sınırlandırmayan fakihlerin olduğu da bilinmelidir. Ancak bize göre râcih olan; yukarıda belirtiğimiz gibidir.

 

İkinci Sorunun Cevabı:

İcaranın tanımı, bir bedel karşılığında menfaat üzerinde yapılan akittir. Burada menfatten maksat, geçici menfaattir. Yani menfaatin, onu geçici bir sınırla sınırlandıran muayyen şartları ve keyfiyetleri taşımasıdır. Mesela oturmak için bir evin bir seneliğine kiralanması, kiralanan şeyin geçici bir menfaati taşıması demektir ki bu da belirli bir süre zarfıdır.

Haracî arazinin menfaatine gelince; rekabesi Müslümanların mülkü olmasına rağmen bu menfaat, sürekli olarak sahibinin mülküdür. Bu nedenle haracî arazinin menfaatinin satılması ve buna alış-veriş hükümlerinin intibak etmesi sahihdir. Bunun delili ise sahabe [Rıdvanullahi Aleyhim]'in, Ömer'in haracî arazi hakkındaki fiilinden çıkarılan hüküm üzerindeki icmâsıdır.

Nitekim İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünün 317. sayfasının son paragrafının son satırında şöyle geçmiştir: "Ancak haracî arazisinde miras bırakılan, ancak onun daimi menfaatidir. Arazinin bizzat kendisi miras bırakılmaz. Çünkü o arazi, bütün Müslümanlara ait bir mülktür. Menfaatine gelince: Ömer Bin el-Hattab, onun sürekli menfaatinin zamanın sonuna kadar sahiplerinin elinde kalmasına onay vermiştir... Menfaat, mülk edilir ve miras bırakılır. Menfaatin sahibi, onda satmak, rehin-ipotek, vasiyette bulunmak, hibe etmek gibi bütün tasarruf çeşitleriyle tasarrufta bulunma hakkına sahiptir." Ardından aynı kitabın 319. sayfasının dördüncü paragrafının birinci satırında şöyle geçmiştir: "Arazinin menfaatine sahip olan kimsenin bu menfaati satması, fiyatını-değerini istemesi hakkı vardır. Çünkü menfaatler satılırlar ve değerleri de hak edilir." İşte tüm bunlar bahsin, haracî arazi hakkında olması bakımından daimi menfaat hakkındadır.

 

Velhasıl:

-Mubah ve karşılıklı rıza olduğu sürece mal, emtia, hizmet ve menfaatlerde mübadele caizdir.

-Mübadele, alış-veriş ve icardan daha kapsamlıdır. Eğer mübadele, malın mal ile mübadelesi olursa bu alış-veriş olur. Yok eğer mübadele, mal, menfaat ve hizmet şeklinde olursa bu icara olur.

-Daimi menfaatin mübadelesine haracî arazide olduğu gibi alış-veriş hükümleri intibak eder.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER